12 Şubat 2020 Çarşamba

ALMANYA STRATEJİK PROJEKSİYONUNU DEĞİŞTİRİYOR

ALMANYA STRATEJİK PROJEKSİYONUNU DEĞİŞTİRİYOR





Prof.Dr.Sait Yılmaz, 
10 Şubat 2020 

Normal olarak tarihteki büyük devletlerin, krallık ya da imparatorlukların yaşam seyri şu şekilde olmuştur; 

- Sefalet ve felaketler içinde savaşlar ile büyüme, 

- Daha fazla büyüme, genişleme ve istikrar arayışı, 

- Refah ve bolluk toplumu, 

- Gittikçe halkı ve diğer ülkeleri umursamama, pervasızlık, 

- İsyanlar, savaşlar, sefalet ve felaketlere dönüş, 

- Göçler, imparatorluk bakiyesinin başka milletler içinde yaşamaya devam etmesi, imparatorluktan geriye daha küçük ama farklı bir devletin ortaya çıkması. 

Bu sıra ülkelerin kültürel kodlarına, tarihsel çizgilerine, coğrafyanın özel koşullarına göre değişebilir. Örneğin Almanya’nın 150 yıllık tarihi boyunca ürettiği refah ve bolluk toplumundan daha fazla büyümek için askeri kodlarla kendine bir hayat sahası yaratma ihtiyacına yöneldiğini görüyoruz. Bugünkü konumuz, 1890 ve 1938’den sonra üçüncü kez yeniden büyümek için stratejik bir projeksiyon aşamasına gelmiş Almanya’nın durumunu gözden geçirmek. Son bölümde Türkiye ile ilişkilerine de yer vereceğiz. 

Almanya’nın Tarihsel Çizgisi.. 

Almanya, düz bir ülkedir. Kuzeyindeki Ren nehri, ana ekonomik damarıdır. Cermen halkları komşularını yenerek tek bir devlet haline gelecek kadar askeri yönden güçlü değildi. Hayatta kalmaları ekonomik kaynaklarına ve aralarındaki koalisyonlara bağlıydı. Güçlü Prusya bürokrasisi ve askeri gücü Otto Von Bismarck’ın diplomatik dehası ile birleşince, 1871 yılında Sedan Zaferi sonrası birleşik bir Alman devleti ortaya çıktı. Bismarck, 1890’da II. Wilhelm ile otorite çatışması sonucu görevden ayrılınca yerine gelenler onun Avrupa’da güç dengesi sağlama diplomasisindeki ustalığını sürdüremedi. Almanya, emperyalizm ve 
sömürgeleştirmede Avrupa’nın diğer büyükleri ile yarışa girdi. Adolf Hitler’in faşizmi ise Alman ırkının üstünlüğü ve hayat sahası üzerine kurulmuştu. Almanya, iki dünya savaşında da Doğu’da Moskova önlerine kadar, Batıda ise Atlantik’e kadar karadan genişleme ihtiyacı hissetti. Jeopolitik açıdan Ural Dağlarına kadar ulaşma isteğinin arkasında ise dünya adasının kalpgahını ele geçirme hedefi vardı. 

 İngiltere’ye karşı 1870’lerde başlayan hegemonya yarışını İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince ve İngiltere eski gücünü kaybedince ABD kazandı. Savaş sonunda Almanya ikiye bölündü. Doğusu, stratejik derinlik ile sınır güvenliği arayan Sovyetlerin tampon ülkesi oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, İngiltere ve Fransa, Hint Çini’nden Irak’a kadar geniş bir bölgede savaşlara girişirken, Almanya hep tasarruf etti ve yatırım yaptı. 

Oynadığı barışçı rol zengin olmak için değil, yarattığı korku ve nefreti unutturmak içindi. 

Bunun ilk mükâfatı 1989’da Almanya’nın barışçı bir şekilde birleşmesi oldu. 1990’ların operasyonlarında Balkanlar veya Afganistan gibi yerlerde başka ülkelerin arkasına saklandılar. 1991 yılında Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını teşvik ederek, kanlı etnik savaşın mimarlarından biri oldular. 2012’de Libya’da da oyunun tamamen dışında kaldılar. 

Yakın zamana kadar gücüne, zenginliğine ve etkisine rağmen, Almanya’nın özellikle Doğu Avrupa’ya yönelik kaotik dış politikası, ülkenin devam eden stratejik körlüğü olarak görülüyordu. 

Bugünün Almanya’sını sonbaharda resmen başbakanlığı bırakacak olan Angela 
Merkel’in politikaları ile değerlendirmek gerekir. Son 15 yılda Almanya Başbakanı Angela Merkel, birliğin kumanda odasında, borç krizinden göçmen akımına her çözümün odağında o vardı. İç ve dış politikada gösterdiği performans, ülke içi muhalefeti de eritti. Merkel’in başarısının arkasında hem ülke içinde kendi halkına verdiği istikrar duygusu, Avrupa’da ise istikrarlı bir birlik hedefi var. Avrupa Birliği içinde var gözüken istikrar; sorunların çözüldüğü anlamına gelmiyor ve ‘yavaşça’ demek hala sorunların devam ettiği anlamına geliyor. Bu sorunların başında göçmen konusu ve Avro Bölgesi geliyor. Pragmatizm ile artık daha devam edilemez ve daha kararlı çözümler gerekiyor. Almanların Avrupa’da sağladığı istikrarın görünmeyen yüzünde; Avrupa Birliği entegrasyonunun yavaş ilerlemesi, Avrupa kuralları ve normlarını daha Alman yapmak ve dünyanın sorunlarını Almanya’dan uzak tutmak var. 

Merkel, önemli bir tarihsel misyonu tamamlıyor, ülkeyi önemli bir stratejik kavşağa getirdi ama buna geçmeden Avrupa Birliği’nin bugünkü durumu ve Almanya’nın rolü ile ilgili bir özet yapalım. 

Almanya ve Avrupa Birliği.. 

Batı Almanya, 1948’de eski gücüne dönmek için rekabet, ticaret ve ihracatı seçmişti. Avrupa Birliği’nin temelleri tarihsel düşmanlıkları bir kenara atmak ve kıtada birlik sağlamak isteyen Almanya ve Fransa tarafından atıldı. Bu birlik gerçek anlamı ile Soğuk Savaş sonrası hayata geçti ve büyüyen ekonomisi ile Almanya, hep komuta odasında oldu. Merkel’in istikrar politikası şimdiye kadar başarılı oldu; kimse Para (Avro) Birliği bölgesini terk etmedi ve birlik 2007’den beri hala genişliyor. Tek kayıp, İngiltere oldu. Finansal kriz Avrupa’da 
milliyetçiliğin dramatik yükselişine yol açtı. Ekonomik kriz, milliyetçiliği artırınca bu ülkeler AB düzenlemelerini kendi refahlarına tehdit görmeye başladılar. Düzenlemelerin ve Avro’nun arkasındaki Alman elini fark ettiler. Bu saldırgan Almanya’nın yeniden doğmakta olduğu imajı doğurdu ve Almanya’nın refahı için hayati olan serbest ticarete tepki söz konusu. 

Bugün AB derin bir kriz içinde ve pek çok ülke bu durumdan Almanya’yı suçluyor. Almanya’nın saldırgan ihracat politikaları ve kendine hizmet eden sertliği krizin köklerini ekti. Almanya’nın ikiz problemi şu; bir yandan birliği bir arada tutmak istiyor, diğer yandan birliğin yükünü üzerine almak istemiyor. Ortak para, diğer ülkelerin Alman ticaret makinesine karşı tek silahı olan devalüasyon imkânını elinden almıştı. Üstelik Avro, Mark’tan daha ucuz  olduğundan Alman ihracatı daha da güçlendi. Frankfurt’taki AB Merkez Bankası, Alman Merkez Bankası (Bundesbank) yapısı ve hedefleri içinde yönetiliyor. Almanlar, krizde işlerini kaybetmediler, savaşlardan uzaklar. Ülkenin işsizlik oranı AB ortalamasının yarısı kadar. Avrupa Birliği, bugün ekonomik bir dev olmasına rağmen, siyasi açıdan bütünleşmiş bir konumda değildir. AB’nin yakın gelecekte nasıl bir güç olacağı konusunda AB üye devletleri arasında görüş birliği bulunmamaktadır. Derin sosyal konular, ulusal kimlikler, artan göç baskısı ve fırsat eşitsizliği gibi alanlarda yeni çözümler gerekiyor. 

Tüm AB ekonomisi kötü, Alman ekonomisi bile %1 daraldı. Sınır kontrollerinin 
başlaması ile İngiliz ekonomisinin %30 daralması bekleniyor. Almanya, İngiltere’nin birlikten ayrılmasından çok memnun. İngiltere zaten birlik içinde hep sorunların parçası olmuştu. 
Şengen’e ve para birliğine girmemiş, birlikten alınıp-verilecek para hesabında hep ayrıcalıklı olmuştu. İngiltere, milliyetçilik ağır bastığı için sorunlu idi ve bu yüzden ayrıldı. Brexit ile İngilizler teorik olarak AB’den çıktılar ama müktesebattan fiilen çıkış Aralık 2020’ye kadar sürecek. Birleşik Krallık’ın ana parçalarından Kuzey İrlanda’nın AB içinde kalmak istemesi, İskoçya’nın ise bir kez daha referandum arayışı İngiltere’nin başını ağrıtmaya devam edecek. 

Fransa’yı iyi günler beklemiyor; Macron çuvalladı, Kasım’daki seçimlerde aşırı sağcı Le Pen’in iktidara gelmesi bekleniyor. 

Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerinin durumunu kısaca özetleyecek olursak; 

- İtalya, çalkantılı bir dönem geçirmesine rağmen siyasi istikrarı sağladı. İtalyanlar, Almanya ile mesafeli duruyor. 

- İspanya, ayakları üzerinde durmayı başardı. AB üzerinden Güney Amerika’ya ticareti yönlendirmeye çalışıyor. 

- Polonya, ekonomisini çok düzeltti, özellikle birliğin tarım sübvansiyonları ile ihya oldu. 

- Romanya ve Bulgaristan sürünüyor, birlikten minimal para alıyorlar. Bu arada şunu hatırlatalım; halen savaş dışında göç nedeni ile dünyada nüfusu azalan üç ülke var. 

Macaristan’ın nüfusu 9 Milyondan 5.5 Milyona, Bulgaristan’ın nüfusu 9 Milyondan 6.8 Milyona indi. Ermenistan ise 2.5 Milyondan 1.9 Milyona inmiş. 

- Orta Avrupa’nın önemsiz ülkeleri içinde en iyisi sanayisi gelişen Çekler. Macar lideri anti-demokratik bulunduğu için birlik içinde dışlanıyor. 
Macarlar da, sanki AB üyesi değilmiş gibi uluslararası ilişkilerinde bağımsız davranıyorlar. 

- Kuzeyin İskandinav ülkeleri, huzurlu, sorunlarını çözmüşler ve ekonomik 
gelişmelerini tamamlamışlar. Sorun, gecelerin uzun olması ve nüfusun artmaması. 

İngiltere, ABD’nin birlik içinde Polonya ile birlikte iki köprübaşından biri idi. ABD, 
Polonya’yı hem Ruslara hem de Almanlara karşı kullanıyor. Bu ülkede askeri varlığını artırıyor. ABD’nin AB içindeki diğer önemli dostu ise Romanya. Bulgaristan ise ABD ve AB arasında daha dengeli bir konuma geldi. 

Almanya’nın Yeni Stratejik Projeksiyonu.. 

Avrupa Birliği eliti içinde Avrupa yanlısı “merkezciler” birlik içinde açık toplumlar ve dünyaya açık olmayı savunurken, sağ ve sol kanattaki “şüpheciler” ise kapalı toplumlar ve dünyaya kapalı bir Avrupa istiyorlar. Örneğin Fransa’da Macron açık Avrupa’yı, Milliyetçi Cephe lideri Marine Le Pen ise kapalı Avrupa’yı savunuyor. Bu ayrışmanın dışında sağ-sol ve otoriter-liberal ekseni de var. Açık-kapalı ayrışması sınır güvenliği, göçmenler, ticaret engelleri gibi politikalara etki ediyor. Merkel, barışçı ve dengeci bir politikacı idi. Ancak, Almanya vites değiştiriyor, yeni bir jeopolitik oyuna karar vermiş gözüküyor. 

Önce Almanya ile ilgili son gelişmeleri özetleyelim. Alman başbakanı Merkel, 
sonbahardaki seçimler ile birlikte siyaseti bırakıyor. Merkel, yönetiminde kadınları seven ve yetiştiren biri idi. Önceki Savunma Bakanı’nı Ursula von der Leyen’i 1 Aralık 2019’da AB Komisyonu Başkanı yaptı. Merkel, Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer'i ise CDU (Hıristiyan Demokrat Parti) Genel Başkanı yaparak, kendi yerine hazırlamış oldu. 

Almanya’da Yeşiller, aşırı sağ ve sol yükseliyor; muhtemelen yeni seçimlerden 
koalisyon çıkacak. CDU’nun muhtemel koalisyon ortakları; Yeşiller, SPD (Sosyal 
Demokratlar) ve büyük bir ihtimalle Faşist Parti (AfD; Almanya İçin Seçenek Partisi) olacak. 

Merkel’in Almanyası 154 milyar Avroluk Avrupa Birliği bütçesinin %39’unu tek 
başına sağlıyor. NATO’ya katkısı da son zirvede ABD ile eşit hale getirildi. Enflasyon %4, işsizlik %3. 1 Mart 2020’den itibaren diğer ülkelerden tekrar yabancı işçi almaya başlıyor. 

Özellikle sağlık personeli, doktor, gastronomi ve diğer sertifikalı işlerden çalışan alınacak. D1 seviyesinde Almanca bilgisi aranıyor. 

Bir ülkenin niyetini öncelikle istihbarat gayretlerinin yönünden, daha sonra büyüme projelerinden ve ilişkilerinin gelişme istikametinden anlayabiliriz. Biz de bu emareleri not ediyoruz. 

Almanya’nın gücü diğer ülkelerin Almanya’ya pazarlarını açma isteği ve yeteneğine bağlıdır. Pazarlara giremezse Alman gücü bölünür. Avrupa Birliği’ni kuran ve hala savunan finans lobisi ve ekonomi sektörüdür yani AB bir vatandaş hareketi değildir. Avrupa Birliği bir vatandaş projesi olmaktan çok finans ve iş dünyası için bir ortak pazar çeşididir. Halkların beklentilerini dikkate almadan, ekonomik krizlere Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı enjeksiyonlar ile çare bulmak sorunları çözmüyor. Avrupa halkları kaynıyor, birlik dağılabilir 
ancak tartışmalar hala yalnız hükümetler arası düzeyde kalıyor. Almanya ise yeni bir stratejik projeksiyon ile üç kademeli bir açılım peşinde gözüküyor. Jeopolitik olarak Doğu Avrupa’dan sonra üç bölgede daha etki sahası kurmak istiyorlar; 

(1) Balkanlar. 

(2) Orta Doğu. 

(3) Orta Asya. 

 Almanlar; Balkanlarda Çin, Rusya Türkiye’nin etkisinin her geçen gün artmasını 
önlemek istiyor. Doğu Avrupa’dan sonra Balkanları da ekonomik arka bahçesi haline getirmeyi planlıyor. Almanya, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde Bosna-Hersek, Karadağ, Sırbistan ve Makedonya’nın birliğe alınmasına olumlu bakıyor ama bir türlü yıldızının barışmadığı Arnavutluk’u istemiyor. 

 Almanya, Orta Doğu’da kartların yeniden dağıtılacağı bir döneme gelindiğini 
hesaplıyor ve bu sefer İngiliz ve Fransızlara karşı daha sağlam bir konum edinmek istiyorlar. Bu yüzden, İsrail hariç her ülkede söz sahibi olmak istiyorlar. Alman istihbaratı bu yönde operasyonlar için nüfuz etme çalışmalarına hız vermiş durumda. Örneğin Mısır’daki muhalefetin arkasında Alman BND var. Yeni fabrikalar ile Balkan ve Orta Doğu pazarını kontrol etmek istiyorlar. Manisa’da kurulmak istenen Volkswagen fabrikası bir örnek. Bu fabrika ile ilgili gelişmelere aşağıda değineceğiz. 

Almanya, asıl Doğu’ya açılma stratejisi izliyor. Büyük Avrasya Projesi’nde 
Almanların İç Moğolistan’da Çin’e karşı ayaklandırma görevi aldığını söylemiştik. Orta Asya’da ekonomik olarak etkili olmak, Çin’i karşılamak istiyorlar. Korona virüsü nedeni ile Çin ekonomisi büyük darbe yedi ve Batının Çin’e ticaret savaşı açmasına gerek kalmadı. Çin’in 10-15 sene toparlanamayacağı hesapları yapılıyor. Almanya, Çin’e karşı kendi yapacağı Kuşak Yol ile Orta Asya’ya girmek, Çin’e bile mal satmak istiyor. Diğer bir amaç ucuz iş gücüne ulaşmak, ucuza üretmek. Pilot seçilen ülkelerden ilki Azerbaycan, diğeri Türkmenistan. Son on yıllarda Türkmen kadınlarla evlenen Alman erkeği sayısında önemli bir 
artış var. Türklüğünü hatırlayan Macaristan da Almanları peşinden Orta Asya’ya gitme planları yapıyor. Almanya, doğal gaz ihtiyacı nedeni ile bağımlılık sürdükçe, Rusya’ya mahkûm olduğunu biliyor. Bu yüzden, Alman Kuşak Yolu Türkiye üzerinden geçecek, ironik olarak Çinlilerin yaptığı Marmaray’ı da kullanacak. 

Almanya & Türkiye İlişkileri.. 

   Almanlar, Tarihi olarak kendilerine petrol nedeni ile Orta Doğu’yu stratejik hedef seçmişti. Osmanlı ile dostluğunun arkasında yatan neden buydu. İkinci Dünya Savaşı’nda sonuçta Orta Doğu petrolüne el konulacaktı. 1986 yılında Almanlar, Türkiye’deki BND varlığını artırmak için bir anlaşma yaptılar. Sözde Orta Doğu’yu takip edeceklerdi ama anlaşıldı ki bizi takip ediyorlarmış. Türkiye içine sızması 1990’larda zirve yaptı ama iki Almanya birleşince mali zorluklar nedeni ile önceliklerini değiştirdiler. Almanya’nın stratejik önceliği hala Avrupa’da istikrar yani bir savaş olmaması. Bu yüzden, Avrupa Birliği’nin 
sorunsuz yürümesi çok önemli ve Yunanistan’ı bile başıboş bırakmadılar. Almanya ekonomi üzerinde yürüyen ihracata dayalı bir ülke ve bırakın savaşı kriz bile istemiyor. Bu, göç politikalarına ve Rusya ile ilişkileri de yansıyor. 

    Merkel, her ne kadar Çipras’ı şahsen sevdiği için Yunan borçlarına yardım etse de, üretim ekonomisi olmayan Yunanistan’ın iki yakasının bir araya gelmesi mümkün değil. Üstelik Yunanistan’ın hala İkinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak tazminat istemesi Almanları kızdırıyor. Özetle, Almanlar bizi pek sevmez; ama Yunanlıları hiç sevmez, Yunanlılar da İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelerini işgal ettiği için onları hiç sevmez. Almanlar, benzer şekilde İsrail’i de hiç sevmiyorlar. Bu Doğu Akdeniz politikalarına da etki ediyor. 

Almanlar, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’nin tarafında çünkü karşı tarafta ABD, İngiltere ve Fransa var. Petrol şirketleri olmayan Almanlar, Yunanistan ve Kıbrıs ile birlikte Fransa’nın Doğu Akdeniz’de dengeyi bozmasını ve tamamen parsellemesini istemiyor. Doğu Akdeniz’de hegemonya istemeyen Almanya, Türkiye’ye yakın duruyor. Benzer nedenler ile Libya’da da aynı taraftayız. 

Fransa’ya gelince; Fransızlar hep Yunan dostu oldular, Yunanistan’ın hak etmediği halde birliğe girmesini Mitterand sağlamıştı. PKK ise onlar için hep bir manivela oldu. Fransa’nın Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a bu kadar yakın olmasının nedeni ise Fransız Total’in alacağı ihaleler. Yunanistan, Türkiye’ye karşı İtalya’yı yanına çekmek istedi ise de başaramadı. 

 Almanlar, Türkiye’nin özellikle Balkanlardaki gidişatının bir an önce önünü almak istiyor ve sadece Balkanlar’da değil tüm Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da yakın takipteler. Merkel, aslında ne Türkiye’yi ne de Almanya’daki Türkleri seviyor ama Türkiye ile ters düşmek de istemiyor. Savunma bakanları genellikle gaf yapar, sonbaharda başbakan olması beklenen Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer de gaf yaptı ve Türkiye’nin Suriye’nin bir kısmını ilhak ettiğini söyledi. Karreenbaur’in Suriye politikamızı beğenmediği kesin. 

 Almanlar, tarih boyunca müstemleke ülkesi olmamış, yabancılarla geçinmeyi 
bilmediği için pek sevmiyorlar. Polonyalıları asimile etmişler. Türkleri asimile edemediler ama sindirdiler. Türkler, Almanları dost olarak görmek istiyor. Almanya’da 3.2 milyon Türk, 800 bin kadar da Kürt kökenli var. Almanlar, PKK ile de sorun yaşamak istemiyor. Öte yandan, Alman politika sahnesine çok iyi sızan Kürtler etkili olabiliyor. 

 Almanya, referandum başarısızlığı sonrası Irak’ın kuzeyinde Barzani’yi 
desteklemekten vazgeçti. Bunda Türkiye’nin Irak’taki merkezi hükümet ile yakınlaşması da etkili oldu. Irak’ta Barzani’nin yaptığı başarısız referandum sonrası Batılılar, Barzani ve PKK’dan paralı askerden başka bir şey olmayacağını gördüler ve Türkiye’yi kaybetmek istemediler. Bu olaydan sonra Irak’tan çekilip tamamen Suriye’ye odaklandılar. Suriye’de Esat’ın kendi ülkesinin lideri olmasını kabul etmeye hazırlar. 

 Her şeye rağmen, Almanya-Türkiye ilişkileri son dönemde gelişme trendindedir. Bunun nedeni, Türkiye’nin başarısı değil, Almanya’nın çıkarları. Çevre kirliliğine yol açtığı nedeni ile dizel arabaların 2015’den itibaren Almanya’da satışı yasaklandı ama talep çok olduğu için başka bir dizel araç üretim ülkesi olarak Türkiye seçildi. Manisa’da açılacak Volkswagen fabrikasında yılda 400 bin araç üretilmesi ve bunların Balkan, Türkiye ve Orta 
Doğu pazarına satılmasını planlıyorlar. Türkiye’nin her yıl 80 bin aracı devlet ihtiyacı olarak alma garantisi verdiği söyleniyor. Volkswagen yanında 900 kadar ara mal üretici firmanın istihdam yaratacağı, yan sanayi ile birlikte 200 bin kişilik istihdam ortaya çıkması bekleniyor. 

Zaten Türkiye’de Mercedes, Bosch, Siemens gibi önemli Alman markalarının fabrikaları var. 

Türkiye’nin Almanya politikası bir takım kozlar üzerinden yürüyor; 

(1) Suriyeli ve diğer göçmenlere Avrupa kapılarının açılması. 

(2) Enerji hatları (Ukrayna’dan gelecek Türk Akımı ve diğer hatlar). 

(3) Almanya’nın Doğu’ya uzanacak kuşağının Türkiye’yi kat etmesi. 

(4) Almanya’nın Türk dünyasına (Orta Asya) artan ilgisi ve Türkiye’nin rolü. 

(5) Manisa’daki Volkswagen Fabrikası.  

İki ülke arasında dostluğu zedeleyen en son gelişme, İncirlik Üssü’ndeki Alman 
askerlerinin çekilmesi olmuştu. Hatırlatalım, İncirlik bir NATO üssü değil, ikili anlaşma gereği ABD’de askeri varlığı burada olmaya devam ediyor. İncirlik’e geçmiş yıllarda ABD dışında iki ülkenin daha asker göndermesine izin verdik; Almanya ve Suudi Arabistan. Ancak, Alman senatörler burayı teftişe gelmek isteyince kabul etmedik ve Almanlar, Amman’a gitmek zorunda kaldı. Almanların, yakın zaman sonra geri gelecekleri konuşuluyor. 

Unutmadan, dostumuz (!) Suudiler hala İncirlikte. 

 Sonuç.. 

 Avrupa Birliği içinde, Almanya dışında tüm üye ülkeler mutsuz ama aynı umutsuz yolda gidiyorlar. Almanya daha fazla iç popülizm ve dış aktivizm arasında bir yol ayırımında, bu konuda verilecek karar Almanya’nın da geleceğini belirleyecek. Almanya, yeni pazarlar peşinde jeo-ekonomik hayat sahasını Balkanlar ve Orta Doğu’dan Çin’e kadar uzatacak bir projeksiyon peşinde. 

Bu Coğrafyalarda İngilizler ve Fransızlar ile aynı cephede değiller. 

İngiltere, ABD ile stratejik ortaklığındaki özel konumunu Fransa’ya kaptırdı. Yalnız kalan İngiltere’nin yeni stratejik ortak listesinde Türkiye de var. Ancak, İngilizlerin Azerbaycan’da darbe yapmaktan başlayarak, Orta Asya’ya ilişkin başka planları var. Türkiye ise başka ülkelerin Türk Dünyasına ilişkin projeksiyonları gelişirken ilgisini başka yerlere vermiş durumda. 

Avrasya’da jeopolitik kırılma noktalarının yaklaştığı bir döneme hazırlıklı olmalıyız yoksa seyirci kalmaktan ya da başkalarının oyununun bir parçası olmaktan öteye gidemeyiz. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder