Ulusal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulusal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2016 Cuma

2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 2


2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 2 



Yazar: Ümit Özdağ
22 NİSAN 2014 SALI



         AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER

         2013 başında nispeten canlanan Türkiye-AB ilişkileri sene içinde önce Gezi olayları sonra 17 Aralık soruşturmalarına AKP Hükümetinin verdiği hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığını askıya alıcı yaklaşımdan ötürü kontrollü ancak ağır bir gerilim içine girmiştir. Başbakan Erdoğan’ın AB’nin tepkisini minimize etmek için önce Brüksel sonra Berlin’e yapmış olduğu ziyaretlerin tepkiyi ortadan kaldırdığını söylemek mümkün değildir. 2014’e Türkiye-AB ilişkileri 2013’ün yükü ile girmektedir. 2014’te ikili ilişkilerde köklü bir gelişim beklenmemelidir. Ancak ABD ile ilişkilerde Kıbrıs ve sözde Ermeni soykırımı konusunda verilmesi muhtemel tavizler ilişkilere geçici bir bahar yaşatabilir.

         TÜRKİYE: SİYASAL DURUM

          AKP Hükümeti 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden % 44’lük bir oy alarak beklenenin altında oy kaybına uğramasına ve galip çıkmasına rağmen Türkiye halen Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile bir Fetret Döneminden geçmektedir.1402’de Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince Osmanlı Devletinde iktidar Yıldırım Bayezid'in oğulları  arasında bölündüğü dönem için bu kavram kullanılmıştır. Her birisi ülkenin bir yanına hakim olan şehzadeler ülkenin diğer  bölgelerini de ele geçirmek için birbirleri ile savaşmışlardır. 1413’de I. Mehmet Han iktidarını sağlamlaştırmış ve Fetret Devri sona ermiştir.
         Erdoğan, kendi iktidarını Fetret Devri olarak nitelendirmesinin nedeni ülkemizde de aynı anda çoklu iktidar yapısının oluşmasıdır. AKP devleti, Hizmet Cemaati devleti, KCK devletive Türkiye Cumhuriyeti devleti. Bu dörde parçalanmış yapılar arasındaki çatışma ve müzakere süreçleri, 2014’ün iç politik gündemini belirleyecektir.Ancak önce mevcut durum tespit edilmelidir.

         Türkiye Anayasal Durum: Anayasa Askıda

          17 Aralık 2013 sonrasında ise ülkemizde AKP Hükümet tarafından gerçekleştirilen bir anayasal darbe ile anayasa askıya alınmıştır. Türkiye halen anayasası kısmen ve Hükümetin uygun bulduğu maddeleri uygulanan bir ülke durumundadır.  Hükümet, yargının aldığı kararları uygulamayarak, mevcut anayasal rejime son vermiştir. Anayasanın  yargı bağımsızlığını güvence altına alan 138. maddesi AKP Hükümeti tarafında fiili güç kullanımı ile askıya almıştır. Artık Türkiye'de bir hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir.
        Öte yandan ülkenin Güneydoğu Anadolu bölgesinde yürürlükteki kanunlar dahi uygulanmamaktadır. Yürürlükteki yasaların uygulanmasını engelleyen siyasi iktidar ve mülki amirlerdir.
        AKP Hükümeti 17 Aralık 2013’den bu yana yürütmeye bağlı güçlere ve özellikle polise kaynağını anayasa ve yasalardan almadığı gibi anayasa ve yasalara aykırı olan emirler vermektedir. Bu yasa dışı emirler vali, polis ve jandarma tarafından uygulanmaktadır.  İktidardaki bir partinin anayasal rejime darbe yapması çok sık rastlanmayan bir husus olmakla beraber olmaktadır.İktidarın anayasaya karşı darbe yaparak anayasa ve yasaları askıya alması fiilen Türkiye'de anayasasız bir rejimin başladığını göstermektedir.

          Türkiye: YargıKendisine Karşı Darbe Yapılan Yargı Bağımsız mı?

          AKP Hükümeti’nin kendisine karşı darbe yaptığı ve Anayasa’nın 138. Maddesi ile güvence altına alınmış olan yargı erkinin bağımsız olduğunu söylemek mümkün müdür? Yargının bağımsız olabilmesi tarafsız olmasına bağlıdır.Tarafsız olmayan bir yargı bağımsız bir yargı da olamaz.AKP iktidarı "CHP’li olmayan" bir yargı oluşturacağım" iddiası ile anayasa referandumu sonrasında yargıyı büyük ölçüde ve en etkin noktalarında Hizmet hareketine sempati duyan bir yapıya teslim etmiştir.
          Eğer bir hakim veya savcı, adli hiyerarşi dışında bir hiyerarşi ve kendi vicdanı dışında bir vicdanın kararlarında belirleyiciliğine izin veriyor ise orada "tarafsız" bir yargıdan bahsetmek mümkün değildir. Yargı tarafsız olmadığı noktada da bağımsız değildir. Yargının bu durumu AKP Hükümetini hiç rahatsız etmemiştir. Aksine zaman zaman gelen göstermelik ve sözde/cılız itirazlar dışında her eylem ve karar iktidar tarafından onaylanmış ve savunulmuştur. Ancak AKP’nin inşasına destek verdiği, onayladığı, desteklediği yapı hangi saik ile olur ise olsun yolsuzluk soruşturmalarına başlayınca,  AKP Hükümeti özü itibarı ile şunu söylemiştir: “Subayları yargılayabilirsiniz ancak çocuklarımızı yargılayamazsınız.”

          Yargının Bağımsız Olmaması Anayasal Darbeyi Haklı Kılmaz

          Yargının kısmen dahi olsa bağımsız/tarafsız olmaması AKP Hükümeti'nin anayasal darbe gerçekleştirerek anayasayı askıya almasını haklı çıkarmaz. Hükümetler anayasaya sadık kalmak ve sorunları anayasanın sağladığı imkanlar çerçevesinde, hukuk devletinin ilkeleri içinde çözmek zorundadırlar. Çünkü, arkasında hangi politik saik olur ise olsun, ki kişisel kanaatim vardır,  yargının 17 Aralık’tan bu yana sürdürdüğü yolsuzluk soruşturmalarının tamamı hukuki eylemlerdir. AKP Hükümeti, bu soruşturmaların arkasında bulunduğunu ileri sürdüğü kişi, grup ve hatta motifler ile politik, ekonomik, kültürel her türlü mücadeleyi verebilir. Ancak yargının kararlarına karşı anayasa dışı müdahaleler AKP Hükümetini anayasal darbe çerçevesinde anayasa suçu işler duruma düşürmektedir.

        AKP DEVLETİ-CEMAAT DEVLETİ ARASINDAKİ ÇATIŞMA

        AKP ile Gülen Cemaati arasında koalisyon yıkılmış ve yerini çok sert bir çatışma süreci almıştır.  30 Mart yerel seçimlerinden istediği seçmen desteğini alarak çıkan Erdoğan, Gülen Cemaatine karşı kapsamlı bir operasyon başlatacaktır. Gülen Cemaati, bu operasyona küçümsenmeyecek kaynakları ile cevap verecektir. AKP ile Cemaat arasındaki çatışma, iktidar ile muhalefet arasındaki mücadeleyi de tırmandıran bir etki yapacaktır. Bu sürecin Türkiye’nin iç politik istikrarsızlığını artıracağı muhakkaktır.30 Mart 2014 seçimleri tarafların köşelerine çekilmeleri ve dinlenmeleri için bir ara olmayacak, aksine daha sert bir şekilde birbirlerine saldırmalarına için bir nefes arası olacaktır.
      Bir dış dinamiğin etkili müdahalesi olmadığı veya öngörülmesi mümkün olmayan derecede etkili bir bilgi sızdırması Başbakan Erdoğan’ı istifaya zorlamadığı takdirde genel seçimlere kadar sürecek olan bu “iç savaştan” AKP Hükümeti galip çıkacaktır. Çünkü bir cemaatin devlet ile savaşını cemaatin kazandığı tarih boyunca görülmemiştir.  Öte yandan bu “iç savaştan” ve politik istikrarsızlıktan en fazla karlı çıkan PKK/BDP olacaktır.  

           PKK TERÖR ÖRGÜTÜ ve DEMOKRATİK ÖZERKLİK

            PKK tarihinin politik ve askeri olarak en güçlü seviyesine ulaşmıştır. PKK, müzakere sürecini çok doğru adımlar ile değerlendirmiştir. Meşrulaşma sürecinde önemli adımlar atmıştır. Güneydoğu Anadolu’da devlet mekanizmasına paralel KCK “devlet” mekanizmasını kurmuştur. PKK’lı çeteler kırsal alanda kurtarılmış bölgeler oluşturmuşlardır. Başbakan yardımcısı“ Öcalan Kürtlerin lideridir tespiti yaparken, “devlet nasıl olsa PKK ile anlaşıyor ve bizi sattı” diyen devlet yanlıları, artık PKK’ya direnmekten vazgeçmiştir.  Hakkari ve Şırnak’ta PKK son aylarda 20 bin kaleşnikof dağıtarak kendi “korucu” sistemini oluşturmuştur. Örgüt, Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak’ta kent merkezlerinde beton sığınaklar oluşturmuştur.  Amaç, kırsala dayalı kent gerilla savaşı için hazır olmaktır.

           PKK “şehitleri” dedikleri mezarlıklar 24 saat silahlı PKK’lılar tarafından korunmaktadır. Kırsal alanda PKK kurtarılmış bölgelerine mülki idare tarafından askere operasyon yaptırılmamaktadır. Polis karakollarına kilitlenmiştir.  Asker kışlalarına çekilmiştir. Dışarıya çıkan askeri birliklere PKK flamaları sallayan terör örgütü yandaşları tarafından hakaret edilmektedir. Şırnak’ta sınırda kaçakçılık hattında yol yapımı sırasında askerlere saldıran PKK sempatizanlarının “ Nasıl olsa kısa bir süre sonra Kürdistan’ı terk edeceksiniz. Ne uğraşıyorsunuz? diyerek hakaret etmesi bölgeye hakim olan ruh halini göstermektedir.

         2006’da Oslo’da gizli olarak başlayan ve 2009’da açıklanan müzakere sürecinde PKK’nın şimdiye değin elde ettiği tavizleri şu şekilde sıralanabilir.


1)      Devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayına başlanması,
2)      Kürtçenin devlet okullarında seçmeli ders olması,
3)      Üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılması,
4)      Kuzey Irak ile işbirliği ile Kürtçe öğretmeni yetiştirilmesi,
5)      Bölücü propagandanın serbest bırakılması,
6)      KCK tutuklularının direnişi üzerine Kürtçe savunma hakkı tanınması,

7)      Kürtçe bilme şartı ile kamu görevlisi istihdamı,
8)      İdari federasyonun altyapısını kuran Büyükşehir Belediyeler yasasının kabulü,
9)      Yerleşim yerlerinin isimlerinin Kürtçeye dönmesinin önünün açılması,
10)  Seçim çalışmalarında Kürtçe propagandanın serbest bırakılması,
11)  Terör örgütü suçlarından yargılanan ve mahkum olanlarının parti üyeliğinin önünün açılması,
12)  W, q, x harflerinin kullanımın serbest bırakılması,
13)  Özel okullarda Kürtçe eğitim serbest bırakılması,
14)  Siyasi parti faaliyetlerinin Kürtçe yapılmasının önü açılması,
15)  Devlet hizmetlerine Kürtçe erişim hakkı.
16)  Diyanet İşler Başkanlığı’nın Kürtçe hutbe okutmaya başlatması

        Bütün bunlar birlikte okunduğu zaman Türkiye’nin milli devlet ve üniter devlet yapısının aşındığı görünmektedir.Bundan sonraki süreçte PKK, politik ruhu ve hukuki çerçevesi olgunlaşan federalleşme sürecini yaşama geçirmeyi hedeflemektedir. Güneydoğu illerinde 2011 seçimlerinde % 51.4 olan oy ortalaması Mart 2014 seçimlerinde % 51.6’da kalmıştır. BDP Öcalan’ın koyduğu  % 80 hedefinin çok altında kalmıştır.

        Seçimlerden sonra PKK’nın atması ihtimali olan adımlar üç senaryoda özetlenebilir.

        En Yüksek Olasılıklı Senaryo: PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. Sembolik bir adım atılarak, BDP belediyelerinin önüne Türk bayrağı yanına PKK flaması asılacaktır. BDP/PKK hem AKP Hükümetinin seçimlerde oyunun azalmasından hem Gülen Cemaati ile olan kavgasının yarattığı zaaf ve karışıklıktan azami ölçüde istifade etmek isteyecektir.  Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde böyle bir adımı kabul etmesinin siyasal intihar olduğunu düşünen AKP Hükümeti, özerklik ilanını reddedecektir. PKK/BDP ise demokratik özerkliği, yeni büyükşehir yasasının sağladığı imkanların sınırlarını zorlayarak fiilen hayata geçirmeye başlayacaktır. Bu süreçte, PKK, PKK/BDP’nin fiili demokratik özerklik alanını genişletmek ve Hükümetten gelebilecek muhtemel engellemeleri durdurmak amacı ile terör eylemleri tehditlerini artıracaktır. PKK’ya katılımlarda patlama yaşanacaktır. KCK tutukluları serbest bırakılmaya başlanacaktır.  
  
      AKP Hükümeti, mülki yönetim aracılığı ile güvenlik güçlerinin demokratik özerklik adımlarına karşı alması gereken önlemleri ve yargının başlatması gereken hukuki süreçleri engelleyecektir. AKP Hükümeti PKK/BDP’nin ilan ettiği demokratik özerkliğe karşı izlediği teslimiyetçi politikaları protesto eden toplumsal muhalefete karşı bir baskı politikası başlatmak durumunda kalacaktır. PKK/BDP’den Öcalan’ın serbest bırakılması da dahil kapsamlı çözüm önerileri için Haziran 2015 genel seçimlerine kadar beklemesi istenecektir.Bu süreçte Öcalan ve PKK/BDP’nin bazı talepleri 6. Demokratikleşme Paketi ile karşılanacaktır. PKK/BDP, bu süreci Suriye’nin kuzeyindeki PKK devletçik yapılanmasına zaman kazandırmak ve anılan devletçiği konsolide etmek için kullanmayı tercih edecektir. PKK, bütün Kürt örgütlerini toplayacak Ulusal Kongre adlı pankürdist kurultayı toplayacaktır.

       İkinci Yüksek Olasılıklı Senaryo:  PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. BDP/PKK hem AKP Hükümetinin seçimlerde oyunun azalmasından hem Gülen Cemaati ile olan kavgasının yarattığı zaaf ve karışıklıktan azami ölçüde istifade etmek isteyecektir.  AKP Hükümeti, zor durumda olmasına rağmen 2015 genel seçimlerinden önce böyle bir adımı kabul etmesinin siyasal intihar olduğu noktasından hareket ederek, özerklik ilanını reddedecek ve hem muhalefetin hem TSK’nın baskısı ile sert tepki gösterecektir. PKK,Güneydoğu Anadolu’da yaratacağı kısıtlı silah kullanımın gerçekleştiği şehir terörü ile Hükümeti baskı altına almaya ve geri adım atmaya çalışacaktır. Çatışmaların başlamasının kendisinin serbest bırakılmasını da kapsayacak bir süreci engelleyeceğini düşünen Öcalan PKK/BDP gösterilerinin kontrol dışına çıkıp silahlı çatışmaya dönüşmesini engelleyecektir. AKP ise bunun karşılığında geri adım atacak, seçimler yaklaşırken, 6. Demokratikleşme Paketi yayınlanacaktır.  PKK/BDP ise eylemlere son verecektir.

       Üçüncü Yüksek Olasılıklı Senaryo: PKK/BDP seçimlerden sonra demokratik özerkliği yaşama geçireceğini ilan edecektir. İktidarı partisi içinden sert tepkilerin gelmesi sonucunda AKP Hükümeti, PKK/BDP’ye karşı söylemini sertleştirecek ve güvenlik önlemlerine yönelecektir.  Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bünyesinde özerklik ilan edilmesi planlanan bölgelerden geniş bir kitlenin katılımının amaçlanacağı bir halk kongresinin organize edecektir. Kürtçe eğitim veren okulların kurulması ve bu okullarda eğitime başlanması çalışmaları hızlandırılacaktır. Bu çerçevede eğitim çağındaki çocukların mevcut okullarına gönderilmemesi, Kürtçe okullarda eğitime yönlendirilmeleri yapılacaktır. Devlet okullarında öğretmenlere Kürtçe eğitim için baskı yapılacaktır.

          Terörist unsurlar, şehirlerde ‘güvenlik görevlisi’ adı altında silahlı yapılanmaya gideceklerdir.  Demokratik özerk bölge (Özerk Kürdistan) olarak ilan edilen bölgenin sınırlarında “sınır çizgisini” temsil etmesi anlamında diğer şehirlerden karayolu ile ulaşım yapılan noktalarına, teröristler tarafından kontrol noktaları kurulacak ve kimlik kontrolü yapılacak, tespit edilen devlet görevlilerinin rehin alınacak, bu durumun devlete karşı pazarlık malzemesi haline getirilecektir.

         Boşaltılan köylere geri dönüşlerin yapılmasının sağlanarak söz konusu alanlarda terör örgütünün alan hâkimiyetinin güçlendirilmesi ve kızıl kurtarılmış bölgelerin ilan edilmesi gerçekleşecektir. Emniyet birimlerinin PKK eylemlerine müdahale etmesi üzerine ‘serhildan’ olarak adlandırılan şehir ayaklanması çıkartılacak, bu çerçevede hâkimiyet kurabildikleri bölgelerdeki devlet dairelerinin işgal edilecek, devlet dairelerine PKK bayraklarının asılacaktır.

         PKK başlatacağı ve ağır silahlarda kullanacağı serdilhan ile  TSK’yı “meskun mahal çatışmasına” zorlayacaktır. PKK’nın asıl amacı, bu çatışmalar üzerinden aşılması zor olan bir toplumsal yarılma üretmek, Birleşmiş Milletleri müdahaleye çağırarak sonuç almasa bile meseleyi uluslararasılaştırmaya çalışmak olacaktır.     

        Bütün bu senaryolarda sorunun aşılması için Türkiye’nin elindeki en önemli güç TSK-Jandarma-polis ve MİT’ten oluşan güvenlik sistematiğidir. Bu güç sistematiğinin aşağı da izah edilecektir.

EKONOMİK DURUM

             2014 Türkiye için sadece dış ve iç politik açıdan değil, ekonomik açısından da zor bir yıl olacaktır. Türkiye’nin finansal sistemin en kırılgan beş ülkesinden birincisi ilan edilmesi de bunu göstermektedir. Türkiye ekonomisinin 2014’de öncelikle küresel etki ile artan kırılganlığı bertaraf edecek sermaye birikiminin olmaması ülkemizi çok zor durumda bırakacaktır. Bunun nedeni son 10 yıldır gelişimin; dışardan gelen sıcak paraya, özelleştirmeye ve yabancı yatırımlara bağlanmış olmasıdır. ABD ekonomisinin toparlanması ile Dolar’ın kendi ülkesine dönmesi Türkiye’nin yaslandığı duvarın yıkılmasına sebep olmuştur. Nitekim Ocak-Kasım 2012 döneminde 38.132 milyar Dolar tutarında sıcak para girişi gerçekleşmişken,  2013’de 21,090 milyar Dolar tutarına düşmüştür. 2012 yılında cari açık 43,6 milyar Dolar iken, 2013’de 65.4 milyar Dolar’a yükselmiştir.

Bu durumda açık olarak ortaya çıkmaktadır ki Türkiye’de sıcak para çıkışı başlamasına karşın cari açıkta muazzam bir artış yaşanmıştır. Cari açığın finansmanına baktığımız zaman Bankaların 2013’de 28,6 milyar Dolar’a ulaşan yurtdışı borçları en önemli paya sahiptir. Bu rakam geçen yıl aynı döneme göre 14 milyar Dolar artarak iki katına çıkmıştır. Bu rakamlardan hareket ile 2014’de de aylık 5 milyar Dolar cari açık verileceği öngörülebilir.

 Öte yandan 2003’den bu yana 129 milyar Dolardan 372 milyar Dolara (GSYH’nın % 40’ı) çıkarak dış borçlanmaya dayalı gerçekleştirilen büyüme süreci, 2014’e ağır bir miras bırakmıştır. 2014 senesi içinde Türkiye’nin ödeyeceği kısa vadeli dış borç miktarı, 143 milyar Doları özel sektöre ait olmak üzere 170 milyar Dolardır. Diğer bir ifade ile Türkiye her ay 14.2 milyar dolar borç ödemek zorundadır. Türkiye bu borcu ödeyebilmek için yüksek miktarda borçlanacaktır. 2014’de borçlanmanın bankalar yerine devlet tarafından dış piyasalardan daha yüksek maliyet ile alınacağı görülmektedir.  

İşsizlikte yükseliş eğilimindedir. Firmaların birçoğu şuanda işçi çıkarımına başlamış ve durağan konuma geçmiş ve yatırımlarını durdurmuştur. Ekim 2012 yılında Türkiye’de 9,1 iken 2013 aynı dönemde 9,7’e yükselmiştir. Ekim 2013’te kentteki işsizlik oranı ise 11,5’tir. Bu rakamlar 2014’de ekonomideki küçülmeye paralel olarak yükselecektir. Çünkü Türkiye’de ekonomik sancılara eklenen siyasi sorunlar ortaya atılan iddialar ile belirsizlikler artmış hem hane halkı hem yatırımcılar çekingen davranmaya başlamıştır. Bu da yatırımları ve harcamaları ve etkileyecektir.   Ayrıca taksit sayısının sınırlandırılması, mecburen yapılan faiz artırımı da yine borçlu Türkiye’nin borç maliyetlerini artıracaktır.

 Gelişmekte olan ülkelerin ihracat artışı yaşayacağı gerçeği ise Türkiye açısından dış ticaret açığı anlamında bir azalmaya sebep olmayacaktır. Bunun nedeni ülkemizin montaj sanayisi ekonomisine sahip olmasıdır. Türkiye dışarıdan aldığı hammadde ve yarı mamülleri montajlayarak ya da işleyerek ihraç etmektedir. Nitekim dış ticaret rakamlarımıza baktığımızda ihracatın ithalatı karşılama oranı %60’lar seviyesinden yukarıya çıkamamaktadır.(2012 yılında %64, 2013 yılında %60)2013 yılı ihracatı bir önceki yıla göre %0,4 düşerek 151 milyar Dolar buna karşın ithalat ise %6,4 artarak 251 milyar Dolar’a ulaşmıştır. Dolayısıyla bu yapısıyla Türkiye gelişmekte olan ülkelerin ihracatının artma beklentisine ayak uyduramayacaktır.

Sonuç olarak 2014’de ekonomik büyüme devlet harcamaları ve inşaat sektörü merkezli büyüme ile % 2-3’ler seviyesinde kalacaktır. İşsizlik çift haneli rakamlara ulaşacaktır. Enflasyon % 8’i aşacak iki haneli enflasyon şaşırtıcı olmayacaktır.

         TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ

          Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili burada söylenebilecek ve gerçeği özetleyen cümle, Türk Ordusu’nun Cumhuriyet tarihi boyunca olmadığı kadar politize olduğudur. Subay kadrosu içinde sayıca küçük ancak ordunun moral ve disiplini üzerinde büyük olumsuz etkileri olan hizipler oluşmuştur. Bu hiziplerin zehirleyici varlığı silah arkadaşlığı inancını tahrip etmiştir. TSK’nın mevcut moral yapısı ancak Birinci Balkan Savaşı öncesinde olduğu durum ile kıyaslanabilir. Bu arada GES yani elektronik sistemler komutanlığının TSK bünyesinden MİT bünyesine alınması, TSK’yı elektronik kör bir ordu haline getirmiştir. Bu modern bir savaşta bir ordu için savaşmadan yenilgi anlamına gelir.  

        JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

         Jandarma Genel Komutanlığı’nın da genel müdürlüğe dönüştürülmesi çalışması AKP Hükümetinin milli güvenlik konusundaki yanlış politikalarından birisidir. AKP Hükümetinin TSK’ya karşı derinden duyduğu korku o derecede seyretmiştir ki yıllarca kurulan kumpaslara ortaklık etmek konusunda en ufak bir tereddüdü olmamıştır. Bu kumpasların Türkiye’nin ve Türk Milletinin güvenliğini ağır bir tehdit altına atması dahi AKP Hükümetini harekete geçirmemiş, bütün otoriter parti yönetimlerinde olduğu gibi AKP iktidarının güvenliği Türkiye’nin güvenliğinin önüne konulmuştur.
          Bölgesel ve ulusal nitelikli bu şartlar karşısında Jandarma Genel Komutanlığı gerilla savaşı ve melez savaş konusunda Türkiye’nin elindeki yetişmiş en iyi, deneyimli ve mobil birliklere sahip olan gücüdür. Türkiye bu güce en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçmektedir. Jandarma Genel Komutanlığı’nda sivil otoritenin üstünlüğü için yapılacak iki şey, Genel Komutanın Jandarma içinden çıkmasını sağlamak ve 1980 öncesinde olduğu gibi sicil açısından valilere bağlamak ile sınırlı olmalıdır.

         EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

          Polis halen istihbarat ve terörle mücadele gibi kadroları tamamen dağıtılmış ve bir kısmı bu konularda deneyimsiz kadroların yerleştirilmesi ile kritik bir döneme girmiştir. İstanbul kenti gibi 14 milyonluk dev bir şehrin güvenliğinin başında hayatında bir gün polislik yapmamış bir vali bulunmaktadır. Bu dönemin Ocak-Mart 2014 sürecinde yeni kadroların görevlerine uyum sağlaması ile aşılması beklenmelidir. İç İşleri Bakanlığı bu kaosu büyük bir ihtimal ile uygulamayarak aşmaya çalışacaktır. Öte yandan Mart 2014 sonrasında PKK terörünün kentlerde tırmanışa geçmesi durumunda EGM ağır bir baskı altında kalacaktır. 

         MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI

         MİT, son yıllarda müsteşarı aracılığı ile demokratik bir ülkede bir istihbarat örgütünün olmaması gerektiği kadar göz önündedir. Bu durumun ne Hükümete ne de MİT’e yarar sağladığını söylemek mümkün değildir. MİT, partileşen bir teşkilat olarak algılanmaktadır. 2010’an bu yana MİT, diğer kurumlardan yapılan çoğu siyasal nitelikli ahbap-çavuş ilişkileri çerçevesinde profesyonel olmayan kadroların aktarımı ve belirli dini/siyasi görüşlerin temsilcileri aracılığı ile ağır bir yıpranma süreci içine girmiştir. Profesyonel ve tarafsız kadrolar ise tepki olarak MİT’ten istifa etmektedirler. Yeni MİT yasası ise demokratik bir ülkede olamayacak kadar anti-demokratik bir yasadır. 2014’de MİT daha ağır bir süreçten geçebilir.    

           SONUÇ

2014 yılına ulusal, bölgesel ve küresel bir düzlemden bakıldığı zaman mikro seviyeden makro düzeye doğru, siyasi, ekonomik ve sosyolojik gelişmelerin çatışmalı ve sancılı bir ortamda şekilleneceği görülmektedir. Makro düzeyde çok kutupluluk güçlenirken, ekonomik gelişmeye koşut olarak artmaya başlamasıyla küresel siyaset ekseninin Asya-Pasifik Bölgesi’nde kaymaya başladığı görülmektedir.
Bu bağlamda Avrupa’nın eski önemini kaybetmesinin de Asya-Pasifik Bölgesi’nin ekonomik, politik ve askeri olarak öneminin artmasına neden olduğu söylenebilecektir. AB’nin ekonomik anlamda yaşadığı sıkıntılarının, Almanya ve Fransa’nın lokomotif güç olabilmeleri halinde bir miktar aşılabileceği değerlendirilmekle birlikte, AB’nin ekonomik güç kaybının Çin’i artan iç ve dış talepleri bağlamında daha da ön plana çıkardığı görülmektedir.
Ayrıca Çin’de görülen ekonomik kalkınma ve ilerlemeye bağlı yükselişin, ABD’nin uluslararası siyasetini etkilediği anlaşılmaktadır. ABD’nin Ortadoğu’ya aktif müdahaleden kaçınan bir politikayla bölge üzerinde etkin olmaya çalışması ve Çin’in ekonomik yükselişine karşı tedbirler geliştirmesi bu durumu ortaya çıkarmaktadır. 

Rusya’nın Avrasya ekseninde güçlenme süreci içinde olduğu, mevcut konjonktürel gelişmeleri göz önünde bulundurmak suretiyle komşu ve çevre ülkeleri üzerinde ilk aşamada ekonomik daha sonra da güvenlik alanında bir ittifak arayışıyla gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Bazı ülkelere karşı söz konusu ittifak arayışında Rusya’nın kendisine bağımlı ekonomik bir bağ kurma, en temelinde ise çevre ülkeler üzerinde en azından dış politikası lehine müttefik kazanma özelliği taşıyan bir siyaset yürüttüğü değerlendirilmektedir.
2014 yılının uluslararası siyasetini etkileyecek diğer önemli hususlardan birisi de İran ile sürdürülmekte olan nükleer müzakerelerin nasıl şekilleneceğidir. Görüşmelerin olumlu olması durumunda ılımlı bir atmosfer altında uluslar arası bir siyaset yürütüleceği beklenirken, karşılıklı taleplerin karşılanması noktasında yetersiz kalınması halinde ise hâlihazırdaki çatışmalı Ortadoğu coğrafyası açısından gelişmelerin çatışmacı düzeyinin artabileceği düşünülmektedir. 
Bu bağlamda Ortadoğu’daki siyasi istikrarsızlıklar ve iç çatışmalar neticesinde ortaya çıkan melez savaşların söz konusu coğrafyada bölünmelere de neden olabilecektir. Bölünme olasılığının yanı sıra bahse konu hususların terör örgütlerinin güçlenmesine ve yeni örgütlerin türemesine de neden olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede özellikle radikal dini örgütlerin faaliyet alanlarının ve etki güçlerinin genişleyeceği kaçınılmaz bir son olarak algılanmaktadır. Türkiye ise bu tarz bir olayın, Türkiye’yi ciddi anlamda güvenlik açısından sıkıntıya sokacağı düşünülmektedir. Öte yandan ABD ile İran arasındaki bir uzlaşmanın ilk aşama Ortadoğu’daki mevcut çatışma alanlarına kısmen yatıştırıcı bir etki yapması mümkündür. Ancak bu etki Ortadoğu’daki büyük istikrarsızlığın kontrol altına alınması sonucunu doğurmayacaktır.
Diğer sorunlu bölgelerden birisi olan Afganistan konusunda da ABD’nin söz konusu bölgeden çekilmesinin, başta Pakistan olmak üzere Orta Asya ülkeleri üzerinde istikrarsızlaştırıcı bir etkisinin olacağı değerlendirilmektedir.
Balkanlar ve Doğu Akdeniz coğrafyasında ise Türkiye için Kıbrıs sorunu ile Ege adalarının aidiyeti mevzularının, Türkiye’nin AB ilişkilerini belirleyici nitelikte olacağı söylenebilecektir. Ayrıca Türkiye’nin mevcut iç siyasi gerilim ve sansasyonel gelişmelerinin de Balkan ülkeleri başta olmak üzere uluslar arası anlamda Türkiye’ye karşı bir güven kaybının yaşanmasına neden olduğu ve olmaya devam edeceği değerlendirilmektedir.

2014 yılına Türkiye-ABD ilişkileri ise AKP Hükümeti’nin genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye bağlamında izlediği inişli çıkışlı politikanın ve AKP Hükümeti’nin selefi örgütlere yönelik ılımlı yaklaşımının da Türkiye-ABD ilişkileri açısından sıkıntı yaratacağı düşünülmektedir.  

Türkiye açısından 2014 yılı genel anlamda değerlendirildiği zaman ise başta hâlihazırda devam etmekte olan politik, sosyal ve ekonomik iç siyasi istikrarsızlık artarak devam edecektir. Toplumsal kutuplaşma tehlikeli ölçülerde artmaktadır. 2014 içinde toplumsal kutuplaşma ve gerilimin daha da artacağı görülmektedir. Bunun nedeni toplum içerisinde ötekileştirme yaratılarak sağlanmaya çalışılan siyasi destek oluşturma politikasıdır.   

Yolsuzluklar, sözde hukuka dayandırılan ancak hukuki boşluklar kullanılmak suretiyle gerçekleştirilen haksız tutuklamalar, toplumsal ayrışma üzerinden sürdürülmeye çalışılarak siyasi çıkarların beslenmesi çerçevesinde yapılan siyaset nedeniyle Türkiye’nin yaşadığı çalkantılı dönemin bir süre daha devam edeceği düşünülmektedir. 

Siyasi boyutun ekonomiye yansımalarının da iç açıcı olmayacağı aşikârdır. Bu bağlamda yaklaşık 12 senelik iktidarı boyunca AKP Hükümeti’nin, bütçe açıklarının kapatılması için kamu mallarını özelleştirmesi, yerel endüstrinin geliştirilmesi yerine dışa bağımlı hale getirilen bir ekonominin de 2014 yılı süresince çok da olumlu bir yönde seyretmeyeceği değerlendirilmektedir.
Tüm bu iç siyasi dinamiklerin neticesinde PKK’nın da gerek Ortadoğu coğrafyasındaki iç çatışmalar gerekse de Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki istikrarsız seyri nedeniyle daha da güçleneceği düşünülmektedir.

  
http://www.21yyte.org/ sitesinden 17.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/04/22/7560/2014-turkiye-kuresel-bolgesel-ve-ulusal-jeopolitik-degerlendirme


..

2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 1


2014 Türkiye: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Jeopolitik Değerlendirme BÖLÜM 1 



Yazar: Ümit Özdağ
22 NİSAN 2014 SALI

             KÜRESEL JEOPOLİTİK

              Küresel jeopolitik ile ilgili iki temel gelişme; tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine ve Avrupa-Atlantik merkezli dünyadan Asya-Pasifik merkezli dünya sistemine geçişin devam etmesidir.  Dünya siyasetinin ve ekonomisinin ekseni 2014’de Asya-Pasifik bölgesine kaymaya devam edecektir. Yaşanan dönemin en belirgin karakteri, Avrupa’nın tedrici olarak önemini yitirmesi, Asya-Pasifik bölgesinin ise öneminin ekonomik, politik ve askeri olarak artmasıdır.
               Bu süreç devam ederken, küresel siyasetin çok kutuplu doğası güçlenmektedir. Ancak çok kutupluluğa geçiş diğer bir ifade ile Amerikan hegemonyasının sona ermesi sancısız olmamaktadır. Soros, “Dünya’da aşılamayan siyasi krizlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu küresel yönetişimin bozulduğunu gösteriyor. Böylece bir iktidar boşluğu doğuyor” derken, aslında kastettiği tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişin sarsıntılarıdır. Çok kutuplu dünya düzenine geçilirken, tek kutuplu dönemden kalmış tepkiler ile çok kutupluluğun gerekleri arasında çıkan çatışmalar, bölgesel hatta Ukrayna krizinde olduğu gibi küresel sarsıntılar yaratmaktadır. ABD, bölgesel gelişmelerde 10 sene önce fikrini dahi sormadığı Rusya ile ortak hareket etmekte, pazarlığa girmektedir. 2008’de Gürcistan’da olduğu gibi 2014’de de Ukrayna’da Rusya’yı durdurmadığı gibi Avrupa Birliği ülkelerini Rusya’ya karşı ortak hareket etmeye ikna edememektedir.
             ABD
             Asya’daki yükselişe uyum sağlayarak, politik olmasa dahi ekonomik ve askeri eksenini Asya-Pasifik bölgesine döndüren ABD, Asya-Pasifik merkezli ve çok kutuplu dünyaya uyum sağlamaya çalışmaktadır. ABD, ekonomisinin güçlülüğünü Çin, Japon ve Hint ekonomileri başta olmak üzere, Asya ekonomisi ile sürekli ve sistemli bir bağ içinde olmasına bağlamaktadır.  Soğuk Savaş sonrasında Amerikan tek kutupluluğuna dayanan bir dünya düzenini sürdürme çabasına giren, 11 Eylül sonrasında böyle bir dünyayı inşa için savaşan ABD bu projenin başarısızlığını ve mevcut güçler dengesini kabul etmiş görünmektedir. Afganistan ve Irak savaşlarının yorgunluğu Amerikan ordusu dâhil bütün Amerikan toplumu üzerinde devam etmektedir.
          ABD’nin mevcut politikası, Çin’in ABD’nin süper güç konumunu sarsacak bir atılım içerisine girmesini iki güç arasında bir askeri çatışma olmaksızın engellemeye yöneliktir. Bundan dolayı, Obama Yönetimi Ortadoğu’da sorunlarına müdahaleden uzak, diğer bölgesel güçler ile uzlaşma arayışı içinde, ekonomik krizin etkilerini aşmayı hedefleyen düşük profilli bir politika sürdürmektedir ve 2014’e de bu politika damgasını vuracaktır.                     
            ÇİN
             Asya-Pasifik bölgesinin itici gücü olan Çin’in 1978’de başlayan ekonomik kalkınması devam etmektedir. Pekin ekonomik kalkınmada yavaşlama sinyalleri vermiş ise de 2014 yılında da Çin’in kalkınma hızı % 7-8 olacaktır. Son 10 yılda Pekin, Afrika ve Latin Amerika’da yaptığı yatırımlar ile mütevazı küresel bir ekonomik güç olma yoluna girmiştir. Pekin artık düşük jeopolitik profil ve ekonomik kalkınma odaklı politikayı terk ederek daha iddialı politik hedefleri temsil eden bir sürece girmektedir.  Bunun bir sonucu da Çin ile Japonya arasındaki küçük bir adadan dolayı ortaya çıkan gerilimdir. Çin ordusunun kara, hava ve denizde sürdürdüğü modernizasyonun 2020 yılında Pekin’in bir Amerikan müdahalesini engelleyerek, Tayvan’ı işgal edebilecek boyuta çıktığı ileri sürülmektedir.  Ancak 2014 yılı Pekin’in ekonomik kalkınmayı ön plana çıkaracak, Çin Denizi’nde komşu ülkeler ve Japonya ile olan sorunlarını düşük profil de tutmaya çalışacaktır.
           Bununla beraber Çin’in askeri gücünün artması sonucu, Japonya ve Güney Kore’nin nükleer silah üretmek istemesine ABD’nin karşı çıkmayacağı tartışmalarını başlatmıştır.Özellikle, Japonya’da siyasal elit içinde artan milliyetçilik göz önünde tutulduğunda Japonya’nın Çin ile sürtüşmesi ve daha saldırgan bir askeri strateji benimsemesi mümkün görünmektedir. Tokyo bu amaçla 1947 tarihli Japonya’nın büyük bir asker güç olmasını yasaklayan anayasa maddesini değiştirme çalışmalarını başlatmıştır. Çin-Japonya-Güney Kore arasındaki gerilim 2014’ün gündemini işgal etmese de parçası olacaktır.
           AVRUPA BİRLİĞİ   
             Avrupa Birliği’nde AB Anayasasının reddedilmesi ile başlayan ve finansal kriz ile artan gerileme ve dağınıklık dönemi, 2014’de Almanya’nın liderliğinde en azından AB’nin çekirdek ülkelerini kapsayan bir  toparlanma çabasına dönüşebilir. Aksi takdirde gelecek için ortak bir hedefi yitiren AB üyesi ülkeler içinde özellikle etnikçi politikaların önünün açılmasının sonucu olarak, Katalonya, Bask, Valon, Flaman, Kuzey İtalya, İskoçya sorunları yoğunlaşarak AB’nin gündemini belirlemeye başlayacaktır.
          AB içinde önemli bir diğer gelişme, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında benimsediği savunma doktrinini değiştirerek savunmaya yönelik bir stratejik anlayıştan daha müdahaleci bir anlayışa geçeceğini açıklamasıdır. Bundestag Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Röttgen “Almanya’dan liderlik görevi beklendiğini” vurgularken Berlin’deki yeni çizgiyi vurgulamaktadır. Özetle, 2. Dünya Savaşı’nın iki mağlup gücü olan Almanya ve Japonya, çok kutuplu dünya düzenine geçilirken, tekrar güçlü ordular inşa etme ve askeri doktrinlerini değiştirme çalışmalarına başlamışlardır.
           RUSYA            
           Suriye krizi Rusya’ya dış politikada “artık daha fazla gerileyemeyiz, öyle ise ilerlemeliyiz” noktasına getirmiştir. Putin, 2008 Gürcistan savaşı sonrasında hem Avrasya’da hem Ortadoğu’da önemli bir atağa kalkmıştır. Moskova’nın Avrasya’da amacı “Avrasya Birliği” projesi ile eski Sovyet cumhuriyetlerini Moskova eksenine sokmaktır. Putin, bu amaçla, Moldova’dan Kırgızistan’a kadar uzanan coğrafyada eski SSCB Cumhuriyetleri üzerinde baskı oluşturmaktadır.
         Ortadoğu’da ise Suriye-İran ekseni üzerinden Rusya’nın bölgesel güçten daha fazlası olduğunu ABD ve AB’ye hatırlatmak olmuştur. 2013 Rusya’nın bu iki hedef doğrultusunda önemli adımlar attığı yıl olmuştur. Rusya ilk kez SSCB’nin askeri harcamaları seviyesine ulaşmıştır. Bütün iddialarına rağmen halen enerji merkezli ekonomiye sahip olan ve modern bir ekonomi oluşturamayan Rusya, ekonomik ve sosyal alandaki büyük zaaflarını yenebilmiş değildir. Rusya’da federal hükümetin gelirlerinin % 70’i ihracattan gelmektedir. Bununda % 50’si doğalgaz ve petrol ihracından gelen gelirdir. Rusya’ya nükleer Suudi Arabistan demek haksızlık olsa bile durumun vahametini göstermesi açısından haklı bir benzetmedir.   
         Avrasya ve Ortadoğu’da Suriye krizi üzerinde büyük bir atak içinde Eski SSCB’yi kısmen de olsa oluşturmak arzusu içinde olan Putin’e, 2014’de en ağır darbe Ukrayna’nın ebediyen Rusya’dan kopması ile gelebilir. Böyle bir ihtimalin doğması durumunda Moskova, Ukrayna’nın Doğu ve Batı olmak üzere ikiye parçalanmasını tercih edebilir.Moskova’dan Ukrayna’nın etnik merkezli federal bir devlete dönüşmesi talepleri gelmeye başlamıştır.2014’de ABD-AB ve Rusya’nın karşı karşıya geleceği daha fazla merkezin olacağı görülmektedir. Ukrayna ve Moldova örnekleri de karşılaşmaların Rusya’nın vazgeçemeyeceği bölgelere kaydığını göstermektedir.
            İRAN İLE NÜKLEER MÜZAKERELER
            Küresel gelişmeleri etkileyecek önemli bir diğer süreç ise İran ile ABD ve müttefikleri arasında başlayan nükleer enerji/silah konusundaki görüşmelerdir. 2013 sonunda başlayan yeni süreç taraflarda büyük bir iyimserlik uyandırmıştır. Sürecin bu şekilde devam etmesi ve 2014 içinde anlaşma ile sonuçlanması durumunda küresel politikanın en önemli sorunlarından birisi çözülmüş olacaktır. Rusya, İsrail ve Suudi Arabistan ABD-İran görüşmelerinden rahatsızlık duysalar da durdurabilecek güce sahip değildirler. ABD-İran görüşmelerinin başarı ile sonuçlanma ihtimali daha yüksektir.
              Görüşmelerin başarısızlık ile sonuçlanmasının çok boyutlu etkileri olacaktır. İsrail’in İran’a operasyon yapılmasını arzu eden politikası, Washington’da daha fazla destek bulacaktır. ABD, Suriye politikasında Suriye’ye askeri müdahaleyi daha önemli bir seçenek olarak gündeme alacaktır. Irak-ABD ilişkilerinde gerilim yaşanacaktır. Ve İran’a yönelik Amerikan destekli bir İsrail saldırısı daha büyük bir ihtimal haline gelecektir.
           KÜRESEL EKONOMİ
Dünya ekonomisi 2014’e önceki iki yıla göre pozitif beklentilerle girmiştir. 2012’de %3,1 ve 2013’de %3 büyüyen dünya ekonomisinin 2014’de %3,7 büyüyeceği öngörülmektedir. Bundan önceki yıllarda büyümeye en büyük etki gelişmekte olan ülkelerden gelirken 2014’de büyümeye katkı gelişmiş ülke ekonomilerinden gelecektir.
Gelişmekte olan ülkelerin 2014’de büyüme sebebi güçlü dış talep olacaktır. Bu da ihracatta artışa neden olacak dış ticaret açıkları konusunda pozitif gelişme sağlayacaktır. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde dış talebe karşın iç talebin zayıf kalması ekonomik kırılganlık açısından dramatik bir tablo çizmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin bu grafiğinden ayrışan tek ülke ise Çin’dir. Çin’de hem iç talep hem de dış talep artmaktadır. Nitekim 2014 beklentisi ve geçmiş iki yıl dâhil Çin’in büyümesi %7’nin altına düşmemiştir.
Avro bölgesi durgunluktan kurtulmaya çalışmaktadır. 2013’de 0,4 daralan Avro bölgesinin 2014’de  %1,0 ve 2015’de %1,4 büyümesi beklenmektedir. Burada yine en önemli ivme Almanya’nın 1,6 ve Fransa’nın 0,9 büyüme beklentisinden kaynaklanmaktadır.
Gelişmekte olan ekonomilere ilişkin büyüme beklentisi %5,1’dir. Bu rakama en büyük katkı gelişen Asya’nın % 6,7 olarak beklenen büyüme rakamıyla olacaktır. Gelişen Asya’ya en önemli katkı ise % 7,5 büyümesi beklenen Çin ile olacaktır.
            2014’de dünya ticaretinde beklenen büyüme özellikle gelişmiş ülkelerin hızla büyümesine neden olacaktır. 2013’de %1 artan dünya ticaretinin 2014’de %4 artması beklenmektedir.
            ABD’nin parasal genişleme politikasını 2014’de sürdürmeyeceği 2014’de küresel ekonominin yönü açısından en belirgin faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.  Nitekim 2014’de gelişmekte olan ülkelerden çıkmaya başlayan fonlar kendi ülkelerine geri dönmektedir. Yani para akışı kriz döneminin aksine bu sefer gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşmektedir. Bu sebeple güçlenen Dolar tüm dünyada değer kazanmaktadır.  Güçlenen Dolar ile birlikte 2014’de varlık fiyatlarında düşüş yaşanacaktır.  Ancak varlık fiyatlarında yaşanacak olan düşüş gelişmekte olan ülkelerde yaşanması beklenen enflasyonu düşürmeyecektir. Enflasyon için sıralama yapmak gerekirse gelişmekte olan ülkelerde ortalama %5, dünya ekonomisinde %3, gelişmiş ekonomilerde ise %2 seviyesinde olduğu beklenmektedir.
               BÖLGESEL DURUM:Ortadoğu, Kafkasya-Orta Asya, Doğu Akdeniz ve Balkanlar
             Türkiye’yi çevreleyen üç jeopolitik alt sistem Ortadoğu, Kafkasya-Orta Asya ve Doğu Akdeniz ve Balkanlardır. Bu üç alanda Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana başlayan yoğun istikrarsızlık farklı dinamikler üreterek devam etmektedir ve gelecek yıllarda da dinamizm kazanarak devam etme eğilimi içindedir. 1991’den bu yana anılan üç alt sistemde SSCB’nin yıkılışı, Yugoslavya iç savaşı, ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgali ve Arap Baharı dinamikleri ile jeopolitik istikrarsızlıklar süre gelmiştir. 2014’de de Orta Asya ve Ortadoğu’da Amerikan işgal rejimlerinin arkasında bıraktığı sorunlar ve Arap Baharının gündeme taşıdığı istikrarsızlıklar çerçevesinde devam edecektir. Aşağıda anılan bölgelerdeki istikrarsızlıklar ve Türkiye’ye olası etkileri değerlendirilecektir.
           ORTADOĞU 
            Gelecek 20 yılda Ortadoğu dünyanın en radikal jeopolitik kayma ve kopmalarının olacağı bölgelerinden birisidir. Bu coğrafyada büyük bir ihtimal ile yeni devletler kurulurken birçok devlet parçalanacak veya yok olacaktır. Yemen, Suudi Arabistan, Libya, Suriye ve Irak’ın parçalanmasından 14 yeni devlet kurulacağı ileri sürülmektedir. Esasen Ortadoğu’da bölünme süreçleri başlamıştır. Bu süreçte Ortadoğu’da melez savaşlar denilen konvansiyonel savaşlar ile gerilla savaşlarının karışımı savaşlar gerçekleşecektir. Halen Suriye’de yaşanan iç savaş yukarıda kastedilen anlamda bir melez savaşın prototiplerinden birisidir. Ortadoğu’nun Balkanlaşması olarak adlandırılabilecek bu sürecin Türkiye üzerinde büyük bir basınç oluşturacağı ortadadır.
            Ortadoğu 2014’de de büyük çatışmaların yaşanması muhtemel bir bölgedir.2013’ün en önemli özelliği Sünni-Şii çatışmasının yaygınlaşması ve bu yaygınlaşmanın da beslediği El Kaide’nin veya benzeri/akraba örgütlerin Ortadoğu genelinde yükselişe geçmesidir. El Kaide sadece Ortadoğu’da değil, Afrika’da Somali’den başlayıp, Mali, Libya, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan/Pakistan eksenine kadar uzanan bir bölgede yükseliştedir. Ortadoğu’da başlıca istikrarsızlık merkezleri Türkiye açısından önem sırasına göre Suriye ve Irak, Lübnan, Ürdün, Mısır, Libya, Yemen’dir.Akdeniz’deki Afganistan’a dönüşen Suriye’de, iç savaş her iki tarafında gerçekleştirdiği bölgesel mezhep/etnik temizlikler yapılarak Cenevre-2 görüşmelerine rağmen,  Sünni-Şii mezhep karakteri ile devam etmektedir.
            Ocak 2014’de Esad rejimi Ocak 2013’e göre askeri ve politik anlamda çok daha güçlüdür. Suriye iç savaşı Batılı güçlerin askeri müdahalesi olmaması durumunda dağınık muhalefetin gerilediği ancak Şam rejiminin bütün ülkeyi kontrol altına alamadığı bir süreçte devam edecektir. Parçalanmış Suriye muhalefeti içinde Suriyeli olmayan El Kaidecilerin etkisi giderek artmaktadır. Bazı yerel kaynaklar sayıyı 7.000 civarında verirken, İsrail kaynakları Suriye’de 30.000 bin El Kaide militanı olduğunu ileri sürmekte ve İsrail’in bir El Kaide kuşatması ile karşılaştığını iddia etmektedirler.  Suriye iç savaşının Türkiye için oluşturduğu en büyük risk 900 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının 500 kilometresinin PKK-PYD devletçiği tarafından, geriye kalan 400 kilometresinin de El Kaide-Irak-Şam İslam Devlet(çiği) tarafından denetlenmesidir.
            2014 için küçük bir ihtimal olmakla beraber, Mart 2014’de başlayan ABD-Suudi Arabistan görüşmelerinin güçlü bir Suriye muhalefeti inşa etmesi ve Beşar rejiminin Şam’da devrilmesi durumunda Esad Beşar Akdeniz kıyısında Nusayrilerin yoğunluklu yaşadığı bölgeye çekilerek Nusayristan’ı kurmayı hedeflemektedir. Bu ise Suriye’yi kalıcı bir parçalanmaya itebilir. 2014’de Suriye iç savaşının etkilerini daha radikal bir şekilde hissetmemiz mümkündür. Suriye’deki istikrarsızlık ve Türkiye’nin Suriye iç savaşına angaje oluş şekli, Hatay-Kilis eksenini Peşaverleştirmekte, Türkiye’yi Pakistanlaştırmaktadır.  Özellikle, Suriye’nin kuzeyinde 500 kilometrelik bir hatta Türkiye ile komşu olan ve geriye kalan bölgeleri ele geçirmek için saldırgan bir politika izleyen PKK/PYD’nin Türkiye için önemli bir tehdit oluşturacağı açık bir keyfiyettir.
             Suriye iç savaşı, Irak’ta Amerikan çekilmesinden sonra yükselen Sünni-Şii iç savaşını kısa zaman içerisinde daha da tırmandırmıştır. Şii Bağdat yönetiminin, Sünni halka yönelik özellikle Anbar vilayetinde uygulanan sert politikaları, ekonomik çöküş, büyük yolsuzluklar, Irak’ta da El Kaide-Irak-Şam İslam Devleti örgütünün güçlenmesine neden olmuştur. Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da El Kaide belirli kentleri işgal ederek, El Kaide devletçikleri kurmuştur. Maliki’nin El Kaide ve Sünni direnişi ile başa çıkamama durumunda Şii Irak’ı ülkenin geri kalanından ayırmakla tehdit ettiği unutulmamalıdır. Bu olasılık halen küçük olmakla birlikte, olması durumunda Türkiye üzerindeki etkisi büyük olacaktır.
           Suriye ve Irak iç savaşlarından Ortadoğu’da etkilenen ülkelerin başında Lübnan  gelmektedir. Lübnan halen kısmen Suriye iç savaşının etkisi altında kalan bir ülkedir. Hizbullah’ın Suriye iç savaşına müdahalesi Lübnan’da iç çatışmaların başlamasına yol açmıştır.
           Irak ve Suriye’de iç savaşın yayılmasının etkileyeceği bir diğer ülke de Ürdün’dür. Ürdün, ABD ve İngiliz askeri üssü niteliği taşıdığı için verilen dış destek ile 2013’de olayların dışında tutulmuştur. Ancak 2014’te Ürdün’de istikrarsızlık yayılabilir.
           Yemen’de El Kaide güçlenirken, ülke tekrar parçalanmaya sürüklenmektedir. İlan edilen federasyon, parçalanmanın ön aşamasıdır.
      Mısır’da askeri yönetimin baskısı ile nispi bir sükûnet olsa da bu durum sürdürülebilir değildir. Halen Sina Yarımadası’nda büyük ölçüde selefi güçler hâkimdir. Nil deltasında güvenlik güçleri gece etkinliklerini tamamen kaybetmektedirler. Mısır’da 2014 içinde Müslüman Kardeşler’in yeni bir atağı yaşanabilir.
           Libya ise bir hükümetin olduğu ancak fiilen devletsiz bir ortamın hâkim olduğu, üçe bölünme ile bölünmeme arasında gidip gelen bir konumdadır.   Özetle, 2014’de Ortadoğu büyük bir kaosun içinde bölgesel bir iç savaşın baskısı altında olacaktır. 
           Ortadoğu bölgesinden 2014’de (ve ötesinde) Türkiye’ye yönelik kaynaklanacak tehditleri özetler isek;
          a)Irak’ın parçalanması durumunda Kuzey Irak’ta kurulacak bağımsız Kürdistan, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bağımsızlık arzularını daha da güçlendirecektir.
         b)Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırında kurulmuş olan PKK denetimindeki bölge PKK’nın Türkiye’ye karşı elini güçlendirecek ve baskı yapma imkânını artıracaktır. Aynı zamanda PKK yanlısı halkın moralini yükselterek, merkez kaç duygulara güç verecektir.
      c) Ortadoğu bölgesinde güçlenen El Kaide Türkiye’ye dayatmalarda bulunacak, kabul edilmemesi durumunda Türkiye’de yıkıcı terör eylemlerinde bulunacaktır.
        d)Hatay-Kilis-Gaziantep ekseninde devlet otoritesi erirken, istikrarsızlaşma güçlenecektir. 
        KAFKASYA-ORTA ASYA  
       Orta Asya’da 2014’ün en önemli gelişmesi Amerikan tarihinin en uzun savaşı olan Afganistan Savaşı’nın sona ermesinin yaratacağı sorunlar olacaktır. ABD’nin çekilmesinden sonra Taliban’ın Afganistan’daki etkisi hızla artacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının Pakistan ve başta Özbekistan olmak üzere Orta Asya Türk Cumhuriyetleri üzerinde istikrarsızlaştırıcı etkisi olacaktır. Afganistan’da Taliban’ın etkisinin artmasının sadece bölgesel etkileri olmakla kalmayacaktır. Taliban’ın Afganistan’da yükselmesi, El Kaide’nin Ortadoğu’da yükselmesi sürecine dinamizm katacaktır.
             Kafkasya’yı ise Güney ve Kuzey Kafkasya olarak incelemek gerekmektedir. Her iki bölgede de yapısal istikrarsızlık unsurları varlıklarını sürdürmektedir. Kuzey Kafkasya’da SSCB’nin dağılmasından sonra Çeçenistan merkezli olarak başlayan merkez-kaç süreç ancak güç kullanımı ile bastırılmış ancak ortadan kaldırılamamıştır. Rusya Federasyonu yönetiminin herhangi bir zaaf anında Kuzey Kafkasya büyük bir karışıklık içerisine girecektir. 2014’de sosyo-ekonomik sorunların yanında eğitim düzeyinin düşük olduğu Kuzey Kafkasya’da radikal dini örgütlerin terör eylemleri Kafkas bölgesinde olduğu gibi Rusya’nın çeşitli şehirlerinde de kendini gösterebilecektir.
          AZERBAYCAN
          Güney Kafkasya’da ise Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında mevcut sorunlar 2014’e transfer olmuşlardır. Azerbaycan, Kuzey Kafkasya’nın parlayan yıldızıdır. Devletleşme yolunda olumlu bir mesafe kaydeden Azerbaycan’ın enerji kaynakları sayesinde bölgesel etkinliğini artıracağı bir yıl beklenmektedir. Türkiye ile ilişkilerde, ilişkilere yön verecek temel faktör, Türkiye’nin Karabağ Meselesi karşısındaki tutumu olacaktır. 2014, demiryolları ve enerji hatları ile Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye ittifakının gelişeceği bir yıl olacaktır. Öte yandan Karabağ Meselesi ve işgal altındaki Azerbaycan toprakları Güney Kafkasya’daki en önemli jeopolitik sorundur. Çözümsüzlüğe mahkûm edilen sorunun çözümü için Azerbaycan’ın askeri seçeneğe başvurma ihtimali güçlenmektedir. Bölgedeki sınır çatışmaları zaman zaman artacaktır. Diplomatik girişimler de savaş riskine paralel olarak artacaktır.
         GÜRCİSTAN
         Gürcistan’da Ekim-2012’de hükümet, Ekim-2013’te ise Cumhurbaşkanı değişmiştir. Yeni yönetim dış politikasını “Rusya’yla dost, Batı’yla entegre” olarak açıklamıştır. Gürcü yönetimi Rusya ile ilişkileri normalleştirmek için yoğun bir çaba harcamaktadır, bu çabalar 2014’te de devam edecektir. Ancak Rusya-Gürcistan ilişkilerinde kilit rol oynayan Güney Osetya ve Abhazya meselelerinde herhangi bir değişim beklenmemektedir. Rusya bu bölgelerin tekrar Gürcistan yönetimine girmesine müsaade etmeyecektir. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ekonomik ilişkiler bakımından mümkün gözükürken, siyasi anlamda bu sorunun çözümüne bağlıdır. Gürcistan’ın Batı’yla ilişkilerinde AB Doğu Ortaklığı Projesi bağlamında yakın ilişkilerin artarak devam edeceği ifade edilebilir.
           ERMENİSTAN
           Ermenistan, AB’nin Doğu Ortaklığı Projesini reddederek Rusya’nın önderliğinde oluşturulan Avrasya İttifakı Gümrük Birliğine gireceğini ilan etmiştir.  Gelecek yıllarda Ermenistan’ın Rusya’yla daha yakın ilişkiler içerisinde olacağı ortadadır. Bu durum Azerbaycan’ın askeri müdahale seçeneği önünde bir engel olarak görülmektedir.
            Sözde soykırım iddialarının 100. Yılı yaklaşırken Ermenilerin bu yöndeki çalışmaları hız kazanacaktır. Brüksel’de Nisan 2015 için kiralık salonun kalmaması, tamamının şimdiden kiralanmış olması da çalışmalara verilen önemi göstermektedir.Başta Fransa olmak üzere –Batı dünyası Ermenileri tatmin edecek adımlar atmak isteyecektir.
           2015 öncesinde AİHM’nin 17 Aralık’ta açıkladığı “Perinçek Kararı” son derece önemlidir ve bilhassa Avrupa devletlerinin “soykırım inkârını” yasaklayan girişimleri bakımından Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Öte yandan Türkiye’nin Ermeni psikolojik savaşı ile mücadele konusunda strateji yoksunluğu ve hazırlıksızlığı ciddi dış politik sorunları da beraberinde getirebilir. Ankara’nın hazırlıksızlığının da bir politika olduğunu düşündürecek gelişmeler vardır. AKP Hükümetinin 2013’de Tehciri kınayan açıklamaları, derinden gelişen “Biz değil, İttihatçılar yaptı” söylemi 2015’de genel seçimlerden sonra Ankara’nın Ermeni soykırımı iddialarını “yumuşak geçiş” ile kabul etme ihtimalinin olduğunu göstermektedir.      
           BALKANLAR VE DOĞU AKDENİZ 
        Türkiye açısından Doğu Akdeniz coğrafyasında en riskli konular KKTC’nin devlet olarak varlığının devamı, Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarındaki egemenlik ve Ege adalarının aidiyeti meselesidir.Kıbrıs’taki müzakere sürecini de Türkiye’yi yoracak, geri adım atmaya zorlayacak noktaları nedeniyle risk yaratacak konular arasında saymak gerekir. Kıbrıs adası çevresindeki doğalgaz rezervlerinin çıkarılması ve arzı Kıbrıs sorunun çözümü için taraflar ve özellikle Türk tarafı üzerinde baskının artmasına neden olmuştur.
        Sonuç olarak görülen odur ki, AKP Hükümeti, Ortadoğu politikalarında Washington’dan kopuş ile başlayıp, Gezi olayları ve 17 Aralık soruşturmaları sonrasında gerilen ABD/AB ile AKP arasındaki ilişkilerini düzeltmek adına Kıbrıs konusunda KKTC’yi tasfiye etmek, Türkiye’nin garantörlük haklarından ve Türkleri ayrı egemen bir halk olarak görmekten vazgeçmek dahil önemli geri adımlar atmaya hazır görünmektedir. 
        Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Akdeniz’e kıyıdaş diğer ülkelerle sınır anlaşması yapmayı sürdürmesi, Türkiye’yi uluslararası hukuk açısından haklı olsa da yalnız kalmaya mahkûm etmektedir. Meselenin en doğrudan sonucu Türkiye’nin kendi karasularına hapsolmasıdır. Ege adalarının Yunanistan tarafından yerleşime açılması da hem yine deniz yetki alanları bakımından hem Türkiye’nin adalar üzerindeki hakları bakımından hem de toprağına, egemenliğine sahip çıkamayan ülke görünümüne sebep olmasından ötürü önemlidir ve yüksek risk barındırmaktadır.
        Adalar konusunda Türkiye yetkililerinin itirazda bulunmaması, Yunanistan’ın gerçekten de adaları sahiplenmesini sağlamaktadır. Bu durum Casus Belli sayılan 12 mil ilanına göre daha önemlidir, ancak Casus Belli’nin kaldırılmasına da 12 mil ilanına da gerek kalmaksızın Yunan hedeflerini hayata geçirmektedir.  Adalara da kıta sahanlığı tanıyan bir tek taraflı deklarasyonun Yunanistan tarafından yayınlaması da Türkiye-Yunanistan arasındaki uzlaşmazlık konularından birinin daha bir oldu-bitti şeklinde çözüme ulaşması anlamına gelmektedir. Türkiye sadece muhtemel petrol gelirini değil aynı zamanda ve daha önemlisi deniz üzerindeki hareket kabiliyetini de kaybetmektedir.
            Balkanlar da ise Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Balkan Açılımı ile hedeflenen noktadan her geçen gün biraz daha uzaklaşıldığı değerlendirilmektedir. Balkan politikasının yeniden ele alınarak dönem koşullarına uyumlu hale getirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu aşamada kimlerin Türkiye’nin yanında kalacağı henüz belli değildir. Bir tarafta Türkiye’ye artık ihtiyacı kalmadığını düşünenler, bir tarafta bu süreçte ortaya çıkan küskünler, bir tarafta aslında çok hoşlanmayarak işbirliği yürütenler bulunmaktadır ve yeni koşullar her bir kesimi daha da uzaklaştıracak gibi görünmektedir. “One Minute” Erdoğan’ının yarattığı lider odaklı sempatinin de 17 Aralık krizinden sonra zedelendiği ve bu coğrafyada telafi adımlarının henüz atılmadığı gözlemlenmektedir. Eskinin samimi dostu olup da bugün Türkiye’de olup biteni tereddütle izleyen kesime AKP Hükümeti’ni savunmak adına yöneltilen “hain” gibi suçlamalar da durumu kolaylaştırmamakta aksine zorlaştırmaktadır. Öte yandan AKP-Cemaat geriliminin Müslüman Balkan toplumlarına ihracı söz konusudur. Bugüne dek her iki tarafı da Türkiye olarak gören kesim sadece şaşkınlığa değil, aynı zamanda güven yitimine de uğramaktadır.
         Balkan Türkleri açısından da Türkiye’nin kendilerinin sorunlarını çözmede ve haklarını savunmada yetersiz kaldığı algısından bahsedilebilir. Bulgaristan’da halihazırda Türkleri temsil eden bir siyasi parti varken AKP Hükümeti’nin gizleme gereği dahi duymadan, yeni bir Türk partisi kurdurması, böylece oyların bölünmesi riskini yaratması bu tür hisleri besleyen gelişmelerdendir.Bu da esasen yine güven kaybı ve Balkan Türklerinin yaşadığı yerlerdeki etkinliğin yitirilmesi anlamına gelmektedir. Bu gelişmeler Türkiye’nin itibar kaybına da uğramasına neden olmaktadır. AKP’nin kurdurduğu siyasi partinin Bulgaristan’daki seçimlerde baraj altında kalması, sadece Balkan Türkleri açısından değil dünyanın geri kalanı açısından da Türkiye’nin itibarını tartışılır kılmıştır.
          ABD İLE İLİŞKİLER
          ABD ile ilişkiler 2013’de Türkiye’nin Suriye politikası, Gezi olayları ve nihayet 17 Aralık soruşturması çerçevesinde gerilimli geçmiştir. Türkiye’nin Suriye’de izlediği bazı radikal gruplara yardım politikası ABD tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. Mayıs 2013’de gerçekleşen Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında Amerikan tarafı Ankara’dan destek politikasını terk etmesini vurgulayarak istemiştir. AKP Hükümetinin Mısır’da askeri darbeye karşı aldığı tavır, Irak’ta Maliki Hükümeti ile sürtüşmesi de Washington’da gerginlik yaratan hususlar olmuştur. 13 Eylül 2013’de ABD’nin Libya Büyükelçisi Chris Stevens’ın öldürülmesinin Amerikan’da yarattığı ikinci 11 Eylül travması Washington’un AKP’nin selefi örgütleri destekleme politikasına tepkisinin artmasına neden olmuştur.
         Gezi olayları ve 17 Aralık soruşturması konularında AKP Hükümetinin açık bir şekilde ABD’yi suçlar bir tavır içerisine girmesi tansiyonu artırmıştır. Ancak her iki taraf da gerilimin kontrol altına alınması için çaba sarf etmişlerdir. Özetle, Türk-Amerikan ilişkilerinde 2013 senesinin en iyi ifadesi karşılıklı güvensizlik ve kızgınlığın kontrollü tansiyon ile dengelenmesi  şeklinde olabilir.
        Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli noktalar Türkiye’nin ABD’nin Ortadoğu-Kafkasya-Orta Asya-Balkanlar-Doğu Akdeniz politikalarına sağlayacağı destektir. Bu çerçevede a)Türkiye-İsrail İlişkileri, b)Türkiye-ABD yanlısı Arap ülkeleri ilişkileri, c)Türkiye’nin Rusya-Çin bloğu ile ilişkileri, bu çerçevede Ukrayna meselesinde alacağı tavır, d)Ortadoğu’da Kürt politikası ilişkilerdeki önemli parametrelerdir. AKP Hükümetinin Ortadoğu politikalarında izlediği çatışmacı çizgi Mısır-Suriye-Irak-İsrail ile aynı zamanda çatışması, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile (Katar hariç) ters düşmesi, ABD-AKP Hükümeti ilişkilerini zorlamaktadır.     
        2014’de Türk-Amerikan ilişkileri 2013’de olduğundan daha iyi olmayacaktır. AKP Hükümeti,  17 Aralık soruşturmalarının Gülen Cemaati tarafından yürütüldüğünü bunun ise ABD’nin isteği olmadan gerçekleşmeyeceğine inanmaktadır. Bu inanç ve Erdoğan’ın açık tepkilerinin ABD’de bıraktığı “burukluk” 2014’de ilişkiler üzerinde yük olmaya devam edecektir.
         AKP Hükümeti ABD’ye rağmen uzun süreli bir iktidar sürecinin mümkün olmayacağına inanmaktadır. Bundan dolayıTürkiye’nin 2014’de Kıbrıs ve 2015’de sözde Ermeni soykırımı konusunda vereceği/verebileceği tavizler ile ilişkilerdeki mevcut yarılmayı hafifletme politikası 2014’e ve 2015’e damgasını vurabilir.  AKP’nin ABD’nin Afrika politikalarına vereceği destekte önemli sayılabilir.
          Bu tavizler ile30 Mart seçimlerinde AKP’nin yüksek oy alması durumunda, başka siyasal seçenek göremeyen ABD’yi tansiyonu düşürmeye itebilir. Esasen, ABD’nin AKP Hükümetini Kıbrıs, Ermeni sözde soykırımı ve PKK’ya özerklik konularında baskı altına almak için baskı ve gerilim politikası izlediğini söylemek de mümkündür.




http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/04/22/7560/2014-turkiye-kuresel-bolgesel-ve-ulusal-jeopolitik-degerlendirme




..