30 Mayıs 2019 Perşembe

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 7

1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ  BÖLÜM 7



    Yukarıdaki sorunlarda ve başka uluslararası olaylarda Batı’nın Türkiye’nin beklediği tepkiyi vermemesi ve Türkiye’ye artık fazla önem vermediğini gösterir şekilde Türk yöneticilerin hassasiyetlerini dikkate almaması, bir taraftan geleneksel Türk yönetici kesimini, Türkiye’nin büyüklüğünü ve Batı’ya muhtaç olmadan yaşabileceğini vurgulayan açıklamalar yapmaya iterken,63 diğer taraftan da Batı’ya güvenilemeyeceği savını öne süren İslamcı ve Milliyetçi kesimleri haklı çıkararak onların Türk iç politikasında olduğu kadar dış politikasında da etkilerini artırmalarında rol oynamıştır.64 Bu noktada geleneksel yöneticiler ve askerî çevreler, Batı’nın, tavrını devam ettirmesi hâlinde 
Türkiye’de ve bölgede fundamentalizmin hâkimiyet elde ederek Batı’nın güvenliği için büyük bir tehdit haline geleceği uyarısında bulunsalar da, aynı zamanda kendileri de başka seçenekler aramaktadırlar böylece Batı’nın kendilerine gereken önemini vermesini sağlamayı da ummaktadırlar.65 

Daha bağımsız hareket edildiği görüntüsü verme dışında Türk yöneticilerinin Batı’nın gözünde Türkiye’nin önemini vurgulamaya yönelik açıklamalar yapmaları ve bu arada içeride İslamî muhalefete karşı harekete geçmeleri, Türk iç ve dış politikasının son dönemlerdeki en önemli konularıdır. 
Türkiye’nin, Batı’yla bütünleşmeye ve Batı yönelimini korumaya kendini adamış, serbest piyasa ekonomisine sahip, laik ve demokratik bir devlet olarak Orta Doğu’daki ve Orta Asya’daki devletler için mükemmel bir model sunduğu ve bölgede İran’ın temsil ettiği fundamentalist İslam’ın etkinliğini artırmasına karşı panzehir oluşturduğu Türk liderlerin en fazla dile getirdikleri söylemdir.66 

Onlara göre Türkiye, Batı’ya yönelik tehditleri önlemede ön cepheyi teşkil eden, Batı’nın güvenliği için büyük askerî kuvvet ayırabilecek durumda olan, petrol gibi stratejik kaynakların bulunduğu bölgelere ulaşmada kapı ya da köprü vazifesi gören, fizikî gücüyle ihmal edilemeyecek, dengelerde gözetilmesi gereken bir bölgesel devlet konumunda bulunan, sağladığı üsler ve işbirliğiyle Batı’nın 
bölgede etki kurmasında ve müdahale etmesinde kilit rol oynayan bir ülkedir.67 Ayrıca Türkiye, bölgesinde ve dünyanın başka yerlerindeki krizlerde BM kararlarına ve çağrılarına uyarak, saldırgan devletlere karşı girişilen operasyon lara ve barışı sağlama projelerine askerî kuvvet vererek, krizleri önleme ve yönetme misyonlarına dahil olarak dünya ve bölge barışına ve istikrarına katkıda bulunabileceğini ortaya koymuştur.68 Kendisini de içine alacak bir savaşın çıkmaması, istikrarın sağlanması ve tarihî bağları bulunan toplulukların soykırıma tabi tutulmaması için Türkiye’nin Balkanlarda eskisinden çok aktif bir tavır takınması da onun Batı sisteminin ve güvenliğinin bir parçası olduğunu 
tasdik etmektedir. Türkiye’nin Orta Doğu krizlerinde Batı’ya yapacağı yardım ve Batı adına oynayacağı rol ise ABD ve Batı gözündeki önemini vurgulamak için elinde tuttuğu en önemli kozlardan bir tanesidir. 

Türkiye, genelde ABD’nin Orta Doğu’da gerçekleştirdiği girişimlerden bölge devletleriyle arasını bozmamak için uzak durmakta ve Ortadoğu’nun girift sorunları içine girmemek gibi bir politika izlemektedir. Ancak son zamanlarda Irak’a ambargo uygulanmasına uymak, İncirlik üssünü Irak’a yapılan saldırılarda kullandırtmak, İsrail’le güvenlik ilişkilerine girmek gibi cesur hareketlerde bulunarak ABD’nin politikalarındaki yerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Yine de bölgede kendi politikalarının ABD’ninkilerle uzlaşmaması ihtimalinin oldukça yüksek olduğunun ve bu yüzden Ortadoğu barış sürecinde İsrail ve Filistinlileri eşit oranda desteklemek örneğinde olduğu gibi denge politikası izlemenin birçok durumda en iyi yol olduğunun bilincindedir. 

NATO’nun kendi bölgesi dışında sorumluluk kabul etmesinde de Türkiye ihtiyatlı davranmakta, uygun gördüğü durumlarda önemini göstermek için sonuna kadar destek vermekte, karmaşık durumlarda da çekinikler kampında yeralmaktadır.69 Bazı Türk politikacıların Orta Asya Devletleri’yle ilişkilerle ilgili olarak Adriyatik’ten Çin’e kadar uzanan bölgede bir Türk birliğinin oluşturulmasından bahsetmeleri de hem Türkiye’nin dünya politikasındaki ağırlığını ortaya koymaya, hem de Türkiye’yi ihmal eder görünen Batı’ya Türkiye’nin her zaman onlara muhtaç olmayacağı yolunda ikazda bulunmaya yöneliktir. Ancak Türkiye’nin Orta Asya’yla bağlantılarını Batı’yla ilişkilerine alternatif olarak değil, fakat onları kuvvetlendirici bir araç olarak gördüğü, Orta Asya devletlerinin de Türkiye’ye ağabeylik rolü biçmedikleri kabul edilen bir gerçektir. Türkiye, zamanında Orta Asya’da çok geniş bir role soyunmuş, ancak kapasitesinin yeterli olmadığını ve Rusya’nın buna müsaade etmeyeceğini görerek ikinci plana çekilmiştir. Sonuçta Rusya’nın da eski etkin konumuna gelemeyeceği anlaşılmış, Türkiye ise daha akılcı politikalarla Orta Asya devletleriyle ilişkisini sağlam bir tabana oturtmayı bilmiştir. Orta Asya devletleri, daha çok Batı’yla yakın 
ilişkiler kurmuş olduğu için Türkiye’yle ilişkilerine değer vermekte, bu da Türkiye’nin Batı nezdindeki konumunu güçlendirmektedir.70 

Türk liderlerin Orta Asya’yla ilgili olarak en fazla Bakü-Ceyhan petrol hattının gerçekleştirilmesine önem atfettikleri açıktır. Bu şekilde Türkiye, ekonomik gelir elde etme yanında önemli bir enerji terminali haline gelerek Batı gözündeki ve dünya politikasındaki etkisini artıracak, Avrupalıların kendisine bağımlı hâle gelmesiyle onlar karşısında daha rahat hareket edebilecek ve en önemli rakipleri Rusya ve İran karşısında bölgedeki konumunu güçlendirecektir. 

Türk yöneticiler, Batı’nın tavrından duyulan hayal kırıklığı karşısında Türkiye’nin Batı yönelimli politikalarının garanti olmadığını, Batı karşısında alternatiflerinin 
de bulunduğunu ve oldukça bağımsız, çok boyutlu ve esnek politikalar takip edebileceğini göstermek için KEİ, ECO ve D-8 gibi uluslararası projelere de girişmişlerdir ki, aslında bu girişimlerin temelinde de Batı’nın gözünde önem kazanmak ve Batı’yla ilişkileri geliştirmek yattığı bilinmektedir.71 Türkiye’nin yeni dönemde Batı’nın yanında yer alabilmek, özellikle ABD’nin gözünde değerini artırmak ve çıkarlarını daha iyi koruyabilmek için en önemli adımlardan bir tanesi de İsrail’le ilişkilerini güvenlik boyutunu içerecek derecede geliştirmektir. 
Bölgedeki dengeleri değiştirme ve Türkiye’nin bölgedeki konumunu tehlikeye atma potansiyeline sahip bu gelişme, Türkiye’nin bölge ülkelerinin tepkisini çok ciddiye almayacak kadar kendini güçlü gördüğünü göstermesi ve iç ve dışta Batı’nın desteğini kaybetmenin olumsuzluklarını en iyi girişimi yönlendiren Türk ordusunun hissettiğini ortaya koyması açısından da ilginçtir.72 Son olarak, Türkiye’nin uzun süredir savunma ihtiyaçlarını büyük ölçüde kendi imkânlarıyla karşılamak için projeler üretmeye çalışması, bu alanda tek bir kaynağa 
bağlı kalmamak için değişik seçenekler üzerinde durması, kendi özel firmaları dışında Batı firmalarıyla ortak projelere girişmesi de kendi güvenliğini en iyi şekilde sağlamanın yanında Batı’nın gözünde önemini artırmaya yöneliktir.73 

Sonuç 

Avrupa’yla ilişkilerin eskiden beri hep zor olması ve daha az güvenilir olması karşısında, Türkiye’nin yeni düzende tehdit algılaması ve ileriye dönük düşünceleri ve çabaları konusunda yukarıda yapılan açıklamalarda Batı sözcüğü pratikte daha çok ABD yerine geçmektedir. Türkiye’nin eskiden beri ilişkilerinin ve özellikle savunma temaslarının Amerikan ağırlıklı olduğu, ABD’nin dünya sistemine eskiden çok daha fazla hâkim durumda bulunduğu, olayların gelişiminde en etkili güç olma özelliğini koruduğu, Batı güçlerini hâlâ kendi çizgisinde ve peşinde götürmeyi başardığı ve Orta Doğu gibi Türkiye için de önemli stratejik bölgelerde en etkin güç olduğu göz önüne alındığında bu 
durum daha iyi anlaşılmaktadır. 

Türkiye ve ABD hâlâ birbirlerine yerleri kolay kolay doldurulamayacak müttefikler olarak bakmaktadırlar. Ancak Türkiye iki devlet arasındaki ittifakın, savunma boyutu dışındaki ekonomi gibi boyutlarına da önem verilerek yeni bir çehre kazandırılmasını, değişik ayaklar üzerine oturan, iki tarafa da fayda sağlayan bir ittifak haline getirilmesini istemektedir. Savunma boyutu üzerinde yoğunlaşılması demek, ABD’nin Türkiye’den gerçekleştirdiği müdahalelere daha aktif katılmasını, topraklarını ve üslerini Amerikan kullanımına daha fazla 
açmasını istemesi demek olup, bunun Türk yöneticileri oldukça rahatsız edeceği açıktır.74 

Onların beklediği ise iki devletin birbirlerinin güvenliklerine karşı sorumlulukları na tam olarak sadık kalmaları, savunma ilişkilerinin ve yardımın yabancı unsurlardan arındırılması, yardım olma konumundan uzaklaşmış yardımın rasyonel temellere oturtulması, savunma malzemesi alış verişindeki haksız kısıtlamaların kaldırılması, ekonomi alanında Türkiye’nin kalkınmasına yardım edecek unsurlara özel önem verilmesi, ekonomik ilişkilerdeki engellerin ve kısıtlamaların kaldırılarak ithalat-ihracat dengesindeki aşırı haksızlığın 
hafifletilmesi, ve iki devletin birbirlerinin gururlarını rencide edecek davranışlardan kaçınmalarıdır. 

ABD açısından Türkiye’nin bölgedeki girişimlerine ve stratejik öneminin artmasına destek verilmesi önemli faydalar getirecek gibi gözükmektedir. Türkiye bölgede ABD’den farklı çıkarlara ve politikalara sahip olabilecekse de önemli projelerinde ABD’den destek gördüğünde iki devletin çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edebilecek, bu da ABD’nin bölgedeki konumunu güçlendirecektir. 

8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder