30 Kasım 2018 Cuma

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 3

İNGİLTERENİN KÜRT KORÜDORUNA MEVZİLENMESİ., BÖLÜM 3



1.4.7.Suriye’deki Kürt Gruplar ve İngiltere

Halkın Koruyucuları Birliği (YPG) 2011 yılında kurulmuş bir örgüttür. Örgütün lideri Sifhan Hamo’dur. Suriye ordusunun boşalttığı Suriye’nin kuzeydoğusunu ele geçiren YPG, en kanlı çatışmaları IŞİD’e karşı yapmıştır. Kürtlerin siyasal düzlemdeki temsilcisi konumunda Demokratik Birlik Partisi bulunmaktadır. Bu grubun başında Salih Müslim vardır. Bu gruplarla PKK’nın organik ilişkisi bulunduğu herkes tarafından bilinen ama Türkiye’deki bazı cin fikirliler tarafından inkar edilen bir gerçektir. 

YPG, Afrin, Kobani, Tel Abyad, Resulayn, Amude, Derika Hemko, Kamışlı ve Haseke bölgelerini kontrol etmektedir. ABD’nin bölgede “kara gücüm” olarak nitelediği YPG, bölgede batılı devletlerin yegane müttefiki konumundadır. Raporun bu kısmına kadar anlattığımız tüm örgütler “Kürt koridorunun” önünü açmak için katalizör görevi görmektedir, ama bilerek ama bilmeyerek bu amaca hizmet etmektedirler. Batılılar için bölgedeki “esas oğlan” Kürtlerdir. 

Türkiye’nin güneyindeki Kürt grupların temel hedefi IŞİD kontrolündeki yerleri ele geçirip kurdukları kantonları birleştirerek bir koridor oluşturmaktır. Kürt gruplar bu planı elbette kendi kendilerine geliştirmemişlerdir. Bu plan İngiliz ve Amerikan siyasetinin bir sonucudur. Amerika ve İngiliz hükümetleri, geçmişte Saddamla savaşsın diye Kürtleri desteklerken bugün IŞİDle savaşması için silah yardımlarında bulunmuşlardır. İngiltere Dışişleri Bakanı, bu silah yardımları hakkında Rudaw’a verdiği demeçte, Kürt güçlerine daha önce de silah gönderdiklerini ve göndermeye devam edeceklerini bildirmiştir.  Dışişleri Bakanından daha önce de 2014 yılında Savunma Bakanı Michael Fallon, Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürt gruplarına silah göndereceklerini belirtmişlerdi. Yaptığı yazılı açıklamada şu ifadeleri kullandı: 
“Kürt birlikleri IŞİD'den daha az ekipmana sahip ve kendilerini savunmaları, sivilleri korumaları ve IŞİD'in ilerlemesini durdurmalarına yardımcı olmak için taleplerine yanıt veriyoruz”
 Kürtler yaklaşık 30 yıldır koridor meselesinde batılıların figüranı olarak kullanılmaktadırlar.  Dün Saddam’ı Kürtlere yem eden emperyalizm bugün Kürtlerin IŞİD’e karşı zafer kazanmasını istemekte ve onları desteklemektedir. Kuşku yok ki IŞİD vahşi bir örgüttür ve Ortadoğu’da yüz binlerce masum Türkmen’in, Arap’ın, Ezidi’nin ve Kürt’ün kanına girmiştir. Fakat batı destekli medyada nedense hep “ Kürtler” yok ediliyor vurgusu yapılmış ve diğer etnik gruplar Ortadoğu’da hiç yokmuş gibi davranılmıştır. Tarihin ve hakikatin bize öğrettiği bir şey vardır. Emperyalizm milletleri önce mağdur eder, sonra da onları diğer milletlere karşı mağrur eder. Bu gerçek hiçbir zaman değişmedi. Dün Ermenileri çıkarları uğruna kullanıp evvela onları ayaklandıran, sonra kardeşi kardeşle kan içinde bırakan emperyalizm bugün onları sahte iddialarla Türkiye’nin başına bela etmiştir. Yarın bu senaryo Kürtler için bir kere daha tekrarlanabilir. 

IŞİD terörüyle dünya kamuoyunda “mağdur” ilan edilen Kürtler, nedense bu terörden en karlı çıkan millet olmuşlardır. Genelkurmay Eski Başkanlarından İlker Başbuğ, Sözcü gazetesine verdiği röportajda bu durumu şöyle özetlemiştir:

“Kuzey Irak bağlamında baktığınızda Kürtler kazanıyor. Tablo bu.
IŞİD bir yere saldırıyor, IŞİD alıyor, sonra IŞİD oradan atılıyor ve o bölge yi¬ne Kürtlerin eline geçiyor. 
Bunu iyi düşünmek lazım, “Ne oluyor” diye.”
Değerli komutan IŞİD’i kimlerin ne amaçla kurduğunu da röportajın ilerleyen kısımlarında açıklıyor ve Suriye’nin kuzeyi için bilinmeyen eski planları da tek tek anlatıyor:
“…, IŞİD’in lideri şu anda Bağdadi. Bu kişi 2004’te Felluce’de Amerikalılar tarafından yakalanıyor, 2004’ün Aralık ayında serbest bırakılıyor. Aynı anda cezaevinde bulunan militanların sayısı da 24 bin civarında.” 
“6 Ocak 1923 yılında, Lozan Konferansı, Azınlıklar Alt Komisyonu var,
buraya gündemde olmayan bir teklif getiriliyor; teklifi getiren kim? Amerika. Teklif şu: “Ermeniler için ulusal yurt olarak bir toprak parçası bulalım, bu bölgeyi tanımlayalım ve bu bölgeye saldırı ve sızmalara karşı bir koruma dü¬ze¬ne¬ği kuralım.”
Gazetecinin Amerikalıların önerdiği bu yer neresi sorusu üzerine Başbuğ şu cevabı veriyor:
“Suriye’nin kuzeyini. Bakın teklif şöyle devam ediyor : “Böylece Türkiye ve Suriye arasında tarafsız bir bölge kurulmuş olur. Bu toprk parçasının denize kolay bir çıkış yolu da vardır.” Peki, o halde, 6 Ocak 1923’te Ermeniler için düşünülen şey, bugün başka birisi için mi düşünülüyor? Suriye’nin kuzeyi ilk defa gündeme gelmiyor yani. Irak’ın kuzeyinden başka, şimdi bir de Suriye’nin kuzeyi sorunumuz var. Çok kritik bir durum.
Haritaya baktığınızda bugün Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’in kontrolünde olan hat, Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin kontrolünde olan hatla birleşebilir. Bazılar diyor ki, “PYD o kadar güçlü değil, ordusu yok, silahı yok.” Peki bu bölgeleri zaten bizzat PYD mi ele geçirdi? Hayır, önce IŞİD, sonra koalisyon güçleri, onlar çe¬kildikten sonra da Kürtler giriyor. Model hep bu.” 

Başbuğ’un söylediği gibi IŞİD ve diğer İslami örgütler bölgede koridor meselesinde Kürtlerin işini kolaylaştırmak için bulunuyorlar. Bölgede çatışan/ çatıştırılan örgütler “Kürt koridorunun” inşasına hizmet etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Görünen o ki dünya kamuoyu IŞİD’i hiçbir zaman bir devlet olarak kabul etmeyecektir ki zaten etmemesi lazım gelir. Öyleyse bu boşluğu kiminle doldurmak gerekir? Batı kamuoyu bu soruya her fırsatta “Kürtler” diye haykırmaktadır. Meselenin özü tam olarak budur. IŞİD katalizörünü YPG/PYD/PKK taşeronuna yedirerek “Kürtleri” bu bölgelerin doğal varisi yapmak Batının en büyük hedefidir. 

Koridor meselesi Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyi ile sınırlı değildir. Türkiye’yi dize getirmeden kurulacak bir koridorun yaşama şansı yoktur. Öyleyse üç parçalı koridorun Türkiye ayağında da gerekli adımlar atılmalıdır. İngiltere ve ABD bunu her fırsatta gerek askeri gerekse de psikolojik alanlarda yapmaktadırlar. 

1.4.8.İngiltere ve PKK

PKK, Türkiye’nin batılı “müttefikleri” tarafından “terörist” olarak nitelendirilen bir örgüttür. Fakat bu müttefikler çıkarlar doğrultusunda PKK’yı koruyup kollamaktan ve silahlandırmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. İngiltere, PKK’yı 2001’den beri terörist olarak kabul etmektedir. Bu tarih önemlidir çünkü terörle mücadelenin başarı sağladığı zamanlara isabet eder. İngiltere, Türk ordusunun başarılı operasyonlarıyla PKK’ya darbeler indirmesi sayesinde PKK’yı terör listesine almıştır. Suruç saldırısı sonrası başlayan terörle mücadelede yeni dönemde İngilizler şaşkın ve savruk bir politika izlemektedirler. 
Ağustos ayında Türk mevkidaşını aradıktan sonra açıklama yapan Dışişleri Bakanı Hammond, görüşme için şu sözleri söylüyordu: “İngiltere, terörün her türlüsünü kınıyor ve Türk hükümetine orantılı şekilde karşılık verme hakkını tanıyoruz. Ayrıca, İngiltere'nin, Kürt barış sürecinin yeniden rayına oturması için devam eden desteğinin de altını çizdim." 

İngiliz basınıysa operasyonları endişe içinde takip ediyordu. Bordo Berelilerin yaptığı başarılı operasyonlar sonrası tedirgin olan İngiliz medyası, Türkiye’nin operasyonları durdurması gerektiğini ve bunu sadece uluslararası camianın başarabileceğini söylüyordu. 

İngiliz Daily Telegraph gazetesine konuşan Cemil Bayık, röportajda PKK’nın operasyonların durması için ABD arabuluculuğuna sıcak baktığını aktarıyor. Ankara ve PKK arasındaki çatışmaların yeniden başlamasıyla birlikte Irak Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı mücadelenin daha da zor bir hale geldiği ifade edilen haberde bugüne kadar IŞİD'e karşı en etkin güçlerden birisinin Kürtler olduğu belirtiliyor. Haber, PKK liderlerinden Cemil Bayık'ın ABD'ye yönelik sözleriyle sonlanıyor:"Eğer ABD Türkiye'nin politikalarını desteklemeye devam ederse Kürtleri kaybetmesi olası. Eğer ABD Kürtleri kaybederse, IŞİD'i yenilgiye uğratması da zorlaşır." 

Türk ordusunun kararlı mücadelesi batılı devletlerin terörle mücadelede fikirlerini değiştirmesine neden olmuş gözüküyor. İngiliz Dışışleri Bakanı Hammond’un 15 Ocak 2016 günü yaptığı açıklama buna güzel bir örnek olabilir: 
"Biz sadece açıklamalar yapıp, PKK'yı kınamakla yetinmiyoruz, aynı zamanda Birleşik Krallık’ta terör örgütünün finans temin kaynaklarını hedefleyen ciddi çalışmalar yürütüyoruz. PKK'yı desteklemek için denizaşırı ülkelere gönderilen paralara el koyduk ve terör örgütünü destekleyecek etkinlikleri engelledik"
 “Cesur Türk askeri ve polisinin ve bu şiddetin arasında kalan diğerlerinin hayatlarını kaybetmeleri bu ülke için son derece üzücü bir durum. Biz Türkiye’nin PKK’ya karşı kendisini savunma konusunda meşru bir hakkı olduğuna inanıyoruz. Ama yine de kalıcı barışı sağlamak için Türkiye’nin en kısa süre içerisinde yeniden diyalog ortamına döneceğini umuyoruz.” 
Gördüğümüz gibi İngiliz Bakan Ağustos ayındaki buyurgan tavrından vazgeçerek Türkiye’nin egemenlik haklarına saygı gösterdiğini daha diplomatik bir üslupla açıklıyor. Hiç şüphe yok ki bu tavır değişikliğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele konusundaki azmi kritik bir rol oynamaktadır. Her ne kadar İngiliz medyası aylardır Güneydoğu’da yaşanan operasyonları “Türkiye’de İç Savaş” manşetiyle verse de İngiliz Bakanın bu açıklamaları TSK’nın doğru yolda olduğuna işaret eder niteliktedir. 

İngiltere’nin bakanlık seviyesinden PKK ile mücadeleye verdiği destek anlamlı olsa da unutulmamalıdır ki “Koridor” İngiltere ve ABD’nin nihai hedefidir. Türkiye’nin doğusunda bugün hala gazeteci kimliğiyle İngiliz casuslar yakalanmaktadır. 31 Ağustos 2015’te gazeteci ve tercüman kılığında 3 İngiliz ajanı Diyarbakır’da yakalanmıştı.  Bir başka önemli iddia ise Cizre’de çatışmalar sürerken yabancı istihbarat ajanlarının bölgede PKK lehine çalışması idi. Yıllardır bölgeye gazeteci, din adamı, akademisyen ve diplomatik görevli olarak gelen yabancı ajanların bu sefer Cizre’de görevli olduğu söyleniyordu. İddialara göre Cizre’de 18 İngiliz ajanın varlığı tespit edilmişti. 
Bu hedefi gerçekleştirmek için İngiltere ve ABD yalnızca terör örgütlerine silah vermekle kalmıyor gerek kültürel gerek sosyal tüm alanlarda kendi fikirlerini enjekte edecek grupları finansal açıdan destekleyerek “5. Kol faaliyeti” yürütüyorlar. Akademisyenleri, sanatçıları, iş adamları ve göz önünde olan her kesimden insanı yücelterek kamuoyu önünde tutuyorlar ve onların, fikirlerini topluma kabul ettirmesine yardımcı oluyorlar. Bu kimseleri Türkiye’nin aleyhinde olan her konuda karşı cephede görebiliriz. Sözde Ermeni soykırımında Türkiye’nin karşısında onlar vardır, Kıbrıs konusunda Rum’un yanında onlar var ve PKK konusunda Türkiye’yi suçlayan yine onlardır! 
Türkiye’de 1128 akademisyen terörle mücadele eden Türkiye’yi katliamla suçlayan skandal gibi bir metine imza attı. Metinde artık devletin yaptığı “katliamlara” sessiz kalmayacaklarını söyleyen akademisyenler, devleti operasyonları sonlandırmaya çağırdı. Bu bildiriden sonra bazı akademisyenler hakkında işlem yapıldı. Amerika’nın Ankara Büyükelçisi ve Amerikan Dışişlerinden yetkililer akademisyenlere sahip çıkarken İngiltere’de de akademisyenler kendilerine “barış akademisyenleri” diyen imzacı gruba destek için bildiri imzaladılar. Bildiride, “Bu haksız eylemler, Kürtlere karşı süren devlet şiddeti bağlamında gelişiyor”  ifadesini kullanan akademisyenler Türkiye’yi baskıcı olmakla suçladı.  
Boğaziçi, ODTÜ ve Galatasaray’ın dışındaki devlet üniversitelerinde okuyan öğrencilerin çoğunluğu bu imzacı akademisyenleri şaşkınlıkla karşıladılar. Böyle bir güruhun bu tarz bir eylem yapabileceğini çoğu öğrenci ve ailesi ihtimal vermiyordu. Fakat acı gerçek şu ki yukarıda sayılan üniversiteler ve özel/vakıf üniversitelerinde bu tarz akademisyenler zaten yıllarca gemi azıya almışlardı. Bu akademisyen güruhunun yetişmesinde kuşkusuz yurtdışında alınan eğitimlerle, yurda davet edilen yabancı akademisyenler de etkili. Bildiriye imza atanlara baktığımızda yabancı akademisyenleri de görebiliyoruz. Elbette burada yurtdışına giden her yurttaşı itham altında bırakmamız söz konusu değil, fakat yurtdışı eğitimler akademisyenleri devşirmek için fırsat yaratıyor. Yurtdışında farkında olmadan “angaje” edilen ve Türkiye’nin aleyhine fikirler geliştiren akademisyenler, yurda döndüklerinde eğitim verdikleri gençleri ve meslektaşlarını etkileyerek onları da Türkiye aleyhine düşünmeye sevk ediyorlar. Bu gidişat terörden daha tehlikeli bir gidişattır. Bir teröristin vereceği tahribat en fazla insan öldürmektir, fakat terörü destekleyen akademisyenlerin beynini yıkayacağı çocuklar o devletin dibine dinamiti yerleştirebilir. Bu gerçeğin farkında olan İngiltere ve ABD gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışında eğitim yatırımları yaparak kendi ideolojilerini enjekte etmeye çalışmaktadırlar. İngilizler eğitim işini o kadar önemsemektedirler ki Prens Edward bizzat Türkiye’de bulunan İngiliz okullarına ziyaretler gerçekleştirmektedir. 19 Ekim 2015’teTarabya İngiliz Okullarının açılışına katılan Prens Edward’ı İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Dr.Muammer Yıldız, Sarıyer Kaymakamı Gürsoy Osman Bilgin, Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Tahmaz, İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, BCCT Türkiye yönetim kurulu başkanı Chris Gaunt,  Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın ve Tikav Yönetim Kurulu Başkanı Sultan Yılmaz  karşılamıştır. Prens Edward ayrıca Edinburgh Dükü Uluslararası Gençlik Ödülü Programı kapsamında Darüşşafaka Eğitim kurumlarını da ziyaret etmiştir. Prensin Türkiye’de eğitim alanıyla bu kadar yakından ilgilenmesi bize İngiltere’nin yurtdışı okulları konusunda ne kadar hassas olduğunu göstermektedir. Bu durum 19. Yüzyılda Anadolu’da açılan Amerikan kolejlerini anımsatmaktadır. ABD ve İngiltere kendi çıkarları için yeni Abdullah Cevdetler, Ali Kemaller yetiştirme uğraşındadır. Mütareke dönemi aydınlarının kalıntısı  akademisyenlerin varlığı da buna işarettir. 

1.4.9. İngiltere’nin Bölgedeki Aktörlerle İlişkisinin Türkiye’ye Etkileri

 İngiltere, bölgedeki hemen hemen tüm aktörlerle dirsek teması halindedir. Bölgeyi şekillendirmek için bu aktörlere lojistik ve finansal açıdan yardımlarını iletmektedir. Bu faaliyetler Türkiye’nin güney sınırları için tehdit teşkil etmekte ve dahi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokmaktadır. Türkiye ve tüm bölge ülkelerine “radikal İslami terör” işaret edilerek bölgede Kürt gruplar desteklenmekte ve bölge ülkelerine ölüm gösterilip sıtmaya razı edilmeye çalışılmaktadır. Nihai amacı bir “Kürt” devleti olan koridorda İngiltere, bir yandan IŞİD ile savaşır gözükürken diğer yandan IŞİD’den petrol ithal ederek ekonomik olarak ayakta kalmasını sağlamaktadır. Bir başka taraftan ise Kürtleri destekleyerek IŞİD terörüne karşı meşru bir kuvvet yaratma gayreti içindedir. Bölgede irili ufaklı tüm cihatçı grupları destekleyen İngiltere, dünyaya bir mesaj verme gayreti içindedir. İngiltere, bölgedeki bütün aktörler içinde en tercih edilebilen olarak “Kürtleri” işaret etmektedir. Bu, Türkiye’nin toprak bütünlüğü için fevkalade tehlikeli bir gidişattır. Bir taraftan “radikal İslami terörün” tırmandırılması öbür yandan etnik ayrımcılığın körüklenmesi Türkiye içerisinde kardeşçe yaşayan etnik ve dini grupları birbirine düşürebilir. Batı kamuoyu tarafından yıllarca “Alevi” Esadla “Sünni” muhalifler arasındaki savaş olarak sunulan iç karışıklıkların bir benzeri önümüzdeki yıllarda Türkiye’de de yabancı bir el tarafından çıkartılabilir. Türkiye’nin bu bağlamda her zaman dikkatli olması ve bölge üzerine planlar yapan ülkelerin niyetlerini iyi okuması gerekmektedir. Suriye ve Irak’ta yaratılan IŞİD benzeri bir örgüt gelecekte Türkiye’de de yaratılabilir. Bütün bunlara karşı terörle mücadele başlayan yeni dönem Türkiye’nin bu tarz girişimlere karşı tedbir alması açısından umut vericidir. Bu sebepledir ki batı kamuoyu operasyonların bitirilmesi ve “çözüm süreci” dönemine dönülmesi için bastırmaktadır. Türkiye bu noktada uyanık ve atak olmalı ve bölgede terörden beslenen ne kadar etnik ve dini grup varsa bu süreçte temizlemelidir. Bugün sürdürülen operasyonlar Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri için bir fırsattır ve bu fırsat kaçırılmamalıdır.

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder