Örgütün “ Mayın Eşeği ” olarak kullandığı Abuzer’in Hikayesi Üzerinden: PKK
PKK’lı Profesyonellerin Amatör Teröristleri İstismarı
Yazar: Abdullah Ağar
15 KASIM 2016 SALI
Hakkari Dağlıca’nın zirve doruklarından biri olan 2522 rakımlı Oramar dağında görev yapan Mehmetçikler, bir kaç gün önce, dağın batısına düşen Irak çataklarından silah sesleri duydular. Hemen sonra da dinleme telsizleri şöyle bir cümle yakaladı: “ Civan’ı ve yanındaki dördünü vurduk, diğerleri de düşman tarafına kaçtı, takipteyiz.”
Örgüt içi bir infaz bu!
Yakın zaman içerisinde, bu tür infazlar çok duyulmaya başlandı. PKK, sert baskıyla karşılaştığında, sıkıştırıldığında, çaresizlik ve başarısızlık üretmeye başladığında bu tür refleksler üretiyor. Ve bu çatışmalar genellikle örgütün kaşarlanmış profesyonenlleriyle, bir şekilde örgüte katılmış ya da katılmak zorunda kalmış olanlar arasında yaşanıyor. PKK’nın gerçek yüzünü görüp sesini yükselten, muhalefet yapmaya kalkan ya da örgüt içinde örgüte silahıyla başkaldıranlar bir şekilde örgütün üst aklı ve profesyonel baronları tarafından katlediliyor.
Bunun için de hep bir gerekçeleri var:
“ Örgüt içi disiplin sağlamak! ”
PKK her nedense, örgüt içinde iç disiplini hep istismar ettiği kişileri katlederek yapıyor. Bütün ihtirasları, hırs, hınç ve kirli hesaplarıyla “Örgütün büyük bir sopa yemesine neden olan” baronlara gelince ‘Öz Eleştiri’ ya da ‘İç Disiplin’ gündeme hiç gelmiyor. Örneğin, örgütün Hakkari-Çukurca-Dağlıca hattında ‘PKK adına’ yakın zamanın en büyük kaybına (400’den fazla) neden olan Karayılan ve ‘sözde’ Hakkari bölge sorumlusu Fehmi Atalay’dan hesap soran çıkmıyor.
Bu iç hesaplaşmalara benzer durumlar, başta meskun mahal çatışmaları olmak üzere geçmişte de yaşanmıştı. PKK’nın kadrolu profesyonelleri, yani ranta ortak olanlar çeşitli nedenlerle örgüte dahil olan zavallı teröristleri hizmet ettikleri iradeler ve şahsi menfaatleri adına ölümüne kullanıyor ve yeri geldiğinde öldürmekten hiç çekinmiyor.
Örgüt içi istismara dair, yaşananlar üzerinden örnekler vermek istiyorum:
1- Hevaller yine bir mayın eşşeğini ortalığa çıkarttılar. YPS’li bir acemi o. Sokak ortasında bir o yana bir bu yana koşturararak koşuşturarak bize ateş ettiriyorlar. Bunu öğrendik artık. Bizden bir aceminin de ateş etmek için ortaya çıkmasını, yerimizi belli etmesini, sonra da onu ve bizi orada gömmeyi planlıyorlar.
Bir adam alacağız derken, acele edip 5-6 şehit vereceğiz.
Biz meskun mahalde aklımızı duygularımızın önüne almayı, acılarla öğrendik. Duygularıyla hareket edip, acele edenler av yapmaya çalışırken av oldular. Meskun Mahalli, yani terörle mücadelenin en zor mücadele biçimi öğreninceye kadar, çok sıkıntı yaşadık. Vurulduk, yaralandık, mayına yada EYP’ye bastık, bubi-tuzaklara düştük, GEYP’leri patlattık, hayatlarımızdan olduk.
Şimdi de PKK’nın meskun mahalde devreye koyduğu mayın eşşeği acemi YPS’liler üzerinden bir başka oyunu yaşıyoruz.
2- Yüksekova’da meşhur kadın terörist Amara, telsizden YPS’lilere gaz veriyor. “ Hepimiz şehit olacağız. Öleceğiz. Bugünün tadını çıkartın. ”
Güzel, janjanlı cümleler. “ Şehit olacaksınız. ” YPS’li erkeklerin teslim olmamasının temel sebeplerinden biri de kadın teröristlerin erkeklere gaz vermesi. Amara tam da bu işi yapan, namı yürümüş kadrolu bir dişi.
Ben de telsizin mandalına basıp; “ Peki, Neyin şehidi olacaksınız? ”
Amara da dedi ki; “Devrim şehidi!”
Ben de dedim ki; “Devrim din gününün sahibi midir?”
O da dedi ki; “ O nedir? ”
Tam bu sırada bir polisimiz çevrime girdi; “Ne şehitliğinden bahsediyorsun? Siz Zerduşt değil misiniz?”
Amara bu söze fena sinirlendi ve dedi ki; “Zerdüştlük bir gün bütün Türkiye’ye yayılacak.”
Bundan sonra ortalık karıştı. Söven söveneydi.
Herkes sövmekten yorulup, çevrime sessizlik hakim olunca Amara, kod Harun’a çağrı yaptı: ‘’Harun dikkat et ölme. Akşam seni bir kez daha göreyim.’’
Amara’yla Harun’un ilişkisi bilinirdi. Tam birileri birilerine yine sövecekken, olmayacak birşey oldu. Başka bir terörist çevrime girdi. “ Lan a.... k.duklarım biz burda geberiyoruz. Siz orda s...k’ten bahsediyorsunuz.’’
Hemen sonra ortalık gene karıştı. Gene söven sövene, laf çakan çakana’ydı. Teröristler, askerlerle polislere... Askerler polisler, teröristlere... Teröristler teröristlere.
Tam komediydi. Gırgırdı. Şamataydı. Matraktı. Güney doğu’daki mücadeleye, meskun mahallere has bir curcunaydı.
Sanırım bugün en iyi anlaşılması gereken konuların başında: PKK’nın sadece bir terörist ya da bir aparat örgüt olması değil, aynı zamanda SİLAHLI BİR MİSYONER ÖRGÜTÜ olmasıdır. PKK’nın etki ve iradesine boyun eymek zorunda kalanların pek çoğu bugün ya ZERDÜŞT olmuşlardır ya da ATEİST.
Aşağıdaki hikaye de ilk mayın eşeklerinden Abuzer’e ait:
Biz Abuzer’le, Cudi’nin ortalarındaki Nuh Peygamber dağında tanışmıştık. Sert çatışmalarla Cudi’yi ele geçirmiş, sonra sıkı tepişmeler eşliğinde Cudi’deki temizliği tamamlamıştık. Artık, artıklarla uğraşıyor, günlük görevlere çıkıyor, dağ bayır dolaşıyorduk. Kirden de leş gibiyiz, terledikçe katmerleşiyoruz. Bitlerimizi de fazlasıyla benimsedik. Görevler ise artık kanıksayacak kadar gına getiriyor. Çok yorgunuz, yaklaşık 45 gündür dağdayız. Kayalar yastık, yıldızlar yorgan yani. Buna dünden razıyız da, geceleri hiç uyumuyoruz ki.
Bir şeyler bulmak bile, artık heyecanlandırmıyor. Sonraki günlerde can-kader birliği ettiğimiz korucularımızı yolcu ediyoruz. Küçük bir uğurlama töreni yapıyoruz. “ Bir haber uçurun yeter ” diyorlar. “ Yeter ki isteyin, koşar geliriz...” Giderken hepsi helallik alıyorlar.
Onlar da gidince, dağda bizden başka kimse kalmıyor. Ve günler, daha da sıradanlaşıyor. Sonra Abuzer’e kavuşuyoruz da dünyamız biraz olsun renkleniyor.
Onu, aşağımızda bir yerlerde, bir üs bölgesinin altındaki çöplüğün içinde bulmuşlar. Askerin attığı konserve tenekelerindeki artıkları, parmağıyla sıyırmaya çalışırken yakalanmış. Ortaya çıkması işte böyle bir rastlantıyla olmuş. Hareket etmese, çöp dökmeye giden askerler belki de onu göremeyeceklermiş. Bir tek derdinin olduğu anlaşılmış... O da karnını doyurmak... Zayıf mı zayıf, zavallı mı zavallı...
Abuzer bir terör delikanlısı, örgütten kaçmış... Şaşa kalıp, açlığının, kaçmışlığının cesaretinde oralara kadar yanaşmış. Sorgusunu yapmışlar, sonra da işimize yarayabileceğini düşünüp, yanımıza, dağa göndermişler. Hoş, onun da sığınacak bir yere ihtiyacı var. Sonuçta yanlışa düşmüş de olsa, bataktan çıkmak isteyene sahip çıkmak görevimiz. Bizi buna iteleyen de; “Eline asker kanının bulaşmamış olması...” Bunu anlamak bizim için çok zor olmadı. Örgütte pisliğe bulaşmadığına dair Dağlı ve Okay Binbaşıların bize özgü sorgusundan geçti once. Sonra hakkında pisliğe bulaşmadığına dair teyit edilmiş bilgiler de geldi. Örgütten kaçması, onun masumluğunun ispatıyla birleşince, içimize katılıverdi. Artık bize de, saf mı saf Abuzer isimli bu çelimsiz delikanlıyı kanıksamak düştü.
Abuzer üstündeki giysilerle çok sırıtıyor. Yazık olmasın! Garibi sırf inadına vurmasınlar. Üzerine bir şeyler uyduruyoruz. Ayaklarındaki mekaplar paramparça... Bir gün utana sıkıla geliyor. Bir çift kara lastik istiyor. Bizim “soğuk kuyu” dediğimiz, köyünde giydiği cinsten... Hani bunlar çok ucuz ya! Belli ki bize yük olmaktan da sıkılıyor. Ondaki bu eziklik beni üzüyor. Sonuçta o, artık aman dilemiştir. Aman dileyene sahip çıkmak da, bizim harcımızdır. Mazlum ve mağdura sahip çıkmanın da, elbet bir karşılığı vardır.
Büyük telsizden, Kara maden’deki bölük baş çavuşunu arıyorum. “ Bana bir potin lazım…”
“ Ne yapacaksın potini komutanım? ” Şaşırmış, merakla soruyor gibi ya, bu tam eli sıkı bölük başçavuşu ağzı…
“ Dağ koşullarında, potinin dayanıklılığını ve askerin ayağına etkileri test edeceğiz ” diyorum.
“ Ha, tamam o zaman komutanım…”
Abuzer’e böyle ayarladığım potin, bir gün sonra ikmalin içinde geliyor. Abuzer çocuk gibi seviniyor. Artık aramızda istediği gibi dolaşıyor. Hatta askerle nöbet tutuyor. Askerin onu tanıması önemli... Özellikle yeni tertipler için... Teröristlerin uzaylı yaratıklar olmadığına dair, aramızda dolaşan bir ispat.
Cudi’de bildiği yer de çok. Onu saf görüp, ırgat gibi kullanmış olmaları işimize çok yarıyor. Yer göstermede çok faydası oluyor. Malzeme taşıdığı her yeri bilebildiğince tek tek gösteriyor. Sayesinde çok kümes patlatıyoruz. Ele geçen mühimmatların çoğu pırıl pırıl...
Bir de kendisinin ve kendisi gibi olanların nasıl kullanıldığını anlatıyor:
“Bizi” diyor, “Üç kişi, dört kişi önden gönderirlerdi. Tepelere dağlara çıkartırlardı. Böylece asker var mı, mayın var mı, diye baktırırlardı.” Sonra, çok bacağın nasıl koptuğunu, çok safın nasıl öldüğünü anlatıyor. Ve bizi, teröre yine sövdürüyor.
O artık mayınlı ve tuzaklı yerlerde, canlı dedektör olarak kullanılmaktan, dağda da olsa insan gibi yaşamaya terfi etmiş, bir mazlumdur.
Mahkemeye gönderiyoruz. Günler sonar geri dönüp geliyor. “Beraat ettim” diyor. Bir süre daha aramızda yaşıyor. Sanki bizden kopmuyor, kopamıyor. “Evime gidemem” diyor. “Tekrar örgüte katarlar.” Onu kurtarmak için çok uğraşıyoruz. Hani yatılı bölge okulu filan... Ama çabalarımız aradığımız sonucu vermiyor. Artık yapacak başka bir şey bulamayınca, aramızda topladığımız parayı cebine koyup gönderiyoruz.
Aradan zaman geçecek... Dağlı Komutan’a Abuzer’den bir kart gelecek. Hakkâri’den, Şemdinli taraflarında bir yerden postaya verilmiş...
“ Komutanım ” diye başlayan bir bozuk yazı...
“... Yapacak başka bir şey yoktu, tekrar örgüte katıldım. Komutanlarıma, askerlerimize selam söyle... Ellerinizden öperim...”
Yazı böyle bitiyor. Ve bir Abuzer, bir insan, bir can, bir evlat böylece elimizden kayıyor.
Burası Güneydoğu…
Çatlaklarından terörün sızdığı, PKK adındaki ‘Misyoner-Aparat’ Terör Örgütünün insanları ölüme gönderdiği… dahası kendi içinde öldürüp durdurduğu…
İNSANLIĞIN MEDENİYETLERİN ÇIKIŞ NOKTASI…
Nuh Peygamber dağının doğusundaki ‘İNSANLIĞIN CEBRAİL KAPISI.’
Not:
- Cebrail Kapı: Cudi’deki Nuh Peygamber dağının hemen doğusundaki dağ geçidinin adıdır. Nuh’un gemisi Cudi dağına oturduktan sonra, dağdan çıkış bulamayan insanlığın Cebrail Meleğinin gösterdiği bu geçitten yeryüzüne dağıldığına inanılır.
- Abuzer’in hikayesi; “ Ölüm dağları Bekler-Cudi Dağı, Abdullah Ağar ” kitabından alınmıştır.