SİYASİ KARAR ALMA ORGANLARI İLE ÇIKAR VE BASKI GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER
23-25 EKİM 2009 ÇANAKKALE – TÜRKİYE
Troia Kültür Merkezi & Biga Entelektüel Etkinlik Merkezi
KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ
Gönül DAVRAN
Hevden GÜLCAN
Ömer BAŞARAN
Yrd. Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: rarmagan@iibf.sdu.edu.tr
Öğr. Gör. Muhammet ŞAHİN
Gümüşhane Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: muhammet_sahin78@yahoo.com
Özet
Bu çalışmanın amacı, kamu ekonomik kararlarının oluşumunda baskı gruplarının oynadığı rolü elealarak, Türkiye’deki durumu incelemektir. Çalışmanın kapsamını, kamu ekonomisinin harcama vegelir politikaları oluşturmaktadır. Yöntem olarak önce konuyla ilgili literatüre yer verilecek, ardındanda Türkiye’nin görünümü ele alınacaktır. Piyasa ekonomilerinde, baskı grupları kamu ekonomisi
otoritelerince alınan iktisadi ve mali kararlarda etkin olabilmektedirler. Kamu mal ve hizmetlerininarzını siyasal bir süreç olan yasama faaliyeti belirlediğinden, yasama gücünü elinde tutan partiyeyakın olan baskı grupları bu süreci lehlerine kullanabilmektedirler. Yapılan çalışmalar sonucundapiyasa ekonomisi modelini benimsemiş olan Türkiye’de de baskı gruplarının kamu ekonomisi
politikaların da etkin olabildikleri görülmüştür.
SİYASAL GÜÇ OLARAK BASKI GRUPLARI
Ömer Faruk AĞIRBAŞ
12 April 2014
Seçenekleri kendisinin ya da başkasının oluşturması, siyaset adamı açısından sorunu değiştirmez.
Eşitler arasında seçim yapacak olan kişi, kararını siyasal etkilerle vermek durumundadır.
Siyaset bir anlamda kaynak paylaşımı sürecidir.
Önceliği işçiye mi vereceksiniz yoksa işverene mi, o parayla “top” mu alacaksınız “tereyağı” mı? O noktada uzmanlık biter, siyaset başlar!
Doğrudan baskı uygulamalarına, daha çok, belirli yasa tasarılarının parlamentoda görüşülmesi sırasında, ya da bazı hükümet kararlarının uygulanmasıyla ilgili olarak rastlanır.
Örneğin; işçilerle ilgili önemli bir yasa tasarısının parlamentodaki görüşülmesi sırasında, sendika başkanlarının dinleyici localarını doldurmasının ne büyük bir etki yaptığını, kendi yakın geçmişimizden biliyoruz.
En az bu açık baskı yöntemleri kadar etkili bir başka yol da, partilere örtülü bir biçimde parasal bir yardım yapılması veya belirli parlamenterlerle “özel” ilişkiler kurulmasıdır.
Bürokrasi, artık dilimize de yerleşmiş bulunan “büro” sözcüğü ile eski Yunancada egemenlik anlamında kullanılan “krasi” sözcüğünün birleşmesinden oluşan bir kavramdır.
Kimi zaman yalnızca kamu yönetimi anlamında, kimi zaman genel olarak bir gelişmiş örgütlenme biçimi anlamında ya da zaman ve kaynak savurganlığı yaratan bir kırtasiyecilik anlamında kullanılır.
Bürokrasi, ast-üst ilişkilerinden oluşan bir piramit görünümündedir.
Herkes bir üsttekinin yasalara uygun olarak verdiği buyruklara uymak zorundadır.
SİYASAL AMAÇLA ÖRGÜTLENMEMİŞ GÜÇ ODAKLARI
Çıkar gruplarının baskı gruplarına dönüşmesi, ortak irade ile gerçekleşir. Başka bir deyişle, örgütlenme aşaması çıkar birliği aşamasından sonra gelir.
Gücünü üyelerinin sayısından ya da örgütlenme düzeyinden çok üyelerinin niteliklerinden alan baskı gruplarını, kadro baskı grupları olarak adlandırabiliriz.
Üyelerinin ekonomik güçleri veya ekonomik etkenlerden bağımsız olarak toplumda sahip oldukları etki düzeyi, kadro baskı gruplarının ortak özelliğidir.
Bu tür baskı gruplarının başında, işveren örgütleri gelir.
Otoriter-totaliter baskı grup yapısına, özellik faşist eğilimli örgütlerde rastlanır.
Baskı gruplarına bağlı parti konusunda en ünlü örneği İngiliz İşçi Partisi oluşturur.
1927 yılına kadar parti, sendikaların, kooperatiflerin ve sosyalist derneklerin delegelerinden ibaretti.
O tarihten bu yana “doğrudan üyelik” kavramının gelişmesine karşın, işçi sendikaları bu partinin yönetiminde egemen olmayı sürdürdüler.
Sağcı partilerin sermaye gruplarıyla bağlantıları genellikle daha kapalı ve dolaylıdır.
Düzene en karşı gibi görünen baskı grupları bile, kendilerine, çıkarlarını ve görüşlerini yasal yollardan savunmak olanaklarını tanındığı ölçüde, istemeden düzene hizmet etmiş olurlar.
Çünkü üyelerinin sistemle uyuşmasını kolaylaştırırlar.
Georges Lavau’nun da vurguladığı gibi, benzer bir durum, siyasal partiler için de söz konusudur.
Baskı grupları, bazı durumlarda, siyasal partilerin bıraktığı boşluğu da doldurabilirler.
Faşist ve nasyonal-sosyalist partilerin askeri yapısı, onların bir çeşit kolu ya da paralel kitle önleyicisi durumundaki bu kuruluşlara da yansır. Katı bir disiplin ve merkez otoritesine boyun eğme esastır.
Aslında çeşitli gruplarından yaralanmak çabasının, yalnızca totaliter partilere özgü bir durum olduğunu söyleyemeyiz.
Kadro partileri de dâhil, hemen tüm çağdaş partiler, baskı gruplarının yönetiminde etkili olmaya ya da partinin doğrultusunda bazı baskı grupları oluşturmaya çalışırlar.
Nasıl ki, herhangi bir partinin dümen suyundan ayrılmayan baskı grupları olduğu gibi, partilere karşı tamamen bağımsız baskı grupları da vardır.
Bu zıtlıktan dolayıdır ki, askeri mantıktan hareketle sivil toplumun sorunlarını çözmek ve hele demokratik bir yönetim biçimini gerçekleştirmek adeta olanaksızdır.
Demokrasi yaşanılarak öğrenilir, oysa orduda demokrasi yaşanmaz, yaşanamaz.
Çağdaş Türkiye’nin kurucusu Atatürk gibi, çağdaş Fransız siyasal sisteminin kurucusu De Gaulle de asker kökenliydi.
Doğrudan bazı büyük sermaye gruplarına bağlı basın organlarını yanı sıra, ticari amaçlı gazete, dergi, özel radyo ve televizyon istasyonlarını da “özel ilan” yoluyla etkilemeleri olanaklıdır.
Ticari amaçlı kitle iletişim araçlarının, sadece satış yoluyla giderlerini karşılayamayacakları ve hele kâr yapamayacakları, bilinen bir gerçektir.
Kitle baskı gruplarının en önemlisi, işçi sendikalarıdır.
İşçi sendikalarının en büyük gücü, üyelerinin sayısından ve disiplinden kaynaklanır.
Bürokrasi ve Teknokrasi
Siyasal partiler açısından gözlemlediğimiz yapısal farklılıklar, baskı grupları için de geçerlidir. Kadro ve kitle baskı gruplarının yanı sıra, otoriter yapıdaki baskı gruplarına da rastlıyoruz.
Baskı gruplarının yapıları ile üyelerinin toplumsal konumları arasında sıkı bir bağlantı vardır.
Ekonomik bakımdan güçsüz toplum kesimlerinin oluşturdukları baskı grupları, güçlerini üyelerinin sayısal çokluğundan ve örgütlenme düzeylerinden alırlar.
Üye sayısını çokluğu, disiplinli bir örgütlenmeyi ve belirli bir bürokratik yapıyı zorunlu kılar.
Burada da asıl önemli olan, iktidardaki parti ya da güçlerin kendi toplumsal tabanlarının ne düşündüğüdür.
Bu nedenle, kamuoyu oluşturmaya yönelik bir propaganda kampanyasının asıl hedefi bu kitle olmalıdır.
Weber, bürokrasinin gelmesi ve dolayısıyla devletin etkinliğinin artması ölçüsünde özgürlüğün azalacağını düşünüyordu.
Komünizmi de, bir proletarya diktatörlüğünden çok “bürokratların diktatörlüğü” olarak görüyordu.
Demokrasilerde bile, görevinde uzmanlaşan bürokratın halkın isteklerinden ve denetiminden uzaklaşması söz konusu iken, kapalı bir rejimde bunun boyutlarının çok daha büyümesi doğaldı.
Seçmen kitlesi içindeki, ücretli toplum kesimlerinin büyük ağırlığı göz önüne alınarak, partinin sermaye çevrelerini temsil ettiği görüntüsü, açıktan verilmemeye çalışılır.
Ama birçok Latin Amerika ülkesi örneğinde görüldüğü gibi, sağcı partilerin sanayici ve büyük toprak sahiplerinin oluşturdukları baskı gruplarının açık uzantısı olabildiklerini biliyoruz.
Baskı grupları arasında, çıkarılan veya düşünceleri savunmayı ön plana almalarına göre yapılan bir ayrıma da rastlanır.
Bir başka ayrım ise, özel ve kamusal baskı grupları arasındadır.
Baskı grupları siyasal partilerin tersine iktidarı doğrudan ele geçirmek amacını taşımazlar.
Siyasal iktidarı dışarıdan etkileyerek, kendi çıkarları ya da görüşleri doğrultusunda kararlar alınmasını ve uygulamalar yapılmasını sağlamaya çalışırlar. Kendiliklerinden var olan grupları, örgütlendikleri zaman baskı grubuna dönüşmüş olurlar.
Ama herkesin sahip bulunduğu yetkiler, kendisine değil görevine aittir.
O yetkileri ancak o görevde bulunduğu sürece kullanabilir ve ne görevini ne de yetkilerini başkasına devredemez, miras olarak bırakamaz, satamaz.
Bürokrasiye giriş, yükseliş, görevler, sorumluluklar ve yetkiler, ta mesleğin sona erdiği ana kadar her şey belirli ve ayrıntılı kurallara bağlanmıştır.
Bunun doğurduğu hantallığa karşılık, iş güvenliği ve gelecek güvencesi diğer mesleklere göre daha fazladır.
Baskı grupları, kendi toplumsal tabanlarının çıkar ve görüşlerini dile getirirler, siyasal karar organlarına iletirler.
Uyuşabilecek niteliktekileri birleştirip, ortak hedeflere dönüştürme işlevi ise, siyasal partilere aittir.
Yalnızca tek bir çıkar ya da inanç grubuna dayalı, bir baskı grubu gibi işleyen partilere kolaylıkla rastlanmaz.
Bu nedenle de, baskı grupları ile siyasal partileri, özellikle çoğulcu demokrasilerde birbirlerinin işlevini tamamlayan, kolaylaştıran kurumlar olarak görmek gerekir.
Baskı gruplarının yapıları ve türleri, bir yandan üyelerinin toplumsal konumlarıyla, öte yandan da içinde bulundukları siyasal rejimin özellikleriyle bağlantılıdır.
İşlevleri ve siyasal iktidarı etkilemek için kullandıkları yöntemler de bazen birbirlerine benzerken, çoğunlukla yapısal özelliklerinden, yani türlerinden kaynaklanan farklılıklar kazanır.
Olağanüstü kişiler, başka toplum kesimlerinden çıkabileceği gibi, ordudan da çıkabilir.
Ama asıl sırtlarındaki üniformayı çıkarıp, bir anlamda asker mantığından uzaklaştıkları zaman, siyasal yaşamda ve devlet yönetiminde başarılı olma şansını elde edebildiklerini söyleyebiliriz.
Güçlü partilerin, sendikaların, deneklerin, etkili ve bağımsız kitle iletişim araçlarının bulunmayışı karşısında, iyi örgütlenmiş tek güç olarak ordunun önemi çok artar.
1985 yılında dünyada var olan 56 askeri diktatörlüğün hepsinin de geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde bulunması herhalde bir rastlantı sayılmaz.
Ordunun temel işlevi yurdu korumak ve gerektiğinde savaşmaktır.
İyi savaşabilmek için, astın üste tartışmasız itaat etmesi, tek bir kalıp içinde kişiliklerin geri plana itilmesi, yani sıkı bir disiplin önemlidir.
Sınıfsal baskı grupları içinde yalnızca işveren ve büyük toprak sahiplerinin ki onlar da işveren sayılırlar oluşturdukları baskı grupları, kadro baskı grubu yapısındadır.
Türkiye’de işveren baskı gruplarının en üstünde, İşveren Sendikaları Konfederasyonu yer alır.
TÜSİAD ise, ülkedeki en büyük ve etkili işadamlarını bir araya getiren, bir anlamda büyük sermayeyi temsil eden bir baskı kuruluşudur.
İşveren baskı gruplarının, daha az dikkati çeken dolaylı baskı yollarını tercih ettiklerini söyleyebiliriz.
Ülke ekonomisinin ve ordunun silah ve donanımının dış yardımı gerektirmesi ölçüsünde, müdahalenin dış desteği önem kazanır.
Özellikle büyük devletlerin etki alanına giren bölgelerde, ö devletlerin genel eğilim ve çıkarlarına ters düşen askeri müdahalelerin yapılabilmesi ve yapılsa bile uzun dönemde başarıya ulaşabilmesi zordur.
1960-70 yılları arasında dünyada görülen 93 darbe ve devrimin 92’si geri kalmış ülkelerdeydi.
Bu nedenle de, geri kalmış ülkelerin hangi özelliklerinin askerleri doğrudan siyasete karışmaya ittiğini özellikle araştırmak gerekiyor.
Ernest Renan bu gelişmenin haberciliğini geçen yüzyılın ortalarında şu sözlerle yapmıştı:
“İlkel toplumlarda, tanrıların adına toplumu yönetenler rahiplerdi; geleceğin toplumlarında, akılcı yollardan en iyiyi arama adına hükümet edecek olanlar bilim adamlarıdır.”
Gerçi hemen hiçbir toplumda siyasal iktidar bilginlerin ve teknik adamların elinde değil.
Ama ekonomik yapıda başlayan bir gelişmenin siyasal iktidarlara da yansımaya başladığını yadsıyamayız.
Burada Eflatun’un düşüncesindekinin benzeri bir ikilemle karşılaşıyoruz.
O da, “Ya Devleti filozofların yönetmesi, ya da devleti yönetenlerin filozoflaşması” gerektiğini savunmuştu.
Aslında tekno-siyasetçilerin sorunun kesin çözümü olacağını düşünmek yanlıştır.
Uzman seçenekleri oluşturur, siyaset adamı ise seçenekler arasında seçim yapar.
Geri kalan baskı gruplarının ise, herhangi bir siyasal parti ile ilişki derece derece az ya da çoktur.
Kendilerine bağlı baskı grupları oluşturma yoluna ilk giden partiler, sosyalist ve komünist partiler oldular.
Arkasından diğer partiler de onları taklit etmeye çalıştılar. Nasıl ki, sol partilerin işçi sendikaları içinde etkili olmak için mücadele vermeleri doğalsa, sağcı partilerin de örneğin, işveren kuruluşlarının yönetimini ele geçirme çabasında olmalarını doğal karşılamak gerekir.
Ama, gençlik ve kadın kolları dışında, partilere açıktan organik bağla kenetlenmiş baskı gruplarına çoğulcu sistemlerde pek rastlanmaz.
Bilgi verme amacını taşıyan broşürlerden, çeşitli gezi, ziyafet ve armağanlara kadar, birçok teknik, yasal propaganda (tanıtım) ile “rüşvet” arasındaki yelpazede yer alır.
Partilerin belirli çıkar gruplarınca finansmanını, bazı siyaset bilimcileri “kolektif rüşvet” olarak nitelendirir.
Siyasal kararları dolaylı biçimde etkilemenin yolu, her zaman kamuoyundan geçer.
Halka benimsetilen, üzerinde “kamuoyu oluşturulan” bir konuda, siyasal iktidarların ters yönde karar almaları ve uygulamaya girişmeleri zorlaşır.
Kitle baskı gruplarının en iyi örneğini, işçi sendikaları oluşturur.
Esnaf ve çiftçi örgütleri başta olmaz üzere, toplumsal tabanı geniş olan çeşitli meslek kuruluşları da, genellikle işçi sendikalarına benzer bir biçimde örgütlenirler.
Ama kitle baskı grupları, sadece meslek çıkarlarını savunmaya yönelik sınıfsal örgütlerden ibaret değildir.
Örneğin gençlik örgütleri ile “Eski Muharipler Derneği” gibi örgütler de, benzer yapıdadırlar.
Gençlik ve kadın kuruluşları ve ideolojik temele dayalı örgütlenmeler başta olmak üzere, sınıfsal nitelikli olmayan çok sayıda baskı grubunun bulunduğunu ya da bulunabileceğini biliyoruz.
Ancak hiç kuşku yok ki, siyasal yaşamda en büyük önemi taşıyan baskı grupları, genellikle sınıfsal kökenli olanlardır.
Siyasal amaçla örgütlendiklerini, hemen hiçbirisi açıkça belirmese bile, meslek kuruluşlarının hepsi de bu çerçeve içinde yer alırlar.
Çünkü o toplum kesiminden olanların çıkar ve eğilimlerini savunmak için oluşturulmuşlardır.
Baskı Gruplarının İşlevleri, Araçları ve Yöntemleri
Ekonomik durumun, askerlerin siyasete karışmasında taşıdığı önem hep bilinir.
Ama bu açıdan asıl önem taşıyan öğe, ülke ekonomisin basit ya da karmaşık bir yapıya sahip bulunmasıdır.
Ekonomin gelişmişlik düzeyi, askerlerin kolay kolay içinden çıkamayacakları kadar karmaşık bir yapı oluşturuyorsa, kolay ve kestirme çözüm hevesleri azalır.
Asker darbelerin daha çok geri kalmış ülkelerde ortaya çıkışındaki nedenlerden birisi de budur.
Duverger bu yeni oluşumun, demokrasinin niteliğini değiştirip bir “tekno-demokrasi” yaratacak kadar önemli olduğunu öne sürüyor.
Teknokrasi yalnızca gelişmiş ülkelere ve özel sektör kuruluşlarına özgü bir olgu değildir.
Kamu kuruluşlarında ve gelişme sürecinin belirli düzeylerine ulaşmış olan ülkelerde de teknokratlar, önce ekonomik sonra da siyasal iktidara ortak olmaya başlamaktadırlar.
Başka bir gelişme de, özel teknokrasilerle kamu teknokrasisi arasında giderek bir bağlantının oluşmasıdır.
Az gelişmiş ülkelerde ise, asker-sivil bürokrasi, çağdaşlaşmanın öncülüğü görevini üstlenip, geleneksel seçkinlerin yerini alabiliyor.
Ama Cumhuriyet Türkiye’sinde de görüldüğü gibi gelişme hızlanıp toplumsal yapı karmaşıklaştıkça ipler onların elinden kaçmaya başlıyor.
Toplumda yeni ve daha önemli güç odakları beliriyor.
Gelişmiş ülkelerde bürokrasi kavramının giderek daha karmaşıklaştığını ve onun yerini teknokrasinin aldığını görüyoruz.
Geri kalmış ülkelerde, sermaye sahipleri de, emekçi kesimler de güçsüzdür.
Bu iki sınıfın güçsüzlüğü, ordunun rejim içindeki ağırlığını arttırır.
Bu ağırlık, geri kalmışlık ölçüsünde ve bunalım dönemlerinde daha da artar.
Sivil seçkinlerin güçsüzlüğü, ekser seçkinlerin önemini büyütür.
Karşı koyacak, denge oluşturacak bir gücün ya da güçlerin yokluğu, askeri darbeleri ve askere dayalı yönetimleri kolaylaştırır.
Konuyu noktalarken şunu söyleyebiliriz:
Genel olarak siyaset adamları ile uzmanlar arasında bir uyuşmazlık vardır.
Siyaset adamları, sezgileriyle ve kitlelerle etkileşim içinde karar alma eğilimi taşırlar.
Teknokratlar ise, mekanik, yani ideolojik tercihlerden arınmış çözün yollarının varlığına inanırlar.
Bu uyuşmazlığın, Prof. Gaudemet’in düşündüğü gibi, tekno-siyasetçilerin ortaya çıkmasıyla çözüm yoluna girdiği söylenebilir mi?
Seçimle gelen siyasal iktidar gidici, oysa atamayla gelen “memurlar ordusu” kalıcıdır.
Geçiciliğinin bilincinde olan hükümetler işleri hızlandırmak isterlerken, halk önünde sorunlu olmayan bürokrasi, kedi ayrıcalıklarını koruma ve kendi kurallarına göre ağır işleme eğilimindedir.
Roberto Michels’e göre; “bürokrat, kitlelerin gereksinimlerini onlardan daha iyi bildiğine kolaylıkla ve içtenlikle inanır.”
Çağdaş toplumlardaki bürokrasi olgusuna en büyük önemi Max Weber vermiştir.
Kamusal baskı gruplarını da bazı siyasal bilimciler “askeri” ve “sivil” olarak ikiye ayırırlar. Özellikle bunalım dönemlerinde, ordunun siyasal yaşamdaki rolünün hangi boyutlara varabileceğini biliyoruz.
Toplumsal Sınıflara Dayalı Baskı Grupları
Bu, çok sayıda üyenin aynı yönde oy kullanma olasılığının, siyasal iktidarların serbest seçimlerle belirlendiği ülkelerde büyük etki yapması doğaldır.
Sahip oldukları grev silahı, işçi sendikalarını tüm hükümetlerin ciddiye almalarını gerekli kılar.
Ülke çapında ya da belirli bölgelerde uygulanabilecek bir “genel grev” ise, tüm ülkece yaşamı felce uğratıp, hükümetleri güç duruma düşürebilir.
Ama grev silahın da diğer yöntemlerde olduğu gibi ancak yerinde ve zamanında kullanılması durumunda etkili olduğunu, kötü kullanıldığında kamuoyunda genel bir kızgınlık ve tepki yaratarak hükümetlerin ve partilerin işine yaramaktadır.
Baskı grupları, kendileriyle ilgili siyasal kararları, ya doğrudan ya da kamuoyu aracılığıyla dolaylı olarak etkilemeye çalışırlar.
Doğrudan etkileme çabaları, daha seçim kampanyası sırasında başlayabilir.
Bir baskı grubu, kendi davasını destekleyeceğini peşin olarak açıktan vaadeden bir adayın seçimine yardımcı olabilir.
Bir meslek grubunun, kendi üyelerinden bazılarının parlamentoya seçilmelerine destek olması da, bu çerçeve içinde değerlendirilebilir.
Karl Marx’ın kuramında sınıf çalışmalarının oynadığı rolü, Weber’de bürokrasi oynamaktadır.
Ünlü Alman sosyologuna göre, demokratik toplumlarda siyasal iktidar, seçimle gelen siyaset adamlarından çok, bürokrasiye aittir:
“Güncel görünümlerinde siyasal iktidarı bürokrasi kullanır.Eğer yönetim makinesinin tüm dişlileri uygulanmasını güvence altına almazsa, parlamento görüşmelerinde çoğunluğun aldığı kararlar, ölü satırlar olarak kalmaya mahkûm olur.”
Baskı Gruplarının Yapısı ve Türleri
Jean Mynaud, baskı gruplarının temel işlevlerini üçe ayırarak inceliyor: Karar organlarına, sorunlarıyla ilgili olarak ayrıntılı bilgiler vermek; alınan kararlara üyelerinin rızasını sağlamak; ve tabanlarındaki genel eğilimleri yönlendirip, akılcı çözüm önerilerine dönüştürmek.
Baskı gruplarının, kamu yönetimine sunmak üzere yaptıkları ayrıntılı hazırlıklar olmazsa, alınacak kararlardaki hata payı artabilir.
Alınan kararları ve girişimleri, üyelerine anlatmaları ve uyulmasını istemeleri, toplumsal uzlaşmaya katkıda bulunur.
Eğilimlerin yönlendirilmesi ise, düzensiz ve kolaylıkla şiddete kayabilecek eylemleri önler.
Ordu
Farklılıklara, farklı tutum ve davranışlara yer yoktur. Askeri ahlak anlayışı içinde, onur, cesaret, dayanışma ve özveri, en yüce değerleri oluşturur.
Çünkü asker, gerektiğinde ölmeyi göze alabilmek zorundadır.
İşte bu ortamın ürünü olan bir askerin, özgür bir toplumdaki bölünmelerin, siyasal farklılıkların, bir noktanın ötesine gitmesini anlayıp hoşgörü ile karşılaması zordur.
Demokratik, çoğulcu bir toplumdaki ordu, genel çıkarların unutulduğu, özel planların ön plana geçtiği kuşkusunu taşır.
Örneğin, muhalefetin, bir araya gelmesi olanaksız çok sayıda küçük partinin varlığı nedeniyle güçsüz olması sayesinde, tek bir partinin, neredeyse sürekli olarak iktidarı koruyabildiği durumlar böyledir.
Bu gibi durumlarda, büyük meslek kuruluşlarının oluşturduğu birlikler, muhalefet partilerinin yapamadığını gerçekleştirip, istekler arasında belirli bir tutarlılığı sağlayabilir, bir önem sıralaması yapabilirler.
Ama sadece belirli çıkar ve görüşleri temsil eden baskı grupları, toplumsal dayanışmayı temsil etmesi gereken siyasal partilerin yerini hiçbir zaman alamaz ve almamalıdır; çünkü, ikisinin işlevleri ayrıdır.
Askeri mantık düzen mantığıdır; tek biçim, uygun adım mantığıdır.
Oysa siyasal mantık, kaçınılmaz olarak tüm farklılıkları göz önüne alan. Almak zorunda olan bir mantıktır.
Askeri mantık, farklılıkları ortadan kaldırmak ister.
Siyasal mantık ise, özellikle demokratik bir toplumda, farklılıkları kabul etmek ve olabildiğince uzaklaştırmak zorundadır.
BASKI GRUPLARININ GENEL ÇERÇEVESİ
Benzer eğitimden geçmiş, benzer çıkarlara ve bakış açısına sahip kişiler arasında belirli bir ortamın doğması doğaldır.
Türkiye’nin gelişme düzeyinde bile, kamu kesimi ile özel kesim arasındaki teknokrat alışverişi doğal karşılanır hale gelmiştir.
Özel firmaların üst düzey yöneticileri kamu yönetiminde önemli görevlere gelebilirken, tersi de olabilmektedir.
Güç kazanma ve etkisini arttırma isteği, teknokrasi de genel bir eğilim olarak ortaya çıkmaktadır.
KAMU EKONOMİSİ VE BASKI GRUPLARI İLİŞKİSİ.
Devlet yüzyıllardan beri var olan sosyal bir olgudur.
Devletin tanımı noktasında siyasal bilimciler ve sosyal düşünürler sürekli “devlet nedir” sorusuna cevap aramışlardır. Devlet konusundaki kavram ve tanımların çeşitliliği, anlayış farklarından meydana gelmektedir. Çünkü devlet, insanlık tarihinin belli aşamalarında ortaya çıkmış ve bu aşamalar içinde şekillenmiştir. Tarihin değişik dönemlerinde devletin tanımlanmasında farklılıkların olması da devlete yüklenen görev ve fonksiyonlardaki değişmelerden kaynaklanmaktadır. Günümüz çağdaş devlet tanımı bu tarihsel süreç içerisinde anlamını kazanmıştır.
Zira devlet tanımlaması yaşanan çağın özelliklerine, siyasi ve idari yapısına, ideolojik yaklaşımlara göre farklı şekillerde yapılmıştır.
Günümüzde devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimi ve siyasal bir organizasyon olarak tanımlanmakta ve ulusal sınırlar
içerisinde yaşayan insanların ortak nitelikteki gereksinimlerini karşılamak devletin temel amacı olarak kabul edilmektedir.
KAMU EKONOMİSİ ise devletin ve kamu kuruluşlarının ekonomik faaliyetlerini inceleyen bir bilimdir.
4 İktisadi kaynakların etkin dağılımı ekonominin genel dengesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Kamu kaynaklarının kullanım yetkisini elde eden siyasal iktidarlar, gerçekleştirdikleri harcamalar ve söz konusu harcamaların finansmanı nedeniyle, ekonomide kaynak dağılımı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek, birçok iktisadi sorunun doğumuna neden olmaktadırlar.
Devletin iktisadi yaşama müdahalesi, farklı iktisadi yaklaşımlarca farklı şekillerde değerlendirilmiştir. İktisadi yaklaşımların güncellik kazandıkları dönemlerde iktisadi hayatta gözlenen aksaklıklar ve bu aksaklıkların nitelikleri bu konuda temel belirleyici olmuştur
5 Klasikler Ve Devlet Anlayışı
Klasik iktisatçılar, devletin çeşitli gerekçelerle ekonomiye müdahalesine karşı çıkmışlardır. Bu Teori taraftarlarına göre, ekonomide ortaya çıkabilecek fiyat
dalgalanmalarını düzeltmek ve tam istihdama ulaşmak devlet müdahalesini zorunlu kılmaz. Çünkü, "Ekonomi’de Görünmeyen El" gerek fiyat istikrarını gerekse tam istihdamı temin edecek bir özelliğe sahiptir. Başka bir ifade ile, fiyatlar ve özellikle ücretlerin aşağıya ve yukarıya doğru esnek olması, tam istihdam düzeyinin sağlanmasına ve korunmasına yetecektir. Bazen küçük boyutlu ve kısmi nitelikteki aksaklıklar yaşansa da, ekonominin istikrarlı yapısı, bu tür geçici aksaklıkları gidereceğinden, devlet müdahalesine gerek kalmadan yeniden dengeye ulaşılacaktır.
https://prezi.com/olhv2roqiroz/siyasal-guc-olarak-baski-gruplari/
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder