İsmet İnönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmet İnönü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2019 Çarşamba

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.? BÖLÜM 2

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.?  BÖLÜM 2



Atatürk döneminde yukarda görüşlerinden örnekler verilenler dışında daha bir çok devlet ve siyaset adamı, “amelî, “ yani öğrendiğini uygulayabilen gençler yetiştirmenin önemini vurgulamıştır.34 
Öğrendiklerini uygulayabilen, “amelî nesiller” yetiştirme görüşü, o dönemde devletin eğitim politikasına da yansımış35 ve hükûmet programlarında yer almıştır.36 Atatürk dönemi Maarif Vekillerinden İsmail Safa, 8 Mart 1923 (1339) tarihinde yayınladığı bir bakanlık genelgesinde “Tedrisatın Gayeleri” (Öğretimin Amaçları) başlığı altında şöyle demektedir: 

Vekaletin tedrisat hususundaki gayesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa Hazretleri’nin senei devriye münasebetiyle irat buyurdukları nutukta gösterilen hututu [ilkeleri] ihtiva eder. O hututun aynen muhafazası için nakl ve tekrara lüzum görüyorum: 
Müşarünileyh Hazretlerinin gayet muciz [öz] surette izah ettikleri gibi bu hususta tatbik edeceğimiz usul, malumatı insan için fazla bir süs, bir vasıtai tahakküm, yahut medenî bir zevkten ziyade, maddî hayatta muvaffak olmayı temin eden amelî ve kabili istimal bir cihaz hâline getirmektir.37 

Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından hazırlanan program ve yönetmeliklerde de “ amelî eğitim ” kavramı, bir başka deyişle, öğrendiklerini uygulayarak hayatta başarılı olacak gençler yetiştirmenin önemi vurgulanmak tadır. Maarif Vekâleti tarafından hazırlanarak 1927’de yayınlanan ve orta öğretim kurumlarının amaçlarını belirleyen “Lise ve Orta Mektepler Talimatnamesi”nde şöyle denmektedir: “Orta mekteplerle liseler, talebesinin... Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı sıfatıyla millet hayatı içinde müsmir 
faaliyette bulunmasını... hedef ittihaz eder.”38 Atatürk döneminin sonlarına doğru, yine Maarif Vekâleti tarafından hazırlanarak 1936 yılında yayınlanan “İlkokul Programı”nda da, öğrencilerin bilgiyi uygulamasının ve hayatta başarı kazanmalarının önemi vurgulanmaktadır. 
Program, ilkokulun amaçlarından birisini şöyle ifade etmektedir: “İlkokul terbiye ve tedrisinde güdülen hedeflerden biri de bilgiyi, talebeye maddî hayatta muvaffakiyet elde ettiren bir vasıta haline getirmektir.”39 

3. Yüksek Karakterli Bir Gençlik 

Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamları hem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hem de Meclis dışında yaptıkları konuşmalarda yeni yetişen nesillerin “yüksek seciyeli” (karakterli, erdemli) yetiştirilmesini istemişlerdir. Atatürk bu konudaki görüşlerini, 25 Temmuz 1924’te öğretmenlere yaptığı bir konuşmada şöyle açıklamaktadır: “Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, 
bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu evsaf [nitelikler] ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.”40 

Atatürk’ün bu sözleri diğer devlet ve siyaset adamları tarafından da aynen veya benzeri ifadelerle tekrarlanmıştır. 

Maarif Vekâleti 1924 yılı bütçesi Mecliste görüşülürken söz alan Karahisarısahip milletvekili Kamil Efendi, eğitimin vatan evladına “iyi bir irade, ” “yüksek ve sağlam bir seciye vermek” demek olduğunu söylemiştir. Ona göre, eğitimin amacı vatan evladını “iyi iradeli” ve “yüksek seciyeli” olarak yetiştirmek olmalıdır.41 Aynı oturumda söz alan Maarif Vekili Vasıf Bey de takip ettikleri maarif siyasetinde “seciyeyi!, iradeyi, ahlakı fazileti en ulvî, en müspet ve katî bir hedef olarak” kabul ve ilan ettiklerini söyledikten sonra konuşmasını şöyle 
sürdürür: “Elbette... milletin gençliğine yüksek bir terbiye ve yüksek bir irade vereceğiz. Bu bizim hedefimizdir.”42 Başbakanı İsmet İnönü 8 Temmuz 1929’da “Ankara Hukuk Mektebi”nin öğrencilerine yaptığı bir konuşmada bilgili ve erdemli olmanın önemini vurgular. 
Hayatta başarılı olmak için hatırıma gelen “bir iki sırrı” size söylemek istiyorum diyen İnönü, konuşmasını şöyle sürdürür: 

Bir defa vazife severlik tavsiye ederim. Vazife severlik ilk andan itibaren kanaat ve tahammül yükler. Vazife severlik ilk anda teveccüh eden vazifeyi sevmek demektir. Sevmek buradan başlar. Ondan sonra muvaffakiyet ve sebat gelir. Hayatta muvaffakiyetin başı kanaatte ve tahammüldedir. Kanaatkâr olmak lazımdır. Müşkülat karşısında tahammül etmek, dişini sıkmak lazımdır. İnsanoğlunun kabiliyetinin derecesi ve hududu keşfolunmamıştır. Size hayatınızda bir de liyakat hırsı tavsiye ederim. Serbest hayatınızda olsun, resmî hayatınızda olsun kabiliyetinizi artırmak, ilminizi artırmak için göstereceğiniz gayret, girdiğiniz meslekte en yüksek dereceye varmak için göstereceğiniz hırstır ki, herhangi bir cemiyeti en yüksek cemiyetler sırasına çıkaracak tılsım meyanındadır. Size bir de bütün bu söylediklerimden belki daha mühim olmak üzere seciye, istikamet tavsiye ederim. Asla seciye ve istikametten dönmeyiniz. İlimsiz hiçbir şey olmaz. Fakat ilimle de, eğer seciye sağlam değilse bir netice kazanılmaz, korkulur ki ilim zararlı olmasın.43 

Maarif Vekili Esat Bey 3 Ocak 1921’de yaptığı bir konuşmada, gençliği nasıl yetiştireceklerine ilişkin görüşlerini şöyle açıklamıştır: 

“Gazi Hazretleri ‘Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister’ buyurmuşlardır. Bu muhafızlar münevver gençlikten başka bir şey değildir. Gençlerimizi ve çocuklarımızı bu beş esasta yetiştireceğiz.”44 Esat Bey Mecliste yaptığı bir konuşmada da gençliğin ahlaki değerlere sahip olarak yetiştirilmesini istemiştir.45 Kütahya milletvekili Cevdet Bey, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve Kastomonu milletvekili Halit Bey de, gençliğin “ahlâklı” ve “seciyeli” olarak yetiştirilmesi gerektiğini savunan 
konuşmalar yapmışlardır.46 

Atatürk’ün.47 ve onunla birlikte Cumhuriyeti kuranların çok önem verdiği yüksek karakterli (erdemli) bir gençlik yetiştirmek ideali devletin eğitim politikası olarak da benimsenmiştir. Büyük Millet Meclisi’nde okunan ilk “İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) Programı”nda gençlere “teşebbüs kudreti” ve “nefse itimad” gibi “seciyeler” (erdemler) kazandırılacağından söz edilmektedir.48 
Maarif Vekili Vehbi Bey 20 Kasım 1921’de yayınladığı bir genelgede, gençliğin “sarsılmaz bir seciye ve ahlâk” ile donatılacağını söylemektedir.49 
Başbakan Celal Bayar da 8 Kasım 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu hükûmet programında, nasıl bir gençlik yetiştireceklerini şöyle 
açıklamaktadır: “Büyük gaye, Türk vatandaşını fikir ve düşünce itibariyle kuvvetli, vücut itibariyle kuvvetli ve tam sıhhatli, seciyeli, gürbüz, güzel 
insan olarak yetiştirmektir.”50 Yüksek karakterli bir gençlik yetiştirmek görüşü, eğitimin amaçlarından birisi olarak, Atatürk Dönemi’nde yayınlanan 
ilk ve ortaöğretim program ve yönetmeliklerinde de yer almıştır.51 

4. İnkılapları Yaşatacak Bir Gençlik 

Atatürk döneminin ilk yıllarını oluşturan 1920-23 arasında, devlet ve toplum hayatında bazı yenilikler yapılmış olmakla birlikte, büyük inkılaplar Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştirilmiştir. 29 Ekim 1923’te, o zamanın anayasası olan “Teşkilatı Esasiye Kanunu”na “Türkiye devletinin şekli hükûmeti Cumhuriyettir” maddesi eklenerek Cumhuriyet ilan edilmiş, 1924’de yapılan değişiklikle 
Türkiye devletinin “Cumhuriyetçi, Millîyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik, ve Inkılapçı” olduğu kabul edilmiş, sonraki yıllarda da hemen her alanda köklü yenilikler yapılmıştır.52 

Başta büyük Atatürk olmak üzere, Türk devlet ve siyaset adamları gençlerin yapılan inkılapları yaşatacak şekilde yetiştirilmesini ve eğitim sisteminin buna göre düzenlenmesini istemişlerdir. Atatürk 1924’te Dumlupınar’da yaptığı bir konuşmada bu konudaki görüşünü şöyle dile getirmiştir. “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir, Cumhuriyeti biz tesis ettik, onu ila ve idame edecek sizsiniz.”53 
Atatürk 1927’de Cumhuriyet ‘Halk Partisi Kurultayında okuduğu tarihi “Nutuk”ta da “Türkiye Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa” etmek görevini gençliğe vermiştir.54 

Maarif Vekili Mustafa Necati 1926’da İstanbul’da Darülfünun’da (üniversite) yaptığı bir konuşmada, gençleri “yeni hayatımızın icaplarına göre hazırlamak borcumuzdur” dedikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: Okullarımızı öyle düzenlemeliyiz ki, “çocuklarımızın çok yüksek fedakarlıklarımızın çiçeği olan inkılabı gayesine eriştireceklerinden şüphe etmeyelim ve müsterih olalım. Vekâlet bu hedefe varmak azmi katisindedir.”55 Mustafa Necati 1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada da gayelerinin “inkılâbın prensiplerine âşık bir nesil yaratmak” olduğunu söylemiştir.56 

Atatürk dönemi devlet ve siyaset adamları, eğitiminin amaçlarından birisinin Türkiye Cumhuriyetini ve inkılapları yaşatacak nesiller yetiştirmek olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Dersim milletvekili Feridun Fikri bir konuşmasında şöyle demektedir: “Malumu alileri, maarifimizin bugünkü halinde istihdaf ettiği [amaçladığı] o büyük ruh, memlekette Cumhuriyet gayesini, Cumhuriyet mefkuresini [ülküsünü] yaşatmaktır.”57 Manisa milletvekili Refik Şevket ise “millîyetçi, halkçı, cumhuriyetçi, inkılapçı ve laik bir idealin tahakkuku için yegâne müessesenin” Maarif Vekâleti olduğunu söylemiştir.58 Elaziz milletvekili Fazıl Ahmet Meclis”te yaptığı konuşmalarda, yeniliklere açık, “inkılapçı, laik ve demokrat” bir gençlik yetiştirmek emelinde olduklarını ifade ederek, eğitimin bu amacı gerçekleştirmek için çalışması gerektiğini vurgulamıştır.59 

Atatürk döneminin “inkılapları yaşatacak nesiller yetiştirmek” görüşü o dönemde devletin eğitim politikasına da yansımış ve resmî metinlerde yer’ almıştır. Maarif Vekili İsmail Safa tarafından Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra ilan edilen “Maarif Misakı”nın [Eğitim Yemini] esaslarından birisi, “millîyetçi, halkçı, inkılapçı, laik ve cumhuriyetçi vatandaşlar yetiştirmek”tir.60 

Bu amaç, ilk defa 1936 yılında kabul edilen- İlkokul Müfredat Programında “çocukları, kuvvetli cumhuriyetçi, millîyetçi, devletçi, laik, inkılapçı yurttaşlar olarak yetiştirmek”61 şeklinde ifade edilmiştir. 

Yapılan yeniliklerin, en başta da Cumhuriyet’in yaşaması için eğitim sisteminin yapılan yenilikleri yaşatacak gençler yetiştirmek üzere düzenlenmesi gerekiyordu, bu dönemde de bu yapılmıştır. 

5. Çalışkan Bir Gençlik.,

Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamlarının değer verdikleri vasıflardan birisi de çalışkanlıktır. Atatürk Türk gençliğinin çalışkan olmasını, çalışmaktan zevk almasını istemiş, mutluluğun ancak çalışkanların hakkı olduğunu ifade etmiştir. 

Ona göre: 

Çalışmaksızın, fikrî gelişme ve ahlâkî olgunlaşma da mümkün değildir.
...  Çalışmak, ilk sıkıntılara ve isteksizliklere üstün gelindikten sonra, en şiddetli bir zevktir.
... İnsan, çalıştığı işi, eli altında veya kafasının içindeki eserini, büyümekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar.
... Bu zevk bütün zahmetleri... derhal unutturur.62 

Atatürk’e göre, “Allah’ın milletimize yaratılıştan verdiği yetenekleri en üst derecede geliştirmek; memleketimize bağışladığı bütün kuvvet ve servet 
kaynaklarından en iyi biçimde yararlanarak güçsüzlük sebeplerini ortadan kaldırmak için, bundan böyle, hiçbir fırsatı ve zamanı boşa harcamayarak, 
çalışmağa mecburuz.”63 

Atatürk çeşitli vesilerle “çocuklarımıza ideal (ülkü) aşılanmasını ve onların çalışkan olmalarını istemiştir.”64 Atatürk’ün ideali “ilkelerine bağlı, çalışkan ve vatansever bir gençlik” idi.65 Ülkenin ancak böyle bir gençlikle kalkınabileceğini söyleyerek çalışkanlığın önemini vurgulamıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum.
..Şunu söyleyeyim ki, çok zekisin!.
..Bu belli. Fakat zekânı unut!.
..Daima çalışkan ol!..”66 

İzmit’te basın mensuplarıyla konuştuğu bir gün çalışkanlık konusuna değinen Atatürk bu konuda şunları söylemiştir: “Millî hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz; yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır: çalışkan olmak.”67 

Atatürk gibi Başbakan İsmet İnönü de çalışkan bir gençlik istemektedir. 5 Kasım 1926’da, “Ankara Hukuk Mektebi”nin diploma töreninde yaptığı konuşmada, “yeni devirlerin adamı” olacak öğrencilerde gördüğü “ümit, sebat ve gayret’ten memnun olduğunu söyler, İnönü’ye göre, “çok zeki, çok akıllı” olmak fazla önemli değildir. Bir insanın en önemli özelliği “ölünceye kadar yorulmaksızın çalışma kudret ve hevesine” sahip olmasıdır. “Zeki değil, çok çalışkan adam istiyoruz” diyen İnönü, “Hukuk Mektebi” hocalarından şu istekte bulunur: “Muhterem profesörler... tahsil hayatında bu gençlerden isteyecekleri mesaiye hudut tasavvur etmesinler, insafsız olsunlar.
... Bu nesil çok esaslı hazırlanmağa muhtaçtır. Çalıştırmalısınız, çok istemelisiniz, çok insafsız ve kıyıcı olmalısınız.”68 İnönü bu isteğinin gerekçesini açıklarken, gençleri amansız hayat mücadelesine hazırlamak gerektiğini söylemiştir. 

Sonuç 

Büyük Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamlarının gençlikle ilgili görüşleri analiz edilince ortaya Türk milletinin yaşadığı tarihî tecrübeye göre şekillenmiş, tamamen yerli ve millî bir gençlik tipi çıkmaktadır. Türk milleti dünyanın hem çok güzel hem de siyasi, kültürel, ve ekonomik açıdan çok önemli bir parçasını vatan olarak seçmiştir. Tarih gösteriyor ki bu vatanda hür ve bağımsız yaşamanın bedeli çok yüksektir ve o bedeli, Türk ulusu defalarca ve kahramanca ödemiştir. Bu bedelin ne kadar yüksek olduğunu 
çok iyi bilen Atatürk ve onunla birlikte Cumhuriyeti kuranlar, Türk gençlerini bu topraklarda hür ve bağımsız olarak yaşayacak güçte yetiştirmek istemişlerdir.69 Onlara göre, gençlere “en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklaline” düşman unsurlarla mücadele etmeyi, vatana sahip olmayı öğretmek gerekmektedir.70 Hayatın her anını cephedeymiş gibi yaşayan, “gideceksiniz ve öleceksiniz” dendiğinde vatan için ölmeye hazır, fedakâr nesillere ihtiyaç vardır. Türk gençleri aynı zamanda bilgili, öğrendiğini uygulayabilen, çalışkan, 
ve yüksek karakterli olmalıdır.71 Bu topraklar üzerinde ancak böyle bir gençlik inkılapları yaşatır, Cumhuriyeti korur, ve milletin bekasını sağlayabilir.72 
Türk gibi, Atatürk gibi düşünenlerin başka tür bir gençlik istemesi de mümkün değildir. 

Bu noktada sorulması gereken soru en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’yi düşünen böyle bir gençliği kimin yetiştireceğidir. Geleneksel toplumda gençleri ana baba olarak, öğretmenler olarak biz eğitirdik. Şehirleşen, teknolojik olarak gelişmiş ve küreselleşen yeni toplumda durum değişti. Bizimle birlikte, televizyon, sinema, ve Internet gibi güçler de çocuklarımızı eğitiyor. 

Kim daha güçlüyse, kim daha iyi eğitiyorsa çocuklarımız onların istediği gibi düşünüyor. Çok geç olmadan, bu çocuklara ne olmuş, neler de söylüyorlar, yabancılar gibi düşünüyorlar deme noktasına gelmeden, eğitim kurumlarımızı Türk gibi, Atatürk gibi düşünen, onun gibi hisseden gençler yetiştirmek için hazırlamalıyız. Atatürkçülük, Atatürk gibi hissetmek ve Atatürk gibi düşünmekle mümkündür.73 


DİPNOTLAR;

1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., Ankara 1961, s. 17. 
2 a.g.e., cilt 1. s. 231. 
3 Bkz: Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Gençlik, “, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 867-876. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, Ön. ver., s. 182 
5 Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanları’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, s. 86-87. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., Ankara 1946. 
6 a.g.e., s. 108-111. 
7 a.g.e., s. 119. 
8 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 10/2/1337(1921), cilt 8, s. 170. 
9 Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 340 
10 a.g.e., s. 373. 
11 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 4, 12/4/1927, cilt 31, s. 91 
12 a.g.e. devre 2, sene 1, 23/2/1340(1924), cilt 6, s. 264. 
13 a.g.e. devre 2, sene 2, 25/2/1341(1925), cilt 14, s. 305 
14 a.g.e. devre 3, sene 3, 18/5/1930, cilt 19, s. 108. 
15 a.g.e., s. 108. 
16 a.g.e., s. 110. 
17 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın TCBMEB1 Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 51 52. 
18 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 314. 
19 Ağaoğlu Ahmet (Kars Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 26/2/1341(1925), cilt 14, s. 367; Abidin Özmen (Maarif Vekili), devre 5, 
Fevkalade İçtima, 25/5/1935, cilt 3, s. 257; Berç Türker (Afyon Milletvekili), devre 5, sene 1, 26/5/1936, cilt 11, s. 238 
20 Suna Kili ve A. Şerif Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara 1985, s. 111. 
21 Maarif Vekaleti, 1936 İlkokul Programı, s. 2; Milli Eğitim Bakanlığı, 1968 İlkokul Programı. İstanbul 1968, s. 5. * Daha sonraki dönemlerde bu amacın 
eğitim politikasını belirleyen metinlerde daha ayrıntılı bir şekilde yer aldığı görülmektedir. 1973’te kabul edilen “Milli Eğitim Temel Kanunu”nda, Türk 
 Milleti’nin bütün fertlerini toplumun “milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini 
seven ve daima yüceltmeye çalışan” yurttaşlar olarak yetiştirmek Türk Milli Eğitimi’nin genel amacı olarak kabul edilmiştir (Bkz: Milli Eğitim Gençlik ve 
Spor Bakanlığı, Milli Eğitim Temel Kanunu. Ankara 1987, s. 5). 
22 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 45. 
23 a.g.e., cilt 2, s. 43. 
24 a.g.e., cilt 2, s. 111. 
25 a.g.e., cilt 2, s. 173. 
26 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 298. 
27 Bakınız: Mustafa Rahmi, “Maarifte Gaye-1, “ Hâkimiyeti Milliye. 3 Mayıs 1339/1923; Hâkimiyeti Milliye. “Yeni Türkiyenin Dördüncü Maarif Senesi, 
 “ 8 Mart 1339/1923; Enver Behnan Şapolya, “Atatürk ve Maarif Misakı, “ Türk Kültürü Eğitim Sayısı, Şubat 1966, sayı 40, s. 89; CHP Dördüncü Büyük Kurultayı Görüşmeleri Tutalgası. Ankara 1935, s. 68 
28 Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Nizamnamesi ve Programı 1931. Ankara 1931, s. 35; Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Programı 1935. Ankara 1935, s. 16. 
29 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Programı. Ankara 1924, s. 15; Feridun Fikri (Dersim Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 5/3/1341(1925), 
Cilt 15, s. 189. 
30 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 25/2/1341(1925), cilt 14, s. 301-302. 
31 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 26/2/1341(1925), cilt 14, s. 367. 
32 a.g.e., s. 373 
33 a.g.e., s. 186-187. 
34 Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 2, 12/11/1337(1921), cilt 14, s. 199; Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), a.g.e., 
Devre 2, Sene 2, 5/3/1341(1925), cilt 15, s. 173; İhsan hamit (Ergani Milletvekili), a.g.e., devre 2, sene 2, 7/3/1341(1925), cilt 15, s. 201; Hikmet Bey (Maarif Vekili), Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 160; 
İsmet İnönü (Başbakan), a.g.e., cilt 1. ön. ver., s. 106. 
35 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 9/5/1336(1920), cilt 1, s. 241. 
36 a.g.e., devre 2, sene 2, 27/11/1340(1924), cilt 10, s. 389; TC Başbakanlık, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetleri (1923-1960), cilt 1, Ankara 1978, s. 8, 45, 89. 
37 Maarif Vekaleti Mecmuası, sayı 1, 1 Mart 1341(1925), s. 52. 
38 Hasan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk ve Orta Öğretim, Ankara Üniv. DTCF yay, 1982, s. 160 
39 Maarif Vekaleti, İlkokul Müfredat Programı. İstanbul 1936, s. 2. İncelediğimiz dönemde sık sık kulandan “seciye” kelimesi günümüz Türkçesinde pek kullanılmamaktadır. Atatürk dönemi aydınlarının “karakter, “ “ahlak, “ “dürüstlük, “ gibi kavramları anlatmak için kullandığı “seciye” kelimesi “karakter” ve “erdem” sözcükleriyle sadeleştirilmiştir. 
40 Atatürkün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön.ver.. s. 172. 
41 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 17/4/1340(1924), cilt 8 ve 8/1, s. 814 
42 a.g.e., s. 823. 
43 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 102-104. 
44 a.g.e., cilt 2, ön. ver., s. 43. 
45 Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 25/6/1932, cilt 9, s. 325. 
46 Cevdet Bey (Kütahya Milletvekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 4/12/1336(1920), cilt 6, s./8; Hamdullah Suphi (Maarif Vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 2, 7/3/1341(1925), cilt 15, s. 203; Halit Bey (Kastomonu vekili), TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, Sene 3, 20/3/1926, cilt 23, s. 266 
47 Bkz: Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Milli Eğitim”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yay., Ankara 1992, s. 673-693. 
48 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 1, sene 1, 9/5/1336(1920), cilt 1, s. 241-242. 
49 Ayni, devre 1, sene 3, 14/8/1338(1922), cilt 22, s. 203. 
50 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri. cilt 1, ön. ver., s. 134. 
51 Maarif Vekaleti İlkokul Müfredat Programı. İstanbul 1936, s. 2; Maarif Vekaleti İlk ve Orta Mektepler Talimatnamesi. İstanbul 1927, s. 1. 
52 Suna Kili ve A. Şerif Gözübüyük, Ön. Ver., s. 103-111. 
53 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, ön. ver., s. 182. 
54 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Türk Teyyare Cemiyeti Yay., Ankara 1927, s. 532 
55 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanları’nın Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 373. 
56 TBMM Zabıt Ceridesi, devre 2, sene 4, 12/4/1927. 
57 a.g.e. devre 2, sene 2, 26/2/1341 [1925], cilt 14, s. 362. 
58 a.g.e. devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 312. 
59 a.g.e. devre 4, sene 1, 25/6/1932, cilt 9, s. 319; a.g.e., devre 4, sene 2, 17/5/1933, cilt 15, s. 142. 
60 Enver B. Şapolya, “Atatürk ve Maarif Misakı, “ Türk Kültürü Eğitim Sayısı. Şubat 1966, Sayı 40, s. 87. 
61 Maarif Vekaleti, 1936 İlkokul Programı. İstanbul 1937, s. 2. 
62 A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları. Türk Tarih Kurumu yayını, 1969, s. 75-76 ve 533-535’den nakleden Turhan Feyzioğlu,  “Atatürk ve Gençlik, “ Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yay., s. 873. Mustafa Özcan (1992). Updating National Identity: The Turkish Experience: Examples from the Atatürk Period (1920-1938). Presented at the 87* Annual Meeting of the American sociological Association. 
August 20-24, Pittsburg, Pennsylvania, USA. 
63 Hakimivet-i Milliye gazetesine demeç (6 Aralık 1922). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. c.II, 2. baskı, Ankara, 1959, s. 46-47. 
64 Yahya Akyüz. “Atatürk ve Eğitim “, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 712. 
65 Utkan Kocatürk, “Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri, “ Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 878. 
66 Atatürkçülük. Üçüncü Kitap. Ankara, 1983, s. 166-167’den nakleden Turhan Feyzioğlu, “Atatürk ve Gençlik, “ Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., s. 874. 
67 İzmit Basın Toplantısı (16 Ocak 1923). Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. c.II, 2.b., Ankara, 1959, s. 59. 
68 Cumhurbaşkanları. Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlan’nın [CBMEB] Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, cilt 1, ön. ver., s. 96-97 
69 Mustafa Özcan (1992). Updating National Identity: The Turkish Experience: Examples from the Atatürk. Period (1920-1938). Presented at the 87* 
Annual Meeting of the American sociological Association. August 20-24, Pittsburg, Pennsylvania, USA. 
70 Andrew Mango (2000). Atatürk: the Bibliographv of the Founder of Atatürk. New York: The Overlook Pres, p. 262. 
71 Atatürk’ün gençlik konusundaki görüşleri için ayrıca bkz: Utkan Kocatürk, Atatürk’te “Gençlik” Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1992, s. 877-880. 
72 Sadık Tural (2000). in the Track of the Learned. Ankara: Atatürk Culture Center pub., no: 235. A translation of Bilgelerin Yolunda (3rd ed.) by Mustafa Özcan from Turkish into English. 
73 a.g.e. s. 82. 


***

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.? BÖLÜM 1

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ Nİ KURANLAR NASIL BİR GENÇLİK İSTİYORDU.?  BÖLÜM 1




Atatürk Dönemi TBMM Tutanaklarının ve İlgili Diğer Belgelerin Analizi (23 Nisan 1920-10 Kasım 1938) 

Dr. Mustafa ÖZCAN 


Giriş 

Bu bildiride başta büyük Atatürk olmak üzere 1920-1938 arasında görev yapan Türk devlet ve siyaset adamlarının idealize edip yetiştirmek istediği genç tipinin nitelikleri açıklanacaktır. Araştırmanın ana kaynağı Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarıdır. 23 Nisan 1920’den 10 Kasım 1938’e kadar geçen 18 yıllık dönemde TBMM’de yapılan konuşmalar büyük boy 142 ciltte toplanmış olup, 
45892 sayfa tutmaktadır. Tutanakların tamamı taranarak ilgili bölümler bildiride kullanılmıştır. Tutanaklara ilaveten, hem Atatürk’ün hem de diğer devlet ve siyaset adamlarının TBMM dışında yaptıkları konuşmalar ve basın açıklamaları da değerlendirilmiştir. Büyük asker, devlet ve fikir adamı Atatürk’ün ve onunla birlikte cumhuriyeti kuranların, Türk gençlerinin sahip olmasını istedikleri temel 
nitelikleri aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür: 

1. Vatansever, İdealist, ve Fedakâr Bir Gençlik Mustafa Kemal Atatürk ve onun döneminde görev yapan devlet ve siyaset adamları, gençlerin vatanını ve milletini seven, ülkenin birliğini ve bağımsızlığını koruyacak, idealist ve fedakâr nesiller olarak yetiştirilmesini istemiştir. Atatürk bu kavramları vurguladığı ilk konuşmalarından birini 15 Temmuz 1921’de toplanan Maarif Kongresinde yapmış ve gençlerin sahip olmasını istediği nitelikleri şöyle açıklamıştır: 

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa mevcudiyeti ile, hakkı ile, birliği ile tearuz eden [çatışan] bilumum yabancı anasırla mücadele lüzumunu ve efkârı millîyeyi [millî fikirleri] Kemali istiğrak ile her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârane müdafaa zarureti telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün kuvayı ruhiyesine bu evsaf [nitelikler] ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimi ve müthiş bir cidal şeklinde tebarüz eden hayatı akvamın [milletlerin] felsefesi, müstakil ve mesut kalmak isteyen her millet için bu evsafı Kemali şiddetle talep etmektedir.1 

Atatürk Maarif Kongresindeki konuşmasında sözünü ettiği niteliklerin çocuklarımıza ve gençlerimize kazandırılmasına büyük önem vermekte, 
görecekleri eğitimin derecesi ne olursa olsun, onlara her şeyden önce Türkiye’yi ve millî benliklerini koruyacak bilgi ve bilincin kazandırılmasını istemektedir. 
1 Mart 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmada da aynı konuya temas ederek görüşlerini şöyle açıklar: 

Efendiler, yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, ananatı millîyesine düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Beynelmilel vaziyeti cihana göre, böyle bir cidalin istilzam eylediği anasırı ruhiye ile mücehhez olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep cemiyetlere hayat ve istiklal yoktur.2 

Atatürk’e göre, gençlere en evvel ve her şeyden evvel Türkiye’nin istiklaline, ve millî benliğine düşman unsurlarla mücadele etmeyi öğretmek gerekir. 
Bunu bilmeyen bireylerden oluşan bir topluma hayat ve istiklal hakkı yoktur. Atatürk eğitimin gücüne inanmakta ve eğitim yoluyla, vatansever, idealist ve yüksek karakterli bir gençlik yetiştirilmesini istemektedir.3 Gençler aldıkları eğitimle “insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin ve fikir hürriyetinin” en değerli “timsali” olacaklardır.4 

Atatürk döneminin önemli bir devlet ve siyaset adamı olan İsmet İnönü de nasıl bir gençlik istediğini yaptığı konuşmalarda açıklamıştır. 
1 Ocak 1923’te, Birinci İnönü Zaferi’nin yıldönümü münasebetiyle yapılan bir toplantıda öğretmenlere hitap ederken, ulaşmak istediği sonucu elde etmeye karar vermiş bir insanın mutlaka başarılı olacağını ve gençlerin böyle yetiştirilmesi gerektiğini söyleyen İnönü, konuşmasını şöyle sürdürür: 

İnönü’de askerlere ‘gideceksiniz ve öleceksiniz, size hiç bir şey vaat etmiyoruz’ dedik. Biz daima mütehammil [tahammül eden] olduk. 

İnönü şehitleri kendilerinden sonra ne olacağını düşünmeden Ölmüşlerdir. Bu feragatınefs bir fıtri [yaratılıştan] istidattır. Bunu tenmiye ediniz [artırınız].5 

Atatürk döneminde Başbakan olarak da devlete hizmet eden İnönü, gençliğin sahip olması gereken niteliklerden birisinin de “mefkûre [ülkü, ideal] kuvveti” olduğunu söylemiştir. Başbakan İnönü, “Siyasal Bilgiler Okulu”nun 4 Aralık 1932’de yaptığı bir toplantıda, kendilerini “son derece kuvvetlendiren ve ümitlendiren hususun” gençlerde gördüğü “mefkûre kuvveti” olduğunu ifade etmiştir. 
İnönü’ye göre, gençlerin memlekete hizmet için sahip oldukları “mefkure kuvveti, “ güçlükleri yenmek için sahip olunan kudretin büyük ve inandırıcı delilidir. Türkiye çok çalışmak ve başarılı olmak zorundadır. Bugüne kadar “dünyanın inanmadığı” işlerin başarılması milletimizin sahip olduğu “azim ve fedakârlıkla” olmuştur. “Mefkûre kuvvetine ve şuurlu çalışma”ya büyük önem verilmelidir. 
İnönü bu nitelikleri temsil eden bir örnek olarak gençliğe Atatürk’ü göstermektedir. Atatürk için, “bir evliya gibi sakin yaşamak için hiçbir 
eksiği yok iken” milleti için huzur ve refahını feda eden Gazi, Türk inkılâbının “canlı bir misali, ...bir remzidir” diyen İnönü, konuşmasını şöyle sürdürür: 

Cumhuriyet nesli, sağ bulundukça Gazi’nin hayatı etrafında, yarın gözünü kapadığı zaman ise, onun mefkuresi, onun mezarı etrafında bu memleketin en yüksek hislerini ve emellerini âtiye [geleceğe] nakledecektir.6 

İnönü, Ankara Hukuk Fakültesinin 11 Kasım 1933’te düzenlediği diploma töreninde yaptığı konuşmasında da “fedakârlığın” önemini vurgulamıştır. 
İnönü’ye göre, hayatı ve inkılâbımızı kurtarmak için sahip olunacak niteliklerin başında “tahammül ve bilhassa fedakârlık” gelmektedir. 
Hayatta başarılı olmayı sağlayan bir çok nitelik vardır ama bunlar arasında “sabır, tahammül ve fedakârlık” çok önemlidir.7 

Atatürk döneminin en üst seviyedeki devlet adamları, Türk toplumunun cumhuriyeti kuran temsilcileri, her vesileyle, ülkesini ve milletini seven gençler yetiştirmenin önemini vurgulamışlardır. Millî Eğitim Bakanı, o zamanki adıyla “Maarif Vekili” Hamdullah Suphi, TBMM’de yaptığı bir konuşmada, çocukların eğitim yoluyla ailesine, geleneklerine, mazisine bağlanması gerektiğini, mezunları millete ve memlekete yabancılaşan okulların milletin kalbinde yer tutamayacağını söyler. Hamdullah Suphi’ye göre, okullarda “takip edilecek gaye” çocukları “kendi milletlerinin köküne irca etmektir.”8 “Maarif Vekili” Hamdullah Suphi, 18 Eylül 1925’te bakanlık binasının temel atma töreninde yaptığı konuşmada, o günkü “Türk nesli”ni, “kalbinde ve dimağında aşk ve zekâ namına ne kadar kudret varsa hepsini Türk vatanına hasretmeyi düşünmüş” bir nesil olarak nitelemektedir. Hamdullah Suphi bu konuşmasında, yeni yapılan binada 
hizmet verecek eğitimcilerden “Türk nesillerine, Türk vatanını mesut, hür ve muhterem kılacak” bir eğitim vermelerini ister.9 

Atatürk dönemi eğitimcilerinden Maarif Vekili Mustafa Necati de ülkeye faydalı, fedakâr bir gençliğin yetiştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Ona göre, Türk milletini ileri bir toplum haline getirebilmek için, kendilerine “vatanın mukadderatını” teslim edeceğimiz gençlerin “daha kudretli ve daha fedakâr” olması gerekir.10 

Maarif Vekili Mustafa Necati, çalışma arkadaşları olan eğitimcilerin, gençliği, “memleket ve millet için feyizkâr ve hayırkâr” olarak yetiştirmeye 
çalıştıklarını söylemiştir.11 

Cumhuriyetin kurucusu olan devlet adamları ve aydınlar, yukarda verilen örneklerde de görüldüğü gibi, gençliğin “mefkûre” sahibi olarak yetiştirilmesini istemektedirler. Ergani Milletvekili Kazım Vehbi yaptığı bir konuşmada, dönemin Maarif Vekiline hitaben, tarih huzurunda soruyorum, “sen bu memleketin evladına bir mefkûre vermek için... ne yaptın? Tedrisat programlarını ne surette hazırlıyorsun?” diyerek, Millî Eğitim Bakanını sorgulamaktadır.12 

İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir, Maarif Vekâletinin 1925 yılı bütçesi TBMM’de görüşülürken yaptığı bir konuşmada, bir millete mensup olan insanların birbirini sevecek ve destekleyecek şekilde yetiştirilmesi gerektiğini söylemiştir. Karabekir’e göre, milletin fertleri arasında sevgi uyandırmak, “kalbî bir muhabbet” meydana getirmek gerekir. Ona göre, bir ideal olarak, “Her millet şu düsturu kabul etmiştir: Bir fert bütün millet için, bütün millet bir fert için. Bunu böyle fiilen, kavlen her ferde zerk etmek lazım gelir.”13 

İstanbul Milletvekillerinden Akçuraoğlu Yusuf da “ideal”in gençlik için önemli olduğuna inanmaktadır. TBMM’de yaptığı bir konuşmada, eğitim kurumlarında gençlere bir “ideal” verilmesini isteyen Akçuraoğlu, verilmesini istediği “ideal”in anlamını şöyle açıklar: “Feragati nefis, tesanüt ve şahsi menfaatin umumun menfaatine feda edilmesi, yekdiğerine muavenet edilmesi, umumi mesai ile 
meşgul olma ve küçük şahsi menfaatin ikinci planda bırakılması.”14 

Akçuraoğlu’na göre bu ilkeler toplumların varlığı ve hayatı için “elzem esaslardır” ve gençler bu ideallere sahip olarak yetiştirilmelidir. 
O yıllarda, milletvekilliğinin yanı sıra “Ankara Hukuk Mektebi”nde de ders veren Akçuraoğlu Yusuf, aynı -konuşmada, orta ve yüksek öğretim gençliği 
için “ideallerin” önemli olduğunu belirttikten sonra, “gençlerde biraz ideal noksanı” gördüğünü söyler. Ona göre gençler “ferdiyetçilikle biraz fazla ileri 
gitmekte, “maddi meselelerle” biraz fazla meşgul olmaktadırlar. Bu durum “cemiyetimiz için tehlike teşkil eder” diyerek endişelerini dile getiren Akçuraoğlu, Maarif Vekilinden bu konuda açıklama yapmasını ister.15 

Akçuraoğlu Yusuf un TBMM’de yaptığı yukarda verilen konuşmasından sonra söz alan Maarif Vekili Cemal Hüsnü, Akçuraoğlu’nun söylediği konuların lise yönetmeliğinde hemen hemen aynen mevcut olduğunu, bir vatandaşa “muavenet, tesanüt” ve benzeri görevlerini öğretmenin okulların en önemli amacı olduğunu söyler. Ona göre, gençleri “şuurlu ve hayırlı vatandaşlar” olarak yetiştirmek Maarif Vekâletinin en önemli görevidir.16 

İncelediğimiz dönemin Maarif Vekillerinden Esat Bey de 12 Temmuz 1931’de, lise ve öğretmen okulu müdürlerine yaptığı bir konuşmada, eğitimde en önemli noktanın “cemiyetin menfaatlerinin fert menfaatlerinden üstün” olduğunun bilinmesi ve nesillerin bu bilinçle yetiştirilmesi olduğunu söyler. Esat Bey’e göre, ferdin topluma karşı vazifesi, kendinden ziyade mensup olduğu toplumu 
düşünmek, onun varlığını ve istiklalini korumaya, huzur ve refahını temine çalışmaktır. “Millî terbiyenin esası budur.” Diğer medeni memleketlerde olduğu gibi bizde de kültür dersleri vasıtasıyla öğrencilere “millîyet mefkûresi” kazandırılmalıdır. Bu şekilde yetişecek “Türk genci, milletine, memleketine ve Cumhuriyetine borçlu olduğu vazifeleri” daha iyi anlar ve yerine getirebilir. Öğretmenin görevi çocuklarımızı ve gençlerimizi, “kendilerinden ziyade millet, memleket ve Cumhuriyetimizin yüksek menfaatlerine” hizmet edebilecek 
şekilde yetiştirmektir.17 Manisa Milletvekili Refik Şevket de 6 Haziran 1932’de TBMM’deki bir konuşmasında yeni yetişen nesilleri “Millîyetçi Türk” olarak niteleyerek, onları yetiştiren öğretmenlere teşekkür etmektedir.18 

Atatürk döneminde yukarda görüşlerinden örnekler verilenlerin dışında daha birçok devlet ve siyaset adamı da, gençlerin milletini ve ülkesini seven, fedakâr ve idealist insanlar olarak yetiştirilmesini istemiştir.19 Vatanseverliğin, idealizmin, ve fedakârlığın milletin bekası için ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğrenen Türk devlet ve siyaset adamları, bu vasıflara sahip nesiller yetiştirmeyi amaç olarak benimsemiş ve bunu bir devlet ve eğitim politikası hâline getirmişlerdir. 
Nitekim 1924 Anayasasında Türk Devleti’nin millîyetçi ve halkçı olduğu kabul edilmiş, 20 bu niteliklere sahip nesiller yetiştirmek Türk eğitiminin amaçlarından biri olarak eğitim politikasını belirleyen metinlerde yer almıştır.21 Milletini ve vatanını seven, idealist ve fedakâr bir gençlik yetiştirmek, Atatürk döneminden sonra da Türk eğitiminin temel hedeflerinden biri olmaya devam etmiştir.* 

2. Öğrendiğini Uygulayabilen Bir Gençlik 

Büyük Atatürk ve onun döneminin devlet ve siyaset adamları Türk gençlerinin öğrendiklerini uygulayabilen, “ameli adamlar” olarak yetişmesini istemişlerdir. 
Atatürk 27 Ekim 1927’de yaptığı bir konuşmada “hayatı içtimaiyede bizzat ameli, müessir ve müsmir uzuvlar yetiştirmek” gerektiğini, ancak bu sayede iş adamlarına ve sanatkarlara sahip olunacağını söylemiştir.22 
Ona göre memleketi kurtarmaya çalışanlar, sahip olacakları bu niteliklerin yanısıra, mesleklerinde “birer namuskâr mütehassıs ve âlim” olmalıdırlar.23 
Atatürk, 17 Şubat 1927’de İzmir İktisat Kongresini açış konuşmasında da aynı konunun önemini vurgulamış ve yetişen nesillere kazandırılacak nitelikleri 
şöyle açıklamıştır: “Evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alemi ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, amelî bir uzuv olsunlar.”24 ‘Atatürk, 27 Temmuz 1924’te öğretmenlere yaptığı bir konuşmada da eğitim ve öğretimin kız ve erkek bütün çocuklar için “amelî” olması gerektiğini vurgulamıştır.25 “Amelîlik, ” program, yöntem, amaç ve uygulama gibi boyutları olan bir kavramdır. Atatürk, 1 Mart 1923’te TBMM’de yaptığı bir konuşmada “amelîlik” kavramının “yöntem” boyutunu vurgulayarak şöyle demiştir: 

“Terbiye ve tedriste takip edilecek usul, malumatı insan için fazla bir süs, bir vasıtai tahakküm yahut medeni bir zevkten ziyade, maddî hayatta muvaffak olmayı temin eden amelî ve kabili istimal bir cihaz hâline getirmektir. Maarif vekaletiniz bu esasa ehemmiyet vermektedir.”26 

Atatürk bu sözleriyle eğitimde uygulanacak “usul, ” yani yöntemle ilgili bir ilkeye işaret etmektedir. Onun bu yaklaşımı, diğer devlet ve siyaset adamları tarafından da benimsenmiştir: Maarif Vekili Mustafa Necati TBMM’de yaptığı bir konuşmada, “efendiler... 
Maarifimizin hedefi, büyük Reisicumhurumuzun en veciz, en beliğ bir surette 1339[1923]’da ifade ettiği şu yüksek düstur [ilke] ile gösterilebilir” dedikten sonra, Atatürk’ün yukarıda verdiğimiz sözlerini aynı şekilde tekrar etmiştir. 

Atatürk’ün “amelîlik”le ilgili yukarda verilen sözleri eğitimin her düzeyinde uyulması gereken yöntemle ilgili bir ilkeye işaret etmekle birlikte, hem Atatürk dönemi boyunca hem de daha sonra, eğitimin program ve amaç gibi diğer boyutları için de kullanılmıştır.27 
Atatürk’ün bu görüşü, incelediğimiz dönemin iktidar partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 ve 1935 yıllarında kabul edilen parti programlarında hemen hemen aynı kelimelerle tekrar edilmiştir.28 Ayrıca Atatürk tarafından ilk Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) kurulan “Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Grubu”na karşı, bir muhalefet grubu olarak kurulan “İkinci Müdafai Hukuk Grubu”nun 
programı ile, Kasım 1924’te kurulan “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nın programında da eğitimde “amelîlik” ilkesi benimsenmiş ve önemi vurgulanmıştır.29 

İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir, Maarif Vekâletinin 1925 yılı bütçesi mecliste görüşülürken yaptığı konuşmada, eğitimde çocuğun “merkez”e alınmasını ve hayata “amelî” olarak hazırlanmasını istemektedir. Karabekir’e göre, toplumu geliştirmek için, nesillerin sahip olması gereken niteliklerden birisi de becerikli olmaktır. Ona göre, eğer sağlıklı, “eli tamamıyla her işe yatkın, becerikli” ve her gördüğünü derhal gerçek diye kabul etmeyerek inceleyen “mektep mahsulünü halkın içine atarsak” milletin ve memleketin şekli kısa zamanda değişecektir.30 

Kazım Karabekir’in eğitimle ilgili hemen her sorun hakkında görüş belirttiği meclisteki bu uzun konuşmasından sonra söz alanlardan Kars Milletvekili Ağaoğlu Ahmet, hem Karabekir’i eleştirir hem de kendi görüşlerini ortaya koyar. Ağaoğlu’na göre, Karabekir’in “vatan için amelî adamlar” yetiştirilmesi görüşü eğitimin önemli bir amacıdır. Maarif Vekâletinin bu “emeli” gerçekleştirmesi memleket için bir başarı olacaktır. Ağaoğlu, Karabekir’in “amelîlik” görüşüne katılmaktadır, ancak ona göre amelî adamlar yetiştirmek gayesi, yalnız amelî adamlar yetiştirmek noktası üzerinde yoğunlaşırsa, bu şekilde yetiştirilmiş insanlar büyük faydalar sağlayamaz. Ağaoğlu kendisinin bu konudaki görüşlerini de şöyle açıklamaktadır: “Amelî insanlar yetiştireceğiz fakat amelî insanların mefkûreleri, kalpleri ve hayatları beşerî mefkûre ile meşbu [dolu] olacaktır.” Ancak böyle yetiştirilen fertlerden toplum istifade edebilir, sadece amelî adam yetiştirmek ise toplum için büyük tehlikedir.31 Ağaoğlu’nun sözlerine “ben öyle demedim” diyerek söz alan Karabekir bu konudaki 
düşüncelerini tekrar şöyle açıklamıştır: “Bendeniz programda hayatı ameliyeye de mevki ve kıymet verilmesini ve bu suretle yalnız kafa şişirmeyerek okuduğunu tatbik edebilecek ve bu suretle memlekette iktisadî hayatı inkişaf ettirecek bir unsurun yetişmesini söyledim” demiştir.32 

İstanbul Milletvekili Yusuf Akçora, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı eğitimle ilgili bir konuşmada aynı konuya temas ederek, “hepimizin şikayet ettiği bir şey var, mekteplerimiz amelî adam yetiştirmiyor” dedikten sonra, yetiştirilecek gençlerin nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerini açıklıyor. Akçora’ya göre, “amelî adam” yalnız mesleki öğretim kurumlarında yetişmez; sadece “çiftçi” veya “orman mektebi” açmakla bu iş olmaz. Genel orta öğretim kurumlarında da öğrenciler mezun olduktan sonra “iktisadî fayda” temin edecek şekilde yetiştirilmelidirler. Görüşlerini desteklemek için Rusya ve Avusturya’daki okullardan örnekler veren Akçora’ya göre, Türk okullarında “hayattan uzak” ve “gayrı amelî” bir eğitim verilmektedir. Eğitim kurumlarımızı öğrencileri hayata 
hazırlayacak, onlara “amelî hayat zihniyetini” kavratacak şekilde düzenlemek gerekir.33 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

19 Eylül 2019 Perşembe

YASSIADA BROŞÜRLERİ

YASSIADA BROŞÜRLERİ


27 Mayıs-Yassıada cinayetleri-Taha Akyol 

Nazlı Ilıcak’ın 27 Mayıs’ı savunan ve karşı çıkan 37 kişinin ‘sözlü tanıklığını’ tarihe aktaran “27 Mayıs Yargılanıyor” adlı kitabı, darbenin 50. yılında yeniden raflarda.
Nazlı Ilıcak Türkiye’de 27 Mayıs’ı ‘yargılayan’ ilk gazetecilerden biridir; diğeri de rahmetli Tekin Erer’di. Nazlı Ilıcak’ın “27 Mayıs Yargılanıyor” adlı kitabının özelliği, mülakatlardan oluşması, belge niteliğinde olmasıdır.
Önce 1974’te Tercüman’da tefrika edilmiş, 1975’te iki cilt halinde kitap olarak yayımlanmıştı. Şimdi Doğan Kitap tek cilt halinde yeni baskısını çıkardı. 
Ilıcak kitabında hem darbecilerle ve darbe yanlılarıyla hem darbenin mağdurlarıyla görüşmüş; onun için belge niteliğinde.

Toker’in yazdıkları,

Ilıcak’ın kitabında görüyorsunuz; zaman içinde görüşler nasıl değişip olgunlaşıyor. Metin Toker, 1974’te Ilıcak’a yaptığı açıklamalarda ateşli bir DP düşmanı ve 27 Mayıs yanlısı... Ama sonra “Kantarın topuzunu kaçırmıştık” diye özeleştiri yapacaktır. 1974’te Metin Toker’e Menderes dönemindeki kalkınmayı soran Nazlı Ilıcak Toker’den şu cevabı alıyor:
“Normal bir seyir içinde kalkınma zaten olacaktı, hangi hükümet gelirse gelsin kalkınma meydana gelecekti...” (Sf. 38)
Halbuki merhum Metin Toker, on beş yıl sonra kaleme alacağı kitabında şunları yazacaktır:
“Adnan Menderes ‘bütün memleketin bir şantiye haline geldiğini’ söylüyordu. Doğruydu. DP yöneticilerinin, özellikle Adnan Menderes’in CHP’lilere nazaran daha büyük düşündükleri, daha geniş ufka sahip oldukları reddedilemez...” (“DP’nin Altın Yılları”, Bilgi Yayınevi, 1990, sf. 240-241.)

Darbe meşru mudur?, 

Nazlı Ilıcak’ın kitabındaki tarihsel belgelerden biri, medeni hukuk profesörü Muammer Aksoy’un söyledikleridir. Merhum Aksoy, ihtilal mahkemelerinin kurulabileceği, geriye yürüyen ceza kanunu çıkarılabileceği yolunda fetva verenlerden biriydi. Ilıcak’ın bu konulardaki sorusuna cevap verirken hâlâ aynı görüşü savunuyor. 
Hukukun bu temel ilkelerinin “demokratik düzenin normal işlediği zamanlarda tatbik edilecek bir kural olduğunu” söyleyebiliyor! 

Darbe meşru mudur? 
Aksoy “Hitler’in rejimini veya Stalin’in rejimini tasavvur edelim” diyerek başlıyor darbeyi savunmaya!
Çok ilginç bir yön, Aksoy’un bu fikirleri 27 Mayıs günlerindeki kadar ateşli ve coşkulu savunmayışıdır. Hatta suçu darbecilerden Orhan Erkanlı’ya yüklerken, 
darbecilerin nasıl baskı yaptıklarını da ‘ifşa’ ediyor:
“Cezaların ağır olması ve mümkün olduğu kadar çok kişinin cezalandırılması için olağanüstü çabalar göstermiş, adeta çırpınmış bir kişiydi. 
Durmadan fetva toplamak için çalışmış ve aradıklarının çoğunu elde edemedikçe kızmış, lisan-ı münasiple tehditlerde bulunmuştur.” (Sf.129)
Aksoy keşke yaşasaydı, görüş değiştirmez miydi?

Tahkikat Komisyonu,


27 Mayıs’ın en önemli gerekçesi olarak Tahkikat Komisyonu gösterilir. 
Menderes Meclis’te Tahkikat Komisyonu kurarak CHP’yi kapatıp diktatörlüğünü ilan etmek istemişti. 
Komisyon’a yargı yetkisi bile vermişti! İddia böyle.


Ilıcak’ın kitabında DP’lilerin bu konudaki görüş ve savunmaları var.
Mesela Ahmet Hamdi Sancar DP hakkındaki korkunç iddiaları anlatıyor: “Menderes ve arkadaşları çaldıkları milyonları Avrupa bankalarına yatırmışlardı. 
Gençleri öldürtüp kıyma makinelerine göndermişlerdi. Türk kadınlarını Amerikan askerlerine peşkeş çekiyorlardı. 
Anadolu’yu parselleyip Ruslara satıyorlardı! 
Harp Okulu öğrencilerini imha edeceklerdi...(Sf. 292)”
Tahkikat Komisyonu, bu yalanların gerçek yüzünü ortaya çıkarıp seçimlere gitmek için kurulmuştu. “Anayasa ihlali, vatan ihaneti gibi iddialar işte budur!” (Sf. 293)
Tahkikat Komisyonu’nda görev yapan Nusret Kirişçioğlu, komisyonun raporundan uzun alıntılar yaparak CHP’yi kapatma gibi bir düşüncenin olmadığını kanıtlıyor. 
Raporda İnönü’ye itidal tavsiye edilerek seçime gidileceğinin vurgulandığını ortaya koyuyor. Komisyonun sadece ‘soruşturma ve tedbir’ yetkisinin olduğuna, 
yargıya ait ‘hüküm’ yetkisinin komisyonda bulunmadığına dikkat çekiyor. Demek ki Komisyon Anayasa’ya aykırı değildi. (Sf. 387-394)
27 Mayısçı ve 27 Mayıs’a karşı 37 kişinin ‘sözlü tanıklığını’ tarihe aktaran bu fevkâlade değerli belge-kitap için Nazlı Ilıcak’ı tebrik ediyorum. 

27 Mayıs ve yargı,

Turkiye 27 Mayıs’a nasıl geldi? Hem Menderes ve Bayar’ın hem İsmet Paşa’nın büyük hataları oldu. Siyasi tercihlere göre ‘öbürü’nü daha kusurlu bularak tartışmak mümkündür.
Ama iki husus var ki, olaylarla doğrulanmış gerçeklerdir:
-  27 Mayıs, kendisinden sonraki cuntalara, darbe teşebbüslerine, darbelere, hatta ‘silahlı devrim’ hareketlerine yol açtı. Çünkü meşruiyetin kaynağını “seçim” kavramından “devrim” kavramına kaydırdı.
-  27 Mayıs, yargıyı politize etti; yargıyı ideolojisine göre yapılandırdı. 
Demokrasi üzerinde ‘yargısal vesayet’i 27 Mayıs kurdu. 
Ben bugün bunun üzerinde duracağım.

‘Devrim hukuku ,

27 Mayıs’ın “devrim” sayılması, klasik darbelerin ötesinde bir ‘devrim hukuku’ anlayışına yol açtı: Masumiyet karinesi, doğal hâkim, cezaların geriye yürümezliği gibi temel hukuki prensipler “devrim dönemleri”nde geçerli olmazdı! Bunu koca koca profesörler söyledi!
Merhum Abdi İpekçi’nin anlattığı gibi, bu ‘hukuk profesörü’ne göre:
-  DP’lilerin hepsi, aksi ispat edilene kadar suçludur! Masumiyet karinesi normal zamanlarda geçerlidir, şimdi “devrim” zamanıdır, DP’liler bu kuraldan yararlanamaz! 
İmza: Ünlü medeni hukuk, idare hukuku, anayasa hukuku prof.ları!
İhtilalciler serbest bıraktıkları DP’lileri de bu ‘fetva’ üzerine yeniden tutuklayacaklardı!
-  Doğal hâkim ilkesi normal zamanlarda geçerlidir, şimdi devrim zamanıdır! DP’lileri yargılamak için özel mahkemeler, devrim mahkemeleri kurulabilir! 
Yassıada Divanı böyle kuruldu. Bu görüşe sadece ceza hukukçusu Prof. Tahir Taner karşı çıkmış, medeni hukuk Doçenti Muammer Aksoy ise Prof. Taner’i ‘inançsız’ diye suçlamıştı; devrime inançsız!
-  Devrim dönemlerinde geçmişe yürüyen ceza yasası çıkarılabilir! DP’lilere yüklenen suç ‘anayasayı ihlal’di ve cezası idamdı. Yargılanan 588 kişiye bu ceza verilebilir miydi?! Anayasayı ihlal suçuna ikinci derecede (fer’an) iştirak diye bir suç uydurdular ve bunu geçmişe yürüterek 400 kadar DP’liye bu suçtan ceza verdiler!
Bu korkunç ‘fetva’lardaki imzalar birer kara lekedir. İsimleri merak edenler Abdi İpekçi ile Ömer Sami Coşar’ın “İhtilalin İç Yüzü” adlı kitabına bakabilirler! 
(Sf. 276, 316-323) 

‘Bağımsız’ Yargı

Yassıada Mahkemesi bu fetvalarla kuruldu; başkanlığını Yargıtay Başkanı Recai Seçkin kabul etmedi çünkü hukuka aykırı buluyordu. 
Mahkeme başkanlığına getirilen Salim Başol’un şu sözü yargılamanın niteliğini göstermeye yeterlidir:
- Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.
Darbeciler, evet Anayasa Mahkemesi’ni kurmakla iyi ettiler ama Salim Başol’un üye yapılması ve Anayasa Mahkemesi’nin 27 Mayıs’la ve DP’lilerle ilgili konularda verdiği birçok karar, bu mahkemenin nasıl kadrolaştırıldığının kanıtıdır.
Bununla yetinmediler! Danıştay üyelerinin yarısını, vatandaşın günlük işleriyle ilgili davalara bakan Yargıtay’da ise üyelerin altıda birini ve adli yargıda 520 hâkim ve savcıyı ‘emekliye sevk’ yoluyla tasfiye ettiler. Böylece “27 Mayıs Devrimi”ne uygun bir yargı yapılanması yarattılar.
Hizaya getirdikleri bu yargıya da sözüm ona ‘bağımsızlık’ verdiler.

‘Devrimci Yargı’,

Yargıtay başkanlarının Adli Yıl açış konuşmalarında geleneksel olarak sadece ‘hukuki’ konuşma yaptıkları halde, 1960’ların ortalarından itibaren ‘devrimci’ siyasi konuşmalar yapmaya başlamaları tesadüf değildi.
Dostlar arasındaki sohbette bile “Menderes iyi adamdı” demenin suç olduğuna hükmeden Yargıtay, bu ‘yapılandırılmış’ Yargıtay’dı.
Merhum Ecevit’in 1970’lerde “Yargı devrimcilerin elindedir” sözleriyle tanımladığı da 27 Mayıs’ın yapılandırdığı yargıydı! (Atatürk ve Devrimcilik, sf. 106)
Şu iki eseri okumadan 27 Mayıs’ın günümüze kadar uzanan tahribatını anlamak mümkün olmaz:

- Nazlı Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor, Doğan Kitap 2010.
- Dr. Osman Doğru, 27 Mayıs Rejimi, İmge Kitabevi 1998.

İnönü ve İhtilal,

İSMET Paşa 27 Mayıs darbesinin neresindedir?    
İsmet Paşa’nın ordu üzerindeki etkisini anlatmaya gerek yok. 
Böyle bir şahsiyetin, Adnan Menderes’i, 1954’te petrol ve yabancı sermaye kanunları yüzünden ‘vatanı satmakla’ suçlaması elbette subayları etkilemiş, 
cunta çalışmaları o sıralarda başlamıştır.

Fakat Güneri Cıvaoğlu’nun haklı olarak belirttiği gibi, İsmet Paşa hiçbir zaman askere “ihtilal örgütü kur” demiş değildir.
Ancak bu gerçek, İnönü’nün, üstelik ordu üzerindeki büyük nüfuzuyla, “ihtilale yeşil ışık yaktığı” gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Karşılıklı Paranoyalar.,

Türkiye’nin 27 Mayıs felaketine sürüklenmesinin sorumlusu hem muhalefet hem iktidardır. Erdal İnönü ile birlikte SODEP’i kuran değerli araştırmacı 
Tevfik Çavdar’ın da belirttiği gibi, İsmet Paşa ve CHP yıkıcı, tahrikçi bir muhalefet yapmıştır.

Menderes’in bakanlarından Rıfkı Salim Burçak’ın yazdığı gibi de Menderes ve Bayar buna sertlikle, baskıyla karşılık verme hatasını işlemişlerdir.
DP’nin paranoyası, İnönü’nün orduya darbe yaptıracağıdır. Önlemek için muhalefete, basına ve yargıya ağır baskılar uygulamışlardır!
CHP’nin paranoyası ise DP’nin diktatörlük kuracağıdır. Önlemek için gençliği ve orduyu tahrik etmişlerdir!
Birbirlerini körükleyerek 27 Mayıs’a gelinmiştir!

İhtilale yeşil ışık,

Olayların en yakın tanığı olan rahmetli Metin Toker, “İsmet Paşa’yla On Yıl” adlı kitabının ilk baskısında, “Ordu+CHP=İktidar” formülünün gerçek olduğunu yazar! (Cilt 3, sf. 101)
Yine Metin ağabeyin yazdığı gibi:
“İhtilale yeşil ışığı onun (İnönü’nün) yaktığı bir gerçektir...” (Cilt 2, sf. 237)
Askerlere emir vererek değil elbette... 
İki tarafta da karşılıklı paranoyalar zirveye tırmanırken, İsmet Paşa’nın “Şartları gerçekleşirse ihtilal meşru olur” sözünün subaylar üzerindeki etkisini tahmin 
etmek zor değildir.
O dönemde meşhur bir “kıyma makineleri” fısıltısı vardır. Menderes yüzlerce genci öldürtmüş, izlerini yok etmek için cesetlerini kıyma makinelerinden geçirtip hayvan yemi yaptırmıştı!
İnönü bunu araştırmak için CHP bünyesinde bir komisyon kurdurur! Komisyon haftalarca çalışıp raporunu hazırlar: Bu fısıltı tamamen yalandır!
Komisyon Başkanı Kamil Kırıkoğlu, raporu İsmet Paşa’ya takdim eder... İsmet Paşa’nın tepkisi:
“Olmaz! Yoktur demeyeceksiniz! Vardır imajı vereceksiniz!” (K. Kırıkoğlu, Anılar, sf. 103)

Tarihte İnönü,

İsmet Paşa Cumhuriyet tarihinde şiddet kanunu olan Takrir-i Sükun’un uygulayıcısıdır ama demokrasiye geçiş gündeme geldiğinde her zaman Atatürk’ten daha istekli oldu. Takrir-i Sükun’u ve İstiklal Mahkemeleri’ni kaldırmaya Atatürk’ü ikna eden İnönü’dür.
1946’da demokrasiye geçişte iç ve dış şartların rolü çok önemlidir ama İnönü bunu isteyerek de yapmıştır.
Albay Talat Aydemir’in 1962 ve 1963’teki darbe teşebbüslerinin ancak Başbakan İnönü’nün tarihi şahsiyetinin ağırlığıyla bastırıldığı bir gerçektir. 
Zaten kendisine karşı yapılacak bir darbeye “yeşil ışık” yakması düşünülemezdi.
Bunlar doğru ama 27 Mayıs darbesine yeşil ışık yaktığı, hatta siyaseten ortamını hazırladığı da bir gerçektir. 
Menderes’in idamını önlemek için Komite’ye mektup yazmakla yetinmiş olmasını bile ben ‘kusur’ sayarım.
Netice: Bütün darbeler yanlıştır; bütün baskı politikaları yanlıştır!

Hukuk ve yargı açısından 27 Mayıs

27 MAYIS Darbesinin de Menderes’le arkadaşlarının idam edilmesinin de temel gerekçesi “Anayasayı İhlal” iddiasıdır: 
Menderes Meclis’te CHP hakkında Tahkikat Komisyonu kurmuştu, bu şekilde CHP’yi kapattırarak diktatör olacaktı... 
27 Mayıs demokrasiyi kurtarmıştı!

27 Mayıs’ı Savunanların tezi budur.

Şimdi Demokrat Partililerin yargılandığı Yassıada Mahkemeleri’ne gidelim. 
18 Mayıs 1961 günlü duruşma... 
Tahkikat Komisyonu Başkanı DP’li Nusret Kirişçioğlu sorgulanıyor.
Kirişçioğlu, Tahkikat Komisyonu’nun nihai raporunu anlatıyor: 
CHP’nin kapatılması falan yok, sadece yıkıcı muhalefet yaptığına dair örnekler veriliyor, 

İnönü’nün bunları önlemesi isteniyor.
Fakat Yassıada’daki ‘devrim mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, diyor ki:
“İddiaya göre bu raporda varılan neticeler yumuşaktır. Kamuoyunun baskısı altında yumuşak olmuştur. 
Daha sert neticelere varılacaktı!” 
(Yassıada Zabıtları, Anayasa Davası, cilt I, sf. 440)

Adaleti hukukçular katletti!,

Mahkeme Başkanı Başol’un sözleri utanç vericidir! Toplam üç bin sayfa tutan mahkeme zabıtlarında böyle yüzlerce örnek vardır.
Bugün hiçbir hukukçu yüzü kızarmadan bunu savunamaz.
Yassıada Mahkemesi, delillere göre değil, İstiklal Mahkemeleri gibi, “olacaktı, yapılacaktı” tasavvuruyla, ‘niyet okuma’ metoduyla idam kararları vermiştir.
Menderes, Zorlu ve Polatkan bu yolla ‘siyaseten katl’ edildiler.
27 Mayıs darbesinin hukuk tarihimizdeki korkunç tahribatı, Yassıada faciasından ibaret değildir.

Hukuk profesörlerinin utanmadan “devrimler normal hukuk kurallarıyla bağlı olmaz” diyerek verdikleri fetvalarla İhtilal Mahkemeleri kuruldu, bu fetvalarla geriye yürüyen ceza kanunları çıkarıldı. Merhum Abdi İpekçi “İhtilalin İç Yüzü” adlı kitabında hukuk profesörlerinin bu utanç verici fetvalarını anlatmıştı. 
(Sf. 276, 317, 322)

Dahası, 27 Mayıs Danıştay ve Yargıtay’da hâkim ve savcı kıyımı yaptı. Anayasa Mahkemesi’ni de kendi kafasındaki yargıçlardan oluşturdu. 
Sonra da “yargı bağımsızdır” denildi!
Böylece adaletin en önemli ilkelerinden biri olan “yargının tarafsızlığı” da 27 Mayıs’ta katledildi!
Adalet, hâlâ çıkamadığımız bir dehlizin içine atıldı böylece.

Karşılıklı Saplantılar.,

Ben Menderes yanlısıyımdır ama bugün tarihten ders alınması için şunu belirtmeliyim: 27 Mayıs’a sürüklenmemiz de Menderes ve Bayar’ın da İnönü’nün de veballeri vardır.
İnönü’nün ‘vatanı satıyorlar’ propagandası daha 1955’te orduda cuntaların kurulmasına yol açtı. Aynı sebepten Kemalist gençlik ve Kemalist üniversite militanlaştı.
Metin Toker “İnönü ihtilale yeşil ışık yaktı!” diye yazmıştı. (İsmet Paşa’yla On Yıl, Cilt 2,  sf. 237)

Çünkü İnönü, Bayar ve Menderes’in diktatörlüğe gittikleri saplantısına kapılmıştı...

Bayar ve Menderes ise “yalan haberleri, ihtilal tahriklerini önleyeceğiz” diye basın ve muhalefete gittikçe ağırlaşan baskılar yaptılar. 
Çünkü İnönü’nün daha 1950’lerin başından itibaren ihtilal hazırladığı saplantısına kapılmışlardı...
Karşılıklı vehim ve sert kavgalarla yuvarlanan kartopu çığa dönüştü, Türkiye 27 Mayıs darbesinin altında kaldı, seçimlere gideceğini açıklamış meşru 
iktidar süngüyle devrildi! Adalet katledildi!
Elli birinci yılında 27 Mayıs’ı kınıyorum.

Yassıada Cinayetleri,

KÜLTÜR  ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı telefonla kutladım, kamuoyu önünde de açıkça kutluyorum; “ Yassıada Demokrasi Müzesi ”  projesi için...
Daha önce bu köşede birkaç defa yazdığımız dileğimi, Günay’a da ilettim:
- Adnan Menderes’in sekiz ciltlik konuşmalarını, üzerinde akademik bir çalışma yaparak yeniden yayımlamak...
 Bu konuşmalar yirmi yıl önce Demokratlar Kulübü tarafından yayımlandı. O günün tekniğiyle yapılmış bir baskı... İndeksi yok, açıklayıcı notları yok... 
Üstelik çoktan tükendi.
‘Akademik edisyon’ niteliğinde yeni baskısının yaptırılması fikrini Sayın Günay çok olumlu buldu, fakat haklı bir tereddüdü var:
- Nihayet siyasi bir liderin konuşmalarını bizim yayımlamamız doğru olur mu, bakmam lazım. Ama belge yayını, akademik araştırma, müzenin çeşitli 
materyallerle zenginleştirilmesi gibi çalışmaları muhakkak yapacağız.

 Meclis Yayımlasın,

 Bu durumda, aynı dileğimi TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’e iletiyorum. Nitekim İsmet İnönü’nün konuşmalarını TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu 1993 yılında üç büyük cilt halinde yayımladı; muhalefet lideri olarak yaptığı konuşmalar dâhil... Çok da iyi oldu.
Üstelik, Menderes artık bir parti lideri değildir; milli iradenin üstünlüğünün simgesidir...
Darbelere karşı olmanın simgesidir...
Yassıada’daki idamların, daha doğrusu “siyaseten katl”  cinayetinin bu sene 60. yıl dönümüdür. Menderes’in bütün konuşmalarını yayımlamak ‘zamanın ruhu’na da TBMM’nin işlevine de yakışır.
İnönü’nün TBMM tarafından 1993’te yayımlanan konuşmalarının ön sözünü Hüsamettin Cindoruk yazmıştı, iyi de etmişti...
“Menderes’in Bütün Konuşmaları” nı da TBMM yayımlamalı, ön sözünü Cemil Çiçek yazmalıdır.
Metinleri yayına hazırlamak için gereken akademik çalışmayı Adnan Menderes Üniversitesindeki akademisyenler yapabilir; çok da anlamlı olur.

Hukukun Düşkünlüğü,

 Bu meseleyi böylesine önemseyişimin tek sebebi, siyasi görüşlerim değildir. Daha önemlisi, “Yassıada yargılamaları” nın korkunç bir hukuk cinayeti olmasıdır.
‘Devrim’ adına hukukun en temel kuralları olan “tabii hâkim”  ve “geçmişe yürüyen ceza kanunu çıkarılamaz”  ilkeleri çiğnenmiştir! Avukatlar tutuklanmış, 
savunmalar kısıtlanmış, belgeler tahrif edilmiştir!
Demokrasi dönemimizde yargının yaptığı hiçbir hukuk ihlali, bu boyutlarda olmamıştır.
Fransa’da Binbaşı Dreyfüs’ün siyasi husumetle mahkûm edilmesine yazar Emile Zola isyan bayrağını açmış, çığ gibi büyüyen adalet mücadelesi sonunda 
Dreyfüs beraat ettirilmişti.
Bu, Fransa’da ‘devrimin hizmetindeki yargı’ geleneğinden, hukukun üstünlüğüne geçişin en büyük virajı olmuştu...
Celal Bayar’ın Kayseri Günlüğü ’nde yazdığı gibi, Yassıada’da yüzlerce Dreyfüs faciası icra edildiği halde bizde bir tane Zola çıkmamıştı! 
Aksine bu hukuk cinayetlerinin altında “hukuk profesörleri” nin ve “Yargıtay yargıçları” nın imzaları vardı! Aydınlar da alkışlamışlardı!
Şimdi idamların 60. yıl dönümünde, Türkiye’de Zola’ların artık mevcut bulunduğunu göstermenin zamanı çoktan gelmiştir.
Menderes’in konuşmaları yayımlanmalı... Yassıada Müzesi açılmalı... Altmış yıldır üç maymunu oynayan Hukuk Fakülteleri Yassıada yargılamalarını 
akademik araştırma konusu yapmalıdır...
Düzeltme notu:  TBMM elbette 23 Nisan 1920’de açıldı, dünkü yazımdaki “1923”  kaydı, düzeltmeyi gerektirmeyecek kadar açık bir ‘sehiv’dir.

Bir Darbenin Anatomisi Yassıada Broşürleri,

***