10 Kasım 2018 Cumartesi

IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 3


IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 3




2.3. Suriye’nin Kuzeyindeki PYD Örgütlenmesi 

PKK terör örgütü, kuruluşundan itibaren Suriye’nin kuzeyini Orta Doğu’da 
planladığı bağımsız devletin sınırlarına dâhil etmeyi hedeflemiş, Hafız Esed 
iktidarının sağladığı himaye örgütün bu ülkede faaliyet göstermesini sağlamıştır. 
Örgüt, 1990’lı yıllarda özellikle finansman ve militan elde etmek için 
Suriyeli Kürtlere yönelik yoğun bir propaganda yürütmüş, dağ kadrosunun bir 
kısmını bu bölgedeki çocuk ve gençlerden oluşturmuştur. 1999’da Öcalan’ın 
yakalanmasının ardından yapısal değişikliklere giden PKK, 2002’deki 8. 
Kongresinde teröristbaşının avukatları aracılığıyla gönderdiği talimatlar doğrultusunda 

Suriye’de örgütlenme kararı almıştır. Örgüt bu kararın ardından 17 Ekim 2003 tarihinde PYD’nin (Parti Yekitiya Demokrat-Demokratik Birlik Partisi) kuruluşunu ilan etmiş, müteakip günlerde örgüte müzahir medya ile örgütün Türkiye ve Avrupa’daki uzantıları PYD’nin kuruluşuyla ilgili propaganda amaçlı yayınlar yapmıştır. Bu dönemde Ankara-Şam ilişkilerindeki olumlu gelişmelere rağmen örgüt, Suriye’nin kuzeyindeki faaliyetlerini PYD adı altında sürdürmeye devam etmiştir. 

2003-2006 döneminde terör örgütü içinde PYD’nin Suriye’deki Kürt siyasi 
partileri karşısında zayıf kaldığı, KONGRA-GEL sisteminin bu bölgede tesis 
edilemediği yönünde tartışmalar öne çıkmış ve örgütlenmeye ağırlık verilmesi 
yönünde kararlar alınmıştır. Örgüt bu doğrultuda 2007’den itibaren PYD’yi, 
KCK projesinin Suriye’deki parça örgütlenmesi32 şeklinde yapılandırmaya 
başlamıştır. PYD, terör örgütünün Türkiye, İran ve Irak’taki diğer uzantıları 
gibi “demokratik konfederalizm” olarak takdim ettikleri paradigmayı esas 
almış ve Suriye’nin kuzeyinde ilk etapta özerklik elde etmeyi hedeflemiştir. 
Terör örgütü, 2011’de Arap ayaklanmalarının Suriye’ye sıçramasıyla bu ülkedeki 
faaliyetlerini artırabileceği bir konjonktür yakalamış, ülkenin kuzeyinde 
muhalefete karşı Esed rejimine işbirliği teklifinde bulunmuş ve olumlu cevap 
almıştır. 2012’de iç savaşın şiddetlenmesiyle Esed rejimi, kuzeyden çekilirken 
Suriyeli Kürtlerin muhalefet saflarına katılmasını engellemek ve muhaliflerin 
etkinliğini sınırlandırmak maksadıyla bu bölgeyi fiilen terör örgütüne 
teslim etmiş, daha önce Suriye’ye girişini yasakladığı Salih Müslim’i ülkeye 
davet etmiştir. 
Esed rejiminin, terör örgütü yöneticilerinden Fehman Hüseyin ve Mustafa 
Karasu’yla yapılan görüşmelerin ardından örgüte mali destek sözü verdiği basına yansımış, bu süreçte İdlip, Kobani ve Kamışlı’da örgütün kamp açmasına 
ve örgüt mensuplarının Irak’tan Suriye’ye geçişine müsaade edilmiştir.33 Örgüt 
diğer taraftan Türkiye’de 2013’te başlatılan çözüm sürecindeki çatışmasızlık 
ortamını Suriye’deki faaliyetlere odaklanmak için kullanmaya, bu ülkedeki 
özerklik hedefine ağırlık vermeye başlamıştır. Terör örgütü bu kapsamda 
Suriye’nin kuzeyindeki silahlı militan varlığını artırmaya öncelik vermiş, ilk 
etapta mevcut dağ kadrosunun bir kısmını, daha sonra ise çözüm sürecinde 
Türkiye’den dağa çıkardığı çocuk ve gençleri Kandil’de kısa bir eğitimin ardından 
bu bölgeye sevk etmiştir. Örgüt aynı zamanda Suriye’nin kuzeyindeki 
özerklik teşebbüsü için Türkiye’de ve uluslararası kamuoyunda “Rojava Devrimi” 
sloganıyla propaganda yürütmüş, Esed rejiminin desteğiyle yerleştiği 
bölgedeki örgütlenmesine halk devrimi kisvesi kazandırmaya çalışmıştır.34 
PYD Esed rejiminin sağladığı destekle Suriye’nin kuzeyinde kendi tekelinde 
hareket edecek bir idari yapı kurmaya çalışmış, bölgedeki Kürt siyasi partilerini 
devre dışı bırakmak amacıyla Ulusal Konsey (daha sonra Batı Kürdistan 
Halk Meclisi) adlı çatı örgütü tesis etmiştir. Ancak PYD bu girişimden sonuç 
alamamış, Suriyeli Kürt siyasi partilerin büyük çoğunluğu Barzani’nin 
öncülüğünde 2011’de kurulan Kürt Ulusal Konseyi’ne katılmayı tercih etmiştir. 
PYD, Esed rejiminin devrilme ihtimalini dikkate alarak Temmuz 
2012’de imzaladığı Erbil Anlaşması’yla Kürt Ulusal Konseyi’ne katılmışsa 
da, bölgede tek taraflı hareket etmeye devam etmiş ve KCK projesi çerçevesindeki nihai bağımsızlık hedefinden vazgeçmemiştir.35 

PYD bu süreçte bölgedeki varlığına rakip olarak gördüğü Kürt siyasileri, aşiret liderlerini ve aktivistleri suikastlarla etkisiz hale getirmiş, Esed rejimi aleyhinde protesto gösterileri düzenleyen Suriyeli Kürtleri şiddet kullanarak bastırmıştır.36 
PYD, 2013’ten itibaren Suriye’nin kuzeyindeki örgütlenmesini Afrin, Kobani 
ve Cezire’de özerk bir yönetime dönüştürmeye, bölgedeki siyasi ve silahlı 
varlığını kurumsallaştırmaya yönelmiştir. PYD, Nisan 2014’te bir “siyasi partiler 
kanunu” çıkardığını ilan etmiş, bu sözde kanunla hedeflediği özerk bölge 
dâhilindeki Kürt siyasi partileri sindirebileceği “yasal” zemini oluşturmaya 
çalışmıştır.37 PYD’nin bölgede özellikle Kürt muhaliflere karşı gerçekleştirdiği 
insan hakkı ihlalleri38 ve otoriter bir yönetim tesis etme girişimi, Suriye’de 
olduğu gibi, bölgedeki diğer Kürtlerde de rahatsızlığa yol açmış, Avrupa, 
Irak ve Türkiye’den 115 Kürt aydın Mayıs 2015’te PYD’ye karşı bir bildiri 
yayımlamıştır. Kürt aydınlar bildiride PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde şiddet 
kullanarak otoriter bir yapı kurduğunu, Kürt Ulusal Konseyi’ndeki partileri 
baskı altına almaya ve kendisine muhalif Kürt gazeteci ve yazarları etkisiz 
hale getirmeye çalıştığını ifade etmiştir.39 

Türkiye’nin ve Kürt aydınların PYD’yle ilgili rahatsızlığına rağmen, IŞİD’in 
Suriye iç savaşında artan görünürlüğüyle birlikte başta ABD olmak üzere Batılı 
devletler bu örgüte yönelik tutum değiştirmeye başlamıştır. PYD, Batılı 
devletlerin kamuoylarında radikal IŞİD’e karşı savaşan seküler ve işbirliği yapılabilecek bir örgüt olarak öne çıkarılmış, IŞİD’in Kobani saldırısı sonrasında 
Batı medyasında PYD/YPG hakkında propaganda sayılabilecek ölçüde olumlu 
yayınlar yapılmıştır. Kobani çatışmalarında IŞİD’e karşı netice alınmasını 
mümkün kılan koalisyon güçlerinin hava harekâtı, ÖSO ve Peşmerge’nin desteği 
göz ardı edilerek suni biçimde PYD’nin rolü vurgulanmıştır. Batılı medya 
organlarında örgütün özellikle kadın militanlarının fotoğraflarına yer verilmiş, 
“cinsiyet ayrımı yapmayan PYD” imajı oluşturulmuş ve IŞİD’e karşı savaştığına 
dikkat çekilerek PYD’nin desteklenmesi gerektiği görüşü işlenmiştir. 
Bu süreçte bazı Batılı uzmanlar, Türkiye’deki çözüm süreci ve PYD’nin IŞİD 
karşısındaki mücadelesinden dolayı ABD ve Avrupalı devletlerin PKK’yı 

Terör örgütü listelerinden çıkarması gerektiğini dile getirmeye başlamıştır.40 
PYD ayrıca 2013’ten itibaren yurtdışı temaslarını artırarak muhatap kabul 
edilmeye çalışmış ve uluslararası destek arayışına girmiştir. PYD lideri Salih 
Müslim Nisan 2013’te İsveç’i, aynı yıl içinde Ağustos’ta İran’ı, Aralık ayı 
içinde de Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmiş, bu 
ziyaretler çerçevesinde Suriye’deki faaliyetlerinin desteklenmesini talep etmiştir. 
PYD, Ocak 2015’te Moskova’da Esed rejimi ile muhalefet temsilcileri 
arasındaki toplantıya katılmıştır. Örgütün muhatap kabul edilme girişimlerden 
sınırlı da olsa netice almaya başladığı gözlenmiş, PKK’yı terör örgütü 
olarak tanıyan Batılı ülkeler de PYD ile ilgili belirgin bir tutum değişikliğine 
gitmiştir. Washington, Kobani çatışmaları sırasında Türkiye’nin PYD’ye 
destek koridoru açmasını talep etmiş, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, PKK ile 
PYD’nin ayrı gruplar olduğu yönünde açıklamalarda bulunmuştur. 8 Şubat 
2015 tarihinde ise PYD’nin iki kadın temsilcisi Fransa Cumhurbaşkanı Hollande 
tarafından Elysee Sarayı’nda ağırlanmıştır. Paris tarafından organize ve 
finanse edilen görüşmede PYD temsilcileri Fransa’dan daha fazla silah ve lojistik 
destek talep etmiştir.

SURİYE İÇ SAVAŞINDA DEĞİŞEN DENGELER GENEL TESPİTLER 

• Suriye iç savaşı, Esed rejimine sağlanan istikrarlı desteğe karşılık muhalefet içindeki bölünmüşlük, Özgür Suriye Ordusu’nun yeterince desteklenmemesi ve savaşa farklı silahlı grupların müdahil olmasından dolayı sonuçlanamamıştır. 
• İç savaşta el-Kaide bağlantılı grupların görünürlüğü arttıkça dünya kamuoyunda rejime karşı savaşan muhalefetin büyük ölçüde radikal gruplardan oluştuğu yönünde bir algı oluşmuştur. 
• Rusya gerek Güvenlik Konseyi’ndeki tutumuyla gerekse silah sağlayarak Esed rejimine verdiği desteği istikrarlı biçimde sürdürmüş, İran ise Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’yle iç savaşa katılmış, 
ÖSO’ya karşı Hizbullah’ı ve Irak’taki Şii milisleri seferber etmiştir. 
• ABD, kitle imha silahlarının kullanılmasını kırmızı çizgi olarak belirlemesine rağmen Esed rejiminin devrilmesine yönelik bir müdahaleye sıcak bakmamış, Doğu Guta’daki kimyasal saldırının ardından Rusya ile Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesi konusunda anlaşmayı tercih etmiştir. 
• II. Cenevre Konferansı’yla birlikte Esed rejimi Batılı ülkeler tarafından yeniden muhatap alınmış, rejimle muhalefet arasında bir uzlaşı hükümetiyle krizin çözülebileceği yaklaşımı öne çıkmıştır. 
• Suriye’de çözüme yönelik gerçek bir değişimden bahsedilmesi için Esed’siz bir Şam yönetiminden ziyade Baas rejiminin devrilmesinin daha sağlıklı bir sonuç olacağı ifade edilebilir. Baas rejiminin devrilmesi ise Suriye’de devlet otoritesinin tamamen ortadan kaldırılması şeklinde olmamalı, devlet kurumları ve düzen 
korunarak bir rejim değişikliği sağlanabilmelidir. Krizin çözüme kavuşturulması sadece bir ailenin iktidardan uzaklaştırılmasına indirgenirse, bu çözümün ülkedeki totaliter yönetimin el değiştirmesinden başka bir sonuca hizmet etmeyeceği değerlendirilmektedir. 
• İç savaştan dolayı Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı gayrı resmi verilere göre 2 milyonu aşmış, ancak uluslararası toplum sığınmacılar meselesinde kayda değer bir destek sağlamamıştır. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların hukuki statüsüyle ilgili belirsizlik devam etmekte, sığınmacılar barınma, dil, eğitim ve sağlık alanlarında sorunlarla karşılaşmaktadır.* 
• İç savaşın yol açtığı şartlarda, PKK/KCK Esed rejiminin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde PYD örgütlenmesine ağırlık vermiş ve Türkiye’deki çözüm sürecini istismar ederek Kandil’deki dağ kadrosunun bir bölümünü bu ülkeye kaydırmıştır. Terör örgütü KCK projesi çerçevesinde Suriye’nin kuzeyinde özerk bir yönetim inşa etmeye odaklanmış, Batılı devletler ise IŞİD tehdidiyle birlikte PYD ile ilgili tutum değiştirmeye başlamıştır. 
* Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar hakkında ayrıntılı veriler ve değerlendirmeler için bkz. Ek -1: Türkiye’ye Suriyeli Sığınmacı Akını

3. IŞİD’İN YAYILMASI VE GÜÇLENMESİ 

IŞİD, ilk defa 1999 yılında Ürdün asıllı Ebu Musab el-Zerkavi liderliğinde 
“Tevhid ve Cihad” adı altında örgütlenen radikal unsurlardan neşet etmiş, işgalin ardından Irak’ta faaliyet göstermeye başlamıştır. “Tevhid ve Cihad” adlı 
örgüt, el-Kaide ile yapılan görüşmelerin ardından Ekim 2004’te Usame Bin 
Ladin’e bağlılığını bildirmiş, bu tarihten itibaren “İki Nehir Topraklarındaki 
el-Kaide” (Kaidet el-Cihad fi Bilad el-Rafideyn) ismini kullanmıştır. IŞİD 
unvanının ortaya çıkışına kadar örgüt farklı adlar kullanmışsa da, 2004’te benimsenen bu isme istinaden basında ve ilgili literatürde örgüt kastedilirken 
daha çok “Irak el-Kaidesi” ifadesi tercih edilmiştir. 

Irak el-Kaidesi, Şii karşıtlığına dayalı söylemler geliştirerek Irak’ta örgütlenmeye başlamış, işgalin ilk yıllarında Şii camilerini ve din adamlarını hedef alan intihar saldırılarıyla dikkat çekmiştir. Örgüt, işgalle birlikte öne çıkan 
mezhepsel ayrımı istismar ederek taraftar toplamaya çalışmış, Sünni direnişçi 
silahlı gruplara nüfuz etmeyi, bu gruplara dâhil olmayı amaçlamıştır. Zerkavi, 
bu amaç doğrultusunda örgüt yönetiminde yerli militanlara yer vermeye başlamış, Iraklı Ebu Abdurrahman’ı yardımcısı olarak atamış41 ve Ocak 2006’da 
Mücahitler Şura Konseyi adı altında bazı Sünni direnişçi gruplarla birleşme 
girişiminde bulunmuştur. Irak el-Kaidesi böylece Sünni direnişçi grupların 
terörle özdeşleştirilmesine yol açarken, Şiilere karşı terör eylemleriyle de ülkedeki mezhepsel gerilimi tırmandırmış ve 2006-2007 yıllarındaki mezhep 
eksenli iç savaşı tetiklemiştir. 

Irak el-Kaidesi, 2006’ya gelindiğinde Sünni nüfusun yoğun olduğu Anbar, 
Bağdat, Diyale, Selahaddin ve Musul’da etkili bir aktöre dönüşmüş, farklı 
mekânlarda eşzamanlı eylemler gerçekleştirebilen eğitimli militanlardan oluşan 
hücreler teşkil etmiştir. Bu dönemde ABD, Irak el-Kaidesi’ne yönelik operasyonlara öncelik vermiş ve örgütle mücadele hedefiyle Sünni Arap aşiretlerin Sahva Gücü’nü kurmasına destek olmuştur. Haziran 2006’da ABD güçleri tarafından düzenlenen operasyonda Zerkavi öldürülmüş, ancak Zerkavi’nin öldürülmesi örgütün dağılmasına yol açmamış, Ebu Ömer el-Bağdadi (Hamid Davut el-Zavi) yeni lider olmuştur. Örgüt, Ebu Ömer el-Bağdadi liderliğinde Ekim 2006’dan itibaren “Irak İslam Devleti” ismini kullanmaya başlamış, ilk hükümet kabinesini kurduğunu duyurmuş ve sözde devletin sınırlarının Anbar, Kerkük, Musul, Diyale, Selahaddin, Babil ve Vasıt vilayetlerini kapsadığını beyan etmiştir.42 

2007’de ABD liderliğindeki koalisyon kuvvetleri, Irak güvenlik güçleri ve Sahva Gücü’nün operasyonları neticesinde oldukça zayıflayan 
Irak el-Kaidesi Anbar ve Diyale’den çekilmiştir.


2007’de ABD liderliğindeki koalisyon kuvvetleri, Irak güvenlik güçleri ve 
Sahva Gücü’nün operasyonları neticesinde oldukça zayıflayan Irak el-Kaidesi 
Anbar ve Diyale’den çekilmiş, 2008’e gelindiğinde örgütün faaliyet alanı 
Musul’la sınırlı hale gelmiştir. Nitekim örgüt 2009’da sözde devletin başkentini 
Musul olarak açıklamış ve bu dönemde Sünni Araplar nezdinde oldukça 
marjinalleşmiştir. Nisan 2010’da ABD ve Irak güçlerinin, Sisar bölgesinde 
Ebu Ömer el-Bağdadi ve örgüt yönetiminde son yıllarda öne çıkan Ebu Hamza 
el-Muhacir’in kaldıkları eve düzenledikleri operasyonda iki lider de öldürülmüştür. 

Mayıs 2010’da Ebu Bekir el-Bağdadi (İbrahim Avad İbrahim el-Bedri 
el-Sammarrai) örgütün yeni lideri olmuştur.43 2008-2011 yılları arasında neticede liderlik kadrosu büyük ölçüde etkisiz hale getirilen ve etki alanı daralan 
örgüt düşük profilli eylemler dışında Irak’ta ciddi bir varlık gösterememiştir. 
Irak el-Kaidesi, Amerikan askerlerinin çekilmesini müteakiben 2012-2013 
döneminde ise 2004-2006 yıllarında elde ettiği etkinliği yeniden kazanma fırsatı 
yakalamıştır. 2012’den itibaren Maliki’nin Sünni karşıtı politikalarının 
Irak’ta mezhepsel ayrışmayı derinleştirmesi ve Suriye iç savaşının yol açtığı 
güç boşluğu örgüte yeniden güçlenebileceği şartları sağlamıştır. Örgüt Irak’ta 
işgalin ilk yıllarında olduğu gibi Şubat 2012’den itibaren Sünni Araplar adına 
Şii karşıtı propagandalara başlamış ve müteakip aylarda güvenlik güçlerine 
karşı bomba yüklü araçlarla onlarca saldırı gerçekleştirmiştir. Örgüt Temmuz 
2012-Temmuz 2013 döneminde Irak’ta gerçekleştirdiği hapishane baskınlarıyla 
serbest kalmasını sağladığı tecrübeli militanlarını bünyesine dâhil etmiş, 
böylece eylem kabiliyetini geliştirmiş ve faaliyet alanını genişletmiştir. Aralık 
2012’de Rafi el-İsavi’nin tutuklanmasının ardından başta Anbar olmak üzere 
Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde başlayan Maliki karşıtı protestolar, 
örgüte taraftar toplayabileceği bir konjonktür sağlamıştır.44 
Irak el-Kaidesi, Ağustos 2012’den itibaren Suriye iç savaşındaki el-Kaide 
bağlantılı diğer unsurlarla koordinasyon kurmuş, İran destekli Esed rejimine 
karşı Iraklı Sünni nüfustan, yakın coğrafyadaki Müslüman ülkelerden 
ve Batılı devletlerdeki Müslüman nüfustan savaşçı teminine yönelik yoğun 
bir propaganda başlatmıştır. Ebu Bekir el-Bağdadi, örgütün faaliyet alanını 
Suriye’ye genişletmek maksadıyla Nisan 2013’te örgütün ismini “Irak-Şam 
İslam Devleti-IŞİD” olarak değiştirmiş, bu ülkedeki el-Kaide irtibatlı elleti 
ve el-Kaide], Nusra Cephesi’ne hâkim olmaya çalışmıştır. Suriye iç savaşı ve Irak güvenlik güçlerinin yetersizliğinden dolayı iki ülke sınırının geçirgen oluşu, örgüte sınırın iki tarafında da hareket edebileceği şartları sağlamış, örgüt Irak’ta silahlı militan varlığını artırırken Suriye’ye doğru yayılma imkânı elde etmiştir. Irak el-Kaidesi, Suriye’ye doğru yayıldıktan sonra el-Nusra Cephesi’yle birleşme 
hususunda el-Kaide’nin merkezi yönetimiyle ters düşmüş, 2013’ten itibaren 
müstakil hareket etmeye başlamıştır. 

IŞİD’in ortaya çıkışı Esed rejiminin Batılı ülkeler nezdindeki imajını nispeten 
düzeltirken Irak’ta Şii karşıtlığına dayalı söylemlerle hareket etmesi Şii-Sünni 
gerilimini tırmandırmıştır. 2014 yılına gelindiğinde yaklaşık 30 bin silahlı militana sahip olduğu tahmin edilen IŞİD, Irak’ta özellikle Sünnilerin yaşadığı 
bölgeleri ele geçirmeye teşebbüs etmiş, güvenlik güçleriyle çatışmaya girmiş 
ve sosyal medyada çarpıcı biçimde sürekli görünür olmaya çalışmıştır. IŞİD, 
Irak’ta ötekileştirilen ve Maliki iktidarı döneminde baskıya maruz kalan Sünni 
Arapların bir kısmının tepkisel desteğini almayı başarmış, başta yakın çevredeki 
Müslüman ülkeler olmak üzere yurtdışından binlerce çocuk ve gencin 
Irak ve Suriye’deki çatışmalara katılmasını sağlamıştır. IŞİD böylece Irak’ta 
Sünni Arapların bölünmesine ve siyaseten zayıflamasına yol açmış, Suriye 
iç savaşında muhalefetin Esed rejimi karşısında zayıflamasına neden olmuş 
ve dünya kamuoyunda terörizmin Sünni Müslümanlarla ilişkilendirilmesine 
yönelik yürütülen propagandaya malzeme oluşturmuştur.45 

IŞİD Arapça ve İngilizce Dabık ve el-Şamıh adında iki ayrı aylık dergi çıkarmaktadır. 

Ayrıca Musul’da ve Rakka’da yayın yapan iki radyo istasyonu bulunmaktadır. 
Örgüt bütün açıklamalarını İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, 
Urduca ve diğer birkaç yabancı dile tercüme ederek yayımlamaktadır. 
Propaganda araçlarını iyi kullanan IŞİD, Haziran 2014 tarihinde “Hudutları 
Aşmak” adını verdiği önemli bir video yayımlamış ve sözde İslam Devleti/Hilafet 
Devleti’ni ilan etmiştir. Bu tarihten sonra örgüt, IŞİD yerine “İslam Devleti” 
ismini kullanmaya başlamıştır. Sözde halifenin ise Ebu Bekir el-Bağdadi 
olduğu duyurulmuş, IŞİD lideri Bağdadi 5 Temmuz 2014’de Musul’da Cuma 
hutbesi vermiştir.

IŞİD’in finansman temin etmek için çeşitli yöntemler izlediği görülmektedir. 
Bu yöntemler şu şekilde sıralanabilir: 

• Bağış ve hibe: Uluslararası medyada çıkan raporlara göre, birçok Körfezli zengin ve iş adamı Irak ve Suriye’de IŞİD’e para ve lojistik 
destek vermektedir. 

IŞİD Arapça ve İngilizce Dabık ve el-Şamıh adında iki ayrı aylık dergi 
çıkarmaktadır. Ayrıca Musul’da ve Rakka’da yayın yapan iki radyo istasyonu bulunmaktadır.


• Zekât ve sadakalara el koyma: Özellikle 2011-2012 yılarında pek 
çok din adamı ve dini televizyon kanalları Suriye’de Esed rejimine 
karşı direniş gösteren halka destek amacıyla zekât, fitre ve bağış 
yapma çağrısında bulunmuştu. Suriyelilere yapılan zekât ve sadaka 
gibi bağışların doğrudan veya dolaylı olarak IŞİD’e ve el-Nusra 
Cephesi’ne gittiği belirtilmektedir. 
• Fidye: Örgüt yabancı gazetecileri, diplomat ve devlet memurlarını 
kaçırarak serbest bırakılmaları karşılığında milyonlarca dolar elde 
etmektedir. IŞİD iki Japon rehine için 200 milyon dolar para talep 
etmiştir. 
• Petrol ve diğer doğal kaynaklar: Örgüt Irak ve Suriye’de irili 
ufaklı yaklaşık 80 petrol kuyusunu kontrol etmektedir. IŞİD, kontrolündeki 
petrol kuyularından ayda 2 milyon dolar elde etmektedir. 
• Vergi adı altında haraç: Örgüt kontrolündeki bölgelerdeki esnaf, 
sanayici, çiftçi ve işadamlarından haraç toplamaktadır. IŞİD’in aylık 
topladığı miktarın 6 milyon dolar olduğu belirtilmektedir. 
• Tesislere el koyma: IŞİD’in eline geçen bölgelerdeki hastaneler, 
alışveriş merkezleri, restoranlar ve elektrik santrallerden milyonlarca 
dolar kazandığı ifade edilmektedir. Suriye’de elde ettiği bazı bölgelerden 
Esed rejimine elektrik ve petrol sattığı örnek gösterilebilir. 
• Kamu kuruluşlarından elde edilen gelir: Örgüt ele geçirdiği bölgelerde 
hükümet binalarından ve bankalardan büyük miktarlarda nakit 
ele geçirmiştir. Örneğin Musul’u kontrol ettiğinde Musul bankasından 
420 milyon dolar ve altın elde etmiştir. 
• Tarım ve hububattan elde edilen gelir: IŞİD Irak ve Suriye’de 
çok sayıda ekili tarım arazileri ve çiftliğe el koymuştur. Örgütün 
hâlihazırda Irak’ın buğday üretiminin üçte birini kontrol ettiği tahmin 
edilmektedir.46 

3.1. IŞİD ve Musul Krizi 


IŞİD’in Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul’u ele geçirmesi hem Irak hem 
Orta Doğu açısından tarihi bir gelişme olarak nitelendirilebilir. IŞİD Haziran 
2014’te 1500-2000 kişilik silahlı bir grupla, Irak ordusuna bağlı 30 bin askerin 
konuşlu bulunduğu Musul’u 48 saat içerisinde ele geçirmiştir. Askerlerin büyük 
çoğunluğunun kenti savaşmadan terk etmesi Irak’taki etnisite ve mezhebe 
dayalı güvenlik yapısının başarısız olduğunu göstermiş, Musul Valisi’nin İçişleri 
Bakanlığıyla yaptığı görüşmenin basına yansıması ise kentin düşmesinde 
Maliki’nin ihmalinin bulunduğuna işaret etmiştir. Krizin ardından Erbil’e 
sığınan Vali Etil el-Nuceyfi’nin dönemin İçişleri Bakanı Vekili Adnan Esedi 
ile Musul’un ele geçirilmesinden bir gün önce yaptığı görüşmeler yayımlanmıştır. 
Yayımlanan görüşmeler, Vali el-Nuceyfi’nin Bağdat’ı IŞİD tehlikesiyle 
ilgili bilgilendirdiğini, Kürt Yönetimi’nden Peşmerge gücünün gönderilmesini 
talep ettiğini ancak bu talebin dönemin Başbakanı Maliki tarafından reddedildiğini ortaya çıkarmıştır. 

IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi, Irak’ın insani kaybını ağırlaştırmış, özellikle 
Sünni Arap nüfusun yaşadığı bölgelerde ağır insan hakkı ihlallerine ve ciddi 
bir demografik değişime neden olmuştur.47 Örgüt fiilen hâkim olduğu bölgelerde şiddet eylemleriyle korku yayarak halkı baskı altına almış, Hıristiyan 
ve Yezidileri dinlerini değiştirmeleri için ölümle tehdit ederken Ramazan 
Bayram’ında Müslümanlara bayram namazı kılmayı yasaklamıştır. Haziran 
2014’te Musul’un düşmesinden itibaren başta Musul olmak üzere Telafer, 
Sincar, Mahmur, Selahaddin, Diyale, Tuzhurmatu, Tikrit, Anbar kentlerinden 
göç etmek zorunda kalanların sayısı 2,6 milyonu aşmıştır. Birleşmiş Milletler 
Irak’a Yardım Görev Gücü’nün (UNAMI) Irak raporunda, 2014 yılı Irak 
için oldukça kanlı bir yıl olarak nitelendirilmiştir. Raporda Irak’ta, Musul’un 
IŞİD’in denetimine geçmesinin ardından terörist eylemler ve saldırılar neticesinde 11.844 kişinin öldüğü, 17.235 kişinin yaralandığı açıklanmıştır.48 
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ayrıca Irak’ın mali kaybını artırmış ve kültürel 
mirasına zarar vermiştir. Örgüt Musul’a girdikten sonra kentteki tüm kamu 
kuruluşlarına el koymuş, merkez bankasında bulunan külçe altınları ve 420 
milyon doları gasp etmiştir. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden önce Irak’ta 
işsizlik oranı yüzde 12 iken yüzde 25’e kadar yükselmiştir.


Irak ordusunun, Musul’da direnememesi güvenlik güçlerinde 
kurumsallaşmanın sağlanamadığını, etnisite ve mezhebe 
dayalı yapının başarısız olduğunu göstermiştir. 

Musul’un düşmesiyle gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 28’den 38’e yükselmiş, yoksulluk sınırının altında kalan nüfus oranı ise yüzde 19’dan yüzde 30’a çıkmıştır.

3.2. IŞİD Krizinin Türkmenlere Etkileri 

Irak’ta Türkmenler IŞİD krizinden doğrudan etkilenmiş, örgüt enerji zenginliği 
ve verimli tarım arazileriyle bilinen Türkmen bölgelerini istila etmiş 
ve bu bölgelerdeki nüfus yapısının değişmesine yol açmıştır. IŞİD’in 10 
Haziran’dan itibaren Musul’un Telafer ilçesi ve civar köyleri, Selahattin iline 
bağlı Tuzhurmatu, Süleyman Beg, Yengice, Emirli, Bastamlı, Kerkük’e bağlı 
Tazehurmatu ilçesi, Tirkalan, Yayçı ve Beşir köyü, Diyale’ye bağlı Karatepe, 
Hanekin, Sadiye gibi Türkmenlerin yoğunlukta olduğu bölgelere saldırmış, 
Türkmenleri hedef almıştır. Örgüt, saldırdığı yerleşim birimlerinde Türkmenlere 
karşı katliamlar gerçekleştirmiş, yerlerini terk eden ve sığınabilecek yer 
bulamayan Türkmenler kırsal bölgelerde kendi kaderine terk edilmiştir. 
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından takriben 300 bin Türkmen ülke 
içerisinde yerlerinden olmuş, 5 binden fazla Türkmen ailesi ülkeyi terk ederek 
Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte yaklaşık 500 Türkmen 
ise IŞİD tarafından katledilmiş veya kaldıkları mülteci kamplarının olumsuz 
şartlarından dolayı hayatını kaybetmiştir. Sadece Temmuz ve Ağustos aylarında 
sıcaklığın 50 derecenin üzerinde olduğu günlerde neredeyse her gün 5-10 çocuk 
yaşamını yitirmiştir.50 Türkmen nüfusunun 20 bin civarında olduğu Emirli 
nahiyesi, IŞİD’in kuşatmasına karşı 84 gün direnmiş, ancak Şii milis gücü Bedir 
Tugayları ve İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün desteğiyle 
kurtarılmıştır. 

Bölgelerini terk etmek zorunda kalan Türkmenler hâlihazırda 
coğrafi olarak Arap ve Kürt bölgeleri arasında sıkışmış durumdadır.

Musul krizinde, uluslararası toplum Irak’taki insani dramlar karşısında seçici 
ve ayrımcı bir tavır sergilemiştir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler ve 
bölge ülkeleri IŞİD’in Ağustos 2014’te Musul’daki Yezidilerin yaşadığı Sincar 
(Kürtçe Şengal) ilçesine ve Mahmur’a düzenlediği saldırılara ivedilikle 
tepki göstermiş, ancak aynı dönemde Türkmenlerin maruz kaldığı insan hakkı 
ihlalleri karşısında benzer bir tepki göstermemiştir. BM ve diğer uluslararası 
teşkilatlar, 10 Haziran’dan itibaren IŞİD’in denetimindeki Türkmen bölgelerinde 
yaşanan insani dram karşısında sessiz kalmayı tercih etmiş, Batılı ülkeler 
Emirli nahiyesinde Türkmenlerin 84 gün boyunca IŞİD tarafından kuşatılmasına 
tepki göstermemiştir. Gerek bölgesel aktörler gerekse uluslararası 
toplum, IŞİD kuşatmasındaki Telafer, Tuzhurmatu’ya bağlı Yengice, Bastamlı 
ve Emirli, Diyale’ye bağlı Karatepe, Hanekin ve Celavla’da Türkmenlerin yaşadığı insani dramın sona erdirilmesi için harekete geçmemiştir. Ancak BM, 
ABD ve Avrupa Birliği, IŞİD Sincar’a girdikten sonra Yezidi göçmenlere insani 
yardım göndermeye ve Peşmerge’ye silah desteği sağlamaya başlamıştır. 
Türkmenlere ise IŞİD’e karşı mücadele etmek için silah desteği sağlanmadığı 
gibi insani yardım da gönderilmemiştir. 

IŞİD’in Irak’ta belirli bölgelere fiilen hâkim olmasıyla birlikte Türkmenlerin 
iki büyük tehditle karşı karşıya kaldığı ifade edilebilir. Birincisi IŞİD karşısında 
güvenliği sağlanamayan ve Irak’taki diğer unsurların aksine hamisiz 
kalan Türkmenlerin kendi bölgelerinden göç etmek zorunda kalmasıdır. 


Harita 3: Irak ve Suriye’de IŞİD Denetimindeki Bölgeler (Nisan 2015) 
BM ve diğer uluslararası teşkilatlar, 10 


Haziran’dan itibaren IŞİD’in denetimindeki Türkmen bölgelerinde 
yaşanan insani dram karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Göçlerle birlikte, Irak’ta Türkmen nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki baskın 
kimliğin değişmesi ve gelecekte Türkmenlerin asimilasyonu ihtimali ortaya 
çıkmıştır. Bu kapsamda IŞİD saldırılarının Türkmen coğrafyasını ve kimliğini 
hedef alması, Türkmen nüfusun dağılmasına neden olması düşündürücüdür. 
Bölgelerini terk etmek zorunda kalan Türkmenler hâlihazırda coğrafi 
olarak Arap ve Kürt bölgeleri arasında sıkışmış durumdadır. Dolayısıyla 
IŞİD krizi, Türkmenlerin temel sorununun kuzey Irak gibi kendilerine münhasır 
bir güvenli bölgelerinin olmamasından kaynaklandığını göstermiştir. 
İkincisi ise, mezhep farklılıklarının Türkmenler arasında ayrışmaya yol açması 
ihtimalidir. Türkmenler arasında mezhepsel farklılıklar olsa da geleneksel 
olarak Türkmen kimliği üst kimlik olarak kabul edilmektedir. Ancak IŞİD krizinin 
Türkmen bölgelerinde yol açtığı demografik değişim, yakın gelecekte 
Türkmen kimliğinin bölünmesine yol açabilir. IŞİD Telafer’i ele geçirdikten 
sonra kentten göç eden Türkmenlerin Erbil’e girişleri Kürt Yönetimi tarafından 
engellenmiş, Türkmenlerin bir bölümü Bağdat, Necef, Kerbela ve güneydeki 
diğer vilayetlere göç etmiştir. Şii Arap nüfusun yoğun olduğu bu vilayetlere 
gerçekleşen göçler, Türkmenlerde mezhep eksenli bir bölünmeye ve 
Şii Türkmenler üzerinde İran etkisinin artmasına hizmet edebilir. Irak işgali 
sonrasında nasıl Arap kimliğinde Şii-Sünni ayrışması meydana geldiyse, IŞİD 
kriziyle birlikte başlayan süreçte Türkmenlerin de mezhepsel olarak bölünmesine dönük planlı bir program söz konusu olabilir. 

3.3. IŞİD’in Suriye ve Irak’taki Petrol Yataklarını Denetimi 

IŞİD, Suriye ve Irak’ta öncelikli olarak stratejik önemi haiz bölgelere yönelmiş, 
enerji açısından zengin ve barajların bulunduğu sahaları ele geçirmeye 
çalışmıştır. IŞİD hâlihazırda Irak ve Suriye’de toplamda günlük 350 bin varil 
petrol üretilen yataklara sahiptir. Örgüt sadece Musul bölgesinde 12 petrol sahasını kontrol etmektedir. Suriye’de ise ülke petrolünün yaklaşık yüzde 60’ının çıkarıldığı Deyrizor Temmuz 2014’ten beri örgütün fiili hâkimiyetindedir. 
IŞİD ayrıca Suriye petrolünün yüzde 40’ının üretildiği Haseke bölgesindeki 
petrol sahalarının bir bölümünü elinde tutmaktadır. Haseke’ye bağlı Şaddadi, 
Cibisa ve Cubeyda petrol yatakları IŞİD’in denetimindedir. IŞİD, Irak ve 
Suriye’de hâkim olduğu kuyulardaki petrolü varili 10-25 dolar karşılığında 
enerji kaçakçılarına satmaktadır. Ekim 2014 verilerine göre IŞİD’in Suriye ve 
Irak’ta kontrol ettiği kuyularda günlük 50-60 bin varil petrol üretilmektedir. 
Örgüt sadece petrolden günde yaklaşık 2 milyon dolarlık bir gelir sağlamakta, 
bu miktar yıllık 800 milyon dolara tekabül etmektedir.51 

Irak’ta meydana gelen olaylarda Türkmen coğrafyasında demografik yapının daha kapsamlı bir şekilde değişmesi söz konusudur.


IŞİD ile beraber  BM Güvenlik Konseyi Şubat 2015’te Rusya’nın önerisiyle IŞİD ve el-Kaide bağlantılı örgütlerin petrol kaçakçılığı, yasa dışı antika ticareti ve rehinelerden elde ettikleri gelirleri önlemeye yönelik hazırlanan karar tasarısını kabul etmiştir. Kararda, IŞİD, el-Nusra Cephesi ve diğer el-Kaide bağlantılı gruplarla doğrudan ya da dolaylı biçimde yapılan ticaret kınanmış, BM’nin mevcut kararlarının bu gruplarla petrol ve petrol ürünü ticareti yapılmasını yasakladığı hatırlatılmış ve yasakları ihlal eden aktörlerin yaptırıma maruz kalacağı ifade edilmiştir. Güvenlik Konseyi ayrıca bütün üye devletlerin, bu örgütlerin ve aracılarının malvarlıklarını dondurmak zorunda olduklarını vurgulamıştır. 

BM Sözleşmesi’nin yaptırım içeren 7’nci bölümü kapsamında kabul edilen 
2199 sayılı kararla birlikte, başta Türkiye olmak üzere bütün bölge ülkeleri 
IŞİD’le mücadelede sorumluluk üstlenmiştir. 2199 sayılı karar, üye devletlere 
ilgili örgütlerle mücadelede attıkları adımları dört ay içinde el-Kaide Yaptırımlar 
Komitesi’ne rapor etme zorunluluğu getirirken, BM’nin terörle mücadeleden 
sorumlu organlarına bu adımları takip etme çağrısında bulunmuştur.52 

3.4. IŞİD’e Karşı ABD Liderliğinde Kurulan Uluslararası Koalisyon 

IŞİD’in Musul’u kontrol etmesi ve ülke içerisinde ilerleme kaydetmesinin 
ardından kentin kuzeybatısındaki Yezidiler’in yaşadığı Sincar’a (Şengal) saldırması ABD’nin bölgede hava operasyonları düzenlemesine yol açmıştır. 
Sincar ABD’nin Irak’ta IŞİD ile mücadele etmesi açısından adeta bir dönüm 
noktası olmuştur. Bu sebeple 4 Ağustos 2014 tarihinde Sincar’ı kontrolüne 
alan IŞİD’e karşı ABD ilk kez 8 Ağustos’ta hava operasyonu düzenlemiştir. 
11 Eylül 2014’de Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen IŞİD terör 
örgütü ile mücadele toplantısında çekirdek koalisyonun ilk adımı atılmıştır. 
15 Eylül’de ise 30 ülkenin dışişleri bakanları Paris’teki toplantıya katılmıştır. 
Paris’te kurulan uluslararası koalisyona Fransa, İngiltere, Avustralya, Belçika, 
Danimarka, Norveç, Kanada ve Almanya katılırken Orta Doğu’dan Mısır, 
Irak, Lübnan, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Umman, Bahreyn, Birleşik Arap 
Emirlikleri destek vermiştir. Türkiye ise Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde 
yapılan toplantıda oluşturulan IŞİD’e karşı mücadeleyi içeren bildiriye imza 
atmamış, sadece İncirlik Üssü’nden insani yardım ve lojistik amaçlı uçuşlara 
izin vermeyi kabul etmiştir. Ankara, söz konusu koalisyona karşı sergilediği 
tutuma Musul Başkonsolosluğu’nda rehin alınan 49 diplomatının IŞİD’in elinde 
olmasını gerekçe göstermiştir. IŞİD, elindeki Türk rehineleri 20 Eylül’de 
serbest bırakmıştır. 

Suriye’de günlük 350 bin kapasiteli petrol yataklarına sahiptir. 
IŞİD sadece Musul bölgesinde yaklaşık 12 petrol sahasını 
kontrol etmektedir.

IŞİD Irak ve ABD Başkanı Barack Obama 11 Eylül 2014 tarihinde IŞİD’le mücadeleye yönelik dört boyutlu bir strateji açıklamış, dört boyutta atılacak adımların tek hedefinin IŞİD’i önce zayıflatmak, daha sonra tamamen etkisiz hale getirmek olduğunu ifade etmiştir. Obama’nın IŞİD’le mücadele stratejisindeki boyutlar:53 

• Birinci boyut- IŞİD’e karşı sistematik hava saldırıları. 
• İkinci boyut- Sahada teröristlerle mücadele eden güçlere destek. 
• Üçüncü boyut- IŞİD’e karşı ekonomik tedbirler, istihbarat paylaşımı 
ve yabancı savaşçıların katılımının engellenmesi. 
• Dördüncü boyut- IŞİD’in tehdit ettiği Müslümanlara ve Hıristiyan 
azınlıklara insani yardım sağlanması. Obama’nın dört boyutlu bu stratejisiyle birlikte koalisyona katılan ülkeler, Irak’ta IŞİD’le mücadele eden Peşmerge gücüne ve Irak ordusuna silah, askeri malzeme ve eğitim desteği sağlamıştır. Uluslararası koalisyona katılan ülkeler 19 Eylül’de Irak’ta ve 23 Eylül’de Suriye’de operasyonlara başlamıştır. Amerikan Merkez Komutanlığı’ndan (CENTCOM) yapılan açıklamaya göre, Eylül 2014-Ocak 2015 döneminde Irak ve Suriye’de IŞİD hedeflerine 2 binden fazla hava operasyonu düzenlenmiş ve yaklaşık bir milyar dolar harcanmıştır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

32 Terör örgütü Suriye’de PYD öncülüğündeki parça örgütlenmesini KCK-Rojava adı altında tasarlamıştır. PYD’nin parti tüzüğü incelendiğinde KCK örgütlenmesi ile organik bir bağa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Parti tüzüğünde, PYD’nin Öcalan’ı önder olarak kabul ettiği, demokratik konfederalizm hedefinin Suriye’deki yapılanmasını hayata geçirmeyi amaçladığı, Rojava adı altında KCK’nın bir parçası olduğu, PYD’lilerin “Önder Apo’ya inanmak” şartına 
bağlı olması gerektiği ve Öcalan’ın serbest bırakılmasına parti hedefleri arasında yer verildiği görülmektedir. Bkz. Rêziknama Partiya Yekîtiya Demoqrat (PYD) [PYD Parti Tüzüğü], 2010,
http://www.pydrojava.net/ku/index.php option=com_content&view=section&layout=blog&i 
d=24&Itemid=73.
33 Arda Akın, “Esad’dan 3 Yeni PKK Kampı,” Hürriyet, 28 Temmuz 2012, Erişim tarihi: 24 Şubat 2014, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21086011.asp. 
34 PKK/KCK ve örgütün siyasi uzantıları Suriye’nin kuzeyini kastederken özellikle “rojava” (batı) ifadesini kullanmakta, örgütün yayın organları, Suriye kuzeyindeki mevcut yer adlarıyla bir ilişkisi bulunmayan bu ifadeyi yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Örgüt “rojava” ifadesinin kullanılmasını yaygınlaştırarak bu bölgenin Suriye’nin bir parçası değil, KCK örgütlenmesi 
çerçevesinde tasarlanan bağımsız devletin batı bölgesi olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Nitekim KCK projesi batıda (rojava) Suriye’nin kuzeydoğusunu, kuzeyde (bakur) Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerini, güneyde (başur) Irak’ın kuzeyini ve doğuda (rojhelat) İran’ın kuzeybatısını kapsamaktadır. PYD, 2013’ten itibaren Suriye’nin kuzeyinde ki  örgütlenmesi  ni Afrin, Kobani ve Cezire’de özerk bir yönetime  dönüştürmeye, bölgedeki siyasi ve silahlı varlığını kurumsallaştırmaya yönelmiştir.
35 Hevidar Ahmed, “KNC Leader: Syrian Kurds are Disappointed by PYD’s Actions,” Abdülhekim Beşar’la Söyleşi, 1 Ağustos 2012, Erişim tarihi: 5 Mart 2015, http://www.terudaw.net/english/interview/5030.html.Rudaw,
36 Human Rights Watch, Under Kurdish Rule: Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria, Haziran 2014, Erişim tarihi: 10 Mart 2015, http://www.hrw.org/news/2014/06/18/syria-abuseskurdish-
run-enclaves. 
37 “PYD’den Rakiplerine Engel,” Al Jazeera, 25 Nisan 2014, Erişim tarihi: 3 Mart 2015, 
http://www.aljazeera.com.tr/haber/pydden-rakiplerine-engel. 
38 Human Rights Watch, Under Kurdish Rule, 44-49. 
39 “Kürt Aydınların PYD İsyanı,” Al Jazeera, 5 Mayıs 2014, Erişim tarihi: 2 Mart 2015, 
http://www.aljazeera.com.tr/haber/kurt-aydinlarin-pyd-isyani.
40 Bkz. David L. Phillips, “Remove the PKK From the Terror List,” Huffington Post, 21 Mayıs 2013, Erişim tarihi: 12 Mart 2015, http://www.huffingtonpost.com/david-l-phillips/pkk-terror-group-status_b_3289311.html. “PKK, terör listesinden çıkarılabilir,” Hürriyet, 
20 Ağustos 2014, Erişim tarihi: 10 Mart 2015, http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/27038943. 
asp; “Fransız Senatör: PKK terör listesinden çıkarılsın,” BestaNûçe, 16 Ocak 2015, Erişim tarihi: 8 Mart 2015, http://www.bestanuce1.com/164681/fransiz-senator-pkk-teror-listesindencikarilsin. 
41 Selame Killi, , [Kaidet el-Cihad fi Bilad el-Rafideyn’den DAİŞ’e Kronolojik Analiz], Al-Araby, 9 Ağustos 2014, Erişim tarihi: 11 Kasım 2014, http://www.alaraby.co.uk/opinion/2014/8/9/. 
42 Hasan Ebu-Haniye, , [Ayrışmanın Temelindeki İslam Dev-Arabi21, 17 Ağustos 2014, Erişim tarihi: 9 Şubat 2015, http://arabi21.com/ 
story/769616/. 
43 , [Irak Şam İslam Devleti’nin Kuruluşu], Chahednews, 13 
Kasım 2014, Erişim tarihi:15 Aralık 2014, http://chahednews.com/article/37152/. 
44 Jessica D. Lewis, Al-Qaeda in Iraq Resurgent: The Breaking the Walls Campaign, Part I, 
Institute for the Study of War (ISW), Middle East Security Report 14, September 2013, 7-11.
45 Ali Semin, “Irak’ta Anbar Krizi ve Siyasi Denklemin Değişme İhtimali,” BİLGESAM, 
15 Nisan 2014, Erişim tarihi: 25 Mart 2015, http://www.bilgesam.org/incele/809/- 
irak%C2%92ta-anbar-krizi-ve-siyasi-denklemin-degisme-ihtimali/#.VR0-747qX2Q. 
46 Ahmed Muhammed Ebu Zeyd, [Bağışlardan Petrol Zenginliğine: IŞİD Nasıl Dünyanın En Zengin Terör Örgütü Oldu?], Rcssmideast, 9 Ekim 2014, Erişim tarihi: 22 Aralık 2014, http://www.rcssmideast.org/Article/2668 
/%D9%83%D9%8A%D9%81.
47 [Irak Göçmenler Bakanlığı: Irak’ta Göçmen Sayısı 2.6 Milyona Yükseldi], Alnajafnews, 21 Şubat 2015, Erişim tarihi: 21 Şubat 2015, http://alnajafnews.info/?p=120908. 
48 [Irak’ta 2014 Yılında Şiddet Kurbanı 11 bin Şehit ve 17 bin Yaralı], Alliraqnews, 29 Aralık 2014, Erişim tarihi:11 Ocak 
2015, http://alliraqnews.com/2011-05-01-06-29-29/161337--11-17-2014-.html. 
49 [Uzman: Irak’ta IŞİD’e Karşı Savaşa Günlük 24 Milyon Dolar Harcanıyor: Ülkede Fakirlik ve İşsizlik Büyük Oranda Arttı], Ynewsiq, 10 Ağustos 2014, Erişim tarihi: 10 Ocak 2015, http://ynewsiq.com/index.php?aa=news&id22=6536#.U_W_lMV_utY. 
50 Ali Semin’in Aralık 2014-Ocak 2015 döneminde Irak’ta gerçekleştirdiği görüşmeler doğrultusunda edindiği bilgiler. 
51 [Rapor: IŞİD Petrol Satışından Günlük 2 Milyon Kazanıyor], Al-Quds, 20 Ekim 2014, Erişim tarihi: 20 Aralık 2014, http://www. alquds.co.uk/?p=238216. 
52 “Unanimously Adopting Resolution 2199 (2015), Security Council Condemns Trade with Al-Qaida Associated Groups, Threatens Further Targeted Sanctions,” Erişim tarihi: 12 Şubat 2015, http://www.un.org/press/en/2015/sc11775.doc.htm. 
53 “Obama: We Will Destroy ISIS,” Readynews, 11 Eylül 2014, Erişim tarihi: 15 Ocak 2015, 
http://readynews.org/11-09-2014/id18322.html.



4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder