KAMU EKONOMİSİ POLİTİKALARININ OLUŞUMUNDA BASKI GRUPLARININ ROLÜ VE TÜRKİYE’NİN GÖRÜNÜMÜ BÖLÜM 1
Yrd. Doç. Dr. Ramazan ARMAĞAN
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: rarmagan@iibf.sdu.edu.tr
Öğr. Gör. Muhammet ŞAHİN
Gümüşhane Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Posta Adresi: muhammet_sahin78@yahoo.com
Özet
Bu çalışmanın amacı, kamu ekonomik kararlarının oluşumunda baskı gruplarının oynadığı rolü ele alarak, Türkiye’deki durumu incelemektir. Çalışmanın kapsamını, kamu ekonomisinin harcama ve gelir politikaları oluşturmaktadır. Yöntem olarak önce konuyla ilgili literatüre yer verilecek, ardından
da Türkiye’nin görünümü ele alınacaktır. Piyasa ekonomilerinde, baskı grupları kamu ekonomisi otoritelerince alınan iktisadi ve mali kararlarda etkin olabilmektedirler. Kamu mal ve hizmetlerinin arzını siyasal bir süreç olan yasama faaliyeti belirlediğinden, yasama gücünü elinde tutan partiye
yakın olan baskı grupları bu süreci lehlerine kullanabilmektedirler. Yapılan çalışmalar sonucunda piyasa ekonomisi modelini benimsemiş olan Türkiye’de de baskı gruplarının kamu ekonomisi politikalarında etkin olabildikleri görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Baskı Grupları, Kamu Ekonomisi, Nepotizm, Rant Kollama, Siyasal Mübadele.
Giriş
Baskı veya çıkar grupları; devlet ve piyasadan farklı olarak ‘üçüncü sektörü’ oluşturan sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri türünden oluşumlar olarak çağımızın çoğulcu, katılımcı, parlamenter demokrasilerinin gelişiminde öncü konumunda bulunmakta ve merkezi otoritenin baskıcı yönüyle piyasanın pür faydacı boyutu arasında demokrasi adına adeta bir denge unsuru olarak görev üstlenmektedirler. Bu oluşumlar insanlık tarihi boyunca ekonomik, sosyal,
siyasal ve hukuksal kuralların şekillenmesinde önemli bir rol oynamışlar, özellikle hukuk kuralları başta olmak üzere birçok toplumsal normlar ve standartlar ile bireylerin kendi aralarındaki ekonomik ve mali nitelikli sorunları çözmek amacıyla geliştirilmişlerdir. Bireylerin ekonomik kararlarında faydacı bir tutum takınacakları ve her koşul altında mutlak surette faydalarını maksimize etmeye çalışacakları yönündeki yaklaşımlar, iktisadi literatüre ‘homo economicus’
kavramını kazandırmıştır.
Zaman içinde bireyler yalnız başına ulaşamadığı amaçları gerçekleştirmek için birlikte hareket etmenin anlamlı olacağı düşüncesini benimsemişlerdir. Böylece hem demokratik yaşam hem de faydacı tutumların ekonomik analizler bakımından bir arada ele alınmasını sağlayan ilk sivil toplum ve baskı grubu türleri ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmanın amacı; ekonomi ile sivil toplum kuruluşları veya baskı grupları arasındaki etkileşimin ele alındığı araştırma ve incelemelerin dünya genelinde ortaya koyduğu tablonun, ülkemizde ne ölçüde geçerli olabileceğinin sorgulanmasıdır. Çalışmada, Türkiye’deki siyasal karar alma süreci ile piyasa aktörleri arasındaki ‘politik mübadele’ sürecinin etkileri ve sonuçlarının,
Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Kuramı ile ilgili çalışmalardan da yararlanılarak, değerlendirilmesi öngörülmektedir.
Baskı Grupları ve Sivil Toplum Kuruluşları:
Kavramsal Bir Çerçeve Sosyal bir varlık olan insan, günlük yaşamının önemli bir kısmında grup halinde hareket etmektedir. Grup, en yalın şekliyle ‘insan topluluğu’ olarak ifade edilebilir. Ancak her insan topluluğu grup değildir. Bir insan topluluğunun grup sayılabilmesi için, topluluğu oluşturan insanların ortak bir amaca yönelmiş olmaları ve etkileşim halinde bulunmaları gereklidir. Grubun
temelini grup içinde statik olmayan değişime tabi ilişkiler oluşturmaktadır. Dolayısıyla aralarında etkileşim bulunmayan insan toplulukları grup sayılamamaktadırlar (Gönüllü, 2001: 191-201).
İnsan grupları içerisinde önemli bir yere sahip olan baskı(çıkar) grupları, sahip oldukları bazı özellikler bakımından diğer gruplardan ayrılırlar. Bu özelliklerinden hareketle baskı(çıkar) gruplarını; “maddi ve/veya manevi çıkarları etrafında bütünleşmiş, uzmanlığa dayalı olarak örgütlenmiş ve ortak çıkarları doğrultusun da siyasal yönetimlerden talepte bulunan toplumsal gruplar” olarak tanımlamak mümkündür (Aktan, Ay ve Çoban, 2007: 201-230).
Baskı grupları bir ‘Organizasyon’ olarak üyelerinin çıkarlarını korumak ve artırmak için çalışmaktadırlar. Örneğin; bir işçi sendikası için arzulanan şey üyelerinin yüksek ücretlere ve iyi çalışma koşullarına sahip olması iken, bir kartel oluşumunda yüksek fiyat düzeyleri ve bir hisse senedi ortaklığında da yüksek kar payları, organizasyonun temel önceliği olmaktadır.
Bu tür organizasyonların üyeleri örgütlü ve kolektif bir şekilde hareket ederek güçlerini birleştirmekte ve hedeflerine ulaşma şanslarını artırmaktadırlar (Olson, 1971: 5-9).
Kuruluş amaçları bakımından baskı ve/veya çıkar grupları; kültürel amaçlı ve ekonomik amaçlı baskı grupları olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ekonomik amaçlı çıkar gruplarının temel hedefi, maddi çıkar elde etmek ya da olası maddi kayıpları önlemektir. Bu tür baskı gruplarının en bilinenleri özel şirketler, işveren örgütleri, işçi sendikaları, esnaf ve sanatkar odaları, ticaret borsaları ve ulusal ve/ veya uluslararası finansal kuruluşlardır. Bu oluşumlar, toplumun belirli bir
kesiminin çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan örgütlerdir. Ekonomik amaçlı baskı grupları, ekonomik kararları alan siyasal otorite kadar, toplumdaki diğer baskı gruplarıyla da sürekli bir mücadele içindedirler. Öyle ki, bir baskı grubunun toplumsal refahtan alacağı payın artması, diğer baskı grupların payının azalması anlamına gelebilmektedir (Topcu, 2006: 39-40).
“Baskı grupları”, “çıkar grupları”, “sivil toplum kuruluşları (STK)”, “demokratik kitle örgütleri (DKÖ)” ifadeleri kamuoyunda zaman zaman birbirlerini ikame edebilecek bir şekilde kullanılabilmektedir. Bu tür oluşumların özdeş gibi görülmelerinin başlıca nedeni; örgütlü bir yapıya sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu organizasyonlar; toplumsal sorunların belirlenmesi,
kamuoyu oluşturulması, sorunların tartışmaya açılması ve siyaset üzerinde baskı kurmak suretiyle sorunların çözüme kavuşturulması gibi konularda etkili olabilmektedirler (Karabıçak, 2008: 167- 186).
Bu kuruluşların grev, protesto mitingi, lobicilik gibi demokratik yolları kullanarak etkili olabilmeleri onlara adeta bir baskı grubu özelliği kazandırmaktadır (Abay, 2004: 271-281).
Sivil toplum örgütlerini baskı gruplarından ayırt edebilmek için bu kuruluşların kar amacı gütmeme özelliğini vurgulamak gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşları kar amacı gütmeden, yani kendileri veya üyelerinin çıkarlarını gözetmeksizin, ekonomik ilişki ve/veya organizasyonların oluşumunda bir takım işlevleri üstlenebilmekte ve ekonomik birimler tarafından alınan kararları
daha makul ve inandırıcı bir hale getirerek, kabul edilebilir kılmaktadırlar (Özer, 2008: 86-97).
Böylece baskı grupları ve sivil toplum kuruluşları siyasal yönetimler üzerinde etkin olabilme özellikleriyle birbirleriyle benzeşmekte fakat bununla birlikte sivil toplum kuruluşları, kar amacı gütmeme özelliğiyle baskı gruplarından ayrılmaktadırlar.
Sivil toplum kuruluşları kar amacı gütmedikleri için bireylerin hükümetlerle veya piyasa oyuncularıyla olan ilişkilerinin düzenlenmesinde olumlu bir rol üstlenebilir ler. Ancak bunun olabilmesi için söz konusu bu kuruluşlar arasındaki işbirliği ve eşgüdüm büyük önem taşımaktadır.
Sivil toplum kuruluşlarının siyasal yönetimler üzerindeki etkisi, bir arada hareket edebilme yetenekleriyle doğru orantılıdır. Bundan dolayı da sivil toplum örgütleri, hak ve özgürlükler temelinde birleşebilmeli ve ortak bir şekilde hareket edebilmelidirler. Değişik alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek geniş kapsamlı bir STK dayanışması yaratmaları, hükümetleri daha aktif olmaya zorlayabilecektir (Ustakara, 2008: 47-49).
Sivil toplum örgütlerinin toplumsal yaşam içindeki önemi anlayabilmek için bu kuruluşların geçirdiği tarihsel dönüşüme bakmak gerekir. Söz konusu bu tarihsel süreç ise Tablo 1’de görülmektedir.
Tablo 1: Devlet ve Sivil Toplum İlişkilerinde Tarihsel Süreç
başlangıcı ise liberal uygulamaların yeniden güç kazandığı bir dönem olmuş ve bu doğrultuda devletin görevleri de koruyuculuk boyutuna indirgenmiştir.
Yine aynı dönemler itibariyle ekonomik düzenin teşkili ile devletin sosyal ve ekonomik yaşamda aldığı görevlerle paralel olarak sivil toplum örgütlerinin hareket alanları genişlemiş veya daralmıştır. Böylece piyasa koşullarının egemen olduğu 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başlangıcında sivil toplum örgütleri toplumsal düzen içinde önemli bir yere sahip iken, sosyal refah devletinin güçlendiği 20. yüzyılda ise tamamlayıcı olma konumuna gerilemişlerdir.
Baskı(Çıkar) Gruplarının Yasama ve Yürütme Faaliyetleri Üzerindeki Etkisi
Baskı(çıkar) gruplarının siyasal yaşamdaki önemini vurgulayan ilk düşünürlerden biri olan Tocqueville; “baskı grupları mutlak egemenliğin paylaşılması ve merkezi iktidarların baskısının azaltılması adına önemli yararlılıklar gösterirler” ifadesiyle demokrasilerde egemenliğin tek bir elde toplanmasına karşı çıkmış ve bireylerin gruplar aracılığıyla siyasal kararlara katılması, alınan kararların gruplar tarafından denetlenmesi gerektiğini savunmuştur. Böylece, gruplar aracılığıyla
siyasal yaşamın bir parçası olan bireyin depolitize olması da önlenmiştir (Dinçkol, 2004a: 149- 163).
“Catallaxy” olarak da adlandırılan siyasal mübadelenin önemli bir aktörü durumunda olan baskı(çıkar) grupları, toplumsal ihtiyaçların siyasal otoritelere iletilmesinde öncü bir rol üstlenmektedirler. Bu özellikleriyle baskı grupları; sınırsız ihtiyaçların kabul edilebilir bir düzeye çekilerek, toplumsal alan ile siyasal alan arasında bir bakıma ‘indirgeme birimi’ gibi çalışarak toplumsal ihtiyaçlardan hangilerine öncelik verilmesi gerektiği konusunda belirleyici bir konuma
sahip olmaktadırlar (Dinçkol, 2004b: 61-93).
İnsan ihtiyaçlarının sosyal, politik ve ekonomik yaşama olan yansımaları, yasalar aracılığıyla gerçekleşir. Yasalar, toplumsal sistemi oluşturan çeşitli unsurların etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadırlar. Yürürlüğe konan bir yasa aynı zamanda farklı çıkarlara ve yaklaşımlara sahip olan toplumsal kesimler arasındaki mücadelenin ne şekilde sonuçlandığını da göstermektedir. Yasama organında kabul edilen bir yasa, tüm toplum kesimlerince bağlayıcı bir
nitelik taşıdığından çeşitli toplumsal kesimler, çıkarlarına uygun olan yasaların yürürlüğe konması için çaba sarf ederler (Çakın, 2008: 57-73). Bu süreçte hangi toplumsal kesimin çıkarlarına uygun olan yasal normların hayata geçirileceği ise söz konusu bu kesimlerin toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamdaki etkinlik pozisyonu veya güçleri ile yakından ilişkilidir.
Ayrıca baskı(çıkar) grupları, sivil toplum kuruluşları (STK) ve demokratik kitle örgütleri (DKÖ) türünden oluşumların yürütme organının faaliyetleri üzerinde etkili olabilmekte ve yürürlüğe konulacak olan yasal ve/veya yönetsel normları lehlerine çevirebilmektedirler. İdari birimler, zaman zaman çeşitli toplum kesimlerinin ve baskı gruplarının etkisi altında kalabilmekte ve yönetim
sistemi, siyasal sistemin adeta alt bölümü gibi bir görünüm sergileyebilmektedir. Öyle ki; birçok yasama faaliyetinin hazırlık aşamalarının yönetim kademelerince hazırlanması, baskı gruplarının yürütme üzerinde etkinlik gösterme eğilimlerini güçlendirmektedir. Böylece siyasal sistemin içine, devlet kuruluşlarının yanı sıra yasama ve yürütme organları, siyasi partiler, dini kuruluşlar ve baskı
grupları da dahil olmaktadırlar (Fedayi, 2007: 45-56).
Parlamenter demokrasinin egemen olduğu, çoğulculuk ve katılımcılık ilkelerinin
uygulandığı çağdaş demokrasilerde iktidarların seçimler yoluyla el değiştirmesi sürekli bir iktidar mücadelesine neden olmakta ve bundan dolayı da değişik toplumsal kesimler, çıkarlarına uygun olan tezleri savunan diğer toplumsal kesimlerle müttefik olma arayışına girişmektedirler. Bu egemen olma çabası, ancak demokratik seçim yoluyla mümkün olabildiğinden, uzlaşma kaçınılmaz bir hale gelmekte ve iktidar olma amacını güden parti ya da partiler, diğer baskı
gruplarına mümkün olduğunca az taviz vererek, bir tür denge oluşturma çabasına girişmektedirler (Yücekök, 1987: 73-74).
Yürürlüğe konacak olan yasal ve/veya yönetsel normların kendi lehlerine olabilmesi için baskı grupları çeşitli yollara başvururlar. Bu gruplar radyo, televizyon, gazete ve dergi gibi kitle iletişim araçlarını kendi propagandaları doğrultusunda yönlendirebildikleri gibi sergi, kokteyl, davet, ziyafet, miting türünden organizasyonlar ile afiş ve broşür gibi basılı unsurlar aracılığıyla da kendi görüşlerini dile getirmeye çalışırlar. Baskı(çıkar) gruplarının tüm bu çabalarının temelde iki hedef kitlesi vardır. Bunlardan ilki halktır ki; baskı grupları, amaçlarına ulaşmak için kamuoyu desteğini sağlamanın önemini bildiklerinden, toplumu ikna etmeye çalışırlar. İkinci hedef ise kanun koyucular
ve idari birimler olup, yasal veya yönetsel normların hazırlayıcısı olan bu kesimlerin ikna edilebilmesi için çıkar gruplarının yoğun bir şekilde çaba sarf etmesi gerekmektedir (Abadan, 1959: 233-248).
Siyasal sistemin önemli aktörleri durumunda olan baskı grupları, isteklerinin uygulamaya konması için siyasi ilişkiler içerisinde bulunabilir, iktidara gelmek isteyen siyasi partilerle işbirliği yapabilir ve kendi üyelerini söz konusu bu siyasal partinin üyeleriymiş gibi görebilirler. Güçlü iktidarların olduğu ülkelerde ise yasama gücünü etkilemek güçleştiğinden, baskı gruplarının etkilemeye çalıştığı kesim genelde bürokrasidir. Sivil toplum kuruluşları ve baskı grupları türünden
oluşumların siyasal sistemi etkilemeye dönük diğer bir yöntemleri de hukuki süreçten faydalanma ve kanuni mevzuatları kendi çıkarları doğrultusunda kullanma şeklinde gerçekleşmektedir (Çelik ve Aykanat, 2006: 215-226).
Baskı gruplarının, hükümet ve yasama organı üzerindeki etkisi, zaman zaman siyasal yozlaşmalara yol açabilmektedir. Siyasal yozlaşmanın başlıca nedenini siyasal sistemin değişik kademelerinde yer alan seçmenler, bürokratlar, politikacılar, baskı ve(ya) çıkar gruplarının özel çıkarlarını koruma gayesiyle çeşitli hukuki, ahlaki, dinsel ve kültürel normları ihlal edici davranışlarda bulunmalarına bağlamak mümkündür. Bu yozlaşma olgusu, siyasal süreçte yer alan aktörlerin kendi aralarındaki ilişkileriyle (siyasal mübadele) sırasında ortaya çıkmaktadır Aktan(2001: 51-69).
Siyasal yozlaşma, demokratik kurumların işlerliğini kaybetmesine yol açan bir süreçtir. Bu sürecin yaşanması ile ekonomik ve sosyal yapıdaki değişimler arasında yakın bir ilişki mevcuttur. Sosyal ve ekonomik yapıdaki değişimlere paralel olarak, siyasal yozlaşmalar da yaygınlaşır. Baskı(çıkar) gruplarının yasama ve yürütme birimleri üzerinde kurmaya çalıştıkları baskı sonucu
demokrasi artık baskı ve çıkar grupları demokrasisine, yani ‘plütokrasi’ ye dönüşür ve siyasal yozlaşmanın egemen olduğu devlet sistemi de hırsızların egemenliği anlamına gelen ‘kleptokrasi’ kelimesiyle anılmaya başlanır (Aktan, 1994: 22-24).
Ayrıca, politik yaşamda meydana gelen yozlaşmayı ele alırken üzerinde durulması gereken önemli bir husus da ‘patronaj’ kavramıdır. “İktidara gelen partinin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan kamu görevlilerini görevlerinden alarak yerlerine siyasal ve ideolojik yandaşlık, nepotizm (aile ve akraba kayırmacılığı) veya kronizm (eş, dost ve arkadaş kayırmacılığı) gibi faktörlerden dolayı kendine yakın gördüğü kimseleri ataması” olarak tanımlanan patronaj, çıkar ve rant ilişkilerine dayalı bir kamu yönetiminin egemen olmasına ortam hazırlayarak siyasal yozlaşmayı da beraberinde getirebilmektedir (Şentürk, 2007: 14-17).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder