IRAK VE SURİYE'DEKİ GELİŞMELERİN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ BÖLÜM 2
Irak’ta Sünni Arapların yanı sıra Şii din adamları ve siyasi aktörler de
Maliki’nin mezhebe dayalı ve dışlayıcı politikalarına tepki göstermiştir. Ancak
Şii siyasiler, Maliki’nin politikalarından rahatsız olsalar da İran’dan ve Şii
din adamlarından bağımsız hareket edememekte, Şii birliğine zarar verecek
herhangi bir adım at(a)mamaktadır. Anbar krizi sürecinde Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ise bağımsızlığı daha sık gündeme getirmeye başlamış,
Iraklı Kürtlerin kendi kaderini tayin etme zamanının geldiğini beyan etmiştir.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından Peşmerge güçleri, başta Kerkük
olmak üzere Irak anayasasının 140. maddesinde yer alan tüm ihtilaflı bölgelere
hâkim olmayı amaçlamıştır. Kürt yetkililer bu dönemde Irak’ın fiilen üçe
bölündüğünü ve geri dönüşü olmayan bir sürece girdiğini ifade etmiş, Mesut
Barzani, bağımsız Kürt devletinin kurulması için girişimlere başlamıştır. Barzani,
Kürtlerin referanduma gideceğini belirterek 3 Temmuz 2014 tarihinde
Kürt parlamentosuna yardım çağrısı yapmıştır. 24 Temmuz’da Kürt parlamentosu seçim komisyonu ve referandum yasasını kabul etmiş, 31 Ağustos’ta yasanın Kürt Yönetimi Başkanı Barzani tarafından onaylandığı açıklanmıştır.
Seçim komisyonu ve referandum yasası doğrultusunda 90 gün içinde referandum ve 9 kişiden oluşacak seçim komisyonunun kurulması öngörülmüştür.
Barzani’nin bağımsızlık söyleminin ardından 23 Haziran 2014 tarihinde ABD
Dışişleri Bakanı John Kerry, Bağdat ve Erbil’i ziyaret etmiş, çoğulcu bir ulusal
hükümet kurma teklifini Iraklı taraflara ilettiğini açıklamıştır. Kerry’nin
Irak ziyareti sırasında en kritik görüşmesi ise bağımsızlık ilan etme çalışmaları
başlatan Barzani ile yaptığı görüşmedir. Kerry’nin ziyaretinden sonra
IŞİD kriziyle birlikte Barzani’nin Kürtlerin kendi kaderini tayin
hakkıyla ilgili açıklamalarının mevcut şartlarda bağımsız bir devlet kurmaktan ziyade Kürtleri motive etmeye yönelik olduğu ifade edilebilir.
ABD’nin mevcut konjonktürde Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasına karşı
olduğu anlaşılmış, görüşmeden sonra Barzani’nin bağımsızlığa ilişkin demeçlerinin belirgin biçimde azaldığı müşahede edilmiştir. Nitekim Barzani’nin
Kürt parlamentosuna danışması, Irak parlamentosuna Kürt milletvekillerini
göndermesi, cumhurbaşkanının Kürt olması ve Haydar Abadi hükümetine
destek vermesi bağımsızlık referandumunu zamana yaydığının bir göstergesidir.
IŞİD kriziyle birlikte Barzani’nin Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkıyla ilgili
açıklamalarının mevcut şartlarda bağımsız bir devlet kurmaktan ziyade Kürtleri
motive etmeye yönelik olduğu ifade edilebilir. Bağımsızlık söyleminin
ayrıca Barzani’nin hem Irak’taki hem de bölgedeki diğer Kürtler üzerindeki
liderlik konumuna katkı sağladığı değerlendirilmektedir. Iraklı Kürtlerin bağımsızlık ilan etmesi kısa vadede başarılı olsa da, bağımsızlık girişiminin orta
ve uzun vadede başarısız olma olasılığı yüksektir. Iraklı Kürtlerin bağımsızlık
ilan etmeleri için ülke içerisinde Arapları, bölgedeyse Türkiye ve İran’ı ikna
etmesi gerekmektedir.
1.3. Abadi Hükümetinin Kurulması
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve Irak’ın diğer bölgelerine yayılması 30 Nisan
2014’teki genel seçimlerden sonra hükümet kurma sürecinde siyasi taraflar
arasında yaşanan krizin uzlaşıyla sonuçlandırılmasını hızlandırmıştır.
Irak’ta 15 Temmuz’da Parlamento Başkanı olarak Sünni Arap kökenli Selim
el-Cuburi seçilmiş ve ardından da Kürtler tarafından aday gösterilen KYB yetkilisi Muhammed Fuat Masum Cumhurbaşkanı olmuştur. Şiilerin en kapsamlı
koalisyonu olan Şii Ulusal İttifakı ise tekrar başbakan olmak için ısrar eden
Nuri el-Maliki yerine Dava Partisi üyesi Haydar el-Abadi’yi aday gösterdiğini
açıklayarak ülkedeki hükümet kurma sürecini tamamlamıştır. Şii Ulusal İttifakı
tarafından aday gösterilen el-Abadi, siyasi gruplarla uzlaşı sağlayarak 8
Eylül 2014’te parlamentonun onayını almıştır.
Şii ittifakı, Abadi hükümetiyle merkezi yönetimde siyasi güç kaybına uğramamış, Şiiler güçlü konumlarını muhafaza etmiştir. Şii siyasi aktör olarak
Haydar el-Abadi Başbakan olurken, eski başbakan İbrahim el-Caferi Dışişleri
Bakanlığı konumuna getirilmiştir. Şii siyasiler arasında konumunu muhafaza
edemeyen Maliki ise Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı gibi nispeten
pasif bir göreve getirilmiştir. Abadi hükümetinde Sünni Araplara Savunma
Bakanlığı’nın verilmesi önemli bir adımdır. Ancak bu gelişme Sünni Araplarla
Bağdat hükümeti arasında 2003 yılından bugüne devam eden sorunların
çözüleceği anlamına gelmemektedir. Abadi hükümeti Sünni Arap siyasilerle
yaşanan sorunları gidermeye yönelik irade gösterse de, Sünni aşiretlerle Bağdat
arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesi zor görünmektedir.
Abadi hükümetiyle birlikte Bağdat ile Kürt Yönetimi arasındaki
anlaşmazlıkların çözümü doğrultusunda önemli adımların
atıldığı bir dönem başlamıştır.
Irak’ta Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’nı elinde bulunduran
Kürtler, Abadi hükümetiyle birlikte merkezi yönetimde Şii Arapların ardından
en etkili ikinci unsur olmaya devam etmiştir. Abadi hükümetinde Maliye Bakanlığı Kürtlere verilmiş, Irak Yüksek İslam Konseyi’nin önemli üyelerinden
ve Kürtlere yakınlığıyla bilinen Adil Abdülmehdi Petrol Bakanı seçilmiştir.
Abadi kabinesinde Türkmenlere ise bir bakanlık verilmiş, Bedir Tugayı yetkilisi
Muhammed Mehdi el-Beyat İnsan Hakları Bakanı olmuştur. Maliki hükümeti
döneminde üç bakanlıkla (Tarım, Gençlik ve Spor ve İllerden Sorumlu
Devlet Bakanlığı) temsil edilen Türkmenlere yeni kabinede sadece bir bakanlık
verilmesi güç kaybı olarak değerlendirilebilir.
Abadi hükümetiyle birlikte Bağdat ile Kürt Yönetimi arasındaki anlaşmazlıkların
çözümü doğrultusunda önemli adımların atıldığı bir dönem başlamıştır.
Kürt Yönetimi yeni kabinede Maliye Bakanlığı’nı elde ederek bütçe
sorununun çözümünde merkezi yönetimi etkileme imkânı elde etmiş, Adil
Abdülmehdi’nin Petrol Bakanı seçilmesiyle de Maliki dönemine nazaran
Bağdat’la daha iyi ilişkiler sürdürebileceği bir konjonktür yakalamıştır. Nitekim
ABD’nin çekilmesi sonrasında Kürt Yönetimi, kuzey Irak’taki yataklardan
çıkardığı petrolü uluslararası enerji piyasalarına ihraç etmeye başlamış,
bu girişim Bağdat merkezi yönetimiyle krizlere yol açmıştı.
Nuri el-Maliki, Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin yabancı enerji şirketleriyle
yaptığı petrol arama ve çıkarma anlaşmaları üzerine Şubat 2014’ten itibaren
enerji gelirlerinden bölgeye verilen %17’lik bütçeyi kesmiş, Maliki’nin bu
adımı Bağdat-Erbil arasında gerilime neden olmuştur. IŞİD’in Musul’u ele
geçirmesinin ardından Kürtlerin Temmuz 2014’te Kerkük’ü fiilen kontrol etmeye
başlaması, kentteki en büyük petrol yatakları olan ve günlük 120 bin
varil petrol çıkarılan Kerkük ve Bayhasan kuyularını ele geçirmesi taraflar
arasındaki petrol krizini tırmandırmıştır. Kuzey Irak’a tahsis edilen enerji gelirlerinin kesilmesi ve Kerkük’ün el değiştirmesi Kürtlerin bu süreçte bağımsızlık söylemini sık sık dile getirmesine neden olmuştur. Başbakan Neçirvan Barzani, 12 Kasım 2014 tarihinde Kürt Parlamentosu’nu petrol ihraç ve satışlarıyla ilgili bilgilendirmek üzere yaptığı konuşmada, Kürt Yönetimi’nin ihraç
ettiği petrolün denetimini hiçbir şekilde Irak Milli Petrol Pazarlama Şirketi’ne
(SOMO) vermeyeceğini, sadece petrolün taşınmasındaki ve satışındaki bütün
aşamaları şeffaf bir şekilde SOMO ile paylaşmaya açık olduğunu ifade etmiştir.
Bu dönemde ayrıca Kuzey Irak’ta ayrı bir petrol arama ve üretme şirketi
kurmak için düzenlenen yasa tasarısı Bakanlar Kurulu’nda kabul edilmiş ve
parlamentoya gönderilmiştir.
Irak Petrol Bakanı Adil Abdülmehdi krizin aşılması amacıyla 13 Kasım 2014
tarihinde Erbil’i ziyaret etmiş, Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani,
Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani ve Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hevrami
ile görüşmüş, görüşmeler sonucunda taraflar petrol konusunda anlaşmaya
varıldığını açıklamıştır. Anlaşma kapsamında Kürt yönetiminin günlük ihraç
ettiği petrolün 150 bin varilini SOMO üzerinden ihraç etmesi, Bağdat merkezi
hükümetinin ise 150 bin varile karşılık Erbil’e 500 milyon dolar ödemesi
kararlaştırılmıştır. Görüşmelerin ardından Neçirvan Barzani başkanlığındaki
Kürt heyeti Bağdat’a iade-i ziyarette bulunmuş, ziyaret sırasında merkezi
hükümetle üç önemli konuda anlaşma sağlanmış, anlaşmanın Ocak 2015’ten
itibaren yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır. Anlaşma doğrultusunda taraflar,
Kerkük’ten günlük 300 bin ve Kürt bölgelerindense 250 bin varil petrolün
Türkiye üzerinden ihraç edilmesi konusunda mutabakata varmıştır. Bağdat
merkezi hükümeti, petrol gelirlerinden Kürt Yönetimi’ne yüzde 17’lik pay
vermeye devam etmeyi kabul etmiştir. Taraflar ayrıca Peşmerge güçlerine
ulusal savunma bütçesinden kaynak tahsis edilmesini kararlaştırmış, Bağdat
böylece Peşmerge’nin maaşını, silah ve teçhizat giderlerini üstlenmiştir.
ABD sonrası dönemde, Kerkük başta olmak üzere tartışmalı bölgelerden kaynaklanan sorunlar Bağdat-Erbil ilişkilerini etkilemeye devam etmiştir. Kürt
Yönetimi, ABD’nin desteğiyle işgal döneminde Kerkük’ün nüfusunu Kürtler
lehine değiştirmiş, tarım arazileri ve petrol bakımından zengin olan bu
kenti uzun vadede ele geçirmeye yönelik bir strateji takip etmiştir. 2005’te
kabul edilen Irak anayasasının 140. maddesine göre ise Kerkük’te 31 Aralık
2007’tarihine kadar normalleşme sağlanması öngörülmüş, nüfus sayımı ve
referandum yapılarak kentin merkezi yönetime veya Kuzey Irak’a bağlanması
planlanmıştır. Ancak Kerkük’ün statüsü hususunda gerek Irak’taki siyasi
gruplar arasında gerekse bölgesel ve uluslararası arenada referanduma ilişkin
bir uzlaşı sağlanamamıştır. Kerkük’ün statüsüyle ilgili sorunun çözüme
kavuşturulması amacıyla Türkmenler, Kürtler ve Araplar arasında özel statü
ve ortak idari paylaşım gibi öneriler tartışılmaktadır. Tarihi olarak çoğunluğu
Türkmen olan Kerkük’ün yönetimiyle ilgili taraflar kentin idari paylaşımının
%32’lik oranlarla Türkmenler, Kürtler ve Araplar arasında yapılmasını, geri
kalan %4’lük dilimde Keldaniler ve Asurîler gibi diğer etnik ve dini unsurlara
yer verilmesini öngörmüşlerse de bugün bu paylaşım uygulanmamaktadır.
Tarihi gerçekler, sosyolojik yapı ve işgal döneminde kentin nüfusundaki suni
değişiklikler dikkate alınarak Kerkük’ün Irak içinde özel bir statüye kavuşturulmasının hakkaniyete uygun olduğu değerlendirilmektedir.
ABD SONRASI IRAK’TAKİ GELİŞMELER GENEL TESPİTLER
• Irak’ta işgalin ardından “Baassızlaştırma” hedefi kapsamında güvenlik güçleri içindeki bütün Sünni unsurlar tasfiye edilmiş, ordu ve kolluk kuvvetleri büyük ölçüde Şii Bedir Tugayları ve Peşmerge kuvvetlerinden oluşturulmuştur.
• Sünni Arapların güvenlik kurumlarından dışlanması, Irak’taki güvenlik sisteminin parçalı bir yapı arz etmesine yol açmış, ordu ve polis teşkilatı içinde İran çizgisinde ve Kürt yönetiminin çıkarları istikametinde hareket eden hizipler ortaya çıkmıştır.
• İşgal döneminde terör örgütleri Irak’taki faaliyetlerini artırmış, PKK Kandil bölgesindeki varlığını güçlendirerek devletleşme hedefiyle KCK yapılanmasını kurmuş, el-Kaide bağlantılı gruplar belirli bölgelerde örgütlenmeye başlamış, Şii din adamlarına ve kutsal mekânlarına saldırılar düzenleyerek 2006-2007 iç
savaşını tetiklemiştir.
• İran, işgalin ardından Irak güvenlik güçlerine dâhil edilen Bedir Tugayları üzerindeki etkisini sürdürmüş, Şii direnişçi Mehdi Ordusu’na büyük ölçüde hâkim olmuş, Irak’ta kendi güdümünde hareket edecek Şii silahlı gruplar teşkil etmiştir.
• Nuri el-Maliki’nin güvenlik bürokrasisini tekeline almaya çalışması, Sahva Gücü’nü dağıtırken bağımsız Şii milis güçlerine müdahale etmemesi ve iç güvenlik tehditlerinde orduyu kullanmaya devam etmesi güvenlik güçlerini siyasallaştırmıştır.
• Maliki’nin giderek otoriterleşmesi ve Sünni siyasiler üzerinde baskı kurması ülkedeki mezhepsel ayrışmayı derinleştirmiş, Anbar krizine yol açmış, Irak el-Kaidesi’nin IŞİD adı altında tekrar güçlenmesine ve faaliyet alanını genişletmesine neden olmuştur.
• IŞİD tehdidi Irak’ta seçimlerin ardından bir uzlaşı hükümetinin kurulmasını zorunlu kılmış, IŞİD militanlarının başta Musul olmak üzere belirli bölgeleri direnişle karşılaşmadan işgal etmesi, Irak güvenlik güçlerinde ciddi bir kurumsallaşma problemi olduğunu göstermiştir.
• IŞİD krizi sırasında Peşmerge kuvvetleri başta Kerkük olmak üzere ihtilaflı bölgelerin bir kısmını ele geçirmiş ve Haydar el-Abadi liderliğinde kurulan uzlaşı hükümetiyle birlikte Bağdat-Erbil arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde ilerleme sağlanmıştır.
2. SURİYE İÇ SAVAŞINDA DEĞİŞEN DENGELER
Esed rejimine karşı ilk protestoların üzerinden yaklaşık dört yıl geçmesine
rağmen Suriye krizinde henüz çözüm sağlanamamış, rejim ve muhalefet güçleri
birbirine karşı kesin bir başarı elde edememiştir. Krizin başlangıcından
itibaren Esed rejimi, protesto gösterilerine silahlı kuvvetle müdahale etmiş,
sivilleri hedef almış, muhalefetin de silahlanmasıyla çatışmalar kısa süre içinde
iç savaş halini almış ve 200 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine yol
açmıştır. İç savaş, Esed rejimine sağlanan kararlı desteğe rağmen muhalefetin
parçalı yapısı, yeterli askeri destekten mahrum olması ve savaşa farklı silahlı
grupların müdahil olmasından dolayı sonuçlanamamıştır. El-Kaide bağlantılı
grupların ortaya çıkması muhalefetin dünya kamuoyundaki imajını zedelemiş,
Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) sahadaki etki alanını sınırlandırmıştır. Esed
rejimi el-Kaide bağlantılı gruplara ve PKK/KCK’ya hareket alanı açmış, bu
terör örgütlerini dolaylı biçimde muhalefeti zayıflatmak için kullanmıştır.
Uluslararası toplum, Suriye’deki krizi çözmek için somut adımlar at(a)mamış,
atılmak istenen somut adımlar Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle BM sistemi
içinde uygulamaya dönüştürülememiştir. Destek sağlayan ülkelerin farklı
grupları öne çıkarma girişimlerinin de etkisiyle Suriyeli muhaliflerin belirginleşen
siyasi ve askeri bölünmüşlüğü, muhalefetin Esed rejimi karşısında etkili
bir aktöre dönüşmesini engellemiştir. İran, Rusya ve Çin, Esed rejimine verdikleri desteği istikrarlı biçimde sürdürmüş, İran Devrim Muhafızları bizzat
Kudüs Gücü’yle iç savaşa katılmış, ÖSO’ya karşı Hizbullah’ı ve Irak’taki Şii
milisleri seferber etmiştir.18 Batılı ülkeler ÖSO’ya gerekli desteği vermemiş,
başlangıçtaki siyasi desteğe rağmen sahada rejime karşı netice alınmasını sağlayacak silah ve teçhizatın tedariki söz konusu olduğunda çekimser kalmıştır. Türkiye ise muhalefete sağladığı desteği devam ettirmiş, Ağustos 2011’den beri Beşşar Esed’in iktidardan ayrılması yönündeki politikasını ısrarlı biçimde sürdürmüş, iç savaştan kaçan sığınmacılara sınır kapılarını açık tutmuştur. Ekim 2011’de İstanbul’da teşkil edilen Suriye Ulusal Konseyi (SUK), etnik, mezhepsel ve ideolojik olarak bir bütünlük sağlayamamasından dolayı tek çatı altında hareket edememiş, uluslararası toplum tarafından ilk etapta yeterince desteklenmemiştir. Bu nedenle Suriye muhalefeti siyasi yapısını genişleterek Kasım 2012’de Katar’ın başkenti Doha’da Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal Koalisyonu (SMDK) adı altında daha kapsamlı bir yapı kurmuştur. SMDK’nın ilk Başkanı olarak Muaz el-Hatip seçilmiştir.19 Hatib, Mart 2013’te özgürce çalışmak istediğini ve bunun da mevcut teşkilatla mümkün olmadığını açıklayarak istifa etmiştir.
Uluslararası toplum, Suriye’deki krizi çözmek için somut adımlar at(a)mamış, atılmak istenen somut adımlar Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle BM sistemi içinde uygulamaya dönüştürülememiştir.
SMDK üyeleri başkanlıktan istifa eden Hatib’in yerine Temmuz 2013’te Ahmed el-Carba’yı başkan olarak seçmiştir. SMDK Temmuz 2014’te görevden ayrılan el-Carba’nın yerine Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen Hadi el-Bahra’yı seçmiştir. SMDK’nın 5 Ocak 2015 tarihinde gerçekleştirilen 18. Kurul Toplantısı’nda eski başkan Hadi el-Bahra’nın yeniden aday olmaması üzerine yapılan oylamada ise Halid Hoca SMDK’nın yeni başkanı seçilmiştir.20 Suriyeli muhalif gruplar Mart 2013’te dışarıda Esed rejimine karşı SMDK ile birlikte hareket edecek Suriye Geçici Hükümeti’ni kurmuştur. İstanbul’da tesis edilen Suriye Geçici Hükümeti’nin Başbakanı olarak Gassan Hito seçilmiş, 21-27 Mart tarihlerinde Doha’da düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde Suriye’nin koltuğu muhaliflere verilmiştir. Bu gelişmelerin ardından Suriye Geçici Hükümeti, 27 Mart 2013’de Doha’da ilk elçiliğini açmıştır. Aynı yılın Temmuz ayında SMDK Geçici Hükümeti Başbakanı Gassan Hito görevinden istifa etmiş, Hito’nun yerine Ahmet Toma Geçici Suriye Hükümeti’nin Başbakanı seçilmiştir.21
Muhalefet içindeki gelişmelere bakıldığında Suriyeli muhalifler arasında yer
alan grupların yalnızca Esed rejimine karşı mücadele etmediği, kendi aralarındaki ayrışmalarla da uğraşmak zorunda kaldığı görülmektedir. Nitekim
2013 yılı Suriye muhalefeti açısında bir kırılma ve dönüm noktası olmuştur.
2013’de SMDK içinde belirginleşen bölünmüşlük ve güç mücadelesi muhalefetin
askeri yapısına da yansımış, ÖSO’da etnik, mezhepsel ve ideolojik ayrışmalar
meydana gelmiştir. Muhalefet içerisindeki ayrışma ve güç mücadelesi
ise muhaliflere verilen bölgesel ve küresel desteğin azalmasına yol açmıştır.
2.1. Özgür Suriye Ordusu’nun Rejim Karşısında Zayıflaması
Özgür Suriye Ordusu, Suriye Hava Kuvvetleri’nden albay rütbesinde istifa
eden Riyad el-Esad ve ordudan ayrılan bir grup asker tarafından, Esed rejimini
devirmek ve muhalif silahlı unsurları tek çatı altında birleştirmek amacıyla
ÖSO çatısı altındaki silahlı grupların çeşitlilik arz etmesi ve iç savaşın uzamasıyla bölgede yeni silahlı unsurların ortaya çıkması, muhalefetin
sahadaki askeri etkinliğini zayıflatmıştır.
Temmuz 2011’de kurulmuştur. ÖSO, Eylül 2012’de karargâhını Suriye’deki
kurtarılmış bölgelere taşıdığını açıklamış, emir-komuta yapısını geliştirmiş ve
Aralık 2012’de Tuğgeneral Selim İdris’i Genelkurmay Başkanı olarak atamıştır.
ÖSO, bu yeniden yapılanma ile muhalefetin askeri kanadını merkezi bir
komutada toplamayı, yapılan silah yardımlarının tek elden koordine edilmesini
ve Esed sonrasında düzenli orduya geçişi hedeflemiştir. Ancak ÖSO’nun
sahada rejime bağlı güçler karşısındaki etkinliği, başta ABD olmak üzere Batılı
ülkelerden ve Körfez ülkelerinden (Suudi Arabistan ve Katar’dan) aldığı
desteğin azalması neticesinde zamanla zayıflamıştır. Bu nedenle 16 Şubat
2014 tarihinde Geçici Suriye Hükümeti’nin Savunma Bakanı Esad Mustafa
tarafından görevden alınan Selim İdris’in yerine rejimden ayrılan bir diğer
komutan olan Abdullah el-Beşir getirilmiştir.
ÖSO çatısı altındaki silahlı grupların çeşitlilik arz etmesi ve iç savaşın uzamasıyla bölgede yeni silahlı unsurların ortaya çıkması, muhalefetin sahadaki
askeri etkinliğini zayıflatmıştır. İç savaşın başlangıcından beri Suriye’de
ÖSO’nun yanı sıra başta el-Faruk Tugayı, el-Sahabe Tugayları, Ahrar elŞam,
Fecrul el-İslam, el-Fetih Tugayı ve Sukur el-Kurd Tugayı olmak üzere
100’den fazla silahlı grup ortaya çıkmıştır. Bu bölünmüşlük, Esed rejimi karşısında muhalefetin elini zayıflatmış, özellikle el-Nusra Cephesi gibi el-Kaide
bağlantılı bazı grupların ise rejime karşı savaşmaktan ziyade ÖSO’yu hedef
alması rejime bağlı kuvvetlerin belirli bölgelerde üstünlük sağlamasına imkân
tanımıştır.22 PYD’nin silahlı kanadı YPG (Halkçı Koruma Birlikleri), Esed
rejiminin desteğiyle ülkenin kuzeyinde belirli bölgeleri ele geçirmiş, IŞİD ise
Rakka bölgesini kontrol etmeye başlamıştır. ÖSO’nun kontrol ettiği bölgelerde
YPG ve IŞİD’le çatışmak zorunda kalması, rejime bağlı güçlerin bazı bölgeleri
tekrar ele geçirmesine yol açmıştır. Muhalefet hareketinin uluslararası
toplum nezdindeki konumu, muhalif gruplar arasındaki radikal unsurlardan
dolayı süreç içinde zayıflamıştır.23
Esed rejimi, muhalefetin sahadaki silahlı varlığına karşı Rusya, İran ve
Hizbullah’ın desteğiyle üç aşamadan oluşan bir strateji takip etmiştir. Rejim
birinci aşamada radikal unsurların ÖSO içindeki silahlı gruplara dâhil edilmesini,
böylece muhalefetin dünya kamuoyundaki itibarına zarar vermeyi amaçlamış tır. Esed rejimi bu amaç doğrultusunda hapishanelerdeki el-Kaide
İç savaş uzadıkça muhalif unsurlar arasındaki bölünmüşlüğün ve güç rekabetinin derinleştiği gözlemlenmektedir.
Irak ve Suriye’deki Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri bağlantılı aşırılık yanlısı tutukluları serbest bırakmış, Rusya ve İran ise bu dönemde Suriye’de çatışmalara katılan radikal unsurlarla ilgili uluslararası medyada
çok sayıda yayın yapılmasını sağlamıştır. İkinci aşamada, Esed rejimi
kuzey bölgeleri PYD’ye; Rakka, Halep kırsalı ve İdlip bölgelerini de IŞİD’e
bırakmak suretiyle iç savaşta ÖSO dışında silahlı grupların ortaya çıkmasını
sağlayarak kendisine karşı savaşan kuvvetleri birbiriyle mücadele eden aktörlere dönüştürmeye çalışmıştır.24
Üçüncü aşamada ise Esed rejimi, IŞİD ve el-Nusra Cephesi’nin sahada öne
çıkmasını ve güçlenmesini sağlamış, başta bu iki silahlı grup olmak üzere radikal grupların ÖSO’ya karşı savaşmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim 2013’de IŞİD, el-Nusra Cephesi ve aynı çizgideki diğer radikal grupların Esed rejimine bağlı kuvvetlerden ziyade ÖSO’ya karşı savaştığı görülmüş, bu grupların
Harita 2: IŞİD’in Suriye İç Savaşında Etkili Olduğu Bölgeler
faaliyetlerinin rejimin konumuna dolaylı biçimde destek olduğu anlaşılmıştır.
Gelinen aşamada Esed rejiminin Suriyeli muhalif gruplara yönelik izlediği
stratejide büyük ölçüde başarılı olduğu gözlemlenmiştir. Suriye’deki radikal
unsurlardan oluşan silahlı gruplar güçlendikçe ÖSO bünyesindeki kuvvetlerin
etkinliği azalmış, dünya kamuoyunda rejime karşı savaşan muhalefetin büyük
ölçüde radikal gruplardan oluştuğu yönünde bir izlenim oluşmuştur. Bu izlenim
Batılı ülkelerin Esed sonrası Suriye ile ilgili kaygılarının artmasına yol
açmış, muhaliflere askeri ve mali destek vermesini engellemiştir.
İç savaş uzadıkça muhalif unsurlar arasındaki bölünmüşlüğün ve güç rekabetinin derinleştiği gözlemlenmektedir. Suriye muhalefetinin zamanla toparlanması beklenirken gerek bölünmeler gerekse muhalefeti destekleyen ülkelerin (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) farklı gruplara öncelik vermesi muhalif güçlerinin zayıflamasına neden olmuştur. Bazı silahlı grupların ÖSO’dan ayrılması ve İslam Ordusu adı altında yeni bir yapılanmaya gitmesi muhalefetin
silahlı kanadını iyice zayıflatmıştır. Diğer taraftan İran, Rusya ve Çin,
Esed rejimine istikrarlı bir şekilde yardım sağlarken, Suriye muhalefetinin
örgütlenmesi ve güçlenmesi için çaba harcayan ülkelerin sağladıkları destek
ise muhalefetin farklı yapılara bölünmesine yol açmaktadır. Örneğin Suudi
Arabistan’ın Kasım 2013’te 7 Selefi gruptan oluşan İslami Cephe’yi kurmasının
muhaliflerin bölünmesine hizmet ettiği gözlenmiştir. İslami Cephe, IŞİD
ve el-Nusra Cephesi’ne karşı ÖSO ile birlikte hareket edecek şekilde teşkil
edilmişse de, cephenin tam olarak kontrol altında olduğunu ifade etmek mümkün değildir.
2.2. Doğu Guta, Cenevre Konferansları ve Rejimin Dış Desteği
Esed rejiminin 21 Ağustos 2013 tarihinde Şam’ın Doğu Guta banliyösünde
kimyasal silah kullanması ve uluslararası toplumun bu girişim karşısında sessiz
kalması Suriye krizi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Doğu Guta’da
düzenlenen kimyasal saldırıda 450’ye yakını çocuk olmak üzere 1500’den
fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Bu saldırıyla birlikte ABD, Fransa ve İngiltere
tarafından Esed rejimine yönelik sınırlı bir hava operasyonu yapılabileceği
gündeme gelmiş, BM denetleme ekibi kimyasal silahın kim tarafından kullanıldığının anlaşılabilmesi için Suriye’ye giderek incelemelerde bulunmuştur.
Bütün bu tartışmalar yaşanırken Suriye krizinde 2011 yılından beri farklı politikalar izleyen Washington ve Moskova beraber hareket etmeye başlamış,
Esed rejiminin kimyasal silah kullanmasına gösterilen tepkilerin dozu azalmış
ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Suriye iç savaşındaki tutumunun
giderek belirsizleştiği gözlemlenmiştir.
ABD, Suriye’ye operasyon kararında kitle imha silahlarının kullanılmasını
kırmızı çizgi olarak belirlemesine rağmen, Esed rejiminin devrilmesine yönelik
herhangi bir müdahalede bulunmamış, ABD-Rusya arasında Suriye’deki
kimyasal silahların imha edilmesi konusunda mutabakat sağlanmıştır. Birleşmiş
Milletler (BM) Güvenlik Konseyi 27 Eylül 2013 tarihinde Suriye’nin
kimyasal silahlarının imha edilmesini öngören karar tasarısını oy birliğiyle
kabul etmiştir. 2118 sayılı bu karar kriz boyunca BM Güvenlik Konseyi’nin
Suriye’ye yaptırım öngören ilk kararıdır.25 Ancak 2118 sayılı karar aynı zamanda ABD ve Batılı ülkelerin Esed rejimine yönelik askeri müdahalede bulunmayacağının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu kararla beraber Kasım 2013’te Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, Halep yakınlarındaki
kimyasal silah üretme tesisinde imha işlemine başlamış, ABD ve Rusya’nın
anlaşması sonucunda Esed rejimi olası bir müdahaleden kurtulmuştur.
Haziran 2012’deki Eylem Grubu adı verilen I. Cenevre Konferansı’ndan sonra
Ocak 2014’te İsviçre’nin Montrö kentinde yaklaşık 40 ülkenin dışişleri bakanı
ve temsilcisinin katılımıyla II. Cenevre Konferansı düzenlenmiştir. İkinci
konferansta kimyasal silahlarının imha edilmesini kabul eden Esed rejimi ile
Suriye muhalefeti arasında görüşmelerin 24 Ocak’ta yapılması ve bu görüşmeler
neticesinde bir geçiş hükümeti oluşturulması planlanmıştır. Esed rejimi
ile muhalefet arasında görüşmeler konferansın üçüncü gününde başlamış,
ancak taraflar arasında -Esed’e bağlı kuvvetlerin kuşatması altındaki Humus
kentinden güvenli çıkış dışında- uzlaşma sağlanamamış ve herhangi bir sonuç
elde edilememiştir. Konferans öncesinde, Suriye krizindeki mevcut dengelerden
dolayı Esed’li veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin kurulması amacıyla
gerçekleşen görüşmelerin başarılı olamayacağı öngörülmüştü. Konferanstan
sonra Humus’tan güvenli çıkış da uygulamaya dönüşmemiş, Esed rejimi kentten
çıkış serbestliğini birkaç saatle sınırlı tutmuş ve Cenevre’deki anlaşmaya
riayet etmemiştir.
II. Cenevre Konferansı, Esed rejimi için üç açıdan bir dönüm noktası niteliğindedir.
Birincisi, 2011 yılından bu yana uluslararası ölçekte meşruiyetini
kaybeden Esed rejimi Cenevre’de yeniden muhatap kabul edilmiş, muhalefet
karşısındaki eski konumunu muhafaza etmiştir. Esed rejiminin Suriye iç savaşında gerçekleştirdiği katliamlara karşın II. Cenevre Konferansı’nda muhalefetle aynı ortamı/masayı paylaşması, rejimin sahadaki askeri üstünlüğünün bir göstergesi anlamına geldiği düşünülebilir. Rejimin ayrıca konferansta ülkedeki iç savaşı terörle mücadele olarak yansıtması ve Esed’siz bir geçiş hükümetinin mümkün olmayacağını ifade etmesi, krizin sürüncemede kalmaya devam edeceğini göstermiştir.
İkincisi, konferansın amacının Esed’li veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin
tesisi olarak belirlenmesi, gerek muhalefetin gerekse uluslararası toplumun
ülkeyi yaklaşık 40 yıldır yöneten Baas rejimiyle bir probleminin olmadığı
yönünde bir izlenime yol açmış, Suriye krizinin bir rejim sorunu olduğu gerçeğinden uzak bir tutum sergilenmiştir. Üçüncüsü, Esed rejimi II. Cenevre
Konferansı’nda görüşmelerin içeriğini muhalefeti zayıflatmak için kullanmış,
Suriye iç savaşını uluslararası bir platformda terörizmle mücadele olarak takdim
etme imkânı elde etmiştir. II. Cenevre Konferansı’nda ayrıca ABD ve
Rusya bir araya gelmiş, iki ülke arasında Suriye kriziyle ilgili bir işbirliği
ortamı oluşmuş, rejim ve muhaliflerin anlaşması amaçlanmıştır. Ancak konferans, sonucu itibariyle Suriye krizine bir çözüm getirmekten ziyade tavsiye
niteliğinde göstermelik demeçlerin verildiği bir faaliyetten ibaret kalmıştır.
II. Cenevre Konferansı’nda rejim ve muhalefet heyeti Suriye’de geçiş hükümeti
gibi siyasi konuları görüşmüş olmasına rağmen 3 Haziran 2014 tarihinde
Esed rejimi kontrolündeki bölgelerde cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır.
Seçimde katılım oranı yüzde 73,4 olarak belirtilmiş, Beşşar Esed toplam
oyların yüzde 88,7’sini alarak seçimi kazandığını duyurmuştur.26 Esed’in II.
Cenevre Konferansı’ndan sonra seçimle meşruiyet arayışına girdiğini ifade
etmek mümkündür. Ancak Suriye’nin 23 milyonluk nüfusunun 10,5 milyonunun
yurtiçinde veya dışında mülteci olarak yaşaması, dolayısıyla seçimlerin
ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 45’inin olmadığı bir ortamda yapılmış olması
sonuçların meşruiyetine gölge düşürmüştür.27
II. Cenevre Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması ve Esed’in cumhurbaşkanlığı seçimi yapmasının ardından BM ve Arap Birliği Suriye temsilcisi Cezayir asıllı el-Ahdar el-İbrahimi 30 Mayıs 2014’te görevinden ayrılmıştır.
El-İbrahimi’nin görevi bırakmasının ardından Temmuz 2014’te BM Suriye
Özel Temsilciliği’ne Staffan de Mistura sadece BM temsilcisi olarak atanmıştır.
Temmuz’da göreve başlayan de Mistura 30 Ekim’de BM Güvenlik
Konseyi’ne ilk sunumunu yapmış ve eylem planını açıklamıştır. De Mistura,
planında çatışmalı bölgelerdeki çatışmaların dondurulmasını önermiş ve
bu planın ilk önce Halep’te uygulanmasını talep etmiştir.28
İran, Orta Doğu’daki nüfuzunun sürekliliği bakımından stratejik ve jeopolitik öneme sahip Suriye’ye her türlü askeri desteği vermektedir.
De Mistura ayrıca söz konusu planını 9 Kasım’da Şam’ı ziyaret ederek Esed rejimine sunmuş ve Esed rejimi de çatışmalı bölgelerde çatışmaların dondurulması planını olumlu karşıladıklarını açıklamıştır. Fakat Suriyeli muhalefet koalisyonu de Mistura’nın sunduğu plana karşı çıkmış, çatışmaların sadece dondurulduğu bölgeler öngören bu planın Esed rejiminin ömrünü uzatacağını beyan etmiştir.
Neticede Esed rejimi envanterindeki kimyasal gazların imhası dışında bir
yaptırıma maruz kalmamış, başta Doğu Guta saldırısı olmak üzere işlediği
ağır insan hakkı ihlallerine rağmen II. Cenevre Konferansı’yla birlikte yeniden
muhatap kabul edilmiştir. Batılı ülkeler krizin ilk dönemlerinde Esed iktidarının
sona ermesi yönünde demeçlere vermişse de ÖSO’ya yeterli desteği
sağlamamış, Suriye muhalefeti sahada rejime karşı sürdürülebilir bir askeri
üstünlük elde edememiştir.
Batılı ülkelerin ÖSO’nun güçlendirilmesi konusundaki tereddüdü ve rejimle ilgili tutum değişikliğine rağmen, İran ve Rusya Federasyonu Esed rejimine sağladığı desteği krizin başlangıcından itibaren istikrarlı biçimde artırarak sürdürmüştür.
İran, 2011 yılında Suriye’de başlayan ilk protesto gösterilerinden bugüne Esed
rejiminin ayakta kalması için yoğun çaba harcamış, rejime siyasi, ekonomik
ve askeri açıdan güçlü bir destek sağlamıştır. İran, Rusya ve Esed rejimiyle
birlikte Suriye muhalefetini terörizmle ilişkilendirmeye yönelik kapsamlı bir
propaganda yürütmüş, Batılı ülke kamuoylarında ÖSO’nun radikal unsurlarla
birlikte anılmasını sağlamaya çalışmıştır. Suriye ekonomisi İran’ın sağladığı
kredilerle ve mali yardımlarla ayakta kalmış, Esed rejimi Tahran’ın fon desteğiyle Rusya’dan silah alımını sürdürebilmiştir. Nitekim Suriye’de gelinen
aşamada ekonomi büyük zarar görmüş, gayrisafi yurtiçi hâsıla yarı yarıya düşmüş, petrol üretimi neredeyse durma noktasına gelmiş ve enflasyon yüzde 50 düzeyine çıkmış durumdadır.29 İran kaynaklarının yaptığı açıklamalara göre
Tahran, Esed rejimini ayakta tutmak için dört sene içinde yaklaşık 50 milyar
dolar harcamıştır. İran, Orta Doğu’daki nüfuzunun sürekliliği bakımından stratejik ve jeopolitik öneme sahip Suriye’ye her türlü askeri desteği vermektedir. Tahran yönetiminin Suriye’ye yaptığı askeri yardımlar İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlardan sorumlu birimi Kudüs Gücü tarafından organize edilmektedir. General Kasım Süleymani’nin komuta ettiği Kudüs Gücü’ne bağlı 2 bin civarında İranlı asker Suriye’de rejime bağlı ordunun yanında muhaliflere karşı savaşmaktadır. İran, Lübnan’daki Hizbullah’ı ve Irak’ta desteklediği Şii milis güçlerini (Ebu’l Fazıl Abbas Tugayı) Suriye’ye sevk etmiş, özellikle Iraklı milislerin harekete geçirilmesinde Suriye’deki Şii kutsal mekânların korunması argümanını kullanmıştır. Tahran yönetimi ayrıca Afganistan’daki Şii unsurlardan Esed rejimi saflarında savaşmak üzere Fatimiyyun Tugayları ve Afgan Hizbullahı adı altında silahlı gruplar teşkil etmiş, bu grupları Kudüs Gücü komutasında iç savaşa dâhil etmiştir.30
Küresel ölçekte ise Rusya Federasyonu, Suriye krizi sürecinde Esed rejimini
destekleyen en önemli aktör olmuştur. Rusya, gerek BM Güvenlik
Konseyi’nde Esed rejimine karşı alınabilecek yaptırım kararlarının engellenmesinde gerekse rejimin muhalefet karşısında mukavemetini sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatın tedarikinde büyük rol oynamaktadır.
Ancak Rusya, İran’dan farklı olarak Esed rejiminin bekasından ziyade ABD
veya Batı ile Orta Doğu’daki güç mücadelesini göz önünde bulundurarak hareket etmekte, Suriye’deki Tartus deniz üssünü muhafaza etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla Moskova, mutlak surette Esed ailesinin iktidarda kalmasını değil Suriye’de Rusya’nın çıkarlarını koruyan bir siyasi iradenin sürekliliğini hedeflemektedir. Nitekim Moskova’nın 2014 yılından itibaren Suriye dışındaki muhalefet güçleri içinden Rusya çizgisinde bir muhalefet oluşturma girişimleri bu yaklaşıma işaret etmektedir.
Rusya’nın Suriye krizini çözmek için hazırladığı plan doğrultusunda Esed’li
veya Esed’siz bir geçiş hükümetinin tartışılması öngörülmemektedir.
Rusya’nın tasarladığı yol haritasında, Esed rejimi ile SMDK eski Başkanı
Muaz el-Hatib’in oluşturduğu muhalefet gücünün siyasi geçiş süreciyle ilgili
bir anlaşma sağlaması amaçlanmaktadır. Moskova’nın Esed rejimiyle ve Muaz
el-Hatib liderliğindeki muhalefetle iki aşamalı bir siyasi geçiş süreci üzerinde
mutabık kaldığı belirtilmektedir. Birinci aşamada Nisan 2015’te Suriye’de
parlamento seçimlerinin yapılması, ikinci aşamada Suriye’de yeni hükümetin
kurulması öngörülmüştür. Kurulması kararlaştırılan yeni hükümette ise Muaz
el-Hatip başbakan olacak, dışişleri bakanlığı ve savunma bakanlığı Esed rejimine verilecek, İçişleri Bakanlığı da muhalefete geçecektir.
Rusya, Kasım 2014 içerisinde iki önemli ziyarete ev sahipliği yapmıştır. Birincisi
SMDK eski Başkanı Muaz El-Hatib beraberindeki heyetle Moskova’yı
ziyaret etmiştir. Esed rejiminin temsilcilerinden oluşan bir heyet de 26
Kasım’da Soçi’de Devlet Başkanı Putin ile görüşmüştür. Her iki tarafın Rusya
ziyareti doğrultusunda Moskova’nın girişimiyle III. Cenevre Konferansı
yerine I. Moskova Konferansı hazırlığı içerisine girilmiştir. 26 Ocak 2015’te
Rusya, Esed rejimi ve muhalefet temsilcilerini Moskova’da ağırlamıştır. Üç
gün süren görüşmelerde belirli bir anlaşmaya varılamamış, bu nedenle ortak
bir belge veya bildiri hazırlanmamıştır.31 Moskova’daki toplantı sonrasında
Suriyeli muhalifler ile rejim temsilcileri, bir ay sonra görüşmelerin tekrar başlaması konusunda anlaşmaya varmıştır.
Esed rejimine karşı alınabilecek yaptırım kararlarının engellenmesin de gerekse rejimin muhalefet karşısında mukavemetini
sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatın tedarikinde
büyük rol oynamaktadır.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;
17 [Maliki Ramadi’yi Ziyaret Etti ve Anbar’daki Aşiretlerle Görüştü], Alarabiya, 15 Şubat 2014, Erişim tarihi:15 Şubat 2015, http://www.alarabiya.net/ar/arab-and-world/2014/02/15/.
18 Phillip Smyth, “The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects,” The Washington Institute for Near Eastern Policy, Şubat 2015, Erişim tarihi: 10 Mart 2015, http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/pubs/PolicyFocus138-v3.pdf.
19 , [Doha’da Kurulan Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal Koalisyonu’nun Anlaşma Metni], All4syria, 11
Kasım 2012, Erişim Tarihi: 12 Aralık 2014, http://all4syria.info/Archive/58917. 20 “Halid Hoca SMDK’nın Yeni Başkanı Seçildi,” Anadolu Ajansı, 5 Ocak 2015, Erişim tarihi: 5 Ocak 2015, http://www.aa.com.tr/tr/dunya/445075--halid-hoca-smdknin-baskanisecildi.
21 [Ahmed Toma Suriye Geçici Hükümeti Başkanı Oldu], Al-İttihat, 15 Aralık 2013, Erişim tarihi: 25 Aralık 2014, http://www.alittihad.ae/details.php?id=86578&y=2013.
22 [Suriye Krizi: Suriye’deki Silahlı Grupların
Kronolojisi], BBC, 21 Ocak 2014, Erişim tarihi: 21 Aralık 2014, http://www.bbc.co.uk/arabic/
middleeast/2014/01/131213_syria_rebels_background.
23 Ali Semin, “Suriye Krizi, PYD ve 2. Cenevre Konferansı,” BİLGESAM, 5 Şubat 2014, Erişim tarihi: 21 Ocak 2015, http://www.bilgesam.org/incele/96/-suriye-krizi--pyd-ve-2--cenevre-konferansi/#.VSRb1ZPl_HI.
24 Semin, “Suriye Krizi, PYD..”
25 , [Kimyasal Silahlar Hakkında Birleşmiş Milletler’in 2118
Sayılı Kararı’nın Tam Metni], State, 27 Kasım 2013, Erişim tarihi:11Ocak 2015, http://photos. state.gov/libraries/syria/982645/wp-pdfs/SC2118Ar.pdf.
26 “Suriye‘de Seçim Sonuçları Belli Oldu,” Akşam Gazetesi, 4 Haziran 2014, Erişim tarihi: 2 Aralık 2014, http://www.aksam.com.tr/dunya/suriyede-secim-sonuclari-belli-oldu/haber-313530.
27 Semin, “Suriye Krizi, PYD..”
28 [de Mistura Bütün Tarafların Önerisine Destek Vereceğini Ümit Ediyor], Al-Watan, 11 Şubat 2015, Erişim tarihi:14 Şubat 2015, http://www.alwatan.sy/view.aspx?id=27702.
29 Gamze Türkoğlu Oğuz, “Suriye’yi İran ve Rusya Ayakta Tutuyor,” Anadolu Ajansı, 30 Aralık 2014, Erişim tarihi: 15 Mart 2015, http://www.aa.com.tr/tr/haberler/442974--suriyeyiiran-ve-rusya-ayakta-tutuyor.
30 Phillip Smyth, “Iran’s Afghan Shiite Fighters in Syria,” The Washington Institute for Near East Policy, 3 Haziran 2014, Erişim tarihi: 14 Mart 2015, http://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/irans-afghan-shiite-fighters-in-syria. Rusya, gerek BM Güvenlik Konseyi’nde
31 Hacer Başer, “Moskova’da Suriye İçin Toplandılar,” Anadolu Ajansı, 29 Ocak 2015, Erişim tarihi: 29 Ocak 2015, http://www.aa.com.tr/tr/haberler/457617--moskovada-suriyeicin-toplandilar.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder