14 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK’ÜN DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE ULUSALLIK-EVRENSELLİK DERİNLİĞİ

ATATÜRK’ÜN DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE ULUSALLIK-EVRENSELLİK DERİNLİĞİ 


Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ 

M. Kemal Atatürk’ün düşünce yapısında yer alan ve Atatürk ilkeleri diye adlandırılan ilkeler ile bunların aksiyona dönüştürülerek gerçekleştirilmiş biçimleri olan devrimler, bunlarla ilgili belgeler ve bu konuda yapılan çeşitli bilimsel değerlendirmeler gözden geçirildiğinde, gözükmektedir ki Atatürk ilkeleri, niteliği ve taşıdığı temel özellikler açısından, tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlayan bir bütün oluşturmakta ve hepsi de kısaca çağdaşlaşma diye adlandırılan tek bir temel amaca yönelmiş bulunmaktadır. 

Bu ilkelerin böyle bütünleyici bir amaca yönelmiş olması, onları kişisel değer ölçülerini aşan bir düşünce sistemine dönüştürmüştür. Bu düşünce sisteminin içine girildiğinde, önce iki temel hedefin, sonra da bu iki hedefi amaçta bütünleştiren bir dizi ilkelerin yer aldığı görülür. Bunları kısaca açıklayalım : 

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmış yıkıntıları arasından çekip çıkardığı Türk halkını kurtarmak için Millî Mücadeleyi başlattığı zaman, dayandığı iki temel hedeften birincisi, ülkeyi düşman istilasından kurtararak ulusunu her yönü ile tam bağımsız bir siyasi yapıya kavuşturmak, ikincisi de Türk toplumunu, siyasi yapısında gerçekleştirilecek köklü yenileştirmeler ile en kısa zamanda 
çağdaş uygarlık düzeyinin ön safında yer alabilecek modern ve gelişmeye açık bir toplum durumuna getirmekti. Böylece, Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığını bir bütün olarak ele almış ve bunu bir devlet felsefesi olarak benimsemiştir. 

Atatürk’ün düşünce sisteminde yer alan ilkeler, onun dogmatik olarak ortaya attığı kalıplaşmış ve donmuş fikir kalıpları değildir. 

Türk halkının tarihî, sosyal ve kültürel gereksinimlerinden kaynaklanan ve bu gereksinimleri karşılayabilecek nitelikte olan akılcı ve dinamik düşüncelerdir. Yaptığı devrimlere renk veren, onları birer esere dönüştüren gerçekçi ve canlı fikirlerdir.1 

Bilindiği gibi Atatürk, yalnız bir asker, bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda güçlükleri yenme azmine, yapıcılık ve yaratıcılık gücüne sahip bir düşünürdür de. Ona dâhi bir kişilik kazandıran keskin zekâsı, üstün komutanlık vasfı, kapsamlı kültür düzeyi, siyasi ve sosyal görüşlerindeki isabet ve derinlik, çok yönlü hayat tecrübesi ve dinamizmi, düşünce yapısındaki sistemlilik, ulusunun özelliklerine 
olan vukufu, yüreğindeki zengin yurt ve millet sevgisi ile yaradılışından gelen insan sevgisi, insanlığa verdiği değer ve gerektikçe başvurduğu evrensel ölçüler, onun kişiliğine hem ulusal hem de evrensel açıdan üstün değerler katmıştır. Bu nedenle, Atatürk ilke ve devrimlerinde şöyle bir temel niteliğin yer aldığını da özellikle vurgulamak gerekir. O da onun düşünce sisteminde ulusal değerler 
ile evrensel değerlerin mükemmel bir senteze ulaşmış olması gerçeğidir. 

Atatürk, kimi zaman düşüncelerini kendi ulusunun özelliklerinden yararlanarak, onun binlerce yıllık tarihî derinliğinden ve kültür zenginliğinden ilham alarak uygulamaya koymuştur. Ancak, bu ulusal değerler, zamanla ulaştığı yapıcı ve etkileyici sonuçlar açısından aynı zamanda evrensel birer nitelik kazanarak onun ilkelerine ulusaldan evrensele doğru yol alan bir boyut kazandırmıştır. Kimi 
icraatında da O, evrensel ölçü ve değerleri kendi ulusunun özellik ve ihtiyaçları ile harmanlayıp kaynaştırarak onları gerçekçi birer ulusal değerler durumuna getirdiği için bu ilkeler evrenselden ulusala doğru yol alan ikinci bir boyut kazanmıştır. Özet olarak, onun ilkelerinde ve icraatında ulusallık ve evrensellik çok kez yan yana yol almış veya iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu durum, Atatürk’te olağanüstü bir sentez gücünün varlığını ortaya koymaktadır. Şimdi onun düşünce sistemini oluşturan temel ilkelerden ve yaptıklarından alacağımız 
birkaç örnekle bu durumu daha belirgin olarak açıklamaya çalışalım. 

Atatürk’ün düşünce sisteminde yer alan temel ögeler bağımsızlık, millî hâkimiyet yani ulusal egemenlik ve cumhuriyetçilik, laiklik, millîyetçilik, halkçılık yani demokrasi, millî birlik ve bütünlük, devrimcilik, çağdaşlaşma, akıl ve bilimin öncülüğü, yurtta barış dünyada barış anlayışı gibi ögeler veya ilkelerdir. Ama bu ilkelerin en başında bağımsızlık, hatta her yönü ile tam bir bağımsızlık yer alır. 

Bilindiği gibi Millî Mücadele bir bağımsızlık savaşıdır. Atatürk bu savaşa girerken bir kısım ülke aydınlarının çaresizlik içinde, kurtuluş yolu olarak düşündükleri yabancı bir devletin mandasını istemek veya bölgesel birer kurtuluş yolu aramak gibi yetersiz düşünceleri bir yana iterek temel ilke Türk milletinin onurlu ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bağımsızlığından yoksun bir millet 
medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak durumundan kurtulamaz gerçeğinden hareket ederek Nutuk’ta kendi kararını: “Ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurmak2 diye açıklamıştır. 
“Ya istiklal ya ölüm” parolası da bu savaşın temel ilkesi olmuştur. 

İstiklal Savaşı, en büyük hizmet ve gayretlerle elde ettiği rütbe ve nişanları söküp atmaktan çekinmeyecek kadar yurt ve millet sevgisiyle dolu bir önderle, tarihî ve millî özelliklerinin onda kişileşmiş olduğunu gören bir ulusun el ele vererek, dayandığı millî birlik, kuvayımillîye ruhu, katlandığı fedakarlık ve gösterdiği irade gücü ile imkânsızlıklardan nasıl imkânlar ve mucizeler yaratıldığını dünyaya ispat eden3 bir savaştır. Bu savaş elbette Türk milletine bağımsızlık yolunu açan ulusal bir savaştır. Ancak, böyle olağanüstü bir başarının dünyadaki yankı ve etkileri, daha sonra öteki mazlum milletleri de harekete geçirmiştir. Hindistan ve Pakistan örneklerinde görüldüğü gibi, başlattıkları bağımsızlık savaşlarında, kendilerine de önderlik eden büyük bir manevi güç kaynağı olmuştur. Böylece Atatürk’ün askerî dehası, ulusaldan evrensele uzanan bir boyut kazanmıştır. 

Atatürk, 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM’nin açılışını, “Türkiye millî tarihinin başlangıcı, yeni bir dönüm noktası ve bütün bir düşmanlık dünyasına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının bu hususta gösterdiği bir harikadır.4” sözleriyle dile getirmiştir. Böyle bir gelişme Türk ulusu için elbette büyük bir anlam taşır. Atatürk’ün, ulusal egemenliğin başlangıcı olan bu günü Türk ulusunun geleceği demek olan çocuklarımıza, daha sonra da bütün dünya çocuklarına bir bayram günü olarak armağan etmiş olması, onun düşünce yapısında ve egemenlik anlayışında ulusal ölçüler ile evrensel ölçülerin nasıl iç içe girmiş olduğunu gösteren güzel bir örnektir. 

Atatürk, Millî Mücadele ile büyük dünya devletlerine karşı çok çetin bir savaş verdiği hâlde, harbin fecaatını yakından tanıyan bir komutan olarak, içten gelen bir samimiyetle, bütün ulusların güven ve huzur içinde yaşamalarını istemiştir. “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanlara düşmanız.” Ve “Geleceğin yüksek ufuklarından doğmaya başlayan güneş, asırlardan beri ıstırap 
çeken esir milletlerin talihidir. Bu talihin artık bir daha siyah bulutlara bürünmemesi; milletlerin ve onların önderlerinin dikkat ve fedakarlığına bağlıdır.5” görüşlerinden hareket ederek “Yurtta barış cihanda barış”ı bir ilke olarak benimsemiştir. Bu ilkesini savaşın hemen arkasından batıdaki ve doğudaki komşu devletlerle yaptığı, barışı güvence altına alacak Balkan Antlaşması ve Sadabat Paktı gibi antlaşmalarla da kanıtlamıştır. 

Kendi kişilik özellikleri ulusunun varlığı ile bütünleşmiş olan Atatürk, her türlü yetki elinde olduğu hâlde, Lozan Barış Antlaşmasından sonra (24 Temmuz 1923) 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet ile, devlet şekli olarak doğrudan doğruya demokratik ölçülere ve ulusun egemenliğine dayanan Cumhuriyet rejimini seçmiştir. Ulusal egemenliği “Hâkimiyet-i millîye öyle bir nurdur ki 
onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esaretleri üzerine kurulmuş kurumlar her yerde yıkılmaya mahkûmdur.6” sözleriyle tanımlayan Atatürk, bu sistemin kendi düşünce yapısına ne denli uygun olduğunu da “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.7” sözleriyle açıklamıştır. Onun böyle bir rejimi seçmiş olması, Türk toplumu açısından ulusal, ama dünya politikası açısından da evrensel bir değerin göstergesidir. 

Atatürk’ün düşünce sisteminde yer alan temel ilkelerden biri de millîyetçilik ilkesidir. Atatürk’teki millîyetçilik anlayışı, bir ölüm kalım savaşı olan Millî Mücadele’nin başından beri izlenegelen ulusal egemenlik anlayışının doğal bir sonucudur. Vatan, millet ve bağımsızlık kavramlarıyla yakından ilgilidir. Ülkenin ve milletin birlik ve bütünlüğüne değer veren bir anlayıştır. O dönemin bir kısım rejimlerinde görüldüğü gibi etnik yapı, ırk ve din anlayışına dayanan faşist, şovenist bir millîyet değildir. Aksine, demokratik ölçülere, akılcılığa ve çağdaşlığa önem veren bir anlayıştır. Aynı kültürü paylaşan insanların oluşturduğu ve aynı ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşların kurup geliştirdiği bir toplum ve millet anlayışına dayanmaktadır. Bu nedenle toplayıcı, birleştirici ve bütünleştiricidir. Saldırgan değil barışçıdır. 

Bencil değil insancıldır. Dolayısıyla, ulusal değeri yanında başka toplum ve milletlere de ışık tutan evrensel bir değer de taşımaktadır.8 

Onun düşünce sistemindeki halkçılık ilkesi, demokratik anlayışın açık bir ifadesidir. Egemenliğin kayıtsız-şartsız halka dayandırılmış olması, siyasi rejimi doğal olarak demokratik bir yapıya bağlamıştır. Demokrasi, kavram olarak evrensel bir nitelik taşıdığı için, burada önce evrenselden ulusala yönelmiş sonra da ulusalı evrenselleştirmiş bir boyut söz konusudur. 

Cumhuriyetin ilanından sonra, sıra Atatürk ilkelerini, tasarlanan temel hedefe ulaştıracak çağdaşlaşma yönündeki uygulamalara gelmiştir. Ancak, Türk ulusunun çağdaş değerlere sahip bir toplum yapısına kavuşturulabilmesi, öncelikle toplumun böyle bir yenileşmeyi kabule hazırlanmasını, daha doğrusu, Türk toplumunda bir zihniyet değişikliğinin gerçekleştirilmesini gerekli kılmıştır. 
Çünkü, Osmanlı toplumu, doğunun her şeyi tabiat üstü güçlere bırakan ve din temelindeki hukuka dayanan bir toplum tipi olarak şekillenmişti.9 Atatürk’ün düşüncesinde yer alan toplum tipi ise, batının Rönesans’tan sonra müspet bilim anlayışına dayanarak sosyal yapısı, hayat görüşü ve kültür değerleri açısından çağdaş değerleri yakalamış, çağdaş ve müreffeh bir Türk toplumu idi. İkisi arasında önemli bir nitelik farkı vardı. Bu nitelik farkı, “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir...” sözlerinle açıkça göze çarpmaktadır. 

İki dünya görüşü arasındaki bu önemli ayrılık dolayısıyla, Atatürk toplum yapısını modernleştirecek olan yenileşmeleri uygulamaya geçmeden önce, onları, halka benimsetme yönünde yaptığı konuşmalarla bir ön hazırlık sürecinden geçirmeyi de ihmal etmemiştir.10 
Devrimlerin uygulanmasındaki zamanlama da doğrudan doğruya bu süreçle ilgili bir yöntem derinliğidir. “Milleti hazırlamadan inkılaplar yapılamaz” diyen Atatürk, bu yöntem inceliğini: “Uygulamayı birtakım aşamalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu”11 sözleriyle dile getirmiştir. 

Böyle bir yöntemle gerçekleştirilen devrimlerin başında hukuk devrimi ve laiklik ilkesi yer alır. Bu devrimin en başta yer almasının nedeni, öteki devrimlere de kaynaklık edecek olmasındandır. Bilindiği üzere hukuk devrimi ile Osmanlı devletinin, teokratik devlet yapısından laik bir hukuk düzenine geçilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni devlet rejiminde, egemenlik kayıtsız şartsız ulusa ait olduğu için, bunun doğal bir sonucu olarak hukuk düzeninde de ilahî irade yerine toplumun değer ölçülerinden kaynaklanan beşeri ögeler yer almıştır. Böyle bir hukuk anlayışı, doğal olarak kanun karşısında herkesi dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet, felsefi inanç ve siyasal düşünce açısından eşit saymış, kişiye din ve vicdan hürriyeti sağlamıştır. Böylece laiklik ilkesi, dine olan büyük saygısı yanında demokrasinin ve özgür düşüncenin temel güvencesi olmuş, akılcı, bilimci, birleştirici özellikleri ile Türk toplumuna yaratıcılık yolunu da açan 
çağdaş bir yaşam biçimi getirmiştir.12 

Gerçi, laiklik ilkesi, Atatürk’ün Türk ulusuna ve Türk hukukuna paha biçilmez bir armağanıdır. Ancak, laiklik, bütün toplumlarda engelsiz gelişme, sağlıklı düşünme yolunu açan evrensel bir hukuk anlayışı olduğu ve daha başka toplumlara da örneklik etme niteliği taşıdığı için Atatürk’ün düşünce yapısına yine bir evrensellik boyutu katmıştır. 

Türkiye Cumhuriyetini çağdaş ve gelişmiş bir toplum yapısına kavuşturma amacı, Atatürk’ün düşünce siteminde yer alan öteki ilkelerinde ve bunları birer esere dönüştüren öteki devrimlerinde de görülmektedir. Bütün bu devrimler, özü itibarıyla, Türk tarihinin derinliklerinden gelen Türk kültürüne dayanmıştır. O, kendi toplumunun değerleri ile bütünleşmenin sırrını yakalamış bir önder olarak, 
modernleşmede, taklitçiliğe yönelmeden Türk toplumunun özelliklerinden ve kültür değerlerinden çok iyi yararlanabilmiştir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”, “Kültür, en yüksekte göz diktiğimiz idealdir” sözleri, onun kültüre verdiği değerin açık bir göstergesidir. 
Nitekim 1928’de gerçekleştirilen yazı devrimi, toplumsal yenileşme ve kültürel gelişmenin temel taşı olmuştur. Eğer bugün Türk insanı çok kısa sürede okuyup yazmayı öğrenebiliyorsa, bunu Türk dilinin yapısına aykırı ve öğrenilmesi güç Arap alfabesini atarak yerine kendi dilinin yapısına çok uygun düşen Latin alfabesi temelindeki ulusal Türk alfabesini getiren alfabe devrimine borçludur. Eğer bugün Türk insanı kendi tarihinin köklerine kadar inen araştırmalar yapabiliyor ve tarihî gerçekleri bilimsel ölçülerle ortaya koyabiliyorsa, 
bunu Türk tarihinin doğru temeller üzerinde ele alınmasına borçludur. 
Eğer bugün Türk dili, 1932 yılından beri yapılagelen çok yönlü yoğun çalışmalarla bir bilim ve kültür dili durumuna gelebilmişse, bunu, dilimizi yabancı dillerin baskısı altında kendi kendini geliştirme gücünü körletip kısırlaştıran yabancı bağlardan kurtararak ona özgürce gelişip gürleşme yolunu açan dil devrimine borçludur.13 

Eğer bugün Türk kadını gerek kendi ülkesinde, gerek dünya kadınları arasında, birçok alanda yüz ağartacak üstün başarılara imza atabilecek bir gelişmişlik düzeyine ulaşmışsa, bunu, Anadolu kadınında kendi kültüründen gelen asaleti, fazilet ve ırk üstünlüğünü yakından görmüş olan Atatürk’ün, kadın-erkek ayrımını ortadan kaldırarak Türk kadınına çağının bile üstünde bir statü kazandıran kadın hakları devrimine borçludur.14 

Atatürk, bütün devrimlerinde Türk ulusunu biçimlendiren kültür değerlerinden çok iyi yararlanmıştır. Ancak, belirtmek gerekir ki, onun kültür anlayışında da bağnazlıktan uzak bir derinlik vardır. O, kültür ile medeniyeti, yani uygarlığı kesin sınırlarla birbirinden ayırmaz. 

Onca kültür ulusaldır. Ancak, “Yüksek bir kültür, onun sahibi olan ulusta kalmaz. Öteki uluslarda da etkisini gösterir” Dolayısıyla uygarlık yüksek ve kapsamlı bir kültürün ifadesidir. 

Görülüyor ki Atatürk ilkeleri ve bu ilkelerin bütünleştirdiği Atatürkçü Düşünce sistemi, niteliği bakımından Türk ulusu için olduğu kadar bütün öteki toplumlar için de geçerli olan bir sistemdir. Çünkü bu sistem, insanlığı da doğru ölçülere yöneltecek bir temele; bir gerçekçilik, mantık, akıl ve bilim anlayışı temeline oturtulmuştur. Manevi duygu ve değerleri de içine alan insancıl bir niteliği vardır. 
Bu niteliği onun düşünce sistemine ulusallık-evrensellik derinliği kazandırmıştır. Onu insanlığa örnek bir önder ve devlet adamı kişiliğine yükseltmiştir. Unesco’nun 1963 ve 1981 yıllarında Atatürk’ü bir insanlık örneği olarak anması, doğumunun 100. yıl dönümü olan 1981 yılında, bütün dünyada anılması, onun bu evrensel değeri dolayısıyla dır. 15 

Atatürk’ün düşünce yapısındaki bu iki yönlü derinlik dolayısıyla, ilkelerinin bugün de yarın da Türk toplumu için olduğu kadar, öteki toplumlar için de yönlendirici nitelik taşıdığı inancındayız. Hatta bugün dünyamızın içine girdiği bilgi, bilim ve bilişim çağının ortaya koyduğu küreselleşme sürecinde, bu sürecin altında yatan kültür ve üstün egemenlik çatışmasında da dünya politikalarına ışık tutarak, bu çatışmaları insancıl bir platforma çekebilme gücüne sahiptir diye düşünüyoruz. Yeter ki, biz bugünkü varlığımızı yapıcı devrimlerine borçlu olduğumuz Atatürk’ü bağrından çıkaran bir ulus olarak onun bıraktığı bu üstün değerlere sahip çıkmasını, bu değerleri içeride ve dışarıda bilinçli olarak korumasını bilelim... Atatürk’ün büyük Nutuk’unda gelecekteki tehlike veya tehlikeler için yaptığı uyarı ve değerlendirmeler de, onun uzak görüşüldüğünde ki derinliği bir kez daha ortaya koymaktadır.16 


DİPNOTLAR;

1 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 1999, s. III. 
2 Nutuk (bugünkü dille yayına hazırlayan Z. Korkmaz), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 2005, s. 9. 
3 Bk. Z. Korkmaz, agy., s. XX. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 
5 Utkan Kocatürk, age., s. 380-392. 
6 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Ankara 1969, s. 39. 
7 Enver Ziya Karal, age., s. 39. 
8 Daha ayrıntılı bilgi için T. Feyzioğlu, “Atatürk ve Milliyetçilik”, age., s. 52 ve öt.; İsmet Giritli, agm., s. 131 ve öt.; Mehmet Saray, 
 “Atatürk ve Milliyetçilik”, age., s. 290-295’e bk. 
9 Halil İnalcık, “Atatürk ve Türkiyenin Modernleşmesi”, age., s. 142. 
10 Utkan Kocatürk, age., s. 95. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Sulhi Dönmezer, “Atatürk İnkılapları ve Sosyal Değişme”, age., s. 13-26’ya bk. 
11 Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay., s. 10-11. 
12 Ayrıntılı bilgi için, Zeki Hafızoğulları, “Türk Hukuk Devrimi ve Laiklik”, age., s. 103 ve öt.’e bk. 
13 Ayrıntılı bilgi için Zeynep Korkmaz, “Atatürkçü Düşüncede Türk Dilinin Yeri”, age., s. 195-216’ya bk. 
14 Emel Doğramacı, “Atatürk ve Kadın Hakları”, age., s. 227-230. Daha geniş bilgi için Türk Kadınının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş Bankası yay., 
Ankara 1996; Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 52-59; Utkan Kocatürk, age., s. 112-118. 
15 Atatürk’ün evrensel yönü için Ergün Aybars, “Atatürk’ün Evrensel Yönü”, age., s. 361-369’a da bk. 
16 Bu konuda ayrıntılı bilgi için Zeynep Korkmaz, “Büyük Nutuk’ta Günümüz Olaylarına ve Uluslararası Siyasal İlişkilere Işık Tutan Değerlendirme, Açıklama 
ve Uyarılar”, Türk Dili, S. 649 (Ocak 2006), s. 24-33. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder