26 Ocak 2017 Perşembe

ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ BÖLÜM 1



 ORTA DOĞU’DA “ KÜÇÜK ” AMA “ ÖNEMLİ ” OLABİLMEK: “ KATAR ” ÖRNEĞİ 
BÖLÜM 1


Dr. Burcu KAYA ERDEM. 
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi. 
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 4, Sayı 1, 2009 


Özet

Katar bizim ülke gündemimize yeni girmiş gibi görünmekle birlikte “ Önemi ” ve zenginliğinin yeni farkına varılmış bir ülke değildir. Körfez’de yer alan diğer 
Emirlikler gibi, onun da kazandığı “ Önem ” coğrafi, askeri ve toplumsal büyüklüğüyle orantısız bir güce sahip oluşu ve bu orantısızlığın maskeledikleri  ile ilgilidir. Bu bağlamda, Körfez bölgesindeki gelişme ve ilişkilere ışık tutmak ve bu coğrafyaya ait ülkelerle ilişkilerimizi, haber metinlerinde yer alanın ötesinde bir bakışla okuyabilmek önem taşımaktadır. Çünkü, kanımızca, Katar’ın “ Küçük ” ama “ önemli ” olma yolundaki ilerleyişi, Orta Doğu bölgesine yönelik emperyalist politikalar konusunda ciddi ipuçları vermektedir. Dolayısıyla, karmaşık bir ilişkiler yumağına dönüşen bu coğrafyada, Türkiye ile ilişkilendirilen hiçbir gelişmede de, sıradan ve yüzeysel bir okumayla yetinilemez. Bu makale de, ilgili kabul bağlamında, Katar’ın Orta Doğu coğrafyasında “ küçük ” ama “ önemli ” bir ülke olma yolundaki – Orta Doğu’ya yönelik güncel emperyalist politikaları daha doğru okuyabilmeye yönelik veriler sunan- adımlarını, net olarak görebilmek; böylece de, Orta Doğu’nun kalbi sayılan Körfez coğrafyasına ilişkin bilinmezleri ortaya koyabilmek için hazırlanmıştır. 
Anahtar Kelimeler: Körfez, Katar, Orta Doğu, ABD,


Giriş

Türkiye.de 2008 yılının ilk aylarından itibaren Basra Körfezinin küçük ülkesi Katar.ın adını medya yoluyla çok sık duyar olduk. Medyaya yansıyan Katara ilişkin haberler, genel olarak, ilgili ülkenin ithalat yaptığımız ülkeler içinde ilk 40 a bile girmediği halde, sayısız üst düzey ziyaret gerçekleştirilmesinin anlamının ve amacının ne olduğunu sorgulamaya yönelirken; Katarın Orta Doğu coğrafyasındaki pek çok bilinmeze ışık tutacak bir örnek olarak önemi göz ardı edilerek, açımlanmaya muhtaç olarak bırakılmıştır. İlgili kabul bağlamında, Katarın Orta Doğu coğrafyasında “ Küçük ” ama “ Önemli ” bir ülke olma yolundaki – Orta Doğunun jeopolitik çıkmazını doğru okuyabilmeye yönelik önemli veriler sunan adımlarını, net olarak görebilmek; böylece de, Orta Doğu coğrafyasına ilişkin bilinmezleri ve/veya az bilinenleri daha net ortaya koyabilmeye yönelik çaba göstermek bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Çünkü Katarın dünyada kazandığı coğrafi, askeri ve toplumsal gücü ile orantısız etki gücü göz ardı edilerek, sadece Türkiye ile ilişkilerinin anlam ve boyutuna ilişkin olarak yürütülen tartışmalar bile, ilgili ülkenin ekonomi-politik ve toplumsal açıdan daha derin ve ayrıntılı okunmasını zaruri kılmaktadır. Basra Körfezi emirliği Katarın, Ekonomik, Kültürel, Toplumsal ve Politik koşul ve açılımlarını ayrıntılı olarak ortaya koyacak bir çalışma, en azından, bu güne dek haber metinleri üzerinden sürdürülen, “ Körfez açılımı bağlamında neden Katarın seçildiği, bunun amaç ve sonuçlarının ne olacağı” sorularına daha net yanıtlar bulmamızı sağlayacaktır. Ve kanımızca, bunun çok ötesinde, Orta Doğu coğrafyası içindeki yeri yeterince açımlanmamış olan Körfez Emirliklerinin sessiz sedasız geldikleri nokta, bu noktaya ilerleyiş süreçlerinde yanlarında ve/vaya karşılarında olan güçler, hedefleri ve bu hedefe ulaşma yolundaki kazanç ve kayıpları ve elbette nihayetinde, söz konusu kazanç ve kayıpların Batılı hegemonik güçler dolayısıyla Orta Doğu için ne ifade ettiğini ortaya koyacaktır. 


1. Orta Doğu’nun Merkezi: Basra Körfezi 

Orta Doğu Nedir? Neresidir? 

Orta Doğu hem coğrafi hem siyasi olarak, “ Pek çok bilinmezlerin, karmaşık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yaşanan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin, tam olarak kavranmadığı için bazılarınca kaynayan kazan, bazılarınca bataklık olarak tanımlanan, bazılarına göre istikrarsızlığın ve geri kalmışlığın bazılarına göre petrolün ve zenginliğin merkezi olan, üzerine çok şey söylenen ama çok 
az şey bilinen bir Coğrafyanın”  ifadesidir. 

“…En dar Şekliyle Mısırdan İrana uzanan Nil ve Mezopotamya havzalarının arası için, en geniş şekliyle de Fastan Pakistana kadar yayılan bölge için kullanılan “ Orta Doğu ” kavramı, kadim insanlık birikimi, medeniyet aidiyeti ve jeokültürel havza olarak İslam kimliğini, jeoekonomik kaynak alanı olarak petrolü, fizik coğrafya olarak kurak bozkır ve çöl iklimini, stratejik olrak Avrasyayı çevreleyen Rimland (Kenar Kuşak/ Deniz Hâkimiyet Teorisi) kuşağının merkez hattını çağrıştıracak unsurlarla anılagelmiştir.”2 Orta Doğunun onlarca, hatta yüzlerce tanımı yapılmıştır. Hangi tanım dikkate alınırsa alınsın, Orta Doğu.dan söz edildiğinde, daha ziyade dinsel anlamda Müslümanların, etnik anlamda ise Türk, Arap ve Farsların çoğunluğu oluşturduğu bölge anlatılmaya çalışılmaktadır. 

Orta Doğu, bir kavram olarak ilk kez Amiral A. Thayer Mahan tarafından Arabistan ve Hint Yarımadaları arasında kalan ve deniz stratejileri için önem taşıyan bölge için kullanılmıştır. Günümüzde, Basra Körfezi merkezli olan bu bölgenin tanımlanması fiziki özelliklerinden ziyade stratejik özelliklerine dayanmaktadır.3 Bir başka deyişle, Orta Doğu bölgesi, zenginliğiyle dünyanın geri kalanı için, çıkmazları aşma yolunda hep yeni bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve mücadele edilmeye değer görülmüştür. Bu bağlamda, dünya tarihine yön veren ve “ Doğu-Batı İkilemi ” ne dair olan tüm gelişmeler bu bölgede vuku bulmuştur. 

Çünkü, öncelikle bu bölge, dinsel ve tarihsel köklerin dışında, dünya petrol rezervlerinin yüzde 55.5.ini ve doğal gaz rezervlerinin yüzde 41.ini barındırmakta dır.4 

Dahası, jeopolitik açıdan son derece kritik bir noktadadır. 

Örneğin “ Mahana göre, bir dünya imparatoru olmak için, önemli deniz ticaret yollarına hakim olmak gerektiğine göre, Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi ve Babel Mendep Boğazı, Süveyş Körfezi ve Cebeli Tarık Boğazı bu bölgede yer almakta dır. Bu bölgede egemenlik kurmayı başaran bir devletin dünya gücü olması sorgulanamaz dır. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu, sonra Birleşik Krallık, Soğuk Savaş döneminde ise bölgeyi doğrudan ve dolaylı etkileri altına alan ABD ve SSCB, bu sayede dünya gücü olmuşlardır.”5 

Günümüz ve dünyanın yeni hegemon gücü açısından bir değerlendirme yapmak gerekirse, Orta Doğu, Üçlü Grubun (ABD, Avrupa ve Japonya) ekonomisi için yaşamsal öneme sahip olan olağanüstü petrol zenginliği nedeniyle, dünya jeopolitiğinde ve ABD nin hegemonik askeri jeo stratejisinde, her zaman için özel bir yere sahip olmuş ve bundan sonra da sahip olmaya devam edecektir. Oysa “ Gerçekte, Orta Doğu diye bir bölge yoktur. Orta Doğu ne Doğunun ortasıdır ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adıdır. Orta Doğu „ Çıkar bölgesine verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölge de genişletilmektedir. ” 6 

1.1 Basra Körfezi’nin Orta Doğu’daki Yeri ve Önemi 

Doğu.nun her anlamda kalbi olan Orta Doğu, hiç kuşku yok ki, hem jeopolitik hem de jeoekonomik açıdan dünyanın en önemli bölgesidir. Orta Doğu nasıl dünyanın jeopolitik ve jeoekonomik Merkeziyse, Basra Körfezi de hem fiili hem de teorik olarak Orta Doğunun merkezidir. 

Basra Körfezi, esas itibariyle Hint Okyanusu.nun 970 km. uzunluğundaki uzantısından oluşan ve Arap Yarımadası.nın doğusu ile İranın güney batısı arasında kalan 240.000 km2 (88.800 deniz mil) lik alanıdır. Kuzeybatıda şatt-ül Araptan güneydoğuda Hürmüz Boğazı ile Umman Körfezine kadar 615 mil uzunluğundadır. Orta Doğunun hassas açılımı olan Körfez; Nüfuz olarak bölgedeki en baskın ülke olan İran ile diğer yedi Arap Devleti: Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman tarafından çevrilmiş durumdaki yaklaşık 5 milyon km2. lik bir alanı ifade etmektedir. Bölgede 118 milyon dolayında nüfus yaşamaktadır. Kuzeyi Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla Ermenistan, Azerbaycan ve Türkmenistan; doğusu Afganistan; batısı Kızıldeniz; Güneyi ise Arap Denizi ve Hint Okyanusu ile çevrili olan bölge, sanayileşme açısından geri olmanın yanında, genelde kurak olduğundan tarım için elverişli topraklara da sahip olmamakla beraber, petrol en önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır. 

Gerek coğrafi yapısı gerekse dünya petrol rezervinin yaklaşık % 55.5.ine varan petrol kaynakları ile (Orta Doğu) Basra Körfezi stratejik önemini korumaya 
devam etmektedir. Başta sanayileşmiş Batı ülkeleri olmak üzere, genel olarak dünya ekonomisinin petrole bağımlılığı dikkate alındığında, uluslararası 
politika açısından bölgenin incelemeye değer bir alan olduğu ortaya çıkmaktadır.7 

Basra Körfezi Orta Doğu ile Afrika, Hindistan ve Çin arasında önemli bir ticaret yolu ve pek çok dinin doğduğu coğrafya olarak, ticari ve dini hareketlerle karakterize olmuş bir bölgedir. Modern dönem öncesinde, bölge insanları geçimlerini büyük ölçüde inci avcılığı, balıkçılık ve uzak yol ticareti ile sağlamıştır. Orta Doğunun birçok yerinde olduğu gibi, Körfez halkları da, aşiretler olarak organize olmuş ve aşiretlerin tutumları ülkelerin sosyo-politik 
yapılanmasında belirleyici olmuştur. Körfez Devletleri.nin altı tanesi (Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri) ancak 
20. yüzyılda bağımsızlıklarını elde etmiştir ve sadece İran ile Ummanın bağımsız olarak eski bir tarihi olduğundan söz edilebilir. 

Basra Körfezi bölgesi, tarih boyunca stratejik konumu ve yeraltı zenginlikleri nedeniyle, önemli güçlerin mücadele alanı olmuştur. 

Bu güçlerden en Önemlileri, Portekizliler, Osmanlılar, İngilizler ve  günümüzde Amerikalılardır. 

Yani, Batı.nın bu bölgeye hâkim olma çabaları çok eskilere dayanmaktadır. Osmanlı.nın 16. yüzyıldan itibaren bölgede var olan hâkimiyeti, bütünüyle 
Birinci Dünya Savaşı ile son bulmuştur. 

Bölge için bir dönüm noktası olarak kabul edilebilecek bu dönemle birlikte, bölge bütünüyle Batı (İngiliz) protektorası haline gelmiş, Batılı çıkarlara çok daha uygun bir yapıya kavuşma yolunda politikalar başlamıştır. Söz konusu dönemde, Türklerin bölgeden tasfiyesi için desteklenen “ Arap Milliyetçiliği ” gelişmiştir; 
bölgedeki fiiliyatlar için, İngilterenin, hem Yahudilerin hem Arapların hem de ABD nin desteğini almaya dönük çabaları, ortaya parçalı bir bölge yapısı çıkarmıştır. 

Özetle, “ Osmanlı İmparatorluğunun bölgeden ayrılması, Batılı güçler için yeni bir fırsat olarak değerlendirilmiş ve bölgeyi egemenlikleri altına alarak emperyalist amaçlarına uygun şekilde yapılandırmışlardır.”8  

Örneğin, İngilterenin bölgeye yerleşmek için aradığı fırsatı ona Ras el-Haymada üstlenen korsanlar, bir İngiliz subayının karısını kaçırarak vermişlerdir. 

Bu bahaneyle bölgeye 1809.da ilk İngiliz savaş gemilerini göndererek, bölgeyi işgal eden İngiltere, diğer Emirlikleri de denetim altına almasıyla sonuçlanacak 
ilk anlaşmayı (BAE.nden) Ra.s el Hayma Emirliğiyle imzalamıştır. 
Bu yapılan anlaşma 1820 yılında diğer altı Emirlikle de yapılmış ve böylece Körfezde İngiliz koruyuculuğu (protektorası) başlamıştır. 9 

Körfezde İngiliz varlığı genel olarak, Bahreyn, Kuveyt, Katar gibi aynı toprakları ve kültürü paylaşmalarına rağmen birbirinden ayrılmış küçük ülkelerle yapılan, İngiliz hükümetine bağlılık anlaşmaları bağlamında gerçekleşmiştir. Bu anlaşma çerçevesinde bölge ülkeleri, İngiliz hükümetinin onayı olmadan hiçbir hükümetle anlaşma yapmamayı, onlara toprak vermemeyi veya ipotek etmemeyi taahhüt etmişlerdir. Bölge ülkelerini İngiliz protektorası haline getiren bu anlaşma, 1861 ve 1892.de Bahreyn ile, 1899.da Kuveyt ile ve 1916.da Katar ile yapılmıştır. 

Bu parçalı yapı Batının amacına o denli uygundur ki, İngilterenin bölgeden İkinci Dünya Savaşından sonra çekilmiş olmasına rağmen, bölge ülkeleri aralarındaki rekabet dolayısıyla, Batı tarafından rahatlıkla yönetilebilecek ülkeler olma özelliklerini sürdürmüşlerdir. Batının yeni politikası, Fromkine göre, İngiliz egemenliğine imkân sağlayacak; parçalanmışlığından dolayı son derece zayıf ve birbirine yaslanamayan monarşilerden oluşan bir yapıdır. Bu yapı, günümüzde bile devam etmektedir. 

Söz konusu dönemde, Batının vaatleriyle Şekillenen yapıda, bölge halklarının Batı lehine tercihleri (Osmanlı ve Halife.ye karşı emperyalist güçleri desteklemeleri) de son derece belirleyici olmuştur. Örneğin, 23 Mayıs 1918.de Arap Milliyetçileri Komitesi.nin Osmanlı karşısında İngiltere ile işbirliğine yönelik kararları içeren protokolü, bu durumun kanıtlarından biridir. İngiltere Birinci Dünya Savaşı sırasında, Orta Doğu.da hâkimiyeti için pek çok devletin desteğini almak üzere, hepsine birbiriyle çelişen vaatlerde bulunmuş, ancak bu durumun sonunda en çok bölge halkları mağdur olmuştur. Orta Doğu topraklarını Osmanlıdan ayıran devletler, self determinasyon ilkesi bir tarafa, savaş sırasında verdikleri bağımsızlık sözünü de unutarak, manda formülüyle bölgedeki emperyalist uygulamalarını sürekli kılmışlardır. Hatta, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi.ne konu olan bir hükümle (12. madde), manda uygulaması hükme bağlanmıştır. Buna göre, “son savaşın sonucu olarak daha önce kendilerini yöneten devletlerin egemenliğinden çıkmış ve henüz çağdaş dünyanın güç koşullarında kendi kendine ayakta duramayacak halkların gelişimi için medeniyetin kutsal vasiliğinin oluşturulması ilke olarak kabul edilmiştir. ”10 

Batının ilgili bölgedeki hâkimiyet ini meşrulaştıran bu maddenin içerdiği söylem, geçmişte var olan ve günümüze dek de süren (gelişmemiş-uygarlaşmamış) Doğu - (uygarlaştırma ajanı) Batı anlayışına denk düşmektedir. 


A. Orta Doğu’nun Jeopolitik Çıkmazında Basra Körfezi Ülkeleri 

2.1 Jeopolitik Çıkmazın Basra Körfezi’nde Belirlediği Koşullar: 

Batılı Çıkarlar ve Varolma Mücadelesi 

1970.lerin başına kadar Basra Körfezine ilişkin hegemon devletlerin bakış ve politikaları, genel olarak, Orta Doğu politikasının bir parçası olarak sürmüştür. Ancak özellikle, 1971.de İngilterenin bölgeden çekilmesiyle, ABD, bölge ile ilişkilere çıkarları bağlamında özel bir önem atfetmiştir. 

“İngilterenin 1971.de bölgeden tamamen çekilmesiyle beraber, İran, Irak ve Suudi Arabistan hemen hemen eşit güce sahip devletler olarak sistemin temel aktörleri durumuna gelmişlerdir. Bu devletler özellikle 1970 lerde petrol fiyatlarındaki hızlı artıştan sağladıkları gelirlerle, kapasitelerini önemli ölçüde 
arttırmışlardır.”11 

Bilindiği gibi, özellikle 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi.yle birlikte enerji kaynakları önem kazanmış; enerji kaynaklarına sahip olma, taşıma güzergâhlarını denetim altında tutma yoluyla yön verilebilen enerji politika ve stratejileri, uluslararası politikaların oluşumunda son derece belirleyici olmuştur. Çünkü, ülkelerin varlıklarını sürdürebilmelerinin temel koşulu, refah düzeyini, ulusal ve uluslar arası enerji kaynaklarını denetim altında tutmayı başararak sürdürülebilir kılmaktır. Bu durumda, enerji kaynaklarının yoğunlaştığı bölgeler, temel hedef haline gelmiştir. 

Çünkü, “ Hızla artan dünya nüfusunu çağın gerektirdiği imkânlardan faydalandırmak, insanlığın doğal gelişim sürecini kesintisiz sürdürebilmek 
ancak ve ancak yeterli enerji sağlamak ile mümkündür. Diğer taraftan, milletlerin kendi aralarındaki varolma ve egemen olma yolundaki mücadeleleri 
enerji kaynaklarının kontrolünü ve enerjiyi en etkin ve ekonomik şekilde kullanma gayretini bir yarış hatta bazen bir savaş haline getirmektedir… 

Dünyada ekonomik kalkınmayı destekleyecek yeni bir enerji kaynağı bulamadığı sürece, uluslararası ilişkilerde stratejik önemi ile bu ilişkileri belirleme de etkin bir rolü olan petrole ve bu ana kaynağa sahip olan petrol ulaşım yollarını kontrol eden ülkelerin jeopolitik ve jeo stratejik olarak önemlerini korumaya devam edecekleri ve oynanan oyunun büyük oyuncuları olacakları Şüphesizdir.”12 

2009 Şubat ayı verilerine göre, dünyada kanıtlanmış 1 trilyon 237,9 milyar varil ham petrol rezervi vardır. Dünyada kanıtlanmış ham petrol rezervlerinin yüzde 55.5`i Orta Doğu`da bulunmaktadır. Büyük bölümü Basra Körfezinde yer alan Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman, Yemen, Suriye, Bahreyn, Lübnan, Ürdün ve İsrail`i içine alan bölge, 745.998 milyar varil kanıtlanmış ham petrol rezervinin yatağıdır. 

Kanıtlanmış ham petrol rezervlerinin 266,7 milyar varili Suudi Arabistan`da, 136,1 milyar varili İranda, 115 milyar varili Irak.ta, 104 milyar varili Kuveyt tedir. Beşinci sıradaki Birleşik Arap Emirlikleri`nin 97,8 varil ve Katar`ın 15,2 milyar varil ham petrolü vardır. Burada, Körfez ülkelerinin büyüklük lerinin çok ötesinde bir güce kavuşturan ham petrol rezervlerinin boyutları net Şekilde görülmektedir. Körfez ülkelerinin rezerv durumunu ve bu anlamda önemini vurgulamak bağlamında, dünya gücü olarak kabul edilen dev ekonomili ülkelerin de ham petrol rezervlerine bakmakta yarar vardır. ABD`nin 21,3, Rusyanın 60,0, Çin`in 16,0, Brezilya`nın 12,6, Meksika`nın 10,5 milyar varil kanıtlanmış ham petrol rezervi bulunmaktadır.13 

Dünya enerji haritasında Orta Doğu kapsamında, özellikle Basra Körfezi.nin yerini görebilmek için, Üşümezsoy un aktardığı 2006 verilerine de göz atılabilir. 2006 verilerine göre, günümüz dünya petrol üretimine baktığımız zaman, günde yaklaşık 86 milyon varil petrol üretildiği görülmektedir. 





Tablo-1: ORTA DOĞU’DA KANITLANMIŞ PETROL REZERVLERİ 14 

2006 yılı ile hesapladığımız zaman bu miktarın 9.2 milyon varilini Suudi Arabistan üretmektedir. İran 4 milyon varil, Irak 1.8 milyon varil, 
Birleşik Arap Emirlikleri 2.3 milyon varil, Kuveyt 2.1 milyon varil üretim yapmaktadır. Bu bölgedeki diğer ülkeleri de hesaba kattığımız zaman, günde 
24 milyon varillik üretim ortaya çıkmaktadır. Katara baktığımız zaman 5 milyar varil tüketilmiştir ve 33 milyar varil kalan petrol rezervi söz konusudur. 

Bu boyutuyla bakıldığında, Basra Körfezi.nin kuzeyindeki ve güneyindeki çevrede yaklaşık 700 milyar varillik petrol rezervi söz konusudur. Bu da kalan 
tüm petrol rezervinin yüzde 82.sinden fazlasını oluşturmaktadır. 

Dahası, genel olarak Orta Doğu, özelde ise Basra Körfezi ülkelerinin dünya enerji kaynakları haritasındaki hatırı sayılır yeri sadece petrolle sınırlı değildir. İlgili coğrafyada, doğal gaz da önemli oranlarda bulunmaktadır. Söz konusu enerji kaynağı da, doğal gaz rezerv üretim oranının petrolden çok daha uzun ömürlü olduğunun belirlenmesiyle tüm dünyanın ilgi odağı olmuş ve kendisine sahip az gelişmiş ülkeler için güç sembolü ve siyasi mücadele aracı haline gelmiştir.16 

Dünya enerji kaynakları dağılımına göre, Orta Doğu bölgesi, doğal gaz rezerv lerinin yüzde 41.5.ine17 sahip bulunmaktadır. Dünya doğal gaz rezerv /üretim oranı altmış bir yıldır. Bu oran petrol için ise kırk yıldır. ( Yani dünya doğal gaz üretiminin potansiyel üretim süresi daha fazla tahmin edilmekte dir ve bu süre Orta Doğuda en yüksek seviyededir ) Orta Doğuda yüz yıldan fazla, Afrikada seksen altı yıl, Eski Sovyet Cumhuriyetleri.nde seksen yıl, Güney ve Orta Amerikada yetmiş iki yıl, Kuzey Amerikada on yıl, Avrupa.da on sekiz yıl doğal gaz üretim süresi olacağı tahmin edilmektedir. 

Doğal gaz kaynaklarının Basra Körfezi ülkelerini öne çıkarır Şekildeki dağılımı ise aşağıdaki tablodan açıkça okunmaktadır. 

Tüm bunlar bağlamında, Orta Doğu özellikle Basra Körfezi Sanayi Devrimi hariç tutulacak olursa - dünya tarihini en çok etkileyen gelişme ve değişmelerin görüldüğü bir bölge haline gelmiştir. Bu sebeple, dünya hâkimiyetine yönelmek isteyen her devlet için Orta Doğu hâkimiyeti, en önemli ve vazgeçilmez adım olmuştur.18 Yukarıda Mahandan aktardığımız gibi, dünya imparatoru olmak için önemli deniz ticaret yollarına hâkim olmak da gerekmektedir ki, Basra Körfezi, bu yolların kesişme noktasıdır. Dolayısıyla, dünya hâkimiyetine yönelen devletlerin bu bölgeye yönelik egemenlik düşleri kaçınılmazdır. 




Tablo-2: ÜLKELER İTİBARIYLA DOĞAL GAZ REZERVLERİ (2009)19 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder