Toplumsal Birlikteliklerde Öncelikler: Kabullenme ve Dışlamanın Sosyo-Psikolojik Temelleri BÖLÜM 1
Güz 2013 . Cilt 3 . Sayı 6
Toplumsal Birlikteliklerde Öncelikler: Kabullenme ve Dışlamanın Sosyo-Psikolojik Temelleri (Alevilik-Sünnilik Örneği)
Bahset KARSLI*1
Özet: Birlikte yaşama kavramı, dünyayı sizin gibi algılamayan, düşünmeyen, yaşamayan insanlarla paylaşma zorunluluğunu ifade etmektedir. Çünkü insan
olmak, bağımlı olmak ve bir başkasına muhtaç olmak demektir. Bu konudaki ahlaki sorumluluk, insanı temele alarak incelemeyi gerektirmektedir. Her insanın bireysel tecrübesi, hayatı algılayışı, beslendiği kaynak farklıdır. Bunun önemli sebeplerinin başında insanın bireysel ve grupsal süreçlerindeki farklılık
gelmektedir. Bu makalede öncelikle, Bogardus’un sosyal mesafe ölçeği ve alanda uygulamak için geliştirilmiş halinden bahsedilecektir. İnsanın bir başkasını
değerlendirme kriteri olarak bireysel ve grupsal süreçlerin analizi yapılacaktır. Daha sonra sosyal mesafe tutum soruları özelinde Alevilere bakış ve birlikte
yaşamada öncelik verilen tutumlar değerlendirilecektir. En sonunda ise, sosyal mesafe yakınlığının veya uzaklığının sebepleri analiz edilecektir.
*1 Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Ana Bilim Dalı, bkarsli@akdeniz. edu.tr.
Bu makale, 3-5 Ekim 2013 tarihinde Bingöl’de düzenlenen Geçmişten Günümüze Alevilik 1. Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan “Birlikte Yaşama Perspektifinde Toplumun Alevilere Bakışı ve Alevilerin Diğer Gruplarla Sosyal İlişkideki Öncelikleri“ isimli tebliğin makale haline getirilmiş halidir.
Bahset KARSLI
Giriş;
Bir grubun diğer gruplarla ilişkisini açıklamak veya bir gruba ilişkin genelleştirilmiş algıyı incelemek, kaçınılmaz olarak grupların birbirlerine bakışının zihni alt yapısını tespit etmeyi ve yine bir gruba yönelik algının beslendiği kaynağın hem varlıksal hem de kültürel süreçlerini analiz etmeyi zorunlu kılmaktadır. Zira insan, ontolojik olarak bir grup-varlıktır; dolayısıyla ben kimim sorusuna verilen cevabın oluşturduğu “bireysel kimlik”, her zaman öyle ya da böyle, biz kimiz sorusuna verilen cevabı da, yani mensubiyet ve aidiyet unsurlarını da içermek durumundadır (Göka 2005, 7-18).
Bireysel ve toplumsal süreçte, farklı olanla veya dış dünyayla kurulan
ilişkilerde anlamlar dünyası oluşturulur. Bu mekansallık ve zamansallığın,
bireyi dönüştürmesi ve içselleştirme derecesine ulaştırmasıdır.
Buna yol açan ise ontogenetik süreç, sosyalizasyondur. Böylelikle
sosyalizasyon, bireyin bir toplumun ya da toplumun bir kesitinin nesnel
dünyasına kapsamlı ve tutarlı şekilde girmesi olarak tanımlanabilir.
Sosyal psikolojide birincil ve ikincil sosyalizasyon (Güney 2009, 192-94)
olarak karşılığını bulan aslî ve tali sosyalizasyon süreçleriyle farklı olanın
tecrübesine ilişkin anlamlılık boyutuna ulaşılır. Asli sosyalizasyon, bireyin çocukluk döneminde başından geçen ve onu toplumun bir üyesi haline getiren ilk sosyalizasyondur. Tali sosyalizasyon ise, zaten sosyalleşmiş olan bireyi kendi toplumunun nesnel dünyasındaki yeni kısımlara sokan herhangi bir sonraki süreçtir (Berger-Luckmann 2008, 191).
Asli sosyalizasyon, birey açısından genellikle en önemli sosyalizasyondur
ve tali sosyalizasyonun temel yapısının, asli sosyalizasyona benzemesi gerekir. Asli sosyalizasyon salt bilişsel öğrenmeden fazla şeyler içerir. Daha en temelde çocuk, çeşitli duygusal biçimlerde anlamlı ötekilerle kendini özdeşleştirir. Yani bu farkına vardığı kişilerin rol ve tutumlarını benimser, içselleştirir ve kendinin kılar. Ki bu sayede çocuk kendini tanımaya ve öznel bakımdan tutarlı ve makul kimlik
edinmeye güç yetirebilir hale gelir. Bu tek yanlı ve statik bir süreç de değildir. Bu süreç anlamlı ötekiler tarafından tanınma ile kendini-tanıma arasında, diğer bir ifadeyle nesnel olarak atfedilmiş kimlik ile öznel olarak edinilmiş kimlik arasında diyalektiği doğurur. Bireyin anlamlı ötekilerle özdeşleştiği her uğrakta bu diyalektik toplumun genel diyalektiğinin bireysel bazda tikelleşmesi anlamına gelir. Böylece dışarıda olan gerçek şey içerde olana tekabül eder, nesnel gerçeklik öznel gerçekliğe tercüme edilir veya bunu tersi de geçerlidir (Berger-Luckmann 2008, 192-196).
George Herbert Mead bu öznel süreçleri, kişilik oluşum süreçlerinde
dürtüye maruz kalan ve yalnızca pasif bir şekilde cevap veren değil
sürekli hareket eden bir organizma olarak tanımladığı ben’i temele alarak
iki evre olarak belirler. Birincisi, organizmanın başkalarının tavırlarına
karşı örgütlenmemiş yanıtı ki bu hareket etmesi için kendiliğinden
dürtüsü olan Birinci Ben (I)’dir. İkincisi ise, diğerler çevrece örgütlenmiş
olan ve kişinin de kabullendiği bir dizi tavır alış olan İkinci Ben
(me)’dir (Georg Herbert Mead 1934, 175; Wallace-Wolf 2012, 275-282).
Mead’ın ben tanımlamasındaki ikili yapı, içsel ve dışsal süreci oluşturmaktadır.
Dışsal süreç, çevrenin bireyden beklentileri ve talepleri, içsel süreç ise, bireyin bu taleplere karşı uygun davranış geliştirmesidir. Uygun davranışlar ödüllendirilirken, uygun olmayan davranışlar sapma olarak karşılık bulur (Bauman 1998, 36-37).
Bu diyalektikle birlikte insanlar biyolojik bir organizma olmanın
ötesinde aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun bir ürünüdür. İnsanlar
grup içinde doğarlar ve toplumsal niteliklerini gruplarda kazanırlar. Bu
gruplar aracılığıyla toplumda geçerli olan bilgiler, değerler bireye aktarılır.
Toplumsallaşma (sosyalleşme) bireyin toplumun kurallarını, değerlerini,
tutum ve davranışlarını, uygulamalarını öğrenmesi, öğrendiklerine
uygun davranmasını ve böylece toplum içinde bir kişilik, benlik kazanması
sürecidir (İçli 2008, 117) Ama insanın sosyalizasyonu, çok karmaşık
bir süreçtir. İnsan, etrafında bulunanların, her gün karşılaştığı sayısız
olayların ve kişilerin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel koşulların,
gelenek, töre ve yasaların, fiziksel çevrenin ve sayılmakla bitmeyen
daha pek çok unsurun etkisindedir (Kağıtçıbaşı 2010, 360)
Sosyalizasyon sürecinde en belirleyici etken gündelik işlerin oluşturduğu
tecrübedir. Gündelik hayatta başkalarına dönük en önemli tecrübe ise, sosyal etkileşimin prototipik örneği olan yüz-yüze durumda vuku bulur. Kişinin ve başkasının mekansal buradalığı ve zamansal şimdiliği, yüz yüze olduğu müddetçe birbirlerini sürekli etkiler.
Bundan dolayı bireysel-toplumsal anlamda farklı olanla kurulan ilişkiler son derece esnektir. Diğer bir ifadeyle, yüz yüze etkileşime, katı kalıplar
dayatmak oldukça güçtür. Ortaya konan modeller her ne olursa
olsun, sübjektif anlamların fazlasıyla çeşitli, incelikli, ve sürüp giden
değiş-tokuş tarafından durmaksızın değişikliğe uğratılmaktadır (Berger-
Luckmann 2008, 44-45). Böylece gündelik hayat gerçekliği, kendini
subjektiviteler-arası bir dünya, yani başkalarıyla paylaşılan bir dünya
olarak karşılık bulmaktadır (Berger-Luckmann 2008, 36)
Bu noktada Simmel’in sosyal gruplar-sosyal çevrelerden bahsetmesi
ve grupların ortaya çıkışını, sosyal çevrelerin kesişmesi ve bireyliğin
oluşumu ile ilgili görmesi ve bunun sonucunda bireyi her şeyden önce
toplumun en küçük parçası olarak tanımlaması önemlidir (Frisby 2002,
78; Jung 2011, 79; Wallace-Wolf 2012, 269-75). Simmel’e göre toplum
gibi birey de bir çokluk’tan çıkmaktadır. Dolayısıyla birey çok sayıda
etkinin bir kesişme noktası ve geçit yeridir. Toplum ve birey birbirini
etkilemekte, dönüştürmekte, sosyalizasyon sürecinde yeniden inşa
etmektedir. Simmel’e göre, incelenecek tek alan bireyin toplumu, toplumun
da bireyi dönüştürdüğü ‘karşılıklı etki’ alanıdır. Öyle ki, ne toplum
kavramı ve ne de birey kavramı, sosyolojinin temel kavramı olabilir.
Sosyolojinin konusu karşılıklı etki kavramıdır. Çünkü ona göre
toplum, nihai olarak, sosyal etkileşimlerden, çok sık dokunmuş bir ilişkiler
ağından ve en çok sayıda bağıntıyı ve bağımlılıktan başka bir şey
değildir (Jung 2011, 77; Levine ve Arkadaşları 2011, 67). İnsanın birliği
denen şey ise, ancak en yüksek farklılıktaki etkenlerin bir toplamı ve
ürünü olabilir (Jung 2011, 44). Simmel’e göre toplum bireylerin dışında,
çeşitli etki formlarından bağımsız bir oluşum değildir.
Simmel’de toplumlaşma ve karşılıklı etki kavramları, hareket
noktası olarak her şeyin birbiriyle etkileşim içindeki düzenleyici bir
dünya ilkesidir. Sosyolojinin konuları, hem toplumlaşmayı harekete
geçiren hem de toplumlaşma olan soyut formlardır. Bu formlar her yerde
olabilir; insanların karşılıklı birbirlerine bakmaları, birbirlerini aramaları,
mektup yazmaları, yemek yemeleri, birbirlerini sempatik veya
antipatik bulmaları, birbirlerine yol sormaları, birbirleri için süslenmeleri
gibi çok farklı olan, herkeste bulunabilen anlık-sürekli, bilinçli-bilinçsiz
etkileşimlerin hepsi. Bu ilişki formları bireyler arası sosyal eylemin
gerçekleşmesini sağlayan zeminlerdir (Frisby 2002, 123; Levine ve
Arkadaşları 2011, 67; Jung 2011, 77).
Bireyin toplumu, toplumun da bireyi dönüştürdüğü, yeniden inşa
ettiği ilişkiler ağı, sosyal mesafe açısından öncelikler ve sonralıklar
formlarında şekillenmektedir. Bu, hem bireysel hem de grupsal anlamda,
gerçekliğin nesnelleşmesi ve nesnelleşen gerçekliğin de toplumu yeniden
dizayn etmesiyle sosyal mesafe tutumlarının sınırlarını çizmek anlamına gelmektedir. Farklı gruplara bakışın zihniyet temelleri, sosyalizasyon
süreçleri olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde sosyal mesafe tutum soruları, bu süreçte kazanılan bireysel ve toplumsal sosyalizasyon süreçlerinin karşılıklı etkileşimleri olarak düşünülmektedir.
Çalışma özelinde her bir sosyal mesafe soru formu, bireyin bir başka
gruba bakış açısının sosyalleşme süreçlerindeki zihniyet temelidir.
Birlikte yaşama temelinde bireyin sosyalizasyon süreçleriyle kazandığı
bakış açısını analiz etmek farklı gruplara karşı sosyal mesafe tutumlarının
uzaklığının ve yakınlığının sebebini de oluşturmaktadır. Bu
çerçevede öncelikle, çalışmanın kavramsal çerçevesi ve geliştirilen ölçek
değerlendirilecektir. Daha sonra ise Alevi ve Sünnilere karşı sosyal
mesafe tutumlarının sıralaması ve analizi yer alacaktır. Son bölümde
ise katılımcılara yöneltilen birinci kimlik algılaması, dünya görüşüne
en fazla etki eden kurum ve farklı gruplara karşı bilgi edinme kaynağı
sorularına göre farklılaşmalar incelenecektir. Ve bu verilerin sonuçlarının
altında yatan zihniyet hem sayısal hem de gözlem/mülakata dayalı
olarak işlenecek ve değerlendirilecektir. Toplumsal boyutta daha
huzurlu bir gelecek perspektifi sunabilmek için verili yapıların analizi
önemli olsa gerek. Tevarüs edilen yaşam dinamikleri üzerine inşa etme
ve pekiştirme amacına matuf olarak, birlikte yaşama’yı besleyen veya
birlikte yaşama’ya zarar veren sosyal mesafe tutumlarının sıralamaları
Aleviler ve Sünniler özelinde araştırılıp tespit edilmeye çalışacaktır.
1. Çalışmanın Kavramsal Çerçevesi
1.1. Sosyal Mesafe
Sosyal mesafe, belirli bir sosyal sınıfa mensup olan herhangi bir
ferdin, diğer sınıflarla ve o sınıflara mensup bulunan gruplar ve fertlerle
olan hiyerarşik ilişkilerini, bir nüfus içindeki sınıfların birbirleri ile
olan ilişkilerini ve belirli nüfusların aralarındaki sosyal farklılık ilişkilerini
gösteren bir kavramdır (Bogardus 1959, 7-11). Tutum ölçümlerin
de ölçek kavramına başvuran ilk toplumbilimci Bogardus’tur. Geliştirdiği
sosyal mesafe ölçeğiyle, herhangi bir kümenin toplumsal bakımdan
benimsenme düzeyini saptamak üzere seçilmiş kimi maddelerden
oluşmuştur. Bu maddeler, çok yakın bir toplumsal ilişkiyi benimseme
eğiliminden en uzak toplumsal ilişkiden bile kaçınma eğilimine doğru
sistematik bir düzen içinde sıralanmıştır (Sencer-Irmak 1984, 275).
Sosyal mesafe sosyal psikolojide ırk, din, milliyet gibi, farklı sosyal
gruplardan üyelerin birbirlerini kabul veya reddetme derecesidir (Budak
2000, 690). Sosyolojik olarak sosyal mesafe (social distance) ise, sosyal
grupların mahremiyet sınırlarını hangi mesafede çizmeye istekli olduklarını
gösteren, toplumsal değişkenlere ya da ağlara dayalı benzerlik ya
da yakınlık ve uzaklıktır (Marshall 1999, 750).
Asli ve tali sosyalizasyon süreçleriyle çevrenin birey, bireyin de
çevre üzerindeki etkilemelerini ve etkileşimini ifade eden dinamik
toplumsal yapıdaki diyalektik, gündelik gerçekliğin nesnelleşmesi ve
bu nesnelleşme sürecinde değişimlerle anlamlı farklılık düzeyleri, toplumsal
ilişkileri şekillendirmektedir. Yüz-yüze olmanın deterministliği,
gündelik gerçekliği çeşitli formlarda sosyal mesafe düzeyleri olarak
değiştirmekte ve dönüştürmektedir. İnsanın kalıtımsal yapısı ve farklı
gruplara ilişkin kazandığı bakış açısını şekillendiren aile çevresi, kanaat
oluşturucu unsurlar ve dış dünya tarafından kazandırılan perspektif,
sosyal mesafe tutumlarında sıralamanın zihniyet temellerini oluşturmaktadır.
1.2. Araştırmanın Evreni
Araştırmanın evrenini K.Maraş’ın Göksun ilçesi oluşturmaktadır.
TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu)’in adrese dayalı nüfus kayıt sistemi
2011 verilerine göre Göksun ilçesi 19.090 ilçe merkezi, 34.934 köybelde,
toplamda ise, 54.024 nüfusa sahiptir (http://tuikapp.tuik.gov.tr/
adnkSdagitapp/adnks.zul, 2011 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi).
Geneli yansıtacak şekilde oluşturulan örneklem ise Tesadüfî (Rastlantılı)
örnekleme metodu ile oluşturulmuştur. Göksun ilçesi gruplar arası
sosyal mesafeyi ölçmek için farklı grupların bir arada yaşadığı bir yerdir.
Hem siyasi açıdan eski çağlara dayanan, -ilçe olarak 100. yılını kutlayan-
hem de coğrafi açıdan daima geçiş yeri olup İç Anadolu arasındaki
intikal noktası olması münasebetiyle farklı grupların yaşam merkezidir
(Göksun tarihiyle ilgili ayrıca bkz. Öztürk-Sarıkaya 2010; bütün yönleriyle
Göksun’da sosyal yaşam için Ed. Alıcı 2010). Örneklem grubun
tamamı ilçe merkezi ve köylerinden oluşmuştur. Her toplumsal gruba
ulaşılmaya çalışılmıştır. Türk, Çerkes, Çeçen, Alevi Gruplar ve Abdalların
bir arada yaşadığı bölgelerdeki uygulamaya daha bir önem verilmiştir.
Bu çerçevede farklı gruplara dikkat ederek oluşturulan araştırmanın
örneklem grubu 470 kişiden oluşmaktadır.
1.3. Bogardus’un Sosyal Mesafe Ölçeği
Araştırmada Emory Bogardus’un 1925’de geliştirdiği sosyal mesafe
ölçeği temel alınmıştır. Bogardus bu ölçeği ilk defa ABD’de insanların
farklı ırk, din, sınıf gibi gruplardan üyeler ile sosyal ilişkiye girmeyi kabul
etme veya reddetme derecesini ölçmek için geliştirmiştir (Bogardus
1959, 30; Krech-Crutçhfield, Sosyal Psikoloji, 1980, 254). Bogardus, geliştirmiş
olduğu ölçeği ilk kez 1926 yılında, 24 üniversiteden gelen 1725
Avrupa kökenli Amerikalı öğrenci üzerinde kullanmıştır. Çalışmalar
onar yıllık periyotlarla 1946, 1956, 1996 yıllarında da tekrarlanmıştır.
1936 yılında Bogardus’un yurt dışında olması nedeniyle uygulama yapılamamıştır (Bogardus 1959, 30; Tavşancıl 2005, 115). Sosyal mesafe
kavramı, Bogardus’a göre, kişiler ve gruplar arasındaki sempati veya
antipati ile belirlenen mesafedir. Bogardus tip ölçeklerde yedili bir skala
kullanılmaktadır. Bu ölçeği uygularken deneklere şu talimat verilmektedir.
Benim ilk hissi reaksiyonuma göre ırk grupları mensuplarını ( ne
tanıdığım, en iyi, ne de en fena, üyesini düşünmeden, bir sınıf olarak)
aşağıda altına işareti koyduğum sınıflandırmalardan birini veya bir
kaçını isteyerek kabul ediyorum (Krech-Crutçhfield, Sosyal Psikoloji 1980, 254).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder