Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2018 Perşembe

SİYASİ KARAR ALMA ORGANLARI İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER

SİYASİ KARAR ALMA ORGANLARI İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER 


23-25 EKİM 2009 ÇANAKKALE – TÜRKİYE
Troia Kültür Merkezi & Biga Entelektüel Etkinlik Merkezi

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ

Gönül DAVRAN
Hevden GÜLCAN
Ömer BAŞARAN
Yrd. Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: rarmagan@iibf.sdu.edu.tr

Öğr. Gör. Muhammet ŞAHİN

Gümüşhane Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: muhammet_sahin78@yahoo.com
Özet

Bu çalışmanın amacı, kamu ekonomik kararlarının oluşumunda baskı gruplarının oynadığı rolü elealarak, Türkiye’deki durumu incelemektir. Çalışmanın kapsamını, kamu ekonomisinin harcama vegelir politikaları oluşturmaktadır. Yöntem olarak önce konuyla ilgili literatüre yer verilecek, ardındanda Türkiye’nin görünümü ele alınacaktır. Piyasa ekonomilerinde, baskı grupları kamu ekonomisi
otoritelerince alınan iktisadi ve mali kararlarda etkin olabilmektedirler. Kamu mal ve hizmetlerininarzını siyasal bir süreç olan yasama faaliyeti belirlediğinden, yasama gücünü elinde tutan partiyeyakın olan baskı grupları bu süreci lehlerine kullanabilmektedirler. Yapılan çalışmalar sonucundapiyasa ekonomisi modelini benimsemiş olan Türkiye’de de baskı gruplarının kamu ekonomisi
politikaların da etkin olabildikleri görülmüştür.

SİYASAL GÜÇ OLARAK BASKI GRUPLARI

Ömer Faruk AĞIRBAŞ
12 April 2014


Seçenekleri kendisinin ya da başkasının oluşturması, siyaset adamı açısından sorunu değiştirmez.
Eşitler arasında seçim yapacak olan kişi, kararını siyasal etkilerle vermek durumundadır.
Siyaset bir anlamda kaynak paylaşımı sürecidir.
Önceliği işçiye mi vereceksiniz yoksa işverene mi, o parayla “top” mu alacaksınız “tereyağı” mı? O noktada uzmanlık biter, siyaset başlar!
Doğrudan baskı uygulamalarına, daha çok, belirli yasa tasarılarının parlamentoda görüşülmesi sırasında, ya da bazı hükümet kararlarının uygulanmasıyla ilgili olarak rastlanır.
Örneğin; işçilerle ilgili önemli bir yasa tasarısının parlamentodaki görüşülmesi sırasında, sendika başkanlarının dinleyici localarını doldurmasının ne büyük bir etki yaptığını, kendi yakın geçmişimizden biliyoruz.
En az bu açık baskı yöntemleri kadar etkili bir başka yol da, partilere örtülü bir biçimde parasal bir yardım yapılması veya belirli parlamenterlerle “özel” ilişkiler kurulmasıdır.

Bürokrasi, artık dilimize de yerleşmiş bulunan “büro” sözcüğü ile eski Yunancada egemenlik anlamında kullanılan “krasi” sözcüğünün birleşmesinden oluşan bir kavramdır.
Kimi zaman yalnızca kamu yönetimi anlamında, kimi zaman genel olarak bir gelişmiş örgütlenme biçimi anlamında ya da zaman ve kaynak savurganlığı yaratan bir kırtasiyecilik anlamında kullanılır.
Bürokrasi, ast-üst ilişkilerinden oluşan bir piramit görünümündedir.
Herkes bir üsttekinin yasalara uygun olarak verdiği buyruklara uymak zorundadır.

SİYASAL AMAÇLA ÖRGÜTLENMEMİŞ GÜÇ ODAKLARI

Çıkar gruplarının baskı gruplarına dönüşmesi, ortak irade ile gerçekleşir. Başka bir deyişle, örgütlenme aşaması çıkar birliği aşamasından sonra gelir.
Gücünü üyelerinin sayısından ya da örgütlenme düzeyinden çok üyelerinin niteliklerinden alan baskı gruplarını, kadro baskı grupları olarak adlandırabiliriz.
Üyelerinin ekonomik güçleri veya ekonomik etkenlerden bağımsız olarak toplumda sahip oldukları etki düzeyi, kadro baskı gruplarının ortak özelliğidir.
Bu tür baskı gruplarının başında, işveren örgütleri gelir.

Otoriter-totaliter baskı grup yapısına, özellik faşist eğilimli örgütlerde rastlanır.
Baskı gruplarına bağlı parti konusunda en ünlü örneği İngiliz İşçi Partisi oluşturur.
1927 yılına kadar parti, sendikaların, kooperatiflerin ve sosyalist derneklerin delegelerinden ibaretti.
O tarihten bu yana “doğrudan üyelik” kavramının gelişmesine karşın, işçi sendikaları bu partinin yönetiminde egemen olmayı sürdürdüler.
Sağcı partilerin sermaye gruplarıyla bağlantıları genellikle daha kapalı ve dolaylıdır.
Düzene en karşı gibi görünen baskı grupları bile, kendilerine, çıkarlarını ve görüşlerini yasal yollardan savunmak olanaklarını tanındığı ölçüde, istemeden düzene hizmet etmiş olurlar.
Çünkü üyelerinin sistemle uyuşmasını kolaylaştırırlar.
Georges Lavau’nun da vurguladığı gibi, benzer bir durum, siyasal partiler için de söz konusudur.

Baskı grupları, bazı durumlarda, siyasal partilerin bıraktığı boşluğu da doldurabilirler.
Faşist ve nasyonal-sosyalist partilerin askeri yapısı, onların bir çeşit kolu ya da paralel kitle önleyicisi durumundaki bu kuruluşlara da yansır. Katı bir disiplin ve merkez otoritesine boyun eğme esastır.
Aslında çeşitli gruplarından yaralanmak çabasının, yalnızca totaliter partilere özgü bir durum olduğunu söyleyemeyiz.
Kadro partileri de dâhil, hemen tüm çağdaş partiler, baskı gruplarının yönetiminde etkili olmaya ya da partinin doğrultusunda bazı baskı grupları oluşturmaya çalışırlar.
Nasıl ki, herhangi bir partinin dümen suyundan ayrılmayan baskı grupları olduğu gibi, partilere karşı tamamen bağımsız baskı grupları da vardır.
Bu zıtlıktan dolayıdır ki, askeri mantıktan hareketle sivil toplumun sorunlarını çözmek ve hele demokratik bir yönetim biçimini gerçekleştirmek adeta olanaksızdır.

Demokrasi yaşanılarak öğrenilir, oysa orduda demokrasi yaşanmaz, yaşanamaz.

Çağdaş Türkiye’nin kurucusu Atatürk gibi, çağdaş Fransız siyasal sisteminin kurucusu De Gaulle de asker kökenliydi.
Doğrudan bazı büyük sermaye gruplarına bağlı basın organlarını yanı sıra, ticari amaçlı gazete, dergi, özel radyo ve televizyon istasyonlarını da “özel ilan” yoluyla etkilemeleri olanaklıdır.
Ticari amaçlı kitle iletişim araçlarının, sadece satış yoluyla giderlerini karşılayamayacakları ve hele kâr yapamayacakları, bilinen bir gerçektir.
Kitle baskı gruplarının en önemlisi, işçi sendikalarıdır.
İşçi sendikalarının en büyük gücü, üyelerinin sayısından ve disiplinden kaynaklanır.

Bürokrasi ve Teknokrasi

Siyasal partiler açısından gözlemlediğimiz yapısal farklılıklar, baskı grupları için de geçerlidir. Kadro ve kitle baskı gruplarının yanı sıra, otoriter yapıdaki baskı gruplarına da rastlıyoruz.
Baskı gruplarının yapıları ile üyelerinin toplumsal konumları arasında sıkı bir bağlantı vardır.
Ekonomik bakımdan güçsüz toplum kesimlerinin oluşturdukları baskı grupları, güçlerini üyelerinin sayısal çokluğundan ve örgütlenme düzeylerinden alırlar.
Üye sayısını çokluğu, disiplinli bir örgütlenmeyi ve belirli bir bürokratik yapıyı zorunlu kılar.
Burada da asıl önemli olan, iktidardaki parti ya da güçlerin kendi toplumsal tabanlarının ne düşündüğüdür.

Bu nedenle, kamuoyu oluşturmaya yönelik bir propaganda kampanyasının asıl hedefi bu kitle olmalıdır.
Weber, bürokrasinin gelmesi ve dolayısıyla devletin etkinliğinin artması ölçüsünde özgürlüğün azalacağını düşünüyordu.
Komünizmi de, bir proletarya diktatörlüğünden çok “bürokratların diktatörlüğü” olarak görüyordu.
Demokrasilerde bile, görevinde uzmanlaşan bürokratın halkın isteklerinden ve denetiminden uzaklaşması söz konusu iken, kapalı bir rejimde bunun boyutlarının çok daha büyümesi doğaldı.
Seçmen kitlesi içindeki, ücretli toplum kesimlerinin büyük ağırlığı göz önüne alınarak, partinin sermaye çevrelerini temsil ettiği görüntüsü, açıktan verilmemeye çalışılır.
Ama birçok Latin Amerika ülkesi örneğinde görüldüğü gibi, sağcı partilerin sanayici ve büyük toprak sahiplerinin oluşturdukları baskı gruplarının açık uzantısı olabildiklerini biliyoruz.
Baskı grupları arasında, çıkarılan veya düşünceleri savunmayı ön plana almalarına göre yapılan bir ayrıma da rastlanır.
Bir başka ayrım ise, özel ve kamusal baskı grupları arasındadır.
Baskı grupları siyasal partilerin tersine iktidarı doğrudan ele geçirmek amacını taşımazlar.
Siyasal iktidarı dışarıdan etkileyerek, kendi çıkarları ya da görüşleri doğrultusunda kararlar alınmasını ve uygulamalar yapılmasını sağlamaya çalışırlar. Kendiliklerinden var olan grupları, örgütlendikleri zaman baskı grubuna dönüşmüş olurlar.
Ama herkesin sahip bulunduğu yetkiler, kendisine değil görevine aittir.
O yetkileri ancak o görevde bulunduğu sürece kullanabilir ve ne görevini ne de yetkilerini başkasına devredemez, miras olarak bırakamaz, satamaz.
Bürokrasiye giriş, yükseliş, görevler, sorumluluklar ve yetkiler, ta mesleğin sona erdiği ana kadar her şey belirli ve ayrıntılı kurallara bağlanmıştır.
Bunun doğurduğu hantallığa karşılık, iş güvenliği ve gelecek güvencesi diğer mesleklere göre daha fazladır.
Baskı grupları, kendi toplumsal tabanlarının çıkar ve görüşlerini dile getirirler, siyasal karar organlarına iletirler.
Uyuşabilecek niteliktekileri birleştirip, ortak hedeflere dönüştürme işlevi ise, siyasal partilere aittir.
Yalnızca tek bir çıkar ya da inanç grubuna dayalı, bir baskı grubu gibi işleyen partilere kolaylıkla rastlanmaz.
Bu nedenle de, baskı grupları ile siyasal partileri, özellikle çoğulcu demokrasilerde birbirlerinin işlevini tamamlayan, kolaylaştıran kurumlar olarak görmek gerekir.
Baskı gruplarının yapıları ve türleri, bir yandan üyelerinin toplumsal konumlarıyla, öte yandan da içinde bulundukları siyasal rejimin özellikleriyle bağlantılıdır.
İşlevleri ve siyasal iktidarı etkilemek için kullandıkları yöntemler de bazen birbirlerine benzerken, çoğunlukla yapısal özelliklerinden, yani türlerinden kaynaklanan farklılıklar kazanır.
Olağanüstü kişiler, başka toplum kesimlerinden çıkabileceği gibi, ordudan da çıkabilir.
Ama asıl sırtlarındaki üniformayı çıkarıp, bir anlamda asker mantığından uzaklaştıkları zaman, siyasal yaşamda ve devlet yönetiminde başarılı olma şansını elde edebildiklerini söyleyebiliriz.
Güçlü partilerin, sendikaların, deneklerin, etkili ve bağımsız kitle iletişim araçlarının bulunmayışı karşısında, iyi örgütlenmiş tek güç olarak ordunun önemi çok artar.
1985 yılında dünyada var olan 56 askeri diktatörlüğün hepsinin de geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde bulunması herhalde bir rastlantı sayılmaz.
Ordunun temel işlevi yurdu korumak ve gerektiğinde savaşmaktır.

İyi savaşabilmek için, astın üste tartışmasız itaat etmesi, tek bir kalıp içinde kişiliklerin geri plana itilmesi, yani sıkı bir disiplin önemlidir.
Sınıfsal baskı grupları içinde yalnızca işveren ve büyük toprak sahiplerinin ki onlar da işveren sayılırlar oluşturdukları baskı grupları, kadro baskı grubu yapısındadır.
Türkiye’de işveren baskı gruplarının en üstünde, İşveren Sendikaları Konfederasyonu yer alır.
TÜSİAD ise, ülkedeki en büyük ve etkili işadamlarını bir araya getiren, bir anlamda büyük sermayeyi temsil eden bir baskı kuruluşudur.
İşveren baskı gruplarının, daha az dikkati çeken dolaylı baskı yollarını tercih ettiklerini söyleyebiliriz.

Ülke ekonomisinin ve ordunun silah ve donanımının dış yardımı gerektirmesi ölçüsünde, müdahalenin dış desteği önem kazanır.
Özellikle büyük devletlerin etki alanına giren bölgelerde, ö devletlerin genel eğilim ve çıkarlarına ters düşen askeri müdahalelerin yapılabilmesi ve yapılsa bile uzun dönemde başarıya ulaşabilmesi zordur.
1960-70 yılları arasında dünyada görülen 93 darbe ve devrimin 92’si geri kalmış ülkelerdeydi.
Bu nedenle de, geri kalmış ülkelerin hangi özelliklerinin askerleri doğrudan siyasete karışmaya ittiğini özellikle araştırmak gerekiyor.
Ernest Renan bu gelişmenin haberciliğini geçen yüzyılın ortalarında şu sözlerle yapmıştı:
“İlkel toplumlarda, tanrıların adına toplumu yönetenler rahiplerdi; geleceğin toplumlarında, akılcı yollardan en iyiyi arama adına hükümet edecek olanlar bilim adamlarıdır.”
Gerçi hemen hiçbir toplumda siyasal iktidar bilginlerin ve teknik adamların elinde değil.
Ama ekonomik yapıda başlayan bir gelişmenin siyasal iktidarlara da yansımaya başladığını yadsıyamayız.

Burada Eflatun’un düşüncesindekinin benzeri bir ikilemle karşılaşıyoruz.
O da, “Ya Devleti filozofların yönetmesi, ya da devleti yönetenlerin filozoflaşması” gerektiğini savunmuştu.
Aslında tekno-siyasetçilerin sorunun kesin çözümü olacağını düşünmek yanlıştır.
Uzman seçenekleri oluşturur, siyaset adamı ise seçenekler arasında seçim yapar.
Geri kalan baskı gruplarının ise, herhangi bir siyasal parti ile ilişki derece derece az ya da çoktur.
Kendilerine bağlı baskı grupları oluşturma yoluna ilk giden partiler, sosyalist ve komünist partiler oldular.
Arkasından diğer partiler de onları taklit etmeye çalıştılar. Nasıl ki, sol partilerin işçi sendikaları içinde etkili olmak için mücadele vermeleri doğalsa, sağcı partilerin de örneğin, işveren kuruluşlarının yönetimini ele geçirme çabasında olmalarını doğal karşılamak gerekir.
Ama, gençlik ve kadın kolları dışında, partilere açıktan organik bağla kenetlenmiş baskı gruplarına çoğulcu sistemlerde pek rastlanmaz.
Bilgi verme amacını taşıyan broşürlerden, çeşitli gezi, ziyafet ve armağanlara kadar, birçok teknik, yasal propaganda (tanıtım) ile “rüşvet” arasındaki yelpazede yer alır.
Partilerin belirli çıkar gruplarınca finansmanını, bazı siyaset bilimcileri “kolektif rüşvet” olarak nitelendirir.

Siyasal kararları dolaylı biçimde etkilemenin yolu, her zaman kamuoyundan geçer.
Halka benimsetilen, üzerinde “kamuoyu oluşturulan” bir konuda, siyasal iktidarların ters yönde karar almaları ve uygulamaya girişmeleri zorlaşır.
Kitle baskı gruplarının en iyi örneğini, işçi sendikaları oluşturur.
Esnaf ve çiftçi örgütleri başta olmaz üzere, toplumsal tabanı geniş olan çeşitli meslek kuruluşları da, genellikle işçi sendikalarına benzer bir biçimde örgütlenirler.
Ama kitle baskı grupları, sadece meslek çıkarlarını savunmaya yönelik sınıfsal örgütlerden ibaret değildir.
Örneğin gençlik örgütleri ile “Eski Muharipler Derneği” gibi örgütler de, benzer yapıdadırlar.
Gençlik ve kadın kuruluşları ve ideolojik temele dayalı örgütlenmeler başta olmak üzere, sınıfsal nitelikli olmayan çok sayıda baskı grubunun bulunduğunu ya da bulunabileceğini biliyoruz.
Ancak hiç kuşku yok ki, siyasal yaşamda en büyük önemi taşıyan baskı grupları, genellikle sınıfsal kökenli olanlardır.

Siyasal amaçla örgütlendiklerini, hemen hiçbirisi açıkça belirmese bile, meslek kuruluşlarının hepsi de bu çerçeve içinde yer alırlar.
Çünkü o toplum kesiminden olanların çıkar ve eğilimlerini savunmak için oluşturulmuşlardır.

Baskı Gruplarının İşlevleri, Araçları ve Yöntemleri

Ekonomik durumun, askerlerin siyasete karışmasında taşıdığı önem hep bilinir.
Ama bu açıdan asıl önem taşıyan öğe, ülke ekonomisin basit ya da karmaşık bir yapıya sahip bulunmasıdır.
Ekonomin gelişmişlik düzeyi, askerlerin kolay kolay içinden çıkamayacakları kadar karmaşık bir yapı oluşturuyorsa, kolay ve kestirme çözüm hevesleri azalır.
Asker darbelerin daha çok geri kalmış ülkelerde ortaya çıkışındaki nedenlerden birisi de budur.
Duverger bu yeni oluşumun, demokrasinin niteliğini değiştirip bir “tekno-demokrasi” yaratacak kadar önemli olduğunu öne sürüyor.
Teknokrasi yalnızca gelişmiş ülkelere ve özel sektör kuruluşlarına özgü bir olgu değildir.
Kamu kuruluşlarında ve gelişme sürecinin belirli düzeylerine ulaşmış olan ülkelerde de teknokratlar, önce ekonomik sonra da siyasal iktidara ortak olmaya başlamaktadırlar.
Başka bir gelişme de, özel teknokrasilerle kamu teknokrasisi arasında giderek bir bağlantının oluşmasıdır.
Az gelişmiş ülkelerde ise, asker-sivil bürokrasi, çağdaşlaşmanın öncülüğü görevini üstlenip, geleneksel seçkinlerin yerini alabiliyor.
Ama Cumhuriyet Türkiye’sinde de görüldüğü gibi gelişme hızlanıp toplumsal yapı karmaşıklaştıkça ipler onların elinden kaçmaya başlıyor.

Toplumda yeni ve daha önemli güç odakları beliriyor.

Gelişmiş ülkelerde bürokrasi kavramının giderek daha karmaşıklaştığını ve onun yerini teknokrasinin aldığını görüyoruz.
Geri kalmış ülkelerde, sermaye sahipleri de, emekçi kesimler de güçsüzdür.
Bu iki sınıfın güçsüzlüğü, ordunun rejim içindeki ağırlığını arttırır.
Bu ağırlık, geri kalmışlık ölçüsünde ve bunalım dönemlerinde daha da artar.
Sivil seçkinlerin güçsüzlüğü, ekser seçkinlerin önemini büyütür.
Karşı koyacak, denge oluşturacak bir gücün ya da güçlerin yokluğu, askeri darbeleri ve askere dayalı yönetimleri kolaylaştırır.

Konuyu noktalarken şunu söyleyebiliriz:

Genel olarak siyaset adamları ile uzmanlar arasında bir uyuşmazlık vardır.
Siyaset adamları, sezgileriyle ve kitlelerle etkileşim içinde karar alma eğilimi taşırlar.
Teknokratlar ise, mekanik, yani ideolojik tercihlerden arınmış çözün yollarının varlığına inanırlar.
Bu uyuşmazlığın, Prof. Gaudemet’in düşündüğü gibi, tekno-siyasetçilerin ortaya çıkmasıyla çözüm yoluna girdiği söylenebilir mi?
Seçimle gelen siyasal iktidar gidici, oysa atamayla gelen “memurlar ordusu” kalıcıdır.
Geçiciliğinin bilincinde olan hükümetler işleri hızlandırmak isterlerken, halk önünde sorunlu olmayan bürokrasi, kedi ayrıcalıklarını koruma ve kendi kurallarına göre ağır işleme eğilimindedir.

Roberto Michels’e göre; “bürokrat, kitlelerin gereksinimlerini onlardan daha iyi bildiğine kolaylıkla ve içtenlikle inanır.”
Çağdaş toplumlardaki bürokrasi olgusuna en büyük önemi Max Weber vermiştir.
Kamusal baskı gruplarını da bazı siyasal bilimciler “askeri” ve “sivil” olarak ikiye ayırırlar. Özellikle bunalım dönemlerinde, ordunun siyasal yaşamdaki rolünün hangi boyutlara varabileceğini biliyoruz.

Toplumsal Sınıflara Dayalı Baskı Grupları

Bu, çok sayıda üyenin aynı yönde oy kullanma olasılığının, siyasal iktidarların serbest seçimlerle belirlendiği ülkelerde büyük etki yapması doğaldır.
Sahip oldukları grev silahı, işçi sendikalarını tüm hükümetlerin ciddiye almalarını gerekli kılar.
Ülke çapında ya da belirli bölgelerde uygulanabilecek bir “genel grev” ise, tüm ülkece yaşamı felce uğratıp, hükümetleri güç duruma düşürebilir.
Ama grev silahın da diğer yöntemlerde olduğu gibi ancak yerinde ve zamanında kullanılması durumunda etkili olduğunu, kötü kullanıldığında kamuoyunda genel bir kızgınlık ve tepki yaratarak hükümetlerin ve partilerin işine yaramaktadır.
Baskı grupları, kendileriyle ilgili siyasal kararları, ya doğrudan ya da kamuoyu aracılığıyla dolaylı olarak etkilemeye çalışırlar.
Doğrudan etkileme çabaları, daha seçim kampanyası sırasında başlayabilir.
Bir baskı grubu, kendi davasını destekleyeceğini peşin olarak açıktan vaadeden bir adayın seçimine yardımcı olabilir.
Bir meslek grubunun, kendi üyelerinden bazılarının parlamentoya seçilmelerine destek olması da, bu çerçeve içinde değerlendirilebilir.

Karl Marx’ın kuramında sınıf çalışmalarının oynadığı rolü, Weber’de bürokrasi oynamaktadır.

Ünlü Alman sosyologuna göre, demokratik toplumlarda siyasal iktidar, seçimle gelen siyaset adamlarından çok, bürokrasiye aittir:
“Güncel görünümlerinde siyasal iktidarı bürokrasi kullanır.Eğer yönetim makinesinin tüm dişlileri uygulanmasını güvence altına almazsa, parlamento görüşmelerinde çoğunluğun aldığı kararlar, ölü satırlar olarak kalmaya mahkûm olur.”

Baskı Gruplarının Yapısı ve Türleri

Jean Mynaud, baskı gruplarının temel işlevlerini üçe ayırarak inceliyor: Karar organlarına, sorunlarıyla ilgili olarak ayrıntılı bilgiler vermek; alınan kararlara üyelerinin rızasını sağlamak; ve tabanlarındaki genel eğilimleri yönlendirip, akılcı çözüm önerilerine dönüştürmek.
Baskı gruplarının, kamu yönetimine sunmak üzere yaptıkları ayrıntılı hazırlıklar olmazsa, alınacak kararlardaki hata payı artabilir.
Alınan kararları ve girişimleri, üyelerine anlatmaları ve uyulmasını istemeleri, toplumsal uzlaşmaya katkıda bulunur.
Eğilimlerin yönlendirilmesi ise, düzensiz ve kolaylıkla şiddete kayabilecek eylemleri önler.

Ordu

Farklılıklara, farklı tutum ve davranışlara yer yoktur. Askeri ahlak anlayışı içinde, onur, cesaret, dayanışma ve özveri, en yüce değerleri oluşturur.
Çünkü asker, gerektiğinde ölmeyi göze alabilmek zorundadır.
İşte bu ortamın ürünü olan bir askerin, özgür bir toplumdaki bölünmelerin, siyasal farklılıkların, bir noktanın ötesine gitmesini anlayıp hoşgörü ile karşılaması zordur.
Demokratik, çoğulcu bir toplumdaki ordu, genel çıkarların unutulduğu, özel planların ön plana geçtiği kuşkusunu taşır.
Örneğin, muhalefetin, bir araya gelmesi olanaksız çok sayıda küçük partinin varlığı nedeniyle güçsüz olması sayesinde, tek bir partinin, neredeyse sürekli olarak iktidarı koruyabildiği durumlar böyledir.
Bu gibi durumlarda, büyük meslek kuruluşlarının oluşturduğu birlikler, muhalefet partilerinin yapamadığını gerçekleştirip, istekler arasında belirli bir tutarlılığı sağlayabilir, bir önem sıralaması yapabilirler.
Ama sadece belirli çıkar ve görüşleri temsil eden baskı grupları, toplumsal dayanışmayı temsil etmesi gereken siyasal partilerin yerini hiçbir zaman alamaz ve almamalıdır; çünkü, ikisinin işlevleri ayrıdır.
Askeri mantık düzen mantığıdır; tek biçim, uygun adım mantığıdır.
Oysa siyasal mantık, kaçınılmaz olarak tüm farklılıkları göz önüne alan. Almak zorunda olan bir mantıktır.

Askeri mantık, farklılıkları ortadan kaldırmak ister.
Siyasal mantık ise, özellikle demokratik bir toplumda, farklılıkları kabul etmek ve olabildiğince uzaklaştırmak zorundadır.

BASKI GRUPLARININ GENEL ÇERÇEVESİ

Benzer eğitimden geçmiş, benzer çıkarlara ve bakış açısına sahip kişiler arasında belirli bir ortamın doğması doğaldır.
Türkiye’nin gelişme düzeyinde bile, kamu kesimi ile özel kesim arasındaki teknokrat alışverişi doğal karşılanır hale gelmiştir.
Özel firmaların üst düzey yöneticileri kamu yönetiminde önemli görevlere gelebilirken, tersi de olabilmektedir.
Güç kazanma ve etkisini arttırma isteği, teknokrasi de genel bir eğilim olarak ortaya çıkmaktadır.

KAMU EKONOMİSİ VE BASKI GRUPLARI İLİŞKİSİ. 

Devlet yüzyıllardan beri var olan sosyal bir olgudur. 

Devletin tanımı noktasında siyasal bilimciler ve sosyal düşünürler sürekli “devlet nedir” sorusuna cevap aramışlardır. Devlet konusundaki kavram ve tanımların çeşitliliği, anlayış farklarından meydana gelmektedir. Çünkü devlet, insanlık tarihinin belli aşamalarında ortaya çıkmış ve bu aşamalar içinde şekillenmiştir. Tarihin değişik dönemlerinde devletin tanımlanmasında farklılıkların olması da devlete yüklenen görev ve fonksiyonlardaki değişmelerden kaynaklanmaktadır. Günümüz çağdaş devlet tanımı bu tarihsel süreç içerisinde anlamını kazanmıştır. 

Zira devlet tanımlaması yaşanan çağın özelliklerine, siyasi ve idari yapısına, ideolojik yaklaşımlara göre farklı şekillerde yapılmıştır.
Günümüzde devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimi ve siyasal bir organizasyon olarak tanımlanmakta ve ulusal sınırlar 
içerisinde yaşayan insanların ortak nitelikteki gereksinimlerini karşılamak devletin temel amacı olarak kabul edilmektedir.

KAMU EKONOMİSİ ise devletin ve kamu kuruluşlarının ekonomik faaliyetlerini inceleyen bir bilimdir.

4  İktisadi kaynakların etkin dağılımı ekonominin genel dengesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Kamu kaynaklarının kullanım yetkisini elde eden siyasal iktidarlar, gerçekleştirdikleri harcamalar ve söz konusu harcamaların finansmanı nedeniyle, ekonomide kaynak dağılımı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek, birçok iktisadi sorunun doğumuna neden olmaktadırlar.
Devletin iktisadi yaşama müdahalesi, farklı iktisadi yaklaşımlarca farklı şekillerde değerlendirilmiştir. İktisadi yaklaşımların güncellik kazandıkları dönemlerde iktisadi hayatta gözlenen aksaklıklar ve bu aksaklıkların nitelikleri bu konuda temel belirleyici olmuştur

5  Klasikler Ve Devlet Anlayışı

Klasik iktisatçılar, devletin çeşitli gerekçelerle ekonomiye müdahalesine karşı çıkmışlardır. Bu Teori taraftarlarına göre, ekonomide ortaya çıkabilecek fiyat 
dalgalanmalarını düzeltmek ve tam istihdama ulaşmak devlet müdahalesini zorunlu kılmaz. Çünkü, "Ekonomi’de Görünmeyen El" gerek fiyat istikrarını gerekse tam istihdamı temin edecek bir özelliğe sahiptir. Başka bir ifade ile, fiyatlar ve özellikle ücretlerin aşağıya ve yukarıya doğru esnek olması, tam istihdam düzeyinin sağlanmasına ve korunmasına yetecektir. Bazen küçük boyutlu ve kısmi nitelikteki aksaklıklar yaşansa da, ekonominin istikrarlı yapısı, bu tür geçici aksaklıkları gidereceğinden, devlet müdahalesine gerek kalmadan yeniden dengeye ulaşılacaktır.

https://prezi.com/olhv2roqiroz/siyasal-guc-olarak-baski-gruplari/


***

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 3

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ  BÖLÜM 3



Katılımcı ve çoğulcu bir demokratik sistemde baskı gruplarını; iş çevreleri, çiftçiler, esnaflar ile dar gelirliler ve sabit ücretliler şeklinde ayırmak mümkündür. Türkiye’de uygulanan vergi politikalarında baskı gruplarının vergi düzenlemeleri ile ilgili isteklerini bir ölçüye kadar hükümetlere kabul ettirebildikleri ve hükümetlerin baskı gruplarına karşı çıkmalarının ise istisnai bir durum olduğu görülmüştür. Ancak baskı grubu türünden oluşumların yönlendirici olma şansı; geniş tabanlı oluşları, sektörel durumları, mali yönden güçlü olmaları ve teşkilatını iyi organize etmelerine göre değişebilmektedir. Ülkemiz örneklerine bakıldığında iş çevreleri ve tarım kesimi, vergi hususunda dar ve sabit gelirliler ile ücretlilere göre daha etkin bir baskı grubu görüntüsü sergilemektedirler. 
(Kumrulu,1988: 193- 235).

Baskı gruplarının vergi politikalarındaki etkisi kendini ‘vergi istisna ve muafiyetleri’ konusunda da hissettirmektedir. Çeşitli isimler altında gündeme gelen muafiyet ve istisnaların kapsamının genişlemesi, vergi yükünün dağılımını ve kayıt dışı ekonominin boyutlarını da etkilemektedir. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimini teşvik etmek amacıyla uygulanan muafiyet ve istisnalar kayıtdışı ekonominin genişlemesine neden olabilmekte, 
sermaye kesimlerinin birikimlerini kayıtdışına çıkarmaya çalışmalarına göz yumulması ise vergi muafiyet ve istisnalarından yararlanamayan kesimlerde de “daha az vergi ödeyebilirim düşüncesiyle” vergi kaçırma eğilimini arttırabilmektedir (Büyükkuşoğlu ve Çetinkaya, 2005: 3-27). 

Şekil 1: Türkiye’de Dolaylı ve Doğrudan Vergilerin Toplam Vergi Hasılatındaki Payları(%) 

Erişim Adresi: http://www.gib.gov.tr/fileadmin/user_upload/VI/GBG/Tablo_3.xls.htm, 
Erişim Tarihi: 11 Temmuz 2009 

Türkiye’de çıkar gruplarının yasama ve yürütme organları üzerinde baskı kurarak vergilerin dağılımında meydana getirdikleri etki Şekil 1’de değerlendirilmiştir. Şekil 1’de görüleceği gibi, Türkiye’de vergi hasılatının büyük bir kısmı dolaylı vergilerden elde edilmektedir. Türkiye’de dolaylı vergilerin toplam veri gelirleri içindeki payı 2008 yılı itibariyle %65’lere yaklaşırken, dolaysız vergilerin oranı ise %35’ler seviyesinde kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise durum bunun tam 
tersine olup doğrudan vergilerin payı, tüm vergi gelirleri içinde %65’lere yaklaşmakta dolaylı vergilerin payı ise %35’lerde kalmaktadır(OECD, 2008: 22-24). Dolaylı vergiler mali illüzyon özelliğinden dolayı doğrudan vergilere nazaran daha kolay toplanabilen vergilerdir. Ancak doğrudan vergilere göre daha adaletsiz bir yapı gösterirler. Zira dolaysız vergiler tüketim üzerinden alınarak dar ve sabit gelirlerinin alım güçlerini olumsuz yönde etkilediklerinden toplumsal dengelerin bozulmasına yol açabilmektedirler. Baskı gruplarının, kamu 
ekonomisi karar birimlerinin üzerinde oluşturmaya çalıştıkları lobi faaliyetleri ve çıkar sağlama çabaları, gelir vergisi tahsilatını güçleştirdiğinden devletin vergi hasılatı büyük ölçüde dolaylı vergilere yönelmekte ve bunun neticesinde de mali yükün büyük bir kısmı sabit ve dar gelirlilerin üzerinde kalmaktadır. Türkiye’de vergi hasılatının dolaylı vergilerden sağlanmaya çalışılması, vergi gelirlerinin yetersiz kalmasına ve kamu harcamalarının finansmanında sorunlar yaşanmasına yol açmaktadır. Kamu gelirlerinin kamu harcamalarını karşılayamaması, baskı gruplarının vergi muafiyet ve istisnası gibi uygulamalarla vergi ödevinin dışına çıkmaya çalışmaları, popülist politikaların sosyal ve ekonomik yaşamda yoğun bir şekilde uygulanması, politik mübadele 
sürecinin kamu ekonomisine hakim olması ve kamu harcamalarının borçlanma benzeri vergi dışı kaynaklardan sağlanmaya çalışılması gibi etkenler, Türk kamu maliyesinde ‘mali disiplini’ bozucu bir etki yaratmaktadır (Gökalp ve Avcı, 2002). 

Türk kamu maliyesinde mali disiplini bozucu önemli bir etken de seçim dönemlerinde yapılan aşırı kamu harcamalarından kaynaklanmaktadır. Zaman zaman yaşanan siyasal istikrarsızlık ve hükümetlerin genelde kısa ömürlü oluşları, siyasal partileri ‘oy avcılığına’ itmekte ve oy kaygısı yaşayan iktidarların yürüttüğü popülist politikalar neticesinde kamu harcamalarında artışlar yaşanmaktadır. Kamu maliyesindeki bu genişleyici durum ise seçim sonrasında 
gerçekleşen fiyat artışları ile birlikte refah azalmasına ve istikrarsızlıklara neden olmakta, söz konusu bu istikrarsızlığın, hükümetler tarafından ‘kemer sıkma’ politikasıyla aşılmaya çalışılması ise canlanmaya başlayan ekonomi üzerinde ‘soğuk duş’ etkisi yaratarak ekonomideki kırılganlıkların büsbütün derinleşmesi ne neden olmaktadır (Efe, 1999: 70-77). 

Baskı(çıkar) gruplarının Türk kamu ekonomisindeki önemli bir etkisi de bütçe 
uygulamalarında gerçekleşmektedir. Bütçe kanununun TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesi, baskı gruplarının ilgisini de yasama faaliyetlerine yöneltmektedir. Baskı gruplarının mecliste gündemine gelen bir bütçe tasarısı sırasında en etkili oldukları süreç, bütçenin komisyonda görüşülme safhasıdır. Öyle ki; bütçe tasarısı meclis komisyonunda görüşülürken, milletvekillerinin gider arttırıcı veya gelir azaltıcı önerilerde bulunabilme yetkileri sınırlandırıl  madığından, baskı grupları bu aşamada milletvekillerini etkileyecek lobi faaliyetlerini uygulamaya koyabilmektedirler. Ancak baskı gruplarının bütçe görüşmeleri sırasındaki faaliyetleri komisyon sürecinde yürütülen lobi çalışmalarından ibaret olmayıp, çıkar grupları komisyon görüşmeleri sırasında isteklerine uygun değişikliklerin gerçekleştirilmesini sağlayamamışlarsa, bu 
kez de meclis genel kurulunda, kendilerine yakın olan milletvekillerini kullanarak, bütçe tasarısının aleyhinde faaliyetler yürütebilmektedirler (Dülger, 1999: 104-116). 

Tüm bunlardan hareketle Türkiye’de vergiler, kamu harcamaları ve bütçe süreci üzerinde etkin olan baskı(çıkar) gruplarının kamu maliyesi ile ilgili faaliyetleri sonucunda bozulan mali disiplinin doğal olarak borçlanma faaliyetlerine hız kazandırdığı böylece ülkenin kaynaklarının verimli ekonomik alanların yerine, borç faizi ödemelerine aktarıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum Şekil 2’de görülmektedir. Grafik 2’den Türkiye’de faiz harcamalarının 1995’li yıllardan itibaren konsolide bütçe harcamaları içindeki payının hızla artış gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu harcama türü önceki yıllarda personel ve yatırım harcamalarının gerisinde iken 1994 sonrası sıkça yaşanan iç ve dış kökenli 
iktisadi ve mali krizlerin de etkisiyle artan kamu kesimi borçlanma gereği, beraberinde faiz yükünün de sürekli bir şekilde artmasına neden olmuştur. Böylece olağandışı bir gelir türü olan borçlanma ülkemizde adeta olağan bir gelir haline dönüştürmüştür. Devletin aşırı borçlanmasında; baskı ve çıkar grubu türünden unsurların istisna ve muafiyet gibi uygulamalarla vergi ödevlerinden 
kurtulmaya çalışmaları ve siyasal karar birimlerinin yürüttüğü popülist politikaların da etkileri olmuş, bu süreçte kamu yatırım harcamaları ve personel harcamalarının toplam konsolide bütçe içindeki payı hızla erirken, sabit ve dar gelirlilerin hem alım gücü azalmış hem de üzerindeki vergi yükünü artırıcı bir durum ortaya çıkmıştır. Ayrıca, yatırım harcamaları yerine borç faizleri için kullanılan kaynakların ülkenin kalkınma sürecinde de sekteye uğratıcı etkiler oluşturduğunu söylemek mümkündür. 

Grafik 2: Personel, Yatırım ve Faiz Harcamalarının Konsolide Bütçe İçindeki Payları(%) 

Sonuç 

Sosyal bir varlık olan insanın günlük yaşamının büyük bir kısmında topluluk halinde hareket ettiği bilinmektedir. Ancak her topluluğu bir grup olarak kabul etmek doğru değildir. Ortak amaçları olan ve bu amaçlara ulaşmak yönünde çaba gösteren bir topluluğu ifade eden gruplar basın, medya, kampanya, lobicilik, toplantı vb. araçları kullanarak siyasal mekanizma üzerinde 
yarattıkları etki ile hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. 

Toplumsal ihtiyaçlar ile siyasal karar mekanizmaları arasında bir nevi ‘süzgeç’ işlevi de gören baskı grupları, iktisadi analize dahil edildiklerinde adeta rant kollayan oluşumlar haline dönüşebilmektedirler. Baskı gruplarına yönelik algılamanın bu yönde gelişmesinde etkili olan Kamu Tercihi Okulu veya Anayasal İktisat Yaklaşımının ortaya koyduğu argümanlar ve siyasal mübadele mekanizmasını ele alan görüşler, piyasa ekonomisi içinde mutlak surette faydasını gözeten bireyin kamu ekonomisi içinde de buna ulaşma arzusunda olacağını ortaya koymaktadır. Siyasal mübadele sürecinin önemli aktörleri durumunda olan parlamenterlerin oy maksimizasyonu, ortalama seçmenin fayda maksimizasyonu, bürokratların bütçe maksimizasyonu ve nihayet baskı gruplarının da rant maksimizasyonu peşinde olmalarının, kamu ekonomisinin 
etkinliğine gölge düşürdüğünü belirten anayasal iktisat yaklaşımı, bu durumun önüne geçmek amacıyla, yönetenlerin anayasal normlarla sınırlandırılması gerekliliğine vurgu yapmışlardır. 

Aynı şekilde siyasal karar alma mekanizmasında yaşanan yozlaşmaların, uygulanan popülist politikaların ve toplumsal etkisi güçlü olan baskı gruplarının kamu ekonomisi karar birimleriyle olan ‘yakın’ ilişkilerinin, Türk kamu ekonomisinin etkinliğine de zarar verdiği anlaşılmaktadır. Türkiye’deki baskı gruplarının, Türk kamu ekonomisi içindeki etkinliğini anlayabilmek amacıyla kamu maliyesinin dört önemli aracı durumunda olan vergi, harcama, bütçe 
ve borçlanma unsurları ele alınarak yapılan durum analizi, baskı gruplarının kamu maliyesi içindeki etkisinin kamu ekonomik dengelerinde ve toplumsal adalet anlayışında olumsuz etkiler yaratabildikleri, buna karşın sivil toplum olma vasıflarıyla bu oluşumların demokratikleşme sürecine katkılarının da olabileceği görülmektedir 

Kaynakça 

Abadan, Nermin (1959), “Devlet İdaresinde Menfaat Gruplarının Rolü”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, No: 1, 233-248, 
Abay, Ali Rıza (2004), “Sivil Toplum ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma ve Sivil Toplum Örgütleri”, 3. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, 25-26 Kasım 2004, Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Eskişehir, 271-281 
Aktan, Coşkun Can (1993), “Politikada Rant Kollama”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 4, 119-136 
Aktan, Coşkun Can (1994), Temiz Toplum ve Temiz Siyaset, T Yayınları, İzmir 
Aktan, Coşkun Can (2001), “Siyasal Ahlak ve Siyasal Yozlaşma” içinde Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri, 
Editör: Coşkun Can Aktan, Hak-İş Yayınları, Ankara 
Aktan, Coşkun Can, Hakan Ay ve Hilmi Çoban (2007), “Siyasal Karar Alma Sürecinde Çıkar Grupları” içinde 
Modern Politik İktisat: Kamu Tercihi, Editörler: Coşkun Can Aktan ve Dilek Dileyici, Seçkin Yayınları, Ankara Akyıldız, Hüseyin (2006), “Freud’çu, Liberal ve Marksist Kişilik Kuramlarının Türevi Olarak Toplum, İktisat ve Siyaset Teorileri”, Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 11, 1-23 
Aslan, Seyfettin ve Cengiz Gül (2004), “Geçmişten Günümüze Türkiye’de Baskı Grupları”, Cumhuriyet 
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, 85-100 
Ay, Hakan (1996), “Vergi Politikalarının Uygulanmasında Ekonomik Çıkar Gruplarının Rolü –Türkiye Örneği-“, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 
Buchanan, James M. (1987), “The Constitution of Economic Policy”, The American Economic Review, Volume: 77, No: 3, 243-250 
Buchanan, James M. (2003), “The Constitutional Way of Thinking”, Supreme Court Economic Review, Volume: 10, 143-155 
Büyükkuşoğlu, Burak ve Murat Çetinkaya (2005), “Kayıtdışı Sektörün Rekabet Politikasına Etkisi”, Rekabet Dergisi, Sayı: 24, 3-27 
Çakın, Akın (2008), “Yasa Yapma Süreci ve Sosyal Kontrol(Şeffaflık ve Katılım)”, Yasama Dergisi, Sayı: 9, Mayıs- Haziran- Temmuz- Ağustos, 57-73 
Çelebi, A. Kemal (2000), Kamu Ekonomisi Analizi: Kamu Ekonomisinin Büyüklüğü Sorunu, Emek Matbaası, Manisa 
Çelik, Abdullah ve Şuayip Aykanat (2006), “Sivil Toplum Örgütlerinin Siyasal İktidarı Etkileme Yöntemleri”, 
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, 215-226 
Çevikbaş, Rafet (2006), “Yönetimde Etik ve Yozlaşma”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, 265-289 
Dinçkol, Abdullah (2004b), “Siyasal Sistem Kuramı Çerçevesinde Kamu Yönetimi Alt Sistemi(Kamu Yönetimi Temek Kanunu Tasarısı)”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 6, 61-93 
Dinçkol, Bihterin (2004a), “Çoğunluk Tiranisine Karşı Bir Çözüm Yolu: Tocqueville’in Siyasal Kuramı”, 
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 5, 149-163 
Dura, Yahya Can (2006), “Mülkiyet-Verimlilik İlişkisi: Uygulamalı(Ampirik Çalışmalar)”, Erciyes Üniversitesi 
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 26, Ocak-Haziran 2006, Erişim Adresi: 
http://iibf.erciyes.edu.tr/dergi/sayi26/cdura.pdf, Erişim Tarihi: 12 Temmuz 2009 
Dülger, Cumhur (1999), “Bütçe Sürecinde Baskı Grupları”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir 
Efe, Ahmet (1999), “Türk Ekonomisinin Anayasal İktisat Açısından Analizi”, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trabzon 
Erdoğan Tosun, Gülgün (2005), “Birleştirici Demokrasi Devlet-Sivil Toplum İlişkisinin Yeniden Yapılandırılması için Bir Analiz Aracı Olabilir mi?” içinde Sivil Toplum ve Demokrasi, Editör: Lütfi Sunar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 
Fedayi, Cemal (2007), “Siyasal Sistem ve Kamu Örgütleri”, Kamu Hukuku Arşivi, Mart, 45-56, Erişim Adresi: 
http://www.akader.info/KHUKA/index.htm, Erişim Tarihi: 08 Temmuz 2009 
Gelir İdaresi Başkanlığı (2009), Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Yüzde Dağılımı, Erişim Adresi: 
http://www.gib.gov.tr/fileadmin/user_upload/VI/GBG/Tablo_3.xls.htm, Erişim Tarihi: 11 Temmuz 2009 
Gökalp, M. Faysal ve Mehmet Avcı (2002), “Türk Ekonomisi’nde Mali Disiplinsizlik Olgusu”, Muğla 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 7, Erişim Adresi: 
http://www.mu.edu.tr/sbe/sbedergi/dosya/7_6.pdf, Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2009 
Gönüllü, Müzeyyen (2001), “Grup ve Grup Yapısı”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler 
Fakültesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, 191-201 
Güneş, Hüseyin Haşimi ve Cahit Aydemir (2005), “Anayasal İktisat Teorisini Doğuran Arayışlar”, Elektronik 
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 12, Bahar, 74-86, Erişim Adresi: http://www.esosder.
com/dergi/1206HGUNES-AYDEMIR.pdf, Erişim Tarihi: 12 Temmuz 2009 
Hepaksaz, Engin (2007), “Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Teorisi Perspektifinden Anayasal Mali Reform”, 
Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 514, 89-109 
Karabıçak, Mevlüt (2008), “Yerel Siyaset Ekseninde Sivil Toplum Örgütleri: Önemi ve Etkileri” içinde Yerel 
Siyaset, Okutan Yayıncılık, İstanbul 
Kayabaşı, Yeltekin (2005), “Politik Yozlaşmaya Çözüm Olarak Anayasal İktisat”, Çukurova Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana 
Keyman, Fuat (2004), Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sivil 
Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, No: 4, 
Erişim Adresi: http://stk.bilgi.edu.tr/docs/keyman_std_4.pdf , Erişim Tarihi: 11 Temmuz 2009 
Kongar, Emre (1999), 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi 
Kitabevi, 19. Basım, İstanbul 
Kumrulu, Ahmet (1988), “Türkiye’de Vergi Politikası Gelişmeleri: Karar Alma Süreci ve Sapmalar”, Ankara 
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 40, Sayı: 1, 193-235 
OECD (2008), Revenue Statistics(1965-2007), OECD, Paris 
Olson, Mancur (1971), The Logic of Collective Action: Public Goods and the Theory of Groups, Harvard 
Economic Studies: 124, Harvard University Press, Massachusetts 
Özer, M. Halis (2008), “Günümüz İtibariyle Sivil Toplum Kuruluşlarının İktisadi ve Sosyal Fonksiyonları”, 
Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 26, 86-97, Erişim Adresi: http://www.esosder.
org/dergi/26086-097.pdf, Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2009 
Sarıbay, Ali Yaşar (2007), “Türkiye’de Demokrasi ve Sivil Toplum”, içinde Türkiye’de Politik Değişim ve 
Modernleşme, Editörler: Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, Alfa Aktüel 
Savaş, Vural Fuat (1988), “İktisat Politikası Anayasası”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt: 5, 75-101 
Savaş, Vural Fuat (1991), “Mali Anayasanın Temel Konuları”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt: 8, 333-370 
Şen, Şamil (2005), “Sivil Toplumun Demokratikleşme Sürecindeki Yeri ve Kamu Yönetimine Etkisi”, Selçuk 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 
Şentürk, Hulusi (2007), “Politik Patronaj”, Yerel Siyaset, Sayı: 24, 14-17 
Topcu, Adnan (2006), “Siyasal Karar Alma Organları Üzerinde Çıkar ve Baskı Gruplarının Etkileri”, Afyon 
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon 
Tosun, Gülgün (2001), “Türkiye’de Devlet-Sivil Toplum İlişkisi Bağlamında Demokrasinin Pekişmesinin 
Önündeki Engellere İlişkin Kurumsal ve Pratik Bir Yaklaşım”, Ege Üniversitesi Akademik Bakış Dergisi, Cilt1, Sayı: 1, 224-243 
Tosun, Gülgün (1998), “Demokratikleşme Sürecinde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi ve Türkiye Örneği”, Dokuz 
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir 
TÜİK (2008), İstatistik Göstergeler(1923-2007), TÜİK, Ankara 
Uğurlu, Melih (2006), “Türkiye’de Sivil Toplum-Sosyal Politika İlişkileri”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler 
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli 
Ustakara, Fuat (2008), “Sivil Anayasa Oluşturma Sürecinde Kitle İletişim Araçlarının Kamuoyu Oluşturma 
Fonksiyonu”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 
Van Winden, Frans (1999), “On the Economic Theory of Interest Groups: Towards a Group Frame of 
Reference in Political Economics”, Public Choice, Volume: 100, 1-29 
Yücekök, Ahmet N. (1987), Siyasetin Toplumsal Tabanı(Siyaset Sosyolojisi), Ankara Üniversitesi Siyasal 
Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 


***

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 2

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ  BÖLÜM 2 


Kamu Ekonomik Kararları ve Baskı Gruplarının Rolü 

Baskı gruplarının yasal veya yönetsel faaliyetler üzerinde egemenlik kurma arzularının çoğu kez ekonomik ve mali kaygılardan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Özellikle ekonomik amaçlı baskı grupları için durum büyük ölçüde böyledir. Kamu ekonomik birimlerinin alacağı kararlarla yakından ilgilenen bu gruplar, söz konusu kararların mümkün olduğunca lehlerine olması(en azından aleyhlerine olmaması) için çaba gösterirler. 
Kamu ekonomisi karar birimlerinin uygulamaya koyduğu politikalar üzerinde etkin olma arzusu taşıyan baskı gruplarının iktisadi ve mali analizlerini yapan en önemli görüş, ‘Politik İktisat Okulu’ yani ‘Kamu Tercihi Okulu’ yada diğer adıyla ‘Anayasal İktisat’ yaklaşımıdır. İkinci Dünya Savaşından sonra gelişim gösteren ve 1950’lerden 1970’lere kadar sırasıyla ABD, Avrupa ve Japonya’da öne çıkan bu görüş, Neo-Klasik yaklaşımların mevcut sorunları çözme konusunda 
yetersiz kalması ve Keynesyen İktisat Yaklaşımına yönelik tepkilerden dolayı ortaya çıkmıştır (Hepaksaz, 2007: 89- 109). 
Kamu Tercihi Okulu’nun kurucusu ve en önemli temsilcisi konumunda olan James M. Buchanan’ın analizlerinin temelinde, İsveçli iktisatçı Knut Wicksell’in ‘vergilemede adalet’ ve ‘kolektif davranış’ çözümlemelerinden etkilendiği bilinmektedir(Buchanan, 2003: 143-155). 

Buchanan; Anayasal İktisat Yaklaşımının bilimsel dayanağını teşkil eden ‘metodolojik bireyselcilik’ ve ‘siyasal mübadele’ varsayımlarında Klasik İktisat Yaklaşımı’nda yer alan ‘homo economicus’ varsayımını da politik iktisadi sürece dahil ederek (Buchanan, 1987: 243-250), kamu ekonomisinin siyasal mübadele çözümlemelerine katkı sağlamıştır Anayasal İktisat Yaklaşımı’nın özünde ‘oylama sürecinin’ içinde yer alan politik aktörlerin kamu ekonomisi üzerinde yaratmış olduğu etki incelenmektedir. Bu kapsamda geliştirilen politik analizlerde de, fayda maksimizasyonu peşinde olan bu aktörlerin davranış kalıpları ele 
alınmaktadır. 
Böylece oylarını maksimize etmeye çalışan politikacılar, kişisel çıkarlarını maksimize etmeye çalışan ortalama seçmenler, bütçelerini maksimize etmeye çalışan bürokratlar ve rantlarını maksimize etmeye çalışan rant kollayanlar, anayasal iktisat yaklaşımının temel inceleme alanını oluşturmaktadırlar (Van Winden, 1999: 1-29). 

Bilimsel metodolojisini büyük ölçüde ‘bireycilik’ ve ‘homo economicus’ ilkeleri üzerine kuran Anayasal İktisat Yaklaşımı, siyasi otoritenin anayasal kurallarla sınırlandırılması gerektiği fikrini savunarak Klasik İktisat görüşüne bir bakıma gönderme yapmıştır. Bu yaklaşımda, devlet müdahalesini doğuran siyasal ve bürokratik yapılarla, yasal veya yönetsel sürecin bir parçası olma çabasında olan baskı ve çıkar grupları arasındaki ilişkiyi belirleyen faktörün, kamu yararı değil de bireysel çıkar olduğu savunulmuş ve bundan dolayı da kamu ekonomisinin düzenli bir şekilde işleyebilmesi için siyasal iktidarların ekonomik güçlerinin anayasal kurallarla sınırlandırılması gerektiği iddia edilmiştir (Akyıldız, 2006: 1-23).

Ekonomik ve mali olayların siyasal boyutlarıyla ilgilenen Kamu Tercihi Yaklaşımı, temel argümanları bakımından her ne kadar Klasik İktisadi Yaklaşımla benzeşmekte ise de, politik iktisadi sürecin oyun kurallarını incelemesi bakımından, iktisadi literatürde apayrı bir konuma sahiptir. Geleneksel iktisadi doktrinlerin siyasal, kurumsal ve hukuksal yapıyı birer veri olarak kabul 
etmesine karşın Anayasal İktisat Yaklaşımı, dışsal olarak kabul edilen politik sürecin kurallarını ve işleyişini inceleyen bir yaklaşım sergilemektedir (Güneş ve Aydemir, 2005: 74-86). Kamu Tercihi Okulu’nun teorisyenleri; piyasa koşullarında kişisel faydasının peşinde koşan bireyin, aynı durumu siyasal süreçte de sağlamaya çalışacağı savını üretmişlerdir. Buna göre; siyasal oylamanın bir mübadele süreci oluşu, siyasal yozlaşmanın yanı sıra ekonomik ve yönetsel yozlaşmaları da gündeme getirebilecektir. Böylece politik sürecin aktörleri durumunda olan siyasal partilerin oylarını, bürokratların bütçe ve ödeneklerini, seçmenlerin bireysel çıkarlarını ve baskı gruplarının da rantlarını maksimize etmeye çalışmaları yönetsel ve ekonomik bir yozlaşmaya neden 
olabilmektedir (Çevikbaş, 2006: 265-289). 

Siyasal süreç içinde meydana gelen yozlaşmanın, kamu ekonomisinde yaratmış olduğu olumsuz etki baskı gruplarıyla ilişkilendirildiğinde bunun en yoğun şekilde ‘rant kollama’ faaliyetleriyle gündeme geldiği görülmektedir. Rant kollayanlar; bireysel rant kollayanlar ve örgütlü(kurumsal) rant kollayanlar şeklinde ikiye ayrılmaktadır (Aktan, 1993: 119-136). Kurumsal rant kollama; “ortak menfaatleri etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için örgütlenen 
kesimin devletten ekonomik transfer elde etme çabası” olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda rant kollayan bir kesimi ifade eden baskı grupları yönetsel birimleri etkilemek için ikna, rüşvet, lobicilik, tehdit, sabotaj ve toplu eylem gibi yöntemlere başvurulabilmektedir ler. 

Kamu Tercihi Okulu’nun kamu mülkiyetine ve dolayısıyla da siyasal karar alma sürecine getirdiği en önemli eleştirilerden biri de ‘etkinlik’ ve ‘verimlilik’ kavramları temelinde olmuştur. Bu yaklaşıma göre; kamu ekonomisinin işleyiş sürecindeki baskı grupları, kamu çalışanları ile siyasal ve bürokratik sürecin karar mercileri gibi siyasal süreçte yer alan aktörlerin sergilemiş oldukları 
davranış kalıplarının, kamu ekonomisinin etkin bir şekilde işlemesine ve kamu yararının sağlanmasına olumsuz yönde etki ettiği iddia edilmiştir (Dura, 2006). 
Kamu ekonomisinde meydana gelen söz konusu bozulmaların önüne geçebilmek için siyasal otoriteleri bağlayıcı bir takım anayasal kuralların uygulamaya konulması gerektiği üzerinde durularak, bu kapsamda yedi farklı anayasal başlığın düzenlenmesi önerilmiş olup, bu başlıklar ise; ‘parasal anayasa’, ‘mali anayasa’, ‘gelir dağılımı anayasası’, ‘dış ticaret anayasası’, ‘yasal kurumsal serbestleşme ve rekabet anayasası’, ‘sosyal güvenlik anayasası’ ile ‘kentleşme ve çevre sorunları anayasası’ şeklinde sıralanmıştır (Kayabaşı, 2005: 55-71). 
Siyasal mübadelenin ortadan kaldırılabilmesi ya da en azından minimize edilebilmesi için önerilen ve kamu ekonomisinin gelir ve harcama kalemlerini ilgilendiren mali anayasa yaklaşımı ile siyasal otoritenin vergi, harcama, bütçe ve borçlanma gibi mali politikalarını kontrol altında tutabilmesi amaçlanmakta dır. Bu bağlamda gündeme getirilen anayasal sınırlamalar şu şekilde 
sıralanabilir (Çelebi, 2000: 182-185);

- Vergiye İlişkin Öneriler 
- Vergi konusunun sınırlandırılması, 
- Verginin düz oranlı olması, 
- Toplam vergi yükünün sınırlandırılması, 
- Merkezi yönetimin vergileme yetkisinin kısmen yerel yönetimlere devri(mali federalizm), 
- Kamu Harcamalarına İlişkin Öneriler 
- Kamu harcamalarının GSMH’ya olan oranının belirlenmesi, 
- Kamu harcamalarının genel olması(kamu mal ve hizmet üretimindeki artışın tüm mal ve hizmetler itibariyle aynı düzeyde olması), 
- Kamu Borçlanmasına İlişkin Öneriler 
- Toplam borçların GSMH’ya oranının belirlenmesi, 
- Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans uygulamasının sınırlandırılması, 
- Borçlanmanın parlamentonun onayına tabi olması, 
- Bütçeye İlişkin Öneriler 
- Denk bütçe kuralının getirilmesi, 
- Vergi ve harcama karlarının eşanlı alınması, 
- Vergi ve harcama kararlarının kaliteli çoğunlukla(mutlak çoğunluktan daha fazla, örneğin; ¾ gibi) alınması. 

Mali anayasa uygulamalarının hayata geçirilmesi kamu ekonomisinin etkinliğinin yanı sıra, demokratik toplum düzeni açısından da önem arz emektedir. 
Bu bağlamda mali anayasanın çerçevesi çizilirken; çağdaş parlamenter demokrasilerde devlet gücünün en önemli yansımasının vergi ve harcama politikaları eliyle gerçekleşmekte olduğu ve bu gücün siyasal otorite tarafından 
nasıl kullanılacağı ve/ veya nasıl sınırlandırılacağı konusunun demokrasinin varlığı için büyük bir önem arz ettiği özellikle vurgulanmalıdır (Savaş, 1991: 331-370). Türkiye’de Baskı Grupları ve Sivil Toplum Örgütleri Türkiye’de baskı grubu veya sivil toplum örgütü türünden yapılanmalar, Osmanlı  İmparatorluğu ’nun son dönemlerinden itibaren önemli birer toplumsal unsur haline gelmeye 
başlamış, modernleşme çabaları ve sanayi devriminin de etkisiyle örgütlenme faaliyetleri hız kazanmıştır. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte sınıfsal farklılaşmala rdan kaynaklanan menfaat çatışmalarının önüne geçmek için dayanışmacı toplum modeli benimsenmiş ve ülkedeki değişik çıkar unsurlarının işbirliği amaçlanmıştır. Türkiye’nin o yıllardaki iktisadi yol haritası niteliğinde olan 
‘İzmir İktisat Kongresi’ ise sanayici, tüccar, çiftçi ve işçi gibi değişik sosyal kesimleri bir araya toplaması bakımından önemli bir işlevi yerine getirmiştir. 
II. Dünya Savaşı sonrasında çok partili yaşama geçişle birlikte güçlenen tarım kesimi ile 1960 sonrasında hız kazanan öğrenci hareketleri, söz konusu dönemlerin önemli baskı unsurlarını oluştururken, 1961 Anayasası ile sendikal hakları genişleyen işçi kesimi de etkili bir baskı grubu niteliğine kavuşmuştur (Aslan ve Gül, 2004: 85-100). 

1980 sonrası dönem Türk sivil toplum hareketleri açısından önemli bir kilometre taşı olmuştur. 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’deki sivil toplum oluşumları işlevleri bakımından batıdaki özdeşleriyle benzeşmeye başlamış insan hakları, kadın hakları ve çevre hareketleriyle ilgili oluşumlar toplumsal hareketliliği arttırmıştır. Sivil toplum hareketlerinin 1990’lı yıllarda güç kazanmasında 1982 Anayasasında sınırlandırılmış bulunan dernek kurma, sendika kurma gibi 
faaliyetlerin 1995 yılında yapılan yasal düzenlemeler ile serbestleşmeye başlamasının da önemli bir etkisi olmuştur (Şen, 2005: 83-85). 
Sivil toplum oluşumlarının Türkiye’deki durumu incelenirken öncelikle iki temel husus üzerinde durmak gerekmektedir. Bunlardan ilki güçlü devlet-zayıf toplum anlayışı durumu iken, ikincisi ise demokratik bir sivil toplum örgütünün yaşamasını sağlayacak olan koşulların oluşturulmasıdır. Koşullarla ilgili sorunlar; sivil toplum örgütünün örgütsel varlığını belirleyen yasal çerçeve iken, birinci türden sorunlar kökleri derinlerde olan siyasal nedenlerden  kaynaklanmakta dırlar. Sebep-sonuç ilişkisi bakımından iç içe geçmiş bir görünüm sergileyen bu 
sorunların irdelenmesi devlet-sivil toplum ilişkilerinin demokratikleşmesinde anahtar bir katkı sağlayacaktır (Tosun, 1998: 244-281). 

Türkiye’deki sivil toplum ideali incelendiğinde, toplumsal alanın devlet otoritesi karşısında tam bir özerkliğe sahip olduğunu söylemenin güç olduğu anlaşılmaktadır. Devlet, sahip olduğu kurumsal varlığıyla siyasal alan üzerinde etkin bir konuma sahip olduğundan sivil toplum örgütlerini 
kontrolü altında tutabilmekte, medya tekeliyle devlet egemenliği arasında sıkışan sivil toplum hareketlerinin bir yandan özerkliği ortadan kalkarken, diğer yandan da sivil toplum hareketinin önemli bir unsuru olması gereken toplumsal dayanışma motifleri örselenmektedir. Ayrıca siyasal yada kişisel menfaat sağlama aracı durumundaki rant mekanizması, bireyin ve toplumun devlete 
olan bağımlılığının sürmesine neden olmakta ve sivil toplum hareketlerinin devlet karşısındaki özerkliğine zarar verebilmektedir (Tosun, 2001: 224-243). 
Türkiye’de baskı grupları ve sivil toplum örgütlerinin, batıdaki benzerlerine nazaran daha az özerk olmalarında, batıdaki tarihsel sürece benzer bir sürecin yaşanmamasının etkili olduğu söylenebilir. Batı medeniyetlerinde meydana gelen Reform, Rönesans ve Aydınlanma Çağı gibi gelişmelerin hiçbirini yaşamayan Türk toplumunda, sanayileşme süreci de kendiliğinden gelişmemiş ve her türlü hakkın tabandan bir baskı olmaksızın tavandan sunulması, cemaat olma 
özelliğini aşamayan Türk toplumunda, sivil toplum idealinin oluşmasına engel teşkil etmiştir (Uğurlu, 2006: 142-144). Toplum tarafından elde edilen hakların, toplumsal bir mücadele sonrasında değil de, bir bakıma yukarıdan gelen bir ‘lütufla’ kazanılmış olması, Türkiye’deki baskı gruplarının toplumsal konumu açısından da belirleyici olmuştur. Toplumdaki baskı unsurlarının oluşumunda, devletin sağladığı hareket alanının belirleyiciliğine vurgu yapan Kongar (1999: 609- 693)’a göre; Türkiye’de baskı unsurlarının, toplumsal gücünün belirlenmesinde devlet mekanizmasının destekleyici rolü etkin olmuştur. Buna göre Cumhuriyetin ilk yıllarında burjuvazi sınıfının oluşması için çaba gösteren devlet, 1961 Anayasası sonrasında ise işçi sınıfının gelişmesine önem vermiş ve 1980 sonrasında yine iş çevrelerinin (burjuva sınıfının) çıkarları öne 
çıkartılamaya başlanmıştır. 

Türk Sivil toplum oluşumlarının toplumsal alandaki ağırlığı nicelik ve nitelik bağlamında ele alındığında; bu oluşumların ‘genişleme’ ve ‘derinleşme’ bakımından yeterince etkin olamadığı görülmektedir. Bu bağlamda sivil toplum örgütleri; örgütlenme sorunları, mali sorunlar, çevreyle etkileşim sorunu ve kapasite sorunu gibi dört ana problemle yüz yüze kaldıkları için hedeflerinin 
gerisine düşebilmektedirler. Türkiye’de sivil toplum örgütleri sayı bakımından çok geniş olmalarına karşın, toplumsal yaşamda yeterince kendilerini ifade edememe ve halkta bu oluşumların yönlendirici gücünün varlığı hakkındaki bilincin oturmaması gibi nedenlerle, söz konusu bu oluşumların toplumsal olaylarda derin bir etkinliğe sahip olamadıkları görülmektedir (Keyman, 
2004). Kitlesel demokratik örgütlenmelerin toplumsal düzendeki etkinliğinin artmasında, politik güven kadar insanlar arasındaki hoşgörünün ve bilgi toplumu olabilmenin de önemli bir etkisi vardır. Toplumsal hoşgörü, başkalarına güven, tolerans, politik ve toplumsal kurumlara güven gibi faktörlerin olmadığı bir ortamda, demokrasinin yaşatılamayacağı gerçeği göz önüne alınacak 
olursa ‘farklı olan ötekini tolere etmeyi’ ifade eden sivil toplum örgütlerinin varlığı ile toplumsal hoşgörü arasında hayati bir bağın olduğu gerçeği görülecektir. Böylece Türk toplumunu oluşturan fertlerin arasındaki güven artışı, bilgili ve eğitimli insanların oluşturduğu bir toplumda sivil toplum örgütlerinin etkinliğini de arttıracaktır (Sarıbay, 2007: 543-560). 

Türkiye’de Baskı Gruplarının Kamu Ekonomisi Üzerindeki Etkisi Türk kamu ekonomisinin karar alma süreçlerinde ve alınan kararların hayata geçirilmesinde, baskı(çıkar) gruplarının etkinlik açısından geçmiş dönemlere göre olumlu bir 
gelişme gösterdikleri söylenebilir. Çalışmanın kapsamını oluşturan vergi ve harcama politikalarının oluşumunda etkin roller üstlenmek isteyen baskı grupları, vergi ve harcama uygulamaları ile ilgili yasal ve yönetsel sürecin arzuladıkları şekilde gerçekleşmesinde yoğun çaba içinde bulunmaktadırlar. Türkiye’de baskı gruplarının vergi politika ve uygulamalarındaki etkisi, parlamentodaki ‘kanun teklifi’ sürecinden itibaren başlamaktadır. Bu aşamada baskı grupları, temsil ettikleri kesimin lehine olan düzenlemelerin kanun teklifi haline gelebilmesi için milletvekilleri, parti başkanları ve hükümet yetkilileri ile çeşitli ortamlarda görüşmeler yapmaktadırlar. Vergilerle ilgili yasal düzenlemelerin meclis komisyonlarındaki ve meclis genel kurulundaki görüşmeleri sırasında da lobi faaliyetlerini sürdüren baskı grupları, yürütme erkinin meclisteki gücünden de 
yararlanarak vergilerle ilgili yasal düzenlemelere yön vermeyi amaçlamaktadırlar (Ay, 1996: 119- 128). 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***


KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 1

KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 1 


Yrd. Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN 
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
E-Posta Adresi: rarmagan@iibf.sdu.edu.tr 
Öğr. Gör. Muhammet ŞAHİN 
Gümüşhane Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
E-Posta Adresi: muhammet_sahin78@yahoo.com 


Özet 
Bu çalışmanın amacı, kamu ekonomik kararlarının oluşumunda baskı gruplarının oynadığı rolü ele alarak, Türkiye’deki durumu incelemektir. Çalışmanın kapsamını, kamu ekonomisinin harcama ve gelir politikaları oluşturmaktadır. Yöntem olarak önce konuyla ilgili literatüre yer verilecek, ardından 
da Türkiye’nin görünümü ele alınacaktır. Piyasa ekonomilerinde, baskı grupları kamu ekonomisi otoritelerince alınan iktisadi ve mali kararlarda etkin olabilmektedirler. Kamu mal ve hizmetlerinin arzını siyasal bir süreç olan yasama faaliyeti belirlediğinden, yasama gücünü elinde tutan partiye 
yakın olan baskı grupları bu süreci lehlerine kullanabilmektedirler. Yapılan çalışmalar sonucunda piyasa ekonomisi modelini benimsemiş olan Türkiye’de de baskı gruplarının kamu ekonomisi politikalarında etkin olabildikleri görülmüştür. 
Anahtar Kelimeler: Baskı Grupları, Kamu Ekonomisi, Nepotizm, Rant Kollama, Siyasal Mübadele. 

Giriş 

Baskı veya çıkar grupları; devlet ve piyasadan farklı olarak ‘üçüncü sektörü’ oluşturan sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri türünden oluşumlar olarak çağımızın çoğulcu, katılımcı, parlamenter demokrasilerinin gelişiminde öncü konumunda bulunmakta ve merkezi otoritenin baskıcı yönüyle piyasanın pür faydacı boyutu arasında demokrasi adına adeta bir denge unsuru olarak görev üstlenmektedirler. Bu oluşumlar insanlık tarihi boyunca ekonomik, sosyal, 
siyasal ve hukuksal kuralların şekillenmesinde önemli bir rol oynamışlar, özellikle hukuk kuralları başta olmak üzere birçok toplumsal normlar ve standartlar ile bireylerin kendi aralarındaki ekonomik ve mali nitelikli sorunları çözmek amacıyla geliştirilmişlerdir. Bireylerin ekonomik kararlarında faydacı bir tutum takınacakları ve her koşul altında mutlak surette faydalarını maksimize etmeye çalışacakları yönündeki yaklaşımlar, iktisadi literatüre ‘homo economicus’ 
kavramını kazandırmıştır. 
Zaman içinde bireyler yalnız başına ulaşamadığı amaçları gerçekleştirmek için birlikte hareket etmenin anlamlı olacağı düşüncesini benimsemişlerdir. Böylece hem demokratik yaşam hem de faydacı tutumların ekonomik analizler bakımından bir arada ele alınmasını sağlayan ilk sivil toplum ve baskı grubu türleri ortaya çıkmıştır. 
Bu çalışmanın amacı; ekonomi ile sivil toplum kuruluşları veya baskı grupları arasındaki etkileşimin ele alındığı araştırma ve incelemelerin dünya genelinde ortaya koyduğu tablonun, ülkemizde ne ölçüde geçerli olabileceğinin sorgulanmasıdır. Çalışmada, Türkiye’deki siyasal karar alma süreci ile piyasa aktörleri arasındaki ‘politik mübadele’ sürecinin etkileri ve sonuçlarının, 
Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Kuramı ile ilgili çalışmalardan da yararlanılarak, değerlendirilmesi öngörülmektedir. 

Baskı Grupları ve Sivil Toplum Kuruluşları: 

Kavramsal Bir Çerçeve Sosyal bir varlık olan insan, günlük yaşamının önemli bir kısmında grup halinde hareket etmektedir. Grup, en yalın şekliyle ‘insan topluluğu’ olarak ifade edilebilir. Ancak her insan topluluğu grup değildir. Bir insan topluluğunun grup sayılabilmesi için, topluluğu oluşturan insanların ortak bir amaca yönelmiş olmaları ve etkileşim halinde bulunmaları gereklidir. Grubun 
temelini grup içinde statik olmayan değişime tabi ilişkiler oluşturmaktadır. Dolayısıyla aralarında etkileşim bulunmayan insan toplulukları grup sayılamamaktadırlar (Gönüllü, 2001: 191-201). 

İnsan grupları içerisinde önemli bir yere sahip olan baskı(çıkar) grupları, sahip oldukları bazı özellikler bakımından diğer gruplardan ayrılırlar. Bu özelliklerinden hareketle baskı(çıkar) gruplarını; “maddi ve/veya manevi çıkarları etrafında bütünleşmiş, uzmanlığa dayalı olarak örgütlenmiş ve ortak çıkarları doğrultusun da siyasal yönetimlerden talepte bulunan toplumsal gruplar” olarak tanımlamak mümkündür (Aktan, Ay ve Çoban, 2007: 201-230). 

Baskı grupları bir ‘Organizasyon’ olarak üyelerinin çıkarlarını korumak ve artırmak için çalışmaktadırlar. Örneğin; bir işçi sendikası için arzulanan şey üyelerinin yüksek ücretlere ve iyi çalışma koşullarına sahip olması iken, bir kartel oluşumunda yüksek fiyat düzeyleri ve bir hisse senedi ortaklığında da yüksek kar payları, organizasyonun temel önceliği olmaktadır. 
Bu tür organizasyonların üyeleri örgütlü ve kolektif bir şekilde hareket ederek güçlerini birleştirmekte ve hedeflerine ulaşma şanslarını artırmaktadırlar (Olson, 1971: 5-9). 

Kuruluş amaçları bakımından baskı ve/veya çıkar grupları; kültürel amaçlı ve ekonomik amaçlı baskı grupları olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ekonomik amaçlı çıkar gruplarının temel hedefi, maddi çıkar elde etmek ya da olası maddi kayıpları önlemektir. Bu tür baskı gruplarının en bilinenleri özel şirketler, işveren örgütleri, işçi sendikaları, esnaf ve sanatkar odaları, ticaret borsaları ve ulusal ve/ veya uluslararası finansal kuruluşlardır. Bu oluşumlar, toplumun belirli bir 
kesiminin çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan örgütlerdir. Ekonomik amaçlı baskı grupları, ekonomik kararları alan siyasal otorite kadar, toplumdaki diğer baskı gruplarıyla da sürekli bir mücadele içindedirler. Öyle ki, bir baskı grubunun toplumsal refahtan alacağı payın artması, diğer baskı grupların payının azalması anlamına gelebilmektedir (Topcu, 2006: 39-40). 

“Baskı grupları”, “çıkar grupları”, “sivil toplum kuruluşları (STK)”, “demokratik kitle örgütleri (DKÖ)” ifadeleri kamuoyunda zaman zaman birbirlerini ikame edebilecek bir şekilde kullanılabilmektedir. Bu tür oluşumların özdeş gibi görülmelerinin başlıca nedeni; örgütlü bir yapıya sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu organizasyonlar; toplumsal sorunların belirlenmesi, 
kamuoyu oluşturulması, sorunların tartışmaya açılması ve siyaset üzerinde baskı kurmak suretiyle sorunların çözüme kavuşturulması gibi konularda etkili olabilmektedirler (Karabıçak, 2008: 167- 186). 

Bu kuruluşların grev, protesto mitingi, lobicilik gibi demokratik yolları kullanarak etkili olabilmeleri onlara adeta bir baskı grubu özelliği kazandırmaktadır (Abay, 2004: 271-281). 

Sivil toplum örgütlerini baskı gruplarından ayırt edebilmek için bu kuruluşların kar amacı gütmeme özelliğini vurgulamak gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşları kar amacı gütmeden, yani kendileri veya üyelerinin çıkarlarını gözetmeksizin, ekonomik ilişki ve/veya organizasyonların oluşumunda bir takım işlevleri üstlenebilmekte ve ekonomik birimler tarafından alınan kararları 
daha makul ve inandırıcı bir hale getirerek, kabul edilebilir kılmaktadırlar (Özer, 2008: 86-97). 

Böylece baskı grupları ve sivil toplum kuruluşları siyasal yönetimler üzerinde etkin olabilme özellikleriyle birbirleriyle benzeşmekte fakat bununla birlikte sivil toplum kuruluşları, kar amacı gütmeme özelliğiyle baskı gruplarından ayrılmaktadırlar. 
Sivil toplum kuruluşları kar amacı gütmedikleri için bireylerin hükümetlerle veya piyasa oyuncularıyla olan ilişkilerinin düzenlenmesinde olumlu bir rol üstlenebilir ler. Ancak bunun olabilmesi için söz konusu bu kuruluşlar arasındaki işbirliği ve eşgüdüm büyük önem taşımaktadır. 

Sivil toplum kuruluşlarının siyasal yönetimler üzerindeki etkisi, bir arada hareket edebilme yetenekleriyle doğru orantılıdır. Bundan dolayı da sivil toplum örgütleri, hak ve özgürlükler temelinde birleşebilmeli ve ortak bir şekilde hareket edebilmelidirler. Değişik alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek geniş kapsamlı bir STK dayanışması yaratmaları, hükümetleri daha aktif olmaya zorlayabilecektir (Ustakara, 2008: 47-49). 

Sivil toplum örgütlerinin toplumsal yaşam içindeki önemi anlayabilmek için bu kuruluşların geçirdiği tarihsel dönüşüme bakmak gerekir. Söz konusu bu tarihsel süreç ise Tablo 1’de görülmektedir. 

Tablo 1: Devlet ve Sivil Toplum İlişkilerinde Tarihsel Süreç 

Tablo 1’den hem devletin hem de sivil toplum örgütlerinin zaman içindeki rollerinin değişimi görülmektedir.. Buna göre; piyasa ekonomisi koşullarının egemen olduğu 19. yüzyıl boyunca devletin görevi düzenin korunmasından ibaret iken, 20. yüzyıldan itibaren sosyal devlet ilkesinin güç kazanması, devletin görevlerinin de artmasına yol açmıştır. 20. yüzyılın sonları ile 21. yüzyılın 
başlangıcı ise liberal uygulamaların yeniden güç kazandığı bir dönem olmuş ve bu doğrultuda devletin görevleri de koruyuculuk boyutuna indirgenmiştir. 

Yine aynı dönemler itibariyle ekonomik düzenin teşkili ile devletin sosyal ve ekonomik yaşamda aldığı görevlerle paralel olarak sivil toplum örgütlerinin hareket alanları genişlemiş veya daralmıştır. Böylece piyasa koşullarının egemen olduğu 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başlangıcında sivil toplum örgütleri toplumsal düzen içinde önemli bir yere sahip iken, sosyal refah devletinin güçlendiği 20. yüzyılda ise tamamlayıcı olma konumuna gerilemişlerdir. 

Baskı(Çıkar) Gruplarının Yasama ve Yürütme Faaliyetleri Üzerindeki Etkisi 
Baskı(çıkar) gruplarının siyasal yaşamdaki önemini vurgulayan ilk düşünürlerden biri olan Tocqueville; “baskı grupları mutlak egemenliğin paylaşılması ve merkezi iktidarların baskısının azaltılması adına önemli yararlılıklar gösterirler” ifadesiyle demokrasilerde egemenliğin tek bir elde toplanmasına karşı çıkmış ve bireylerin gruplar aracılığıyla siyasal kararlara katılması, alınan kararların gruplar tarafından denetlenmesi gerektiğini savunmuştur. Böylece, gruplar aracılığıyla 
siyasal yaşamın bir parçası olan bireyin depolitize olması da önlenmiştir (Dinçkol, 2004a: 149- 163). 

“Catallaxy” olarak da adlandırılan siyasal mübadelenin önemli bir aktörü durumunda olan baskı(çıkar) grupları, toplumsal ihtiyaçların siyasal otoritelere iletilmesinde öncü bir rol üstlenmektedirler. Bu özellikleriyle baskı grupları; sınırsız ihtiyaçların kabul edilebilir bir düzeye çekilerek, toplumsal alan ile siyasal alan arasında bir bakıma ‘indirgeme birimi’ gibi çalışarak toplumsal ihtiyaçlardan hangilerine öncelik verilmesi gerektiği konusunda belirleyici bir konuma 
sahip olmaktadırlar (Dinçkol, 2004b: 61-93). 

İnsan ihtiyaçlarının sosyal, politik ve ekonomik yaşama olan yansımaları, yasalar aracılığıyla gerçekleşir. Yasalar, toplumsal sistemi oluşturan çeşitli unsurların etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadırlar. Yürürlüğe konan bir yasa aynı zamanda farklı çıkarlara ve yaklaşımlara sahip olan toplumsal kesimler arasındaki mücadelenin ne şekilde sonuçlandığını da göstermektedir. Yasama organında kabul edilen bir yasa, tüm toplum kesimlerince bağlayıcı bir 
nitelik taşıdığından çeşitli toplumsal kesimler, çıkarlarına uygun olan yasaların yürürlüğe konması için çaba sarf ederler (Çakın, 2008: 57-73). Bu süreçte hangi toplumsal kesimin çıkarlarına uygun olan yasal normların hayata geçirileceği ise söz konusu bu kesimlerin toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamdaki etkinlik pozisyonu veya güçleri ile yakından ilişkilidir. 

Ayrıca baskı(çıkar) grupları, sivil toplum kuruluşları (STK) ve demokratik kitle örgütleri (DKÖ) türünden oluşumların yürütme organının faaliyetleri üzerinde etkili olabilmekte ve yürürlüğe konulacak olan yasal ve/veya yönetsel normları lehlerine çevirebilmektedirler. İdari birimler, zaman zaman çeşitli toplum kesimlerinin ve baskı gruplarının etkisi altında kalabilmekte ve yönetim 
sistemi, siyasal sistemin adeta alt bölümü gibi bir görünüm sergileyebilmektedir. Öyle ki; birçok yasama faaliyetinin hazırlık aşamalarının yönetim kademelerince hazırlanması, baskı gruplarının yürütme üzerinde etkinlik gösterme eğilimlerini güçlendirmektedir. Böylece siyasal sistemin içine, devlet kuruluşlarının yanı sıra yasama ve yürütme organları, siyasi partiler, dini kuruluşlar ve baskı 
grupları da dahil olmaktadırlar (Fedayi, 2007: 45-56). 


Parlamenter demokrasinin egemen olduğu, çoğulculuk ve katılımcılık ilkelerinin 
uygulandığı çağdaş demokrasilerde iktidarların seçimler yoluyla el değiştirmesi sürekli bir iktidar mücadelesine neden olmakta ve bundan dolayı da değişik toplumsal kesimler, çıkarlarına uygun olan tezleri savunan diğer toplumsal kesimlerle müttefik olma arayışına girişmektedirler. Bu egemen olma çabası, ancak demokratik seçim yoluyla mümkün olabildiğinden, uzlaşma kaçınılmaz bir hale gelmekte ve iktidar olma amacını güden parti ya da partiler, diğer baskı 
gruplarına mümkün olduğunca az taviz vererek, bir tür denge oluşturma çabasına girişmektedirler (Yücekök, 1987: 73-74). 


Yürürlüğe konacak olan yasal ve/veya yönetsel normların kendi lehlerine olabilmesi için baskı grupları çeşitli yollara başvururlar. Bu gruplar radyo, televizyon, gazete ve dergi gibi kitle iletişim araçlarını kendi propagandaları doğrultusunda yönlendirebildikleri gibi sergi, kokteyl, davet, ziyafet, miting türünden organizasyonlar ile afiş ve broşür gibi basılı unsurlar aracılığıyla da kendi görüşlerini dile getirmeye çalışırlar. Baskı(çıkar) gruplarının tüm bu çabalarının temelde iki hedef kitlesi vardır. Bunlardan ilki halktır ki; baskı grupları, amaçlarına ulaşmak için kamuoyu desteğini sağlamanın önemini bildiklerinden, toplumu ikna etmeye çalışırlar. İkinci hedef ise kanun koyucular 
ve idari birimler olup, yasal veya yönetsel normların hazırlayıcısı olan bu kesimlerin ikna edilebilmesi için çıkar gruplarının yoğun bir şekilde çaba sarf etmesi gerekmektedir (Abadan, 1959: 233-248). 


Siyasal sistemin önemli aktörleri durumunda olan baskı grupları, isteklerinin uygulamaya konması için siyasi ilişkiler içerisinde bulunabilir, iktidara gelmek isteyen siyasi partilerle işbirliği yapabilir ve kendi üyelerini söz konusu bu siyasal partinin üyeleriymiş gibi görebilirler. Güçlü iktidarların olduğu ülkelerde ise yasama gücünü etkilemek güçleştiğinden, baskı gruplarının etkilemeye çalıştığı kesim genelde bürokrasidir. Sivil toplum kuruluşları ve baskı grupları türünden 
oluşumların siyasal sistemi etkilemeye dönük diğer bir yöntemleri de hukuki süreçten faydalanma ve kanuni mevzuatları kendi çıkarları doğrultusunda kullanma şeklinde gerçekleşmektedir (Çelik ve Aykanat, 2006: 215-226). 

Baskı gruplarının, hükümet ve yasama organı üzerindeki etkisi, zaman zaman siyasal yozlaşmalara yol açabilmektedir. Siyasal yozlaşmanın başlıca nedenini siyasal sistemin değişik kademelerinde yer alan seçmenler, bürokratlar, politikacılar, baskı ve(ya) çıkar gruplarının özel çıkarlarını koruma gayesiyle çeşitli hukuki, ahlaki, dinsel ve kültürel normları ihlal edici davranışlarda bulunmalarına bağlamak mümkündür. Bu yozlaşma olgusu, siyasal süreçte yer alan aktörlerin kendi aralarındaki ilişkileriyle (siyasal mübadele) sırasında ortaya çıkmaktadır Aktan(2001: 51-69). 

Siyasal yozlaşma, demokratik kurumların işlerliğini kaybetmesine yol açan bir süreçtir. Bu sürecin yaşanması ile ekonomik ve sosyal yapıdaki değişimler arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Sosyal ve ekonomik yapıdaki değişimlere paralel olarak, siyasal yozlaşmalar da yaygınlaşır. Baskı(çıkar) gruplarının yasama ve yürütme birimleri üzerinde kurmaya çalıştıkları baskı sonucu 
demokrasi artık baskı ve çıkar grupları demokrasisine, yani ‘plütokrasi’ ye dönüşür ve siyasal yozlaşmanın egemen olduğu devlet sistemi de hırsızların egemenliği anlamına gelen ‘kleptokrasi’ kelimesiyle anılmaya başlanır (Aktan, 1994: 22-24). 

Ayrıca, politik yaşamda meydana gelen yozlaşmayı ele alırken üzerinde durulması gereken önemli bir husus da ‘patronaj’ kavramıdır. “İktidara gelen partinin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kamu görevlilerini görevlerinden alarak yerlerine siyasal ve ideolojik yandaşlık, nepotizm (aile ve akraba kayırmacılığı) veya kronizm (eş, dost ve arkadaş kayırmacılığı) gibi faktörlerden dolayı kendine yakın gördüğü kimseleri ataması” olarak tanımlanan patronaj, çıkar ve rant ilişkilerine dayalı bir kamu yönetiminin egemen olmasına ortam hazırlayarak siyasal yozlaşmayı da beraberinde getirebilmektedir (Şentürk, 2007: 14-17). 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***