Şam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2017 Pazar

‘Referanduma dur denilmezse artık Türkmen diye bir şey yok’



‘Referanduma dur denilmezse artık Türkmen diye bir şey yok’


Referanduma dur denilmez ise artık Türkmen diye bir şey yok
05 Temmuz 2017 Çarşamba,


Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminin Kerkük’ü oldu bittiyle kendilerine katmak istediğini söyleyen Irak Türkmen Cephesi Başkanı Salihi
“Referanduma dur denilmezse artık Türkmen diye bir şey yok. Irak Türkmenlerinin huzura kavuşması Kerkük caddelerinden başlar”



Geçtiğimiz gün Irak’ın petrol rezervinin yarısına yakınını barındıran Kerkük’ün Erbil girişinden bir foto kamuoyuna yansıdı. 
Basında fazla yer bulmasa da Türkmen şehri Kerkük’e dev bir Peşmerge heykeli dikiliyordu. Mart ayında Kerkük İl Meclisi’nin kararı ile kamu kurumlarına Kürt Bölgesel Yönetimi bayrağının asılması ve bunun Irak parlamentosunun karşı duruşuna rağmen uygulanması 4 Nisan’daki Kerkük’ün referanduma dahil edilme kararının adeta habercisi oldu. Zaten 7 Haziran’da Barzani tarafından 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapılacağı duyuruldu. Türkiye tüm bu kararlara karşı olduğunu açıklasa da sürecin ilerleyişi durdurulamadı. Gelinen aşamada son dönemde Türkiye ile yoğun diplomasi trafiği yaşayan Barzani ve Kürt Bölgesi için artık bağımsızlık hedefinin hiç de uzak görülmediği söylenebilir.

Hiç şüphesiz bu kaotik süreçte Türkiye’yi de yakından ilgilendiren konuların başında Türkmenler geliyor. Bölgedeki Türkmenler bir varlık yokluk mücadelesi verirken Türkiye’nin omuzlarında tarihi bir sorumluluk duruyor. Özellikle Türkiye’de sosyal medyada yankı uyandıran heykel olayından sonra Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salihi ile görüştük. Son olayları, Referandumu, PKK’nın varlığını, Kerkük’teki güncel demografik durumu ve Türkiye’den beklentilerini sorduk. İşte Salihi’nin çok özel açıklamaları:

‘ Bağdat bunu Reddediyor ’

“Kerkük’ün Referanduma katılması konusu hayati bir önem taşıyor. Kürtler bir oldu bittiyle Kerkük’ü kendilerine katmak istiyorlar. Üzülerek ifade edeyim ki bunun önlemini önceden almalıydık. 100 yıllık bir süreçte terk edilen bir Kerkük var. 100 yıldır bağırdık çağırdık ama sesimizi duyuramadık. Bir gün içerisinde hem bizim hem Ankara tarafından bu gidişi durdurmak nasıl mümkün olacak bilinmez! Ancak Kerkük’ün yasal olarak referanduma katılması mümkün değil. Bir defa anayasaya aykırı... Kürt parlamentosundan bir yasa çıkmamıştır. Mutlaka parlamento kararı gerekir bu konuda. Demek ki bu karar iki partinin kararıdır. Bununla ayrı bir Kürt devleti için Bağdat’a baskı aracı olarak kullanılıyor.

Demografiyi değiştirdiler

Bağdat hükümetinden bugün aldığımız bilgiler bu yönde bize müspettir. 
Bağdat bunu reddediyor. Komşu ülkeler reddediyor. Bizim bu hususta şartımız tabi ki sonuna kadar Kerkük’tür. Referanduma dur denilmezse artık Türkmen diye bir şey yok.”

“Irak Türkmenlerinin huzura kavuşması Kerkük caddelerinden başlar. Kerkük’ün nüfusu 2003’ten 1 ay önce 850 bin civarındaydı. Bunun aşağı yukarı 400 bine yakını Türkmenlerden oluşuyordu. Diğer yarısı Kürtler ve Araplardan oluşuyordu.

Bugün ise son nüfus kayıtlarında 1 milyon 600 bin civarında olan nüfusun yarısı Kürtlerden diğer yarısı Türkmen ve Araplardan oluşuyor. Türkmenlerden göç edenler artıyor. Bugünlerde çetelerin ve kaçırılma olaylarının artması sebebiyle önemli bir kısmı Türkiye’ye gitmektedir.”

‘Biz yıkılırsak başarırlar’

“Kerkük’ün demografi değişimi 1927-1930’larda petrol keşfedildikten sonra Kürt akımı başlamıştır. 2003’ten sonra ise en etkili nüfus değişiklikleri yapılmıştır.

Herkese söylüyoruz HEYKELLERLE falan Kerkük değiştirilemez. Ama Irak Türkmenlerinin acilen kalkınması, ayakları üzerinde durması sağlanmazsa yani biz ayakta kalmayı başaramazsak Kerkük bir oldu bittiyle başka bölgelere ilhak edilir. Gerçekten çok daha zor günlerin bizi beklediğini söylüyoruz ve göreceğiz.”

‘YPG’nin, Müslim’in ne işi var?’

“Kerkük’te bir başka tehlike olan PKK varlığı son 2 yıl içinde ciddi miktarda arttırılmıştı. Biz bunu defalarca söyledik. Irak hükümetinin de bu hususta bir suçu vardır. Ayrıca İran ve Talabani’nin partisi KYB de aynı suça sahiptir. Kerkük ve Tuzhurmatu’da PKK karargahlarına müsaade etmeleri büyük bir tablonun gösterimidir. Ne yazık ki bu tabloda Ankara uzak kaldı. Sadece Kerkük üzerinde değil Ankara Amirli Diyala ve Tuzhurmatu gibi bölgelerden de uzak kaldı. Üstelik biz bunları söylediğimiz zaman suçlandık. Bize türlü türlü suçlar isnat edildi Ankara’dan bazı yetkililerden... Ama biz milli varlığımızı ispat etmek için bazı adımları istedik, ne yazık ki olmadı. YPG’nin Kerkük’te ne işi var. Benim dışımda Salih Müslim’in Kerkük ziyaretini kınayan olmadı.”

‘Tahran-Ankara-Bağdat mutabakatı gerek’

PKK’nın Kerkük bölgesinden uzanacak şeritin üzerinden Telafer ve Sincar gibi bölgelere de gitmeleri öyle sıradan bir olay değildir. Çok ciddi bir sorundur. Bunu çözmek için mutlaka Ankara, Tahran ve Bağdat mutabakatı gerekir. İran’ın da bir PKK sorunu vardır. Onlar da bu süreçten mutlaka etkilenecektir. Özellikle Irak’ta KYB’lilerin de buna fırsat vermeyeceğini düşünüyorum.

http://www.gazetevatan.com/kursad-zorlu-1081952-yazar-yazisi--referanduma-dur-denilmezse-artik-turkmen-diye-bir-sey-yok-/

***

28 Mart 2017 Salı

SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 3


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL BÖLÜM 3


Hama Katliamı: 2 Şubat 1982

Hama kenti, din dışı olarak nitelendirdikleri Nusayrilerin yönetimde hızla kadrolaşmasını hedef alan Müslüman Kardeşler örgütünün merkeziydi. Örgütün 1980 yılında Hafız Esad'ı hedef alan suikast girişiminin başarısız olması, şiddetlenmemiş olan Sünni Müslüman-Nusayri çatışmasını çok ileri bir boyuta taşımıştır. Hafız Esad ilk tavrını hapishanelerdeki Sünni Müslümanları öldürmekle göstermiştir. Sonraki süreçte örgüt üyelerine karsı tavrını oldukça sertleştiren Esad, çatışmalara son noktayı, 2 Şubat 1982, Suriye ordusunun bir bütün olarak katıldığı ve çoğunluğu Müslüman yaklaşık 38 bin kişinin[81] (farklı kaynaklarda 10.000[82] hatta 20.000[83] şeklinde de ifade edilmektedir) öldüğü Hama katliamı ile koymuştur. Saldırılar sırasında kentteki camilerin önemli bölümü yerle bir edilmiş, Hama'da üç ay boyunca ezan sesi duyulmamıştır.800.000 kadar Suriyeli ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Katliam sonrasında Müslüman Kardeşler, gücünü büyük ölçüde kaybetmiş; genelindeki örgüt üyeleri ya da sempatizanları ya yurt dışında kaçmış ya da ülkedeki siyasi faaliyetlerine son vermiştir.[84]

Hama katliamı, Nusayri topluluğun kendi içinde dayanışma bağlarını güçlendirmiş ve Hafız Esad'ı, Suriye'de rakipsiz bir konuma getirmiştir.[85]

Şam Baharı'ndan Arap Baharına Beşar Esad Suriyesi

Beşar Esad, Suriye'de babasının kurduğu rejimin temel taşlarını oluşturan ordunun, istihbarat servislerinin, Nusayri ileri gelenlerinin ve Baas Partisi'ndeki kökleşmiş kadroların desteğini sağlayarak iktidara gelmiştir.[86] B. Esad, 10 Temmuz 2000 referandurumunda oyların %97'sini alarak Suriye Devlet Başkanı olmuştur. Böylece, Hafız Esad'ın kendisinden sonra ülkeyi yönetecek oğlu için planladığı "yumuşak geçiş" başarıyla tamamlanmıştır.[87]

B.Esad'ın iktidara gelmesinden sonra reform ve demokrasinin gerekliliğine yaptığı vurgu, reform beklentisindeki aydınları ümitlendirmiştir. Hafız Esad döneminde uygulanan ekonomik liberalleşme sayesinde güçlenen girişimci kesim ile daha çok akademisyen, avukat ve sanatçılardan oluşan aydın kesimin bir araya gelerek "Sivil Toplumun Canlanışı" adı altında örgütlenmeleri, reform konularında birçok taleplerin dile getirilmesine olanak sağlamıştır.[88] Rejim bu talepleri dikkate almış ve hemen sonrasında siyasi ve ekonomik açıdan önemli denebilecek gelişmeler yaşanmaya başlamıştır.

"Şam Baharı" olarak adlandırılan bu dönemde, cezaevindeki siyasi tutuklular serbest bırakılmış ve "Ulusal İlerici Cephe" içerisindeki partilere kendi gazetelerini çıkarma izni verilmiştir.[89] Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele çerçevesinde birkaç üst düzey yönetici görevden alınmıştır. 1996 yılında kullanılmaya başlanan ancak sadece üst düzey yöneticilerin kullanmasına izin verilen internet, Beşar yönetimince serbest bırakılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Basındaki devlet tekeline son vermek amacıyla, özel basın kuruluşlarının kurulmasına izin veren yasa yine bu süreçte onaylanmıştır.[90] Ayrıca, 2000 yılının Temmuz ayından itibaren ciddi ve planlı bir ekonomik reform programı ve ticari liberalizasyon politikası uygulamaya konulmuştur. Ekonomik reformların amacı, özel bankacılık sistemi ve menkul kıymetler borsasının kurulması, yeni kur politikaları ülkeye yabancı sermaye girişini hızlandırmak için ülke ekonomisini daha verimli hale getirmekti.

Ancak,Beşar'ın hem devletin çıkarlarını hem de değişim yönünde artan taleplere bir ölçüde cevap vermek için gerçekleştirdiği reformlar, Suriyeli aydınlar tarafından yetersiz bulunmuştur. Aydınlar, 2001 yılında, hükümete "Ulusal İlerici Cephe" dışında yeni partilerin kurulması ve özgür seçimlerin yapılması yönünde bir manifesto sunmuştur. Bu manifesto, rejimi ciddi anlamda tehdit eden ve yönetimdeki Alevilerin ve Baas Partisi'nin egemenliğine son verebilecek istekler içermekteydi. Bu noktadan itibaren harekete geçen hükümet, iktidardaki Baas Partisi'ne bağlı kitle örgütlerini (Kadın kolları, örgenci kolları ve gençlik kolları) devreye sokmuştur. Rejim içerisinden sert tepkiler alan hareket, kısa bir süre sonra birçok üyelerinin cezaevine gönderilmesi ve toplantılarına izin verilmemesi sonucunda sindirilmiştir. "Şam Baharı" sürecini sona erdiren bu müdahaleler, devlet içerisindeki reform karşıtı siyasi ve askeri seçkinlerin oluşturduğu Şahinlerin gücünü açıkça ortaya koymaktaydı.[91]

2001 sonlarına doğru, oluşan reform dalgası büyük oranda tersine dönmüş ve demokratikleşme yönünde geri adımlar atılmaya başlanmıştır. Besar Esad, ne kesin olarak reform karşıtı bir tutum sergilemektedir, ne de reformların olası bir rejim değişikliğine varacak bir değişime izin vermektedir. [92]

11 Eylül 2001'de gerçekleşen terör saldırılarından sonra, ABD değişen güvenlik algılamasını tanımlarken, "bölgesel kaynaklı küresel teröre ve kitle imha silahlarına sahip serseri devletler" arasında Suriye'yi de saymıştır.[93] ABD, Suriye'yi kimyasal silah üretmekle, terörist grupları barındırmakla ve 2003'te gerçekleştirdiği Irak operasyonunda Irak'taki direnişçilere destek vermekle suçlamıştır.[94] Bundan sonra Suriye üzerindeki dış baskı giderek yoğunlaşmıştır. Zira, aynı yılın Ekim ayında, İsrail, kendi ülkesinde yapılan bir intihar saldırısını gerekçe göstererek, Suriye'ye yönelik askeri bir saldırı gerçekleştirmiştir. Bu saldırıdan beş ay sonra bu kez Suriye'nin Kamışlı kentinde Kürt kökenliler ile Arap kökenliler arasında bir çatışma çıkmıştır. Mayıs 2004'te ise, ABD, Suriye'ye ambargo koyduğunu ilan etmiştir.[95]

ABD aynı zamanda Suriye'ye demokratikleşme, insan hakları, ekonomik liberalleşme ve etnik azınlıkların korunması gibi konuları öne sürerek reform konusunda baskı oluşturmaya başlamıştır. Bu baskılar, Suriye'deki muhalif güçleri harekete geçirmiştir. İçerden ve dışarıdan gelen reformların genişletilmesi artan baskılar karşısında B.Esad yönetimi, bir taraftan reform sürecini devam ettirerek baskıları asgari düzeyde tutmaya çalışmış, diğer taraftan rejimi rahatlatmak üzere dış politikada yeni arayışlara yönelmiştir. [96] Bu çerçevede AB ile yakınlaşma siyasetinin önemi Suriye açısından son zamanlarda artmıştır.

14 Şubat 2005'te, Lübnan muhalefet lideri ve eski başbakanı Refik Hariri'nin bir suikast sonucunda öldürülmesi, tüm şüpheleri Suriye'ye yöneltmiştir. [97] Bu olay sonrasında ABD ve Fransa'nın BM Güvenlik Konseyi nezdinde Suriye'ye Lübnan'daki askeri birliklerinin geri çekilmesi yönünde yapmış oldukları baskı sonucunda, Suriye askeri birliklerini geri çekmiştir.[98] Ayrıca, siyasi reformlar yönünde yapılan değişikliklerin kapsamının, Hariri suikastı sonrasında, ABD ve öteki dış baskılar sonucunda genişletilmesi dikkat çekicidir.

Tunus, Mısır ve Libya'daki diktatörlüklere karşı demokrasi ve özgürlük talep eden halk ayaklanmalarının başlamasıyla ortaya çıkan "Arap Baharı" Mart 2011'de Suriye'yi de etkilemeye başlamıştır. Mart 2011'de Dera'da başlayan gösterilerin Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Banyas, Deyr-i Zor gibi önemli şehirlere sıçramasıyla Beşar Esad daha güçlü bir muhalefet dalgası ile karşı karşıya kalmıştır. Rejimin eski alışkanlıklarından kurtulmadığının bir göstergesi ise ordu birliklerinin göstericilere sert tepki göstermesi ve yüzlerce kişiyi gözünü kırpmadan öldürmesi olmuştur. Şam yönetimiyle ilişkileri uzun bir süredir kötü olan ABD, Esad'ı uyguladığı şiddet sebebiyle kınamış, 18 Ağustos'ta meşruiyetini kaybettiğini belirterek görevden çekilmesi çağrısında bulunmuştur.

Sonuç olarak Beşar Esad, Suriye politik kültürünün en önemli özelliklerinden biri olan ve Hafız Esad döneminde zirveye ulaşan Suriye dış politikasının pragmatik karakterini özellikle kurduğu çeşitli ittifaklar bağlamında aynen sürdürmüştür. Beşar Esad yönetiminin asıl tehdit olarak algıladığı İsrail ve ABD'ye karşı bölgesel olarak İran gibi bir gücü arkasına alması ve elinde Hizbullah, Hamas gibi caydırıcı kozların bulunmasının yanı sıra Rusya ve Çin'in Güvenlik Konseyi'nde, en azından şimdilik, yaptırımları engellemesi Suriye'yi kısmen de olsa rahatlatmıştır. Dolayısıyla Esad rejiminin elinde iktidarını sürdürmek için kullanabileceği birden fazla kart halen bulunmaktadır.

 DİPNOTLAR;

[1] Thomas Collelo, Syria a Country Study, Washington D.C.: United States Government Secretary of the Army Federal Research Division,1988, p.4.

[2] Celalettin Yavuz, Geçmişten Geleceğe Suriye-Türkiye İlişkileri, Ankara: Ankara Ticaret Odası Yay., 2005,s.9.

[3] Bu dönemde Mezopotamya'yaDış Suriye, Şam'ın bulunduğu kısma İç Suriye, Filistin bölgesine Güney Suriye, Halep ve civarınaKuzey Suriye denilmektedir.

[4] Volkan Aydos ve Meltem Duran, Suriye Ülke Etüdü, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yay., 2000,s. 20

[5] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.15-16.

[6] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.20-21.

[7] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.21; V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21.

[8] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.29.

[9] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21.

[10] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.21-22.

[11] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.42.

[12] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22.

[13] Mecid Gafur, Hafız Esad Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara : Gazi Üniversitesi, 2002 ,s.7.

[14] Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün'ü kapsayan alan, bkz. Salih Akdemir, "Suriye'deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü", 
Avrasya Dosyası Dergisi , ASAM Yayınları, 2000, Cilt:6,Sayı:1, s.210-211.

[15] Raymond A. Hinnebusch, "State and Civil Society in Syria", The Middle East Journal ,Washington: Indiana University Press, 1993, Vol.47, No.2, p.244.

[16] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22.

[17] C. Yavuz, Geçmişten Geleceğe…,s.54-56.

[18] Erdem Erciyes, Orta Doğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları, 2004, s.41.

[19] Şinasi Altundal, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, (Mısır Meselesi 1831-1841), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1988, s.57.

[20] Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi (1700-1958), Ankara: Emel Yay., 1977, s.200-201.

[21] Bernard Lewis, Tarihte Araplar, İstanbul: Anka Yayınları, 2003, s.225.

[22] A.Haluk ÜLMAN, 1860s.175.-1861 Suriye Buhranı: Osmanlı Diplomasi sinden Bir Önek Olay, Ankara, 1966,

[23] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.22

[24] Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Ortadoğu Siyasetinde Türkiye, Ankara: Platin Yay., 2004, s.44.

[25] Cemal Paşa, Hatıralar, (Haz. Alpay Kabacalı), İstanbul: Türkiye İş Bankası Yay., 2001, s.308-309.

[26] Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu: Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, (Çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak), İstanbul: Sabah Kitapları, 1995, s.260.

[27] M. Derviş Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yay., 2004, s.93.

[28] V.Aydos ve M.Duran, Suriye Ülke Etüdü,s.23.

[29] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, (Çev. Mehmet Harmancı), İstanbul: Agora Kitaplığı Yay., 2008, s.243–244; M. Akif Okur,
" Fransız Manda Yönetimi Döneminde Suriye", Orta Doğu Siyasetinde Suriye,( Der. Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin),Ankara: Platin Yay., 2004, s.9-10.

[30] Doğan Şentürk, Ortadoğu'da Arap Birliği Rüyası Saddam'ın Baas'ı, İstanbul: Alfa Yay., 2003, s.13.

[31] D.Şentürk, Ortadoğu'da Arap…,s.14-15.

[32] Sayim Türkman, ABD, Ortadoğu ve Türkiye, Ankara: Nobel Yay., 2007, s.97.

[33] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu…,s.250.

[34] Selahattin İbas, "Türkiye Suriye İlişkilerinin Tarihi", Orta Doğu Siyasetinde Suriye,( Der. Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin),Ankara: Platin Yay., 2004, s.46.

[35] Ali Dağıstan, Adnan Sofuoğlu, İşgalden Katılıma Hatay, Ankara: Phoenix Yay., 2008, s.106.

[36] Philip S. Khoury, Syria and the French Mandate, London. I. B. Taurus Co.Ltd. Publishers, 1987,p.583.

[37] M. A.Okur, "Fransız Manda Yönetimi Döneminde Suriye", s.27.

[38] Baas Partisi'nin kuruluşuna ilişkin olarak 1940, 1941 ve 1943 yılları olarak üç farklı tarih göze çarpmaktadır. Bu çalışmada 1943 yılı Parti'nin kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir bkz. Kamel Abu Jaber, Arap Baas Sosyalist Partisi, (Çev. Ahmet Ersoy), Ankara: Altınok Matbaası, 1970, s.28.

[39] Mehmet Atay, "Arap Baas Sosyalist Partisi Üzerine", Avrasya Dosyası, İstanbul: ASAM Yay., 2000,

C.6, Sayı:1, s.131.

[40] Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yay.,2003, s.467.

[41] S.Akdemir, "Suriye'deki Etnik ve Dini Yapının Siyasi Yapının Oluşmasındaki Rolü", s.211-213; "Chronik, Arabische Republik Syrien", 
http://www.mittelmeerbasar.de.

[42] Cumhuriyet, 4 Nisan 1949.

[43] Sabahattin Şen, Ortadoğu'da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi, İstanbul, Bir Yay., 2004, s.184.

[44] Kamel S. A.Jaber, Arap Baas… s.38.

[45] Mücahit Topalak,"Bir Diktatörün Gidişi", Zafer Gazetesi, 27 Şubat 1954, Ankara, s.3.

[46] Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yay., 2004,s.97.

[47] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.192.

[48] D.Şentürk, Ortadoğu'da Arap…,s.152.

[49] "Syria", http://www.countrystudies.us.

[50] İsmet Giritli,Bugünkü Ortadoğu'nun Önemli Sorunları, İstanbul,1978,s.92; Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği, (Çev. Lütfi Yalçın) İstanbul:Literatür Yay., 2004,s.204.

[51] Nikolaos Van Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi, İstanbul: İletişim Yay., 2000,s.s.60-62.

[52] Derek Hopwood, Syria, 1945–1986: Politics and Society, Boston,1988,p.90.

[53] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.234.

[54] İ.Giritli, Bugünkü Ortadoğu'nun…, s.93.

[55] "Syria", http://www.countrystudies.us.

[56] https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/sy.html

[57] http://www.state.gov/r/pa/ei/bgn/3580.htm

[58] Robert Scott Mason, "The Society and Its Environment", (Ed. Thomas Collelo), Syria: A Country

Study, Federal Research Division Library of Congress, 1987, p.87–96.

[59] Nusayrilik hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed Ebu Zehra, İslam'da Siyasi İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, (Çev.Hasan Karakaya, Kerim Aytekin), İstanbul:  Hisar Yay., ss.68–70,

[60] Louis Massignon , "Nusayrîler", İslam Ansiklopedisi, C. 9, MEB Yayını, 1964, s.365.

[61] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.79.

[62] Muhammed Emin Galib et-Tavil , Arap Alevilerinin Tarihi, Nusayrîler, (Çev. İsmail Özdemir),İstanbul, Çivi Yazıları,2000,s.81.

[63] Yvette Talhamy, "The Nusayrî Leader Isma'il Khayr Bey and the Ottomans (1854–58)", Middle Eastern Studies,Vol. 44,November 2008, p.895.

[64] Erdal Aksoy, " Nusayrîlerin Sosyal Yapıları Ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye'de Yaşayan Bu Topluluğa Devletin Yaklaşımları ",Türk Kültürü ve 
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 54, 2010,s.203.

[65] Detaylı bilgi için bkz.Engin Sertel, Dini ve Etnik Kimlikleriyle Nusayrîler, Ankara: Ütopya Yayınevi,2005.

[66] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.203.

[67] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.206.

[68] E. Aksoy, "Nusayrîlerin Sosyal Yapıları…",s.210.

[69] Raymond A.Hinnebusch, Syria: Revolution From Above, Londra, 2001, p. 65.

[70] Alan George, Syria: Neither Bread nor Freedom, Londra, Zed Books, 2003, p. 87.

[71] Hans Günter Lobmeyer, "Suriye: Leviathan'ın Diyarı", (Der. Ferhad İbrahim, Heidi Wedel) Orta Doğu'da Sivil Toplum Sorunları, (Çev.Erol Özbek), 
İstanbul:İletişim Yay., 1997, s.93–94.

[72] R.A. Hinnebusch, "Suriye'de Devlet ve Sivil Toplum", (Çev: Hakan Özdağ), Avrasya Dosyası (Suriye Özel), C. 2, Sayı: 3, 1995, s.1.

[73]Patrick Seale, "Asad: Between Intitutions and Autocracy", (Ed. Richard T. Antoun, Donald Quatarert), Syria Society, Culture and Policy, New York: 
State University of New York Press, 1991,p.98.

[74] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.44.

[75] Volker Perthes," The Syrian Economy In The 1980s", Middle East Journal, Vol.46, No:1,1992,p. 154–155; Moshe Ma'oz, Asad: Sphinx of Damascus, 
New York: Weidenfield&Nicolson,1988,p.91–92.

[76] R.D. Mc Laurin, Mohammed Mughisuddin, Abraham R. Wagner, Foreign Policy Making in the Middle East, New York: Praeger Publishers, 1977, p. 236.

[77] M.Ma'oz, Asad…,p.114-115.

[78] Volker Perthes," The Syrian Economy In The 1980s", Middle East Journal, Vol.46, No:1,1992,p.182; M.Ma'oz, Asad…,p.91–92.

[79] N.V.Dam, Suriye'de İktidar Mücadelesi…,s.119; R.Hinnebusch, Syria…,p. 69.

[80] Meliha Benli Altunışık, "Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Suriye'nin Dış Politikası: Değişime Uyum Çabası",(Ed. Mustafa Türkes ve İlhan Uzgel),
Türkiye'nin Komşuları, Ankara: İmge Kitabevi, 2002, s.259.

[81] Thomas Friedman, "Hama Rules", New York Times, September 21, 2001.

[82]Robert Fisk, "Hama", Times, 19 February 1982.

[83] John Kifner, "Syrian Troops are Said to Battle Rebels Encircled in Central City, New York Times, February 12, 1982.

[84] "Hama'da Ordu Ayaklanmayı Bastırdı", Milliyet, 12 Şubat 1982,s.5;Oytun Orhan, "Suriye'de Demokrasi mi İç Savaş mı?: Toplumsal - Siyasal Yapı, 
Değişim Senaryoları ve Türkiye", ORSAM: Orta Doğu Analiz, Mayıs 2011, C. 3, Sayı: 29,s.17.

[85] S. Şen, Ortadoğu'da İdeolojik…, s.279.

[86] Eyal Zisser, "Does Bashar al-Assad Rule Syria?", The Middle East Quarterly, Vol.10, No: 1, Winter-2003.

[87] "Syrian Parliament Backs Bashar", BBC News, July 11, 2000.

[88] Oytun Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", Stratejik Analiz Dergisi, Ankara: ASAM Yay., Eylül- 2005, C.6, Sayı:65, s.24.

[89] O.Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", s.24.

[90] Yasin Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik Dışa Açılım Politikaları - Avrupa Birliği ve Türkiye", Stratejik Öngörü, İstanbul: Tasam Yay., Sonbahar- 2004, Sayı:3, s.229-230.

[91] O.Orhan, "Suriye, Dönüşüm ve Türkiye", s.24.

[92] Andre Bank, Carmen Becker,"Syrien unter Bashar al-Asad: Strukturen und Herausforderungen",  http://www.imi-online.de/2005.php3?id=1098 .

[93] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.231.

[94] N.Farid Ghadry, "Syrian Reform:What Lies Beneath", http://www.meforum.org/article/683.

[95] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.231.

[96]O.Orhan, "Irak Savası'ndan Sonra Suriye'de Ekonomi ve Siyaset", http://levantwatch.blogspot.com/2003_07_01_levantwatch_archive.html.

[97] Y. Atlıoğlu, " Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.237; Carsten Wieland, "Sind Assads Tage Gezaehlt?, Syrien Unter Reformdruck", 
        http://www.das-parlament.de/2005/32-33/thema/007.html.

[98] Y. Atlıoğlu, "Suriye'nin Siyasi ve Ekonomik…", s.237.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye/2012/05/29/6619/suriye-siyasi-tarihi



***








SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 2


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL BÖLÜM 2



Birleşik Arap Cumhuriyeti ( 1958–1961 )

1 Şubat 1958'de Mısır ve Suriye'nin birleşmesiyle Birleşik Arap Cumhuriyeti(BAC) kurulmuştur. Suriye'deki hemen hemen bütün siyasi yapılar birleşme fikrine destek verdiyse de başı çeken Baas Partisi olmuştur. Kısa bir süre sonra birlik içerisinde huzursuzluklar baş göstermiştir. Huzursuzluğun kaynağı, bu birliktelik veya ortaklıkta ağırlığı oluşturan Mısır'ın uyguladığı bazı politikalardı. Mısır, Suriye'nin içişlerine müdahalede bulunmuş, Suriyeli politikacıları yönetimden uzaklaştırmış ve çıkarılan sosyalist kanunlarla orta sınıfın çıkarlarını tehdit etmiştir. Bütün bunlar, birliğe karşı milliyetçi bir muhalefetin güç kazanmasına neden olmuştur.[50]

Eylül 1961'de Albay Kerim el-Nahlavi liderliğindeki Şamlı Sünni subayların gerçekleştirdikleri darbe ile Birleşik Arap Cumhuriyeti sona ermiştir. Darbeyi gerçekleştiren subaylar, darbeyi planlarken, kendileriyle aynı mezhep ve bölgeden gelen subayları stratejik noktalara atamaları dikkat çekicidir.[51]

Baas Partisi'nde iktidar Mücadelesi ( 1961–1970

Bu darbenin hemen sonrasında Suriye siyasetine egemen olan ve 1963 yılına dek yönetimde bulunan Ayrılıkçı rejim, BAC döneminde uygulamaya konulan politikalardan ve Baas Partisi'nin 1940'larda ve 1950'lerde ortaya koyduğu ideolojiden tam anlamıyla bir kopuşu simgelemekteydi. 1962 yılında "Ayrılıkçı Rejim"e karşı gerçekleştirilen başarısız bir darbe girişiminin ardından, 1963'teki askeri darbeyle Baas Partisi iktidara geldiyse de ,yeni yönetim de başarısız darbe girişimleriyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamadı. 1966 yılında Baas Partisi'nin bölgecilerin ağırlıkta olduğu radikal kanadı, birçok tasfiyeyle ve mezhep-bölge-aşiret bağlarını kullanarak yeni bir darbe gerçekleştirdi. Böylece, 1960'ların başından beri Baas Partisi'nin sosyalizme öncelik verecek şekildeki ideolojik dönüşümüne son noktayı koydu; Baas Partisi iktidarının radikal evresini (Neo-Baas dönemini )başlattı. Dolayısıyla Parti'de 1963-1970 döneminde, eski kuşak milliyetçi Baasçılardan, radikal sosyalist Baasçılara doğru bir kayma yaşandı.[52]

Hafız Esad, Salah Cedid ve Muhammed Ümran gibi Nusayri kökenli subayların başını çektiği "Neo-Baasçı" grup, kendisini, orduyla sembiyotik(ortak yaşamsal)ilişkiler kurduğu oranda askerler arası rekabetten, parti içi iktidar mücadelesinden ve karşı darbeden koruyamadı. Kırsal kökenli azınlıkların Parti'de belirleyici konumuna gelmeye başlamalarıyla da iktidar mücadelesine, önce Aleviler tarafından Sünnilere karşı mezhep bağlarının, ardından da azınlık mensuplarının birbirleriyle mücadelesinde bölge ve aşiret bağlarının nüfuz ettiği görüldü.[53] Mezhep, bölge ve aşiret bağlarının iktidar mücadelesinde kullanılması, Sünni Müslüman elitin Suriye'deki hâkimiyetini kırmaya odaklanmış Baas ideolojisiyle örtüşmekteydi. Kırsal kökenli azınlıklar kendi mezheplerinden, bölgelerinden ya da aşiretlerinden gelenler aracılığıyla yapılanmayı, Sünni Müslüman karşıtlığıyla mücadelede gerekli bir örgütlenme modeli olarak görüyorlardı.

Neo-Baasçı Dönem ( 1966–1970 )

23 Şubat 1966'da, Selah Cedid ve Hafız Esad'ın liderliğini yaptığı neo-Baas grubu askeri bir darbeyle iktidarı ele geçirdiler ve Nusayri subaylar, ilk kez ordu ve hükümet içerisinde bu kadar etkili pozisyona gelmiş oldular.[54]

Darbeci subaylar, sivil hükümetin başına Sünni cemaate mensup ve feodal bir aileden gelen Nur al-Din Attasi'yi getirmişlerdir. Bu dönemde Baas Partisi'nin ve gizli servisin kamu hayatı üzerindeki etkisinin yavaş yavaş arttığı gözlenmektedir.

Öte yandan, 1966 darbesinden bir yıl sonra, İsrail ile yapılan ve yenilgi ile sonuçlanan altı gün savaşları, Suriye'de iktidar alanında değişiklikler yaşanmasına neden olmuştur. Yenilgi ile beraber, Mısır ve Suriye'deki radikal sosyalist rejim gözden düşmüştür. Salah Cedid ve onun sivil hükümetteki temsilcisi olan Attasi yaşanan yenilgi sonrasında itibar kaybederken, hükümette Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürüten Hafız Esad
güçlenerek öne çıkmıştır.[55]

Dini ve Etnik Yapı

Suriye Devleti'nin nüfusu 22,5 milyon civarındadır. Suriye kültürel olarak önemli ölçüde homojen olmakla birlikte etnik ve dini kimlik açısından büyük çeşitlilik sergileyen bir ülkedir. Majör etnik grup %90.3 ile Araplardır, popülasyonun %9.7'sini ise Kürt, Ermeni ve diğer gruplar oluşturmaktadır.[56]Genel olarak Şii mezhebinin Zeydilik, İmamiyeve İsmaililik olmak üzere üç ana kolu vardır.[58]Nüfusun çoğunluğu oluşturan Sünni-Araplardan ziyade azınlık nüfusun yaklaşık % 12'sini oluşturan Nusayrileri iktidarda etkili oldukları için çoğunluk olarak tanımlamak gibi bir çelişki karşımıza çıkmaktadır. Sünni çoğunluk ile heterodoks topluluklar (Nusayriler, İsmaililer, Dürzîler) arasındaki ilişkiler geleneksel olarak dini-mezhepsel karşıtlıklar üzerine inşa edilmiştir. Sünniler bu toplulukları genellikle sapkın, din dışı olarak görmüşler, sosyal temastan sakınmışlardır. Sünni din âlimlerinin Şiilerin taşkınları dedikleri fırkalardan biri olan Nusayrilik kendini Alevi olarak yani Şia'nın bir kolu olarak sunmaktadır.[59] Dini bakımdan %86 ağırlığı olan Müslümanlar, %74 Sünni ve %12 Şii olarak ayrılmaktadırlar. Hıristiyanların oranı %10, Dürzilerin oranı %3'tür. [57]

Nusayrîlik Nedir?

Türkçede genellikle Nusayrî ya da daha az kullanımıyla Ansayri adlarıyla ve Arapça kaynaklarda "An Nusairieyeh" olarak bilinen Arap Alevileri, Batı literatüründe değişik terimlerle ifade edilmektedir. Değişik kaynaklarda Nusayrîler, Assassins, Assassini, Nazaraei, Nazarenes, Nassariens gibi terimlerle de ifade edilmektedirler.

Topluluğun adlandırmasında bir diğer önemli nokta, ana dildedir. Bu kesimlerde ise "Arap" adlandırması görülmekte, ancak dil referanslı adlandırmaya inanç mutlaka eklenmekte, bunun sonucunda da "Arap Alevisi" şeklinde bir kavram ortaya çıkmaktadır.

Louis Massignon bu kelimenin kökenine ilişkin beş ayrı kaynak belirtmektedir. 

Bunlar Şöyledir;

1) Nasrani (Hristiyan) kelimesinden hareketle Latince 'nazerini' kelimesinin bozulmuş şekli, 2) 'Nâsurâya' Kufe yakınlarında bir köy,

3) 'Nisbe': Nusayr uydurma Şii şehitlerinden biri olup ya 'Ali'nin oğlu ya da onun azatlısı,

4) Nasrani (Hristiyan) kelimesi,

5) Nusayrîliğin de kurucusu sayılan Muhammed bin Nusayr ismi.[60]

Nusayrî kavramının kökeni konusunda ileri sürülen bir yaklaşıma göre,Fransız manda yönetimi sırasında bu kavramın yerini Alevi (Alawi) teriminin aldığı ve Türkiye'de kullanılan Alevi kavramının da Suriye'deki Nusayrîlerin 'Alevi' olarak tanımlanması sonrasında ortaya çıktığı belirtilmektedir.Diğer bir yaklaşıma göre, 1980'lerde Suriye'deki Sünni çevrelerce başlatılan ve bu topluluğun İslam içi mi yoksa dışı mı olduğu tartışmalarında topluluğun Müslüman olmadığını ima etmek isteyenler 'Nusayrî' kavramını kullanırken, topluluğun On İki İmam Şiiliğine bağlı Müslümanlar olduğu fikrini benimseyenler 'Alevi' kavramını kullanmayı tercih etmektedirler.[61]Üçüncü bir yaklaşıma göre, Nusayrî, Nusayra Dağları'nın isminden gelmektedir.[62]

Nusayrilik, genel olarak Şiiliğin bir kolu olarak kabul edilmektedir. Şiilik, kendi içinde ana iki akıma ayrılmış durumdadır; bu akımlardan birincisi, Batınilik ve İsmaililik olarak da adlandırılan Yedi İmam Şiiliği; ikincisi ise Caferilik ya da İmamilik olarak da adlandırılan ve bugün İran'da egemen olan On İki İmam Şiiliği'dir. Nusayrilik,Yedi İmam Şiiliğine daha yakın olmasına karşın, imamlık silsilesini on iki imamla sınırlandırdığı için On İki İmam Şiiliği içinde ya da bu iki ana Şii akımın özgün bir birleşimi olarak değerlendirilmektedir.

İster Alevilik inanç yapısı içerisinde değerlendirilsin, ister Şiiliğin bir kolu olarak ele alınsın Nusayrîliğin kendine özgü bir sosyal yapısı olduğu görülmektedir. Toplumsal yapıda birbirinden farklı aşiret konfederasyonları ve bunları oluşturan kabile/alt aşiretler olduğu gibi farklı sınıflar ve dinî gruplar da bulunmaktadır. Nusayrîler, dört büyük aşiret veya aşiret konfederasyonlarına ayrılmaktadır. Bunlar; Khayyatin, Haddadin, Kalbiya ve Matavira'dır. Nusayrî topluluğu üç sınıftan oluşmaktadır. Bunlar; dinî liderler, toprak sahipleri ve Nusayrî topluluğudur.[63]

Nusayriler, Suriye'de Halep, Şam, Lazkiye, Basit, Tartus, Hama ve Humus gibi kentlerde yaşamaktadırlar. Bugünkü Suriye sınırları içinde yaşayan Nusayrîler, politik ve askerî elitinin çoğunluğu Haddadin aşiretine mensupturlar.[64]Yeni sayımlara göre Nusayriler, 20 milyona yakın Suriye nüfusunun %18- 21'ini oluşturmaktadırlar. Ancak bunun tam olarak bilinmesi pek mümkün olmamaktadır çünkü Suriye'de etnik kimliklerin nüfusunu öğrenmeye çalışmak neredeyse tabu halindedir. Suriye dışında, Irak, İran, Ürdün ve Afganistan'da belirli kesimlerin Nusayri inancını sürdürdüğü bilinmektedir. Filistin'de (Batı Şeria) de azımsanmayacak oranda Nusayri yaşamaktadır. Arabistan'da ise gizlice inançlarını sürdüren Nusayri kabilelerinin olduğu bilinmektedir.[65]
Fransız Manda yönetiminde, kendilerini Hristiyanlığın kaybolmuş bir kolu olarak gösteren Nusayrîler, Pan-Arabizm popüler olduğu zaman bu akımın en büyük savunucusu olmuşlardır. Ardından Hafız Esad döneminde kendilerini Şiîlerin on ikinci kısmı olarak tanıtmışlardır.[66] Diğer bir ifade ile Nusayriler, oportünist bir tavır sergileyerek, popüler gündemi takip etmişlerdir.
Hatay'ın Türkiye'ye ilhakı noktasında, burada yaşayan Nusayrîlerin tercihlerini Türkiye katılma yönünde kullanmalarına etki ederken, diğer taraftan da Suriye'deki Baas rejimi, Arap milliyetçiliği, yoksulluk gibi parametrelerde bu sürece etki etmiştir. Bu dönemde Suriye'de yaşayan Nusayrîler, sosyoekonomik düzeyleri bakımından toplumun en yoksul ve en az eğitimli olan sınıfı arasında yer almakta idiler.[67]

Bugün Türkiye'de yaşamakta olan Nusayrî toplumunun etnik kökenleri referans alınarak Arap millî kimliği ile aynileşme içinde olduklarını söylemek mümkün görünmemektedir. Bu topluluğun üyeleri Arap kültüründen ziyade Türk kültürü içinde yaşamakta, bu kültür içinde sosyalleşmekte, her türlü üretim ve hizmetlerini bu kültür içinde yapmaktadırlar.[68]

 Nusayrilik, Hafız Esad ve Baas Partisi (1970-1991)

Hafız Esad, 13 Kasım 1970'de Salah Cedit yönetimine karsı askeri darbe yaparak iktidarı ele geçirmiştir. H.Esad, rejimin milliyetçi sosyalist çizgisini değiştirmek niyetinde değildi. Sadece "Düzeltme Hareketi" (Hareketü'l Tashih) ile rejimi restore etmek istiyordu.[69] yapılan referandumda oyların %99,2'sini alan H.Esad Suriye'nin ilk Nusayri kökenli Devlet Başkanı oldu. Rejimi güçlendirmek ve potansiyel muhalefeti etkisiz hale getirmek için 7 Mart 1972'de Ulusal İlerici Cephe'yi kurdu.[70] Esad rejimine hukuki zemin kazandıran Suriye'nin kalıcı anayasası, Mart 1973'te yapılan oylamaya katılanların %97,6'lık bölümünün desteğini alarak yürürlüğe girdi. 12 Mart 1971'de

Suriye'de 1970–2000 yılları arasında, çerçevesini ve merkezini Hafız Esad'ın belirlediği rejim, hassas siyasal ve toplumsal dengeler üzerine kurulmuş ve istikrarı yakalamış "Esad usulü bir totalitarizm" olarak adlandırılabilir. Devlet Başkanlığı, parti genel sekreterliği ve silahlı kuvvetler başkomutanlığı makamları, Esad'ın kişiliğinde, tüm devlet ve toplum kurumlarını boydan boya kaplayan gayet karmaşık çıkar ilişkileri ağının merkezinde yer alıyordu.[71]başkanlık monarşisinde yoğunlaştırmak için bir akraba ve mezhep dayanışması kombinasyonundan, Leninist parti sadakatinden ve bürokratik yönetimden de yararlandı.[72] Esad aynı zamanda iktidarı bir

Esad'ın yakın çevresinde ona sadakatle bağlı siyasi ve askeri bir seçkinler sınıfı yer alıyordu.

Otoriteyi ve iktidar araçlarını tekellerinde bulunduran bu seçkinleri içinde barındıran ve devletin güç merkezi olan kurumsal yapı, Baas Partisi, Suriye Güvenlik Güçleri (Suriye ordusu ve istihbarat kurumları) ve güçlü bir devlet bürokrasisinden oluşuyordu.[73]

Nusayri azınlığın temsilcisi olarak Esad'ın oluşturduğu rejimin toplumun her kesiminden destek alan geniş bir halk tabanına sahip olabilmesi Baas'ın etkin kullanımına bağlıydı. Ülkede Arap etnik kimliğine sahip olmayan unsurları parti içine çekmek ve daha geniş kitlelere hitap edebilen bir ideolojik söylemle mümkün olabilirdi. Bu dönemde Sünni Müslüman çoğunluğun alt sınıftan gelenlerine özel ilgi gösterilmiş, Arap olmayan Kürtler, Çerkezler ve Ermeniler de parti kadrolarına kabul edilmiştir.[74] Kardeşlerin eski üyeleri ve kırsal kesimdeki yerel liderleri bile partiye kabul etmiştir.[75] 1970 yılından sonra kapılarını tamamen halka açan Baas Partisi, Müslüman

Suriye'de, rejimlerin ve iktidarların varlığını sürdürmesinin temel dayanağı Suriye Ordusu idi.[76] ayakta kalması, sağlamlığı ve politikalarının kesintisiz devamının garantiye alınması için şarttı.[77] Suriye'de ordunun tam anlamıyla kontrolü, Esad rejiminin

Esad, Sünni çoğunluktan gelecek tepkileri hafifletmek, Nusayri azınlığa dayalı bir devlet yapılanmasına gitmediğini ve ulusal bir lider olduğunu kanıtlamak için kabinede, orduda ve partideki elit sınıfa Sünni Müslümanlardan birçok ismi dâhil etmiştir.[78] tutuyor gözükse de Nusayri subaylar rejimin en önemli kontrol aygıtları olan istihbarat ve güvenlik örgütlerini yönetmekteydi. Hafız Esad'ın çevresindeki Nusayri subaylar "Baronlar" olarak adlandırılıyordu. [79] Suriye kabinesinde ve ordunun üst düzeyindeki bazı mevkileri Sünniler ellerinde

80'li yılların ortalarından itibaren petrol fiyatlarının düşmesi, yolsuzluk ve rüşvetin artması, ülkenin uluslar arası platformdan izole edilmesi ve döviz sıkıntısı gibi sorunlara;1990'lı yılların başında Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Doğu Blok'u ülkelerinden gelen dış yardımların kesilmesi durumu da eklenince, Esad, ülkeyi bu sıkıntılı ortamdan kurtarmak için pragmatik bir karar almış ve Batı'ya yakınlaşma politikasına yönelmiştir. Bu çerçevede, Irak'a karsı yürütülen I.Körfez Savaşı sırasında ABD'nin yanında yer alan Suriye, Irak'a Barış Gücü nezdinde asker göndermiş ve karşılığında körfezdeki Arap ülkelerinden parasal yardım almıştır.[80]


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

SURİYE SİYASİ TARİHİ GENEL BÖLÜM 1


SURİYE SİYASİ TARİHİ  GENEL, BÖLÜM 1 



Suriye Siyasi Tarihi
Yazar: Nevin Yazıcı





Bölgesel rekabetin geçiş noktası olan ülkede yaşanan gelişmeler, ülkenin önemini hem komşuları hem de bölge için kritik hale getirmektedir. Diğer taraftan Suriye kri­zi nin sekteryen boyutu, olayların başlamasından itibaren meseleye dâhil olan pek çok aktörün kriz karşısında izledikleri siyaseti ve benimsedikleri çözüm yöntemlerini de farklı­laştırmak tadır.

Suriye, tarih boyunca Akdeniz'in tüm doğu kıyılarını içine alan coğrafyayı tanımlamak için kullanılmıştır. İlk defa eski Yunanlıların üç kıtanın birleştiği yeri anlatmak için kullandıkları bu isimle, XX. yüzyılın başına kadar bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail'i içine alan bölge kastedilmektedir. Siyasi olmaktan ziyade, coğrafi bir özellik taşıyan bölge, "Büyük Suriye İdeali"nin doğal sınırlarını ifade ettiği gibi modern Suriye Devleti'nin de coğrafyaya dayalı resmi politikalarının en önemli tarihi argümanı niteliğindedir.[1]

Eski Çağlarda Suriye

Suriye, uygarlığın ve yerleşik hayatın başlangıcından itibaren önemli bir bölge olagelmiştir.Bugünkü Suriye'nin bilinen en eski sakinleri Natufien kültürünü yaratan avcı ve toplayıcı halklardır. Suriye'deki ilk yerleşim tarihi M.Ö. 5000 yıllarına dayanmaktadır. Şam kenti ise muhtemelen dünyanın en eski ve devamlılık gösteren kentidir.[2]

Bölgeye M.Ö.2240–2000 yılları arasında Akadlar, M.Ö.2000–1800 yıları arasında ise Amuriler hâkim olmuşlardır. M.Ö. 1750–1550 yılları arasında Halep civarında hakim olan Yamhad Krallığı, M.Ö. 1600 yıllarından itibaren Hitit saldırıları neticesinde yıkılmıştır. M.Ö. 1500–1360 yıları arasında yaşayan ve Hurilerin kurduğu Mittanni Devleti de Hitit ve Asur saldırıları sonucu ortadan kaldırılmıştır.

M.Ö. 1286 yılında bölgenin denetimini ele geçirmek isteyen Hititliler ve Mısırlılar arasında gerçekleşen savaş sonrasında, tarihteki ilk yazılı anlaşma olan Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, Kuzey Suriye Hititlere, Güney Suriye ise Mısır topraklarına bırakılmıştır.[3] Hititlilerden sonra bölgeyi ele geçiren Aramiler'in egemenliğine Asurlular tarafından son verilmiştir. M.Ö. 612'de Asurlular, Medler tarafından yıkılınca Suriye'de, Babil egemenliği başlamıştır. M.Ö. 539'da Babil'i ele geçiren Persler, M.Ö. 333'te Büyük İskender'e yenilmiş ve Suriye, Makedonyalıların yönetimi altına girmiştir.[4]

Bölgenin tamamında egemenlik kurmamakla birlikte, antik büyük Suriye'nin çeşitli bölgelerinde birçok küçük krallık kurulmuştur. Bunlar şöyledir; İrsal Krallığı( M.Ö. 1075–587), Yahudi Krallığı( M.Ö. 142-M.S.100), Halep Krallığı (M.Ö.1800–1450), Şam Krallığı (M.Ö. 950–732) ve Fenike Krallığı(M.Ö. 1000–520).[5]

M.Ö. 64 yılında Roma İmparatorluğu denetimine giren Suriye'de, Roma'nın parçalanmasından sonra, M.S. IV. yüzyılda, yaklaşık bir buçuk asır sürecek Bizanshâkimiyeti başlamıştır. Bu süreçte Suriye, Sasani saldırılarına maruz kalmıştır.[6]

Suriye'de İslam Hâkimiyeti

Halid bin Velid komutasındaki orduların 634'te denetimi sağlamasıyla, Suriye'de Müslüman Arap devletlerinin hakimiyeti başlamıştır. Bu süreçle beraber Suriye, Müslüman Arap kimliğine yönelmiştir.[7]660'ta Emevi hakimiyetine giren Suriye toprakları, Emevi Devleti'nin Abbasiler tarafından 750'de yıkılmasıyla sonucu halifelik merkezinin Şam'dan Bağdat'a taşınmasıyla eski önemini kaybetmiştir.

Abbasilerden sonra Suriye toprakları üzerinde Müslüman-Hıristiyan mücadelesi başlamıştır. Abbasilerin zayıflamasıyla merkezi otoriteden kopan Suriye, Mısır'daki Tolunoğulları'na bağlanmıştır. Tolunoğulları, Suriye'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir.[8] 905'te Tolunoğulları'nın yıkılmasından sonra ülkenin kuzeyi Halep'teki Hamdeniler'in, güneyi ise Mısır'a egemen olan İhşidiler'in egemenliği altına girmiştir.[9] Daha sonraki dönemlerde güçlenerek Mısır'ı ele geçiren Fatımi orduları, 969 yılında Filistin'i ve ardından da Şam'ı ele geçirmişlerdir.

11. yüzyılda, Suriye'de başlayan Büyük Selçuklu Devleti'nin hâkimiyeti, Haçlı Seferleri nedeniyle kısa sürmüştür.1128 yılında Selçuklu Emirlerinden Musul Atabeyi İmadeddin Zengi'nin Haçlı kuvvetlerini Halep'ten çıkarması üzerine, oğlu Nureddin Zengi Suriye'yigeri almıştır. 1171 yılında ise, Zengilerin komutanı olarak Mısır'a giren Selaheddin Eyyübi, Fatımi Devleti'ne son vererek, Suriye ve Mısır'ı içene alan güçlü bir devletin temellerini atmıştır.[10]

Eyyübi Devleti'nin yıkılmasından sonra, 1260 tarihinde Sultan Baybars komutasındaki Memluk ordusu, Ayn Calut Savaşı'nda Moğolları yenmiş ve Suriye'de hâkimiyeti sağlamıştır.[11] Bu dönemde Suriye'deki eski Eyyubi toprakları, en büyüğü Şam olmak üzere altı eyalete ayrılmıştır.[12] Yönetimin büyük ölçüde Suriyeli Arap ailelere bırakıldığı bu dönemde; Dürzîlik, Nusayrilik ve İsmailiye gibi mezheplere, Marunî Hıristiyanlara karşı sert politikalar izlenmiştir.[13]


Dört Asır Sürecek Osmanlı Hakimiyeti

Yavuz Sultan Selim, 24 Ağustos 1516'da, Mercidabık Savaşı'nda Memluk ordusu bozguna uğratarak, Suriye'yi Osmanlı topraklarına katmıştır. Yaklaşık dört asır sürecek Osmanlı hâkimiyeti döneminde Suriye, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan adeta altın çağını yaşamıştır.

"Biladu'ş-Şam" [14] olarak adlandırdığı Suriye'yi; Şam, Halep,Trablusşam ve Sayda (sonradan Akka) olmak üzere dört eyalete ayıran Osmanlı Devleti, bölgede merkezi denetimi sağlamakla beraber yerel topluluklara belirli ölçüde özerklik tanıyanaskeri nitelikte feodal bir sistem kurmuştur. Öte yandan, merkezden atanan bazı üst yöneticiler dışında yönetimde Arap din adamları da yer almıştır. [15] Bu dönemde, Şam ve Halep'in Avrupa'yla sıkı ticaret bağları, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşan güçlü bir tüccar sınıfını ortaya çıkarmıştır.[16]

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede meydana gelen isyanlar, Avrupalı devletlerin askeri müdahalesine zemin hazır hazırlamıştır.[17] 1798 yılında Napolyon Bonapart yönetimindeki Fransız Ordusu Mısır'a sefer düzenlemiş ve ardından da Suriye'yi istila etmeye çalışmıştır. Ancak Akka'da Cezzar Ahmet Paşa kuvvetlerini geçememiştir.[18]

Fransa'nın çekilmesinin ardından, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Osmanlı'nın içinde bulunduğu kriz ortamını değerlendirmiş ve Mısır'da kendi hanedanlığını tesis etmiştir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa komutasında bir orduyu Suriye'ye sevk etmiş ve 1832'de bu toprakları da hâkimiyeti altına almıştır.[19]

Mehmet Ali Paşa döneminde, Amerikalı ve Avrupalı devletlerin Misyoner okulları ve bir takım insani örgütler aracılığıyla bölgedeki faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Suriye toplumunda başlar gösteren dinsel ayrımların şiddete kayması sonucu gelişen isyanlar kısa sürede coğrafyanın tamamına yayılmıştır. Suriye topraklarını geri almak isteyen Osmanlı kuvvetlerinin 1839'da Nizip Savaşı'nda yenilgiye uğramasından sonra, duruma müdahale eden Avrupa devletleri, Mehmet Ali Paşa'yı Suriye'den çekilmek zorunda bırakmış, bölge yeniden Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir.[20]

Tanzimat döneminde, sekülerleşme ve merkezileşme doğrultusunda yönetimin modernize edilmesiyle, bölgedeki feodal güç niteliğindeki paşaların ve vergi toplayıcıların güçleri önemli ölçüde zayıflamıştır. Yeni düzende, eyaletler merkezi hükümet tarafından maaşa bağlanan memurların idaresine bırakılmıştır. Büyük toprak sahibi aileler ise, her ne kadar feodal imtiyazlarını kaybetmiş görünseler de, toplum içerisinde, idari ve iktisadi hayatta hâkim sınıf olarak varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.[21] Ancak, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Hristiyanlara eşit haklar verilmesi, Suriye'de Müslümanlar arasında tepkiyle karşılanmıştır. Batılı devletlerinmüdahalesiyle bölgedeki gerilim artarken, daha önceki yıllarda yaşanmış olan Marunî-Dürzî savaşlarına bu defa da din temelli Müslüman-Dürzî ve Müslüman-Hristiyan çatışmaları eklenmiştir.[22]

II. Meşrutiyet'in ilanının ardından İttihat ve Terakki yönetiminin izlediği politikalar, Suriye'de Arap milliyetçiliğine dayalı bir muhalefetin gelişmesine zemin hazırlamıştır.[23]

I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin askeri yönden önemli bir harekât merkezi olan Suriye, Mısır'da bulunan İngiliz askeri güçlerinin başlıca hedefi olmuştur.[24] Bölgeye vali ve aynı zamanda Şam'da konuşlandırılmış olan Osmanlı IV. Ordu Komutanı olarak Cemal Paşa atanmıştır. Cemal Paşa, bazı Arap liderlerinin İngilizler ve Fransızlar İLE işbirliği içerisinde olduğu gerekçesiyle oldukça sert politika izlemiştir.[25] Lawrence, Cemal Paşa'nın politikalarını şöyle değerlendirmektedir; "Suriye'deki tüm sınıfları, koşulları ve inançları birleştirerek ortak bir sefaletin ve korkunun baskısı altına almıştı. Böylelikle de planlı bir isyanı mümkün hale getirmişti." [26]

Ancak Cemal Paşa kaygılarında son derece haklıydı, 27 Haziran 1916'da Şerif Hüseyin, İngiltere ile varmış olduğu mutabakata uygun olarak Türklere karşı ayaklanma başlattığını ilan edecekti.[27]1918'de Hicaz'da konuşlandırılan bir Arap ordusunun desteğiyle taarruz harekâtında bulunan İngiliz birlikleri, bölgeyi işgal etmiştir.

İtilaf Devletleri'nin Suriye'yi işgalini müteakip, bağımsız devlet kurma vaadiyle isyan etmiş olan Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, Şam'a girerek İngiltere'nin desteğiyle bölgede bir Arap hükümeti kurmuştur. Bu hükümet, Arap milliyetçi cenah arasında bağımsızlık yolunda atılmış ilk adım olarak nitelendirilmiştir.

Savaş sırasında İngilizlerden bağımsızlık sözü almış Arap önderlerin Şam'da topladığı Suriye Kongresi, Faysal'ın Filistin'i de içine alan birleşik Suriye'nin kralı ilan etmesine rağmen, İtilaf Devletleri San Remo Konferansı'nda Sykes Picot Anlaşması çerçevesinde Filistin'i İngiliz, Suriye ve Lübnan'ı da ayrı ayrı Fransız manda yönetimine bırakmıştır.[28]

Fransız Manda Yönetimi(1920-1946)

Fransızlar, Suriye'de dini ve etnik azınlıkları desteklemek suretiyle Arap milliyetçiliğini zayıflatarak, konumlarını güçlendirmek için gayret sarf etmişlerdir. Bu çerçevede, kuzeyde bir Alevi devleti, merkezde bir Sünni devleti ve güneyde bir Dürzi devleti kurulması hedeflenmişti. Sadece Lübnan'da Hıristiyan bir devlet kurulmuş, Suriye'nin geri kalanı etnik ve dini farklılıklar çerçevesinde beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır. Bunlar; Cebel-i Dürzi, Halep, Lazkiye, Şam ve İskenderun'dur.[29]

Ekonomik ve siyasi alanlarda destek gören azınlıkların Fransız yönetimine sağlamış olduğu en önemli desteklerden biri bölgenin kontrolü için Fransızların kurduğu "Özel Dogu Akdeniz Birlikleri" adlı yerli bir orduda görev almalarıdır. Bu durum, başta Nusayriler olmak üzere, azınlıkların gelecekte Suriye ordusunda önemli mevkilere getirilmesine ve böylece siyasi krizlerde rol oynamasına zemin hazırlamıştır. Üstelik bu durum Sünnilerin egemenliğini ortadan kaldırarak, askeri darbelerle orduyu siyasi hayatın içine çekmelerine ve belki de, tek bir mezhebe dayalı otoriter bir rejim kurmalarında da etkili olmuştur.[30]

Kontrolü altındaki manda rejimleri içerisinde en çok Suriye'de zorlanan Fransızlar, uygulamış oldukları baskı politikaları başta Dürzîler olmak üzere Nusayrilerin ve Bedevilerin çıkardığı isyanlara dönüşmüştür. 1925'te, Halep ve Şam "Suriye Devleti" adı altında birleştirilmiş, bir yıl sonra da Lübnan, Suriye'den ayrılarak Fransa'ya bağlı müstakil bir cumhuriyet olmuştur.[31] Alevi ve Dürzî yönetimleri ise 1936'ya kadar ayrı kalmışlardır.[32]

1925-1927 arasında Fransa manda yönetimine karşı çıkan isyanlarda 6000'den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Direniş cephesinin kararlı politikası etkisini göstermiş ve 1928'e gelindiğinde Fransız yönetimi ülkedeki milliyetçi örgütlerin çatısı konumunda olan Ulusal Grup Oluşumu'nu tanımak zorunda kalmıştır.[33]

II. Dünya Savaşı arifesinde ekonomik anlamda sıkıntılı bir dönem yaşamakta olan Fransa kendi manda idaresindeki ülkelere karşı politikasında önemli değişikliklere gitmiştir. 1936 sonunda imzalanan anlaşmayla Haşim Attasi önderliğinde kurulan ulusal hükümet Fransa tarafından tanınmıştır. Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan bu anlaşmayla Alevi ve Dürzî bölgeleri Suriye'ye dâhil edilmiş, Lübnan ayrı bir devlet olarak kabul edilmiştir. Bu anlaşma, Fransa'ya Suriye'nin dış politikasında belirleyici olma ve bölgede iki askeri üs bulundurma vb haklar sağlamıştır.[34] Fransa, Türkiye'nin isteği doğrultusunda İskenderun Sancağı'nın ayrı bir yönetime kavuşturulmasını kabul etmiş, daha sonra Hatay Türkiye'ye katılmıştır.[35]

İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında Almanya'ya teslim olan Vichy Hükümeti'nin denetimindeki Suriye, ortak harekât düzenleyen İngiliz ve Özgür Fransa kuvvetleri tarafından ele geçirilmiş ve ülkenin bağımsızlığı ilan edilmiştir. 1943'te yapılan seçimlerde Fransa karşıtı Milli Cephe hükümeti oluşturularak Şükrü el-Kuvvetli Suriye Devlet Başkanıseçilmiştir.[36]

Temmuz 1944'te Sovyetler Birliği, Eylül'de ABD, ertesi yıl da İngiltere, Suriye ile Lübnan'ı şartsız bir şekilde egemen devletler olarak tanımışlar ve Fransa'ya Suriye'yi boşaltması için baskı yapmaya başlamışlardır.[37] BM Güvenlik Konseyi'ndeki uzun görüşmelerin ardından, İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Suriye ve Lübnan'dan aynı anda çekilmesi konusunda anlaşmışlardır. Fransa, 17 Nisan 1946'da tüm birliklerini Suriye topraklarından çekmiş olduğunu uluslararası kamuoyuna ilan etmiştir. Böylece, Suriye'de 25 yıl boyunca devam etmiş olan Fransız manda yönetimi sona ermiştir.

Suriye ve Baas Partisi

Baas Partisi, hemen hemen hepsi Batı eğitimi almış ve liderliğini Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak'ın ve Selahaddin Bitar'ın öncülüğünü yaptıkları Suriyeli bir grup Arap entellektüeli tarafından, 1943 yılında Arap Yeniden Diriliş Partisi adıyla kurulmuştur.[38]

Kaynağını 19.yüzyıldaki romantik-halkçı Alman Nasyonalizm'den alan Baas ideolojisi temelde iki ana teze dayanmaktaydı. Birincisi, tüm Arapların tek bir ulus olduğunu dile getiren Arap Milliyetçiliği, ikincisi ise, Arap Sosyalizmi idi.[39]

Baas, Suriye'nin siyasi hayatına az sayıda kentli büyük ailenin ve bunların çıkarlarını dile getiren partilerin ya da önderlerin oluşturdukları gevşek birliklerin hakim olmasına karşı bir meydan okumayı temsil ediyor;toplumda hakim konumda olmayan sınıflardan ve büyük ölçüde, Aleviler, Dürzîler ve Hıristiyanlar gibi Sünni Müslüman çoğunluğun dışındaki cemaatlerin ilgisini cezbediyordu.[40]

Sınıfsal konumlarıyla etnik kimlikleri örtüşen unsurların, bölge, aşiret ve mezhep bağlarını kullanarak hem Parti içinde hem de orduda yapılanmaları ve bu yolla iktidara gelme süreçleri Suriye siyasetini derinden etkilemiştir.

Askeri Darbeler (1949-1970)

Bağımsızlığını kazandıktan kısa bir süre sonra Suriye, art arda gelen askeri darbeler sonucunda radikal değişikliklere maruz kalmıştır. Söz konusu askeri darbeler zincirinin ilki 30 Mart 1949'da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğinde gerçekleşmiştir. CIA tarafından da desteklenen darbe sonrasında Zaim, kendisini Cumhurbaşkanı ilan etmiş ve parlamentoyu feshetmiştir.[41] Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhakından sonra Antakya'dan ayrılan Hüsnü Zaim, Türk dostu olmasıyla tanınmıştır.[42]

Zaim, 14 Ağustos 1949'da General Sami Hınnavi'nin önderliğinde bir karsı darbe ile yönetimden uzaklaştırılmış ve idam edilmiştir. Sami Hınnavi'nin gerçekleştirmiş olduğu darbe İngilizler tarafından desteklenmiştir. Sami Hınnavi iktidarı ele geçirdikten sonra yasaklanan siyasi partilerin tekrar faaliyete geçmesine ve seçimlerin tekrar yapılmasına izin vermiş olsa da siyasi yasamın arka planında ordu bulunmaktaydı.[43]

19 Aralık 1949'da Albay Edip Çiçekli, Irak ile birleşme fikrinin işlerlik kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği Sami Hinnavi'ye karşı darbe düzenlemiştir.[44] Darbenin lideri olan, Edip Çiçekli 1951'de Suriye Genelkurmay Başkanı olmuş, ardından Yüksek Harp Konseyi tarafından Devlet Başkanlığı'nı ilan etmiştir.[45] Edip Çiçekli, seleflerinin iktidarları dört ve altı ay gibi çok kısa süreler devam etmiş olmasına rağmen Suriye gibi bir ülkede dört yıl gibi uzun sayılabilecek iktidar sürmüştür. 10 Temmuz 1953'te yapılan referandumda Cumhurbaşkanı seçilmiştir.[46]

Albay Faysal El-Atasi öncülüğündeki darbe ile Edip Çiçekli'yi 25 Şubat 1954'te iktidardan uzaklaştıracak siyasi zeminin oluşmasında Baas Partisi önemli rol oynamıştır.[47] Çiçekli'yi iktidardan uzaklaştıran askeri darbe sivil bir yönetimi iş basına getirmiş, yapılan seçimlerden sonra muhafazakâr yapıdaki Millet ve Halk Partileri koalisyon kurarak iktidara gelmiştir.[48]

Muhafazakâr partilerin iktidarda olduğu 1955–1957 yıllarında radikal siyasi akımlar giderek güçlenmiş; özellikle, Arap Birliği, Batı karşıtlığı, Sovyetler Birliğine yakınlaşma, ekonomik ve siyasi alanlarda iyileştirmeler gibi talepler, Baas Partisi, Arap Sosyalist Partisi ve Komünist Partiyi bir araya getiren ve birlikte hareket etmelerini sağlayan temel etkenler olmuştur.[49]

Baasçılar bu dönemde ülkede iktidarı ele geçirmek için yoğun çaba harcamışlardır. Siyaset ve ordu içinde nüfuzlarını arttırmak amacıyla, bir taraftan yeni kurulan hükümetleri protesto ederek iktidardan çekilmelerini sağlamışlar, diğer taraftan Genel Kurmay Başkanı'nın istifa etmesinde önemli rol oynamışlardır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

3 Ocak 2017 Salı

SURİYE ARAP ALEVİ TOPLUMU



SURİYE ARAP ALEVİ TOPLUMU


Suriye Arap Alevi Toplumu Temsilcilerinden Sunda Süleyman ile Söyleşi 

20 Haziran 2011 
2011 SURİYE SÖYLEŞİLERİ 
0RTADOGU  ANALİZİ,
ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 



Suriye’de Baas rejimi Arap Alevilere dayanan bir azınlık iktidarı olarak bilinmektedir. Gerçekten de Devlet Başkanlığı ve birçok kilit pozisyonda 
Arap Alevi kökenliler yer almaktadır. Ancak Suriye nüfusunun yaklaşık %10’unun oluşturduğu düşünülen Arap Alevi toplumunun tamamı Esad rejimini desteklememektedir. 
Antalya’da gerçekleştirilen Suriyeli muhalifler toplantısında Hama’dan gelen Arap Alevi temsilciler de yer aldı. Muhalif Arap Aleviler, topluluklarına esasen en fazla 
zarar verenin Esad rejiminin kendisi olduğunu iddia ediyor. 
Arap Alevileri temsil için kurulan “Suriye İçin Çağdaşlık ve Demokrasi Partisi” üyesi Sunda Süleyman ile Suriyeli Arap Alevilerin genel durumu ve Suriye’deki halk ayaklanmasına bakışları üzerine konuştuk. 

ORSAM: Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? 



Sunda Süleyman: İsmim Sunda Süleyman. Hama’nın bir dış mahallesinden geliyorum. Yaşadığım yerde çoğunlukla Arap Alevi kökenliler bulunmaktadır. 

ORSAM: Herhangi bir aşiret mensubu musunuz? 

Sunda Süleyman: Biz mezhebe bağlıyız. Bizde bağlılık mezhebedir. 

ORSAM: Antalya Konferansında Arap Alevileri temsilen mi yoksa bireysel olarak mı bulunuyorsunuz? 

Sunda Süleyman: “Suriye İçin Çağdaşlık ve Demokrasi” isimli bir partinin üyesiyim. Bu partiye bağlı olarak çalışan bir eylemciyim. 

ORSAM: Toplantıya katılımınız nasıl gerçekleşti ve konferans hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 

Sunda Süleyman: Bu konferansı organize eden bazı muhalif gruplar tarafından davet edildim. Konferansta bütün katılımcılardan sonuç bildirgesinde yer alması için öneriler getirmesini istedik. Bu bildirge de zaten konferansın sonucu ve çıktısı olacak-tır. Herkes bazı öneriler getirdi. Bu öneriler sonuç bildirgesinde yer alacak. 

Benim üyesi olduğum Parti’nin önerilerinden biri Suriye Devrimi’nin tüm Suriye halkını kapsadığı, tüm mezhepleri içine aldığıydı. Hepimizin tek bir ortak hedefi var ki o da rejimin yıkılması. Diğer önerimiz ise rejimin yıkılmasından sonra azınlık gruplarına güvenceler verilmesidir. Özellikle de Suriye Devrimi zaferinin ardından Arap Alevi azınlığa yönelik olarak bir şiddet hareketinin olmaması konusunda güvenceler olmasını önerdik. 

ORSAM: Özellikle Batı’daki genel algı Suriye rejiminin Arap Alevi rejimi olduğu yönündedir. Ancak burada Beşar Esad ve çevresindekilerin Arap Alevi kökenli olmasına rağmen Arap Alevi halkın çoğunluğunun rejimi desteklemediği söylendi. Siz Suriye rejimini bir Arap Alevi rejimi olarak tanımlıyor musunuz? 

Sunda Süleyman: Her şeyden önce Suriye rejimini bir Arap Alevi rejimi olarak tanımlamamız doğru olmayacaktır. 
Çünkü baba Hafız Esad döneminde dahi birçok muhalif figür Arap Alevi mezhebine mensuptu ve diğer bütün muhalifler gibi onlar da hapse atıldı, işkence gördü ve öldürüldü. Bu birinci nokta. 

İkinci nokta birçok Arap Alevi rejimi bir nedenden ötürü desteklememektedir. Rejim her zaman Arap Alevi kartını oynamıştır. Bütün Arap Alevilerin kendisine bağlı olduğunu varsaymıştır. Ancak gerçekte durum böyle değildir. Çünkü Beşar Esad ve babası Hafız Esad Arap Alevilere en fazla zararı veren kişiler olmuştur. Rejimin yolsuzluğa bulaşmış olması Arap Alevilere olan bakışı da olumsuz etkilemiştir. Arap Aleviler tabi ki mezheplerine bağlıdır ancak ülkelerine, vatanlarına olan bağlılıkları çok daha önemlidir. 

ORSAM: Suriye’de rejimin yıkılması durumunda Arap Alevi azınlığa yönelik bir şiddet hareketi, Sünniler ve Arap Aleviler arasında iç savaş yaşanması olasılıkları hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

Sunda Süleyman: Şunu çok iyi bilmek gerekir ki Arap Aleviler Suriye’deki tek azınlık grup değildir. Suriye’de Arap Aleviler, Hıristiyanlar, İsmaililer, Şiiler ve Dürziler de bulunmaktadır. 
Tüm bu topluluklar bir arada Suriye ulusunu oluşturmaktadır. Rejim kurulduğundan beri bu toplulukları bölmeye çalıştı, her grubu diğer gruptan korkmaya doğru yönlendirdi. Rejim sürekli olarak bu korku kartını oynadı. Arap Alevilere dediler ki “ Bize bağlı kalmazsanız Sünniler sizi sürgün edecek.” 
Suriye’deki tüm azınlık grupları bu tuzağa düşürüldü. Bu gruplar rejimin hep kendilerini koruduğuna inandı. Çünkü resmi medyada bu böyle işlendi. Bunu sürekli olarak savundular. “Bu insanlar size saldıracak” diye sürekli olarak söyleniyordu. Hatta bunun da ötesine geçerek Arap Alevilere silah da verdiler. 
Bu kişiler sadece Arap Alevi değil aynı zamanda suçlu, çete mensubu kişilerdi. Bu kişilerin hepsi de Arap Alevi değildi. Bunlara Sünnilere saldırmaları söyleniyordu. 
Sünniler bu tuzağa düştü, Arap Aleviler bu tuzağa düştü. Bizim görevimiz halkımız arasında bilinçlenmeyi sağlamak. Bu yaşananların büyük bir 
tuzak olduğunu göstermek. Bunun en büyük kanıtı hepimizin burada bir arada olması ve her konuda anlaşabilmemiz dir. Hepimiz tek bir amaca yöneldik ve aynı şeyi istiyoruz. Özgür ve demokratik bir Suriye. 

ORSAM: Banyas ve Lazkiye’de yaşayan Arap Alevilerin birbirinden faklı konumlarda olduğunu biliyoruz. Bu farklıklar nedir ve hangi Arap Aleviler rejimi desteklemekte hangileri desteklememektedir? 

Sunda Süleyman: Suriye’de Arap Aleviler birçok şehir ve köylere dağılmış durumdadır. Şam’da gerçekleşen ilk gösteri Arap Alevi bir genç tarafından kaydedilerek internete konmuştu. 
Arap Aleviler arasında da diğer toplumlar farklı düşünen kesimler bulunmakta-dır. Şam’da yaşayan insanlar örneğin bölünmüş durumdadır. Şamlı Sünnilerin bazıları rejimi desteklemekte bazıları ise muhalif kanattadır. Dolayısıyla Arap Alevileri de sınırlamak mümkün değildir. Bu Arap Alevi meselesi esasen icat edilmiştir. 
Bizler Esasen “ Bu Arap Alevi bu Sünni ” bile demeyiz. Bu Suriye’de bir tabu değildir ancak insanları mezheplerine göre ayırmayız. 

Bu ilk konu. 

İkinci olarak, kıyı kesimde yaşayan Arap Aleviler, Hama gibi iç kısımlarda yaşayan Arap Alevilere göre rejim tarafından daha fazla imkana sahip olmuş olabilirler. Dolayısıyla iç kesimlerde yaşayan Arap Aleviler kıyılarda yaşayan Arap Aleviler gibi ayrıcalıklı konumda olmamıştır. Rejimi destekleyenler ve muhalif olan Arap Aleviler de bu farklı kesimde yaşayan Arap Alevilerdir. 

ORSAM: Bu süreçte Türkiye’nin pozisyonu hakkında ne düşünüyorsunuz, Türkiye’den daha fazla ne yapmasını bekliyorsunuz? 

Sunda Süleyman: Türkiye halkı ve hükümeti çok önemli adımlar attı. Suriye’de yaşananları desteklemek için çok güzel adımlar attı. 
Türkiye ve Suriye rejimi arasındaki yakın ilişki, bu süreci biraz daha zorlaştırdı. Buna rağmen Sayın Gül, Erdoğan ve Davutoğlu tarafından 
Suriye’de reform sürecinin hızlanması, kanın durması için atmış oldukları adımlar son derce umut verici. Türk halkından büyük umudumuz ve beklentilerimiz 
bulunmaktadır. Özellikle hükümetten beklentimiz fazla çünkü Türk hükümeti seçilmiş bir hükümettir ve halkını temsil etmektedir. Bu nedenle 
Suriye’de kanın durması için daha fazla rol oynamalarını beklemekteyiz. 

ORSAM: Sayın Sunda çok teşekkür ediyoruz. 


* Bu Söyleşi 1 Haziran 2011 tarihinde ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun 
Orhan tarafından Antalya’da düzenlenen “ Suriye’de Değişim Konferansı ” sırasında gerçekleştirilmiştir.