13 Şubat 2020 Perşembe

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 7

11 EYLÜL SONRASI ABD NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKİYEYE YANSIMALARI., BÖLÜM 7



IV. ABD’NİN ORTADOĞU PROJESİ’NİN AMAÇLARI 


ABD, deniz aşırı politikalar uygulayabilmek için bölgesel ittifaklara ve ittifak sistemlerine ihtiyaç duymuş bunun için de, uzun yıllar ve hala Ortadoğu’da ulusal çıkarları çerçevesinde, müttefik ülkelerdeki anti demokratik yapılara göz yummuştur. 
Çıkarlarını bu şekilde korumaya çalışmıştır. Ama özellikle birinci Körfez Savaşından sonra sadece sorunlu olduğu ülkelerle değil dost ve müttefik ülkelerle de ilişkilerinde yürütülemez bir yapı ortaya çıkmıştır. Dolayısı ile ABD’nin bölgeye yönelik stratejileri tam anlamıyla uyarlanamamıştır. Mevcut araçlar büyük oranda başarısız olmuş, dahası araçların başarısızlığı, bölgedeki 
mevcut yapının ABD aleyhine gelişmesine yol açmıştır. ABD, Soğuk Savaş sonrasında, küreselleşmeden ve Yeni Dünya Düzeni yaklaşımından amaçladıklarını bulamamıştır. 

Sonuçta, ABD, dünyanın en stratejik bölgelerinden Orta Doğu’daki egemenliğinin altının oyulmaya başlandığını ve bu sürecin devam etmesi halinde bölgedeki egemenliğini yitirebileceğini görmüştür denebilir. Bunun için de ABD, Orta Doğu’da kökten bir değişime ihtiyaç duymuştur. Bunun nedeni, yalnızca 
11 Eylül’de gerçekleşen olay değil, ABD’nin kendisi için son yirmi yıldır hatta daha uzun bir süredir uyguladığı bölge politikalarının beklediği sonuçları üretmemesidir.11 Eylül sadece Saldırıların intikamını almak ve böylece içeride tatmin, dışarıda ise itibarını korumak, ayrıca Amerika karşıtı terör örgütlerini 
yok etmek ve bu merkezde yeni bir savunma konsepti geliştirmek açısından bir ivme kazandırmıştır. 

Ama ABD’nin Küresel liderliği yeniden, yeni ilkeler üzerinde tesis etmek, Küresel 
sisteme uyum sağlayamayan İslam coğrafyasını, özellikle de Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak,33 düşüncesi, daha önce değindiğimiz gibi 11 Eylül öncesine dayanmaktadır. Bunun izlerini ve yöntemlerini de hazırlanan raporlarda sürmek mümkün olmaktadır. 

Bu raporlardan biri 1998 yılında Zalmay Khalilzad ve Ian O. Lesser tarafından derlenen ve araştırma kurumu RAND tarafından yayınlanan “21. Yüzyılda Çatışma Kaynakları” (Sources of Conflict in the 21’st Century)34 adlı incelemenin “Büyük Ortadoğu’daki Çatışma Kaynakları” (Sources of Conflict in the Greater Middle East)35 bölümünde Ortadoğu Bölgesinin ABD için önemi üzerinde durulmakta ve bu bölgede Amerikan çıkarları için tehdit oluşturacak 
tehlikelere dikkat çekilmektedir. ABD için tehdit oluşturan gelişmeler; demografik değişiklikler ile şehirleşme, ekonomik büyüme ve reform sorunları, kötü niyetli topluluklar, devlet yönetimlerinin erozyona uğraması, ve politik meşruiyet krizleridir. 

Ayrıca radikal İslam’ın ve milliyetçiliğin meydan okumaları da bölgedeki ABD’nin çıkarlarını zorlayan unsurlar olarak sıralanmıştır. Rapora göre; bu tehditlere karşı Amerika, Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için Askeri güç kullanmalıdır. Bölge, “ABD çıkarlarının tehlikede olduğu, çatışmaların sürekli devam ettiği ve 
ABD’nin askeri gücüne olan talebin yüksek olduğu yer” olarak tanımlanmaktadır. Amerika yapacağı müdahale ile terörle mücadele ederek, bölgedeki enerji güvenliğini, İsrail’in güvenliğini ve bölgesel istikrarın geliştirilmesini sağlamış olacaktır. 36 

Amerikanın Ortadoğu Projesi’nin amaçları ile ilgili olarak açıklayıcı olabilecek bir diğer çalışma, İsrail’deki Bar-Ilan Üniversite’sine bağlı “Begin-Sedat Stratejik Çalışmalar Merkezi” (The Begin-Sadat Center For Stratejik Studies) adlı stratejik araştırmalar kurumunun, RAND kuruluşuna danışmanlık yapan Bradley A.Thayer’in imzasını taşıyan “Amerikan Barışı ve Ortadoğu”(The Pax Americana and the Middle East)37 başlıklı çalışmadır. Thayer, Pax Amerika’nın Ortadoğu’ daki çıkarlarını korumak ve bu çıkarları geliştirmek için neler yapılması 
gerektiği konusunda öngörülerde bulunmaktadır. Thayer’e göre SSCB’nin dağılması, Amerika için büyük bir fırsat ortamı oluşturmuştur. Soğuk Savaş’ta gerçekleştirilemeyenler bu fırsattan yararlanılarak gerçekleştirilmelidir. Bu boşluktan yararlanarak ABD, siyasal ve ekonomik liberal sistemini yaymalıdır. Bunu da herhangi bir rakip güç ortaya çıkmadan yapması gerekmektedir. 
Ortadoğu’daki rejimleri değiştirmek için güç kullanmalıdır. Amerikan 
gücünü kullanmanın esası, çıkarları korumak, üstünlüğü sürdürmek ve Amerikan prensiplerini yaymaktır. ABD’nin büyük stratejisi, “egemen güç üstünlüğünü” esas alır. Egemenlik, bir devletin askeri gücüyle diğerlerine hakim olduğu uluslararası politika şartlarıdır. Amerikan egemenliği, diplomatik-ekonomik askeri çıkarlarını geliştirme, uluslararası ortamı şekillendirme ve düşünceleri yayma yeteneğindedir. İran, Ortadoğu’da en büyük tehlikedir. Amerikan kuvvetleri, İran’ın sahip olduğu nükleer tesislere saldırmalıdır. ABD, Suriye’deki rejimi değiştirmelidir. 

ABD, İsrail’i tehdit etmeyen bir Filistin devletini desteklemelidir. Ama bunları yaparken Birleşik Devletler-Türkiye ilişkilerinin bozulmamasına dikkat etmelidir. Tarihte de olduğu gibi, petrol endüstrileşmiş demokrasilerin ekonomilerinin ve askeri sistemlerinin en kritik unsurudur. Amerika petrol sahalarında etkin olmalıdır.38 

Resmi ağızlardan açıkça ifade edilmemiş olsa da, bu raporlardan ve başka çıkarımlardan, Amerika’nın Ortadoğu projesi ile ilgili amaçlarını; ABD’nin bölgede hegemonyasını zedeleyebilecek gelişmeleri denetleme ve silahlanma programları nı kontrol altında tutma; enerji havzalarının ve kaynaklarının kontrolünü ve güvenliğini sağlama; bölgenin batı ile ekonomik entegrasyonunu, bölge kaynaklı terörün kontrolünü ve İsrail’in güvenliğini sağlama,39 yeni uluslar inşa etme, şeklinde özetlemek mümkündür. 

A. Hegemonik Güç Olmak 

Ortadoğu, tarih boyunca dinlerin ve medeniyetlerin çıkış, geçiş ve duraklama yeri olmuştur. Bu nedenlerden dolayı Ortadoğu tarih boyunca dünyanın ve dünya siyasetinin merkezi konumunda olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. 

Bu bölgede bir çok medeniyet hüküm sürmüştür. Adeta, tarihte ne kadar dünya gücü doğmuşsa, hepsi de Ortadoğu coğrafyasına inme ihtiyacı hissetmiştir. Ortadoğu’nun bu tarihselliği göz önüne alındığında, Ortadoğu’ya inmeyen bir Amerika Birleşik Devletleri, bütün gücüne, göz kamaştırıcılığına, refah ve zenginliğine rağmen, ne bugün ve ne de gelecekte, dünya tarihini belirleyen 
küresel güç olma konumunu elde etmiş olamayacağına inanmıştır. Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası” kitabında ve S.B. Cohen’in ‘Dünya Sisteminin Jeopolitiği’ kitabında bu bölgenin önemi üzerinde ısrarla durulmaktadır. 

Bu bölge İslam, Çin ve Hint gibi üç büyük medeniyetin birbirleri ile arakesit 
oluşturdukları, buluştukları bir bölgedir. Batı medeniyetinin burada ciddi bir varlığı yoktur. Bu coğrafya, kara, deniz ve hava ulaşımında stratejik geçitlere sahiptir. Deniz ve hava ulaşımının geldiği son nokta bile bu coğrafyayı, söz konusu merkezi konumundan uzaklaştıramamış tır. Günümüzde de bu konumunu sürdürmektedir. 

Genel anlamda, Orta Doğu’nun stratejik önemi Batı’nın çıkarlarına bağlı olarak belirlenmiştir.40 Orta Doğu bölgesi, Süveyş Kanalı’nın 1876’da açılması ve 20.yüzyılın başlarında petrol çıkarma ve yönetim imtiyazlarının dağıtılmasıyla birlikte olağanüstü önem kazanmıştır.41 Orta Doğu bölgesinde petrol rezervleri, 
Batı’nın dikkatini bölgeye çevirmesine neden olan en önemli faktördür. Orta Doğu devletleri, dünya petrol rezervinin %65’ini, dünya petrol üretiminin de %25’ini elinde tutmaktadır. Petrol rezervlerine sahip olmanın yanında, bölge, endüstriyel ve tarımsal ürünler ve silah ticareti için önemli bir pazar olduğu kadar dünya ekonomisi için de başlıca enerji tedarikçisi olmaya devam 
etmektedir. Petrolün bu bölgede yoğun bir şekilde bulunması, tek başına bütün gelişmeleri bu şiddette doğuracak bir faktör değildir. 

Bununla beraber, son derece önemli bir pekiştirici olduğu kabul edilmelidir. Bugün ABD’nin Ortadoğu’ya iniş nedeni olarak, petrolden önce, dünya siyasetini bu merkezden tam manasıyla kontrol altına alma amacı olduğu söylenebilir. Petrol başta olmak üzere, enerji kaynakları faktörü, söz konusu küresel siyasetin unsurlarından sadece birisidir. Ama topraklarının derinliklerinde 
hiç petrol bulunmasa bile, büyük güçlerin bu bölgeye müdahalede bulunacağı söylenebilir.42 

11 Eylül saldırıları da bu bölgeye müdahaleyi açıklayabilecek yeterli bir gelişme değildir. ABD kendini küresel bir güç olarak görmesinin gereği olarak, 11 Eylül saldırılarına karşılık vermek, intikamını almak zorunda hissetmiştir.Yani olaylarının intikamını almak düşüncesi bir katalizör görevi görmüştür.Kimilerine 
göre ABD gibi bir süper güç duygularıyla hareket etmez, gelişmiş Amerikan karar alma mekanizması buna izin vermez. Oysaki dış politika karar alma mekanizmasının en önemli unsurlarından birinin de algılamalar, inançlar, düşünceler ve kamuoyu baskısı olduğu söylenebilir.43 

BOP’un parçaları olan Afganistan müdahalesi ve Irak savaşı aynı zamanda, bu bölgelerin dünya siyasetini yönlendirebilecek merkezler olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. 

Bu operasyonlar başarılı olursa, ABD küresel güç olma hedefine yaklaşacağına 
inanmıştır. Küresel liderlik açısından, Afganistan’a müdahale etmek beklenen bir fırsat olarak da değerlendirilmiştir. Böylece Çin, Hindistan ve Rusya’nın etki sahasının kalbi sayılabilecek bir coğrafyaya doğrudan girilmiş olunacaktır. 

Nitekim Afganistan’ın çevresinde ve yakınında Özbekistan, Tacikistan, Gürcistan gibi ülkelerde kurulan ABD askeri üsleri, Amerika’nın bu bölgede kalıcı olmak istediğini göstermektedir. Ayrıca İran’ı doğudan kuşatmak ve önemli bir Müslüman ve nükleer ülke olan Pakistan’ı kontrol altında tutmak için de Afganistan Operasyonu önemli avantajlar sunmuştur. Afganistan Operasyonun dan bir diğer beklenti ise; Afganistan gibi kolay ve diğer ülkelerce rahatça anlaşılabilir bir hedef kullanarak ABD liderliğinde yeni bir blok oluşturabilmektir. 

Diğer bir deyişle ABD Soğuk Savaş dönemindekine benzer bir ‘idealler topluluğu’ oluşturarak ve doğal olarak bunun liderliğini de kendisi yürütmek istemiştir. Bu sayede Almanya’dan Fransa’ya, Malezya’dan Brezilya’ya kadar tüm kürede liderliğini yeni değerler (demokrasi, terörizm karşıtlığı, modernizm vd.) ve 
yeni bir “idealler savaşı” üzerine oturtmak istemiştir. Nitekim ABD Başkanı George W. Bush, 11 Eylül sonrasında yaşananları “ya bizimlesiniz, ya da karşımızdasınız” sözleriyle açıklayarak hem önderliğini ilan etmiş, hemde ABD’nin savaşında tarafsız olmanın mümkün olmadığını dile getirmiştir. 

Irak müdahalesi de küresel hegemon güç olabilmek çerçevesinde değerlendiril melidir.   ABD’ye göre; Irak operasyonu ile hem Ortadoğu’yu kontrol altına almak hem de İran’ı çevrelemek mümkün olacaktı. Doğusunda Afganistan ve ABD etkisine daha çok giren Özbekistan ve Pakistan ile sarılan, batı ve kuzey batısında Türkiye ve Gürcistan ile izole edilebilecek bir İran, Irak’ın ele geçirilmesiyle birlikte neredeyse tamamen ABD ve müttefiklerince sarılmış olacaktı. Ayrıca Irak bir diğer hedef olan İslam’ın ehlileştirilmesi ve küresel sisteme uyum sağlamasında da çok önemli bir rol oynayabilecekti.44 

B. Enerji Koridorunun Kontrolü ve Petrol 

Ortadoğu’nun enerji potansiyeli ve bunun devletler ve uluslararası 
sistem için önemi konusunda bir çok araştırma yapılmıştır. 

Bunlardan biri de Anthony H. Cordesman’ın, ABD’nin araştırma merkezlerinden Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (Center of Strategic and International Studies) adına yapmış olduğu “Irak Savaşı’ndan Sonra Ortadoğu ’da Enerji, Mevcut ve Muhtemel Yönelimler” (Middle East Energy After 
the Iraq War Current and Projeted Trends)45 adlı rapordur. Bu raporda bölge ile ilgili detaylı istatistikler yer almaktadır. Cordesman, Dünyadaki petrol talebine olan artışa dikkat çekmektedir. 

Küresel düzeyde petrol ihtiyacındaki artış yıllık yüzde 1.7 oranındadır. Petrol tüketimi 2003’te günde 66 milyon varilken, 2020’de 119 milyon varil olacaktır. Kuzey Amerika’nın 2025’e dek Ortadoğu’dan alacağı petrol yüzde 85 artacak, bunun büyük bir kısmı ABD’de tüketilecektir. 2025’e kadar Avrupa’nın 
Ortadoğu’dan petrol alımı yüzde 57, Japonya’nın yüzde 50, Pasifik’teki gelişmekte olan ülkelerin yüzde 100 ve Çin’in ise yüzde 500 artacaktır.46 

Dünyanın kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 34’ü Ortadoğu’dadır. Ortadoğu dünya petrol rezervlerinin yüzde 65.4 üne sahiptir. Bu rezerv 1.047 milyar varildir. Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus rezervleri de eklenince toplam, 
rezerv dünya rezervlerinin yüzde 69.6 sına ulaşmaktadır. Ortadoğu petrolünün kalitesi yüksek ve maliyeti de ucuzdur. 

Ortadoğu’nun potansiyel rezervleri ise 252.5 milyar varildir.47 Ortadoğu küresel enerji kaynaklarının en önemli merkezi ve ihracatçısıdır. 2002 Yılında Ortadoğu küresel petrol ihtiyacının yüzde 41.4’ünü karşılamıştır. Geleceğin küresel petrol ihtiyacını karşılayabilecek ve bu maksatla üretimi artırabilecek bölge Ortadoğu’dur.48 

Büyük Ortadoğu Projesi Öncesi hazırlanan bir diğer çalışma, ABD Ulusal Enerji Politikası Geliştirme Grubu’nun(NEPD), 17 Mayıs 2001’de yayımladığı Ulusal Enerji Stratejisi Belgesidir.49 Bu belgede özetle: ABD petrol açığının “ekonomisini, yaşam standartını ve ulusal güvenliğini tehdit edeceği”50 yolunda 
uyarılarda bulunulmaktadır.Yapılan öneriler şu şekilde özetlenebilir. 

1. Global enerji politikaları global ekonomik büyümenin temeli olarak tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. 
2. Enerji güvenliği dış politika ile ekonomi ve ticaret diplomasilerinin önceliği haline gelmelidir. 
3. Global enerji kaynakları arzında yer alan bölge ve ülke sayısı arttırılmalı ve çeşitlendirilmeli, orta ve uzun vadede daha istikrarlı ve güvenli bir global enerji piyasası oluşturulmalıdır. 
4. Enerji ve taşıma yollarının güvenliğinin sağlanması, güvenlik stratejilerinin temeli olmalıdır. 
5. Enerji kaynaklarında dışa bağımlılık dengesi korunmalı, arz kaynakları çeşitlendirilmelidir.51 

Bu rapora göre, ABD’nin yabancı petrole bağımlılık oranının 2001’de yüzde 52 iken, 2020’de yüzde 66 olacağı öngörülmüştür. Toplam tüketimin artmasına bağlı olarak ABD’nin 2020’de mevcut duruma göre ithalatını yüzde 60 arttırması söz konusu olacaktır 2025 yılına gelindiğinde, ABD’de tüketilen petrolün % 71’i, 
Batı Avrupa’dakinin % 68’i, Çin’dekinin % 73’ü kendi ülkeleri dışından sağlanacaktır. 52 

Rapora göre; ABD petrol ithalat kaynaklarının bölgesel olarak çeşitlendirilmesi gereklidir. Bu doğrultuda ABD şirketleriyle işbirliği yapılarak Hazar yöresi (özellikle Azerbaycan, Kazakistan), Sahra Altı Afrika (Angola, Nijerya) ve Latin Amerika’dan (Kolombiya, Meksika, Venezüella) ithalatın arttırılması önerilmektedir. 

Dikkat edilecek olursa bu yöreler beklenen istikrara sahip gözükmemektedir ve hükümetler değil, fakat yöre halkları genelde ABD karşıtıdır. Bu durumda sürekli askeri güç bulundurmanın yanında yöredeki ülkelerin siyasal ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılmaları gerekli gözükmektedir. ABD için enerji akışının sürekliliğini ve enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede istikrar ve güvenliği sağlamak bir zorunluluk olarak algılanmıştır.53 Petrol dünya enerji tüketiminde yaklaşık yüzde 40’la halen birinci sırada yer almaktadır. Bu oran ulaşım sektöründe yüzde 97’dir.54 

Tarihsel olarak bakıldığında da ABD’nin dış politika ve milli güvenlik stratejisini jeopolitik temeller üzerine kurduğu görülmektedir. 20. yüzyılın sonlarına doğru bilinen dünya hakimiyet teorilerinden ayrı olarak “enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder” tezine dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya 
başlamıştır. Bu nedenle, ABD’nin amacının Bölgedeki enerji kaynaklarını 
ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara bağımlı olan ve gelecekte ABD’ye rakip olabilecek güçleri frenlemek ve bölgede var olan stratejik madenlere el koymak olduğu, iddiaların başında gelmiştir. 

Brzezinski, National Interest dergisindeki ‘Hegemonik Bataklık’ (Hegemonic Quicsand) adlı makalesinde bunu açıkça ifade etmiştir. 

“…Bölgenin enerji kaynaklarına ilişkin veriler, ABD’ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Ortadoğu’yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. Bu bölgeye egemen olmak ABD’ye başka bir stratejik manivelada sağlamaktadır: Bu, Ekonomileri bölgeden 
güvenli petrol akışına bağımlı olan Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir.”55 

Bu yaklaşıma göre, ABD’nin asıl amacı bölgedeki enerji kaynaklarını, terminallerini ve bunların intikal yollarını kontrol etmektir. Gelişmenin ve refah düzeyinin endüstriyel ilerlemeye bağlı olduğu günümüzde, enerji kaynaklarının ve bunların bulunduğu bölgelerin kontrol edilmesi büyük önem arz etmektedir. 56  Küresel hâkimiyetin yeni belirleyici unsurunun enerji kaynaklarının kontrolüne dayandığı, bu anlayış çerçevesinde ABD’nin, Soğuk Savaş dönemi boyunca tam olarak etkinlik sağlayamadığı Orta Asya ve Orta Doğu bölgeleri üzerine odaklanarak, yeni bir bölgesel etki alanı oluşturmaya çalıştığı 
görülmektedir. Her iki bölgede de yoğun olarak bulunan petrol ve doğal gaz rezervleri üzerinde kontrol sağlanması, enerji nakil hatlarının güvenliğinin tesis edilmesi ve bu kaynakların bulunduğu ülkelere coğrafî olarak daha yakın bulunan Rusya ve Çin gibi aktörlerin bölge ülkeleri üzerindeki etkinliğinin sınırlanması; bu bölgeden gelecek olan enerji kaynaklarına muhtaç olan endüstriyel demokrasilerin geleceği açısından gerekli görülmüştür.57 Yani, ABD’nin enerji kaynakları ve sevk yollarını kontrol etmek istemesinin nedeni sadece, kendi petrol ihtiyacını karşılamak veya dünyayı birlikte yönetmeyi planladıkları ‘’uluslarüstü şirketlerin’’ petrol ticaretini sürdürmelerini güvence altına almak değildir. ABD, ihtiyacının büyük bir bölümünü çok verimli kendi kaynaklarından, geri kalan ihtiyacının önemli bir bölümünü Meksika, Venezüella ve Kuzey Denizi’nden (Norveç) karşılamakta, sadece küçük bir bölümü nü Ortadoğu ülkelerinden almaktadır. Dolayısıyla, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını garanti altına almak amacıyla ilgili hesaplar olmasıyla birlikte, asıl amaç, dünya üzerindeki rakiplerinin çok büyük ölçüde bu kaynaklara bağımlı olmasıdır. ABD’nin rakipleri üzerinde ekonomik baskı kurabilmesi için, sadece Ortadoğu’daki petrol ve gaz kaynaklarını denetim altında bulundurması yeterli olmamakta-dır. Komşu bölgelerde bulunan enerji kaynaklarının, erişim ve sevk yollarının da kontrolü gerekmektedir. Enerji bakımından bu bölgeye bağımlı olan ve gelecekte ABD ye rakip olabilecek 
güçleri, enerji vanalarını kontrol ederek kontrol etmek mümkün olacaktır. ABD rakiplerini devre dışı bırakabilmek için bu bölgede ki enerji kaynaklarını rakiplerine karşı bir silah olarak kullanmak istemektedir.58 

Bu açıdan bakıldığında Amerika’nın Ortadoğu ile yetinmediğini söylemek mümkündür. Çünkü; Brezinski’nin de belirttiği ve ABD’ye önerdiği gibi Avrasya’daki stratejik enerji kaynaklarının ve ulaştırma hatlarının da ABD’nin kontrolü altında olması gerekmektedir. “Başka herhangi bir rakip süper gücün Amerikan çıkarlarını tehdit edecek biçimde ortaya çıkmasını engellemek”,59 
Orta Asya’nın da kontrolünü gerekli kılmıştır. 

C. Ulus İnşası ve Devletlerin Uluslararası Sisteme Göre Yapılandırılması. 

Günümüzdeki anlamıyla Kısaca ulus devlet, ortaçağın sonlarında ve yeniçağın başlarında Avrupa’da feodalitenin çöküşü ve kilisenin siyasal nüfuzunun kırılışı ile birlikte doğmuştur. Ulus devletin, dağınık ve çatışan otoriteler arasında bölünmüş olan insanları ülke ve millet kavramları etrafında toplayan yeni 
bir kuruluş olduğu varsayılmaktadır. Böylece modern ulus devlet o zamana kadar tam benzeri olmayan yeni bir siyasal bütünleşme, yeni ve değişik bir örgütlenme olarak ortaya çıkmıştır.60 

Devlet denince de, belli sınırlar içinde yerleşik bir insan topluluğu, istikrarlı bir siyasal örgütlenme ve kurumsallaşmış bir iktidar anlaşılmaktadır. Ulus devlet içinde yer alan bireyler kutsal bir iradeye bağlı birer tebaa olmaktan çıkmakla birlikte her biri siyasal otorite tarafından bir “yurttaş” veya “vatandaş” olarak 
tanımlanmıştır. Bundan sonra kişinin aidiyeti sınırları açıkça belirlenmiş topraklar (ülke) ve bu topraklar üzerinde kurulmuş laik siyasal otoriteye bağlı olacaktır. Ulus devlet anlayışı geniş ölçüde ilhamını pozitivizmden, iktidar ise meşruiyetini pozitif bilimlerin sağladığı ve insan zihniyle uygunluk içinde olan gerçekliklerden almaktadır. Dolayısıyla ulus devletin kaçınılmaz olarak aydınlanmacı ve aydınlatıcı bir misyona sahip olduğu iddia edilmektedir.61 Bu varsayımdan hareket eden batılı devletler Ortadoğu’da da batılı modelde ulus devletlerin oluşması modern bir toplumun doğması için çaba sarf etmişlerdir. 

Fakat, Ortadoğu’da kurulan devletler Batı modeline dayalı bir ulus devlet yapılanması gerçekleştirememişlerdir. Arap dünyasında önce devlet yapısı oluşmuş, fakat oluşan devlet ulusu inşa etmekte başarı gösterememiştir. 

Bu ülkelerdeki iktidar seçkinleri de modern kurumsal örgütlenmeyi oluşturma konusunda başarısız olmuşlardır. 

Devlet Yapılanmasının eksikliğinin bir nedeni olarak da etnik ve dini parçalanma zemininin ulus devlet çatısı altında kaynaştırılamamış olması görülmektedir. Ulus kavramının tam anlamıyla içselleştirilememesi sebebiyle, Ortadoğu halkları gücünü, bağlı oldukları etnik azınlıklardan ve kabilelerden almaya devam etmektedirler. 

Bu durum ise ülke bütünlüğü açısından parçalanmışlığa neden olmaktadır.62 

Bu durumun uluslararası güvenliği de tehdit ettiği varsayılmaktadır. Fukuyama’ da devlet yapılanmasının eksikliği ve güvenlik arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir: 

“Yoksul ülkelerdeki devletlerin yetersizliği, gelişmiş ülkeleri daha doğrudan etkiler hale geldi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, oradan da Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Afrika’ya kadar uzanan bölgede pek çok başarısız ve zayıf devlet ortaya çıktı. Devletin çöküşü ya da zayıflığı, 90’lı yıllar boyunca, Somali, Haiti, Kamboçya, Bosna, Kosova 
ve Doğu Timor’da insan hakları ihlalleri ve insanlık suçlarının yaşanmasına yol açtı. Birleşik Devletler ve diğer bazı ülkeler bir süre, bu sorunlar bölgesel nitelikteymiş gibi davrandılar ama 11 Eylül olayı, devlet yetersizliğinin devasa bir stratejik meydan okuma olduğunu kanıtladı. Radikal İslamcı terörizmin kitle imha silahlarının erişilebilirliğiyle bir araya gelmesi, zayıf yönetimlerin 
yarattığı sorunlar yüküne ciddi bir güvenlik boyutu ekledi. Birleşik Devletler, yürütülen askeri harekatların ardından, Afganistan ve Irak’ta devlet inşası için önemli yeni sorumluluklar üstlendi. 

Devletin etkinliğini ve kurumları hiç yoktan yaratmak ya da var olanları destekleme becerisi, birdenbire gündemin ilk sırasına yerleşti ve bu, dünyanın önemli bölgelerindeki güvenliğin temel şartı olacağa benziyor. Dolayısıyla, devlet zayıflığı, hem ulusal hem uluslararası boyutları olan bir gündem maddesidir”63 

Görüldüğü gibi Fukuyama, yoksul ülkelerdeki devletin, ihtiyaca yanıt vermediği, için bunların yeniden analiz edilmesi ve 21.yy’a uygun olarak bu devletlerin yeniden inşa edilmesini savunmaktadır. 

Büyük Ortadoğu Projesinde de Ortadoğu’daki gerek ulusal gerekse uluslar arası sorunların nedenlerinden biri olarak devletlerin yetersizliği gösterilmiştir. Yeni Muhafazakarların da etkisi ile, Başkan Bush’un değişik söylemlerinde dile getirdiği ‘serseri devletler’ ya da ‘terörü besleyen devletler’ olarak gösterilen 
ve küresel sisteme uyum sağlayamayan bu başarısız devletlerin olağan süreçten farklı olarak, hızlı bir şekilde değişime uğratılması ve modern devlet modelinin uygulanması için askeri güç kullanılmasından kaçınılmaması yaklaşımı Amerikan yönetimine hakim olmuştur. 

Asgari bir iktisadi ve sosyal zemin oluşturmadan, batılı anlamda bir ulus devlet, dışarıdan askeri güç kullanarak inşa etmek mümkün müdür? Ayrıca dış dinamikler bir ülkede demokrasi inşa edebilir mi? Demokratik bir ulus devlet inşa etmede dış dinamiklerin ve iç dinamiklerin sınırı nedir? Bunların demokrasi 
üretebilme yetenekleri ne kadardır? Bu sorular Afganistan ve Irak müdahalelerin den sonra sosyologların ve siyaset bilimcilerin tartışma gündemlerine tekrar oturmuştur. 

ABD başkanı Bill Clinton’ın danışmanlarından ve aynı zamanda bir yazar olan Benjamin Barber: Dışarıdan müdahale ile zorla demokratikleşme olmasının mümkün olmadığını belirtmektedir ve demokrasinin olmazsa olmazları üzerinde durmaktadır. 

“Batı, Ortadoğu’yu demokratikleştirebilir mi? Yanıt kesinlikle hayır. Ortadoğu’nun demokratik hale gelip gelemeyeceği ise çok farklı bir soru… Görünen o ki ABD ve Britanya yönetimleri, Baas diktatörlüğünü ortadan kaldırdıklarında, yerine bir gecede, otomatik olarak demokrasinin geçeceğini sandılar; sanki Irak 
toplumuyla demokrasi arasında duran tek şey bir diktatörmüş gibi… Kendi başına bırakıldığında İran’ın demokrasiye varma ihtimali, demokrasinin dışarıdan dayatıldığı Irak’tan çok daha fazladır. Demokrasi alttan gelir, tepeden değil… Eğer demokrasi alttan gelişmezse kökleşemez ve ilk darbede çöküp gider; tıpkı 
Haiti’deki kısa süreli Amerikan tarzı demokrasi deneyimi gibi... Amerikan tarihinin 1776-1789 yıllarından bütün bir iç savaş sürecine uzanan dönemi, ABD’de yetersiz bir demokrasiye ulaşmanın 200 yıl aldığını gösteriyor. Liderlerimiz, diğer halkları demokratikleştirmeye kalkmadan önce, kendi tarihlerini okusalar iyi eder. Demokrasiye parlamento, yurttaşlık yasası, anayasa, özgür basın ve bağımsız yargı oluşturarak değil, yurttaş olabilmekle, 
eğitimle ve sivil kurumlarla başlarsınız. Alex de Tocqueville 1830’larda Amerika’yı gezerken, birçok meselenin yanlış gittiğini görmüş, ama özgürlüklerin yerelliğinden ve işe sivil kurumlarla başlanmasından memnun kalmıştı… Gerçek demokrasi inşası eğitime odaklanmayı gerektirir; ABD’nin kurulduğu yıllarda 
Massachusetts’ten John Adams, Virginia’dan Thomas Jefferson ile bu olgu üzerinde fikir birliğine varmış, bütün yurttaşlara devlet eğitimi verilmeksizin anayasanın hiçbir işe yaramayacağını savunmuşlardır. Amerika bu gerçeği anlamış olsaydı, tanklarını Irak Enerji Bakanlığı’nın değil, okul ve kütüphanelerin önüne sürerdi… Demokrasi, insanların kendi özgürlüklerini kazanma sürecinde hata yapabilme hakkına sahip olması demektir.”64 

Amerika’nın ulus inşasından bir başka kastı, Ortadoğu’daki devletlerin uluslar arası sermayeye göre yapılandırılması olmuştur. 

Özellikle küreselleşmenin artması ile birlikte ekonomik ve politik ilişkilerde daha sıklaşan etkileşim, bölgesel alanlardaki ilişkilerin hızla artmasına yol açmıştır. Devletler küresel sistemin ekonomik ve politik yapısına göre sorgulanmaya başlanmışlardır. Sonuçta, küresel sistemin ekonomik ve politik yapısına uygun devlet biçimlerinin oluşturulması gereği ortaya çıkmıştır. Devlet biçimlerinin 
yeniden tanımlanması istenirken özellikle, ekonomik yönetişim sistemine uygun politik yönetişimlerin oluşturulması, faaliyet alanlarının yeniden tanımlanması gerektiği ve özelliklede bölgesel stratejilerde daha aktif rol alabilecek devlet biçimlerinin uygulanmaya konulması savunulmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi 
Taslak Metni’nde de yer aldığı gibi; bu bölgedeki ülkelere: Dünya Ticaret Örgütü’ne alınmasında kolaylık sağlanması, ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalanması, Ortadoğu’da kurulacak finans merkezlerine üye yapılması gibi uluslar arası sisteme uyum sağlamalarını öngören düzenlemeler yapılması planlanmıştır.65 

Böylece devletlerin uluslararası ekonomik sisteme göre yapılandırılmaları  sağlanmış olacaktır. 

D. Bölgede İsrail’in Güvenliğinin Sağlanması 

Birleşmiş Milletler’in Kasım 1947’de Filistin’in Yahudiler ile Filistinli Araplar arasında iki ayrı devlete taksim edilmesi kararını almasından sonra 1948’de İsrail Devleti kurulmuştur. Arapların bu kararı tanımayarak Yahudilere ve İsrail’e karşı silahlı mücadele başlatmalarıyla başlayan siyasi kaos hala sonuçlanmamış 
ve konu uluslararası bir sorun olarak çözüm beklemektedir. Bir asırdan daha uzun bir zamandır devam eden bu sorun sadece bir bölge sorunu değil 20. yüzyıldan günümüze intikal eden en önemli uluslararası sorunlardan biridir.66 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

33 Frank Gardner, “How The World Changed”, BBC News, 
    http://news.bbc.co.uk/ 
34 Zalmay Khalilzad, Ian O. Lesser (ed.), Sources of Conflict in the 21st Century Regional Futures and U.S. Strategy, Published by RAND, 1998, 
    http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR897/ 
35 Ian O. Lesser, Bruce R. Nardulli, and Lory A. Arghavan, Sources Of Conflıct In The Greater Mıddle East, Zalmay Khalilzad, Ian O. 
    Lesser(ed.). Sources of Conflict in the 21st Century Regional Futures and U.S. Strategy, Published by RAND 1998, 
    http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR897/ 
36 Lesser, Nardulli, Arghavan, “Sources Of Conflıct…”, s.180-230 
37 Bradley A. Thayer, The Pax Americana and the Middle East:U.S. Grand Strategic Interests in the Region After September 11, 
    The Begin-Sadat Center for Strategic Studies Bar-Ilan University, Middleast Security and Policy Studies No. 56 Ramat Gan, 
    December 2003 s.1-58, 
    http://www.biu.ac.il/Besa/pax.pdf 
38 Thayer, The Pax Americana…, s.40 
39 Yavuz Gökalp Yıldız, Oyun Içinde Oyun Büyük Orta Doğu, IQ Yayınları, Istanbul 2004, s. 19-20. 
40 Yavuz Gökalp Yıldız, “Ortadoğu’da Silahlanma ve Militarizm”. Sabahattin Şen (Ed.), Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, Istanbul: Bağlam 
     Yayınları,1993, s.146 
41 Şükrü S. Gürel ve G. Ergün Özlem “İkinci Petrol Krizi Sonrasında Ortadoğu Petrolleri ve OPEC”. Sabahattin Şen (Ed.), Su Sorunu, Türkiye 
     ve Ortadoğu, Istanbul: Bağlam Yayınları, 1993, s.123 
42 Yunus Çengel, “Irak Petrolü ABD’yi İhya Edermi?” Zaman Gazetesi,10 Ocak 2007 
43 Sedat Laçiner, “Irak Savaşı: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, USAK Stratejik Gündem, 
     http://www.usakgundem.com/makale.php?id=153, 13.05.2008. 
44 Laçiner,”Irak Savaşı…, par.5 
45 Anthony H. Cordesman, Middle Eastern Energy After the Iraq War: Current and Projected Trends, January 30, 2004, Center for Strategic 
    and International Studies, Washington DC, 2006 
    http://www.csis.org/media/csis/pubs/meeafteriraq[1].pdf 1- 35, Erişim:17.02.2008 
46 Cordesman, Middle Eastern Energy.., s.17-22 
47 Cordesman, Middle Eastern Energy…,s.24-30 
48 Cordesman, Middle Eastern Energy…,s.-32 
49 http://www.eia.doe.gov/oiaf/demand.html.Erişim:27.01.2006 
50 James A. Paul, “Oil Companies in Iraq: A Century of Rivalry and War”, Global Policy Forum, November 2003 
51 Can Fuat Gürlesel, “Yeni Düzenin Sihirli Anahtarı: Petrol Ekonomisinin Analizi,” kasım 2003, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SAE),
     www.turksae.com/sql_file/1085043592petrolanalizi.ppt,12.01.2007
52 Pierre Noel, ABD Ve Dünya Petrol Güvenliği, Temmuz 2004, Fransız Dış İlişkiler Enstitüsü ABD Araştırma Merkezi,(Institut Français des Relations
    Internationales),içinde, Büyük Orta Doğu Projesi Bazı Veriler, Bazı Bilgiler Ve Bazı Görüşler, Derleyen: Kerem Topuz, s.10-14 
    http://www.iksv.org/hi/genel/kg/bildiri/kerem_topuz.doc, erişim.19.09.2006
53 Noel, ABD ve Dünya...., s.12
54 Tayyar Arı, “Petrol: Amerikan Politikalarının İtici Gücü”, s.4, 
     http://www.tayyarari.com/2oill.doc, erişim: 17.09.2007 
55 Zbigniew Brzezinski, “Hegemonic quicsand”, National Interest, winter 2003/04. s.6 
56 Armağan Kuloğlu, “NATO’nun Doğu’ya Doğru Genişlemesi, Değişen NATO ve Bu Değişimde Enerjinin Rolü”, Stratejik Analiz, Cilt 5, No. 
     54, Ekim 2004, s. 56 
57 Henry Kissinger, Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Varmı?, Tayfun Evyapan (çev.), Birinci Basım, METU Press, Ankara: 2002, ss.127-130. 
58 Armağan Kuloğlu ve Fatma Elif Salkaya, “Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye”, Stratejik Analiz, Cilt 4, Sayı 48, Nisan 2004, s.25. 
59 Zbigniev Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerikanın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri, Sabah Kitapları, İstanbul: 1997, s;24 
60 Münci Kapani, Politika Bilimime Giriş, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1998, s.40 
61 Ali Bulaç, İslam ve Demokrasi (Teokrasi- Totaliterizm),, Beyan Yayınları: İstanbul 1993, s.138–139 
62 Kona, “Ortadoğu’da Güvenlik….”par.8 
63 Francis Fukuyama, Devletin İnşası, 21.Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişimi, Devrim Çetinkasap (Çev.),Remzi Kitabevi, İstanbul, 2008 s.8-9 
64 Benjamin Barber, Zorla demokratikleşilmez, Radikal Gazetesi, 02 Temmuz 2003. 
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=80051,Erişim.24.02.2008 
65 G-8 Greater Middle East Partnership Working Paper, Al-Hayat, 13 February 2004, 
     http://www.meib.org/documentfile/040213.htm 21.10.2006 
66 Dursun, “Ortadoğunun Ekonomik…” s.1245 


8. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder