15 Şubat 2020 Cumartesi

Türkiye’de Kentleşme ve Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 1

Türkiye’de Kentleşme ve  Kentleşme Politikaları, BÖLÜM 1


Ahmet Mithat KİZİROĞLU 
Maltepe Üniversitesi, MYO, Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü 
ahmetkiziroglu@maltepe.edu.tr 

Özet 

Kentleşme, kent sayısı ve kentlerde yaşayan nüfusun arttıran, toplumda 
örgütlenme, iş bölümü, uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde 
değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Türkiye, yaşam koşulları 
yönünden imkân sağlama endişelerinin sonucu olarak ortaya çıkan kentleşme 
ile 1950’li yıllardan sonra tanışmıştır. Türkiye’de kentleşme politikasını 
belirleyen makam Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmakla birlikte, esas rolü 
belediyeler oynamaktadır. Türkiye’nin kentleşme politikaları Beş Yıllık 
Kalkınma Planlarıyla belirlenmekte, ancak bu planlar uygulanamadığı için, 
dengesiz bir kentleşme süreci yaşanmakta, nüfus belirli bazı bölge ve büyük 
kentlerde aşırı yoğunlaşmakta ve gelişmiş toplumlarda yaşanan kentleşmeden 
farklı bir şekilde gerçekleşmektedir. 

1. GİRİŞ 

Kentlerin nasıl ortaya çıktığı konusunda üzerinde anlaşılan ortak bir görüş 
bulunmamakla birlikte, insan topluluklarının nüfuslarının artmasıyla 
beraber bir araya gelerek yaşamaya başlamaları sonucunda meydana gelen 
birlikteliklerin ortak yaşam alanları oluşturduğu ve bu ortak yaşam alanlarının 
da tarihte bilinen ilk kentleri ortaya çıkardığı kabul edilmektedir. Farklı 
bilim dallarına mensup bilim adamları tarafından değişik biçimlerde tanımlanmasına karşın, kentlerin tarihin her dönemdeki ortak karakteri alanda(mekanda) yoğunlaşma ve birikme olmuştur (Richardson, 1978: 5-8). 

Günümüzden birkaç bin yıl önce Akdeniz-Ortadoğu havzasında toprağı 
ekip biçmeye başlayan insan göçebelikten ve ilkellikten kurtularak yerleşik 
düzene geçmiş, önceleri küçük gruplar halinde yaşayan insanlar zamanla 
büyük topluluklar haline gelerek kentleri kurmuş, zaman içinde değişen ve 
gelişen kentler de uygarlığın gelişmesini sağlamıştır. 

Kentler işbirliği ihtiyacının sonucunda doğmuş, kent dışında ortaya çıkan 
ve kenti meydana getiren katı, etkili ve acımasız genel kurallar, eski 
adetlerin yerini almış ve bu arada çalışma kavramı da diğer faaliyetlerden 
ayrılmıştır (Mumford, 1961: 41-47). 

Kentlerin ortaya çıkışındaki ana nedenin ekonomik olduğu görülmektedir. 
Kentlerin doğuşuyla birlikte, mesleki ayrışma ve uzmanlaşma ortaya çıkmış, karşılıklı yardımlaşan ailelerin oluşturduğu bir topluluk olan köyden farklı olarak ilk kentler, egemen bir azınlığın ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlenmiş ve bir sınıfın yönettiği toplumlar olmuştur (Mumford, 1961: 54). 

Kent tanımı, değişik bilim dalları tarafından demografi k, işlevsel, ekonomik, 
toplumbilim ve yönetim ölçütlerine göre farklı şekillerde yapılmakta 
(Özer, 2004: 2-4). ve her kentin kendine özgü bir takım özellikleri olmasına 
karşın, işlev ve şekilleri bakımından kentlerin genel olarak birbirine benzediği 
görülmektedir (Harris and Ulmann, 2002: 55-56). 

sanayi devrimi ile birlikte yaşanan büyük değişim ve dönüşüme kaynak-
lık eden kentlerin tanımlanmasında, 16. yüzyıldan itibaren nüfusun ve etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını yansıtan fiziksel özellikler öne çıkmış (Goodall, 1972: 19-21) ve kentler dar anlamıyla, nüfus yoğunlukları 
diğerlerine göre çok daha fazla olan yerleşim yerleri olarak tanımlanmaya 
başlanmıştır (Mills, 1972: 2-4). 

Kentler toplumsal gelişme içinde bulunan, toplumun yerleşme, barınma, 
çalışma, dinlenme, eğlenme gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, tarımsal uğraşılarda 
bulunanların az olduğu ve köylere göre nüfusu daha fazla olan yerleşme 
birimleridir. 

Ekonomik, sosyal ve kültürel her türlü etkinliğin gerçekleştirildiği yerleşim 
birimleri olan kentler günümüzde üretim, ticaret ve ulaşım faaliyetlerinin 
yürütüldüğü merkezler haline gelmiştir. 

Günümüzde dünya nüfusunun çoğunluğu kentlerde yaşamakta ve kentlerin 
nüfusu hızla artmaktadır. Ülkelere göre farklılık gösteren kentleşme 
trendinin ise son 20-30 yılda en büyük değerine ulaştığı görülmektedir 
(OECD, 2012; p-8). 

Ülkelerin ve dünyanın gelecek ve kaderinin belirlendiği modern kentler, 
yüksek derecede uzmanlaşmış veya çeşitlenmiş olup özellikle değişik hizmetleri 
sunmak üzere daha çok kendi nüfusları için üretim yapan mekânlar 
durumuna gelmiştir (Hatt and Reiss, 2002: 30). 

2. KENTLEŞME KAVRAMI 

2.1. Kentleşmenin Tanımı 

Belirli bir yerleşim bölgesinde nüfusun aşırı artması sonucunda ortaya 
çıkan kentleşme, sanayileşme ve modernleşme sürecinin bir sonucu olup, 
toplumsal yaşamda meydana gelen yapısal bir dönüşümü ifade etmektedir 
(Ertürk ve Sam, 2009: 11-13). Kentleşme dar anlamıyla; kent sayısının ve 
kentlerde yaşayan nüfusun artması, geniş anlamıyla ise; kentleri büyüten ve 
sayısını arttıran, toplumda örgütlenme, işbölümü, uzmanlaşma yaratan, insan 
davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus 
birikimi sürecidir (Keleş, 2008: 25-26). 

Kentleşmenin ana özelliği, dinamik bir süreç olması, demografi k değişimi 
içeren ekonomik özellikli bir olay olması, insan ilişki ve davranışlarında 
değişikliklere yol açması ve örgütlü bir yönetim sürecini içermesidir. Kentleşme, 
nüfusun tarım dışı alanlara, sanayi ve karmaşık iş örgütlerinin bulunduğu 
kentlere akması sonucunda ortaya çıkan (Bilgili, 2006: 34), neden ve 
sonuç olma özelliği bulunan iki yönlü sosyal bir olaydır. 

Sanayi devrimi, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kırsal alanlarda 
yaşayan insanların iş ve diğer imkânların daha fazla olduğu kentlere göç 
etmelerine, bu mekânlarda nüfusun doğal artış oranının üzerinde artmasına 
ve hızlı kentleşmeye neden olmuştur. (Kutlu, 1986: 210) Sanayi devrimi 
fabrikaların kurulmasını, yeni iş alanlarının ortaya çıkmasını sağladığı ve 
kentlerde ilave işgücüne olan ihtiyacı arttırdığı için, kırsal alanlarda tarımla 
uğraşan insanları kentlere yöneltmiştir (Türkdoğan, 1988: 104-105). 

Ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel boyutları bulunan kentlileşme sürecinin 
sonunda ise, kent kültürüne sahip olan kentli insan tipi ortaya çıkmıştır 
(Bal, 2003: 8-10). 20. yüzyılın en önemli ayırt edici özelliklerinden birisi 
olan ve her ülkeyi farklı şekilde etkileyen kentleşme süreci sonucunda, dünyanın her yerinde mega kentler ortaya çıkmasına karşın, düzenli bir kentleşme olgusundan bahsetmek ise pek mümkün olamamaktadır. 

2.2. Kentleşmeyi Etkileyen Faktörler 

Kentleşmeyi etkileyen faktörler, itici, çekici, iletici nedenler ve göç olgusu ile açıklanabilir. 

İtici Nedenler (Ekonomik Nedenler); insanların içinde yaşadıkları 
şartları dayanılmaz hale getiren veya rahatsız eden nedenlerdir. Bu nedenler 
genel olarak; kırsal alanlarda görülen zor yaşam şartları, topraksızlık, 
toprağın düşük verimi, tabii afet ve doğa olaylardan daha fazla etkilenme, 
gelir eksikliği, sınırlı iş, eğitim, sağlık imkanları, konut ve alt yapı (yol, su, 
elektrik vb.) eksiklikleri, yoksulluk, kıtlık ve terör olaylarıdır. İçinde bir zorunluluk durumunu bulunduran bu nedenler, ekonomik nedenler olarak da 
adlandırılmaktadır. 

Çekici Nedenler (Sosyo-Psikolojik Nedenler); itici nedenlerin karşıtı 
olan ve insanları kent hayatına çeken nedenlerdir. Bu nedenler; köy ile kent 
arasındaki yaşam şart ve standartlarının farklılığından kaynaklanmaktadır. 
Kentlerdeki iş imkânları, yüksek ücretler, yükselme imkânları, kentlerin 
sunduğu kolaylıklar (yol, su, elektrik, iletişim v.b.) eğitim, sağlık, konut ve 
kamu hizmetlerinin bol oluşu ve daha renkli bir sosyal yaşamdır. İnsanlar 
kentte elde edeceği gelirin daha fazla olma ihtimal ve umudu ile köyden 
kente göç etmekte, ortaya çıkan göç olgusu paralelinde kentleşme süreci yaşanmaktadır (Yıldırım, 2004: 21). 

İletici Nedenler (Siyasal ve Teknolojik Nedenler); insanların kentlere 
yönelmesine aracılık yaparak kentleşme sürecini hızlandıran nedenlerdir. 
Bu nedenler; sanayi devriminin getirdiği yenilikler, tarımda egemen olan 
şartlar, siyasi kararlar, yönetim yapısının özellikleri, hukuk kurumları, uluslararası ilişkiler, savaşlar, siyasi anlaşmazlıklar, gezme, yerleşme ve ticaret 
özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar, hukuki kurallar ile iletişim ve ulaşım 
imkânlarıdır (Keleş, 2008: 33-37). 

Göç Olgusu; göç coğrafi mekân değiştirme sürecinin sosyal, ekonomik, 
kültürel ve siyasi boyutlarıyla toplum yapısını değiştiren bir nüfus hareketi 
olup (Özer, 2004; 11-14) insanların gelecekte hayatlarının tamamı veya bir 
parçasını geçirmek üzere bir yerden başka bir yere yerleşmek kaydıyla yaptıkları coğrafi yer değiştirme hareketidir (Akkayan, 1979: 20). 

Göç, ülkelerin veya daha küçük insan toplulukların nüfusunun yaş, cinsiyet 
ve işgücü yapısını göç alan ve veren yerler açısından birbirine zıt şekilde 
değiştirmektedir. Genellikle kırsal alanların iticiliği, kentlerin çekiciliği 
paralelinde gerçekleşen kentleşme, göçlerin doğal bir sonucu olarak ortaya 
çıkmakta, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen göç toplumsal kurumları, kültürel değerleri, benlik ve kimlik yapılarını da dönüştürmektedir (Akşit, 1998: 31). 

Göç, ekonomik imkânlara göre nüfusun coğrafi dağılımın ayarladığı için, 
toplumda denge kurulmasını sağlayan gerekli ve insanların yetenek ve uzmanlıklarından faydalanmayı mümkün kılan bir mekanizmadır (Murat, 2006: 350-51). Göç kişilerin yeni yerlere giderek yararlanabilecekleri fırsatların sayısını arttırırken, mesleki ve sosyal hareketlilik de sağlamaktadır (Tekeli, 1998: 12). 

Sağladığı yararlarının yanı sıra göç, uzun vadede bir yerdeki nüfusun 
aktif kısmının gitmesi ve gelişme hızının düşmesi sorununu da beraberin
de getirmektedir. Göç konusundaki diğer sorunlar ise nüfusun bağımlılık 
oranlarının artması, kırsal alanlarda yaş bileşiminin yükselmesi, üretimin 
veriminin düşmesi (Serter, 1994: 53) göç eden kişilerin yeni yaşam yerleri ve 
koşullarına uyum sağlamasıdır (Tekeli, 1998: 16-17). 

Göçün göç alan yerler bakımından en önemli etkisi, yerleşim alanları ile 
nüfusun büyümesi ve niteliğinin değişmesi, göç veren yerler açısından ise, 
toplumsal katmanın verimli tabakası olan emek potansiyelini alıp götürmesidir. 
Göçler daha çok gelişmekte olan ve hızlı kentleşen ülkelerde görülmekte, 
bu ülkelerde imkânların daha fazla olduğu kentlere doğru hızlı göç 
yaşanmaktadır. 

3. TÜRKİYE’NİN KENTLEŞMESİ 

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti  Devleti’nin ekonomik sistemini belirlemeye yönelik olarak İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresinde (1923) benimsenen bayındırlık yatırımlarının ve ulaşım imkânlarının arttırılması ilkeleri, Türkiye’de kentleşmeyi hızlandıran ilk etkenler olarak kabul edilebilir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 34). 

Türkiye’nin kentleşme ile tanışması 1950’li yıllardan sonra kırsal alanlardan 
kentlere göçlerin başlaması ile olmuştur. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, başta Ankara olmak üzere kentlerin düzenli gelişimine önem verilmiş, kentlerde yaşayanlara kamu yararının önceliği benimsetilmeye çalışılmış, 1937 tarihli “İdeal Cumhuriyet Köyü” projesi ile köylerin bile planlı olması için çeşitli düşünceler üretilmiştir ve birçok plan yapılmıştır. 

Çok partili döneme geçildikten sonra ise kamu hizmeti götürmek amacıyla, 
kırsal alanlara yönelik bayındırlık yatırımlarının yapılmaya başlanması 
kentleşmeyi tetiklemiştir. Bu dönemde kırsal kesimin içinde bulunduğu toplumsal ve ekonomik koşullar ile toprak ve gelir dağılımındaki dengesizlikler 
köyden kopmaları hızlandırmıştır (Yeter, 2008: 245-246). 

Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasi gelişme ile birlikte ilerleyen kentleşme, 
1950’li yıllardan sonra hızlanmış (Ekin, 1986: 79), kısmen gelişmiş, 
kısmen de gelişmekte olan ülkelerdekine benzemekle birlikte, Türkiye’ye 
özgü birçok sorunu da içinde barındıran bir kentleşme olmuştur. 


3.1. Türkiye’de Kentleşmeyi Etkileyen Faktörler 

Türkiye’de kentleşmeyi etkileyen nedenler üzerinde genel olarak bir görüş 
birliği bulunmamakla birlikte, kentleşmeyi etkileyen iç faktörler; demografik 
nedenler, tarımsal yapının değişmesi, dış faktörler ise; ekonomik, toplumsal, siyasi ve uluslararası nedenler şeklinde ifade edilebilir (Özer, 2004: 50). 

Bir grup düşünür Türkiye’deki kentleşmeyi itici, çekici ve iletici güçlerin 
etkisi altında oluşan, gelişen ve değişen bir nüfus hareketi olarak nitelendirmektedir. 

Aksi görüşü savunanlar ise, kırsal alanda yaşanan değişimlere, kentlere gelen grupların nerelerde yerleştiğine ve kurdukları yaşam biçimlerine bakılması gerektiğini ifade etmektedir (Tekeli, 2008: 50-53). 

Türkiye’de nüfusun kentlere akmasında kentlerin çekiciliğinden çok, kırsal 
alanlardaki olumsuz yaşam şartlarının (itici nedenler) belirleyici olduğu 
görülmektedir (Bal, 1999: 52). Türkiye’de kentleşme, kırsal alanlardaki ekonomik durumun bozulması ve kentli nüfusun 1950’li yıllardan itibaren hızlı 
bir şeklide artması sonucunda gerçekleşmiştir. Tarımın makineleşmesi köylerden belirli büyük kentlere doğru iç göçü başlatmış, nüfusun bu kentlere 
yönelmesi aşırı ve dengesiz bir kentleşmeye neden olmuştur (Vergin, 1986: 
28-30). Tarım arazilerin parçalanarak verimsizleşmesi, makineleşmenin 
önemli oranda iş gücünü açığa çıkarması, işsizlik, kişi başına düşen gelirin 
düşüklüğü, eğitim, sağlık ve alt yapı eksiklikleri, terörün yarattığı güvensiz 
ortam gibi nedenler de kırsal alanlardan kente göçü zorlamış ve hızlandırmıştır. 


Sanayi kuruluşları bulundukları kentlerde iş imkânı ve emeğe olan talebi 
arttırdığı için, nüfus kırsal alanlardan kentlere doğru akmış, sanayileşmeye 
dayanmayan hızlı kentleşme ise köylerdeki gizli işsizliği kentlere taşımıştır 
(Keleş, 2008: 74-78). Türkiye’de ekonomik kaynak ve uzun vadeli nüfus 
projeksiyonlarına dayanan kentleşme politikaları ve planları bulunmasına 
rağmen uygulanamamış ve kentlerin sanayileşme hızı, tarımın modernleşme 
hızından daha yavaş olduğu için, genel olarak sahte kentleşme gerçekleşmiştir 
(Kıray, 1999: 131-134). 


3.2. Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri 

Kentleşmenin özellikleri belirlenirken kentleşme düzeyi, nitelikleri ve hızı 
gibi bazı ölçütler kullanılmaktadır (Özer, 2004: 61-67). Türkiye’de toplumu 
kentleşmeye iten ana unsur tarımın yapısındaki değişimdir. Kırsal nüfusun 
kentlere doğru hızla akması şeklindeki kentleşme süreci kent ekonomilerinde 
birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en önemlisi, kırsal 
alanlar ile kentler arasında nüfus ve gelir açısından eşitsizliktir. Nüfusun 
bazı büyük kentlerde yoğunlaşması ise bu kentlerde yoksulluğu arttırmıştır 
(Doğan ve Arslan, 2004: 234-236). Türkiye’de kentleşme dengesiz, ekonomik 
kalkınma ürünü olmayan ve sorun yaratan bir kentleşme olup, işlevsel 
değişim yaratmayan, çevreyi kalkınma sürecine sokamayan, toplumsal ve 
kültürel değişim yaratmayan bir kentleşme olarak yaşanmaktadır (Keleş, 
1974: 53). 

Türkiye’de kentleşme, yaşam koşulları yönünden imkân sağlama endişesinin 
sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Kırsal alanların iticiliğinin kentleşmede 
baskın etken oluşu, kentleşmenin ekonomide meydana gelen gelişme 
sonucunda olmadığını göstermektedir. Türkiye’de kentleşmenin demografik 
yönü ağır basmakta ve kırsal alanlar ile kentler ekonomik olarak da bütünleşmemekte dirler. 

Sanayide çalışan işgücünde önemli bir artış olmadığı, kentlerdeki iş olanaklarını 
aşan hızda nüfus büyümesi söz konusu olduğu için, Türkiye’deki kentleşme sanayileşmemiş ülkelerdeki kentleşmeye benzemektedir. Düzensiz ve ekonomik büyümeyle paralel olmayan kentleşme, kamu hizmetlerinin ve yatırımların yetersiz kalmasına, kentlerde örgütlenme yokluğuna, açık işsizliğe ve barınma sorunlarına neden olmaktadır (Özek, 1974: 53-57). 

Büyük kentlerimizin çoğu sağlıksız yapılaşma, konut, ulaşım, içme suyu, 
kanalizasyon, hava kirliliği, yeşil alanların azlığı, okul, eğitim ve kültürel 
imkânların yetersizliği gibi birçok önemli sorunla karşı karşıya bulunmakta-
dır (Özer, 2004: 67-82). Türkiye’de kentleşme hareketinin en önemli özelliği, 
ekonomik gelişme ve kalkınma hızının, kentleşme hızından daha düşük olması, 
köylerden kentlere göç edenler içinde açık ve gizli işsizler ile kayıt dışı 
sektörlerde çalışanların sayısının çok fazla olmasıdır (Sezal, 1992: 78). 

Türkiye, gelişmiş ülkelerde 100-150 yıl gibi bir zaman diliminde yaşanan 
kentleşme sürecini, birkaç on yıl gibi kısa bir sürede yaşamaya çalıştığı için 
birçok sorunla karşılaşmaktadır (Tekeli, 2008: 49). Türkiye’deki kentleşme 
hareketi genel olarak demografik bir kentleşme olup (Keleş, 2008: 61-64), 
hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. 

4. TÜRKİYE’DE KENTLEŞME POLİTİKALARI 

Kentleşme politikası, devletlerin ve onları yöneten hükümetlerin kentleşmeyi 
düzenli ve dengeli bir şekilde ülke sathına yaymayı amaçlayan, ülke  toprakları nın verimli ve sağlıklı bir biçimde düzenlenmesini hedefleyen merkezi politikaları olarak tanımlanabilir. Kalkınmaya çalışan ülkeler için önemli olan kentleşme politikası, nüfus, eğitim, sanayi, ulaştırma ve bayındırlık politikaları ile yakın ilişki içinde olup, bu politikalarla birlikte insanların yaşamlarını biçimlendirerek sağlıklı ve uygar yerleşim yerlerine sahip olmalarını sağlamaktadır. 

Bir ülkenin nüfus artış hızı ile iç ve dış göçleri yönlendiren, sanayi ve ticaret 
merkezlerinin şehir ve bölgelere gerçekçi bir şekilde dağılımını sağlamada 
önemli rolü bulunan kentleşme politikası ile bir yandan nüfusun baskısı 
azaltılırken, diğer yandan nüfus dinamik bir güç olarak kontrol edilmektedir. 
Başarılı bir kentleşme politikası ile eğitim, iş, sanayi, kültür, resmi/özel 
tesis ve konutlar arasında belli bir uyum sağlandığı için, zaman ve enerji 
tasarrufu sağlanarak ülke toprak ve kaynaklarının daha verimli şekilde kullanılması da mümkün olabilmektedir. 

Türkiye’de kentleşme politikasını belirleyen makam günümüzde Çevre 
ve Şehircilik Bakanlığı (önceleri Bayındırlık ve İskân Bakanlığı) olmasına 
karşın, esas rolü imar planlarının uygulanması, yeni alanların imara açılmasını 
ve düzenlenmesi görevlerini yürüten belediyeler oynamakta, kentler 
çoğunlukla belediyelerin tasarrufunda şekillenmektedir. Türkiye’de kent 
planlaması ve kentleşme konusundaki yasal düzenlemeler incelendiğinde; 

1923–1928 yılları arasında kent planlaması konusunda yasal herhangi bir 
düzenlemenin yapılmadığı ve imar planlarının bulunmadığı, 

1930 yılında çıkarılan “1930 Sayılı Belediyeler Kanunu” ile bu eksikliğin 
giderildiği ve imar planlarının zorunlu hale getirilerek, yapı işlemlerinde bu 
planlara uyulmasının şart koşulduğu, 

1933 yılında “Belediye Yapı Yolları Kanunu”, 1956 yılında “6785 Sayılı 
İmar Kanunu”’nun yürürlüğe girmesi ile beraber imar konusundaki diğer 
yasal düzenlemelerin oluşturulduğu, 

Son olarak da “3194 sayılı İmar Kanunu” ile düzenleme yapılarak yapı 
mevzuatının daha katı hükümlere bağlandığı görülmektedir. 

İmar planları ile insan, aile ve toplum hayatını ilgilendiren, fi ziki çevrenin 
düzenlenmesinin yanı sıra, yapılan ve yapılacak olan yatırımların verimini 
artırmak, toprağı korumak ve toprağın rasyonel olarak dağılımını sağlamak 
gibi amaçlara ulaşılması da sağlanmaktadır. 

Kentleşme politikası açısından 1982 Anayasası’ndaki yasal düzenlemelere 
bakıldığında; 

Herkesin yerleşme ve seyahat hürriyetine sahip olduğu, yerleşme hürriyetinin; 
suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amaçlarıyla, seyahat hürriyetinin ise suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amaçlarıyla sınırlandırılabileceği (T.C Anayasası Madde 23), 

Herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesinin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu ( T.C. Anayasası Madde 56), 

Devletin şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama 
çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alacağı, ayrıca toplu 
konut teşebbüslerini destekleyeceğinin (T.C. Anayasası Madde 57) belirtildiği 
görülmektedir. 

Bu hükümler; sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek, herkesin 
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasını sağlamak, çevrenin geliştirilmesi, 
çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesi ile şehirlerin özelliklerini gözeten 
bir planlamanın yapılmasını zorunlu kılmaktadır. 

Bu bağlamda Türkiye’de kentleşme politikaları “Beş Yıllık Kalkınma 
Planları” ile “İmar Planları” yapılmakta, “Tüzükler”, “Yönetmelikler” ve 
idare tarafından “İmar Kararları” çıkarılmak suretiyle uygulanmaktadır. 
Türkiye’nin “Kentleşme Politikaları” genel hatlarıyla “Beş Yıllık Kalkınma 
Planları”nda açıklanmaktadır. Bahse konu planlarda kentleşme konusunda 
belirtilen hususlar aşağıdadır. 

4.1. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967) 

Planda; nüfusun artması ve şehirlere akmasının, sanayileşmeyi zorunlu 
kıldığı üzerinde durularak, nüfus artış hızının yüksekliğinin tarımdaki nüfus 
çokluğu sorununu giderek büyüttüğü ifade edilmiş (DPT, 1963: 65-73), 
nüfusun şehirlere akmasına engel olmak amacıyla, tarım bölgelerinde tarımla 
ilgili olmayan alanlarda iş yaratmanın gerekli olduğu belirtilmiştir (DPT, 1963: 101-105). 

Planda, nüfusun ve ekonomik çalışmaların aşırı yoğunlaştığı yerler “Büyük 
Şehir Bölgeleri (Metropoliten Bölge)” olarak tanımlanarak bu bölgelerde 
birçok sosyal, ekonomik ve fi ziki sorunların bulunduğuna işaret edilmiştir. 
Bu sorunların çözülmesi için bu bölgelerin çevrelerinde yeni çekim ve büyüme 
merkezleri ile sanayi yaratmak suretiyle, nüfusun ve ekonomik çalışmaların 
daha dengeli bir şekilde dağılımını sağlayacak araçların araştırılması 
planlanmıştır (DPT, 1963: 471-474). 

Plan ile en uygun kent büyüklüğü kuralın benimsenerek, büyük kentlerin 
büyümelerinin sundukları iş imkânlarıyla orantılı olması önerilmiş, bölgeler 
arası denge ilkesine ağırlık verilerek yatırımların yapılmasında bu ilkenin 
göz önüne alınması gerektiğine dikkat çekilmiş, ancak ayrıntılı ve açık bir 
kentleşme politikasına yer verilmemiştir (Keleş, 2008: 81). 

Plan, bölgelerarası gelişmişlik farklarının giderilmesinin yanı sıra köy 
kalkınmasına da ağırlık vermiş, dağınık ve küçük ölçekli köy yerleşme yapısını 
göz önünde bulunduran bir yerleştirme politikasına dayalı, toplum kalkınması 
kavramını geliştirmiştir (DPT, 2007: 4). Planda hem nüfusun, hem 
de ekonomik etkinliklerin daha dengeli ve düzenli bir şekilde dağıtılmasının 
düşünüldüğü görülmektedir. 

4.2. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972) 

Birinci Beş Yıllık Plana göre kentleşme politikası daha açık olarak saptanan 
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında kentleşme, ekonomik ve toplumsal 
gelişmenin, özellikle de sanayileşmenin bir sonucu olarak desteklenmesi gereken bir olgu olarak ele alınmış ve kentleşmeden ekonomiyi iten bir güç 
olarak yararlanılacağı belirtilmiştir (Keleş, 2008: 81-83). 

Planda “Bölgesel Gelişme, Şehirleşme ve Yerleşme” sorunu konularında 
temel ilkeler belirlenmiş ve alınacak ekonomik ve sosyal kararların dengeli 
gelişme ve şehirleşmeyi gerçekleştirici yönde olacağı ifade edilmiştir (DPT, 1968: 263-64). 

Plan’da ana hedefler olarak, sanayileşme, şehirleşme ve tarımda modernleşme 
kabul edilmiş ve şehirleşme konusunda bugün de geçerliğini koruyan 
ilkelere yer verilmiştir. Planda konut ve konut sektörünün sorunları üzerinde 
önemle durulmuş, gecekondu sorunu çözüm önerilerine yer verilmiş 
(DPT 2007: 4-6) ancak, kentleşmenin nasıl bir sanayileşme politikasına dayandırılacağı açık olarak belirlenmediği için büyük kentlerde yatırım yapılamamış, işsizlik ve eksik çalıştırma koşullarına boyun eğilerek, yurtdışına 
işçi gönderilmesi cankurtaran simidi gibi görülmüştür (Keleş, 2008: 81-83). 

İkinci Beş Yıllık Plan döneminde, şehirleşme konusundaki gelişmeler tutarlı 
olmamış, plan ile yıllık programların uygulanması arasında büyük aksamalar 
olmuş, birbirine uyumlu olmayan şehir planları ile kalkınma planları 
tutarlı bir şekilde uygulanamamıştır. 

4.3. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973-1977) 

Planda, hızla artan nüfusu tarım sektöründe tutma imkânının kalmadığı, 
yüzyılın sonunda Türkiye’nin nüfusunun 70 milyona, şehirlerde yaşayan 
nüfusun ise 55 milyona ulaşacağı ve bu nüfusun şehirlerde sanayi ve hizmet 
sektörlerinde istihdam edilebileceği öngörülmüştür (DPT, 1973: IV). 

Doğu Marmara bölgesinin ve özellikle İstanbul metropolünün büyük nüfus 
çekim merkezi haline geldiği, Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu 
bölgelerinin başlıca göç veren bölgeler olduğu, hızlanan iç göçün doğal kaynaklarla nüfusun yerleşimi arasındaki dengeyi bozduğu belirtilmiştir. 

Türkiye’de 1950 yılından sonra hızlanan demografik şehirleşmenin (Demografik 
Şehirleşme: Şehirlerde ekonomik ve sosyal faaliyetlerin emme kapasitesinden 
fazla nüfusun yaşaması durumunu ifade etmektedir. ) bu dönemde de sürdüğü, 500 binden çok nüfuslu üç şehirde yaşayanların toplam şehirli nüfusun % 31’ine ulaştığı ve hızlı şehirleşmenin, alt yapı ihtiyacını arttırırken, arsa spekülasyonu sonucunda arazi değerlerini de hızlı bir şekilde yükselttiği ifade edilmiştir (DPT, 1973: 92-95). Planda; 

• Kentleşmenin nüfus yığılması biçiminde ve üç büyük kente yönelik olarak ortaya çıktığı, 
• Demografik kentleşme süreci ile sanayinin belirli noktalarda yoğunlaşmasının, uzun dönemde ekonomik kalkınma açısından sorunlar 
doğurduğu, 
• Ekonomik gelişme ve sanayileşmeyle uyumsuz ve aşırı nüfus yığılması biçiminde ortaya çıkan kentleşmenin, büyük alt yapı ihtiyaçları doğurduğu ve sınırlı kaynaklarının üretken olmayan bu alanlara kaydırılmasına yol açtığı ifade edilerek (DPT, 1973: 112-113), şehirleşme konusundaki belirlenen ilkeler ve alınacak tedbirler açıklanmıştır (DPT, 1973: 854-856). 

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı kentlerin mekânsal düzenlenmesi ve 
yönetimine özel önem vermiş olup (DPT, 2007: 6), nüfusun büyük kentlere 
akmasından çok, sosyal ekonomik ve kültürel bütünleşmeyi sağlayacak bir 
kentleşmenin yaşanmasını hedeflemiştir. Planda, kırsal alanlar ile kentler 
arasında karşılıklı ve kademeli bir ilişkinin sağlanması, kırsal alanlardan 
kentlere göç eden nüfusun, kurulacak organize sanayi bölgelerinde istihdam 
edilerek kontrol edilmesi amaçlanmıştır. 

4.4. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1978-1983) 

İki kısım olarak düzenlenen Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında 
Üçüncü Plan Döneminde kentleşme politikalarının yönlendirilmesinde yetersiz 
kalındığı belirtilmiştir (DPT, 2007: 77). 

Planda kentleşmeye ilişkin hedef ve politikalar belirlenmiş (DPT, 1979: 254) 
ve temel politikanın kentleri yaşanabilir kılmak, kent halkının asgari 
ihtiyaçlarını karşılamak, yerleşme merkezlerinin düzenlenmesinde doğal ve 
tarihi çevrenin korunması olduğu açıklanmıştır (DPT, 1979: 294-295). 
Planda kentleşmenin ekonomik amacının; tarımsal gelişme, hızlı sanayileşmeyi 
ve sağlıklı bir kentleşmeyi tüm yurda yaymak, toplumsal amaçlarının 
ise; kişiler, toplum kesimleri ve bölgeler arasında gelir dağılımını iyileştirmek, 
köylü kentli ayırımını gidermek olduğu ifade edilmiştir (DPT, 1979: 
653-657). Kentleşme konusundaki amaçlara ulaşabilmek için, kooperatifleşme, 
makineleşme, girişimcilik, sanayi yatırımları, teknolojik alt yapı, planlı 
konut yapımı ve köykentlerin araç olarak kullanılacağı belirtilmiş, çevre 
sağlığına dikkat edileceği açıklanmıştır (DPT, 1979: 663-669). Planda, ana-
kentlerin ülke kalkınmasındaki rollerini artırarak sürdürmeleri, kentleşmeyi 
yavaşlatmak yerine kentleri yaşanabilir yapmak ve kent halkının ihtiyaçlarını 
karşılama ilkeleri benimsemiştir (Keleş, 2008: 84). 

Metropoliten alanlarda kendilerine özgü yerel yönetim birimlerinin kurulacağı 
ifade edilerek, kentsel alanların sorunlarının mevcut mali olanakları 
ve öz kaynaklarla çözüleceği belirtilmiştir (DPT, 2007: 6-7). 

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, kentleşme hedefleri genel olarak; 
kentlerdeki arsa ve arazilerin kullanılırken kamu yararının göz önünde 
tutularak, ucuz ve sağlıklı konut yapımı için yasal düzenlemelerin yapılması 
ve gelir düzeyi düşük halk kesimleri için toplu konutlar yapılması planlan-
mıştır. 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder