31 Ağustos 2019 Cumartesi

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 6

EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ., BÖLÜM 6



Türkçenin En Güçlü Çağı 

Dil meraklılarının, dil zaptiyelerinin yanında zaman “dil uzmanları”nın da değirmenine su taşıdığı yaygın bir görüşe göre Türkçe hızla kirlenmekte, bozulmakta ve yok olmaktadır. Bu görüş, Türkçenin en güçlü dönemi yaşadığı, Türk dünyasında dünyanın en saygın ödülü olan Nobel’in Türkçeyle yapılan bir sanata, edebiyata verildiği bir dönemde ileri sürülmektedir. Kirlenmeyi, bozulmayı, yok olmayı belgelemek için ileri sürülen görüşler arasında batı dillerinden, özellikle İngilizceden alınan yeni kelimeler; yerel konuşma biçimlerinin kullanılması, söyleyiş kusurları, üslup zaafları, özellikle televizyondaki dil oyunları, farklı nesillerin dili kendine özgü kullanışları, internetteki yeni dil biçimleri gibi birbirinden bağımsız değerlendirilmesi gereken yığınla gerekçe ileri sürülür. Özellikle televizyonlarda reytingi yüksek dizilerdeki farklı dil biçimlerine olan ve kanallar arasındaki rekabetçe körüklenen tepki bazen öyle boyutlara ulaşır ki dilde yaratıcılığı da yok edecek bir hal alır. Dilbilimsel açıdan hiçbir temeli olmayan bu yaklaşımlarda dil-bilimin en temel bulgusu dilin değişken ve üretken olduğu gerçeği göz ardı edilir. 

Türkçe bozulma, yozlaşma, kirlenme gibi absürd anlayışlar bir tarafa tarihindeki en güçlü dönemini yaşamaktadır (bk. Demir 2003). Bunu belgelemek için 
elimizde yeterince ölçüt vardır. Her şeyden önce Türk dillerini anadili olarak konuşanların sayısı tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yüksektir. Dillerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmalarının tek nedeni az konuşura sahip olmaları olmamakla birlikte konuşur sayısı az olan dillerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oldukları dil ölümüyle ilgili çalışmalarda genel geçer bir bilgidir. Ancak konuşur sayısı göz önüne getirilince Türkçenin bazı kollarının yok olma tehlikesi taşıdığı, hatta bilinen zamanlarda yok oldukları söylenebilir, ancak Türkçenin geneli için böyle bir durumun söz konusu edilemeyeceği ortadadır. 

Dil ölümünün en önemli nedeni işlev kaybıdır. Türkçe Osmanlı döneminde edebiyat dili, halkın konuştuğu dil ve devlet dili olmakla birlikte eğitim dili değildi. 

Devlet dili olarak kullanılan Türkçe halk dilinden kopuk, ancak özel bir eğitimle üstesinden gelinen ayrı bir üsluptu. Bir standart dil ve bu standart dili destekleyecek, ihtiyaca göre düzenlemeler yapacak bir kurum da yoktu. Eğitimde Türkçe ilk olarak batılı anlamda yeni okulların açılmasıyla 1793 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Daha 1827’de kurulan tıbbiyede Türkçe ders malzemesi, ders verecek öğretim elemanı olmadığı için 1870 yılına kadar Fransızca eğitim dili olmuştur. 

Yine 19. yüzyılda ortaya çıkan eğitimi halka yayma isteklerini karşılayacak bir standart Türkçe de yoktu. Ancak 20. yüzyılın başından itibaren halkın eğitiminde de kullanılabilecek sade bir dil gelişmeye başlamıştır. Bugün ise Türkçe eğitimin her alanında kullanılmaktadır. Bu alanda İngilizce ile büyük bir rekabet içindedir, ancak bu, yine de Türkçenin baskın durumda olduğu gerçeğini değiştirmez. Buradaki rekabet, daha önceki yüzyıllarda Arapça ve Farsça ile olan rekabetle kıyas edilemez. Sözü fazla uzatmadan Türkçenin bir dilden beklenen konuşma dili, devlet dili, eğitim dili, edebiyat dili, ticaret dili, eğlence dili, ibadet 
dili gibi her tür işlevi bugün yerine getirdiğini tereddütsüzce söyleyebiliriz. Bu alanlardan eğitimde, ticarette, eğlence alanında İngilizce başta olmak üzere batı 
dilleriyle, dini ihtiyaçlar alanında ise Arapça ile rekabet halindedir. Ama yine de genel olarak Türkçe tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlü durumdadır. 

Bu güçlü olma durumu sadece Türkiye Türkçesi için değil kardeş diller için, özelikle Türk Cumhuriyetlerinde konuşulan diller için de geçerlidir. Yeni Türk Cumhuriyetlerinde Türkçe, Rusça ile rekabet etmekte ise de bağımsız devletlerin kendi ana dillerini öne çıkarmak için çabaladıkları da gerçektir. Konuşurlarının her tür ihtiyacını karşılayan Türkçe için bu açıdan da bir tehlike söz konusu edilemez, aksine Türkçe bu alanda da tarihinin en güçlü dönemini yaşamaktadır. 

Konuşulduğu alana bakacak olursak da Türkçenin tarihin en geniş sınırlarına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bilinen ilk büyük Türk yazıtları bugünkü Moğolistan sınırları içindedir. Türkçe Moğol istilasını takip eden sürede büyük bir genişleme göstermiştir. Moğol istilası, kurulan büyük imparatorluklar da Türkçenin sınırlarında büyük bir genişlemeye neden olmuştur. Ancak Osmanlı döneminde en uç nokta Balkanlar iken daha sonra burada bir geri çekilme görüşmüş, ancak 

20. yüzyılın ikinci yarısında Batıya giden Türk işçi göçü sonucunda Türkçenin sınırları daha da batıya kaymıştır. Elbette her bölgede Türkçe o bölgede konuşulan başka dillerle rekabet içindedir ve Türkçede bölgelere özgü değişmeler söz konusudur. Ancak bu durum yine de konuşulduğu alan bakımından da Türkçe tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar geniş bir alana yayılmış olduğu gerçeğini değiştirmez. Yirmi yıl önce beş yeni bağımsız Türk dilli devletin ortaya çıkması ve kendi dillerine sahip çıkması da göz ardı edilmemelidir. Türkçenin tarihinin en güçlü dönemini yaşadığını gösteren, yukarıdakiler kadar önemli olmayan, ama yine de küçümsenmeyecek bir gerçek daha vardır: Türkçe bugün kurumsal desteğe sahiptir. Türkçe daha önceki dönemlerde Enderun gibi özel eğitim verilen yerleri bir kenara bırakırsak hiçbir kurumsal desteğe sahip değildi. Öyle ki Osmanlı döneminde, yüzyıllarca Türkçenin konu edildiği neredeyse tek eser yazılmamıştır. Bergamalı Kadrî’nin 1530’da yazdığı Müyessiretü’l-Ulum’dan sonra bir Türk dil bilgisi için 1949 yılını beklemek gerekecektir. Oysa 20. yüzyılda Üniversiteler bünyesinde Türkçenin araştırıldığı pek çok birim açılmıştır. Bugün Türkçeyle ilgili konuların araştırılmadığı bir yüksek eğitim kurumu yoktur. Bazılarında birden fazla birim doğrudan Türk diliyle ilgilenmektedir. Ayrıca Türk Dil Kurumu, Milli Eğitim Bakanlığı, Radyo ve Televizyonlar gibi kurum ve kuruluşlar da standart Türkçenin kurallarının belirlenmesi, Türkçenin yaygınlaşması gibi hususlarda önemli katkılarda bulunmaktadır. Türk diline karşı olan ilgi sadece Türkiye 
Türkçesiyle sınırlı değildir, bugün Türk Üniversitelerinde Türk dillerinin neredeyse hepsini araştırmaya çalışan akademisyenler vardır. Son yirmi yılda Türk 
dillerini konu alan çalışmalarda muazzam bir artış olmuştur. 

Ortak Dil Mümkün mü? 

Bütün bunlara rağmen tek bir Türk dili, bir aralar popüler olan ifadesiyle söyleyecek olursak “ortak Türkçe” gelişeceğini beklemek gerçekçi değildir. Türkçe daha bilinen en eski dönemlerinde kendi içinde varyantlaşmalara sahipti (Róna-Tas, Berta 2011: 1111). Yazılı belgelerin artmasına, coğrafyanın genişlemesine paralel olarak Türkçenin kendi içindeki çeşitliliği de artmıştır. Yazı dilleri zaman zaman ortak değerlerden beslense de yine de farklı gelişmiştir. Bu durum dilbilimin temel bulgularıyla da örtüşmektedir. Geniş alana yayılan diller aynı zamanda yeni dillere de kaynaklık ederler, bu Türkçe için de böyle olmuştur. Oğuzcadan, Çağataycadan yeni diller ortaya çıkmıştır. Ayrıca doğal diller belli bir dönemde farklı amaçlarla kullanılan bir varyantlar yığını olduğu gibi, sürekli olarak bir değişim içindedir. Bu değişme Türkçe için de geçerlidir. 

Ortak bir dil oluşturmanın önünde başka engeller de vardır. Prensip olarak ortak bir yazı dili geliştirmek mümkündür. Nitekim tarihte İbranice gibi yok 
olmuş bir dilin yeniden diriltilerek devlet dili haline getirildiğinin örneği vardır. Ancak dil aynı zamanda konuşurları için sembolik değere sahiptir. Hiç kimse kendi dilinden kolayca vazgeçmek istemez. Farklı Türk dillerini konuşanların bazılarının kendi varyantlarından vazgeçerek bütün alanlarda başka bir varyantı kullanacağını beklemek için, bağımsız Türk Cumhuriyetleri arasında ortak bir alfabe geliştirme çabasının bile başarılı olamadığı göz önüne getirilirse, bir neden yoktur. 

Dil, özellikle yazı dilinin nasıl olacağı, aynı zamanda siyasi bir konudur ve sanıldığı gibi doğru-yanlışla ilgili değildir. Karar vericilerin Türkiye’de 1990’lı yıllarda beklendiği gibi Türkiye Türkçesini benimseme veya örnek alma çabası içinde olmadıkları aradan geçen sürede görülmüştür. Günümüzde ortak bir Türk dili yaratma yönünde bir talep de bunu sağlayabilecek bir siyasi irade de söz konusu değildir. 

Türk dillerinin kendi aralarındaki karşılıklı anlaşılırlık oranı da çok değişkendir. Prensip olarak birbirine yakın olanlar veya aynı tarihi gruptan gelenler arasındakarşılıklı anlaşılırlık oranı daha yüksektir. Örnek olarak Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi arasındaki karşılıklı anlaşılırlık Türkiye Türkçesi ile Özbekçe arasındakinden daha yüksektir. Buna karşılık Özbekçe ile Uygurca arasındaki anlaşılırlık da Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi arasında olduğu gibi yüksektir. 

Ancak bütün olarak bakıldığında, yapılan pek çok ortak toplantıda da yakından görüldüğü üzere günlük ihtiyaçlarda anlaşmanın olduğu durumlarda bile 
bir aracı dile ihtiyaç duyulmaktadır. 

Uzun vadede karşılıklı olarak birbirini anlamaya çalışmak, ortak yönleri güçlendirmek, farklılıkları görmek ve birbirine yaklaşmasını zamana bırakmak önemli görünmektedir. Buradaki diller rekabetinde dil dışı etkenlerin belirleyici olacağını söylemek gerekir. Eğer bir ülke, örneğin Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak güç kazanırsa dili de buna paralel olarak güç kazanacak, Türkçe konuşanlar arasında ortak iletişim aracı olma yönünde büyük avantajlar yakalayacaktır. Şu anda bu avantaja sahip durumdadır. 

İleriye Dönük Öngörüler 

Sovyetlerin dağılmasıyla Türk dünyasına karşı Türkiye’de var olan ve bir kısmı gerçek bilgiden çok romantik duygulara dayanan ilgiyi sınama ve gerçek bir zemine oturtma fırsatı ortaya çıkmıştır. Yeni Türk Cumhuriyetleri ile uzun süre tek bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Türkiye arasındaki çeşitli seviyedeki görüşmeler aynı zamanda dil hakkında o zamana kadar olan karşılıklı anlaşılırlık tartışmasını da sınama imkanı vermiştir. Yine aradan geçen zamanda ortak değerlerin neler olduğu yönünde de daha gerçekçi bir bilgi birikimi ortaya çıkmıştır. 

Dilsel ve kültürel ögeleri öne çıkarma çabasının siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmekten farklı olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Türk dilleri aynı kökten türemiş olmakla birlikte Türk dünyasının büyük bir kısmının ortak bir tarihi geçmişinin olmadığı gibi akraba ülkeler arasında da sorunların ortaya çıkabileceği gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. 

İleriye dönük öngörülerde bulunmak gerekirse Türk dilleri tarihinde Çince, başta Farsça olmak üzere İran dilleri, Arapça gibi dillerle eğitim, devlet yönetimi 
gibi alanlarda büyük bir rekabet içinde olmuş, Türk dillerin de arasında bulunduğu çok dilli ortamlarda konuşulmuştur. 

Türkiye Türkçesi Tanzimat’tan sonra güç kazanan batılılaşmaya paralel olarak başta Fransızca olmak üzere Batı dilleriyle, özellikle eğitim alanında ciddi bir çekişme içinde bulunmuştur. İkinci dünya savaşının en önemli galibinin dili olan İngilizce 1950’li yıllardan sonra Türkiye’de Fransızcanın yeri almıştır. Türkiye 
Türkçesinin bugün Almanca, Fransızca, İtalyanca gibi Batı dilleri ile de bir rekabeti vardır, ancak bunlar İngilizce kadar ciddi bir rakip olarak görülemez. Buna karşılık İngilizce şu anda başka pek çok ülkede olduğu gibi bilim ve eğlence hayatının dili olarak çok güçlü durumdadır. Türkçe konusunda duyarlı olduğunu ileri süren aileler çocuklarına İngilizce eğitim verdirme imkanı bulmaları durumunda bunu tercih etmektedirler. Bu tercihin İngilizce eğitimle iş hayatında daha rekabet edebilir duruma gelme, bilgi kaynaklarına daha kolay ulaşabilme gibi avantajları olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bu nedenle popüler dilcilikte olduğu gibi, bunun eğitim açısından büyük bir felaket olduğunu düşünmüyorum. Ancak Türkçeyi geri plana itecek dil politikaları uygulanması durumunda, Türkçenin eğitim alanında geri plana düşebileceği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. 

Türk Dünyasının diğer bölgelerinde, bağımsızlıklarını kazanmış Cumhuriyetlerde de Rusça hala çok önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca Farsça, Çince gibi 
diller de Türkçenin pek çok kolunun konuşulduğu bölgede baskın dil durumundadır. Bazı Türk dillerinin ise yazısı yoktur. Eğitimde kullanılmadıkları için yerel konuşma dili olmanın dışında bir desteğe de sahip değillerdir. 

Günümüz Türk dünyasının kendi içindeki çok ciddi bir sorunu da ülkeler içinde farklı dillerin rekabet halinde olmasıdır. Türkçenin, Türk dili tarihi açısından 
çok önemli olan pek çok kolu, yukarıda işaret edildiği gibi, konuşuldukları bölgelerde azınlık dili durumundadır, bir kısmı ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. 
Yine 20 yıl önce bağımsızlıklarını kazanan Türk dilli devletlerde ülkede geçerli dili konuşanların genel nüfusa oranı da yeni yeni baskın duruma gelmektedir. 

Günümüzde Türk dilleri arasındaki iletişimin ve karşılıklı anlaşılırlığın veya anlama isteğinin de sanılandan daha zayıf olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Türk dillerinin kendi aralarındaki rekabette, hiç şüphesiz uzun zaman bağımsız tek Türk dili olan, en fazla yazılı metne, en fazla konuşura, en yaygın geçerlilik 
alanına, en güçlü edebi geleneğe sahip Türkiye Türkçesinin bir adım önde olduğu, hatta zaman zaman ortak iletişim aracı olarak kullanıldığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. 

Türkçenin konuşulduğu bölgelerde uzun vadede ne gibi değişiklikler olabilir? Doğrusu bu konuda söylenecek pek çok şey spekülasyondan öteye geçmeyecektir. 

Ancak bazı ülkelerde Türk dilli halkların kalabalık nüfusu göz önüne getirilince, yaşam alanlarının daralması durumunda sakin kalmayacaklarını beklemek yanıltıcı olmayacaktır. 

Kaynaklar 

Akalın, Şükrü Haluk (2009), “Turk Dili: Dünya Dili”, Türk Dili, Mart 2009, C: XCVII, S: 687, s. 195-204. AWLD = 
http://www.unesco.org/culture/languages-atlas/ 
Demir, Nurettin (2003), “Popüler Dil Tartışmalarına Dil İlişkileri Açısından Bakış”,Cumhuriyetimizin 80. Yılında Türkçemiz, Ankara. ATO. 37-44. 
Demir, Nurettin (2006), “Türkiye’de Dil-Lehçe-Şive-Ağız Tartışmaları”, Türkiye’de Dil Tartışmaları, Derleyenler: Astrid Menz, Christoph Schroeder, İstanbul:Bilgi Üniversitesi Yayınları. 119-146. 
Demir, Nurettin (2010). “1923-1938 Arasında Türk Dili”, Cumhuriyet Dönemi Türk Kültürü, Atatürk Dönemi 1920-1938, Ed. Osman Horata vd., Cilt 2., Ankara: AKM: 871-896. 
Dirim, İnci , Pete Auer (2004), Türkisch sprechen nicht nur die Türken. Über die Unschärfebeziehung zwischen Sprache und Ethnie in Deutschland, Berlin – New York: Walter de Gruyter. 
Doerfer, Gerhard (1969), “İran’daki Türk Dilleri”, TDAY-Belleten 1969: 1-11. 
Doerfer, Gerhard (1977), “Das Khorasantürkische”. TDAY-Belleten 1977: 127205. 
Doerfer, Gerhard (1998), “Turkic Languages of Iran”, The Turkic Languages,eds. Lars Johanson/Éva Ágnes Csató, London: Routledge, 273-282. 
Dolatkhah, Sohrab (2010), “The Kashkay People, Past and Present”, bilig 53: 103-114. 
Hazai, Georg (1990), “Die Denkmäler des Osmanisch-Türkeitürkischen in nicht-arabischen-Schrift”, Handbuch der Türkischen Sprachwissenschaft, Georg Hazai (Hrg.). Budapest: Akadémiai Kiadó. 63-73. 
Johanson, Lars (2001), “Türk Dünyasının Sınırları: Türk Topluluklarının Gelişmesinde Bağlayıcı ve Ayırıcı Unsurlar”, Çev. Nurettin Demir, Türkbilig 2001/2, 168-177. 
Johanson, Lars (2006), “Türk Dili”, Türk Edebiyatı Tarihi, I. c., Ed. Talat Halman vd. Ankara: Kültür Bakanlığı. 62-80. 
Johanson, Lars (2007a), Türkçe Dil İlişkilerinde Yapısal Etkenler, Çev. Nurettin Demir. Ankara: Türk Dil Kurumu. 
Johanson, Lars (2007b), “Türk dilleri. Bir aile portresi”, Edebiyat ve Dil Yazıları, Mustafa İsen’e Armağan. Haz. Ayşenur İslam Külahlıoğlu, Süer Eker, Ankara: Grafiker. 319-326. 
Johanson, Lars (2009), Türk Dili Haritası Üzerinde Keşifler, 3. Baskı, Çev. Nurettin Demir, Emine Yılmaz, Ankara: Grafiker. 
Johanson, Lars (2010), “The hig and low sprits of Transeurasian language studies”. Transeurasian verbal morphology in a comparative perspective: genealogy, contact, chance, Eds. Lars Johanson, Martine Robbeets. Wiesbaden: Harrassowitz. 
Kleinmichel, Siegrid (2006), “Ali Şir Nevayi ve Osmanlı Şairleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, I. c., Ed. Talat Halman vd. Ankara: Kültür Bakanlığı. 683-691. 
Lewis, Bernard (1984), Modern Türkiye’nin Doğuşu, 2. Baskı, çev. Metin Kıratlı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay. 
Menz, Astrid (1999), Gagausische Syntax, Eine Studie zum kontaktinduzierten Sprachwandel, Wiesbaden: Harrassowitz. 
Menz, Astrid (2003), “Slav Dillerinin Gagavuzcaya Etkisi”, bilig 24/2003: 23 45. Róna–Tas, András; Árpád Berta (2011). West old Turkic. Turkic Loanwords in Hungarian. Wiesbaden: Harrassowitz. 
Schönig, Claus (1997-1998), “A new attempt to classify the Turkic languages 1-3”, Turkic Languages I-1, 1997: 118-161; I-2, 1997: 262-277; II-1, 1998: 130151. 
Schönig, Claus (1998), “Bemerkungen zum Fu-yü-Kirgisischen”, Bahşı Ögdisi, Klaus Röhrborn Armağanı, Haz. Jens Peter Laut, Mehmet Ölmez,Freiburg-İstanbul: Simurg. 
Şahin, Erdal (2003). “Kazan Tatar Türklerinin Latin Alfabesi Mücadelesi”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi 199: 42-45.) 
Tekin, Talat (1990), “A New Classification of the Chuvash-Turkic Languages”, Erdem 5, Ocak 1989 (13): 129-139. 
Tekin, Talat (2004). Irk Bitig Eski Uygurca Bir Fal Kitabı. Ankara: Öncü Kitap. 
Yılmaz, Emine (2009). “Türkçe ve Yazı”, Türk Dili Yazılı Sözlü Anlatım. Ed. Nurettin Demir, Emine Yılmaz: Ankara: Nobel. 


EN GÜÇLÜ ÇAĞINDA TÜRK DİLİ: GENEL DEĞERLENDİRME VE BEKLENTİLER 
Prof. Dr. Nurettin DEMİR 
Dr. Nermin YAZICI 
Prof. Dr. Nurettin DEMİR* / 
Dr. Nermin YAZICI** 


****




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder