19 Şubat 2020 Çarşamba

NÜKLEER ENERJİDE “EMNİYET VE KÜRESEL GÜVENLİK KIRILMASI” BÖLÜM 1

NÜKLEER ENERJİDE “EMNİYET VE KÜRESEL GÜVENLİK KIRILMASI”  BÖLÜM 1



    2011 yılında, dünya elektrik arzının yaklaşık %12’si ve dünyada
kullanılan toplam birincil enerjinin %4,9’u nükleer enerjiyle
üretilmiştir.74 Ancak nükleer enerji bölgesel olarak yoğunlaşmış
olduğundan, bu küresel oran yanıltıcıdır. Elektrik arzının Batı
Avrupa’da %25,7’si, Kuzey Amerika’da %18,8’i, Doğu Avrupa’da
%18,7’si, Latin Amerika’da %2,2’si, Afrika’da %2’si, Ortadoğu ve
Güney Asya’da ise %1,8’i nükleer enerjiyle sağlanmaktadır.75
Birincil enerji arzı içinde nükleer enerjinin payı son 60 yıl içinde
önemli bir dalgalanma göstermiştir. 1970’te %0,5 olan bu oran,
1990’larda %7’nin üzerine çıktıktan sonra, 2006 yılı itibarıyla
%5,7’ye düşmüştür.76 Yapımına başlanan yıllık nükleer santral
sayısı, 1970’lerde 40’la zirveyi gördükten sonra, 1990’larda 0’a
inmiştir (Şekil 5). Son Fukuşima kazasından önce, artan enerji
talebinin, yükselen fosil yakıt fiyatlarının, iklim değişikliği
kaygılarının ve Çernobil ile Three Mile Island kazalarının
unutulmaya yüz tutmasının etkisiyle, nükleer enerjiye olan ilgide
bir canlanma olmuştur.

Yaygınlık kazanan ve canlanan bu ilgi halihazırda nükleer enerjiye
sahip devletlerin sınırlarını aşmaktadır. Bugün nükleer enerjiye
sahip 29 devlet bulunmaktadır. IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı) halen 65 yeni ülkenin nükleer enerjiye ilgi gösterdiğini
bildirmektedir. Fukuşima kazasından önce, IAEA, 2030 yılına
kadar ilk nükleer santrallerini işletmeye açacak yeni ülke sayısını,
yüksek tahmin senaryolarında 25, düşük tahmin senaryolarında ise
10 olarak öngörüyordu. 1986 yılındaki Çernobil felaketini izleyen
25 sene içerisinde, nükleer enerjiye sahip ülkeler grubuna sadece
üç yeni ülkenin eklendiği düşünülürse, nükleer alanda öngörülen
genişleme kayda değerdir.77 Nükleere ilgi gösteren 65 ülkeden 21’i
Asya ve Pasifik bölgesinde, 21’i Afrika’da, 12’si Avrupa’da, diğer
11’i de Latin Amerika’dadır.

Küresel salınım perspektifinden bakıldığında, küresel nükleer enerji
talebinin büyümesi kuşkusuz umut vericidir. Ne var ki, nükleer enerji
üretimi, diğer tüm enerji kaynaklarından farklı -kaza ve nükleer
silahların yaygınlaşması riski gibi- potansiyel riskler ve kırılganlık
unsurları içermektedir. Çernobil, Three Mile Island ve son Fukuşima
olayları, tüm küresel aktörleri enerji üretiminde nükleer santrallerin
rolünü tekrar gözden geçirmeye mecbur etmiştir. Uluslarüstü doğası
radyasyon tehdidini küresel mesele haline getirmektedir.
İkinci risk olarak nükleer silahların yaygınlaşması, küresel ısınma
tehlikesiyle aynı derecede vahim olduğu söylenebilecek bir diğer
küresel felaket senaryosudur.78 Nükleer yakıt üretiminde kullanılan
zenginleştirme ve yeniden işleme teknolojileri, nükleer silah
üretmeye niyetli olanlar tarafından istismar edilmeye açıktır. Nükleer
enerjinin dünyaya yayılması, nükleer silahların yaygınlaşmasını
kolaylaştırarak insanlık için büyük bir risk teşkil edebilir.79 Bu risk
bir şekilde gerçekleşecek olursa, bunun nükleer enerji sanayii için
bir dönüm noktası olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Dünyanın
herhangi bir yerindeki yaşanacak bir güvenlik hatasının, küresel
nükleer enerji algısını değiştirerek, nükleer enerjiye sahip tüm
ülkelerde düzenlemeler ve ekonomi alanında öngörülmesi imkânsız
etkiler yaratması olasıdır. Bir nükleer güvenlik hadisesinin80 nükleer
enerji üretiminin her cephesinde büyük bir yapısal kırılma unsuru
oluşturması muhtemeldir.



ŞEKİL 5: Yapımına Başlanan Nükleer Santral Sayısı, 1950-2010


Mevcut küresel nükleer rejim, 1970 yılında yürürlüğe giren
NSYÖA ile biçimlendirilmiştir. Halihazırda, 189 ülke
antlaşmaya taraftır. Antlaşma, nükleer silah ya da patlayıcı
geliştirmeyeceklerini taahhüt etmeleri ve IAEA’nın denetimini
kabullenmeleri karşılığında, tarafların nükleer enerjinin barışçıl
kullanımını geliştirmelerine izin vermektedir. Ancak antlaşmaya
göre, nükleer gücün barışçıl kullanım hakkı, taraf devletlere
uranyum zenginleştirme ve plütonyumu yeniden işleme tesisleri
kurma hakkı tanımaktadır. Aynı tesisler, silah seviyesinde
zenginleştirilmiş uranyum üretmek için kullanılabilir; dünya
genelinde zenginleştirme kapasitesindeki hızlı artış ise nükleer
silahların çoğalması bakımından ciddi risk oluşturabilir. Dünya
çapında artan nükleer enerji talebi, zenginleştirme olanakları
için daha geniş talep yaratabilir, bu da küresel silahlanma
riskini büyütebilir. Nükleer gücün genişlemesi karşısında
güvenliği sağlamak ve silahların çoğalma riskini azaltmak için
küresel bir çerçevenin tasarlanması ve hayata geçirilmesi, hâlâ
çözümlenmemiş bir sorundur. Emniyet ve güvenlik tehditleri
göz önünde tutulduğunda, nükleer güç kullanımının yaratacağı
büyük küresel kırılma risklerinin ulusal stratejiler ve politikalar
nezdinde dikkate alınması gerekmektedir.

Bu bölüm, Türkiye’nin nükleer enerji politikasını ele almakta
ve nükleer gücü Türkiye’nin temel enerji politikası hedefleri
açısından değerlendirmekte; olası bir küresel emniyet/güvenlik
kırılmasının, hedeflerin her biri üzerindeki etkisini de analiz
etmektedir. Nükleer enerji tartışması, politika önerileri ile son
bulmaktadır.

a) Nükleer Enerji Ulusal Enerji Maliyetlerini Düşürür Mü?

Nükleer enerji, yatırım maliyetinin yüksek, yakıt maliyetinin
nispeten düşük olması nedeniyle, yakıt maliyeti yüksek doğalgaz
ve kömür gibi baz yükü taşıyan diğer arz kaynaklarından
ayrışmaktadır. Nükleer enerjiyle üretilen elektriğin yakıt
maliyetinin toplam maliyet içindeki payının %2-4 gibi düşük
bir oran olduğu tahmin edilmektedir.81 Öte yandan, doğalgaz
santrallerinde yakıt maliyetleri, üretilen elektriğin toplam
maliyetinin %80’ine kadar çıkabilmektedir. Kömür santrallerinde
üretilen elektriğin maliyeti bu ikisinin arasında bir seviyededir.82 Yakıt
maliyetlerinin payı kuşkusuz, yakıt fiyatlarıyla birlikte değişecek
olmakla beraber, nükleer santraller ile doğalgaz/kömür santrallerinin
maliyet yapıları temelden farklıdır.

Bu yapısal farkın toplam enerji faturası üzerinde önemli etkileri
bulunmaktadır. Nükleer enerji, bir kez yatırım yapıldıktan sonra,
nispeten öngörülebilir bir maliyet yapısı gösterirken, doğalgaza ve
kömüre dayalı elektriğin maliyeti yakıt fiyatlarıyla birlikte önemli
ölçüde dalgalanmaktadır. Doğalgaz ya da kömür fiyatları düştüğünde,
nükleer enerji rekabet gücünü kaybedebilmekte veya bunun tersi
olabilmektedir. Yine de, genel enerji portföyüne nükleer enerjinin de
dahil edilmesi ulusal enerji faturasının değişkenliğini muhtemelen
azaltacaktır. Ancak nükleer enerjinin genel portföy içindeki ağırlığı
artarsa, fosil yakıt fiyatlarının düştüğü senaryolarda bile ulusal maliyet
aynı oranda azalamayacaktır. Politika yapıcıların, risk ve enerji fiyatı
öngörülerine dayanarak enerji kaynakları arasında dengeyi kurmaları
gerekmektedir.

Nükleer enerjinin maliyet yapısının temel bir özelliği de, ağırlıklı olarak
santralin beklenen faaliyet ömrüne bağlı olmasıdır. Başlangıç maliyeti
çok yüksek olduğundan, bunu olabildiğince çok yıla yaymak yıllık
maliyet yükünü azaltmaktadır. Normal koşullarda, nükleer santraller
60 yıl kadar faaliyet gösterebilmektedir. Ancak ulusal veya uluslararası
büyük kırılma unsurlarının bu hesap üzerinde olumsuz yönde
belirleyici etkisi olabilir. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana
gelebilecek, emniyet ya da nükleer güvenlik felaketi, felakete sebep
olan teknik veya işletim aksaklığının mevcut olduğu diğer santrallerde
de üretimin kesintiye uğramasına ve hatta sonlandırılmasına sebep
olabilir. Bu durumda ilk sermaye yatırımının yıllara düşen maliyeti
haliyle yükselecektir. Yatırım maliyetinin yüksek olması sebebiyle,
kesintilerin ya da kırılma unsurlarının, doğalgaz ya da kömür
santrallerine kıyasla, nükleer santraller üzerinde çok daha olumsuz
maliyet etkisi olacaktır.

Nükleer enerji üretimiyle ilgili emniyet ve güvenlik meselelerinin
risk paylaşımı da, nükleer enerjiyi doğalgaz ve kömürden
farklılaştırmaktadır. Gelişen emniyet standartları, atık yönetimi ve
faaliyete son verme süreçleri uzun zaman ufkuna yayılan önemli
maliyet unsurlarıdır. Bu nedenle, nükleer santralin uzun faaliyet
ömrü boyunca paydaşlar bir dizi ticari risk taşırlar. Bu risklerin
tanımlanması ve üstlenilmesi, ilk yatırım aşamasında karmaşık bir
ticari problem teşkil edebilir. Bu karmaşık problemlerin en başta
ele alınmaması, riskler ve bunlarla bağlantılı maliyetler somut
hale geldikçe güçlükler yaratabilir. Akkuyu Nükleer Santrali için
imzalanan sözleşmenin ayrıntıları ile ilgili belirsizlik sebebiyle
söz konusu risklerin nasıl paylaştırıldığını değerlendirmek
mümkün olmamaktadır.

Olası bir emniyet ya da güvenlik kırılması, düzenleme ya da
mevzuatla ilgili ciddi olumsuz bir senaryoyu da tetikleyebilir.
Uzun ve zarar verici yasal süreçlerin önüne geçmek için bu
gibi ihtimallerin olası ticari etkileri sözleşmelerde net olarak
belirtilmelidir.

b) Nükleer Enerji Arz Güvenliğine Hizmet Eder Mi?

Nükleer enerji fosil yakıtlara bağlı olmadığından, fosil yakıt
tüketicisi ülkelerin ithalata olan bağımlılığını azaltmaktadır.
Ancak nükleer enerji üretimi için zenginleştirilmiş uranyum ya
da yeniden işlenmiş plütonyum gerekmektedir. Nükleer santraller
için yakıt temini, çok farklı dinamikleri de olsa bir enerji güvenliği
sorunudur.

Nükleer yakıt, nispeten iyi işleyen piyasalarda bulunabilmekte
ve ülkeler uzun süreli arz anlaşmalarına girebilmektedir. Nükleer
yakıt genel enerji arz portföyünü çeşitlendiren bir yakıttır.
Ancak nükleer yakıt arzı, diğer yakıtlarda olduğu gibi karşılıklı
bağımlılık da yaratabilir. Türkiye’nin halihazırdaki nükleer
enerji yatırım planları, gaz ve petrol alanındaki ilişkileriyle
birlikte, şimdiden bağımlı bir profil oluşturmaktadır. Bu profil
Türkiye için gaz ve nükleer arz güvenliği arasındaki korelasyonu
güçlendirmekte ve nükleer yatırımın enerji portföyünü çeşitlendiren
faydasını azaltmaktadır. Bu, ayrıntılarıyla değerlendirilmesi gereken
çok hassas bir risk hesabıdır. Daha önce doğalgaz bağlamında ele
alınan n-1 arz güvenliği formülasyonu83, elektrik arz kaynaklarının
tamamını kapsayacak şekilde ele alınabilir.

Son olarak, nükleer güce sahip bir ülke, arz güvenliğini artırmak için
kendi zenginleştirme tesislerini geliştirebilir. Bu durumda mutlak arz
güvenliği için işlenmemiş uranyum tedarikini de güvenceye alması
gerekecektir. Her iki adım ticari ve siyasi bakımdan karmaşık olacağı
için, siyasi kararlılık gerektirecektir.

Nükleer enerji planları teorik olarak Türkiye’nin enerji portföyünün
çeşitlenmesine katkıda bulunsa da, halihazırdaki yatırım
düşünüldüğünde Türkiye için nükleer enerjiyi mutlak arz güvenliği
temelinde savunmak yanıltıcı olabilir.

Küresel anlamda nükleer güvenlik sebebiyle oluşacak bir kırılma
halinde arz güvenliği riski ağırlaşacaktır. Bir nükleer güvenlik hadisesi
zenginleştirilmiş uranyum arzının tamamen durmasına neden olabilir.
Böyle bir ihtimalin önüne geçme ya da böyle bir krizin atlatılmasını
sağlayacak sağlam mekanizmalara sahip olma hedefleri, Türkiye’nin
nükleer enerji stratejisinin ve planlamasının bir parçası olmalıdır.

c) Nükleer Enerji Türkiye’nin Karbon Yoğunluğu Profilini İyileştirir Mi?

Nükleer enerji karbon salınımına yol açmaması nedeniyle,
kuşkusuz karbon yoğunluğunun azaltılmasına da katkıda
bulunacaktır. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, küresel
kamuoyu, nükleer emniyet ya da nükleer silahların yaygınlaşma
riskini dünya gündeminde halen bulunan küresel ısınma konusu
kadar ciddi bir tehdit olarak algılayabilir. Türkiye’nin bu iki
meseleye geniş küresel sorumluluklar çerçevesinde yaklaşması
ve bu şekilde ele alması büyük önem taşımaktadır.
Nükleer güvenlik krizi oluşması ya da Çernobil ve Fukuşima gibi
bir emniyet krizinin ortaya çıkması halinde, dünya kamuoyunun ya
da siyaset dünyasının vereceği tepkiler küresel ısınma gündemini
bir süre için ikinci plana itebilir. Türkiye’de politika planlaması
bu ihtimale karşı hazırlıklı olmalıdır.

d) Nükleer Enerji Türkiye’nin Teknoloji ve İnsan Sermayesi
Kapasitesini Güçlendirir Mi?

YET bölümünde tartışıldığı gibi, teknoloji yatırımları dolaylı bilgi
edinimi ya da insan sermayesi bakımından otomatik olarak fayda
sağlamamaktadır. Bunun için nükleer alandaki teknik bilginin
Türkiye’deki teknoloji sektörü tarafından özümsenmesine imkân
verecek, iyi düşünülmüş ve kapsamlı politikalar gereklidir. Ayrıca
teknoloji tedarikçisini bu alanda bilgi paylaşmaya ve kadroları
eğitmeye zorlayacak sözleşme mekanizmalarına da ihtiyaç vardır.
Özümseme kapasitesi için gerekli mekanizmaların sürekliliğini
sağlamaya dönük planlar veya etkin teknoloji transferine yönelik
sözleşme hükümleri hakkında ayrıntılı bilginin olmaması,
nükleer enerjiden beklenen teknolojik faydaların netleşmesine ve
nükleer yatırımlar lehinde güçlü bir argüman oluşturmasına engel
olmaktadır.

e) Türkiye’nin Bir Emniyet ve NSYÖ (Nükleer Silahların
Yayılmasının Önlenmesi) Stratejisine İhtiyacı Var Mıdır?

Küresel düzeyde nükleer enerjiye duyulan ilginin canlanması
ve bu alanda yeni ülkelerin sayısında öngörülen artış, nükleer
güvenlik riskinin önlenmesine dönük gündem açısından ciddi
bir sorun teşkil etmektedir. NSYÖA’nın taraf ülkelere tanıdığı
zenginleştirme ve yeniden işleme hakkı düşünüldüğünde, bazı
yeni oyuncular bu gibi tesislere yatırım yapmaya karar verebilir.
Küresel düzeyde mevcut nükleer enerji yönetim çerçevesinin,
uranyum zenginleştirme girişimlerinin bu şekilde hızla yayılması
durumunda riskleri kontrol altında tutmak için yeterli olmaması
ihtimali vardır.

Türkiye nükleer güvenlik ya da emniyet düzeninin sadece bir
tüketicisi olmakla yetinemez. Yeni bir Fukuşima olayının ya da
olası bir nükleer güvenlik hadisesinin, küresel nükleer enerji
ortamının yeniden şekillendirilmesine yol açması halinde,
bunun nükleer enerjiye sahip ülkelere maliyetler getirmesi
kaçınılmazdır. Yukarıda da belirtildiği üzere, böylesine olası
bir gelişmenin maliyet, arz güvenliği, hatta karbon yoğunluğu
hedefleri bakımından, Türkiye’nin enerji politikaları üzerinde
ciddi yansımalar yaratması beklenebilir.

Nükleer enerjiye sahip olma yoluna girerken, Türkiye, küresel nükleer
emniyet ve güvenlik düzeninin faal bir oyuncusu durumuna gelmek ve
bu düzene katkıda bulunmak durumundadır. Bu politika alanının iyi
yetişmiş uzmanların katkısını gerektiren karmaşık teknik, ekonomik
ve siyasi sorunlar içerdiği göz ardı edilmemelidir.

Nükleer yaygınlaşmayla ilgili olarak, bazı çevreler, halihazırdaki
ulusal tesisler de dahil olmak üzere, tüm zenginleştirme ve yeniden
işleme tesislerine (ZYİT) sıkı çok taraflı denetim uygulanmasını
savunmaktadır.84 Diğerleri ise, güvenilir bir nükleer yakıt arzı
rejimi üzerinde küresel bir anlaşmaya varılana kadar, belli bir süre
için yeni ZYİT’lerin geliştirilmesini dondurmaya yönelik teşvik
önlemlerinin alınmasından yanadır. Bu gibi teşvik önlemleri, küresel
olarak paylaşılacak ZYİT AR-GE girişimlerine sübvansiyonlu yakıt
satışlarından, çok yönlü arz garantilerine kadar uzanmaktadır.85
Bazı çevreler ise, nükleer yakıt döngüsünün çok taraflı olmasını ve
bunun yanı sıra, nükleer çoğalmanın önlenmesi temelinde teknolojik
çözümler aranmasını86 ya da nükleer malzemenin silahlar için taşıdığı
cazibenin azaltılmasını savunmaktadır.87

Söz konusu gelişmiş teknolojik çözümleri, karmaşık uluslararası
diplomasiyi, iyi tasarlanmış ekonomik teşvikleri ve sağlam arz güvenliği
önlemlerini kapsayan seçenekler geniş bir yelpaze sunmaktadır.

Türkiye nükleer enerjiye yatırım stratejisinin ayrılmaz bir parçası
olarak, küresel nükleer çoğalmayı önleme çabalarına entelektüel ve
diplomatik sermaye yatırımı yapmalıdır. Türkiye’nin bölgesel
rolü ve uluslararası konumu, güvenilir bir nükleer güç yönetişim
düzeninin tasarlanmasında ve uygulanmasında avantaja dönüşebilir.
Nükleer güvenlik hadisesinin önlenmesinde sorumluluk alması,
kendi nükleer enerji politikası ve güvenlik hedefleri ile küresel
sorumlulukları bakımından Türkiye’nin menfaatinedir.

Bu gayretinde başarısız bile olsa, Türkiye’nin, uluslararası
nükleer silahların yayılmasının önlenmesinde ve nükleer emniyet
tartışmalarında sorumlu ve faal bir aktör olarak küresel düzeyde
kabul görmesinde çıkarı bulunmaktadır. Türkiye, bir kriz ertesinde
gerekli olacak acil önlemlerin tasarlanmasına ve uygulanmasına
katkıda bulunmasını sağlayacak yetkinliğe ve entelektüel hazırlığa
sahip olmalıdır.

Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve emniyet meseleleri,
teknoloji, politika ve uluslararası siyasetin kesişme noktasında
yer almaktadır. Türkiye bu kesişme noktasında etkin biçimde
çalışabilecek kurumsal yapılar oluşturmalıdır. Hem resmi politika
formülasyonlarını beslemek, hem de küresel nükleer tartışmaya
anlamlı katkılarda bulunmak için, yüksek vasıflı bir Nükleer
Araştırma ve Politika Merkezi kurulmalıdır. Bu merkez bir
üniversite bünyesinde faaliyet gösterebileceği gibi88 bağımsız bir
kurum olarak da yapılandırılabilir. Nükleer Araştırma ve Politika
Merkezi, küresel girişimleri ileri götürebilecek tutarlı, kapsamlı
ve pragmatik stratejiler geliştirmek üzere, deneyimli politika ve
teknoloji uzmanlarını bünyesinde bir araya getirmelidir. Buna
paralel olarak, Dışişleri Bakanlığı’nın özel olarak uluslararası
nükleer güvenlik rejimine odaklanan, yeterli ve kalıcı kadrolara
ve münhasır yetkiye sahip bir birimi olmalıdır. Nükleer Araştırma
ve Politika Merkezi ile Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki uzman
gruplar küresel emniyet ve güvenlik tartışmalarında ve politika
girişimlerinde Türkiye’nin faal, yaratıcı, yararlı ve kabul gören bir
rol oynamasını sağlamaya çalışmalıdır.




ÖNERİ 14 :

Türkiye’nin nükleer enerji stratejisi, maliyet, enerji güvenliğini
artırıcı etkisi, karbon salınımlarında azaltım ve teknoloji transferi
gerekçelerine dayandırılmaktadır. Bu gerekçelerin her biri
üzerinde halen meşru bir tartışma sürmektedir.
Ancak mevcut tartışma, nükleer enerji üretiminin sürekliliğini
engelleyebilecek potansiyel emniyet sorunları ile nükleer güvenlik
risklerinin yaratabileceği önemli krizleri göz ardı etmektedir.
Yaşanacak böyle bir kriz, haliyle, enerji güvenliği, maliyet ve
salınıma ilişkin tüm değerlendirmeleri altüst edecektir.
Güvenlik alanındaki kırılganlık riskinin azaltılması nükleer
tesislerin hem işletilmesinde hem de işletmeden çıkarılmasında
yetkin ve yakından yürütülecek bir denetimi gerektirir. Yeterli
finansman ve uzmanlığa sahip, bağımsız bir gözetmen/düzenleyici
kuruluş sürecin her aşamasını düzenlemeli ve takip etmelidir.
Türkiye, nükleer enerjiye yatırım stratejisinin ayrılmaz bir parçası
olarak, küresel emniyet ve nükleer tehditlerin yayılmasını önleme
çabalarına entelektüel ve diplomatik sermaye yatırımı yapmalıdır.
Türkiye, uluslararası nükleer tehditlerin yayılmasının önlenmesi
ve emniyet tartışmaları ile ilgili girişimlerde, küresel düzeyde
kabul gören, sorumlu bir aktör durumuna gelmelidir.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder