10 Şubat 2020 Pazartesi

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 1

Başarısız Devlet.. BÖLÜM 1




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
12 Nisan 2019 


“ Adalet Olmayınca Devlet, Büyük bir Çeteden başka Nedir ki..” 
Aurelius Augustinus 

 Giriş.. 

Devlet, yaklaşık 10.000 yıl önceye, Mezopotamya.da ortaya çıkan ilk tarım 
toplumlarına kadar uzanan eski bir sosyal kurumdur. İyi yetiştirilmiş bürokrasiye sahip devlet, Çin.de binlerce yıl varlığını sürdürmüştür. Büyük orduları, vergi toplama gücü ve geniş topraklar üzerinde egemenlik yetkesi uygulayan merkezi bürokrasisiyle modern devletin Avrupa.da ortaya çıkışı ise, daha yenidir ve dört-beş yüz yıl öncesine, Fransız, İspanyol ve İsveç monarşilerinin dönüşümüne uzanır. Böylece bugün de devam eden „devlet merkezli. uluslararası sistem başlamıştır. Bu gelişmeler sayesinde devletler; bürokratik, diplomatik ve 
askeri kurumsallaşmaya yöneldi. 

Günümüz devletlerinin yalnızca onaltısı, yüzyıllara uzanan yapıda tarihi bir devlet yapısı göstermektedir. Devletler ebedi değildir; oluşumun, değişimin ve de zamanın geçişindeki tarihi olaylara yenik düşerler. Modern politikacıların görevi; devletin gücünü ehlileştirmek, devletin faaliyetlerini hizmet ettiğini halkın rızası doğrultusunda yürütmek ve nihayet özgürlükleri ve adalet olgusunu korurken, refahı ve eşitliği artırmaktır. Ancak, dünya genelinde göreceli olarak genel refah seviyesi artıyor gözükse de otoriter eğilimler artıyor, halklar mutsuz. Modern dönemin devletleri; güçlü, zayıf, kırılgan ya da başarısız gibi kategorilere ayrılıyorlar. Bu makalede, başarısız devleti ya da devletin başarısızlığını 
sorgularken, halk ayaklanmalarını da ele alacağız. 

 Modern Devletin evrimi.. 

 Uluslararası ilişkiler ile ilgili modern bilimsel çalışmalar genellikle kendilerine 
başlangıç olarak ulus-devlet anlayışının doğuşunu temsil ettiği kabul edilen 1648 tarihli Westphalia Barışı.nı referans yaparlar 1. 

Bu anlaşma, devlet sisteminin oluşturulması, egemenlik kavramının kabul edilmesi ve eski Ortaçağ Avrupası'nın din esaslı sisteminin terk edilmesi olarak görülür. Modern anlamı ile ulus-devlet, 17. yüzyılın akışında kuruldu. Bu gelişmelerden esinlenen Jean Bodin ve Thomas Hobbes gibi teorisyenler, egemenlik fikrini ve böylece ulus-devletin doğuşu ile ilgili kuramsal yapının oluşmasına yardımcı oldular. Böylece toplum sözleşmesi teorileri tartışmaları ortaya çıktı. Hugo Grotius (1583-1645) ve Thomas Hobbes (1588-1679), yönetilenlerin onaylarının (rızalarının) toplum sözleşmesi ile alındığını iddia ederek totaliter rejime meşruluk sağlamaya çalışırken, John Locke (1632-1704) ve Jean-Jascuqes Rousseau (1712-1778) ise demokratik yönetimlerle meşruluğu savunmaktaydı. 

Devletlerin ellerinde bulundurdukları meşru güç tekeli, bireylerin Hobbes.un „herkesin herkesle savaşı. dediği şeyden kurtulmasını sağladı ama dünya ölçeğindeki çatışma ve savaşlara da temel oluşturdu. Üstelik iktidarı bir şekilde ele geçirenler, devletin gücünü tamamen ele geçirmek ve hiç gitmemek derdine düştüler. Otoritelerini meşru kılabilmek için sürekli kaos ve savaş ortamı ile beslendiler. 

 Uluslararası ilişkilerdeki sistemde şekil olarak bağımsız devletlerin sayısı son iki 
asırda iniş ve çıkış gösterdi. 1800 yılında 150 kadar olan bağımsız devlet sayısı 19. yüzyılın ortasında tahminen 100.e kadar indi. Daha sonra bu sayı Asya ve Afrika.nın sömürgeleşmesi ve Avrupa.daki küçük siyasi birliklerde modern ulus-devletlerin oluşması yoluyla (1890 lar da) 29 a düştü. 

Henüz devlet olamamış yönetimler için öngörülen „manda. sisteminin ön yüzünde uygarlık standardının Batı.nın denetimiyle sürdürülmesi, arka yüzünde ise ilhak yerine uygarlaşmamış devletlerin uluslararası düzen içinde yönetilmesinde emperyalist güce meşruiyet sağlamak vardı 2. 

19. yüzyılın ikinci yarısında üç uygar toplum düzeyine karşılık gelecek üç devlet 
tanımı üzerinde duruluyordu; tam siyasal, kısmi siyasal ve nihayet doğal ya da çok az insani. Osmanlılar ve Çinliler gibi barbar (!) devletlerin uluslararası tanınmaya hak kazanmadıkları iddia ediliyordu. 20. yüzyılın başında dünyada 55 devlet vardı. Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının yıkılmasıyla devletlerin sayısı yine yükseldi. Yeni bir devlet kurma dalgası yayıldı. 

İkinci Dünya Savaşı ndan sonra Avrupa daki sömürge imparatorluklarının yıkılması sonrası devlet kurulma aşamasının ikinci ve çok daha geniş dalgası başladı. 1960 yılına kadar özellikle Afrika ve Ortadoğu da bağımsızlığına kavuşanlarla bu rakam iki katına çıktı. Bunun sonucunda bağımsız devletlerin sayısı 165.e çıktı. Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve diğer devletlerin yıkılmasıyla üçüncü bir ulus-devlet dalgası gerçekleşti ve 1995.e kadar olan dönemde BM de üye bağımsız devletlerin sayısı 193 e ulaştı. 

Devlet ile ilgili tartışmalara başlaman önce konu ile ilgili tanımları kısaca hatırlamakta fayda vardır; 

- Ulus, bir devletin sınırları içerisinde yaşayan aynı etnik kökenden gelen, aynı din, dil ve kültürel değerleri paylaşan insan topluluğudur. 

 - Devlet, sınırları belirlenmiş bir ülke toprağı üzerinde bulunan, belirli bir hükümet ile yönetilen ve hukuksal bakımdan egemen olan siyasi örgütlenmeler dir. 

 - Hükümet, yürütme yetkisine sahip olan devlet örgütlenmeleridir. 

 - Halk; etnik, kültürel ve dil bakımdan aralarında benzerlik bulunan ve belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, siyasal ve soysal bakımdan örgütlenmiş olan bir toplumdur. 

 - Egemenlik, bir devletin sahip olduğu topraklarda mutlak ve güçlü bir şekilde 
yönetim sağlayabilmesidir. 

 - Bağımsızlık ise, bir devletin veya milletin, başka hiçbir gücün kontrolü altında 
kalmaksızın yaşaması ve geleceğine karar vermesidir. 

 Yukarıdaki tanımlar, genel kabul gören ifadelerdir. Bununla beraber, uluslararası diplomaside bu tanımlar tartışmalıdır. Örneğin, „halk. kavramı üzerinde bir uzlaşma sağlanamadığı için, kendi kaderini tayin hakkı ile görüşmelerde bir sonuca varılamamaktadır. 

Devlet Olma Felsefesi.. 

Toplumun ihtiyaçlarının sağlanması, korunması ve idamesi devlet sürecini 
oluşturmuştur. Devlet bir idare altında teşkilatlandırılmış, siyasi bir topluluktur. Diğer bir ifade ile devletin belli başlı öğeleri; bir halk (nüfus), bu halkın üzerinde yaşadığı bir ülke veya toprak ve düzeni sağlayan ortak yasalardır. Devlete can (dinamizm) ve ruh veren insan toplumuna "ulus (millet)" denir. Bir ulusun oluşmasında; siyasi varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, köken birliği, tarihsel birlik, ahlak ve karakter yakınlığı en etkin unsurlardır. Devlet, ülkenin ve halkın güvenliğini sağlamak gibi bir görev ile yükümlüdür. Güvenlik, devletin, hayati önemi haiz değerlerinin geliştirilmesi ile mevcut ve muhtemel, potansiyel ve dinamik iç ve dış tehdit ve tehlikelere karşı korunması için gerekli olan ulusal ve uluslararası şartların (siyasi, kültürel, ekonomik, askeri vb.) yaratılmasıdır. Kısaca ulusal güvenlik, devletin beka ve refah boyutlarını kapsar. 

Alman sosyolog Max Weber (1864-1920), I. Dünya Savaşı sonrasındaki kaotik 
ortamda devlet.in tanımını şu şekilde yapmıştı 3; “Devlet, bir ülke üzerinde meşru güç kullanımı tekelini başarı ile elinde bulunduran yapıdır”. 

Weber.e göre devlet, ülke dâhilinde meşru zor kullanma tekelidir. Weber, sosyoloji açısından siyasal bir topluluk olan çağdaş devleti, belli bir arazi içinde, fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu olarak tanımlamıştır. Bir başka deyişle devlet, meşru şiddet araçlarıyla desteklenen, insanın insana egemenlik kurma ilişkisi olarak tanımlanabilmektedir 4. 
Bu tanımdan hareket edersek, bireysel şiddet kullanılması ya da bireysel şiddetin her türlüsü devlet tarafından yasaklanmıştır. Burada Weber, modern devletin asli görevinin yurttaşların haklarını korumayı üstlenmek olduğuna işaret etmektedir 5. 

 Devlet tanımlanacak olursa kuvvetle muhtemel tek bir evrensel tanım yapmak 
mümkün olmayacaktır. 1933 tarihli Devletlerin Hakları ve Görevleri başlıklı Montevideo Sözleşmesi.nin birinci maddesine göre, devlet şu şekilde tanımlanmaktadır 6; 

 “Uluslararası hukukun kişisi olarak devlet şu özelliklere sahip olmalıdır; (a) Daimi bir nüfus. (b) Tanımlanmış bir toprak. (c) Hükümet ve (d) Diğer ülkelerle ilişki kuracak kapasite. Bu devletin kendi toprakları üzerinde tam ya da tama yakın kontrol ve bu topraklarda şiddet tekeline sahibi olmasını gerektirir”. 

Kamu hukuku profesörü Münci Kapani, devletin ülke, insan topluluğu ve iktidar 
olmak üzere üç ana unsuru bulunduğunu belirterek şöyle yanıt verir: “Devlet, belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, zorlayıcı yetkiye sahip bir üstün iktidar tarafından yönetilen bir insan topluluğunun meydana getirdiği siyasal kuruluştur 7.” 

Büyük Larousse.de ise devlet; “kültürel birliği olan ve kurumsallaşmış bir iktidar 
tarafından yönetilen bir insan grubunun sınırlarla belirlenmiş bir toprağa yerleşmesi sonucu meydana gelen siyasal toplumdur” şeklinde tanımlanmıştır 8. 

 Yukarıdaki tanımlardan yola çıkılarak devletin özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 

- Belli bir ülke üzerinde yaşayan insanların oluşturduğu bir birliğe sahip olmak, 

- Üstün bir iktidar tarafından yönetilmek, 

- Kurumsal bir siyasal iktidara sahip olmak, 

- Kültürel birliğe ulaşmak, 

- Yüksek düzeyde değerleri kapsayan bir egemenliğe sahip olmak. 


Modern ulus-devlet; tarihteki bir hükümdar, onun etrafındaki destekçileri ve yönetilen halktan çok daha fazlasıdır. Daha 16. yüzyılda otokrasiler bir devlet bürokrasisi geliştirmeye başlamışlardı. 

20. yüzyılın başında Weber.in devlet konsepti; hiyerarşi, rutin süreçler ve rasyonel normlar üzerine kurulmuş bürokratik kurumların rollerini vurguluyordu. Weber.e göre; geleneksel ve karizmaya dayalı yönetimler yerine, rasyonel yönetim sistemleri için ideal tip yönetim, bürokrasidir. Weber, bürokratik örgütlenmenin en önemli özelliklerini şu şekilde sıralıyordu; 

 - Kanunlar ve kurallarla belirlenmiş resmi yetki alanlarının olması, 

- Bir emir komuta zinciri içinde düşük memurların işinde özelleşmiş yüksek memurlar tarafından denetlendiği sıkı bir hiyerarşinin olması, 

 - İşlerin yazılı dokümanlar ile ve dosyalama sistemleri ile yürütülmesi, 

- Devlet adamlarının otoritelerinin gayri-şahsi olması ve bu otoritenin kendi 
kişiliklerinden değil bulundukları pozisyondan kaynaklı olması, 

 - Bürokratik kurallar kişisel takdir yetkilerini en aza indirecek kadar sıkı olması, 

 - Bürokraside atanma ve yükselmenin liyakate dayanması; görevin en iyi yapacak en yetkin kişiye verilmesi ve eğitim, tecrübe, yetkinlik gibi profesyonel kriterler mevcut olması. 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder