15 Kasım 2019 Cuma

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 3

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 3





“Ey Türk Gençliği!, Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…”.73 

“Türk Devleti’nin bağımsızlığı mukaddestir. O ebediyen güvende ve korunmuş olmalıdır”74 Çünkü “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anasının Hürriyet”.75 olduğunu düşünen Atatürk; “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarım en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını tanıyanlarca bu aşkım bilinmektedir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın var olması ve devam etmesi, mutlak o milletin hürriyet ve istiklaline 
sahip olmasıyla mümkündür Ben şahsen bu saydığım niteliklere çok önem veririm ve bu niteliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için, milletimin de aynı nitelikler ile donanmış olmasını şart ve esas bilirim…”.76 der. 

“Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin can damarıdır. 
Bu görev bütün millete ve tarihe yüklenilmiştir… 
Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. 

Bir yanlışlığa boyun eğme yüzünden bu vasıflardan yoksun kalmaya katlanamayız”.77 diyen Atatürk, istiklalimizi, egemenliğimizi kaybetme endişesi ve tehlikesi karşısında alınacak olan önlemlerde sabırsızdır ve temkinlidir. “…Eğer bazen ihtiyatkar hareket ediyorsak, aşırı ölçüde şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan hürriyetimizi kaybetmek hususundaki korkumuzdandır. 
Bu hürriyetin bir küçük kısmını sakat etmektense, hepsini birden feda etmeyi tercih ederiz.”.78 diyecek kadar da gözü kara ve kararlıdır. 

Hürriyeti ve istiklalimizin tehlikeye düştüğünde gereği yapmış bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk, asıl mesleği askerlik olmasına rağmen, çok gerekmedikçe savaşmayı asla uygun bulmayan bir liderdi. 

“Derhal şu veya bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama millet hayatı tehlikeye düşmeyince, harp bir cinayettir”.79 düşüncesindedir 

Ama mutlaka, “Çok emekle kurduğumuz, canımızla korumaya and içtiğimiz kutsal yurdumuzun da güven altında olması” gerekir. Atatürk’e göre; “güvenlik altında bulunması demek bize saldıracakların, kendi yurtlarında bizim aynı zararları yapabileceğimize güvenimiz demektir”.80. Yani bize zarar veren düşmanın, bizim de ona aynı zararı verebileceğimize inanmasıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik tehdit ve tehlikeler karşısında ona karşı koyacak, savunacak olan güç ne idi sorusuna ise; “ Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir. Biri milletin kararı, diğeri en elim ve en zor şartlar içinde dünyanın takdirine hakkıyla layık olma niteliği kazanan ordumuzun kahramanlığı, bu iki şeye güvenir”.81 cevabını vermektedir. 

Atatürk, batı milletlerini ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanıdığını ve bu tanışmanın savaş alanında ve ateş altında ve ölüm karşısında olduğunu vurgulayarak; “Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir” demiştir 

Dolayısıyla, Türk milletinden aldığı manevi kuvvetle güçlenen Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi82 olan Ordumuzu da, “Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatı. 83” olarak görmektedir 

Köklü yenileşme ve gelişme içinde bulunan ülkemizin, hem kendisinde hem de komşularında barış ve huzuru isteyen bir düşünceye dayanan dış politikamızda; ülkenin korunması ve güvenliğin sağlanması, vatandaşlarımızın haklarının herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunacak güce de sahip olunmasını önemle isteyen Atatürk, “Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin bu ülkede barışı ve güvenliği koruyacak bir güçte bulundurulması”.84 nın öneminin altını çizmektedir. 

“ Memleketimizi en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş kurtarmış ise Cumhuriyetin bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile donanmış olduğu halde görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphemiz yoktur”85. diyerek Türk ordusu’nun gerektiği zaman, Türkiye Cumhuriyeti 
Devleti ve milletin hakkını, bağımsızlığını ve varlığını korumak için gerekeni yapacağını ifade etmektedir. 

“Devleti ve hükûmeti kendi malı ve koruyucusu tanımak bir millet için büyük nimet ve mazhariyettir”86 diyen Atatürk, halk ile kendisini korumak ve milletin refahını temin etmek görevini üstlenen87 hükûmet arasındaki yakınlığın ve beraber çalışma gayretinin, idari ve ekonomik tedbirlerin iyi uygulanması, anlaşılması ve iyi sonuçlar alınması için gerekli olduğunu biliyordu. Çünkü onun için milletin, maddi ve manevi huzuru her şeyden fazla önemli idi.88. 

“Millî egemenlik esasına dayalı ve özellikle Cumhuriyet idaresine sahip bulunan memleketlerde, siyasi partilerin olmasını”.89 isteyen Atatürk, Cumhuriyetin yaşaması ve gelişmesi için de gerekli gördüğü siyasi partilerin, siyaset alanındaki karşılıklı faaliyetlerin vatandaşlar arasında düşmanlık yaratılmasına sebep olmamasını tavsiye ediyordu.. Bunun için de partiler içine girebilecek samimi 
olmayan ve gizli amaçlı unsurların, kanun ötesinde sonuç isteyen istek sahiplerinin, bütün milletçe nefretle karşılanmasını ve bir de cumhuriyet esası üzerinde çalışan partilerce, bu gibilerin faaliyetlerinden uzak kalınmasını; hürriyeti kötüye kullanmanın doğurduğu birçok felaketleri çekmiş olan bu memlekette bu özelliklere dikkat edilmesini tavsiye ediyordu.90. 

“Memleket işlerinde, millet işlerinde, hakiki işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz”91 diyerek; iç huzur ve güven ortamının sağlanması ve ayrımcılığın önüne geçilmesini isteyen Atatürk, siyasi partilerde çalışacakların “kişisel çıkarlardan ve bencil emellerden ayrılmalarını, ancak canlı ve alevli ideallere”.92 sahip olmalarını; özellikle milleti temsil eden milletvekillerinin 
“Milletvekilliğinin, her düşünceden daha önemli bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmi ve özel hayatta bile birçok manevi ve belirli külfetleri bulunduğunu gözden uzak tutmamalarının gerek”.93 tiğini ifade etmektedir. 

Devletine ve milletine yönelik iç ve dış tehdit ve tehlikelerle baş etmenin ilk yolu devlet yöneticilerin kendi içlerinde uyum, güven ve sadakat duyguları içinde çalışmalarıdır. Bu nedenle “Bir millette, özellikle bir milletin yönetimde sorumlu bulunan yöneticilerinin kişisel ihtirasları, kişisel tartışmaları millî ve vatani görevlerinin gerektirdiği yüce duyguların üzerine çıkacak dereceye varmış 
olan memleketlerde, dağılmaktan ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir”.94 diyerek çözümünü de şöyle ifade eder: 

“Bir amaca doğru yürürken, kişisel düşünce ve çıkarları bir tarafa bırakarak, el ele vermek icap eder: başarının sırrı budur. Unutulmamalıdır ki, bizlerin gerçek vazifesi, topluluğumuzun gelecekteki yüksek çıkarlarını sağlamaya çalışmaktır”. 

Atatürk ayrıca bu konuda çok önemli bir tavsiyede bulunur; “Muhterem milletine şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki vicdanındaki asıl cevheri çok iyi incelemek dikkatinden bir an vazgeçmesinler” 95. 

Atatürk “Yurt içinde bozgunculuğa ve anlaşmazlığa izin vermeyen ve nimet ve külfeti bütün memlekette her vatandaş için eşit tutan millî birlik sınırları içinde ekonomik gelişmeyi”96 hedefleyen bir iç politika izlenmesi ile iç huzur ve güvenliğin sağlanacağına inanmaktadır. 

Önemle vurguladığı bir nokta ise; “ekonomisi zayıf bir milletin hem fakirlik ve yoksulluktan hem de toplumsal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtarama”dığı gerçeğidir.97. Bu nedenle ona göre öncelikle; “İyileştirilecek şeyler ekonomi ve eğitimdir. Bu sayede memleket imar edilecek, millet refah sahibi olacaktır”.98. 

Atatürk; “Artık vatanın, imar istediğini, zenginlik ve refah istediğini, şeref, namus, istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve seri olarak yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir biçimde çalışmayı emrettiğini”.99 bu nedenle çalışkan olmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmadığını düşünüyordu. Çünkü; ona göre çalışkanlık zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan büyük ölçüde yararlanmaktı. Böylece servet ve onun doğal sonucu olan refah ve saadete ulaşılacaktı.100. 

Böylesi bir medeniyet ve refah seviyesine ulaşmış bir devlet, dışa ekonomik bağımlılıktan kurtulacağı gibi, bunlara sahip bir toplumun da bir takım oyunlara gelmesi, en ufak bir tahrik ve teşvikle sokaklara dökülmesi, kandırılıp yönlendirilmesi mümkün olmayacaktır. 

“Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hadiselerin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomi durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadi ve ticari gelişiminin ilk şartı, huzur ve sükun ile emniyet ve asayişin, bozulması 
mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvet bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. 

Bu Şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim”.101 der. Atatürk’ün vatandaşlarımızın dikkatini çektiği bu konu, maalesef bugün hepimizi ziyadesi ile üzecek ve endişelendirecek bir noktaya gelmiştir. 

Atatürk, kalkınmamız için dış ekonomik ve mali yardım almamız gerektiğinin bilincindedir ki; bu bilinci Erzurum ve Sivas Kongresi ile Misâk-ı Millî kararlarında da görmekteyiz. 

Ama bu yardımların manda, himaye veya kapitülasyonlar şeklinde olmasına kesinlikle karşıdır: Çünkü geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi egemenlik haklarından olan ekonomik ve mali özgürlüğümüzü, başkaları ile paylaşmanın, bir ülke için önemli bir tehdit ve tehlike olduğunu; o ülkeyi, sonunda parçalamaya götürdüğünü biliyordu Bu nedenle, “Bize yardımcı olacak 
insaniyet kâr kaynaklara biz de karşılıklı taahhüt ile birliğimiz ve bağımsızlığımız çerçevesinde samimiyetle bağlı oluruz”.102 demiştir. 

Kendi kaynaklarımız ve yalnız kendi sermayemiz ile halledilemeyecek birtakım iktisadi meselelerin olduğundan, bize yardım edecek dostlar aramaya mecbur olduğumuzu düşünen Atatürk.103; 
“Dışarıdan gelecek sermaye, yol gösterici faaliyetlere, çalışma usullerine ihtiyacımız vardır. Fakat, bu, birliğimize bağımsızlığımıza son verecek bir koruma tarzı demek olamaz”104 düşüncesindeydi. “  
…Millî hududlarımız dahilinde bulunan toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar üzerinde tamamıyla, bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün istediklerimiz budur…”.105 diyerek; kısa ve öz olarak, tüm samimi duygularıyla amacımızı açıklamaktadır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasi, mali, hukuki tahakkümü altına alan kapitülasyonların ne demek ve neye mal olduğunu çok iyi biliyordu. “…Kapitülasyonların hiçbir kısmında istisnayı kabul etmiyoruz. Adli, mali veya askerî kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz.106” 

“Kapitülasyonların Türk milleti için ne derece nefret edilen bir şey olduğunu size tarif edemem. Bunları diğer şekil ve namlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye muvaffak olacaklarını planlayan ve hayal edenler, bu konuda pek çok aldanıyorlar. 
Zira, Türkler kapitülasyonların devamının kendilerini pek az vakitte ölüme sevkedeceğini pek iyi anlamışlardır…”.107 diyerek, kabul etmemekte derinmiş ve de kabul etmemiştir. 

Ülkemiz, müslüman bir ülke ve aynı zamanda laik bir ülkedir. Ancak, bu laik ve demokratik düzeni bozmaya veya yıkmaya yönelik her türlü faaliyetler, ülkemiz için bir tehlike yaratmaktadır: Çünkü Türkiye, Müslüman ülkeler içinde en istikrarlı ve lider konumunda önemli bir ülkedir. Ülkemizin bu özelliklerinden rahatsız olan birtakım güçler, ülke içinde insanlarımızın samimi ve tamamen 
vicdani özgürlüklerine dayanan dini düşünce ve inançlarını istismar etmektedir ler. Bundan dolayı da, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik anlayışı, birtakım iç ve dış mihrakları rahatsız etmektedir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder