Aristoteles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aristoteles etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2019 Salı

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 6

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 6



 Her Şeyin Teorisi (Fizik Yasaları).. 

 Fizik ve kozmolojideki ilk büyük devrim Kopernik ve Newton ile gelmişti. Kopernik, hatta Kepler ve Galileo için bile Evren sonlu ve küreseldi. Ancak, altı bilinen gezegeni içine alacak kadar büyüktü. Uzak yıldızlar, sınırı oluşturan en dış küreye çakılıydılar. İkinci büyük devrim ise kuantum kuramı ve görelilik ile ortaya çıktı ve Newton fiziğinden belirgin şekilde ayrıdırlar. 1916 ve 1926.da ortaya atılan bu iki kuram henüz tüm yanlarıyla bir tamamlanmışlığa erişmediler yani dünya görüşünde gerekli kıldığı devrim bitmedi. Bu devrim, bunların bize doğanın kapsamlı bir resmini verebilecek tek bir kuramda birleştirilmesi ile sağlanabilir41. 

 Einstein.in görelilik kuramı, uzay ve zamanın ne olduklarını dair anlayışımızda bir devrime yol açtı ama dünyadaki bilinen olguların çoğunu açıklayacak resmi oluşturmayı başaramadı. Özellikle atomlara, onu oluşturan parçacıklara ve bunların ışıkla etkileşimlerine, elektromanyetik alanlara ve atomu bir arada tutan diğer kuvvetlere ilişkin söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Kuantum mekaniğinin artan başarısı, Einstein.i gittikçe daha gereksiz ve marjinal duruma düşürüyordu. Einstein, yaşamının son 20 yılını boş bir girişimle bir kuram, kuantum mekaniğinin üzerine çıkacak birleşik alan kuramını bulmaya harcadı. 

Evrenin yapısı ile fizik kanunları bir araya geldiği zaman, ortaya çıkan “kuantum teorisi” evrenin bir yerlerinde geçmişin sonsuz defa tekrarlandığı bir alan olduğunu öne sürüyor. Evrenin bir yerlerinde, sonsuz sayıda siz olabilirsiniz. Kuantum alan kuramının temel fikri basittir; evren alanlardan oluşmuştur ve ancak bu alanları temsil eden dalga fonksiyonlarını kullanarak parçacıklar hakkında bilgi sahibi olabiliriz. 

İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Stephen Hawking “Her Şeyin Teorisi” adlı kitabında genişleyen evren, kara delikler, evrenin kökeni ve geleceği, zamanın yönü ve boyutları, büyük patlama, termodinamik yasaları gibi konulara yer vererek, evren hakkındaki pek çok soruya açıklama getirmiştir42. 

Atom altı dünyaya açıklık getiren iki teori var, biri sicim teorisi diğeri de atomsal kütle teorisi. Çok küçük ölçeklerde, evrenimizdeki bilinen fizik kuralları geçerli değildir. İşte her şeyin teorisi, bu iki şeyi birleştiren teori olacak; hem gezegenleri ve hem atom altı parçacıkları kapsayan. Genel görelilik, uzaydaki büyük kütleli cisimleri açıklarken kuantum mekaniği ise çok daha küçük cisimleri inceler. Yani birisi makro evreni bir diğeri ise mikro evreni incelemektedir. Tüm evreni tek bir teoride toplamayarak, onu daha rahat anlayabileceğimizi 
umulmaktadır. 

„Her Şeyin Teorisi. olmaya adaya teorilerin başında Sicim Kuramı gelmektedir; bu kuramın pek çok versiyonu vardır. Amerikalı teorik fizikçi ve Einstein.ın varisi olarak adlandırılan Edward Witten, (tüm sicim teorilerinin tek bir teorinin farklı ayakları olduğunu iddia etti ve sonrasında fizikçiler beş adet sicim teorisinin birleştirerek, her teorinin birbirine dönüşebileceğini de gösterdi.(Witten, aslında hepsinin “Her Şeyin Teorisi” diye ima ettiği teorinin uzantıları olduğunu söylüyordu.) Witten.a göre 11 boyutlu (10 uzay boyutu ve 1 zaman boyutu) model de dâhil olmak üzere hepsi aynı şeyin parçalarıydı. Witten bu fikri daha da geliştirerek başka bir teori olduğunu öne sürmüştür ve adına “M” Teorisi demiştir. (M teorisinin varlığını iddia etmelerine karşın henüz bu teori yazılmamıştır.) 

Sicim kuramı, “maddeler atomlardan, atom proton, nötron ve elektrondan oluşur. Proton ve nötronlar ise kuarklardan oluşur. Kuarklar ve elektronlar sicimlerden (ipliklerden) oluşmaktadır” demektedir. Sicim teorisi, maddenin yapıtaşları olan kuarkların yapıtaşlarının ise sicimler olduğunu söyler. Sicim Teorisi.nde yer alan 11 boyutun 4 tanesi bizim bildiğimiz 3 uzay 1 zaman boyutudur. Bu sayı, teorinin üzerinde çalışan bilim insanının kendi yaklaşımına göre artırılıp azaltılabiliyor. 

 Sicim kuramı, parçacık fiziğinde, kuantum mekaniği ile Einstein'in genel görelilik kuramını birleştiren bir teoridir. Genel görelilik kuramı, kütle çekim kuvvetini uzay ve zamana bağlı olarak açıklar. Kurama göre zaman mekân ve madde birbirine tamamen birbirine bağlıdır yani birisi diğerinden bağımsız olamaz. Sicim teorisine göre evren titreşen atom-altı düzeydeki ipliklerden oluşmaktadır. 

 Zamanda geriye gitmek.. 

Newton evreninde zamanda geri gitmek kesinlikle mümkün değildir. Özel göreliliğe göre ise olağan dışı malzeme gerekir; ışık hızından hızlı parçacıklar (takyonlar). Takyonlardan yapılmadığımıza göre, uzay-zamandaki yolumuz ışık hızı tarafından sınırlandırılmıştır. Bu yüzden, halen hangi konumda isek mutlaka zamanda ileriye, ışık konimiz 43 içindeki başka bir olaya doğru hareket ederiz. 

Laplace.in felsefesinin temel ilkelerinden birisi olan „belirlenimcilik. anlayışına göre; şimdi üzerine her şeyi anlarsınız, gelecek de mutlaka belirlenmiş olur. Buna göre, evrenin hâlihazırdaki durumunu geçmişinin sonucu ve geleceğinin nedeni olarak görebiliriz. Özetle, evrenin şimdiki durumu üzerine bilinecek bir şey verilirse, geleceğinin öngörülebileceğini savunuyordu44. Bu farazi zekâya bir ad verildi, Laplace.in Şeytanı. Bu şeytan, hem zamanı tersine çeviren hem de geçmişi şimdiye bakarak geleceği kurgulayan, tersinirliği sağlayan bir 
beceriye sahiptir. Tersinirliğin anahtar kavramı “bilginin korunumu”dur. Yani zaman geçtikçe bilgi korunuyorsa her zaman için saati tersine çalıştırıp, herhangi bir önceki zamana getirebiliriz. 


Şekil 3: Zaman Tersimesi ve Entropi 


Einstein.ın genel görelilik teorisine göre; uzay-zaman düz değildir, içindeki madde ve enerji ile eğrilmiştir. Işığın izlediği yol eğri uzaydaki eğri yoldur, düz değildir. Bunun anlamı zaman-mekân.ın da eğilip bükülebileceğidir. Zaman-mekân.ın eğilip-bükülebilmesi bir “zaman tüneli” yapmak için temel varsayımdır. Zaman-mekânı eğip bükebilmek için ışık hızından daha hızlı ve büyük bir enerji lazımdır. Zaman Makinesi.nin temel kurgusu uzaydaki farklı iki zaman arasında kestirme bir yol bulmaktır45. Zaman-mekân için kestirme yollar bulmak, paralel evrenlere geçme fikri artık varlığı kanıtlanan uzaydaki kara delikler yanında suni olarak üretilecek “kozmik sicim” ve “solucan delikleri“ni gündeme getirmiştir. 

Koni şeklinde olan kara delik içinde yer çekimi çok az olduğu için zaman oldukça hızlı geçer ve bu zaman yolculuğu için ideal ortamdır. Burada yapılmak istenen tıpkı ışık gibi zamanı düz yoldan çıkarıp bir kestirme yola sokmak yani bükmektir. Kara deliklerin tehlikesi çıkış için ışık hızından daha hızlı gidecek bir enerjiye sahip olunmadığı takdirde çıkışın mümkün olmaması, kaybolup parçalanmadır. Sorun ışığı bükmek, ışık hızına ulaşmak ve gittiğin zamandan geri gelmektir. Bunun dışında cevap verilecek pek çok soru var; örneğin, 
zaman yolcusu geçmişi ya da geleceği değiştirirse bu şimdiyi nasıl etkiler? 

Evrendeki maddenin uzay-zamanı nasıl büktüğü ayrı bir tartışma konusudur. Newton.a göre, kütleçekimin ana kaynağı kütledir; daha ağır nesneler daha büyük kütleçekim alanı yaratır. Einstein.in evreninde kütlenin yerini enerji alır ama uzay-zamanın eğikliğine neden olan (vakum enerjisi gibi) başka özellikler de vardır. Evreni bir arada tutmanın sırrını ararken; kütleçekim.den enerji.ye oradan da karanlık madde ye geldik. Kuantum mekaniği, kütleçekim ve entropi arasındaki ilişki üzerine en önemli ipucunu bize Stephen Hawking 
sağladı. 

 Doğrudan zamanın (ya da zaman okunun) yönünü kara delikleri kullanarak veya uzayın eğilip-bükülme özelliğinden istifade ederek değiştirebiliriz. Zamanda ileri ya da geri gitmek için kara deliğin içinden geçmek hayal edildi. Ancak, kara deliğe atılan bir şey, gel-git kuvvetleri tarafından uzatılacağından, öbür taraftan spagetti olarak çıkacak ya da paramparça olup, hiç çıkamayacaktı. Alternatif fikir bir „solucan deliği. yani köprü kurmak oldu. Uzaya bağlanan tüneller ile zamanda kapılar açmak, kestirme yollar yapmak için negatif enerji gerekir ama bunun doğada olup olmadığı henüz bilinmiyor. Zaman makinesi olasılıkları hala film senaryosu kalmaya devam ediyorlar. 

Termodinamiğin İkinci Yasası, Entropi ve Zaman Oku.. 

Şimdi durup-durduk yerde neden termo dinamiğe 46 girdik, konumuz ile ilgili alakası ne diye düşünebilirsiniz. Rudolf Julius Emanuel Clausius tarafından bulunan Termodinamiğin İkinci Yasası, bilim alanında yapılmış en büyük keşiflerden biridir ve sonsuz evren görüşü üzerine gölge düşürmüştür. Eskiden bilim insanları ve tabi ki din adamları evrenin sonsuz olmasının yanında statik de olduğunu düşünüyorlardı. Newton fiziği tümüyle bu varsayım üzerine kuruludur. Termodinamiğin İkinci Yasası ise şu şekilde özetlenebilir; 

“Enerjinin ve kütlenin olduğu her yerde entropi (düzensizlik) mevcuttur ve sürekli olarak evrenin toplam entropisi artar. Hiçbir cihaz veya sistem aldığı ısıyı tamamen işe dönüştürecek şekilde çalışamaz. Ayrıca sadece ısıyı bir sıcaklıktan daha yüksek bir sıcaklığa transfer eden bir süreç mümkün değildir.” 

 Aslında sistemler bozulmamakta, enerji değişimi bazında en kararlı hali almaya çalışmaktadırlar. Hayatın anlamı da tam budur. 

Termodinamiğin İkinci Yasası, bize evrenin bir sonunun olmak zorunda olduğunu anlatır. Bu görüş, din ve felsefe açısından çokça tartışılan ve herkesin fikir belirttiği bir şey olmasını sağlamıştır. Deistler için sorun yoktur, evrenin sonu fikri zaten kutsal kitaplarla ve özellikle de ısıyla, (kıyamet) yani açıklanmıştır. Materyalist felsefeciler açısından da bunun evreni içermesinde bir sorun yoktur. David Hume “Din Üstüne” isimli kitabında şöyle demiştir: “Yok eğer bir yerde duracak ve daha ileri gitmeyeceksek, niçin oraya (Tanrı) kadar gidelim? Niçin maddi dünyada durmayalım?” 

 Termodinamiğin İkinci Yasası üç şeyi ispatlamıştır; 

- İlk olarak eğer nesneler yaşlanıyorlarsa bir noktada ölmeleri de kaçınılmazdır. Bu entropi maksimuma eriştiğinde olur, yani evrenin her köşesinde ısı aynı olduğunda. 
- Diğeri ise zamanın yönüdür. Evren belirlenimci ve tüm tarihi şimdiden mevcut olabilir ama evrim sürekli olarak geçmişten geleceğe doğru gider. 
- Üçüncüsü de eğer her şey yaşlanıyorsa her şeyin genç olduğu bir zamanın da olması gerekir. 
  Üstelik entropinin minimum olduğu bir zamanın bulunması da kaçınılmazdır; doğum anı. Özetle, Clausius evrenin doğduğunu ortaya atmıştır. 

 Şimdi, buradan hareketle „entropi. ve. zaman oku. kavramları üzerinde duralım. 

 Entropi, bir sistemdeki düzensizliktir. Sisteme dışarıdan enerji verilmediği sürece düzenin düzensizliğe, düzensizliğin de kaosa dönüşeceğini anlatır. Devrilen bir kitabı düzeltmek için devirirken harcanan enerjiden fazlasını kullanmak gerekir, potansiyel enerjinin bir kısmı ısıya dönüşmüştür ve geri getirilemez. Aynı zamanda bu, Evren.deki düzensizlik eğilimini de anlatır. Entropi sürekli artar; enerji azalır; düzensizlik artar. Sütü ısıtmak zorundayızdır. Odayı toplamak zorundayızdır. Güneş ölmek zorundadır. Evren ölmek zorundadır. Bunlar, sürekli düzensizliğe olan eğilimin göstergeleridir. 

Entropiyi anlamak, evreni (kozmosu) anlamaktır. Evrendeki her şey giderek artan düzensizliğe doğru evriliyorsa, hassas bir düzene sahip bir düzenle başlamış olması gerekir. 
Bu bizi evrenin başlangıcı üzerine derin bir varsayıma götürür; çok düşük bir entropi ve çok yüksek bir düzen durumu ile başladığına. 

Entropi yasasındaki evrensel “düzensizliğe gidiş” olgusu, Budha düşüncesinde de yer almaktadır. Ayrıca Budha düşüncesince, bu düzensizliğin ardından yeniden düzenlilik geleceği öngörülmemiştir. Budha, “Bileşik olan her şeyin eninde sonunda çözüleceğini, dağılacağını” söyler. Budha.ya göre bu, evrensel bir yasadır ve istisnası yoktur. Bunlar teolojideki entropidir. 

 Büyük Patlama, Termodinamiğin İkinci Yasasına da uymaktadır. Newton.un çekim yasasıyla belirtilen evrenin mevcut yapısını açıklıyordu ve Einstein.ın izafiyet teorisiyle de ters düşmüyordu. Günümüzdeki bilimsel gelişmeler de entropi yasasını destekler. Hubble.ın gözlemleriyle evrenin sürekli genişlediği anlaşılmıştır. Hubble dan sonra defalarca test edilen bu olgu, hem teorik hem gözlemsel olarak doğrulanmıştır. 

Zaman oku, evrenin tartışılmaz biçimde tercih edilmiş bir yönelimi olduğu savına dayanır. Bu savın nedeni, evrenin tersinemez (geri çevrilemez) süreçlerle dolu olduğu, zamanın bir yönünde gerçekleşip, diğer yönünde kesinlikle gerçekleşmeyen şeyler bulunduğu öngörüsüdür. Tersinmez süreçler anlayışının altında yatan kavram ise “entropi” yani bir nesne ya da nesneler kümesini „düzensizliğini. ölçen şeydir. 

Birçok farklı zaman oku vardır. Entropi ve İkinci Yasa tarafından tanımlanmış termodinamik zaman oku yanında, kozmolojik zaman oku (evren genişliyor), psikolojik zaman oku (geçmişi anımsıyoruz ama geleceği değil), ışınım zaman oku (elektromanyetik dalgalar hareketli yüklerden uzağa doğru akar, onlara doğru değil) vb. vardır. Zaman oku, geçmişi anımsayıp geleceği bilmememizin, zaman içinde akar gibi görünmemizin nedenidir. 

Evrilip, Metabolize olup, sonunda da ölmemizin nedenidir. Neden ve sonuca inanmamızın nedenidir, Büyük Patlama yüzündendir. 

 İbn-i Heysem.in dediği gibi; “Evren, değişimlere rağmen bir düzen; ayrıntılara rağmen bir ahenk içindedir.” Evrendeki düzen, tabii ki entropi tarafından sağlanmaktadır. 
Sürekli olarak artan bozunma ve kaosun derecesini gösteren entropi, evrendeki değişimlerin giderek daha fazla düzensizliğe yol açtığını öngören Termodinamiğin İkinci Yasasıyla kontrol edilir. Termodinamik zaman oku, kaostan doğan düzeni yani entropiyi temsil eden zaman okudur. 

Büyük Patlama'dan günümüze kadar evrenin aşırı sıcaklığı ve inanılmaz derecedeki genişleme hızının normal düzeye gelmesi gibi birtakım düzene giren etkenler söz konusu olsa da, sürekli meydana gelen süpernova (yıldız ölümleri) patlamaları sonucu evrende yıldız, gezegen ve güneş oluşumlarındaki artış ve evrenin soğuması halen devam eden bir kargaşanın göstergesidir. Kozmos öngörülebilen eylemleri (yıldız oluşumları, galaksiler, karadelikler vs.) içinde barındırmasından ziyade karışıklığa eğilimlidir; evrende gerçekleşen her şey bir kargaşanın sonucudur. 

Hawking.in konu hakkındaki görüşleri şöyledir; “Gerçekte galaksileri ve yıldızlarıyla bizimki gibi bir evren tümüyle olanaksızdır. Eğer bir kimse ortaya çıkarılabilen sabitleri ve yasaları düşünürse, bizimki gibi bir yaşamı üreten bir evrenin var olmama olasılığının gerçekte çok yüksek olduğunu kabul edecektir47.” 

   En iyimser bakış açısına göre başka bir evrene giderek yok olmaktan kurtulabiliriz. Eğer Hawking.in evrenimizin, başka bir evrendeki kara delikten meydana geldiğine dair ileriye sürmüş olduğu teorisi doğruysa, bahsi geçen ikinci evrene bu uzun süreçte seyahat ederek kolonileştirdiğimiz gezegen veya gezegenlerde hayatımızı devam ettirebiliriz. Ancak bunu yapsak bile böylesi bir evrende de –var olan her şeyde olduğu gibi- entropi yasası muhakkak ki işleyecek ve en sonunda burada da bizi nihai bir son karşılayacaktır. Tabii bu 
görüşün gerçekleşmesi düşük olasılıklıdır ve belirli sıkıntıları (ışık hızını aşmak, kara deliklerin içinde ne olduğu gibi veya kara delikler başka evrenlere açılan bir kozmik kapı bulmak) aşmak gerekir. 

Görünmeyeni Görmek; Tanrı nerede? 

Evren kendi halinde genişliyor ve biz bu evrende çok minik ama düşünen yaratıklarsak, yaşadığımız onca şey; bayramlar, futbol maçları, aşklar, hayvan sevgisi, hasretler, şiirler, özlemler neyin nesi idi? Bunları neden yaşıyoruz ya da anılarda depoluyoruz? Daha açık bir soru; eğer varsa Tanrı nerede ve ne yapmak istiyor? Tanrı, evrenin neresinde? Semavi dinlerin kitaplarında adı geçen Hermes.in öğretisine göre; Tanrı, Akıl.da olduğu gibi insan ruhu da külli ruhun (Tanrı.nın) bir parçasıdır. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir48. Hermes, aynı zamanda gizli bilimler yolu ile doğaya hükmetmeyi, simya, astroloji vb. gizli ilimlerin kullanılmasını temsil ediyordu. 

Genel olarak baktığımızda her şeyin önceden belirlenmiş olduğunu seziyoruz ama olmayabilir de, çünkü gerçekte neyin belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Genellikle Evren.in iyi tanımlanmış yasalara göre evrimleştiği kabul edilmektedir. Bu yasalar bilimin bulacağı yeni yasalar olabileceği gibi Tanrı.nın yasaları da olabilir. Fakat göründüğü kadarı ile Tanrı bu yasaları bozmak üzere Evren.e müdahalede bulunmuyor. Din ve bilim arasındaki tartışmalardan Tanrı ile ilgili üç tür görüşün ağırlık kazandığını görüyoruz; 

(1) Dinlerin Tanrısı; her şeyi yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir. Her şeyi gören ve bilendir, doğaüstü bir olgudur. Evren ve hayat insan merkezlidir, insan bilinci ve eylemleri ile bir imtihandadır, cennet ve cehennem yani insanlar için hesap günü vardır. 

(2) Bilimin (daha çok Fiziğin) Tanrısı; evrim teorisine inanmakla birlikte, evrenin büyük tasarımını yapan, ince ayarın sahibi bir güçtür (bu genellikle dinlerin Tanrısı değildir). Fiziğin tanrısı, aradığımız büyük zekâ, bedensiz bir beyin olabilir. 

(3) Tanrı yoktur diyenler; evrim bilim teorisine inansın ya da inanmasın metafiziğe veya herhangi bir Tanrı olgusuna inanmayan, her şeyin rastlantısal olduğunu ya da bilimsel bir açıklamasının olduğunu düşünenler. 

Tarihsel olarak, Tanrının rolü; din ile bilim arasındaki zıtlığın büyük bir parçasıdır. Dinin bahsettiği Tanrı kişisel ilişki kurulabilecek bir Tanrı.dır. Fiziğin Tanrısı ile dinlerin Tanrısını birbirine karıştırmamalıyız. Tanrı; doğayla, fizik yasalarıyla ya da evreni düşünürken kapıldığımız dehşet duygusuyla özdeşleştirilirse, böyle bir kavramın dünyayı düşünmek için yararlı bir şeyler sağlayacağı deneysel alanın dışındadır. Tanrı için fiziksel evrenin işleyişinde kanıtlar arayan çok farklı gelenekler, ilahiyatçı yaklaşımlar vardır. 

İlahiyatçı yaklaşıma göre; düşüncelerimiz, kozmik bir düşünce dalgası içinden doğar. Sonunda hangi duygularla kalırsanız, ölüm-ötesi yaşama onlarla giderseniz. Hayat „son. dediğimiz ve bittiğini sandığımız yerde yeniden ve yeni bir boyutsal derinlik kazanır. Bu evrenin içine, ya ölerek girersiniz, ya da boşlukta yayınlanan yüksek düşünce dalgalarını yakalarsınız. Bu düşünce dalgalarını yakaladığınızda uzay-zamanın ötesine geçersiniz, görünen ve görünmeyen boyutlarıyla evreni tüm bilgisi ve planı gizlidir. Tanrı, tüm varlıkları 
kendisine kulluk etmesi yaratmıştır. İnsan belli sıfatlarla kuşatılmış, kayıt altına alınmıştır. Bu sıfatların kendiliğinden çalışan bir programı vardır. 

Tanrı, insan merkezli bir dünya yaratmıştır, insanın dünyadaki düşünme yetisi ise yedi gök.ün her katındaki bilinç düzeyi ile alakalandırılmıştır. İnsan olmasaydı, hayat algılanmayacaktı ve algılanmayan hayatı anlamı olmayacaktı. Spermayı insandan çıkardı, spermaya insanı gizledi. İç içe evrenleri ve yaşam boyutlarını tasarladı ve yarattı. Her cennet, bir bilinç katını temsil eder, son cennet bilincin yedinci katıdır ama onun da üzerinde kozmik aklı ve bellek (Kürsi) vardır. Kaderiniz zorunluluktur ama siz bilinç atlayabilirsiniz. Bunun 
yolu daha üst bilinç katlarını fark etmek ve ona doğru yol almaktan geçer. 

 17. yüzyıldan itibaren Hermetizm artık bilim, egemenlik ve teolojinin başarılı birlikteliğini temsil etmemektedir. Gerek İncil ve Luther.in bağnazlara karşı aldığı tavır gerekse modern bilimlerin ortaya çıkışı bu çok eski bilgelik geleneğini geniş ölçüde yıktı. Newton, Tanrı.nın başlangıçta Nuh.a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor.a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil.deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. 17. yüzyıl bilimsel devriminin en önemli yapısal özelliği, görünen ve görülmeyen arasında bağlantı kurmamasıdır. Olaylar ve görüntüleri araştırma 
konusu yapılmış, doğanın dokümanter gözlemlenmesi ve tasnifçi yöntemler yardımıyla sistemleştirilmiştir. 

 Bugün görünmeyen ile ilgili çalışmalar Bâtınilik ve ezoterizm ile suçlanıyor. Ezoterizm evrenseldir, aynı anda hem herkese hem de hiç kimseye aittir. Üyeleri her türlü inanç sisteminden gelebilir. Tüm ezoterik bilginin merkezinde iki düşüncenin bulunduğu söylenir 49. 

Bu düşüncelerin ilki, görünür dünyanın arkasında görünmez bir dünya olduğudur. Bu, geçici olarak gizlenmiş bir dünyadır. İkinci düşünceye göre, içinde durağan bir şekilde mevcut olan insan kapasitemizi geliştirerek bu gizli dünyaya girmemiz mümkündür. Her ezoterik okul, farklı yollarla işte bu gizli dünyaya ulaşmaya çalışır. Bu yolculuk mistik tecrübelerden, sanatsal ifadelerden ve felsefi kavramlardan geçen yollara sahiptir. 

 Einstein.in izafiyet teorisi, insan zekâsının o zamana kadar ki en büyük başarısı idi. Görünmeyeni görmüştü. Hakikat ile aramızda görmemizi engelleyen duvarlar var, tahmin dahi edemeyeceğimiz büyük ve geniş derinlikler, diyarlar var. Tüm fiziksel olayların altıda yatan planı anlamaya çok yaklaştık50. Stephen Hawking.e göre; “Nihayetinde dünyanın sınırlarını aşacağız ve uzayda var olmayı öğreneceğiz, yeni yaşam alanları keşfedeceğiz. Dinin „öteki dünyası. ise bir hüsnükuruntudan ibaret. İnsan ölünce toprağa karışacak ama genlerini bırakacak, işte evrenin tasarımı budur51.” 

Günümüzün devasa bilgi hacmi karşısında ilk yapılması gereken onu tasnif etmekti. Sonra bağlantıları kurmak için “yapay zekâ” ihtiyacı ortaya çıktı. Ancak bugün yapay zekâ çalışmaları insan gibi düşünen makineler üretmek peşindedir. 
Üstelik insan beynine eklemlenecek parçalar ile beynin düşünme ve sezgi kapasitesi geliştirilmeye çalışılmaktadır 52. 
Muhtemelen yeni kuşak bir insan modeline geçiş aşamasındayız. 2040.lardan sonra ortaya çıkacak. 

İnsan 2.0 olarak adlandırılan bu (insan-makine karışımı) yeni insan tipi, Tanrı.nın öngördüğü aklı ve sezgi kapasitesini zorlayabilir. Bu gelişmeler insan hayatında kökten değişimlerin habercisi olabilir. Dijital ortam çevrimiçi bir dünyada tüm insanları birbirine daha yakından irtibatlayabilir. Gezegenler arası insan türleri ortaya çıkacak, daha ileride ölümsüzlüğe gidilecek. Bütün bu gelişmeler, Tanrı.ya atfettiğimiz işlerin gittikçe insanlar tarafından kontrolü anlamına gelmektedir. 

Sonuç.. 

Dünya merkezli evren modelinden, Güneş merkezli olana geçmek çok zaman aldı. Eski Yunanlılar, Güneş.in etrafında dönen bir dünyada yaşasa idik, sürekli bir rüzgâra tabi olacağımızı ve Dünyanın ayağımızın altından kayacağını düşünüyorlardı. Güneş merkezli evren modeline geçiş için Dünya.nın 14. yüzyıla kadar yani Kopernik Devrimi.ni beklemesi gerekti. 19. yüzyılın sonlarında sonsuz ve değişmeyen bir evren anlayışı mevcuttu. Ancak, 1920.li yılların bilim insanları, sürekli genişleyen ve birkaç milyar önce oluşan bir evren modeli geliştirdiler. 

 Hiç kuşkusuz evrendeki olup biten her şeyi bilmiyoruz. Gelişmiş bir teknolojimiz ve ileri seviyede bir düşünce sistemi (bilim dediğimiz) içinde fizik, matematik, kimya ve biyoloji gibi akla dayalı birçok araştırma alanlarımız mevcut. Fakat tüm bunlara rağmen kozmik perspektifte bilemediğimiz ve anlam veremediğimiz pek çok olgu söz konusu. Bilim zor soruların yanıtlanmasına dairdir ama aynı zamanda sorulacak soruların doğru belirlenmesine dairdir. Evreni ve yaşamı anlamak için de öncelikle doğru soruyu bulmalıyız. Geçmişte bazı krallar bilim çalışmalarını teşvik etmek için sorulara en iyi cevabı arayan ödüllü yarışmalar düzenlerdi. 

Can alıcı soru hangisi; Nasıl geri döneriz? Eğer çoklu evrende ise sınırsız entropi içinde zaman okunu nasıl yönetebiliriz? Uzay-zamanı anlamak için, uzaya sık sık saatler fırlatıp, yere düşmelerini bekleyemeyiz. Belki de başka evrenleri gözlemleyebilmek için takyonları kullanacak teleskoplar yapmalıyız. Kuantum kütleçekimini daha iyi anlayacak, sicim kuramı üzerine bir şeyler öğretecek vasıtalar bulmalıyız. Yalnızca ışık fotonlarını, kozmik ışınları, nötrinoları, kütleçekim dalgalarını, hatta karanlık madde parçacıklarını görebilen dev teleskoplardan veri toplayabiliriz. 

Görelilik sağlam zemindedir, kuantum mekaniği ve istatiksel mekaniğin çerçevesi de öyle. Hatta evrenin Büyük Patlamanın bir dakika sonrasından bugüne kadar evrimi konusunda da hayli kendimizden eminiz. Ama kuantum kütleçekim, çoklu evren ve Büyük Patlama.da neler olduğu konusundaki fikirlerimiz hala spekülatiftir. Tüm evren kuramlarımız evreni açıklamakta utanç verici bir biçimde kısa düşmektedir. Özetle, az gittik, uz gittik, bir arpa boyu yol geldik. Elimizde, gözlemlenebilir evrenimizin çok daha büyük bir yapının, çoklu 
evrenin bir parçası olma olasılığından başka bir şey kalmıyor. 

Evreni daha fazla anladıkça kendimizi daha küçük ve onun işleyişi daha önemsiz görüyoruz. Büyük Patlama.dan sonra gelecekteki evrenin sessiz boşluğuna doğru giderek artan bir entropi dalgasına binmiş, kısa süreliğine parlayan minik bir gezegende tesadüfen ortaya çıkmış, bir ölümlü canlı grubunu temsil ediyoruz. Ancak, zamanı ciddiye almamızın ve olabiliyorsa yön vermeyi düşünmemizin vakti gelmiştir. Bilimin geçmiş ve gelecek üzerine kadim sorulara yanıt vermek için yeni ve büyük adımlar atması için parçaları bir araya 
getirmeliyiz. Böylece, görünüşte var olduğunu düşündüğümüz ince ayarlı başlangıç varsayımına dayanmamız gerekmeyebilir. Ya da zaman, yalnızca bir yaklaştırım olabilir. 

Şimdi fikirlerin gerçekleri yakalama ve doğru dürüst kuramlara dönüştürme zamanıdır. Zen Budizm.in “yeni başlayanın zihin” konseptine ne dersiniz; “insanın bütün peşin hükümlerden arınıp, dünyayı kendi koşullarıyla yeniden kavramaya hazır olma hali”. Din ve felsefi entropi tartışmalarını aslında fizik büyük ölçüde cevaplıyor ancak teoloji elbette kendi penceresinden bakmaya ve açıklamaya devam edecektir. 
Bilimin entelektüel geleceği için biyoloji, fizik, kozmoloji ya da henüz bilmediğim iz disiplinlerde bizi kökten yeni formülasyonlara yönlendirecek problem alanlarını keşfetmeliyiz. Görünen ve görünmeyen dünyanın tüm kısımlarını birbirine sıkıca bağlayan ilişkilerin varlığı temel inceleme konusudur. 
Tekrar edecek olursak, modern bilimler aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır. Kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyduklarında, bunun esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır. 

Bilim iki eş güdümlü yol sayesinde ilerler; teori ve deney. Teorisyenler doğanın nasıl işlediğini düşünüp gerçeğin modellerini çıkarmaya uğraşırlarken deneyciler, bu modelleri gerçeklerle kıyaslayıp doğruluklarını araştırırlar. Evrenbilim.de Einstein, Lemaitre gibi teorisyenler evrenin farklı modellerini oluşturdular ama tüm evreni kapsayan bir deney nasıl yapılabilir? Buna rağmen bilim insanları inanılmaz keşifler yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Ancak, Nobel ödülü alan teorisyen yok. Bilime değil, teknolojiye yani pragmatizme ya da uygulamaya prim veriyoruz. Bilim insanları satacak bir ürün ortaya çıkacağı beklentisi olduğu zaman destekleniyor. Din adamları da bazen cennetten yer satmaya kalkmıştı. 
Faydacılığa yaslanmaktansa felsefi temeli olan bilime, gerçek hayata dokunarak ağırlık vermeliyiz. 

Doğayı kurnazlığımızla alt etmeye çalışıyoruz, sırada evren var. Yeni bir bilim felsefesine ya da ütopyaya ihtiyaç var. Bu da en doğru soru ve yeni bakış açıları ile işe devam etmemizi gerektiriyor. Kanaatimce insanlar evrenin sırlarını galaksilerin ötesinde olduğu kadar, yakınında göremediği dünyada aramalılar. Belki de hakikat, uzayın derinliklerinde değil, çok yakınlarımızda bir yerde, beynimizin açılmayan bir bölümünde ya da gözümüzdeki perdenin arkasındadır. Son olarak, unutmayalım, ölümlü yaratıklarız ama ölümsüz olan ruhtur. İnsanın en büyük problemi ruhunun ölümsüz olduğunu bilmemesi, algılayamaması dır. Yukarı doğru tırmanan “Ben”e evriliyoruz. 

Ebediyen yenilenmiş, yine de ebediyen aynı. 


DİPNOTLAR;

1 Bertrand Russell, Batı Felsefesi, Orta Çağ, 7.Baskı, Say Yayınları, (İstanbul, 2000), 15. 
2 Karen Armstrong, Tanrı.nın Tarihi, Pegasus Yayınevi, (İstanbul, 2017), 17. 
3 Bu emirler; çalışmayı ve haftada bir dinlenmeyi emreder, kutsal eşya yapmayı yasaklar, sözleşmeleri ve özel mülkiyeti korur, 
   hırsızlığı insan kaçırmakla, insan kaçırmayı ise cinayetle eş tutar. 
4 Jacques Attali, Yahudiler, Dünya ve Para, Çev.: B.Günen, Kırmızı Kedi Yayınları, (İstanbul, 2014), 49. 
5 Karen Armstrong, Tanrı.nın Tarihi, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2017), 82. 
6 Saint Augustine, Confessions, Penguin Books, (New York, 1960). 
7 Benin kendisine ilişkin bilgisinin üç yolu vardır; sahip olduklarının açımlandığı ve buna dayanan bilgi (zenginlik, statü, unvan), fiziksel görünüm bilgisi (boy, pos, göz ve kaş rengi) ve ruhunun bilgisi. Kendini bilme 
kendi ruhunun bilgisine sahip olmaktır. Ruhun bilgisi, insanı yanılgısız olana, değişmeyen olana yönelten bilgidir. Bu tanrıya yaklaşmanın yolu ve tanrılar sofrasında yer isteme talebidir. 
8 Ertuğrul R.Turan, Küskün Tanrılar, Uykusuz Ozanlar, İsimsiz Acılar, Doğu-Batı Dergisi: Antik Dünya Bilgeliği, Yıl: 10, Sayı: 40, (Mart-Nisan 2007), 13. 
9 “Science" Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003. 
10 Albert Einstein, 'The Fundamentals of Theoritical Physics' from Science, Washington, D. C., (May 24, 1940), in “Entropy” 4(4), May 2002, 91. 
11 Bertrand Russell, Religion and Science, Oxford University Press, (1997), 77. 
12 "History of Science." Encyclopedia Britannica. 2008. 
13 Simon Smigh, Bing Bang, Conville&Walsh Lld., (2004), 18. 
14 Russell, a.g.e., (2000), 19. 
15 Lee Smolin, Evrenin Yaşamı, Çev.: Ö.Akyüz, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2015), 243. 
16 Armstrong, a.g.e., (2017), 424. 
17 Blaise Pascal, Düşünceler, Çev.:F.Yücel, Fol Kitap, (2019. 
18 Armstrong, a.g.e., (2017), 451. 
19 Isaac Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri, Çev.:A.Yardımlı, İdea Yayınevi, (2011). 
20 Rouse Ball, A Short Acccount of the History of Martematics, Mineola, (NY, 2003), (Dover, 1908), 427. 
21 Smolin, a.g.e., (2015), 174. 
22 Immanuel Kant, Saf Aklın Eleştirisi, Çev.: İ.Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, (Ankara, 1994), 21. 
23 George Wilhelm Hegel, Tinin Görüngübilimi, Çev.:A.Yardımlı, İdea Yayınevi, (İstanbul, 2016), 95. 
24 Karl Marx and Friedrich Engels, On Religion, Dover Publications, (2008). 
25 Frederich Nietzche, Deccal, Gün Yayıncılık, (İstanbul, 2005), 65. 
26 Sigmund Freud, Bir Yanılsamanın Geleceği, Çev.:H.İlhan, Alter Yayıncılık, (İstanbul, 2012), 32. 
27 Stephen Hawking, Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Çev.:M.A.Arslan, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 47. 
28 Smigh, ibid, (2004), 437-439. 
29 Stephen Hawking, Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar, Çev.:M.A.Arslan, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 50-51. 
30 Tony Hey, Patrick Walter, The New Quantum Universe, Cambridge University Press, (2003), 12. 
31 Stephan Hawking: Kara Delikler ve Bebek Evrenler, Sarmal Yayınları, Çev.: Nezihe Bahar, (İstanbul), 93-94. 
32 Madde parçacıklar tam yarım spin (açısal moment) ile tanımlanır ve Pauli dışlama ilkesine uyar. Pauli dışlama ilkesi herhangi bir durumda 
    verilen türde birden fazla parçacığın olmayacağını öngörür. Bir noktaya çökmeyen ya da ışımayla sonsuzluğa gitmeyen katı cisimlere sahip 
    olabilmemizin nedeni budur. 
33 Standart modele göre 5 çeşit bozon vardır bunlar; +W,-W, Z-foton ve Higgs bozonudur. W ve Z bozonları, zayıf nükleer kuvvet ve güçlü nükleer kuvveti oluşturuyor. Foton ise elektromanyetik kuvveti oluşturur. Higgs bozonu, kütleçekim kuvvetini oluşturur. 
34 Sean Carroll, From Eternity to Here, Dutton, (London, 2010), 338. 
35 Albert Einstein, Relativity: The Special and the General Theory, (First Published: December, 1916) Dover Books, (New York, 2010), 17. 
36 Gayle S. Putrich, High-Tech Satellites Breed Higher Expectations, Defense News. (Apr 7, 2008), 11. 
37 Richard P. Feynman, Keşfetmenin Hazzı, Çev.: M.M.Türkoğlu, Alfa Yayıncılık, (İstanbul, 2016), 56. 
38 Carroll, ibid, (2010), 185-186. 
39 Christopher Galfard, Evren Avucunda, Çev.:D.Akın, Domingo Yayınları, (İstanbul, 2017), 255. 
40 Newton'un birinci yasası eylemsizlik yasasıdır; bir cismin üzerine etki eden kuvvetlerin bileşkesi sıfırsa, cisim hareket ediyorsa ivmesiz yani sabit hızla hareketine devam eder ya da duruyorsa durur yani konumunu korur. 
İkinci yasaya (ivme kanunu) göre; belli bir kütlesi bulunan bir cisme bir kuvvet uygulanırsa cisim ivmeli hareket yapar. Son olarak etki-tepki kanunun göre; belli bir yüzeye cisim ağırlığı veya başka bir kuvvetin etkisiyle cismin yüzeyine etki eder yüzeyde bu etkiye eşit bir tepki uygular. Bu yasa sürtünme kuvveti için kullanılır. 
41 Smolin, a.g.e., (2015), 13. 
42 Stephen Hawking, The Theory of Everything: The Origin and Fate of the Universe, Jaico Publishing House, (London, 2007), 54. 
43 Uzay-zamandaki her olayda uzayı geçmiş, gelecek ve ulaşamayacağımız yerler olarak bölen ışık konileri vardır. 
44 Pierre-Simon Laplace, A Philosophical Essay on Probabilities, Transl: F.W.Tuscott, F.L.Emory, Cosimo Classics, (New York, 2007). 
45 Brian Greene, The Fabric of the Cosmos: Space, Time, and the Texture of Reality, Alfred A Knoph, (New York, 2004), 23. 
46 Termodinamik; ısı, iş, sıcaklık ve enerji arasındaki ilişki ile ilgilenen bilim dalıdır. Basit bir ifadeyle termodinamik, enerjinin bir yerden başka bir yere ve bir biçimden başka bir biçime transferi ile ilgilenir. 
47 Hawking, a.g.e., (2018), 64. 
48 Sait Yılmaz, Üç Büyük Hermes (İdris Peygamber), academia.edu.tr, (09 Ekim 2018) içinde; A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954). Corpus Hermeticum.un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap, (İstanbul, 2018), 70-98. 
49 Kubilay Akman, Ezoterik Yollar, Mona-Alfa Yayınları, (İstanbul, 2018), 
50 Herman Weyl, “The Mathematical Way of Thinking” in Science, Volume 92, 1940. 
51 Hawking, a.g.e., (2018), 76. 
52 Bernard Stigler, Technics and Time, Stanford University Press, (California, 1998), 51. 


***

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3

Her Şeyin Teorisi - Tanrı ve Fizik .. BÖLÜM 3



 Aydınlanmacılara göre, din akla uygun olmalıydı. Voltaire.in (1694-1778) sorunu Tanrı değil, aklın ölçütlerine karşı suç işlemiş Tanrı hakkındaki öğretilerdi. 

Diderot.a (1713-1784) göre, açıklayamadığımız şeyleri açıklamak için Tanrıyı ortaya çıkarmak boyun eğmekti, cehaletti. Diderot, Spinoza.dan bir adım öte gitti, Tanrı.nın zaten olmadığını, sadece doğanın olduğunu savundu. 

Fransız fizikçisi Pierre-Simon Laplace (1749-1827), Tanrıyı fizikten çıkardı. Gezegenler sistemi, giderek soğuyan güneşten çıkan bir parlaklığa sahipti. Laplace, Gök Mekaniği isimli çalışmasını Napolyon.a takdim etmek ister. Kitabı aslında hiç okumamış olan Napolyon.a birileri Tanrı adının kitapta hiç geçmediğini söylemiştir. Napolyon; “Tanrı adını kullanmadan bana evrenin sistemi üzerine koca bir kitap yazdığınız söylendi” deyince, Laplace.in cevabı şöyle olur; 

“O varsayıma hiç ihtiyacım olmadı20.” 

 18. ve 19. yüzyılın klasik fizikçileri evreni büyük bir saate benzetiyorlardı. Bununla önermek istedikleri şey her şeyin hareketin basit ve determinist yasalarına uymasıydı, tıpkı bir sarkacın tıkırtıları gibi. Gerçekten de, doğayı en derinden anladıklarını sandıkları bu hareket bilimine mekanik diyorlardı ki, bu kelime makineler üzerine olan bilgi ile ilişkiliydi. Saat ise saatçi gerektirirdi ve bu yüzden akıllı ve ebedi bir Tanrı fikrini hayal etmekte zorlanmıyorlardı. Ancak, Tanrının zorlaması olmasaydı evren içine bozunacağı çaresiz bir kaosa dönüşür dü fikrinin sonuna evrenin zorunlu ölümü (ısıl ölüm) düşüncesi ile gelindi 21. 

 Immanuel Kant.a göre, Tanrıya giden tek yol, onun „pratik akıl. dediği, ahlaki vicdanın bölgesinden geçiyordu22. Kant, kendi ifadesi ile „dinin dua ve ayin gibi tuzaklarını bir kenara atmıştı. ama Tanrı düşüncesine özünde karşı değildi. Tanrının varlığını kanıtlamak imkânsızdı ama Tanrı düşüncesi gerekli idi. Bundan dolayı, Kant.a göre Tanrı yalnızca kötüye kullanılabilen bir kolaylıktı. 

 George Wilhelm Hegel.e (1770-1831) göre; “Şimdi barbar Tanrıyı bir kenara atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış getirmenin zamanıydı23”. 

Karl Marx (1818-1885), dini “baskı gören yaratığın iç çekişi.. bu acıyı dayanabilir kılan, halkların afyonu” olarak gördü24. 

Ludwig Andreas Feurbach ve August Comte gibi filozoflar ise geçmişte yaygın bir güven eksikliğine neden olmuş bu Tanrı.dan kurtulmak istiyorlardı. 

Batı modern teknik çağına girerken, bazı insanlar yeni teoloji çalışmaları ile Tanrıyı kurtarmaya çalışsa da, eski Tanrı kavramları yetersiz kalmıştı. Büyük filozoflar, birbiri ardına Tanrıya meydan okumaya başladılar. Filozoflar, Tanrının öldüğünü ilan etmek için sırada idi. Doğa üst bir ilahi fikir onları kızdırıyordu. 

 Frederich Nietzche.ye göre, Tanrı insanları gövdelerinden, tutkularından ve cinselliklerinden korkmaya özendirmişti ve bizi zayıf kılan mızmız bir acıma ahlakçılığının değerini artırmıştı25. 

Sigmund Freud (1856-1919), Tanrı inancını olgun insanların bir yana bırakacakları bir aldatmaca saymıştı26. Diğer psikanalist Alfred Adler (1870-1937), Tanrının bir yanılsama olduğunu ancak ona inanmanın yararlı olduğunu söylemişti. 

 Bunlar olurken İslam dünyasında Mısırlı Muhammed Abduh gibi dinde yenilikçilik gayretleri olsa da bunu ilk başaran ve Osmanlı.nın arkasından bir ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti.ni kuran Mustafa Kemal Atatürk oldu. Dini yalnızca kişisel bir konu haline getirip, İslamiyet.in devlet yönetimi ile ilişkisini kesti, tarikatlar dağıtıldı, medreseler kapatıldı. Atatürk.e hayran olan İran Şahı Rıza Han da 1941.e kadar onun yolunu izledi. 

Diğer bir Atatürk hayranı Afgan Kralı Emanullah Han, modern bir ülke kurmak isterken katledildi. Geri kalan İslam ve Arap ülkeleri yeni Türkiye.ye kuşku ve hayranlıkla baktılar. 

 Batı da boş durmadı. İslam dünyası içine yenilikçi ajanlarını dikti; Afganistan.da Cemallettin Afgani (1839-1889), Hindistan.da Muhammed İkbal (1876-1938) vd. ile İslamcı projelerin temelleri atıldı. 

Einstein.ın genel izafiyet teorisi; küresel çekimin, uzay ve zamanın devasa nesneler tarafından bükülmesi olduğunu söylüyordu. Öğrencileri „Başka bir sonuç çıksa idi ne derdiniz?. diye sorduğunda; Einstein, „Tanrı adına üzülürdüm çünkü teori doğru. demişti. 

 Büyük Patlama modelini geliştiren Belçikalı papaz George Lemaitre, bunu herhangi bir ilahi amaca bağlamayı reddetmişti; “Görebildiğim kadarıyla böylesi bir kuram herhangi metafizik ve dinsel sorunun tamamen dışında kalır.” 

 Stephen Hawking ise Tanrı.nın varlığı ile ilgili görüşlerini şu şekilde açıklıyordu; 
“Evrenin devasa büyüklüğüne, insan yaşantısının ne kadar kırılgan ve rastlantısal olduğuna baktığınızda bu imkânsız gibi görünüyor. Tanrı sözcüğünü Einstein gibi, kişi-dışı anlamında kullanıyorum; dolayısıyla Tanrı.nın zihnini bilmek benim için doğa yasalarını bilmektir. 
Öngörüm Tanrının zihnini bu yüzyılın sonunda bilebileceğimiz şeklinde 27.” 

 Geldiğimiz noktada evrenin yaratılmasını neyin sağladığı bilinmemektedir. Evrende maddenin sürekli olarak üretiliyor olmasının da bir açıklaması yoktur. 

 Evren bilim (kozmoloji).. 

Evren, Büyük Patlama olarak bildiğimiz bir ateş topunun içinde doğdu ve ateş topunun ürettiği ısı o günden bu yana gidecek bir yer bulamadı. Evrende sıkışan sıcaklık bugün hala etrafımızda dır. Hubble uzay teleskopu sayesinde Büyük Patlama.nın (Big Bang) 13.8 milyar yıl önce meydana geldiği hesaplandı. Kanalları değiştirilen bir televizyonun ürettiği statik elektriğin yüzde 1.i hala Büyük Patlama.ya aittir. Tabii ki bu sıcaklık evrenin genişlemekte olduğu son 13.8 milyar yılda önemli oranda düştü. 

Evren, fiziksel kozmoloji kapsamında maruz kaldığı hızlı genişlemeden dolayı “şişmiş” bir yapıdadır. 4.6 milyar yıl kadar önce Güneş sistemimizdeki çeşitli gezegenimsiler 

Dünyayı ve öteki 8 gezegeni oluşturmaya yetecek malzemeyi bir araya getirdi. Ay, 4 milyar önce muhtemelen büyük bir göktaşı çarpması sonucu Dünya.dan koptu. 

Evrende 100 milyarın üzerinde galaksi ve her galakside yaklaşık 100 milyar yıldız var. Yıldızlar, yeterince büyük bir gaz bulutunun kütleçekim kuvvetinin etkisiyle çökmesiyle oluşur. Yıldızların evrende tekdüze dağılmayıp, büyük yıldız toplulukları halinde toplandıklarını 1920.lerde öğrendik. Galaksiler sabit bir hızla ayrılmaya devam etmektedir. 

Dünyamız, yüz milyar galaksi içinde, tipik bir galaksinin dış kenarında, çok ortalama bir etrafında dolanan küçük bir gezegendir. Yani Dünya.nın Evren.de özel bir konumu olmadığını keşfetmiş bulunuyoruz. 

Kozmoloji (evrenbilim), yani evrenin tümü ile incelenmesi geçtiğimiz yüzyılda çok mesafe kat etti. Büyük Patlama.dan beri evren, genişleyip soğuyor ve muhtemelen bu sonsuza değin böyle devam edecek. Yüzyıl önce bilim insanları Samanyolu Galaksisi ötesindeki evrenin yapısı hakkında temelde hiçbir şey bilmiyorlardı. Şimdi gözlemlenebilir evrenin ölçüsünü aldık ve ayrıntılı bir şekilde boyutlarını ve biçimini, bunun yanında da bileşenlerini ve tarihinin ana hatlarını betimleyebiliyoruz. 

 Bazı bilim adamları Büyük Patlamayı evrenin başlangıcı olarak görmüyor. Çünkü başlangıç öncesinde hiçbir şey olmayan bir sınır oluşturur ya da Büyük Patlama olduğunda zaman yoktu, öncesi olamaz. Diğerleri çoklu bir evrenin simetrik bir parçası olduğumuzu savunmaktalar. Her şeyin arkasında ince ayarlanmış sınır koşulları olduğu düşüncesi de oldukça rağbet görüyor ama evrenin kararlı olmadığını izliyoruz. Şimdiye kadar evrenimizin sürekli genişlemesini sağlayan entropinin (düzensizliğin ölçüsü) tutarlı şekilde hep yükselmesini sağlayacak kadar olağanüstü miktarda ince ayara tabi tutulduğuna dair hiçbir doğrulama sağlayamadık. 

Katı, sıvı veya gaz halindeki evren, sürekli dalgalanan bir moleküller yığınıdır. Düzenimiz bir dalgalanmadan kaynaklanıyorsa, hemen o anda fark ettiğimizin dışında hiçbir yerde düzen olmasını bekleyemeyiz. Dolayısı ile evreni bir dalgalanma olmak yerine, büyüme ve çürüme süreçlerini olası kılan geçmişi ile birlikte artan bir entropi ile daha düzensizliğe gittiğini söyleyebiliriz. 

Evrenin yalnızca bir tek geçmişi olmayabilir. Bazılarına göre, evren hep vardı, ne yaratıldı, ne de yok edilecektir. Diğerlerine göre, Tanrının aklını bilirsek evrenin işleyişini de sonumuzu da anlayabileceğiz. Eğer zamanda yolculuğu başarabilirsek, 13.8 milyar yıl geriye gittiğimizde ise Büyük Patlama.ya dönmüş olacak ve evren ile ilgili çok önemli sırları ortaya çıkaracağız. 

 Evrenin sürekli genişlemesi, evrenin iki senaryodan biriyle son bulması gerektiğini söyler; bunlardan birincisine göre evren, hiç durmadan genişleyecek ve „Büyük Donma ile son bulacaktır. Bu Termodinamiğin İkinci Yasası ile ilgilidir. Diğeri Büyük Çöküş.tür. Uzay kesintisiz bir şekilde uzanıyor olmayabilir, entropi düşebilir ve belki de uzay daralmaya başlayabilir. Uzay daralıyorsa öykümüz farklı olur. Tüm evren büzüştüğünde geleceğin bir Büyük Çöküş (Ezilme) tekilliğinde sona ermesi muhtemeldir. 

 Evrenin bu iki senaryodan hangisi ile sona ereceği evrendeki maddenin kritik yoğunluktan fazla olup olmaması ile alakalıdır ve bu hala tartışma konusudur. Bu Termodinamiğin İkinci Yasasının ve Evrenin genişlemeye devam etmesinin kaçınılmaz sonucudur. Entropi arttıkça ışık yavaş yavaş kaybolmaya başlar ve bu durum ısı her yerde eşit olup evreni donmuş bir galaksi mezarlığına çevirir. 

Büyük Patlama sonrası sürekli yükselen entropi nedeniyle evren şimdilik genişliyor. Ama elimizde çeşitli senaryolar var; zamanla değişen bir durum uzayı, özel bir sınır koşulu, simetrik yeniden çöken evren, çoklu ya da paralel evrenler, simetrisi olmayan ya da seken evren ya da ebedi bir denge durumu. Evrenin geleceği ile ilgili teorileri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz 28; 

- Evren sonsuza kadar genişleyebilir. (Alexander Friedman, 1920.lerde açıklamıştı). 
- Evrenin genişlemesi git gide yavaşlar ve sonunda durur. 
- Evren yavaşlar, durur ve geri daralmaya başlar (evrenin kütlesinin bağlı olduğu karanlık maddenin bitişi). 
- Evren kendini parçalayabilir (evreni bir arada tutan karanlık enerjinin bitişi ile) çözülebilir. 

 Evrenin yapısında ne olduğunu merak etmek ve anlamak insanın doğasında vardı. Binlere yıl boyunca evreni inceledik. Yukarıya bakarak ışık dalgalarını inceledik. Güçlü teleskoplar inşa ettik. Daha fazla ışık topladık, daha ileriyi gördük ve evreni daha iyi anladık. Geleceğe baktığımızda, yeni detektörlerin duyusal teleskopun icadı gibi vasıtalar olabileceğini söyleyebiliriz. Bilim insanları evrenin evrimi ve zamanın anlamlı bir kuramını oluşturma peşindedir. 

Bugüne kadar evrendeki her şeyi tanımlayan tutarlı bir model henüz ortaya 
konamamıştır. 


4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 2

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 2




 Binlerce yıl felsefecilerin benimsediği Plato.nun idealizmindeki bilgi kuramı, 1963 yılında Edmund Gettier tarafından altüst edildi. Gettier şu soruyu sorar; “Gerekçelendirilmiş doğru inanç” bilgi midir? Gettier, “herhangi bir kimsenin inancı gerekçelendirilmiş ve doğru olabilir ama bilgi olması için yeterli değildir” der. Gettier.e göre, bilginin gerekçelendirilmesi, doğruluğu ve kabul edilmesi; bilginin mutlak tanımı için yeterli olmayabilir. 



Tablo 2: Bilimsel Paradigmanın Temel Bileşenleri 


 Eleştirel felsefe (Kritisizm) akımının kurucusu ve temsilcisi Immanuel Kant, empirizm ile rasyonalizm.i uzlaştırmaya çalışmıştır. 
Kant a göre akıl ve deney tek başına mutlak varlığı kavramada yetersizdir. İnsan bilgisi, duyu verileri ile aklın kategorilerinin birleşmesiyle oluşur. 
Kant a göre; bilgimiz deneyle başlar akılla son bulur. Çünkü bilginin oluşabilmesi için deney kadar zihne de ihtiyaç vardır. 
Bilginin hammaddesini duyular (deney) bize verir. Bu ham madde zihnin kategorileri (a priori) içine girer. 
Bu kategorilerde form (şekil) alarak akıl tarafından işlenir ve böylece bilgi      oluşur. 

 Pozitivizm.in (Olguculuk) kurucusu Auguste Comte.ye göre; doğru bilgi ancak bilimsel (pozitivist) bilgidir. Bilimsel bilgi olgulara dayanan, deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgidir. 
Comte olgulara dayanmayan, deneyle ispatlanamayan, denetlenemeyen şeylerin felsefeden atılması gerektiğini söyler. Çünkü bunlar bilimsel değildir, anlamsızdır ve metafizikseldir. 

 Post-modernizm.de bilgi, özünde anlatıdır ve dolayısıyla geçicidir; belli bir temeli olduğu söylenemez. Post-modernlere göre; tek bir doğru yoktur, her bir kişinin anlamlandırmasına bağlıdır. Modernist bilginin amacı açıklamadır; post-modern yaklaşımların temel sorusu ise „ nasıldır 20. 

 Günümüz felsefesi, klasik ya da geleneksel felsefeden önemli ölçüde ayrışmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında sibernetiğin bir bilim olarak ortaya çıkışı, canlılığı ve zekâyı taklit etmeye girişmesi yeni ve tuhaf bir dönemin başlamasına neden oldu. Bu dönemde önemli bilimsel çalışmalardan bir kısmı sibernetik ve mantık alanında gerçekleştirildi. Sibernetik ve mantık alanındaki her bir eseri, büyük bir keşif ve devrim niteliğinde olanlardan biri de Lütfü Zade dir. 

 Artık, insanın en önemli niteliği olan düşünme yeteneği ve bu yeteneğin bir sonucu olan iş görme becerisi, sibernetik makineler tarafından taklit edilmeye başlandı. Zekânın davranış olarak makinelerde kullanılması, düşünmenin hesaplama olarak mantık şebekeli elektronik cihazlarda uygulanması, insan zekâsı hakkında daha ayrıntılı çalışmaları ateşlemiş, eldeki bilgilerin geometrik artışını sağlamıştır. 

Rasyonel Akıl ve Muğlak Mantık 

Önce bu bölümde anlatmak istediğimizi kısaca özetleyelim sonra detaylara girelim. 
Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi Rasyonel akılda ikili (binary; 1,0)) sistem vardır; bir elaman ya A.ya ya da B.ye aittir. Yani rasyonel mantık için kesinlik vardır yani ya 0, ya da 1.dir. Muğlâk mantık ise çoklu (multi) sistem kullanır yani bir eleman hem A hem de B.nin üyesi olabilir. Bunun anlamı, doğru içinde görelilik olması, doğrunun 0 ile 1 arasında bir yerde olabileceğidir. 

 Klasik mantık anlayışı açısından bir eleman A kümesine ait değilse, onun olmadığı B kümesine ait olacaktır. Mesela bir elma kırmızı değilse (yani kırmızı elmalar kümesine ait değilse) B kümesinin bir elemanı olacaktır. Fakat puslu mantığa göre kırmızı olmayan bir elmayı, eğer tam olarak yeşil de değilse, belli bir yüzdeyle kırmızı olarak kabul edebiliriz. Bu durumda, tam kırmızı elmanın değeri 1 ise tam kırmızı olmayan (yeşil elmanın) değeri 0 olacaktır. Diğer bütün elmaları kızarıklık derecelerine göre, mesela „%40, %60, %90 vb. oranında kırmızıdır. gibi değerlerle nitelemek mümkün olacaktır. 

Bu durumda, klasik mantığın (bir „ a. nesnesi eğer A kümesine ait değilse B kümesinin bir elemanıdır veya) “bir şey hem A hem de B olamaz” şeklinde bilinen çelişmezlik ilkesinin dışına da çıkılmış olmaktadır; çünkü bir „ a. nesnesi mesela %40 oranında „ A özelliğini. ve aynı zamanda %60 oranında „ A olmama. özelliğini birlikte taşımak durumundadır. 

 Bu düşünüşün teknoloji alanındaki uygulamaları dışında diğer önemli yanı, dilin, düşünce ve fizik nesneler dünyasının farklı bir açıdan yorumunu mümkün kılmasıdır. Çünkü puslu mantık açısından klasik küme, fizik dünyayı ikiye yapay bir şekilde ayırmaktadır. 
Hâlbuki fizik dünyayı bu keskin sınırlar dışında, yani puslu kümeler aracılığıyla yorumlamak mümkündür; hatta bu tür bir yorum fizik nesneler için daha uygundur. Çünkü duyumlarımız, konuşma dili ve dolayısıyla düşüncemiz aslında „puslu. bir yapıdadır. Dolayısıyla, belirsizlik, bulanıklık ve puslu olma durumu fizik nesneler için de geçerli bir özellik olarak karşımıza çıkacaktır. 

 Aslen Azerbaycan Türkü olan Amerikalı sibernetikçi Lütfi Zade tarafından geliştirilen bulanık (fuzzy) mantık kuramı, iki değerli mantık kuramlarına bir alternatif oluşturmuştur. 
Lütfü Zade, felsefenin bazı problemlerini ele almış, „Makineler düşünebilir mi (?). sorusuna ve dolayısıyla yapay zekâ sorunlarına tatminkâr cevaplar vermiş; Aristoteles.ten beri süregelen ve halen sembolik mantık şeklinde varlığını sürdüren mantık ve dilbilimsel sorunlara yeni çözümler getirmiş; iki değerli mantığa, teknoloji üreten ve teknoloji ile desteklenen kuvvetli bir alternatif sunmuştur. 

 Lütfi Zade, bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı özetle şunu söyler; kesinlik diye bir şey yoktur. Mutlak kesin olan hiçbir şey yoktur. Her şey, matematiksel olarak ifade edersek, 0 ile 1 arasındaki sınırda değişmektedir.21 Nesnesine tam uygun bir uslamlamada "A, uzundur" diyemeyiz. "Uzunluk" kesin bir tanımlama olarak alt ve üst sınırlar arasında gidip gelmektedir. Alt sınır 0 ile, üst sınır 1 ile gösterilir. Felsefede çok iyi bilinir ki, düşünceler, temeldeki tanımlara dayanır; filozofların tanımları farklı olduğu ölçüde görüşleri de değişiklik gösterir. Bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı yalnızca „tanıma göre işleyen bir tür görelilik kuramıdır; göreliliği, kendi tanımladığı kümelere yükler. Bir bulanık kümenin bulanık kuralı, tanımı tam yapılmamış bir küme veya bulanık bir önermedir. 

   Lütfi Zade, nesnelerin ve süreçlerin sonlu değerli mantıkla açıklanamayacağını fikrindeydi. Buradan hareketle, 1961.de yayımladığı bir makalesinde olasılık dağılımıyla tanımlanamayan bulanık ya da belirsiz nicelikler için farklı bir matematiğe ihtiyaç olduğu tezini ortaya attı. Bu fikri, Amerika'da bilim çevreleri tarafından yadırgandı. Hatta kendisi, maddi kaynakları boşa tüketmekle itham edildi. Lütfi Zade.nin çalışmaları, “Bilimde Kesinlik” tanımından ve arayışından asla vazgeçemeyen bilim çevreleri tarafından önce kabul görmedi ve çok eleştirildi. 

   1970 lerde ise özellikle Japon bilim adamlarının bu konuda artan araştırmaları ve mühendislik uygulamaları sayesinde bulanık mantık ve bulanık kümeler kuramı artan hızla gelişti. Günümüzde ise birçok teknolojik cihazın temelinde, Lütfi Zade'nin kurduğu bu bulanık mantık yer almaktadır. Metrolar, yapay zekâ, son teknoloji bulaşık makineleri, kontrol sistemleri ve çeşitli alanlardaki algoritmalar hep Lütfi Zade'nin temellerini attığı bu fikir üzerine inşa edildi. 

  1980 li yıllardan itibaren, Lütfi Zade.nin Bulanık Mantık (Fuzzy Logic) ve Bulanık Kümeler (Fuzzy Sets) kuramından, Japonya.nın Mitsubishi, Toshiba, Sony, Canon, Sanyo, Nissan ve Honda gibi dünya devi şirketleri geniş şekilde faydalandılar. Amerikan bilim ve sanayi çevreleri bu kuramın değeri anlamaya başladılar ve kuram Amerikan sanayisinde de (başta General Motors, General Electric, Motorola, Dupont, Kodak olmak üzere) üretim süreçlerinde kullanılmaya başlandı. Hali hazırda, bu kuramdan, ekonomide, psikolojide, dil biliminde, siyaset bilimde, sosyolojide de yararlanılmaktadır. 

 Günümüzde bulanık mantık otomobillerin vites kutularından bulaşık makinelerine, elektronik devrelerin ve yapay zekânın karar verme algoritmalarına kadar oldukça kapsamlı teknik uygulamalara sahiptir. 

Bulanık mantık temelli sibernetik sistemler, yapay zekâ kuramlarını ve uygulamalarını hızlandırmıştır. İlerleyen yapay zekâ çalışmaları bilgisayar ların sanal hafıza, işlemci, bellek ve ekranlarıyla sanal dünyanın etkinlik alanını hızlı bir şekilde genişletmesini sağlamıştır. 

 Lütfü Zade, bulanık mantık kuramının sosyal bilimler, ekonomi, ruhbilim, dilbilim, siyaset, sosyoloji ve felsefe, hatta din bilim gibi birçok alanda kullanılabileceğini ileri sürmüştü 22. 

Kuram bugün, insan yeteneklerini taklit etmede, bilişsel ruhbilimde, düşünce-davranış modellerinde, risk almada, planlama optimizasyonu ve sigorta dizgeleri gibi birçok alanda kullanılmaktadır. 

Akıl Yürütme.. 

  Mantık, doğru akıl yürütme biçimlerini inceleyen formel bir bilimdir. 
  Mantıklı düşünüşün temel prensiplerine "aklın prensipleri" denir. 
  Bu prensiplerin varlığından bir an bile şüphe etmek, düşünme imkânından ve bütün ilimlerden şüphe etmek demektir. 

 Aklın Prensipleri şunlardır; 

(1) Aynılık prensibi: Bir şey ne ise odur. 
(2) Çelişkisizlik prensibi: Bir şey, aynı zamanda hem kendisi, hem başkası olamaz veya bir şey aynı zamanda hem var, hem yok olamaz. 
(3) Sebeplilik (determinizm): her şeyin bir sebebi vardır. 

 İlkel düşünüşü, mantıklı düşünüşten ayırmayı sağlayan prensipler bunlardır. 

 Akli hayatta biri diğerini tamamlayan üç çeşit faaliyet vardır; fikirler, hükümler ve akıl yürütme. Masa, kedi, taş gibi zihinde hayal meydana getiren canlı, cansız her şey fikirdir, terimdir. Fikirler, kavramlar arasındaki alâkaya ve bunun söz ile ifadesine hüküm (önerme) denir. Bilinen fikir ve hükümler yardımıyla bilinmeyenlere ulaşmaya da „ akıl yürütme. denir. 

 Akıl yürütme, iki ana dala ayrılır; tümdengelim (genelden özele) ve tümevarım (özelden genele). Tümdengelim mantığının kurucusu M.Ö. IV. yüzyılda yaşayan Aristoteles olarak bilinir. Mantık biliminin asıl konusu mantık doğrusunun taşıyıcısı olan tümdengelim.dir. Ancak, kesin sonuç vermeyen tümevarım ile analoji biçimindeki çıkarımlar da mantığın konusu olmuştur. 

 Metodoloji ve özel mantık ise zihnin düşündüğü şeyleri inceler. Zihnin dış varlıklardan, türlü olaylarda, gerçeğe arama yollarını gösterir. Mantığın en verimli koludur. 

 Klasik Newton mekaniği, her yönüyle klasik akıl yürütmeye dayanır. Klasik mekaniğinin matematiği klasik kümeler kuramına ve lineer geometriye, ortaya koyduğu mekanik dünya görüşü ise iki değerli mantığa temellenir. Ne var ki klasik akıl yürüme artık yeterince ilgi görmüyor. İlginin bu kaybedilişinin geçerli ve makul gerekçeleri var. Örnek olarak Newton kuramında, geçen zaman içinde birçok sapma yaşanmıştır. Maxwell.in elektromanyetik kuramıyla başlamış olan klasik paradigmadan sapmalar, Planck.ın kuantum kuramı ve Einstein.ın görelilik kuramı ile devam etmiştir. Von Berthalanffy ve Lütfü Zade nin Sistemler Kuramı ve Bulanık Mantık Kuramı, bu sapmayı bir yandan derinleştirirken diğer yandan pratiğe başarılı bir şekilde aktararak yeni ve ana bir yol haline getirmiştir. 

Bu kavramlar, Newtoncu dünya görüşüyle birlikte Aristoteles mantığının da altını oymuştur. 

 Aristoteles felsefesi ve bu çizgide gelişmiş olan felsefi anlayış için çıkış noktası ve öncelikli problem, fizik nesnelerin (ontolojik) varlıklarıdır. Basit bir anlatımla, “kar beyazdır” gibi bir önermede özne ve yüklem konumundaki nesnelerin varlıkları, varoluş biçimleri ve onların bizim tarafımızdan ne şekilde algılandıkları birer tartışma konusudur. Ayrıca bu tür nesnelerin hem varlık özellikleri ve mahiyetleri hem de fizik nesnelerin algılarımızla olan ilişkisi de sorgulanabilir. Dolayısıyla sonuçta, fizik nesnelere ve algılarla ilişkili olarak, en genel ifadesiyle bir “hakikat” problemi karşımıza çıkmaktadır. 

 Aristo mantığı mantık iki değerlidir. Bir önerme ya doğrudur, ya da yanlıştır. Lütfü Zade, bulanık mantık kavramını; “Matematik dünyasında her şey keskin sınırlara sahiptir, ya dairedir ya da değildir. Ya çizgiler birbirine paralel ya da değildir. Fakat gerçek dünyada „ Bu kişi dürüst müdür, ya da güzel midir?. diye sorduğumuzda sınırlar oldukça bulanıktır.” diyerek açıklamıştır. 

 Geleneksel felsefenin çok temel bir problemi olan “ Doğru nedir? ” sorusu, Bart Kosko ya göre; klasik düşüncenin çözemeyeceği bir problemdir.23 Çünkü puslu mantık için mutlak bir doğru değil, 1 ve 0 değerlerinin arasındaki bölgede ve bir süreklilik içinde düşünülmesi gereken, gri, kısmi, kesirli, bulanık bir „ doğru. söz konusudur; işte bu bakış, bize problemin çözümünü verebilir. 

 „Doğru. kavramının dil açısından nasıl ele alındığını ortaya koyabilmek için ise Alfred Tarski.yi bir çıkış noktası olarak kullanabiliriz. Tarski.ye göre „doğru., dilsel bir olguya işaret eder. Mesela “kar beyazdır” önermesinin hakkında bilgi verdiği olgu, fizik nesneler dünyasına aittir. Fakat “kar beyazdır” önermesinin doğruluğundan söz etmek istersek dilsel alana geçeriz. Çünkü doğru olmak, olgunun kendisine değil, o olguyu dile getiren önermeye aittir24. 

Diğer bir ifadeyle söz konusu türden bir önerme, olgusal bir duruma işaret eder ve eğer gözlemlerimiz bu olguyla uyuşuyorsa, önerme doğrudur. Bu durumda “doğru olan” şey önermedir; bir önermenin tasdik edilmesidir, yani dilsel bir özelliktir. 

 Özetle, hem algılarımız hem de kelimelerin anlamları klasik düşüncenin kabul ettiği gibi değildir; çünkü onlar puslu özelliktedir. Klasik düşüncenin “doğru” kavramı, zengin geçmişi ve birikimine rağmen gerek dil içinde gerek mantıktaki kullanımı açısından, “daha doğru”, “çok daha doğru” gibi parçalara ayrılmaya elverişli bir özellikte değildir; hatta böyle bir ayrıma gerek bile yoktur. Gerçi çok-değerli mantıkta üçüncü bir değer olarak mesela belirsizlik söz konusudur. Fakat neticede bir önerme, belirli, keskin sınırları olan “doğru” kavramı çerçevesinde anlamlandırılır. 

 19. yüzyıl ve modernizmle örtüşen “ya-ya da” içinde ideal bir hakikat ön kabulü taşır, “ya-ya da” ile verilen ikiliğin bir tarafı hakikati imlerken, diğer taraf mutlak yanlıştır.25 
Wassily Kandinsky.nin 19. yüzyıla damga vuran kelime olarak “ya-ya da”, 20. yüzyıl içinse “ve”yi öne çıkarır26. Ulrich Beck.e göre,27 19. yüzyıl, ayırma, uzmanlaşma, tek anlamlılık ve dünyanın hesaplanabilir olmasına çabalamadır; oysa 20. yüzyıl yan yanalık, çokluk, belli belirsizlik, çift değerlilik gibi temalara sahiptir. 

 Akıl ve Laiklik.. 

 Tarih boyunca insanlığın önündeki en büyük engellerden biri, üstesinden gelemeyeceği kadar büyük güçlerin varlığına ve kaderi alt etmenin imkânsızlığı na kanaat getirmesi olmuştur. Ancak, böyle engellerin zaman zaman etrafından dolaşmak mümkün olabilmektedir. Dinler böyle bir yolculuğa hizmet etmekteler. William P. Alston, bir dinin yedi unsurunu şu şekilde belirlemektedir:28 

(1) Doğaüstü bir güce inanmak, 
(2) Doğaüstü güç ile iletişim kabiliyeti, 
(3) Başka bir gerçek olduğuna inanmak, 
(4) Dini olmayan ve kutsal olan ayırımı, 
(5) Dünyada insanın rolüne ilişkin düşünceler, 
(6) Davranış şekli, 
(7) Yukarıdaki düşüncelere bağlı bir toplum. 

Psikolojik araştırmalara göre dinin yoğun yaşanması genellikle insanüstü yapılara olan ilgi ile bağlantılıdır. İnsanlar tek ve büyük bir karar vererek sorunlarını çözebileceklerine inanmak istemişlerdir ama bu onları her gün vermeleri gereken yığınla küçük karardan kurtaramamıştır. İtaat otobüsüyle çıktıkları yolculuk her zaman bol molalı olmuş, otobüs inip gitmenin ayartıcı çağrısı her zaman onlara eşlik etmiştir. 

Dinler ise ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra içinde kendi içinde anlaşmazlığa düşmüş, düşünce ayrılıklarına katlanamaz olmuş, zora başvurarak saygı kazanmaya çalışmış, birbirilerine eziyet etmiş, menfaat aracı olmuş ve bu yolda iktidar sahiplerinin müttefiki ve taklitçisi olmuşlardır. Dinler veya din simsarı iktidar sahipleri ne zaman güç hırslarına kendilerini kaptırıp, keyfi yönetim ve zorbalığa başvurdularsa, insanlar da eninde sonunda inançlarına sırt çevirip yeni avuntuların, yeni ideallerin peşine düşmüşlerdir. İnananların pek çoğu tek gözlü olmayı ve kendi hakikatleri dışında hiçbir şeyi görmemeyi tercih etmişlerdir. 

 Her dinin bin bir ayrıntı etrafında çekişmelere sahne olması şaşırtıcı değildir. Zaman zaman eften püften veya akademik gözükse de, ayrıntılar her dinde önemlidir. Bu yüzden dinler, pek çok kilise, mezhep ya da tarikata bölünmüştür, bunun tek nedeni inatlaşma değildir. 

Modalara ve görgü kurallarına hitap etmeyi, başkalarının onayını kazanmayı, herkes ne kadar yapıyorsa aynısını yapmayı vaaz eden bir dinin ne kadar müridi varsa, bir o kadar da bu cemaattenmiş gibi görünmeye çalışan mürit heveslisi vardır. Başkalarının neler yaptığını, eğilimlere ayak uydurma kisvesinin ardında hangi yalanların gizlendiğini tamı tamına anlamak ve neye ayak uydurulacağına karar vermek giderek güçleşmektedir. 

 Katolik felsefesinin kurucusu Thomas Aquinas a göre, insanın tabiî olarak bildiği veya bu bilgilerden çıkarım yaparak elde ettiği şeyler gibi, bazı aklî hakikatlerin bilgisi için, insan fıtratına yerleştirilen tabiî ışık yeterli olup ilave bir ışığa ihtiyaç yoktur. Bununla birlikte Thomas, tabiî aklın sınırları içinde kalan hakikatler için ilave bir ışık değilse de ilâhî etkinin gerekli olduğunu vurgular.29 İlâhî hakikatler kendi tabiatları açısından bakıldığında, özleri itibariyle en akıl edilebilir şeyler olup, her ne kadar insanın bilme şekliyle bilinemeseler de onlar, Tanrı tarafından kendi bilme şekline uygun olarak bilinirler. 

 Martin Luther.e göre; “akıl, şeytanın aşüftesi” idi. Bilime tapan Çinliler arasında bile bilginin mutluluğu öldürdüğünü söyleyen Taocular çıkmıştır. Çinliler hiçbir zaman tek felsefeye mahkûm olmadılar. 
Konfüçyüs çülük, Taoculuk ve Budacılık kişiliğin farklı cephelerine hitap ediyordu ve Çinliler bunları birbirine harmanlamayı biliyorlardı. 

 Siyaset felsefecisi Montesquieu.ya göre; aklın keşfedebileceği ve ardından ortak yarar için biçimlendirebileceği, altta yatan bir neden her zaman vardı. Dünyayı kader yönetmezdi. 
Her monarşide yükselişe, mevcudu korumaya ve düşüşe yol açan fiziksel olduğu kadar, entelektüel genel nedenler vardır. İnsanlar arasındaki ilişkiler, toplum düzeni ve hukuk kuralları ya inanç sistemlerine göre düzenlenecek, ya da akıl esasına göre, akıl temel alınarak düzenlenecektir. 

 İslam dininin dünya ve ahiretle ilgili işleri dört (bilgi) kaynaktan elde edilir. Bunlara şeri deliller denir. Bu dört kaynak sırasıyla şöyledir; 

(1) Kitap; Hz. Muhammed.e vahiy yolu ile indirilen Kur.an.ı Kerim. 
(2) Sünnet, Peygamberin sözleri, işleri ve hatta sükût etmeleridir. 
(3) İcma, Müslüman din âlimlerinin dini bir konuda fikir birliğine varmaları demektir. 
(4) Kıyas; dini manada, hakkında ayet ve hadis bulunmayan bir konuyu, benzerliklerinden hareket ederek, başka bir konu ile karşılaştırmaktır. 

Kuran akıl yürütmeye, düşünmeye, akletmeye, tefekkür etmeye, akıl erdirmeye ve ibret almaya çok sık atıflarda bulunur30. 

Hz. Muhammet, bir saat akletmeyi ve düşünmeyi bir sene nâfile ibâdetten hayırlı saymıştır. 

Ancak, İslam dünyası ilk zamanlarından beri İslam ile ilgisi bulunmayan çok ciddi bir cehalet ortamındadır ve İslâm hakkındaki yorumlar bazen birbirine tamamen zıt akımlara ayrılmıştır. Bunlar, referanslarını eski toplumların ihtiyaçlarına cevap veren, pek çok konuda artık yetersiz kalmış fıkıh ve tasavvuf kaynaklarıdır. Müslüman toplum irrasyoneldir ve birçok yönüyle hala Orta Çağların geleneksel Müslüman toplumudur ve asıl mesele de budur.31 

Sadece Türkiye.de değil tüm dünyada Müslüman Orta Çağ.da kalmıştır. 

 Burada din ve dogma ilişkisine de yer vermeliyiz. Dogmatizm; bir dogmaya, inanca soruşturmadan, araştırmadan inanan ve bu dogma veya inancı körü körüne savunan, sonrada başkalarına buyurmayı doğru bulan önyargılı insanın zihinsel tavrını ve ondan kaynaklanan belli bir dayatma ve buyurgan davranış formunu ifade etmektedir32. 

Aklın eleştirisi yaparak onu dogmatizmden kurtarmak isteyen Kanta göre dogmatik inanç, inanca bilgi kisvesi giydirip, onu salt aklın bir ürünü saymaktır 33. 

 Akılcılığın seküler versiyonunun doğuşu, modernite ile tarihlenir. Hümanizma temelinde, yeni toplumun ve bireyin tarih sahnesinde belirmesiyle, geleneksel kozmik referansları ortadan kalkar. Modernitede. seküler akıl dışındaki kılavuzlara ihtiyaç yoktur. 

Sekülerlik, toplum hayatında metafizik ve dini dogmatizmi bir kenara iterek aklı öne çıkaran Modernizmin bir sonucudur. 

 Din ve modernleşme arasında birbirinin etkisini azaltan bir ilişki olduğu görülmekte dir. Sekülerliğin işlevi toplumun dini olarak farklı kesimlerini bir arada huzur içinde tutmak kadar, devlet ve dünya işlerinde Tanrının kitabını değil, aklın esaslarını uygulamaktır. Liberal demokrasilerde sekülerizm, çok kültürlülük probleminin çözümü iken İslam ülkelerinde bu zayıflık olarak görülebilmektedir. 

 Sekülerlik, modern ve evrensel bakış gerektirir. Pek çok dinin yaptığı gibi geçmişin altın çağlarına ve kutsal yükümlülüklere değil, akıl ve mantık yolu ile bilimi sevdirmeye çalışır. Daha çok evrensel prensipleri ve değerleri savunduğundan kültürel kapsamdadır. 

 Akıl, normal zekâya sahip olan bütün insanlar için geçerli ortak bir iletişim ve uzlaşma aracıdır. Oysa inançlar, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişirler. Aynı inanç sistemine ait kişilerin algılaması ve yorumlaması da kişiden kişiye değişebilir. Kendi inanç sisteminin mükemmel olduğuna inanan sistem, akla dayalı eleştirileri devre dışı bırakmakta, kendi inanç sisteminin kapsadığı her şeyi doğru, dışındakileri yanlış kabul etmektedir. 

Eleştirilemeyen ve değiştirilemeyen sistemler zamanla toplumun gelişmesini önler hale gelmiş, yozlaşmışlardır. 

Laiklik, toplum ve devletin temel referansının inanç değil, akıl olması anlamına gelmektedir. Devletin inanç yerine akıl temeline dayanması, Laikliktir. 
Devletin akıl temeline dayanması ve din temeline dayanmaması için, devletin din tarafından kontrol edilmemesi, dini kurallara bağlı olarak 
yönetilmemesi gerekir. 

Sonuç; Aklın Yolu Tıkalıdır.. 

Bilim, insanın geliştirdiği pek çok düşünme biçiminden biridir ama en iyisi olduğunu kimse iddia edemez. Bilim adamlarının en büyük sorunları kendi üzerlerine attıkları düğümlerdir. Başlangıçta hikmet bilgisinin peşine düşülmüş ve „gerçeğin ne olduğu. ve „gerçek bilgisine nasıl ulaşılabileceği. ile ilgili tartışmalar binlerce yıl sürmüştür. Ancak, Rönesans ile birlikte bir hedef kayması oldu; gerçeğin peşindeki ilimlerin tecrübeye verdikleri önem yanlışlıkla deneysel ilimlerin doğmasına sebebiyet verdi. Rasyonalist gelişmeler gittikçe hız kazandı. Hermes.in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim (dönüşüm), Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıldı. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya 
anlayışı, modern kimyaya; astroloji anlayışı, modern astronomiye; maji anlayışı, modern bilime dönüşecektir. Okült (gizli) bilimler, maji, astroloji, simya farklı doğrultuda çatışmaya başladı ve cadılar ya da büyücüler gibi şarlatanların ellerinde kaldı. 

Dünyanın en etkili bilim adamı olduğu açık ara kabul gören İsaac Newton (1642-1727), Tanrı.nın başlangıçta Nuh.a ilettiği, sonra Musa ve Pisagor.a geçen ve sonunda doğadaki ve İncil.deki gizli kodları okuyabilen peygamberlere ve kendisi gibi az sayıda seçilmiş kişiye sözlü olarak indirilmiş dinsel ve bilimsel konularla ilgili gizli ve bozulmamış bilgilerin var olduğuna inanıyordu. Gizli bilgiler ararken, 1670.lerin ortalarından 1680.lerin ortalarına kadar Newton zamanının ve çalışmalarının önemli bir bölümünü simya doldurmuştu. Pozitif düşünce ve bilimin giderek daha da ağırlık kazandığı bir dünyada okült ya da gizli bilimler, görünmez dünyaya hala bizden saklı başka bir gerçekliğe erişim sunabilir. 
Ancak, bilgi, yeni olgular halinde ayrıştırılarak incelenmek yerine genellikle, eski inançları doğrulamakta kullanılmıştır. Pek çok kurumun eninde sonunda yerini aldığı kurumdan farksız hale gelmiş olması bu yüzdendir. 

 Eskiden bilim dallarını birbirinden ayıran sınırlar, birbirlerini anlamayan uzmanlar üretiyordu. Bugün ise bilgi, büyük ölçüde bu sınırlarda delikler açma yoluyla ilerleme kaydetmektedir. Bilginin peşinde son derece zevkli bir yolculuk yapabilirsiniz ancak bindiğiniz trenin kısacık bir yan yola sapması, daha ileriye gitmeyi reddetmesi, hedefini unutması ihtimali de vardır. Bilgi yolculuğu sık sık zihni uyuşturan bir tekrarcılığa yuvarlanmıştır. Uzmanlığın ve esrarın halesiyle çevrili bu ezoterik miras, bugün, her mesleğin kendini korumak için icat ettiği jargonda varlığını sürdürmektedir. Bilgi hala kendi kuyruğunu yiyen bir yılandır. Bilgiyi kendi içinde bir amaç haline getirmek, onu ne için kullanacağınıza karar vermenin sıkıntısından kendinizi kurtarmanın bir başka yoludur. 

Tüm profesyonel bilgi tacirleri, bilginin tek başına yeterli olmadığını bilir. 
Özetle Aklın Yolu tıkalıdır. 

 Peki, ne yapmalıyız? 

- Öncelikle akıl edemediğimizi bulmak için yeni bilgi edinme (epistomoloji) yöntemleri geliştirmeliyiz. 
- Bilime bakışımızı gözden geçirmeli, metafiziği yeniden ele almalıyız. 
- Çağımızın bilgi edinme bolluğundan yararlanmalıyız. 

Ne demek istiyoruz? Son yıllarda bazı bilim insanları, insanların duyu ötesi algı (extra sensory perception) ile metafizik alana ulaşabileceklerini iddia etmeye başladılar. 
Beyninizdeki ayna nöronlarının potansiyeli iyi kullanıldığı takdirde metafizik yani normal bir insanın akledemeyeceği şeyleri düşünme olasılığınız ortaya çıkıyor. Ayna nöronları yeterince araştırılmamıştır ve metafizik olgulara dair yeni anlamalar sağlama potansiyeli değerlendirilmelidir. Uzay-mekan bükülebildiğine göre metafizik için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur. 

 Bilime bakışımız değişmelidir. Sadece gizli bilimleri bir kenara itmedik, yaşadığımız pragmatik teknoloji çağında temel bilimler de büyük bir gerileme içindedir. Çünkü bilimin yerini ticari amaçlı teknoloji almaktadır. Ancak, bilim alanına bugün hala bildiklerimiz bilmediklerimiz yanında engin bir okyanustaki küçük adacıklar gibidir. Bilimin entelektüel geleceği için biyoloji, fizik, kozmoloji ya da henüz bilmediğimiz disiplinlerde bizi kökten yeni formülasyonlara yönlendirecek problem alanlarını keşfetmeliyiz. Tekrar edecek olursak, 
modern bilimler aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır. Kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyduklarında, bunun esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır. 

Özetle, Newton un kaldığı yerden yeniden başlamalıyız. 

 Önümüze çıkan bugünün devasa bilgi hacmi karşısında ilk yapılması gereken onu tasnif etmekti. Sonra bağlantıları kurmak için “yapay zekâ” ihtiyacı ortaya çıktı. Olasılık teorileri de, şartlı olasılık yöntemleri ile hesaplayarak öngörülerde bulunmaya yardımcı olmaktadır. Bilgi - Hafıza - Arşivleme; network ile bilgiyi sevk ve idare (elektronik bilgi alt yapısı) büyük bilgi baş etmenin formülüdür. Ancak, bunlar yetmez; zekâ, sezgi ve algı önemlidir. Bunlar Feyenard ve Lacanc terminolojisinde yer alan „bilinen bilinmeyen. olgusu bilinçdışı ile „bilinmeyen bilinmeyen. ise travmalarla ilgilidir. Bu konu yapay zekâ çalışmaları ile birlikte ele alınmalı, insan beynine eklemlenmesi ile oluşacak sezgi kapasitesi 
geliştirilmelidir. 

 Sizlere dönecek olursak; ne yapmalısınız? Birçoğumuz yansıtamıyor, bağlantı kuramıyor çünkü beyin boş, bilgi olmayınca bağlantı kuramıyor, üstelik beyin yavaşlamış, gördüğünü de algılayamıyor. Bol bol okumalı, Uğur Mumcunun dediği gibi Önce bilgi sahibi., Sonra Fikir sahibi olmalıyız. Beynimizi yanlış ve boş bilgilerle doldurmamalıyız. Ortaçağda ana teması dindi; Aydınlanmanın ise Akıl.dı. 19. ve 20. yüzyıllarda ise, tarihi harekete geçirici bir güç olarak gören bakış açısıyla bir araya gelmiş milliyetçilikti. Bizim çağımızın egemen kavramları „bilim ve teknoloji. olsa da çağımız hala Akıl Çağı dır. İnsanoğlu öğrenerek doğayı ve doğa güçlerini anlayabilir, kâinata hatta insanın geleceğine ancak akıcılık ile yön verebilir. Ben, Newton.un bıraktığı yerden devam ediyorum. 

DİPNOTLAR;

1 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, (İstanbul, 2005), 55. 
2 Viktor E. Krankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okyanus Yayınları, (İstanbul, 2010), 9. 
3 Webster.s Third New International Dictionary, Merriam-Webster, Springfield MA, 1981. 
4 Ikujiro Nonaka and Hirotaka Takeuchi, The Knowledge Creating Company, Oxford, (New York, 1995), 37. 
5 Brian P. Copenhaver, Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English  Translation, Cambridge University, (1995). A.N. Dock, A.J. Festugiere, Corpus Hermeticum, Paris, (1954).  Corpus Hermeticum.un Türkçe metni için bakınız; Mahmud Erol Kılıç, Hermeslerin Hermesi, Sufi Kitap,  (İstanbul, 2018), 70-98. 
6 Ruhun bu aslına doğru yükselişine Latinler Ortaçağ.da “Itinerarium mentis in Deum “Aklın Tanrı.ya doğru yolculuğu” derlerdi. 
7 Andre-Leroi-Gourhan, Gesture and Speech, MIT Press, (Cambridge, 1993), 19-36. 
8 Sedat Şenermen, Tarihsel Uygulamalarla Akıl Tutulması Kitlenme, Nergiz Yayınları, (İstanbul, 2017), 38. 
9 Şenermen, a.g.e., (2017), 38-40. 
10 New Scientist, Akıllı İnsanlar Niçin Aptalca Şeyler Yapar? Der.: R.Oksay, (19 Nisan 2013). 
    http://www.yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=4672 
11 Gerald Crabtree, Trends in Genetics, Our Fragile Intellect, Trends in Genetics, Jan 2013, Vol. 29, No.1, 1. 
12 Aristoteles, Metafizik, Çev. A.Arslan, İstanbul: Sosyal Yayınlar, (İstanbul, 1996), 21. 
13 Aristoteles, Fizik, Çev.S.Babür, YKY, (İstanbul, 2014), 1. 
14 Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Çev. S Babür, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, (Ankara, 1998), 76. 
15 René Descartes, Metot üzerine Konuşma, Çev: A.Altınörs, Bilge Kültür-Sanat Yayınları, (İstanbul, 2017), 15. 
16 G.W. Friedrich Hegel, La raison dans l’Histoire, Plon10/18, (Paris, 1965), 47. 
17 Immanuel Kant, Crituque of Pure Reason, Cambridge University Press, (1998), 45. 
18 Cristopher Falzon, Foucault ve Sosyal Diyalog, Çev.: H.Arslan, Paradigma Yayınları, (İstanbul, 2001), 2. 
19 Paul Feyerabend, Akla Veda, Çev.: E. Başer, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 1995), 43. 
20 Mark Neufeld, Reflexivity and International Relations Theory, Millienium: Journal of International Studies, C.22 No.1, (1993), 73. 
21 Lothi .A. Zadeh, “Calculus of Fuzzy Restrictions”, Fuzzy Sets and Their Applications to Cognive and Decision Processes, Eds. L.A.Zade, King-Sun Fu, K.Tanaka, M. Shimura, Academic Press, (1975). 
22 George J. Klir & Yuan, Bo, Fuzzy Sets and Fuzzy Logic. Theory and Applications, Prentice Hall, (1995). 
23 Bart Kosko, Fuzzy Thinking, Flamingo Kasko, (1994), 80. 
24 Alfred Tarski, Life and Logic, Cambridge University Press, (2008), 45. 
25 Necati Erbil Ertürk, Dijital ve Varoluş: Dijitalin Soykütüğüne Doğru, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Dijital Çağ, Yıl: 21, Sayı: 86, Eylül-Ekim 2018, 165. 
26 Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, Çev. G.Ekinci, Altıkırkbeş Yayınları, (İstanbul, 2005). 93. 
27 Ulrich Beck, Siyasallığın İcadı, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1999), 9. 
28 William P. Alston, Perceiving God: The Epistemology of Religious Experience, Cornell University Press, (1993), 86. 
29 Aquinas, Faith, Reason and Theolog:, Questions I-IV of his Commentary on the De Trinitate of Boethius (Trin.),  Çev. Armand Maurer, Pontifical Instit-te of Medieval Studies, (Toronto 1987), 73. 
30 Bakınız; Âl-i İmrân Sûresi: 7; Ankebût Sûresi: 43; Mü.min Sûresi: 54; Ra.d Sûresi: 19; İbrâhim Sûresi: 52;  Enbiyâ Sûresi: 67; Zümer Sûresi: 9; Mâide Sûresi: 103; Kasas Sûresi: 60; Talak Sûresi: 10; Zuhruf Sûresi: 3; Ankebût Sûresi: 63; Sâd Sûresi: 29; En.am Sûresi: 32; A.râf Sûresi: 169; Enfâl Sûresi: 22; Yûsuf Sûresi: 109; Nûr Sûresi: 61; Yûsuf Sûresi: 111; Tâhâ Sûresi: 128; Haşr Sûresi: 2. 
31 Ahmet Yaşar Ocak, Türkler, Türkiye ve İslam, İletişim Yayınları, 10. Baskı, (İstanbul, 2009), 169. 
32 Karl Heinz Hillmann, Wörterbuch der Soziologie. Kröner Verlag, (Stuttgart, 1994), 158. 
33 Theodor Reik, Dogma und Zwangsidee, Internationaler Psycho-analytischer Verlag, (Leipzig, 1927), 81. 


***

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 1

AKLIN YOLU.. BÖLÜM 1




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
24 Mayıs 2019 


“Yalnızca iki şey sonsuzdur; evren ve insanların aptallığı. Ancak ilki hakkında kuşkularım var.” 
Einstein 


Giriş 

 Bir insanın beyninin düzgün çalışıp çalışmadığını anlamak için istihbarat örgütleri iki aksiyomu çeşitli şekillerde test ederler. Birincisi “ayna (mirror)” aksiyomu olup, beynin görünen şeyin aynısını algılayıp-algılamadığına bakılır. Örneğin bir kümede (mesela bir çiftlikte) gördüğü tüm elemanları sağlıklı bir şekilde yansıtabiliyor mu? Beynin taşıyıcı ayna nöronları yetersiz olanların zihin kurgusu ve empati yeteneklerinde sorunlar vardır. Bu yetersizliğin ileri safhası ise otizme varmaktadır. İkincisi ise “geçiş (transitive) farkındalığı” aksiyomudur ve burada beynin bağlantı kurma işlevi kontrol edilir. Örneğin A, B.den büyükse; B.de C.den büyükse, A.nın C.den büyük olduğunu kurma bağlantısını algılaya bilmeli dir. 
Ya da farklı renkleri algılama yeteneği de bu aksiyom kapsamında dır. 

Beyni doğru çalışmayan bir insan ehil değildir, yani bırakın bir işte çalışmayı, mahkemede bile yargılanamaz; çünkü akli işlevleri yerinde değildir. Ama bu tür insanların çoğu kontrolsüz bir biçimde içimizde yaşar hatta devlet adamı ya da şirket yöneticisi olmuşlardır. Bu akılsız ve psikopat insanlar, belki de müdür ya da profesör olarak başınızdadır ve kendi algılama sorunları nedeni ile size hayatı yaşanmaz hale getirebilirler. Özetle bir insana akıllı diyebilmemiz için iki aksiyomu yerine getirebilmelidir; ayna ve geçiş farkındalığı. 

 Son yıllarda bazı bilim insanları akıl ve beyin işlevleri ile ilgili çalışmalardan yola çıkarak kişilik modelleri tanımladılar ve hatta bu modellerden suça eğilimli insanları analiz ettiler. Bilim dünyasında aklın kullanılması ile ilgili iki projeksiyon söz konusudur; 

- Batının kullandığı “ Rasyonel Akıl ”, 
- Doğunun kullandığı “ Muğlâk Mantık”. 

Rasyonel akılda ikili (binary) sistem vardır; bir elaman ya A.ya ya da B.ye aittir. Batı felsefesinin temeli olan rasyonel akıl, „kesinlik. üzerine dayalıdır. 

Muğlâk mantık ise çoklu (multi) sistem kullanır yani bir eleman hem A hem de B.nin üyesidir. Burada görelilik söz konusudur, tam kesinlik yoktur. Örneğin bir suyun sıcaklığı soğuk ve sıcak arasında bir yerdedir. 

Rasyonel aklın mantığı Sokrates ve Aristoteles.e kadar uzanırken, muğlâk mantığın tanımı ancak 1961 yılında ABD.de yaşayan bir Azerbaycanlı Türk tarafından yapıldı. Bu mantıktan yararlanarak yapay zekâ çalışmaları başlatıldı. Bizim hayatımız da, tercihlerimiz de genellikle muğlâk mantığa dayalıdır. Çünkü hayatımız da pek çok karar veya olgu varsayıma dayalıdır. “Allah vardır ve tek.tir” demek bir varsayımdır, bunu ispat ile uğraşmayız. 
Yönetmek işi de böyledir; varsayımlara göre idare etmek. Bu makalede, akıl üzerinden uzun bir yolculuğa çıkarak tarihten bugüne aklın, bilimin ve dinin, en önemlisi aklın yolunun nereden nereye vardığını ya da varamadığını sorgulayacağız. 

 Akıl, Zeka, Mantık ve Ruh.. 

 Felsefe Sözlüğü.ne göre; akıl, genel olarak, insanda var olan soyutlama yapma, kavrama, bağıntı kurma, düşünme, benzerliklerin ve farklılıkların bilincine varma kapasitesi, çıkarsama yapabilme yetisidir.1 Ünlü Alman filozof Gottfried Wilhelm Leibniz için akıl; aynılık, çelişmezlik, üçüncü hâlin imkânsızlığı ve yeter-sebep gibi evrensel ilkelerle işleyen bir melekedir. 

Basit bir tanımla; akıl, olaylar ve olgular arasında gerçekçi bir şekilde sebep-sonuç ilişkisi kurabilme becerisidir. Ancak, akıl somut olarak ölçülemez. Akıl herkese eşit olarak paylaştırılmış gibi görünse de herkes „akıllı. sıfatıyla anılmaz. Akıllı bir insan doğru ve yanlışı, yalan ve gerçeği ayırt edebilme yetisine sahiptir. Yaşımız ilerledikçe, olgunlaştıkça, aklımız da gelişir. 

 Zekâ; bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargıda bulunma, daha sonra açıklayarak çözme yeteneğidir. 
Zekâ, bilgi değil, değişen durumlara göre hareket etmek için yaratılıştan gelen bir kapasitedir. 
Zekâ, beynin algılama hızıdır. 
Bilindiği üzere IQ testi ile ölçülebilir ve her insanda eşit bulunmaz. Zekâ sadece analitik değil, duygusal ya da sosyal de olabilir. 

 Zekâ, etik bir anlam taşımaz, nötrdür. Bu durumda zekânın daha teknik, akılın ise daha etik bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Zeki bir insan çözüm üretebilir, akıllı olan ise ürettiğini olumlu yönde uygulama kabiliyetine sahiptir. Bir besteci müzik yapıtını aklı ile değil, zekâsıyla yaratır. Aynı besteci, en basit matematik denklemini çözemeyebilir. Burada devreye zekânın, algı ve hafıza yeteneğine göre farklılık göstermesi girer. 

 Peki "Akıllı kişi, doğru olanı seçen ve doğru olanı yapan kişidir" diyebilir miyiz? Burada da devreye „mantık. girer. Doğru düşünme, kendini akıl yürütmede gösterir. Akıl yürütme, verilen ilk yargılardan sonuç olarak yeni bir yargı çıkarma işlemidir. Gerçeğe uygun olan yargı (önerme) doğru, uygun olmayanı da yanlıştır. Doğru ile yanlış arasındaki yer “doğruluk değeri” olarak ifade edilir. Aklı yürütmede tümden gelim ve tümevarım metotlarına daha sonra döneceğiz. 

 İnsan dehası ve zekâsı söz konusu olduğunda, aklımıza çoğunlukla en zeki ve en yetenekliler gelir. Ancak, en zeki insanların bile aptalca kararlar aldıkları, zekâları ile bağdaşmayan davranışlarda bulunduğu gözleniyor. Aptallık, büyük ölçüde gereksiz detayları elimine ederek kısa yoldan çözüme ulaşmaya çalışan zihnin, mantığı tümüyle rayından çıkarmasına bağlanıyor. Beynin bu eğilimine “höristik strateji-zihinsel kısa yollar” adı veriliyor. 

 Mantıksız, saçma, budalaca fikirlerin peşinden gidenlerin hepsi düşük IQ lu değildir. 

IQ testlerinden yüksek bir puan almanız sizin aptallık yapmayacağınız anlamına gelmez. 

IQ derecesini belirleyen çeşitli faktörler vardır. Zekâ farklılığının % 30.u, içinde yetiştiğiniz koşullardan, örneğin beslenme ve eğitimden kaynaklanır. 

 Akıl ile ilişkili diğer başlıca kavramlar, “ruh”, “akıllı ruh” ve “anlama yetisi”dir. Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak dinlerin ve ruhçu felsefelerin insanın vücudunda bulunduğunu kabul ettikleri, yaşamın özü saydıkları, canlılığı sağlayan, maddesel olmayan varlık, ölümsüz sayılan töz, ilkedir. İnsan ruh ve bedenden oluşan bir canlıdır. 

 İnsan ruhtan öte bir şeydir, bir nesne de değildir. İnsan nihai anlamda kendini belirleyen bir varlıktır2. Aslında çoğunluk tarafından dini bir motifle ele alınan ruh, bu anlamda insanın öldükten sonra da yaşamını devam ettiren tarafı ve bedeni ayakta tutan enerji olarak bilinir. Bu anlayışa göre, ölümün tanımı ruhun bedeni terk etmesidir. Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi sonlu bedenimizin bir ömre sığdıramadığımız arzularının bir ürünüdür. 

 İnsan ruhunun düşünmek, akıl etmek, tasavvur etmek, bir hükme varmak gibi faal/aktif yansımaları ise „akıllı ruh. kavramında toplanır. İnsan ruhunun akli yanı kadar öyle olmayan yanları da vardır. Onun faal/etkin olmadığı edilgin/pasif hâllerini belirtmede “duygu etkisi (passion)” terimi işlevseldir. Duygular, ruhun maruz kaldığı, tesir altında kaldığı, etkilendiği korku, hiddet, elem, aşk, vb. hâllerdir. Aklımıza gelen her şeyi isteyebilir (düşünebilir) olup, aklımıza gelen her şeyi bilemememiz, istediklerimiz ve bilebildiklerimiz arasında belli türden bir uyumsuzluğa yol açmaktadır. 

 Anlama, bir şeyi tecrübe, ilgi veya temas kurmak yolu ile belirli bir ölçüde aşina olarak bilme durumudur.3 Bu aynı zamanda gerçeğe ulaşmak için insan beyninin dinamik gerekçelendirme sürecidir.4 Anlam (logos), mantıktan (logic) daha derindir. Orta Çağ.da bazı papazlar, her şeyi insanlar için yarattıklarını düşündüklerini Tanrı.nın sivrisineği neden yarattığını anlayamadıkları için dinden çıkmışlardı. 

 Anlama yetisi (sezgi) ile akıl arasındaki anlamsal nüansı meydana getiren şey, ilkinin aklı kullanmaya yönelik (discursive) işleyiş tarzıdır. Anlama yetisi bu itibarla aslında sadece aklın özel bir çalışma biçiminin adıdır. “A, A.dır”, “düşünüyorum”, “varım”, vb. dolaysız hakikatleri sezen aklın yanında anlama yetisi bazı ilk yargılardan hareketle çıkarılan sonuçlar olarak dolaylı hakikatler sunar. Yani denebilir ki anlama yetisi; sezgisel (içgörüsel, intuitive) hakikatlerin kendisinden kaynaklandığı meleke olarak aklın, sezgiye tabi hakikatlere varmak 
üzere işleyen hâlidir. 

 Özetle, sorunumuz doğru bilginin ne olduğu ve nasıl elde edileceğidir. Bu bilgi her ne ise gerçeğin farkındalığını yaratacaktır. Doğru bilgiye sahipsem, bir gerçeğin de farkındayım demektir. Bu bilgiyi elde etmek için uygun yöntem mantığı kullanmaktır. Yani mantığı kullanma kapasitem „akıl.dır. Gerçeği bulmak için aklı yürüttüğüm zaman yeni bilgiye ulaşırım. Mantık, gerçekle uyumlu düşünme yöntemidir. 

 Bilgi, şeylerin nasıl olduğuna bakarak akıl yürütme ile sağlanır. Kimlik aksiyomuna göre; „şeyler ne ise o.dur. Yani sandalye, sandalyedir, masa değildir. Şeyler, varlıkları ve özellikleri ile benzerdir. Bilgi gerçektir ve insanın aklı ve mantığı kullanma kapasitesi ile elde edilir. Ancak, görecelilik (relativity) teorisi ve kuantum mekaniği kimlik prensibinden sapmaktadır. Görecelilik teorisi bilginin gerçek olduğuna karşı çıkarken, kuantum mekaniği ise parçacıkların mutlak özellikleri olmadığını söyleyerek ters düşer. 

 Öte yandan farklı insanlar farklı duyu bilgilerine sahiptir. Örneğin bir anıta bakan insanlar durdukları yere göre farklı izlenimlere sahip olabilirler. Her biri anıt için farklı bir görüntüye sahiptir. Bu yüzden insanların aynı şey hakkında farklı açıklamaları olabilir ya da aynı sandalyeye bakıp, farklı akıl yürütmelerle farklı sonuçlara ulaşabilirler. Bazen de sonuçlara farklı yöntemlerle ulaşılabilir. 

Yaratılış ve Akıl.. 

 Peki, akıl neden insana verildi? Tanrı.nın verdiği aklın sınırları neler? Akıl ile ne yapmamız isteniyor? Bu konu ile ilgili analize din ve laiklik bölümünde de gireceğiz. Önce Hermetik bilgilerle başlayıp, sonra felsefe ve akıl konusuna odaklanacağız. 

Hermes.in hikâyesi Âdem.in yedinci kuşak torunu olarak Nuh Tufanı öncesinde başlar. Daha sonra Mısır.a uzanır ve antik Grek inancından İslam.ın söylemine (İdris Peygamber olarak) aktarılır. Hermes.i binlerce yıldır cazip kılan Tanrı bilgisine (hikmet) ulaşmak için öngördüğü akıl yolculuğu ve yaratılış kozmolojisi oldu. Şimdi Hermes.e atfedilen Corpus Hermeticum.dan (CH) seçtiğimiz cümlelere bakalım.5 

“Yüce Akıl (Tanrı), kendisine benzeyen bir yaratık olan (gayr-i cismani) insanı yaratır. Bu insandan her biri (CH I; 16-17); 

1. Toprak ve sudan mamul bir kesif beden, 
2. Ateş ve havadan mamul bir hayati ruh (pneuma), 
3. Cismani olmayan bir nefs ve akıldan mürekkeptir. 

Ruh (nefs) bedendedir, akıl ruhtadır, Tanrı akıldadır. Akıl, ruhun üzerinde faaldir. 
Ruh, havanın üzerinde faaldir. Hava da kesif maddeler üzerinde faaldir. ( CH XI; 13b, 14a). 

Kâinat, Ruhlarla (nefslerle) doludur. İnsan ruhu, külli ruhun (Tanrı) parçasıdır. Ruh, kısa bir zaman için yeryüzüne inecek, maddeyle birleşecek ama maddeye boyun eğmeyecektir. 
İmtihanı kazanamazsa o ruhta bulunan ilahi nur sönecek ve ruhu yalnız başına karanlık içerisinde bırakıp yukarıya doğru gidecektir. Ruh da ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir 6. 

Bilginin her parçasında hakikat nüvesini taşıyan bu şarta bağlı olmayan ve değişmeyen unsur, saf Ruh ya da Akıl’dır. Varlıklar içerisinde yalnızca insan, İlahi Aklı tam manasıyla yansıtabilen dir. 

Böylece her şey Tanrı’ya bağımlıdır, akıl tarafından idare edilir ki, Tanrı ezeli ve ebedidir, düşüncelerle anlaşılmaz. Akledilebilir âlemi yalnızca akıl gözüyle görülebilir. (Hermetica, C.II, s.28). 

Her şey Tanrı’nın düşündüğü düşüncelerdedir (CH XI; 17b-20a). 

“.. Akıl, Tanrı’nın en temel cevheridir. Nasıl ışık, güneş tarafından saçılırsa, akıl da Tanrı tarafından saçılır. O, insana girer ve bazılarını ilah yapar. İnsan ruhu, cisimlenme ile birlikte hazların kötü etkileri nedeniyle (ahlakı) bozulur. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir (CH XI; 5-8). 

İnsanlık arasında her ne kadar dillerde farklılık varsa da her millette konuşma bir ve aynıdır. Konuşma, aklın bir suretidir. Akıl da Tanrı’nın bir suretidir (CH XI; 12, 13a).” 

 Görüldüğü gibi bütün semavi dinlerin kitaplarında adı geçen Hermes.in öğretisine göre; Tanrı, Akıl.da olduğu gibi insan ruhu da külli ruhun (Tanrı.nın) bir parçasıdır. Akıl, kaderden üstündür ve içinde bulunduğu ruhu kaderin ellerinin ulaşamayacağı yere yükselmeye muktedirdir. 

Bilim insanları ise insanın evrimi konusunda başka açıklamalar getirmişlerdir. Antropoloji, insanda beynin gelişmesini şu şekilde açıklar: Dört ayaklıdan iki ayaklıya geçiş ile birlikte dik duruş ve alet kullanma becerisinin belirleyici oldu, yürüme görevinden kurtulan elin manipüle ve kavrama yetisi kazanarak aynı zamanda bir önceki işlevinden boşa çıkan ağın da konuşmaya elverişli hale geldi7. Burada beyine atfedilen rol ikincildir. El ve alet kullanımı ile dik duruş, beynin gelişim sürecinde kortikal alanın açılması ile beyine kalan 
alanın ve böylece aklın gelişmesini de sağlamıştır. 

 Beynimiz; 

(1) Yaşamın ve türün sürdürülmesine, 
(2) Tehlikeyi yakalamaya, 
(3) Denge (bozulduğunda) sistemi tekrar dengeye döndürmeye ( Stres Tepkisi ) programlanmıştır.8 

 Beynimizin katmanları şu şekildedir:9 

(1) Beyin sapı ya da alt beyin. 
(2) Orta beyin ya da Limbik sistem (duygusal beyin). 
(3) Üst beyin ya da neokorteks (mantıklı düşünen beyin). 

 - Alt beyin; yaşamsal fonksiyonlardan ( Kalp atışı, Soluk alıp-verme, uyanıklık ve uyku hali gibi) ve tehlikelere tepki vermekten sorumlu bölgedir. 

 - Limbik sistem, vücut ısısı gibi dengeler yanında korku, öfke, haz ve üzüntü gibi en temel duygulardan sorumludur. 
Alt beyin ana karnında gelişirken, orta beyin özellikle ilk beş-altı yılımızda tutulan kayıtlarla kişiliğimizin temelini oluşturur. 

- Üst beyin güçlü olduğunda güç ve güvenlik düşkünü alt ve orta beyini yönetebilir, güçlü olmadığında ise kolaylıkla devre dışı kalabilir. 

Beyindeki sinir bağları, kullanım sıklığı arttıkça güçlenir yani bilgi hatırlanır. Sevgiye, saygıya ve şefkate dayalı bir yaşam sürmemiş olanlarda orta beyin sorunlu olduğundan alt ve üst beyin bağlantısı zayıf olabilir. Bağlantı sorunları algılama hatalarına yol açar, örneğin ihtiyaçlarımızı ve isteklerimizi karıştırırız. Üst beyini daha çok kullandıkça daha az savunmacı, daha az duygusal ve daha çok mantıklı olur, stresimiz de azalır. 

 İnsan beyninde bulunan her biri beş bin bağlantı kurma yeteneğine sahip milyarlarca hücre olmasına rağmen, pek çok bağlantı asla kurulamamakta, mesajlar, duygular, görüntüler ve düşünceler gereğince algılanamamakta, beyinlerimizin içinde sonuçsuz bir biçimde birbirleriyle çarpışıp durmaktadırlar. Tarihin fark edilmemiş fırsatlarla dolu olmasının nedeni budur. Bunca duygu ve düşünce döllenmeden kalmıştır. İnsanlar kendilerine söylenenlerin çoğunu hiç duymamaktadır, gözlerinin önünde apaçık duran şeyleri fark edememektedir. 

Diğer yandan, genler, iki insan arasındaki zekâ farkının % 40.ından sorumludur.10 

Bu farklılıklar beynimizdeki bağlantılarda kendini gösterir. Daha zeki beyinlerde nöronların arasında daha verimli bir ağ bağlantısı olduğu izlenir. Nöral bağlantılar, verimli zihinsel bağlantıların kurulmasında biyolojik bir temel oluşturur. Stanford Üniversitesi.nden Gerald Crabtree, zekâmızın sürekli olarak mutasyon geçiren 2000-5000 gene bağlı olduğunu ileri sürer.11 

 Felsefe ve Akıl.. 

 Akılcılık/rasyonalizm akımının kökleri Sokrates.e ve onun öğrencisi Platon.a uzanır. Sokratesin gerçeği soruşturma yöntemi; diyalog, aklı ve mantığı esas alır. Sokrates.in başlıca kılavuzu, müzakere edilen konu hakkındaki rakip varsayımları sınama ve geçersiz kılınanları da adım adım aşarak daha dayanıklı varsayımlara yol almakta kullandığı akıl.dır. Platon, doğru bilgi kaynağının duyusal tecrübe değil, akıl olduğunu söyler. 

   Batı felsefesi tarihine bakıldığında, insanın doğadaki ayırt edici vasfın akıl olduğu fikrinin temellerinin Aristoteles.e dayandığı görülür. Aristoteles meşhur tanımında insanın “akıllı hayvan” olduğunu söyler. Aristoteles e göre her varlığı o varlık yapan değişmez bir öz vardır. 
İnsanı insan yapan bu öz, onun düşünebilmesidir. 

  Aristoteles, Metafizik adlı eserine “bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler”12 önermesiyle başlar. Aristoteles.in metafizik bahsinde varlık ile varolanları bilmek, kavramak ve bunları anlamak için Fizik.te temellendirdiği ilkeler, her zaman bir şeyin oluşan olarak taşıyıcı olması gerektiğini öngörüyordu.13 Akıl (reason) ise bu imkânı kendi içerisinde kendi 
kendisinde taşımaya ehildir keza akıl, akıl yürütme (reasoning) esnasında kendinden başkasına ihtiyaç duymayacaktır. 

Aristoteles.e göre; insan aklının üç temel işlemi bulunmaktadır. Bunlar; 

(1) Bilmek (theorein), 
(2) Yapmak (prattein) ve 
(3) Yaratmak.tır (poiein). 

 Bütün bilimler aklın bu üç işleminden doğmaktadır. Bilmek işleminden; teorik bilimler (matematik, fizik), yapmak işleminden uygulamalı bilimler (ahlak, ekonomi, politika) ve yaratmak işleminden şiirsel (söz söyleme/belagat, mantık) bilimler doğarlar. 

 Aristoteles, ayrımına gittiği bu üç etkinliğe üç değer atfeder. Teorik bilimler.in değeri ve amacı “doğruluk” ve “hakikat”, Poiesis.inki “fayda”, Praxis.inki ise “iyi”dir. 

 Aristoteles.e göre eylemin kaynağı yalnızca arzu değildir çünkü arzu seçim veya tercih yapamaz. Yalnız başına akıl da olamaz çünkü akıl kendi başına hiçbir şeyi hareket ettirmez. 
Eylemin kaynağı arzu ile birlikte bir amaç peşinde koşan akıldır. (Akıllı arzu) 

 Aristoteles ruh, akıl ve arzu ayrımından yola çıkarak erdemleri de ikiye ayırır; ruhun akıllı kısmından kaynaklanan düşünce (entelektüel) erdemleri ve ruhun akıllı olmamakla beraber aklı dinleyen kısmına dayanan karakter (ahlaki) erdemleri14. 

 Duyuların yanıltıcı olduğu fikri ile yola çıkan modern felsefenin kurucusu Fransız filozof Rene Descartes, “Akıl” anlamında kullandığı ve “iyi hüküm verme ve doğruyu yanlıştan ayırt etme kudreti” olarak tanımladığı sağduyunun bütün insanlarda fıtraten eşit olduğunu savunur.15 Descartes duyuların yanıltıcılığını, değindiği birçok örnekle eleştirmesinin ardından, kendisinden kuşku duyulamayacak ilk akli hakikat olarak „cogito ergo sum’a ulaşır; “Düşünüyorum, o hâlde varım”. 

 Hollandalı filozof Baruch Spinoza.daki aklın ezelî-ebedî olanı da kavrayabileceği yönündeki “mutlak akılcılık” ile Alman G. W. F. Hegel.in metafiziksel bir olgu olarak büyük “Akıl” vurgusundaki akılcılık, yelpazenin iki ucudur. Spinoza, akla dair minimalist bir anlayış ile bir akıl yürütme zincirinin, bir ispatlamanın geçerli olabilmesi için asgari akli şartlarını ima eder. Hegel.in maksimalist akıl anlayışına göre ise “Akıl dünyaya hükmeder ve dolayısıyla, bizzat evrensel tarih de akli biçimde açılıp serilmiştir.”16 

Kant, aklın sormaktan kaçınamadığı bazı sorular yüzünden insanı yanılsamalara düşürdüğünü belirtir. 
Aklı bu kadar meşgul edip bir türlü bilgisine ulaşamadığımız nosyonlar aklın yanlış kullanımından türerler. 
Bahsi geçen yanılsamaların üç çeşit olduğunu belirtmektedir; ampirik, mantıksal ve transandantal. İlkinin yanlış duyumsamadan kaynaklı olduğu ve kısa bir odaklanma ile ortadan kalkacağını; ikincisinin mantığın formel kullanımındaki hatadan kaynaklı olduğunu ve buradaki doğru kullanımla üstesinden gelineceği ni ifade eder. Üçüncüsünde ise farkına varmanın zorluğunun yanı sıra üstesinden gelmenin imkânsızlığı söz konusudur; düşünürüz bilemeyeceğimizi bildiğimiz halde. 

 Kant ın “transandantal diyalektik”i doğal ve kaçınılmazdır; öznel olanı nesnelmiş gibi yutturur. 
 Tözler: ruh, evren ve tanrıdır. Bunlara yer açan; sonlu varlığımızın ardında sonsuz bir kaynak; sınırlı doğamızın ardında sınırsız bir evren; ve gerçeklerin ardındaki idealdir 17. 
 Kant; Descartes, Leibniz veya Spinoza gibi teknik felsefi manada tam bir rasyonalist olmadığı hâlde (daha çok rasyonalizm ile ampirizmin bir sentezini savunmuştur) seküler manada bir akılcıdır. 

 Seküler akılcılığın 19. yüzyıldaki büyük temsilcisi ise Auguste Comte tur. Meşhur üç hâl yasasıyla Comte, teolojik ve metafizik dönemlerin ardından gelen pozitif ve bilimsel bir dönemin öncüsüdür. Comte.un mirasının 20. yüzyılın ilk yarısında hüküm sürmüş versiyonu olarak neo-pozitivizm de metafizik eleştirisiyle seküler akılcılığı bünyesinde taşımıştır. 

 20. yüzyılın ikinci yarısı, Batı düşüncesinde büyük bir değişime, “öznenin ölümü” ya da “insanın ölümü” fikri olarak anılan bir değişime tanıklık etmiştir. Bu fikir öncelikle, düşünce ve eylem için nihai bir zemin sağlayan modern transandantal ben, zaman dışı ve evrensel insan doğası varsayımlarına dönük bir kuşkuculuğu ihtiva eder.18 Bu çağdaş kuşkuculuk, Falzon.a göre postmodern felsefi pozisyonun veya düşünme tarzının asgari müşterek özelliğidir. 

 Postmodern pozisyonun tipik bir örneği olarak Feyerabend.a göre “akıl-dışı” diye mahkûm edilen usullerin bizi başarıya götürdüğü ve buna mukabil akılcı usullerin muazzam sorunlara yol açtığı vakidir. Neticede ona göre akla elveda demenin zamanıdır.19 Feyerabend.a göre; özgür bir toplum ancak, akılcılığın yerine kültürel rölativizmin ikame edilmesiyle kurulabilir. 

  Bilim Felsefesi ve Akıl.. 

Bilim felsefesini anlamamız için neyin nasıl düşündüğü ile ilgili genel bir çerçeve çizelim (Şekil 1). 


Şekil 1: Bilim Felsefesinin Ana Dalları 


Felsefenin temel konularından biri olan „varlık. konusu hakkında konuşmak, „Ontoloji. yani varlık bilimi yapmak demektir. Ontoloji bilimi bizim düşünsel üretimimiz olmayan alanla ilgilenir. Bizim düşünsel üretimimizle ilgilenen bilime ise „Epistemoloji. denir. Yani ontoloji, varlık bilimi ise epistemoloji „ bilgi bilimi dir. Ancak, ontoloji ve epistemoloji birbirlerinden bağımsız değildirler. Birbirlerini etkilerler ve dönüştürürler. Yani, insan kendi dışında olanı sadece algılamakla kalmaz, aynı zamanda yorumlar. 

 İlk çağlarda Thales gibi filozoflar geniş konuları kapsayan metafizik (epistemoloji ve Ontoloji) ile ilgileniyorlardı. Evreni oluşturan temel, öz maddenin bulunması amaçtı. 
Felsefecilerin bu konuda farklı fikirleri (ateş, su, toprak, hava) akıl ve bilgiye yönelmelerine, elde edilen bilgilerinin sorgulanmasına sebep oldu ve epistemoloji (bilgi felsefesi) bugün bile felsefe dalı olarak güncellenip devam ediyor. 

Bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış akıl yürütmenin ayrımını yapmaya çalışan „mantık. disiplini ise önceleri geniş felsefe konularından biri olarak görülürken günümüz felsefesinde „kanıt teorisi. kapsamında incelenmeye başlanmıştır. Günümüz felsefesinde mantık artık tamamen kaos dahil modern matematiğe dönüşmüştür. 

Felsefenin epistemoloji ve ontoloji.yi inceleyen bir dalı olarak yüzyıllarca devam etmesine rağmen, metafizik; günümüz felsefesinde sürekli değişim sonucu ölüm, yaşam, tanrı vb. konulara hapsolmuş ve alanı daralmıştır. Metafiziğin içinde olan din felsefesi, dil felsefesi ve bilim felsefesi gibi konular kendi dallarına ayrılıp metafizik.ten kopmuşlardır. Önce, epistemoloji ve teoloji metafizik.ten ayrılmış ardından bilimin gelişmesi ve ontolojik bakış.a dönüşmesi ile ontoloji de metafizik dışına itilmiştir. 

Varlık bilimi olan ontoloji; din, dil, bilim ve felsefenin diğer uğraşı alanlarında benzer kavramların “gerçek mi sahte mi?” sorusu ile ilgilenir ve yüzyıllar boyu metafiziğin bir dalı olarak süregelmesine karşı günümüz felsefesinde tamamen bilime dönüşmüştür. 


Tablo 1: Varlık Felsefesi (Ontoloji) 

Bilgi bilimi olan epistomoloji ise günümüz felsefesinde metafizikten ayrıdır ve bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı dört ana grup çerçevesinde irdelenir; 

- Rasyonalist (us, akıl), 
- Ampirist (deneyci), 
- Sensüalist (duyular) ve 
- Sezgiciler. 

   Rasyonalizmde bilginin kaynağı akıldır, Empirizmde ise deneyidir. Pragmatizmde faydalı olan bilgi doğrudur. Entüisyonizmde ise bilginin kaynağı sezgidir. 

   Rasyonalizmin (Akılcılık), en önemli temsilcileri arasında Sokrates (Diyalektik Konuşma), Platon (İdealar kuramı), Aristoteles (madde-form ilişkisi), Descartes (Metodik şüphe), Hegel (Diyalektik idealizm: tez-antitez-sentez), Farabi ve Leibniz sayılabilir. 

   Empirizmin (Deneycilik), önde gelen isimleri ise Epiküros, Gassendi, John Locke, David Hume, George Berkeley, Condillac ve Herbert Spencer.dir. Empirizm akımı, bilgilerimizin kaynağının duyu ve algılar olduğunu, doğuştan aklımızda hiçbir bilginin bulunmadığını ileri sürer. Ayrıca doğru bilginin ve dolayısıyla genel-geçer bilginin mümkün olduğunu savunur. John Locke.a göre; göre insan zihninde doğuştan hiçbir bilgi yoktur. Ona göre zihin başlangıçta üzeri yazılmayı bekleyen boş bir levhadır (Tabula Rasa). Her şey sonradan bu levhaya duyum ve deneyler aracılığıyla yazılır. 
Tüm bilgiler deney sonrasıdır (a posteriori). 

 Sensualizmde (Duyumculuk) ise Fransız aydınlamacı Étienne Bonnot de Condillac, empirizmi tümüyle duyumculuğa indirger. Condillac.a göre, tüm bilgilerin kaynağı duyulardır. Duyu verilerinin dışında hiçbir sonuç bilgi değildir. Düşünceyi duyuma ek bir bilgi kaynağı olarak görmez. 

 Entüisyonizm de (Sezgicilik); sezgi aklın doğrudan doğruya, yani araçsız olarak bir şeyin algısını elde etmesi manasına gelir. Yani aklın bir hamlede, birden biri yani aniden algılaması bir sezgidir. Sezgicilik, akıl ve duyumu gerçeği bulma ve bilme aracı olarak kabul etmez. Çünkü bunlar, bulmak ve bilmek için araçlara muhtaçtırlar. Oysa gerçek ve öz biliş, hiçbir araç olmaksızın, doğrudan doğruya sezgi gücüyle bilmekle mümkündür. En önemli temsilcileri Gazali ve Henri Bergson.dur. 

 Pragmatizm e (Faydacılık) göre bir şey yararlı olduğu sürece değerli, önemli ve doğrudur. Gerçeklik ve doğruluk insanın eylemlerinin sonuçları, başarıları ve yararlarıyla değerlendirilmektedir. 

Güzellik bilimi olan „ Estetik ise „ Değer teorisi ya da aksiyoloji adı verilen felsefenin bir dalıdır. Duygu ve beğeninin yargılanması olarak da tanımlanan “ Duyusal- Duygusal ” değerleri inceler. Sanat felsefesi ile yakından ilişkilidir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***