SURİYE BUGÜNLERE NASIL GELDİ
Suriye denklemi,bölgesel-küresel düzendeki etkileşimler,Doç. Dr. Emel Parlar Dal,
Suriye Denklemi ve bölgesel-küresel düzendeki etkileşimler.,
İSTANBUL - Doç. Dr. Emel Parlar Dal*
23.01.2017
*[Doç. Dr. Emel Parlar Dal. Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü]
Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili ilk önceliği Suriye krizinin barışçıl yollarla ve de tercihen Esedsiz olarak en kısa sürede bir siyasi çözüme kavuşarak bölgesel güçlerin garantörlüğü altında çözülmesi.
Suriye denklemi ve bölgesel-küresel düzendeki etkileşimler
Suriye iç savaşının yeni bir boyut kazandığı Halep savaşı sonrası dönemde Suriyeli muhalifler, Esed rejimi ve bölgesel aktörler olan Türkiye, İran ve Rusya’yı aynı masada toplayan Astana görüşmelerinden nasıl bir sonuç çıkacağına dair belirsizlikler devam ediyor. Görüşmelerin seyrinin ve olası sonuçlarının Türk dış politikasına etkilerini gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte anlamak önem arz ediyor.
Suriye krizinin Türkiye’nin 2000’li yılların başında ideolojik ve stratejik altyapısını yeniden inşa etmeye başladığı Ortadoğu politikasının seyrine ve kazanımlarına etkilerinin olumsuz cereyan ettiği dikkate alındığında, altı yıldır süren iç savaşın sona ermesini en çok arzu eden devletlerin başında Türkiye’nin geldiğini söyleyebiliriz. Esasen Suriye savaşı, başlamış olduğu 2011 yılından itibaren Batı/Amerikan ya da başka bir deyişle, ‘hegemon sonrası uluslararası sistemin’ değişim sancılarının en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biri oldu. Öyle ki süregelen bölgesel düzensizlik hali, bir süre sonra Batı tarafından adeta içselleştirildi ve olumsuz etkileri, kendilerini doğrudan hedef aldığı noktaya kadar sürdürülebilir / katlanılabillir olarak görüldü.
Ortadoğu'da yeni dengeler,
Bugün gelinen nokta itibariyle, Ortadoğu’nun içinde bulunduğu kaos halinden çıkış için ortak bir küresel akıl ve kararlılığının yaratılması pek de mümkün görünmüyor. Bunun en iyi örneğini ise küresel aktörlerin DEAŞ’la mücadeleye yönelik yaklaşım ve pratiklerinde görmek mümkün.
DEAŞ’a karşı kurulan uluslararası koalisyonun büyük aktörlerinin eşgüdüm ve aynı istekle sahada olmadığı bir ortamda Suriye iç savaşının kaderi, adeta Rusya, Türkiye ve İran’a bırakılmış gibi görünüyor. Suriye kilidinin açılmasının aynı zamanda bu üç aktörü Ortadoğu’da bundan sonra kurulacak düzenin belirleyici gücü haline getireceğini ve bunun özellikle Trump sonrası dönemde büyük güçler ve orta ölçekli/yükselen güçler arasında nasıl bir güç paylaşımı yaratacağının ip uçlarını vereceğini söylemek yanlış olmaz.
Suriye’deki olası çözümün 'çoklu' boyutları ve aktörleri
Peki Türkiye için Suriye denkleminin çözülmesi ne anlam ifade ediyor?
Hiç şüphesiz, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili ilk önceliği Suriye krizinin barışçıl yollarla ve de tercihen Esed'siz olarak en kısa sürede bir siyasi çözüme kavuşarak bölgesel güçlerin garantörlüğü altında çözülmesi.
Dolayısıyla, sırasıyla; Aralık ayının son haftasında Esed rejimi ve muhaliflerin üzerinde anlaşmış oldukları ateşkesin devamı, Astana görüşmeleriyle ana hatları çizilerek rejim ve muhalif güçlerini aynı anda tatmin edecek bir siyasi yol haritasının ve de sahada -Fırat Kalkanı operasyonu ile gerçekleştirdiği - DEAŞ ile mücadelesinin başarısı ve meşru bir zeminde devamının sağlanması, PYD-YPG/PKK hattının Kuzey Suriye’de kendi bölgesi dışına çıkmasını engelleyerek kendi ulusal güvenliğini tehdit edecek her türlü tehlikeyi bertaraf etmek gibi konu başlıkları Türkiye açısından önem arz eden konular.
Trump yönetiminin tavrı ne olacak?
Türkiye aynı zamanda Astana görüşmelerinde ABD’yi de masada bir şekilde görmek istiyor, ki böylece olası bir çözümün ABD tarafından boykot edilme ihtimali de bertaraf edilmiş olsun. Yine, aynı şekilde Türkiye ve aynı zamanda Rusya için ABD’nin 20 Ocak’ta göreve başlayan yeni Başkanı Trump’ın da en kısa sürede Suriye meselesine angaje olması oldukça önemli. Keza iki devlet de Suriye’de şu anda gelinen noktanın geçmiş dönemlerdeki Cenevre görüşmeleri ve sonrasında imzalanan ateşkeslerle mukayese edildiğinde daha ileri ve çözüme yakın bir noktada olduğunun farkında. Dolayısıyla, bu kazanımın somut ve kalıcı bir boyut elde edebilmesi, aynı zamanda ABD’nin de barış sürecinde masada olmasına ve Suriye meselesinde gerçek anlamda elini taşın altına koymasına bağlı.
Açıkçası, gerek Ankara gerekse Moskova için yeni Başkan Trump’ın Suriye meselesiyle birlikte Ortadoğu’ya hızlı ve etkili bir giriş yapmasının, kısa vadede istenen ve özlenen bir durum olduğunu tespit etmek mümkün. Her iki devletin de Astana görüşmelerinde ABD’yi görme ısrarı, esasında artık yolun sonuna gelindiğini, çözümden başka bir alternatifin olmadığını ve de bundan dolayı işi şansa bırakmak istemediklerini göstermek açısından önemli bir duruş.
Türkiye’nin Ortadoğu’da 'sorumlu aktör' rolü ve ötesi
İşte bu noktada Türkiye’nin bundan sonraki dönemde Ortadoğu’da oynayacağı yeni rolün de esasen Suriye’den geçtiğini söylemek mümkün. Hatırlanacağı gibi Arap Baharı’nın ilk başladığı dönemde, Türkiye’nin bu yeni ‘değişim’ sürecinde olumlu bir rol üstleneceğine dair gerek Ortadoğu gerek uluslararası kamuoyunda yaygın bir görüş mevcuttu. 11 Eylül’den sonra özellikle Batı medyasının dolaşıma soktuğu ve de devamında tekrar rafa kaldırılan 'Türk modeli' tartışmalarının, Arap Baharı’nın ilk iki yılında uluslararası kamuoyunda tozlu raflardan çıkarılarak tekrar ateşlendiğinin altını çizmek lazım.
Yine aynı şekilde Ankara’nın bu yeni süreçte kendisine çizilen yeni rol konseptini ihtiyatlı bir şekilde karşıladığını ve de Türk modeli yerine daha çok ‘ilham verici aktör’ rolünü benimseme yöneliminde olduğunu anımsatmak gerekiyor. Her şekilde Türk modeli tartışmalarının Türkiye’nin dış politikasının dışarıda ve içeride olumlu bir şekilde algılanmasına önemli katkı yaptığını söylemek mümkün.
Bütün bunlardan hareketle, bölgesinin içinden geçmiş olduğu önemli dönemeçlerde uluslararası kamuoyunun Türkiye’ye yeni roller biçme eğiliminde olduğu dikkate alınırsa, gerek Halep sonrası Suriye resminde gerekse de Trump sonrası Ortadoğu ölçeğinde Türkiye’den beklentilerin artacağını söylemek mümkün.
Bu yeni dönemde, Türkiye’nin ‘sorumlu aktör’ rolünü en etkili şekilde yerine getirmesi ve adeta ‘gündem belirleyici’ rolü oynaması, Türk dış politikasının hem bölgesinde hem de küresel düzlemde güç kazanmasına katkı sağlayacaktır. Alternatifler üreten, değişime açık ve bölgesel ve küresel gelişmelere adapte olma kapasitesi yüksek pragmatik bir dış politikanın Türkiye’nin etki alanını genişleteceğini ve özellikle de uluslararası terörizmle olan mücadelesine olumlu bir zemin hazırlayacağını söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin bu yeni sorumlu aktör rolünün en az bölgesel etkileri kadar olumlu küresel etkileri olacağını da vurgulamak gerekiyor.
Türkiye ve yeni uluslararası düzendeki dalgalanmalar.
Suriye barışının tesis edilmesi durumunda Türkiye’nin kriz yönetim kapasitesi de hem bölgesel hem de küresel düzlemde test edilmiş olacak. Suriye iç savaşı gibi, sonuçları açısından, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birini sonlandırmak için çaba sarf etmiş bir Türkiye’nin çatışmaları çözme gücü ve potansiyelinin de uluslararası kamuoyu tarafından meşrulaştırılması ve de kabul görmesi durumunda, özellikle uluslararası güvenlik yönetişimi alanında etkin ve fonksiyonel bir aktör konumuna taşınması mümkün.
Böylece Türkiye, kalkınma yardımları ve de insani diplomasi/ yardım alanları dışında kendisi için yeni ‘niş diplomasisi’ (uzmanlık diplomasisi) alanları yaratabilir. Bütün bunların Trump dönemi uluslararası düzende meydana gelecek olası uyum ve meydan okumalara nasıl yansıyacağı merak konusu.
Yeni bir bölgesel düzen kurma çabaları Suriye ile kısmen sekteye uğramış olan Türkiye, bu yeni dönemde özellikle ABD ile kuracağı ilişkilerde yakalayacağı uyum ve de Rusya ile normalleşme sonrasında ivme kazanan ilişkileri sayesinde uluslararası sistemde meydana gelebilecek her türlü dalgalanmalara karşı da daha dayanıklı hale gelecektir.
Trump döneminde Obama dönemine göre farklı bir anlayış ile yönetileceğini tahmin ettiğimiz liberal uluslararası düzende Suriye krizininin artık geride bırakılabilmesi, Türkiye gibi orta ölçekli aktörlerin elini güçlendirmesi açısından elzem olmanın yanı sıra, şu an geldiğimiz nokta itibariyle pek de uzak bir olasılık gibi görünmüyor.
***