7 Eylül 2019 Cumartesi

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ NİN TOPLUMSAL VE KURUMSAL DÖNÜŞÜMÜYLE İLGİLİ TEORİLER., BÖLÜM 2

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ NİN TOPLUMSAL VE KURUMSAL DÖNÜŞÜMÜYLE İLGİLİ TEORİLER., BÖLÜM 2




Askeri Mahkemeler, 

15.yüzyılda sürekli orduların kurulmasıyla birlikte askeri yargı faaliyetleri başlamıştır. 16’ncı yüzyıldan itibaren de başta İspanya’da ve İtalya’da asker kişiler hakkında ciddi suçlarla ilgili divan-ı harpler ile divan-ı harplere hukuki tavsiyelerde bulunan ordu müfettişliği kurumları ihdas edilmiştir.(Glissen, 1982: 314) Osmanlı devletinde ise Yeniçeri Ağalarının yaptığı askeri yargılama yerini İstiklâl Harbinde, Divanı Harplere ve Ordu müfettişliklerine bırakmıştır. 

Türkiye’de 1961 Anayasası ile askeri yargı anayasal bir kurum haline getirilmiş ve askeri mahkemelerin teşkilinde çoğunluk, asker üyelerden hukukçu üyelere 
geçmiştir.(Gedik, 2010: 101) Günümüzdeki vaziyete baktığımızda askeri mahkemeler yasal düzenlemelere tabi tutularak bir takım değişiklikler geçirdiğini vurgulayabiliriz. Her şeyden evvel sivil yargılamada söz sahibi olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri(DGM)lerinde asker üye varlığı sona erdirilmiş3 Haziran 2004’te ise DGM’ler tamamen feshedilerek yetkileri özel yetkili ağır ceza mahkemelerine devredilmiştir. Temmuz 2006’da yürürlüğe giren kanun değişikliği ile askeri mahkemelerin barış zamanında sivilleri yoklama kaçağı olma durumları dahil olmak üzere yargılama yetkileri tamamen kaldırılmıştır.(Gürsoy, 
2012: 15) Askeri yargının kurumsal bünyesinde de bazı değişikliklere gidilmiştir. Evvela askeri mahkemelerde bulunan Subay üyelerin varlığı 2010 yılında 6000 sayılı kanunun iptaliyle sona ermiştir. Artık askeri mahkemeler yalnızca askeri hakimlerden oluşmaktadır. 
Bu değişiklikten evvel askeri mahkemelerde yer alan Subayları birlik komutanı belirlediğinden yargının tarafsızlığı hususu sarsılmaktaydı. Yine Anayasa mahkemesinin kararı üzerine askeri hakimler hakkında birlik komutanı veya kıdemli askeri hakim tarafından düzenlenen Subay sicil notu uygulaması kaldırılmış böylelikle kurumsal manada isabetli bir düzenleme daha 
gerçekleştirilmiş olunmuştur. Bütün bu düzenlemelere rağmen günümüzde askeri mahkemeler özellikle yargısal çift başlılığa sebebiyet verdiği gibi gerekçelerle eleştirilere tabi tutulmaktadır. Türkiye’de askeri mahkemelerin düzenlenmesi ile ilgili teorileri oluşturmadan evvel dünyadaki uygulamaları bir şablon misali ortaya koyabilmek sağlıklı bir güzergah belirleyebilmede 
yardımcı olacaktır. İtalya’da, barış zamanında ordu bünyesindeki bütün asker ve siviller ile ordu mensubu olmayan bazı sivil şahıslar (suçun konusuna göre) askeri mahkemelerde yargılanmaktadır.(Luther, 2003: 490) İspanya’da askeri başsavcılık sivil başsavcılığa bağlı görev yaparken Kara Deniz Hava kuvvetlerine göre yargılama terk edilmiştir. Fransa’da ise askeri mahkemeler bulunmazken askeri davalar adliyelerdeki ihtisas dairelerinde görülür. Sivil hakimlere rütbe verilen Fransa’da askeri savcılık yoktur.(Gedik, 2010: 54) İngiltere’de askeri mahkemeler bulunmakla birlikte bütün ordu personeli askeri yargıya tabi olmaktadır. Askerlerin işlediği suçlar sivilleri mağdur edecek nitelikteyse yargılama yeri sivil mahkemelerdir.(Rowe, 2003: 882) 

Abd’de ki askeri mahkemelerde ordu emrindeki bütün personel yargılanır.(Gedik, 2010: 91) Rusya’da ise askeri mahkemeler askerler ve askerlere karşı suç işleyen her sivili askeri mahkemelerde yargılamaktadır. Askeri yargılamaya haiz ihtisas mahkemeleri her ülkede bulunmakla birlikte nitelikleri ülkelerin askeri ve adli yapılarına göre farklılık göstermektedir. 

Türkiye’nin ise mevcut durumu dünya örnekleri de göz önüne alındığında yeniden yorumlanabilir. Öncelikle askeri mahkemelerin kuruluşu ve kaldırılması Milli Savunma Bakanlığının takdirindedir. Askeri Hakimlere disiplin cezaları ile meslekten çıkarma gibi yaptırımların uygulanması Milli Savunma Bakanının kararıyla olduğu gibi, askeri hakimler Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanının imzalarının bulunduğu üçlü kararnameyle atanmaktadırlar. 
Hiçbir demokratik ülkede mahkemeler, hakimler ve savcılar idari işleme tabi değildirler. Bu vesileyle Genelkurmaya dahi bağlı olmayan bir özerk Askeri Hukuk Konseyi kurularak, terfi, tayin gibi işlemlerle, askeri hakim-savcı, yazı işleri müdürü, zabıt katibi, mahkeme ve savcılık personellerinin mesleğe kabulü, özlük hakları, müeyyide gibi hususları yürütmeli askeri mahkemelerin üzerlerindeki idari vesayet sona erdirilmelidir. Bunun dışında askeri mahkemeler mutlak surette garnizonların dışına çıkartılmalı, askeri hakim ve savcıların 
üniforma giyme zorunluluğu kaldırılmak suretiyle kişisel isteğe bırakılmalıdır. Askeri mahkemelerde sivil hukukçu teminleri devam ettirilmeli sivil hukukçu askeri personel arasından da, gerekli niteliklere haiz olanlardan sivil fakat rütbeli hakim savcı ile adli müşavir sınıflarına geçişler yapılabilmelidir. Sivil askeri personelin idari davaları Askeri Yüksek İdari Mahkemelerinde görüldüğünden ordu içerisindeki çift başlılığı sona erdirmek için modern askeri mahkemelerde olduğu gibi bütün personel ‘her bakımdan’ askeri yargıya tabi olmalıdır. Askeri hakim ve savcılardan başarılı olanlar, sivil yargıda olduğu gibi yurtdışına yüksek lisans, doktora ve dil öğrenmeye gönderilerek kendilerini geliştirmelerine 
olanak sağlanmalıdır. Ordu mensubu olmayan siviller ise suçlarının niteliklerine göre askeri yargıya tabi olmalı ya da olmamalıdırlar.4 

Hulasa, askeri mahkemeler bu hususlar doğrultusunda modernize edilerek varlığını sürdürmelidirler. Askeri mahkemeler özel ihtisas mahkemeleri 
oldukları için ihtisas mahkemelerinin yargıda çift başlılığa yol açtığını söylemek mümkün değildir. 

Jandarma Genel Komutanlığı, 

Fransız kaynaklarında ‘Silahlı Adamlar’ manasına gelen ‘Gendarmerie’, XIV.Louis zamanında Fransız kralının muhafız kıtası olarak kullanılmaktaydı. Krala bağlı olup sarayı korumakla görevli olan Jandarma’nın(Akman, 1991: 3) Avrupa’da ilk doğduğu ülke Fransa’dır. Zamanla Fransa’da genel asayişi sağlayabilmek için daimi ve paralı askeri birimin kullanılması gerektiğinden Jandarma ve benzeri teşkilatlar; Fransa geneli ile Avrupa kıtasında kullanılmaya başlanmıştır. Türk güvenlik sistemi incelendiğinde ise askeri statülü kolluğun binlerce yıllar evveline uzandığı görülmekle beraber, ‘Subaşı’ olarak tabir edilen ve asayişi sağlamakla görevli askerler göze çarpmaktadır. (Alyot, 1947: 10) Geleneği Türk-İslam medeniyeti evveline dayanan askeri statülü kolluk, Jandarma adıyla Osmanlı devleti zamanında özellikle cihan harbinde firarlarla mücadele etmede kullanılan 
asli unsur olmuş ve kurumsal yapısı tanımlanmıştır.(Beşikçi, 2010: 159)Bu devirde, Umum Jandarma Komutanlığı olarak adlandırılan birim askeri talim ve terbiye bakımından Harbiye Nezareti’ne, diğer görevleri dolayısıylada Dahiliye Nezareti’ne tabiydi. Cumhuriyet döneminde ise yeni kabul edilen Jandarma kanunuyla Binbaşı ve yukarı rütbeliler İçişleri Bakanı’nın önerisi üzerine Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanmaktaydı. 1937 yılındaki Jandarma Kanunundaki ilave ile de, Jandarma Subaylarının, geçici olarak, valiliğe, kaymakamlığa ve nahiye müdürlüğüne vekaleten atanmalarına imkan sağlanmıştı.(Koçak, 2015: 35) 

1961’de Jandarma Bölge Komutanlıklarının kurulmasından sonra Jandarma Komutanı 1982 Anayasası ile Milli Güvenlik Kuruluna dahil edilmişti. Günümüze baktığımızda Türkiye’de çok tartışılan Jandarma teşkilatı ile ilgili iki değişiklik kısa süre evvel gerçekleştirilerek bugünkü yapı sağlanmıştır. Birinci değişiklik ile Jandarma sınırlardaki görevini Kara Kuvvetlerine devretmiş, ikinci düzenlemeyle ise Jandarma Komutanlığı askeri statüsünü korumakla beraber İçişleri Bakanlığına bağlanmıştır. 

Jandarma’nın yapısıyla ilgili teorileri incelemeden evvel Dünya’da ki Jandarma birimlerine değinmek yerinde olacaktır. Avrupa, Asya, Afrika ve Güney Amerika’da 56 ülkede askeri statülü Jandarma ve benzeri birimler bulunmakla birlikte teşkilatların tamamı İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Bu birimler askeri konular sebebiyle Savunma Bakanlığına bağlı olup genelde kırsal bölgelerde görevlerini icra etmektedirler. İstisna olarak Şili’de tüm Ülkede görev yapan Jandarma, Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan’da İçişleri Bakanlığı’nın yetkilendirmesi durumunda yine bütün ülkede görev yapar. İtalya’da ise bölge kısıtlaması olmamakla birlikte ihbarı alan ilk kolluk birimi olayla ilgili çalışmaları yürütmektedir. (Jandarma Dergisi, 78-79) 

Bu uygulamalara baktığımızda Türkiye’nin askeri sosyolojik perspektifide dikkate alındığında Jandarma’nın genel kolluk olarak sürekliliğini koruması önemlidir. Yine bu vaziyette Polis ve Jandarma bölgeleri olarak belirlenen alanlarda kolluklar müstakil olarak görev yapmalıdırlar. Profesyonelleşme İç Güvenlikle alakalı bir teşkilatlın temel doktrini olduğundan Jandarma bünyesine hiçbir surette kısa dönem erler kabul edilmemeli orta vadede ise yükümlülerin hiçbirisi Jandarma bünyesinde görev yapmamalıdır. Kapatılan Uzman Jandarma Çavuş okulu yeniden açılarak Jandarma’nın asli kaynağı olarak Uzman Çavuş 
yetiştirilmesine devam edilmelidir. Jandarma teşkilatının idari yönden İçişleri Bakanlığına bağlanmasında bir sakınca olmamakla birlikte, Jandarma’nın halk nazarındaki itibarının korunması ve ötesinde özerk kolluk tanımının devam ettirilmesi için Generaller ile birlikte İl Alay Komutanlarıda Jandarma’nın iç yapısı içerisinde askeri silsileye göre atanmalıdırlar. Türkiye’de bir süre Jandarma’nın topyekün kaldırılması/sivilleştirilmesi5 savunulmuş fakat bunun pratikte bir getirisi olamayacağından şimdilik bu tartışmalardan vazgeçilmiştir. Jandarma her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de Polise nazaran daha ağır silahları bulunan bir 
teşkilattır. Bunun yanı sıra askeri konumu itibariyle halkta fevkalade yatıştırıcı bir psikoloji yaratmaktadır. Jandarma’nın bulunmadığı ülkelerden örneğin İngiltere’de yüksek gerilimli toplumsal olaylarda polisin yetersiz kalması durumunda ordu birliklerine talimat verilmesi tartışmalara sebebiyet vermektedir. Jandarma ise Polis ile Kara Kuvvetleri arasında ara bir kolluk 
misali toplumsal dengeleyici yapısı bakımından oldukça mühimdir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kurumsal Yapısının Dönüşümü İle İlgili Diğer Teoriler 

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması salt coğrafi ve ideolojik bir çizginin değişmesinden daha geniş tabanlı manalar taşıyordu. Dünya modern ötesi de denilen postmodern kavramı tanımaya başlayacak, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel hatta inançsal değişimler güvenlik ve güvenliğin temel aktörü ordulara da yansıyacaktı. Postmodernitenin siyasi 
alandaki karşılığı her şeyden evvel devlet mekanizmasının ulusal ve uluslararası platformda otoritesini başka aktörler ile paylaşmak zorunluluğuna evrilmesidir. Yani Modern Devlet kavramı yeniden tanımlanmak zorunda kalmıştır. Modern devlet önce sınırlarıyla varolur. Diğer yandan ülkeselliğin çizdiği sınırlar, ülke içindeki tek kamusal otoritenin de sınırlarıdır. Devletin içinde artık başka herhangi bir otorite tanımlanamaz. Sınırlar içinde yalnız devlet güvenliği sağlar, dışarıdan gelen tehditleri durdurur, ekonomik ve mali bir düzen kurar ve kültürel bütünlüğü sağlar.(Balta, 2014: 37) Sınırlar dışında da devlet yegane aktördür; devletin uluslararası alandaki özerkliğinin korunması, tüm devletlerin ortak önceliğidir.(Held, 2005: 78) Devletin asli unsur olduğu düzende realist bir felsefe uluslararası ilişkilere hakimdir. Realizme göre bencillik, saldırganlık ve güç arzusu, bu dünyanın kaçınılmaz olarak güç ve şiddet içermesi sonucunu doğurur.(Nogayeva, 2013: 17) Güçlü olmak ve sürekli gücü arttırmak için temel argüman büyük, kitlesel, savaşçı subayların bulunduğu orduların tesis edilebilmesidir. Büyük ordu, harp okullu savaşçı subay kavramı soğuk savaş sürecinde de devam etti fakat ordular birtakım değişiklikler geçirdi. İkinci dünya 
savaşı sırasında İngiliz Hava Kuvvetlerinin radarı ilk olarak kullanmalarıyla daha önce savaşla yüzeysel olarak ilgilenen bir sınıf insan da savaşla askerler gibi ilgilenmeye başladılar.(Friedman, 2015: 65) Teknik sınıfın yıldızının parlamaya başlamasının ardından atom çalışmalarında Manhatton projesinin kara kuvvetleri personelinden(Friedman, 2015: 69) California üniversitesine devredilmesi yetkinin subaylar dışında bilim insanlarına verilmesi manasını taşıyordu. Tekniki personelin ordular içerisinde öneminin yükselmesiyle Soğuk savaşın sona erdiği tarihten itibaren katı realist görüş güvenlik politikalarında terk edildi. Bu yeni ‘’Modern Devletler’’ artık egemenliklerini, uluslararası kurumlar, şirketler ve sivil toplum kuruluşlarıyla paylaşacaklardı. İki kutupluluk sona erdiğinden yeni düzende ve yeni devlet sisteminde kitlesel ordulara da gerek kalmadı, 
1990’larda 6 milyondan fazla personel ordulardan ayrılmak durumunda kaldı.(Zabcı, 2013: 10) Paramiliter tehdit ve insani müdahale operasyonları gibi yeni güvenlik algılarına göre küçülen ve profesyonelleşme katsayısı artan ordularda sivil ve üniformalı personel arasındaki uçurum kapandı, sivillerde silahlı kuvvetlerin hayati unsurları arasına girdi. 




Tablo 1: Ordu tiplerinin dönemlere göre karşılaştırılması (Moskos vd., 2000: 14) 

Dünya’da her alanda olduğu gibi güvenlik alanında da değişimler yaşanırken Türkiye’de de birtakım farklılıklar yaşanması kaçınılmazdı. Sivil Asker ilişkilerinin dönüşümü bağlamında idari ve mali denetimin eskisine nazaran daha kuvvetli olması ve kurumsal manada profesyonel ordu çalışmaları göze çarpan gelişmelerdendir. Türkiye coğrafyası gereği ve maliyet külfeti sebebiyle kısa ve orta vadede zorunlu askerliğin uygulanmadığı bir ülke olamaz. Zorunlu askerliğin kaldırılarak tamamen profesyonel ordu yapısına sahip olabilmek uzun vadeye yayılarak hayata geçirilmesi gereken bir proje olmalıdır. İlk etapta silahlı 
kuvvetlerde karma sistem uygulanmalıdır. Sözleşmeli ve muvazzaf er temini hızla devam ettirilirken, askerlik yükümlüleri de vazifelerini icra edebilirler. Askerlik belirli kıstaslara haiz olanlar ve talep edenlerin belirlenmiş meblağyı yerine getirmeleri durumunda muaf olacaklar kategorisini de kapsamalıdır. Gelir yalnızca silahlı kuvvetlerin ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmalı, yükümlü erler geri hizmet veya pasif görevleri icra ederlerken, saha; eğitimli profesyonellere bırakılmalıdır. Böylelikle orta vadede işin ehli, mobilize, daha küçük bir ordu yapısı sağlanmalıdır. Fakat profesyonelleşmenin asli sebebinin terör olduğu gibi 
yanlış bir kanı oluşmamalı ve tasarı bu yanlış kanı üzerine inşa edilmemelidir. Çünkü Türkiye’de terörle mücadele İçİşleri Bakanlığı vasıtasıyla; Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yürütülmektedir. Bunun dışında ancak yoğun asayişsizlik sebebiyle Kara Kuvvetleri Komando Tugaylarına başvurulmaktadır. Yani Silahlı Kuvvetlerin profesyonel yapıya kavuşması iç güvenlikten çok dışsal güvenlik kaygılarına yönelik bir girişimdir. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder