19 Şubat 2020 Çarşamba

FOSİL YAKIT PİYASALARI VE PİYASA DİNAMİKLERİNDE YAPISAL KIRILMA BÖLÜM 1

FOSİL YAKIT PİYASALARI VE PİYASA DİNAMİKLERİNDE YAPISAL KIRILMA  BÖLÜM 1




III- FOSİL YAKIT PİYASALARI VE “PİYASA DİNAMİKLERİNDE YAPISAL KIRILMA”

a) Fosil Yakıtlarda Genel Resim

Fosil yakıtlar orta vadede küresel enerji arzına hakim olmaya devam edecektir. Diğer enerji kaynaklarına zamanlama belirsizliği taşıyan geçiş ise, özünde teknoloji politikaları sorunudur. Diğer enerji kaynakları aşağıdaki bölümlerde ayrıca ele alınacağı için bu bölümde sadece fosil yakıtlar değerlendirilecektir.

Düşük maliyet, güvenli erişim ve sürdürülebilirlik, fosil yakıt kaynakları düşünüldüğünde öne çıkan üç temel unsurdur. Petrol, gaz ve kömür, bu üç amaç bağlamında farklı özellikler göstermektedir.

Örneğin, kömür kaynakları dünya geneline dağılmışken, petrol ve gaz 33 Coğrafi olarak yoğunlaşmış vaziyettedir; dolayısıyla, erişim açısından risk profilleri nitelik olarak birbirinden farklıdır. Petrol ve kömür çoğunlukla küresel piyasalarda alınıp satılırken, gaz ticaretinin önemli bir bölümü uzun dönemli sözleşmelere dayanmaktadır; dolayısıyla fiyatlandırma bakımından risk profilleri de farklılık
göstermektedir. Kömürün karbon içeriği, enerji eşdeğeri gaz ya da petrolün kinden daha yüksektir. Aynı zamanda, kömür santralleri yerel çevreye daha fazla kirletici madde yaymaktadır ve sürdürülebilirlik açısından kömürün risk profili doğalgaz ve petrolden farklılık göstermektedir.

Üç temel hedefe ulaşma konusunda, devletin rehberlik edeceği ulusal bir strateji geliştirmek mi, yoksa bu karmaşık politika sorununa optimal çözümü bulmayı piyasa dinamiklerine bırakmak mı daha uygundur? Eğer devletin rehberlik edeceği bir ulusal stratejiye gerek var ise, bu strateji sadece ulusal arz güvenliğine mi odaklanmalı, yoksa ülkenin enerji tüketim altyapısı için de hedefler mi belirlemelidir?

Fosil yakıtlara erişim güvenilir, kesintisiz ve iyi işleyen küresel piyasalarla sağlanabiliyor olsaydı, ulusal enerji sorunu küresel enerji fiyatlarını ve ulusal talep trendlerini tahmin etmekten ve bu veriler doğrultusunda yatırım kararlarını almaktan ibaret olurdu.
Bu basitleştirilmiş senaryoda, piyasalar fiyat sinyallerine cevap vermek açısından daha iyi bir konumda oldukları için ulusal stratejiye duyulan ihtiyaç da sınırlı olacaktır. Devlet bu sürece, temelde özel sektör oyuncuları için açık ve şeffaf kurallar koyarak ve piyasadaki aksaklıklara çözüm bularak dahil olacaktır. Devlet ayrıca, ekonomi yönetiminin gereği olarak ulusal enerji faturasının toplam yükünü sınırlamak ve değişkenliğini azaltmak için mekanizmalar oluşturmaya çalışacaktır.34 Bu önlemler, ağırlıklı olarak, fosil yakıt piyasalarındaki kısa dönemli aksamalara ya da dalgalanmalara karşı koyma mülahazalarıyla şekillenecektir.

Ancak bugün dünyanın içinde bulunduğu koşullarda, güvenilir ve kesintisiz fosil yakıt arzına kesin gözüyle bakmak mümkün değildir. Ulusal arzda uzun süreli, yapısal aksamalar yaşanma riski, konuyu ulusal güvenlik meselesi haline getirmekte ve enerji politikalarına devletin daha fazla müdahalesini gerektirmektedir.

Bu tehdit, mevcut ikili enerji ilişkilerinin kolayca ikame edilemediği bölünmüş piyasalarda özellikle belirgindir. Boru hatlarına dayalı gaz arzı, bu risk dinamiğini üreten güncel bir örnektir.

Ulusal enerji güvenliğinde, arz risklerine karşı aşağıdaki farklı stratejiler izlenebilir:

- Yerli arz tabanını genişletmek
- Ülkenin temel malları (hammaddeler, madenler vb.) sağlama kapasitesini ya da enerji ihracatçısı ülkelerin dünya piyasalarına erişimini kolaylaştıran coğrafi konumunu ağırlık olarak kullanarak, enerji ihracatçısı ülkelerle daha geniş çaplı karşılıklı bağımlılık yaratmak
- Her fosil yakıt için tedarikçi tabanını çeşitlendirmek, fiilen, küresel entegre piyasa yapısına yaklaştırmaya çalışmak.

Son iki strateji, kaçınılmaz olarak tedarikçi ülkelerle ilişkilerin şekillendirilmesi ve yönetimi açısından kamunun aktif katılımını gerektirmektedir. Öte yandan, yerli arz tabanını genişletme işi, ilkesel olarak özel sektör oyuncuları tarafından üstlenilebilir; ancak enerji kaynakları genellikle ulusal varlıklar olarak kabul edilmekte ve devletler, arama ve geliştirme faaliyetlerinde denetim gücünü belli ölçüde ellerinde tutmaktadır.

   Devletin ulusal enerji stratejisindeki rolünün, güvenilir kaynak arzını sağlamanın ötesinde, ulusal enerji tüketim altyapısını biçimlendirmeyi de kapsamasının gerekip gerekmediği, farklı fakat aynı derecede önemli bir sorudur. Türkiye, ulusal enerji güvenliğinin parçası olarak, ulusal enerji tüketiminde kömür, gaz ve petrolün payı için somut hedefler koymalı mıdır? 35
Söz konusu yakıtlar birbiriyle ikame edilebilir olduğu ve arz riski profilleri farklılık gösterdiği ölçüde, kamu yönetimine arz riski daha az olan yakıtı tercih etme ve ulusal tüketim altyapısını da bu yönde değiştirme seçeneği haklı olarak daha cazip görünecektir.

Ancak, devletin stratejik kararlarıyla yönlendirdiği tüketim altyapısı özel sektörün özgür iradesiyle tercih edeceği yatırım kararlarından uzaklaştıkça, ekonomi açısından optimal olmayan kararların verilme ihtimali artacaktır. 

Bu nedenle, politika yapıcılar arz riskleri arasındaki farkları dikkatle değerlendirmeli; fakat talep yönlü politika hedeflerini belirlerken, kontrollü davranmalı ve özel sektörün tercihleri üzerindeki etkilerini sınırlı tutmalıdırlar.

Türkiye özelinde, fosil yakıt tüketimindeki en önemli ikame imkânı, sanayide ve enerji üretiminde kömür ile gaz arasında bulunmaktadır. Ulaşım için petrol ile diğer yakıtlar arasındaki ikame imkânı da ileride önemli olabilir; ancak bunun uygulanabilir bir seçenek durumuna gelmesi büyük çaplı altyapı yatırımları gerektirecektir.36

   Bu çerçeve içerisinde Türkiye doğalgaz üreticisi olmadığı ve doğalgaz piyasalarının mevcut bölünmüş yapısından etkilendiği için, gaz kaynaklarına erişim Türkiye için ciddi bir arz riski oluşturmaktadır. Buna karşılık, Türkiye’nin yerli linyit kaynaklarına sahip olmasının yanı sıra kömürün küresel piyasalarda ticaretinin yapılması, arz riskini daha makul seviyede tutmaktadır. Mevcut koşullarda, Türkiye için kömür arzı doğalgaz arzından daha az riskli görünmekte dir. Ancak risk algıları zaman içinde değişmektedir. Soğuk Savaş ertesinde, gaz üreticileriyle ikili ilişkilerde algılanan risk düzeyleri düşük olduğu için Türkiye hızla doğalgaz santrallerinin kurulmasına ve toplam gaz tüketiminde hızlı artışa izin vermişti (Şekil 2). 

Son yıllarda, algılanan risk düzeyleri tersine dönmüş ve kömürden yana güçlenen stratejik tercih ilgi görmeye başlamıştır. IEA’nın 2009 tarihli en son Türkiye Raporu, sanayide ve enerji üretiminde yerli linyit kullanımının artmasıyla, kömürün enerji tüketimindeki tahmini payında olan yükselişe işaret etmektedir.37
Arz riski profillerinin zaman içinde dalgalandığı göz önünde bulundurulduğunda, mevcut kömür ve gaz tüketim hedeflerini, ileriye dönük kömür ve gaz arzlarındaki risk farkını hesaba katarak değerlendirmek gerekecektir. Kaya gazı kaynaklarındaki artışın, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ticaretindeki küresel genişlemenin ve küresel gaz piyasalarındaki genel entegrasyonun, önümüzdeki
on yıllarda gazın arz riski profilini değiştirmesi olasıdır. Entegre gaz piyasaları daha güvenilir hale geldikçe, gaz ve kömür arz kaynakları arasındaki risk farkının azalması beklenebilir ve kömür tüketimini artırmanın gerekçesi zayıflayabilir. En azından, mevcut tahmini düzeylerin değişen risk profillerini yansıtacak şekilde yeniden hesaplanması gerekebilir.

Ulusal enerji tüketimi hedeflerine ilişkin kararların çerçevesi konusunda açık ve şeffaf olunması büyük önem taşımaktadır. Devlet tarafından belirlenen ulusal stratejinin, piyasanın belirlediği dinamiklere tercih edilmesi durumunda, şeffaflık özellikle önem kazanacaktır. Söz konusu stratejik hedeflerin, eskiyen risk algılarına dayalı yatırımlara kilitlenmesinin engellenmesi ve ileriye dönük verilere dayanılarak gözden geçirilmesi de aynı derecede önemlidir.

Ulusal enerji stratejisinin fosil yakıtlar arasında tüketim dağılımını hedeflemesi nin gerekip gerekmediği konusunda düşünürken, göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus da, gelecekteki politika tercihlerinin farklı fosil yakıtlara yükleyeceği nispi maliyetlerdir. Politikaların belirlediği maliyetler esas olarak devlet tarafından belirlenen bir değişken olduğundan, yetkililer özel sektöre göre bilgi avantajına sahiptirler ve uzun vadeli yatırımlarda özel sektör oyuncularına politika tercihleri konusunda rehberlik etmeli, öngörülebilirlik sağlamalıdırlar.

Gelecek onyıllar için, politikaların belirlediği maliyet unsurları arasında en bariz olanı karbon fiyatlandırmasıdır. Küresel sürdürülebilirlik kaygılarının, yerel çevre kirliliği meselelerinin ve beklenen karbon kaynaklı kırılganlık unsurlarının, gelecekte gaz ve kömür maliyetleri üzerinde farklı maliyet etkisi yaratması muhtemeldir. Kömür doğalgazdan çok daha fazla karbon salınımına sebep olmaktadır.
   
    CO2 fiyatlandırması ya da vergisi, küresel düzeyde benimsendiği takdirde, kuşkusuz, kömüre gazdan daha yüksek bir maliyet dayatacaktır38 39. Küresel kamuoyu halen böyle bir politikanın benimsenmesini sağlamak için yeterince kararlı görünmüyor olabilir, ancak felaket boyutlarındaki iklim olayları, beklenenden daha erken tarihte bu yönde bir talep artışına neden olabilir.

    Aynı şekilde, mevcut küresel ekonomik durum karbon salınım vergilerinin uygulanmasına elverişli olmamakla beraber, ekonomik şartların iyileşmesiyle birlikte bu durum da değişebilir.

Enerji santralleri uzun ömürlü olduklarından, yatırım kararlarında karbon salınım maliyetleri olasılığının hesaba katılması önemlidir.

Karbon fiyatlandırması bir politika kararının sonucu olacağından, politika yapıcılar, piyasa oyuncularına rehberlik etmek için karbon fiyatlandırmasına ilişkin düşünce ve niyetlerinde son derece şeffaf olmalıdırlar. Aksi takdirde, yatırım kararları hem yatırımcılar hem de muhtemelen ülke ekonomisi için maliyet getirici sonuçlar doğurabilecektir. Ulusal stratejide karbon maliyeti ile ilgili üstü kapalı olarak yer alan böylesine temel bir varsayımın iyi planlanıp netleştirilmesi, daha bilinçli bir ulusal tartışmanın yürütülmesini sağlayacak ve karar alma sürecinde yatırımcılara yardımcı olacaktır.



TESPİT 9  



ÖNERİ 2  


    Fosil yakıtlar arası genel çerçeveyi bu şekilde çizdikten sonra, gelecek onyıllarda doğalgaz ve petrolün arz güvenliği ve
fiyatlandırma dinamiklerinde kırılmalara yol açabilecek temel yapısal değişiklikler daha ayrıntılı incelenecektir.

b) Petrol ve Gaz Piyasalarındaki Olası Yapısal Kırılmalar

Doğalgaz ve petrolün piyasa yapıları farklıdır. Gaz piyasaları, esas olarak büyük hacimlerde gazı taşıma güçlükleri yüzünden bölgesel ve bölünmüş vaziyettedir. Buna karşılık, petrol piyasaları küresel olarak entegredir. Bu bölüm, gaz ve petrolün piyasa yapılarındaki olası dönüşümlere ve bu gibi yapısal değişimlerin Türkiye’nin enerji politikasına etkisinin değerlendirilmesine odaklanmaktadır.

Petrol, entegre fiyatlandırmayla küresel olarak alınıp satılan bir metadır. Petrolün kalitesi bölgeden bölgeye değişse ve rafineriler açısından farklı maliyetlere sebep olsa da, çoğu petrol kaynağı arasında fiilen bir ikame imkânı vardır. 2011 yılında, küresel ham petrol üretiminin %50,5’i uluslararası düzeyde alınıp satılmış ve bu ticarette bölgelerarası uzun mesafe ticareti ağırlıklı olmuştur.40 41 Petrolde küresel olarak benimsenmiş gösterge fiyatlar ve likit vadeli işlem piyasaları mevcuttur.

Öte yandan, gaz piyasaları bölünmüş yapıdadır. Uluslararası toplam doğalgaz ticareti, 2011 yılında toplam üretimin %31,3’ü düzeyinde gerçekleşmiştir. Toplam küresel gaz tüketiminin sadece %10,1’i LNG olarak gerçekleşmiş, kalan %21,2’si ise tüketiciye boru hatlarıyla ulaşmıştır.42 Boru hattı ticareti, doğası gereği LNG kadar esnek değildir ve fiilen,43 aynı fiziksel altyapıya bağlı ülkeler arasında yürütülen bölgesel bir ticarettir. Japonya ve Güney Kore gibi piyasalar Ortadoğu’dan uzun mesafe LNG ticaretine bel bağlamış olsalar da, toplam LNG ticareti hacmi henüz gaz piyasalarının küresel entegrasyonunu destekleyecek
seviyeye ulaşmamıştır.

    Bu mevcut piyasa yapıları gelecek dönemlerde zıt yönlerde bir evrim gösterebilir. Yeni gaz kaynaklarındaki beklenmedik artış ve LNG kapasitesindeki küresel büyüme, gaz ticaretinde piyasanın entegrasyonu yönünde güçlü bir itici güç oluşturmaktadır. IEA tarafından hazırlanan “Gazın Altın Çağı” senaryosunda, gaz kullanımının 2035’e kadar %50 oranında artacağı ve dünya enerji talebinin %24’ünü oluşturacağı öngörülmektedir.44 2011 yılında %42 olan LNG’nin bölgelerarası küresel gaz ticaretindeki payının ise, 2035 itibarıyla, hızla büyüyen küresel gaz piyasasında %50’ye kadar yükselmesi beklenmektedir.45

Bu durumda, boru hattı ticareti bölgeler arası gaz ticaretinin hâlâ %50’si düzeyinde kalacak olsa da, kritik eşiğin ötesindeki LNG likiditesinin piyasanın küresel entegrasyonunu sağlamak için yeterli olması beklenebilir. LNG ticareti ekonomik açıdan makul ve kolay erişilir bir seçenek haline geldikten sonra, bunu takip eden arbitraj faaliyetinin küresel piyasa entegrasyonunu sağlaması olasıdır. Küresel gaz piyasaları; bölgesel karşılıklı bağımlılıkların gevşediği, yeni ticaret eksenlerinin46 ve daha sıkı küresel bağlantıların geliştiği bir evreye giriyor olabilir.

Daha önce de işaret edildiği gibi, böyle bir gelişme doğalgazın arz riski profilini düşürecek ve doğalgazı Türkiye için daha cazip bir enerji kaynağı durumuna getirecektir. Bu nedenle, Türkiye’nin enerji stratejisinin umut vaat eden bu değişimden yarar sağlamak üzere düzenlenmesinin gereği vardır. Öte yandan, petrol ticaretinin küreselleşmiş, oldukça güvenli piyasa yapısının devam etmesi beklenmektedir. 

    Yine de küresel güvenlik kaygıları ve fiyat istikrarsızlığından kaçınma arzusu, bazıoyuncuları ikili petrol yatırım ve ticaret düzenlemeleri aramaya zorlayabilir. Petrol üreticisi ülkelerde siyasi çalkantıların sıklığıve etkisi, bazı ithalatçı ülkeleri daha güvenli, coğrafi olarak yakın petrol kaynaklarına yöneltebilir. Çin’in, Kazakistan gibi dört tarafıkarayla çevrili Asya ülkeleriyle artan bağlantıları, ya da Sudan gibi oyuncularla yakın yatırım ilişkileri dikkatle izlenmelidir.

İkili düzenlemelerin sayısındaki ve hacmindeki artışın sebepolabileceği küresel likiditeden sapmalar, uzun vadede küresel ekonomik düzenin temel dayanak larından biri olan küreselleşmişpetrol ticaretini baltalayabilir.
Enerji piyasası yapılarındaki bu gibi dönüşümlerin olası etkileriçok derin olabilir. Söz konusu etkiler, jeopolitik olarak karşılıklı bağımlılıkların ve geniş enerji güvenliği ortamının yeniden şekillenmesinden, fiyat belirleme mekanizmalarına ve gerekli geçiş güvenliği düzenlemelerinin yeniden düşünülmesine neden olabilir.

i) Küresel petrol ve gaz piyasalarının evrimini neler belirleyecektir?

Öncelikle, bir metada küresel piyasaların oluşabilmesi için, ometanın teknik ve ticari olarak uzun mesafe nakliyesinin mümkün olması gerekir. Bu bağlamda petrol bu kritere uymaktadır. LNG piyasalarının da hızla büyümesiyle birlikte, doğal gaz teknik olarak küreselleşme eğilimine girmiştir.

    İkinci olarak, arzın daraldığı, fiyatların yükselip istikrarsızlaştığı dönemlerde, ülkelerin ulusal arz güvenliği kaygıları ve riskten kaçınma istekleri güçlenecektir. Bu nedenle, Asya’daki yüksek talep artışı, enerji oyuncularının küresel piyasalara bağımlılığı kabullenmelerini test edecektir. Bununla beraber, ABD, Çin,Pasifik bölgesi ve Avrupa’da geleneksel olmayan yeni gaz kaynakları ile yeni ve bol petrol kaynakları beklentisi, risk algısını zayıflatacak ve küresel enerji piyasalarının entegrasyonuna destekleyici etki yapacaktır.

   Üçüncüsü, büyük güçler arasında arz kaynaklarını tehlikeye sokabilecek olası siyasi gerginlikler ya da bölgesel çatışmalar, ulusal politika yapıcılarının riskten kaçınma eğilimini besleyecek ve daha ihtiyatlı olunmasına yol açacaktır. Bu gibi durumların kalıcı izler bırakması ve enerji piyasalarında bölgeselleşmeyle bölünmeyi teşvik etmesi olasıdır. Ortadoğu’daki siyasi ve toplumsal çalkantı bu kaygıları destekleyecek potansiyele sahiptir.

   Son olarak, piyasaların evriminde belirleyici rol oynayacak en önemli etken, küreselleşmiş piyasa modelinin yapısal zafiyetleri ile büyük oyuncuların bu zafiyetlere stratejik olarak nasıl yaklaşacaklarıdır. Deniz güvenliğine bağımlılık ve aşırı fiyat dalgalanmaları, küreselleşmiş piyasa paradigmasıyla ilgili önemli kaygı unsurlarıdır. Çin ve Hindistan gibi büyük oyuncular, bu sakıncaları büyük birer risk olarak kabul ettikleri ölçüde, piyasa dışı çözümler arayabilir ve küresel piyasayı bölebilirler. Deniz güvenliği, küresel enerji ticaretinin kilit öğesi ve hassasiyet unsurudur. Küresel taşımacılık güvenliği, entegre emtia piyasalarının işlemesinin ana unsurudur. Küreselleşmiş enerji piyasaları şu an için ABD kontrolündeki deniz güvenliğine ihtiyaç duymakta, bu da dolaylı olarak ABD’ye dünya genelinde jeopolitik avantaj sağlamaktadır. ABD’nin bu ağırlığı, bazı ülkeler için enerji güvenliği riski oluşturabilir. Çin’in, yakın zamanda açılan Kazakistan petrol ve Türkmenistan doğalgaz boru hatları ile Orta Asya’daki enerji kaynaklarına karadan erişime odaklanması ve Malakka Boğazı’na alternatif oluşturan Myanmar boru hattı, bu gibi güvenlik kaygılarının yansıması olarak değerlendirilebilir.

   Alternatif olarak, Amerika’nın hızla artan yerli petrol üretimi ve Amerika kıtasının kaynaklarıyla kendine yetme ihtimali, küresel deniz güvenliğinde Amerika’nın üstlendiği sorumluluğun azalmasına yönelik kaygıların oluşmasına sebebiyet verebilir ve entegre küresel petrol piyasalarına olan güven bu durumdan zarar görebilir.


DİPNOTLAR;


33. Yeni gaz rezervleri daha dağınık gibi görünse de, resmin bütününe bakıldığında, rezervler coğrafi olarak Ortadoğu ile Rusya Federasyonu’nda 
yoğunlaşmaktadır.
34. Bu gibi önlemler, finansal mekanizmalar ya da enerji bakımından zengin coğrafyalarda üretime dönük varlıklara yatırımlarla sağlanacak yapısal işlemleri
 içerebilir. Bir fosil yakıt piyasasındaki kısa dönemli fiyat artışlarının toplam ulusal enerji faturası üzerindeki etkisini hafifletmek için, yakıtların birbiriyle 
ikame etme olanaklarına yatırım yapmak da gerekli olabilir. Özel sektör oyuncuları, enerji tüketiminde yakıtlar arasında arzulanan ikame imkânını 
sağlayacak ikili yakıt teknolojilerine ya da yedeklemelere yeterince yatırım yapmayabilirler.
35. Bu çerçeve yenilenebilir ve nükleer enerjiyi de içerecek şekilde genişletilebilir, ancak fosil yakıtların ikamesi zaman alacağından, 
 analizi basitleştirmek amacıyla dar tutulmuştur.
36. Örneğin, sıkıştırılmış doğalgaz (CNG) ya da melez plug-in’lerin kullanımı enerji sisteminde petrol için bir ikame imkânı yaratacaktır, ancak bu henüz başlangıç aşamasındadır.
37. IEA Turkey 2009 Review, s. 151.
38. Almanya’nın izlediği alternatif strateji, büyük ölçüde yerli linyit kaynaklarına dayalıdır ve ortaya çıkan karbon salınımlarını, yenilenebilir enerjiye yapılan büyük yatırımlarla telafi etmeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye’nin yenilenebilir enerji teknolojisinin ya da yatırım potansiyelinin bu aşamada böylesine bütünlükçü bir dengelemeyi sürdürmesi zor görünmektedir.
39. Karbon tutma ve depolama teknolojisinin hem doğalgaz hem de kömür santrallerinde kullanılmaya başlanması halinde, salınım düzeyleri birbirine yaklaşabilir. 
      Ancak, karbon tutma ve depolama yatırımları da, nispi karbon salınım maliyetleri ile ilgili politika kararlarından büyük ölçüde etkilenecektir.
40. Eni (2012), World Oil & Gas Review 2012; EIA International Energy Statistics, 2011.
41. Toplam petrol ve petrol ürünleri ticaretinin küresel ham petrol üretimine oranı %77,4’tür.
42. BP Statistics, 2012.
43. Sıvılaştırma tesisleri boru hattına bağlanmış olabilir, ancak boru hattı ticareti ağırlıklı olarak, birbirine fiziksel olarak bağlı piyasalar arasında yürütülmektedir.
44. Yeni Politikalar Senaryosu, WEO 2012’den alıntılanmıştır.
45. WEO 2012, s. 148-150
46. Örneğin, IEA’nın Gazın Altın Çağı (Golden Age of Gas) senaryosu, Çin ile Rusya Federasyonu arasında güçlü bir gaz ticareti ekseninin oluşma ihtimalini
      tartışmaktadır.



2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder