29 Mayıs 2019 Çarşamba

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12

28 ŞUBAT TAN BUGÜNE BAKMAK BÖLÜM 12



Şimdi, Sayın Demirel’i dinledik Sayın Başbakan, Sayın Demirel dedi ki: “Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurumdur, görevleri de yasalarda yazılmıştır. O dönemde toplumda çok büyük bir rahatsızlık vardı, bir tarafta şeriat sesleri yükseliyordu sokakta, her tarafta tarikat adına, tarikatçılık adına sokakları süpüren etekleriyle, elbiseleriyle ve insanlar bağrış çağırış içindeydi, yeminler ediliyordu, toplum çok ciddi bir rahatsızlık içindeydi. 
Ben bu rahatsızlığı… Toplum gelecek kaygısındaydı, en azından birçok insan, toplumun büyük bir kesimi gelecek kaygısı içindeydi. Bana soruluyordu, her kesimden bana soruluyordu ‘Ne oluyor?’ diye. Ben de Başbakan olarak Sayın Erbakan’ı çağırdım ‘Ne oluyor?’ diye sordum. Sayın Başbakan ‘Efendim, incelettireyim durumu, konuşalım.’ dedi…” Yani tam cümleleri belki söylemiyorum ama tutanaklar bu anlamda, Sayın Demirel’in söyledikleri. “Millî Güvenlik Kuruluna gelindiğinde, Millî Güvenlik Kurulunda bunlar değerlendirildi, yani arkadaşların bir kısmı itiraz etti, imzalamadı rahmetli Erbakan o tutanakları.” diye… Sayın Demirel de dedi ki: “İmzalamayı geçin. Sayın Erbakan’ın kendisine yazdığı bir yazıyı gönderdim Başbakan olarak. Sayın 
Cumhurbaşkanına hitaben yazılmış bir yazı. Millî Güvenlik Kurulunda tavsiye edilen kararların genel yararla uygulanacak kısmını uyguluyoruz, yasal düzenlemeye ihtiyaç olan kısımların da hızla yasal düzenleme çalışmalarını yapıyoruz. Yani Millî Güvenlik Kurulunda itiraz etmedi, ardından da bunları uyguluyor olduğuna dair bana gönderdiği yazı buradadır.” 

Şimdi, daha sonra Sayın Demirel, rahmetli Erbakan’ın kendisine istifa dilekçesini sunmaya geldiğini, rahmetli Erbakan’a sorduğunu “Yani niye istifa ediyorsun? Herhangi bir şey mi var, bir baskı mı hissediyorsun ya da koalisyonda bir problem mi var? ‘Hiçbir problem yok. Toplumdaki rahatsızlığı ancak gidermek için böyle bir yol izlemem gerekiyor. Toplumda ciddi bir rahatsızlık var, kamplaşma var. Toplumu rahatlamak için benim istifa etmem gerekiyor.’ dedi, ben de aldım istifasını kabul ettim. Daha sonra bana -sizin biraz önce bahsettiğiniz imzayla sizin hükûmet kuracağınız konusundaki talep ile geldiler. Ben Çankaya noteri değilim; ben aldım, baktım duruma, çoğunluk güvenoyu alabileceği bir çoğunluğa sahip değil. Dolayısıyla, Tansu Hanım’a görevi vermedim, çoğunluk güvenoyu alabilecek birisine verdim. Niye vermedim? Çünkü bu imza atanların, listede ismi bulunanların bir kısmı da bana gelip ‘Biz imza attık ama güvenoyuna geldiği zaman güvenoyu vermeyeceğiz.’ 
dediler.” dedi Sayın Demirel bize. Yani Sayın Demirel’in kendi takdiri ayrı bir sorun. Şimdi, sizin anlattıklarınızdan anlıyorum ki 28 Şubatı, Tansu Çiller’i yok etmek, dolayısıyla Doğru Yol Partisini yok etmek için kurgulanmış, hatta Savcının tespitine göre de bir tek kişiye ve size yapılmış bir suikast olarak, yani darbe olarak değerlendiriyorsunuz bunu. 

TANSU ÇİLLER – Hükûmeti yıkmak için. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Tabii, tabii, yani darbe nihayetinde Hükûmeti yıkmak için. 
Efendim, böyle bir kurguda, toplumun o gün içinde bulunduğu durumun yani hiç mi bir etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu ekonomik durumun hiç mi etkisi yok, toplumun içinde bulunduğu siyasi durumun hiç mi etkisi yok, sizin uygulamalarımızın hiç mi etkisi yok sizin yıpratılmanızda, size imza verenlerin “size güvenoyu vermeyeceğiz” demelerinde? Örneğin, döneminizde, biraz önce Süreyya’nın söylediği, faili meçhul cinayetler çok yoğun olarak yaşanmıştı. “Susurluk” diye bir hadise yaşanmıştı, sizin iktidarınız dönemindeydi. Eğer Susurluk’un üzerine gidilmiş olsa ve o işler açığa çıkarılmış olsaydı belki 28 Şubatta şu ya da bu biçimde manipülasyon yapanların buna gücü yetmeyecekti ve bu çete dağılacaktı. Susurluk’u çok hafife aldınız, Sayın Erbakan “gulu 
gulu dansı” dedi, zamanın Bakanı Şevket Kazan da “Mum söndü oynuyorlar.” dedi. Yani Susurluk bu kadar basit miydi sizin açınızdan, Hükûmetiniz açısından? Siz o Hükûmetin sorumlu bir ortağıydınız ve daha sonra protokol yoluyla Başbakan olacak bakanıydınız. 

Yine sizin zamanınızda bir vali suikast silahı ithal etti. 

TANSU ÇİLLER – Efendim? 

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Suikast silahı ithal etti hatırladığım kadarıyla, silah satın aldı yurt dışından. Bu silahların suikastlerde kullanıldığı söylendi, ileri sürüldü. 
Azerbaycan’da ihtilal yapma konusunda ya da çeteleşme konusunda MİT raporlarında adı geçen ve daha sonra Susurluk davası nedeniyle ceza alıp bugün mahkûmiyet yaşayan Mehmet Ağar sizin zamanınızda çok önemli yerlerde bakanlık yaptı. Yani bu durumu daha önceden biliniyor. Şimdi, bu tür bir hükûmet kuruluşunun içerisinde Mehmet Ağar’ın durumunu bilmiyor muydunuz, yani nasıl bir ilişkilerinin olduğunu, hangi ilişkiler ağı içerisinde olduğunu? 

Yine sizin döneminizde “Metin Göktepe” adında bir gazeteci öldürüldü. Gazetecinin ölümünü, kimi polis yetkilileri “Duvardan düştü.” diye açıkladı, İçişleri Bakanınız “Yok, sandalyesi devrilmiş.” diye açıkladı. Eğer basın 
üzerine gitmemiş olsaydı resmen, spor salonunda dövüle dövüle öldürülen bir gazetecinin de şeyi faili meçhul gidecekti. Yani herkesin gözünün önünde öldürülen bir gazetecinin ölümü bile faili meçhul gidecekti. 

Yine, medyayla ilişkileriniz konusunda, bir kartel medyasının varlığından ve kartel medyasının size karşı tavrından, yıpratıcı tavrından bahsettiniz, yayınlarından bahsettiniz. Bunların daha sonra iş ilişkisi, iş adamı rolüyle özelleştirmelere talip olduğunu, bir aldığını, doymadığını söylediniz. Hâlbuki, bu sadece kartel medyası değildi, bir de bunun karşısında bir medya grubu vardı, Dinç Bilgin’in başını çektiği bir grup. Dinç Bilgin kendi beyanında, kendisinin Tansu Çiller ve ekibini desteklediğini, kartel medyasının da Mesut Yılmaz ve ekibini desteklediğini, iki taraf olduklarını ama sonunda anlaştıklarını söyledi ve hatta Dinç Bilgin, kendisi gazetecilik yaparken çok rahat olduğunu ancak bu siyaset ve iş ilişkisine girdikten sonra da bütün hayatının, bütün düzeninin altüst olduğunu söyledi, bu süreç içerisinde banka aldığını söyledi. 

Şimdi, yanlış hatırlamıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa -bunu teyit edemedim çünkü- bankalara mevduat garantisi sizin döneminizde verildi. Bankalara mevduat garantisi verildikten sonra bankaların batmaması mümkün müydü? Dünyanın herhangi bir yerinde bankalara mevduat garantisi veren başka bir ülke var mı? Şimdi, örnekleri var, örneğin Kadir Has’ın bankası ile Cıngıllıoğlu’nun bankası iki ayrı banka. Bunlar belli bir süre sonra dünür olur, birisinin bankası diğerine kredi verir, öbürünün bankası diğerine kredi verir, kredi alanlar kendilerini kurtarırlar, ikisi de bankaları batırırlar ama kredi kendileri üzerine kalır, borcu da devlet devredilir. Yani bu mevduat garantisini koyarken bu bankaların böyle bir sonuca yol açacağını düşünmüş müydünüz? 

YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Sayın Toptaş, yani bu bilgiyi tashih etmek için söylüyorum: Merhum Kadir Has’ın bir bankası olmadı, sadece Akbank’ta bir hissesi var. 
BAŞKAN – Ben de öyle biliyorum. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Kayıtlara yanlış girmesin diye söylüyorum. 
Kadir Has’ın sadece Akbank’ta bir hissesi oldu. Yanlış kayıt olmasın. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani iki banka… Yani onu ben hafızam yanıltmıyorsa öyle söyledim, tavzih ederim, düzeltirim. 
Yani zaman zaman yaşadık bunları, iki banka, iki dünürün iki ayrı bankası, biri diğerine kredi verir, biri diğerine kredi verir. Şey izler gibi izledik. 

FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - Kadir Has’ın bankası oldu. 
BAŞKAN – Hissesi oldu diye biliyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, hayır, bankası oldu. 
YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Hangi Banka? 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – İstanbul Bankası. 
Yani olayları biz yaşadık Yaşar Bey. Doğrudur, yani ben o günlerde ayakta olan bir insandım ve çok da büyük para gitti. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Teşekkür ederim Feyzullah Bey. Ben de öyle anımsıyorum. 
FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır, ben oralarda yaşadığım için… 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ama yanılmış olabilirim diye düşündüm Yaşar Bey. 
Yaşar Bey, İstanbul olunca ben “Acaba yanıldım mı?” diye düşündüm çünkü bu ilişkilerden aslında bankaların içi bilerek boşaltıldı. İlişkilerle bankaların içi boşaltılırken devlet de o mevduat garantileri yüzünden bu bankaların dolandırılan paralarını üstlenmek zorunda kaldı. Bu kararı, yanlış hatırlamıyorsam, yine siz iktidarınız döneminde almıştınız. 

Bir de baştan beri sorduğu şey, Meclise salınan boğayı da açıklarsanız, isimlendirirseniz biz de bulmaca çözüyor gibi “Acaba Hasan mıydı, Hüseyin miydi?” diye aramaya gitmeyiz. 

Teşekkür ederim efendim. 

TANSU ÇİLLER – Şimdi, değerli arkadaşımız şöyle açıklıyor: “Canım, toplum rahatsızlık içindeydi. Sizin hiçbir şeyiniz olmadı mı bu rahatsızlık içerisinde? Biraz da bu rahatsızlık nedeniyle bütün bu darbeye yol açan şeyler oldu.” vesaire. 
AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani yönetenler de bunlara, bu fırsatçılara fırsat verecek taşları, kilometre taşını döşemiyor mu? Yani biz, bu Darbeleri Araştırma Komisyonunun amacı bir de ders çıkarmak efendim. 
TANSU ÇİLLER – Şimdi, tabii ki bu konuda dikkat edilmesi, bazı şeylerin yapılmadığı gerçeğini de gözler önüne sermemiz lazım işin doğrusuna bakmak açısından, tümüne bakmak açısından. Yani o günlerde, bir kere, çok planlı biçimde yıpratmak için ta gerilerde olmuş birtakım işte başörtülü insanlar, işte birtakım, bilmem, fal baktırıyorlar falan, ben de tam izleyemedim televizyonları ama geçmişten olmuş, gelecekte olacak veyahut da o an olmamış, daha evvelki günlerde olmuş pek çok şeyi televizyonlar devamlı gündeme getiriyorlardı. Yani bir korku refleksi besleniyordu. Ne için? İşte, cumhuriyet ve laik cumhuriyet bir yerde elden gidiyor, korku buydu. Bunu birtakım pekiştirecek hareketler oldu mu? Mesela, ben, merhum Erbakan’a şunu çok net söylediğimi hatırlıyorum… “İstanbul’a, Taksim’e bir cami kuracağız.”, “Tamam.” Ama bunu lanse ederken 
“İstanbul’u yeniden fethedeceğiz.” Yani bunu böyle yapmanın gereği var mı? Bunu böyle söylemenin gereği var mı? Bence yoktu. Yani bu gerginliği artıracak birtakım şeyler olmadı mı? Oldu. Bu konuda hepimizin rahatsızlıkları da oldu ama bir başka gerçekle karşı karşıyayız, o da: Merhum Erbakan bütün bunlara rağmen -bunlar böyle ufak tefek birtakım noktalar hâlinde görülüyor zaman zaman ama- Türk Silahlı Kuvvetleriyle çok iyi geçinmek istiyordu. Yani toplumun huzura kavuşmasını istiyordu, barıştırmak istiyordu. Yani “Devletle millet 
barışsın.” bu laf çok yoğun bir biçimde konuşuluyordu. Dolayısıyla, bunlar hiç olmamış mıdır? Olmuştur ama bu resmin bütünün ne kadar vahim olduğunu ve nasıl savcılık tarafından, üstelik de bir biçimde tescil edildiği gerçeğini örtbas etmedi. Öbürü duruyor. 

Yani bu “boğa” dediğimiz şey, bir iradeyi bir başka iradeye teslim eden ve milletvekillerini ikna odalarında transfer eden, çoğunluğu azınlığa çeviren bir örgütlü icraat bu ve bizi de hedef seçiyor. “Çiller giderse Doğru Yol Partisi parçalanır.” Parçalama sürecine de giriyor. Milletvekilleri çeşitli odalarda, ikna odalarında transfer ediliyorlar, evvelce kurulmuş DTP’ye, ta 7 ocakta kurulmuş bir DTP’ye haziranda transferler başlıyor. ANAP’a gidiyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor ve ne kadar bekleniyor? Çoğunluk azınlığa çevrilene kadar bekleniyor. Efendim, zaten Sayın Cumhurbaşkanına söylemişler, imzayı Çiller götürmüş ama, 278-282 imzayla götürmüş ama bunlar zaten söylemişler, zaten yayılan da bu. “Göreceksiniz, Demirel, Çiller’e vermeyecek, göreceksiniz vermeyecek; imzaya rağmen, vermeyecek.” yayılan bu ve o oluyor. Neden? “Bir darbe geliyor, bunu yapmazsak darbe geliyor.” Erbakan’a darbe yapılmamış, asıl laik cumhuriyet tehdidi orada, korku orada, Çiller gelince bu olacak. Neden? Bu belli değil ama olay bu. Zaten, o korku… Herkes “Olur mu canım? Nasıl çoğunluğa rağmen vermez.” derken şak diye oluyor. Yani korkular, geleceği söylenen şeyler gerçekleştiriliyor da aynı zamanda. 

Dolayısıyla, evet, bu gerginliği veya bu sıkıntıyı artıracak münferit olaylar olmadı mı? Oldu, işte “Taksim’de cami yapacağız.” Aç ama bu İstanbul’un fethi niye yani? “İstanbul’u fethediyoruz” diye çıkarsan… “Neyi fethediyorsun? Acaba rejimi mi fethediyorsun, neyi fethediyorsun?” Bu sualler geliyor. Bunlar da olmaması 
gerekli olan şeyler ama bunlar bunu kapamaz, bunlar münferit olaylar, bir büyük çerçeveyle karşı karşıyayız, onun tümünü değerlendirmek gerek. 

13. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder