AKP-Ordu ilişkileri “ Şiir Gibi ” Olabilir mi?
İnan Kahramanoğlu
AKP-Ordu ilişkileri “şiir gibi” olabilir mi?
28 Şubat dersi: Şeriata geçit yok,
27 Temmuz 2015
28 Şubat Şubat 1997’de alınan MGK kararlarının üzerinden yedi yıl geçti. 28 Şubat darbe miydi, postmodern darbe miydi, yoksa balans ayarı mıydı, 28 Şubat sürüyor mu, bitti mi? bitmedi mi? Aradan geçen yedi yılda bu sorular üzerinde yoğunlaşan tartışmalar dinmek bir yana daha da alevlendi. Türk siyaseti yedi yıldır bu sorular üzerinde tartışıyor.
28 Şubat’tan beri Türk siyasetinin temel çelişkisi 27 Mayıs’tan sonra yeniden siyaset-ordu çatışması eksenine kaymış durumda.
Aslında 28 Şubat’ın ortaya çıkış gerekçeleri ve amaçları düşünüldüğünde istenilen hedeflere ulaşma noktasında son derece olumsuz bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Şeriatçı Refah Partisi ancak DYP ile koalisyon ortaklığı kurarak iktidara yerleşebilmişti. Ancak şeriatçıların iktidar sevinci oldukça kısa sürmüş ve 28 Şubat kararlarının altına imza atan dönemin başbakanı Erbakan koltuğunu da terketmek zorunda kalmıştı. Ordu ise 28 Şubat’la birlikte şeriatçıları iktidardan düşürürken bundan sonrası için de şeriatçılara iktidar yolunun kapandığı mesajını veriyordu.
Oysa bugün Türkiye aynı şeriatçı geleneğin temsilcisi olan AKP iktidarına mahkum durumda. Üstelik AKP Refah Partisi’nin çok üzerinde bir güce sahip. Meclis’te Anayasayı değiştirebilecek çoğunlukta ve tek başına iktidar. Dolayısıyla Şeriatçılar açısından 28 Şubat’ı her fırsatta yeniden ısıtıp tartışmaya açmaktansa üstüne örtmek ve unutturmaya çalışmak en mantıklı yol gibi görünüyor. Fakat bugün karşılaştığımız durum bunun tam tersi. Şeriatçılar bir yandan Tayyip’in bizzat ifade ettiği gibi “28 Şubat artık bitmeli” nakaratına sarılırken bir yandan da ağır sözler ve ithamlarla 28 Şubat sürecini ve dönemin öne çıkan isimlerini hedef tahtasına koyuyorlar.
Fakat bir yandan 28 Şubat düşmanlığı yaparlarken bir yandan da AKP ile Ordu arasındaki ilişkilerin ne kadar sorunsuz ve uyumlu ilerlediği propagandasını yayıyorlar. AKP nasıl değiştiyse Ordu da değişti mesajı vermeye çalışıyorlar. Şeriatçı ve Amerikancı propagandanın özeti şu: Ordu artık 28 Şubat’taki Ordu değil, zaten 28 Şubat’taki kadro da tasfiye oldu. Amerikancı ve Şeriatçı basın, AKP’nin iktidara geldiği günden beri AKP ile Ordu arasındaki ilişkilerin düzeldiğine yönelik yayınlar yapıyor. Genelkurmay Başkanı’na atfedilen “hükümetle aramız şiir gibi” sözü hemen her fırsatta ve olur olmaz her yerde bir şekilde tartışmanın içine sokuluyor.
Tayyip’in Tercüman’da yayınlanan röportajı da benzer temalarla aynı mesajı veriyor. Tayyip bir yandan Genelkurmay’la ve Cumhurbaşkanı ile ne kadar uyumlu çalıştıklarını anlatırken bir yandan da “28 Şubat artık bitmeli” mesajını araya sıkıştırıyor. İyi ama madem Ordu ile AKP ilişkileri “şiir gibi” o halde “28 Şubat artık bitmeli” demek de ne oluyor? Bitmeli denildiğine göre 28 Şubat devam ediyor. Devam ediyorsa bu çizilen uyumlu çalışma tablosu açık bir çelişki olmuyor mu?
Bu çelişik ifadeleri bir kafakarışıklığı ya da Ordu hükümet ilişkilerini tam olarak kavrayamamaktan kaynaklanan bir değerlendirme hatası olarak görmek de pek mümkün değil. Sonuçta rejimi yıkmak isteyen, şeriat düzenine geçme planları yapan ve uzun yıllardır bu amaç için çalışan bir siyasal hareketten bahsediyoruz.
O halde, bütün bu gerçeklere baktığımızda şu tespit yapılabilir: Şeriatçılar 28 Şubat’ı tasfiye etme yolunda önemli adımlar atmış olsalar da 28 Şubat’ın yarattığı korkuyu atlatabilmiş değiller. Attıkları her adım onları hedeflerine bir adım yaklaştırırken korkularını da bir derece arttırıyor.
Korku arttıkça savunma refleksi saldırganlık olarak ortaya çıkıyor. İktidardan indirilme korkusu paranoyak bir ruh haline dönüşüyor ki şeriatçı yazarların 28 Şubat’a ilişkin yazdıkları her cümle de bu paranoyak ruh halinin yansımalarını görebiliyoruz.
Ordu ile ilişkilerin gerçekte olmasa bile görünürde uyumlu gösterilmesi bu nedenle önemli. Çünkü şeriatçılar hem kendilerinin hem de Ordu’nun değişmediğini bal gibi biliyorlar.
Yapılması gereken ilk şey şeriatçı iktidarın önünde engel olan Ordu’yu ne yapıp edip etkisizleştirmekti. AB uyum süreci adı altında girişilen demokratikleşme adımlarının ilk hedefi hâlâ Türk Ordusu. AKP’nin Türk Ordusu’nu tasfiye etme amaçlı ve AB-ABD destekli sivilleşme planı yeni bir 28 Şubat’la daha karşılaşma ihtimali düşünülerek son hızla ilerletiliyor. Ama bazıları hâlâ AKP ve Ordu arasındaki uyumlu çalışmadan bahsedebiliyor.
Ne Ordu değişti ne de AKP
Şeriatçılar ne yapmalı sorusunun cevabını aslında AKP’nin kuruluş süreci öncesinde bulmuşlardı. Aynı politikalar ve söylemlerle iktidara gelme imkanları olmadıklarını gördükleri için sinsi bir takiyye planı hazırladılar.
Hatırlayalım Tayyip ve arkadaşları AKP’yi kurarken değişim sloganını öne çıkarttıklarında pek çok kişi bu değişimin bir aldatmacadan ibaret olduğunu söylüyordu. Ancak medyanın yoğun propaganda kampanyaları ve Batı desteği AKP’yi iktidara taşımayı başardı. “Değişim” aldatmacası başarıya ulaştı.
Oysa AKP değişti mi değişmedi mi sorusunun cevabı hiç değişmedi. AKP değişmemiş sadece 28 Şubat’tan çıkarttığı derslerle klasik islamcı sloganlar ve RP’lilerin yaptığı yanlış çıkışlarla bir yere varılamayacağını gördüğü için değişmiş görüntüsü çizerek iktidara gelme planını uygulamaya koymuştu. Şimdi bu planın önemli ölçüde ilerlemiş olduğunu görüyoruz.
Değişimin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını görmemiz açısından Mehmet Metiner’in Neşe Düzel’le yaptığı ve son günlerde büyük tartışma yaratan ropörtaja ve tartışmaya bakalım. Metiner, Kürt-islam çizgisinde ve RP il başkanı ve İstanbul Büyükşehir Beledeye Başkanlığı yaptığı dönemde Tayyip’e en yakın danışmanlardan biriydi. Metiner röportajında “Tasarladığımız şeriat rejimi, dinsel bir diktatörlüktü” ve “Taliban gibi düşünüyorduk” sözleriyle gerçek niyetlerinin ne olduğunu açıklıyor.
Ancak hatırlayalım; “demokrasi bizim içim amaç değil araçtır” diyen Tayyip aynı dönemde kendilerinin aslında şeriat devleti gibi bir hedefleri olmadığını söyleyerek demokrasi nutukları atıyordu. Metiner’in açıklamalarıyla birlikte Tayyip’in pek de doğruları söylemediğini anlıyoruz. Gerçi Metiner hem kendisinin hem de Tayyip ve arkadaşlarının değiştiğini söylüyor ancak geçmişte de benzer takiyyeler yapanlara şimdi niçin güvenelim?
Üstelik Metiner kendi adına değiştiğini söyleyebilir ve gerçekten değişmiş de olabilir. Ancak ne Tayyip’in ne de şariatçı kesimin Metiner’le aynı düşüncede olmadıkları röportaj üzerine başlayan tartışmalarda ortaya çıkıyor. Metiner bu açıklamalarıyla neredeyse şeriatçılar tarafından aforoz edilmiş durumda. Örneğin Tayyip’in sözcüsü konumundaki Yeni Şafak Gazetesi’nin başyazarı Ahmet Taşgetiren, Metiner’i ağır dille suçladıktan sonra “Onuncu Yıl Marşı’nı ne zaman okuyacaksın” diye çıkışıyor. Daha Onuncu Yıl Marşı’na bile tahammül edemeyen bir zihniyetin değiştiğine ve Cumhuriyet’i ortadan kaldırma gibi bir niyetlerinin olmadığına inanmamızı gerektiren tek bir neden var mı?
Uzlaşma yok, çatışma kaçınılmaz
Değişim tartışmaları bir yana AKP’nin bir yıllık iktidarı boyunca ortaya koyduğu politikalar düşünüldüğünde bile aklı başında her insan Ordu ile AKP arasında açık bir çelişkinin var olduğunu ve bunun bir çatışmayla sonlanacağını görebilir. Üstelik bu çatışmanın bir çok örneğini yaşayarak gördük. Örneğin Tayyip’ten önce Başbakanlık koltuğunda bulunan Abdullah Gül şeriatçı örgütlenmeleri koruyan bir genelge yayınladığında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından “Başbakan irticaya cesaret verdi” denilerek uyarılmıştı. Ardından Meclis Başkanı Arınç’ın türbanlı eşini devlet protokolüne sokma çabalarına Ordu’dan gelen sert yanıt AKP-Ordu ilişkilerini iyice gerginleştirmişti.
Yaklaşan yerel seçimler öncesinde Tayyip’in İmam-Hatip okullarının üniversiteye girmesini kolaylaştıracak bir yasa değişikliği vaadi, türbana serbestlik kazandırma çabaları, devlet içinde şeriatçı kadrolaşma ve daha pek çok gelişme düşünüldüğünde şeriatçıların yansıttığı gibi bir uzlaşma değil aksine bir çatışma beklemek gerek.
Şeriat düzenine geçiş yolundaki AKP uygulamalarının yanısıra dış politikada Türkiye’nin devlet politikasını ayaklar altına alan tutumuyla AKP’nin önümüzdeki dönem Ordu ile ilişkilerinde ciddi çatışmalar yaşaması kaçınılmaz.
Türk Ordusu türbana geçit mi verecek, İmam-Hatiplerin üniversiteleri kuşatmasına sessiz mi kalacak, devletteki şeriatçı kadrolaşmaya göz mü yumacak, Kıbrıs’ta AKP’nin ver-kurtul politikasına boyun mu eğecek, K. Irak’ta ABD güdümlü kukla kürt devletine izin mi verecek? Hiç kimse bu sorulara evet cevabı veremez.
Bunlar Ordu’nun varlığını ve Türk devletinin kaderini belirleyen olgular. Dolayısıyla Ordu, ya bu konularda taviz vererek kendi varlığını ve Türkiye’nin bağımsızlığını tehlikeye atacak ya da AKP’nin bu planlarını bozacak. Bu planlar da herhalde “uyum içinde” bozulmayacak.
..