14 Kasım 2019 Perşembe

SALTANATTAN CUMHURİYETE MİLLET EGEMENLİĞİ

SALTANATTAN CUMHURİYETE MİLLET EGEMENLİĞİ 


Doç. Dr. Adnan SOFUOĞLU
* Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi, Öğretim Üyesi 


Tebliğime egemenlik kavramına kısaca değinerek başlamak istiyorum. 

Devletle birlikte ele alınan ve incelenen bir kavram olan egemenlik devlet içinde en yüksek iradeyi ifade eder. Bu anlamda egemen güç, hükmeden, emreden, emrini yürütebilen, kendi yetki alanında herhangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı olmayan üstün bir güç demektir.1 

Bu anlamda tarihsel açıdan Batıda egemenlik teorisinin gelişim sürecine baktığımızda Bu kavramın ortaçağın sonları ile yeniçağın başlarında ortaya çıktığı görülür. Bu çerçevede egemenlik teorisinin gelişiminde ise dünyevi krallıkların siyasal otoritesine dini otoritelerin rakip olma iddialarını dayanaksız hale getirmek şeklinde özetlenebilecek bir gelişme yatmaktadır.2 Bu gelişim sürecinde Jean Baudin’den önce Machiavelli siyaset meselesini Prensin iktidarı biçiminde formüle ederken, Baudin, bu iktidarı egemenlik gücü şeklinde 
kavramlaştırmıştır. Böylece modern devlet kuramının ihtiyaç duyduğu egemenlik kavramı da ortaya çıkmıştır.3 

Diğer taraftan modern devlet yani ulusların bir devlet olarak tarih sahnesine çıkabilmeleri, kendi iç işlerinden sorumlu olma ve kendi kaderlerini tayin haklarına dayanmaktadır. Bu hak Avrupa’da ilk defa Otuz Sene Savaşları sonrasında imzalanan 1648 Vestfalya Anlaşması ile gündeme gelmiştir.4 Bu gelişme, ulus-devlet sisteminin ortaya çıkmasına ve zamanla dünyanın siyası çehresinin değişmesine zemin oluşturdu. Böylece ortaya çıkmaya başlayan millî devlet, bir yandan yerel otoritelerin bir yandan da Papalık ve imparatorluk 
gibi evrensel otoritelerin ortadan kalkmasına, bu gelişmenin sonucu olarak da modern dönemde Avrupa’da yeni kimliklerin oluşmasına yol açtı. 5 

Bundan sonraki dönemlerde ise, milletleşme sürecine bağlı olarak mutlak iktidarın, gücün kraldan millete intikali ile millet egemenliği teorisi ortaya çıkmıştır.6 Nitekim adlı eserinde ki burada. Bu gelişim süreci içinde Fransız İhtilalinin önderleri ise, Jean Baudin’ci egemenlik anlayışını, kral yerine millete mal etmişlerdir. Bu anlamda İhtilal, Rousseau’nun “ Genel İrade” teorisi işlendiği Contrat Sociale (Toplumsal Sözleşme) eserinde “egemen” dediği “toplum”un yerine “ulus”u koyarak Fransa’ya önce “ulusal egemenlik” kavramını 
ve ardından, kendinden önceki Amerikan İhtilali’nin etkisiyle, “anayasa” kavramını getirmiştir.7 

Buna göre egemenlik, millet denilen varlığın, toplumun genel iradesidir. Bu irade üstün iktidar ve güç olarak millete aittir. Egemenliğin menşei ilahi iradeye değil, millî iradeye dayanmaktadır.8 Böylece, Amerikan ve Fransız inkılapları, bilahare XIX. Yüzyılın liberal anayasalar hazırlama akımı, siyasal rejimlerin doğal ya da tanrı vergisi kurumlar olmayıp insan yapısı olduğunu, yeterli sayıda insanların bir değişiklik yapılması yönünde anlaşmaya varması halinde rejimlerin değiştirilebileceğini açıklıkla ortaya koymuştur.9 

Bu bağlamda millet olma bilinci ile demokrasiye ilerleyiş ve medeni bir cemiyet olmak arasında da esaslı bir bağlantı bulunmaktadır.10 

Batıda gelişen egemenlik ve millet egemenliği kavramından Osmanlı Devleti’ndeki egemenlik anlayışına gelirsek, Osmanlı Devleti’nde kendinden önceki Türk devletlerinde olduğu gibi egemenlik bir soyda, yani Osmanlı hanedanında idi. Hanedanın içinde ise erkek üyelere aitti ve kutsaldı.11 

Bu çerçevede üstün iktidarı güçlü şahsında toplayan hükümdar, toplumun, 
ülkenin ve üstün iktidarın sahibi, maliki bulunmaktaydı. Ulus sistemi de mevcuttu. Ancak Fatih Sultan Mehmet çıkarttığı kanunname ile bu sistemine son verdi.12 

Diğer taraftan Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı padişahları halife unvanını da taşımaya başlamışlardı. 

Buna mukabil Osmanlı Devleti’nin siyasal sisteminde zorunlu olarak değişim, XVIII.Yüzyıldan itibaren uygulamaya konulan ve kesintilerle devam ettirilmeğe çalışılan reformlar sürecinde ortaya çıktı. Bu süreçte önemli bir değişim, devlet düzeninde hem içeriye hem dışarıya yönelik yeni bir yaklaşımı içeren Nizami-ı Cedit ile devleti modern anlamda bürokrasiye dayalı olarak yeniden yapılandıran 
II. Mahmut reformları ile ayrım gözetmeksizin bütün Osmanlılara kanun önünde eşitlik tanıyan, farklı din ve soylara mensup ve türlü dil konuşan tebaadan bir “Osmanlı milleti” meydana getirmeyi hedefleyen Tanzimat döneminde görülür. Ancak bu dönemde girişilen yeni düzenlemelere ki bu bağlamda Ordu, bürokrasi, vergi sistemi merkezileştirme yoluna gidildi ve yayınlanan Hattı Hümayunlara 
rağmen sınırsız monarşi rejiminde bir değişiklik olmadı.13 

Yine 1860’larda ortaya çıkan, Padişahın otoritesi sınırlanarak, Osmanlı Milleti temsilcilerinden kurulu Meb’usan Meclisi’nin Kanun-ı Esasiye göre çıkaracağı kanunlarla idare edilmesini diğer bir deyişle meşrutiyet yönetimi isteyen, fikri öncüllerinin Fransız İhtilalini hazırlayan filozofların etkisinde kalan Genç Osmanlıların da etkisiyle, 1876’da ilan edilen Birinci Meşrutiyette, devlet başkanının tek taraflı iradesi ile meydana getirilen anayasa, uygulana gelmekte olan siyasi sistemde radikal bir değişiklik meydana getirmedi. Zaten 
Meclis-i Meb’usan da 1878’de II. Abdülhamit tarafından, anayasanın kendisine tanıdığı yetkiyle Osmanlı- Rus Savaşı gerekçe gösterilerek kapatıldı. 14 

Bundan sonra 1889 da ortaya çıkan Genç Türklerin, Genç Osmanlılar gibi İmparatorluğu “Osmanlı Milleti” halinde bütünleştirebileceğini düşündükleri meşrutiyet yönetimine tekrar dönülmesi için II.Abdülhamit’i zorlamasıyla 24 Temmuz 1908’de meşrutiyet yönetimine yeniden dönüldü.15 

Bu dönemde hâkimiyetin hükümdardan alındığı, millete intikal ettirildiği, millet için hak ve yetkiler bahis konusu olabileceği, Meb’usan Meclisi’nin millî egemenliğin sembolü olduğu yolunda basında, mecliste ve kamuoyunda yazıldı ve söylendi. Hatta 1909 anayasa değişiklikleri öncesi ile anayasa değişiklikleri sırasında millet egemenliği ilkesi meclis kararları ile bir takım siyasal belgelerde 
dile getirildi. Egemenlik hakkı padişah ile millet arasında paylaşılır oldu. Ancak bunu uygulama alanına intikalini sağlayacak, gerçekleşmesini mümkün kılacak girişimler yapılıp, olumlu sonuçlar alınamadı. Bunun yanında İkinci Meşrutiyet dönemi anayasal metinleri de, millet egemenliğini açıkça tanımıyordu 16 

Diğer taraftan II. meşrutiyet döneminde Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Balkan savaşlarıyla karşı karşıya kaldı. Kaybettiği bu savaşların arkasından katıldığı I. Dünya Savaşı sonunda da Osmanlı Devleti savaştan yenik ayrıldı ve adeta çöktü. Nitekim 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi bunu açıkça belgelemekte idi.17 Bu gelişmeler Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya 
çıkan Osmanlıcılık ile Panislamizm ve Panturanizm gibi akımların maddi temellerini çürütmüştü. Ayrıca Mütarekenin olumsuz şartları içinde ortaya çıkan Saray ve devlet erkânı ile aydın kesim arasında farklı düşünce yapıları ki, bunlar özellikle Saray ve Saraya yakın olanların dile getirdiği, devletin içinde bulunduğu durumdan kurtarılmasını İngiltere ile yakın ilişkiler içinde olunarak gerçekleştirileceği ile bir kısım devlet erkânı ve aydın kesimin dile getirdiği Wilson İlkeleri çerçevesinde devletlere yaranmaya çalışıp hak arayarak 
iyi sonuçlar elde edilebileceği yani Amerikan mandası gibi teslimiyetçi düşüncelerdi. Bunların da maddi temelleri ise çürüktü. 

Bu durum millî ve bağımsız bir toplum ve devletin kurulması zorunluluğunu ortaya koymaktaydı. Bu da ideolojik olarak millîyetçilik temeline dayanacaktır. Bu ortamda vatan kavramı yeniden tanımlanacak ve bir millet haline gelmek için gerekli programlar üretilecektir.18 

Esasında Mütareke sonrasında Osmanlı Devleti’nde bir iktidar boşluğu ortaya çıkmıştı. Bu ortamda Padişah Vahdettin İttihatçı çoğunluğa sahip Meclis-i Mebusanı 21 Aralık 1918’de fes etmiş, böylece hükûmetler saray hükûmeti haline gelmiş yani Vahdettin iktidarı fiilen ele alarak meşrutiyeti askıya alıp mutlakıyetçi bir ihtilal yapmıştı. Bu ortamda kurulan özellikle Damat Ferit Paşa hükûmetleri teslimiyetçi ve direniş karşıtı bir politika izleyecektir.19 

Bu gelişmelerin yanı sıra işgal ve işgal söylentilerine karşı mahalli kurtuluş çareleri arayan, bunun için milleti işgâlci güçlere karşı mücadele etmek üzere teşkilatlandırmağa çalışan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak hareketleri ortaya çıkmış ve bu şekilde Anadolu’da, Trakya’da ve Elviye-i Selase’de teşkilatlar oluşturulmuş, hatta Batı Trakya ve Kars’ta geçici hükûmetler kurulmuştu. Kars’ta kurulan hükûmet ise cumhuriyet ilan etmişti.20 

İşte böyle bir ortamda Ordu müfettişi olarak görevlendirilen Mustafa Kemâl Paşa Samsun’a çıktıktan bir müddet sonra millî hâkimiyet esasına dayalı kayıtsız şartsız bağımsız millî devleti teşkil etmek üzere faaliyetlerini yoğunlaştırdı21 Atatürk bu doğrultuda, birbirinden bağımsız olarak kurulup teşkilatlanan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetlerini tek bir merkezde toplama faaliyetine girişti. Bu yönde ilk olarak Rauf Bey, Refet Bey ile Ali Fuat Paşa’nın da katılımıyla Amasya’da gerçekleştirilen toplantıdan sonra hazırlanan genelge, 22 Haziran 1919’da Tüm askerî ve sivil yetkililere gönderildi. Durum tespiti yapıldıktan sonra yapılması gerekenlerin ortaya konduğu genelgede “...Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”, ifadesi de yer almaktay dı.22 Daha sonra, 23 Temmuz’da Atatürk’ün başkanlığında toplanan Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarda, millî hudutlar içinde vatanın bütün olduğu ve ayrılık kabul edilemeyeceği, manda ve himaye kabul olunamayacağı ve Kuvay-ı Millîye’yi amil irade-i millîyeyi hâkim kılmanın esas olduğu ifadeleri yer aldı.23 Erzurum Kongresi’nden sonra 4-11 Eylül tarihleri arasında Sivas’ta toplanan umumi kongrede, Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildiği gibi, Müdafaa-ı Hukuk teşkilatlarını tek çatı altında toplamak için gerekli girişimler yapıldı. 
Bunların yanında Kongre sonrasında Millî Mücadele hareketinin dayandığı temel doktrini ifade eden ve kongre kararları ile tüm faaliyetleri kamuoyuna ve dünyaya duyuran İrade-i Millîye adlı gazete çıkarıldı.24 

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, İç ve dış şartların ağırlığı karşısında dayanacak başka bir güç olmaması, milleti ve onun iradesini ön plana çıkartmakta ve bu durum Amasya genelgesi ile kongrelerde alınan kararlarda, Millî İrade ve Millî Egemenlik kavramlarını bağımsızlığın elde edilmesinin ön şartı durumuna getirmekteydi. Yani tam bağısızlık hedefine ulaşmak gayesiyle başlatılan Millî Mücadele hareketi, millî hâkimiyet ve millî irade esasına dayandırılmakta, dolayısıyla Türk millîyetçiliği temeli üzerinde inşa edilmekte idi.25  Esasında Bu sıralarda Millîyetçi Hareket, Kanun-i Esasî’nin öngördüğü resmi kurumların çalıştırılmasında ve bu çerçevede Meclis-i Mebusan’ın toplanıp ona dayalı hükûmetin kurulmasında ısrar etmekteydi. Bu gelişmeler karşısında İstanbul’daki iktidarın da seçim dışında bir meşruluk kaynağı pek kalmamıştı.26 

Nitekim Sivas Kongresi sonrasında Millîyetçi Hareketin baskıları karşısında Damat Ferit Paşa Hükûmeti istifa etti. Yerine Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk hareketini bir taraf olarak tanımaya hazır olan Ali Rıza Paşa Hükûmeti iş başına geldi. Bu hükûmet zamanında Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa arasında 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da gerçekleşen mülakat sonrasında üzerinde anlaşılan Amasya Protokolleri çerçevesinde, bu görüşmelerden önce 7 Ekim’de yayınlanan İntihabı Mebusan Kararnamesi 
uyarınca Aralık 1919’da genel seçimler yapıldı. Bu gelişmenin arkasından Heyet-i Temsiliye, Meclis-i Meb’usan’ın İstanbul’da toplanacağı kararı üzerine, merkezini, Sivas’tan Ankara’ya taşıdı.27 

Heyet-i Temsiliye’nin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya varışından sonra, Mustafa Kemâl Paşa, Ankara’nın ileri gelenlerine verdiği ve ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatan konferansında, kongrelerde alınan kararlar doğrultusunda millî teşkilat olarak dayandıkları temel düşünceyi hâkimiyet-i millîye olarak açıkladı ve takip edilen gayeyi ise, vatanı parçalanmaktan, milleti de esaretten kurtarmak 
şeklinde ortaya koydu.28 

Bu arada seçimlerin tamamlanıp gerekli hazırlıkların bitirilmesi ile birlikte 12 Ocak 1920’de Meclis-i Meb’usan, fiilen işgâl altında olan İstanbul’da toplanarak çalışmalarına başladı.29 Böyle bir ortamda millî iradeyi serbestçe temsil etmekten uzak olarak çalışan, Müdafaa-i Hukuk mensubu ve taraftarlarının çoğunluğu oluşturduğu Meclis-i Meb’usanın en önemli girişimi, 28 ocak 1920’deki gizli oturumunda esasları daha önce kongreler sürecinden Mustafa Kemal 

Paşa tarafından çizilen Misak-i Millî (Ahd-ı Millî) kararlarını kabul etmek oldu. Böylece yukarıda belirttiğimiz şekilde Millîyetçi hareketin tespit ettiği ilkeler Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ı tarafından da benimsenmiş olmaktaydı. Bu belge, o sıralarda Londra’da toplanmakta olan ve Osmanlı Devleti’ne imzalatılacak barış antlaşmasının şartlarının görüşüleceği konferans öncesi, Osmanlı Devleti’nin ülke ve nüfus unsurları ile bağımsızlık anlamında egemenlik hakkını yeniden belirlemekte ve Türk tarafının imzalayabileceği asgari barış şartlarını içermekteydi.30 

Bu son gelişmeler üzerine İstanbul’daki İtilaf Devletleri mümessilleri Hükûmete baskılarını iyice arttırdılar. Nitekim baskılar karşısında Hükûmet istifa etmek zorunda kaldı. Arkasından da 16 Mart 1920 günü İtilaf Devletleri’nce İstanbul resmen işgâl edilerek Parlamento basıldı ve içlerinde Rauf Bey’in de bulunduğu bazı milletvekilleri tutuklandı. 
Bu gelişmeler üzerine çalışamaz duruma gelen Meclis-i Meb’usan, 18 Martta kalan mebuslarla yaptığı toplantıda Dr. Rıza Nur Bey ve arkadaşlarının verdiği takrir üzerine böyle bir ortamda çalışamayacaklarını beyan ederek çalışmalarını süresiz erteleme kararı aldı.31 

Bu gelişme Meclis-i Meb’usan’ın Kanun-i Esasi’de de belirtildiği şekilde başka bir yerde ve başka şartlarda yeniden toplanabilmesine hukuki bir zemin teşkil edebilirdi. Bu sırada yani 17 Mart’ta Kazım Karabekir’in Ankara’da bir millî meclisin toplanması teklifinin de doğrultusunda, aynı zamanda mebus olan Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl Paşa’nın imzasıyla aynı gün Ankara’dan Valilere ve Komutanlıklara gönderdiği bir “intihabat tebliği” (seçim bildirimi) yayınladı. Mustafa Kemal Paşa’nın istediği on beş gün zarfında Ankara’da bir Meclis-i Müessisan’ın (Kurucu Meclis) toplanması idi. Ancak Meclis-i Müessisan konusunda asker arkadaşlarından bazı uyarılar alınca 19 Mart 1920’de, ilk maddesi “Ankara’da, salahiyet-i fevkalâdeye malik bir meclis, umuru milleti tedvir ve murakabe etmek üzere içtima edecektir.”, ifadesiyle başlayan ve böyle bir meclisin toplanması için yapılması gereken hususları açıklayan ikinci bir genelge yayınladı. Genelgede yeni seçilecek mebusların yanı sıra Ankara’ya gelebilecek mebusların da, toplantıya çağrılan meclise katılabilecekleri belirtilmekteydi. Aynı tarihte, o sırada Ankara’ya gitmek üzere yolda bulunan Meclis-i Meb’usan Reisi de mebusların, Ankara’da toplanacak olan meclise katılmalarını içeren bir genelge yayınladı.32 Arkasından Ankara’da toplantıya çağrılan meclis için hazırlıklara başlandı. Bu gelişmeler olurken İstanbul’da Ali Rıza Paşa Hükûmeti yerine gelmiş olan Salih Paşa Hükûmeti 
de İtilaf Devletleri ve muhaliflerden gelen baskılar karşısında istifa etmiş, Yerine, Padişah Vahdettin, tüm uyarılara rağmen Damat Ferit Paşa’yı hükûmeti kurmakla görevlendirmişti. Damat Ferit Paşa ilk iş olarak Ankara’da açılış hazırlıkları devam eden meclisin toplanmasını dolayısıyla millî direniş hareketini, daha önceki hükûmetleri döneminde olduğu gibi engelleme girişimlerini başlattı. Bu çerçevede Damat Ferit Paşa, Ankara’da toplantıya çağrılan meclisin hukuki zeminini ortadan kaldırmak için 11 Nisan’da Vahdettin’e, Meclis-i 
Meb’usan’ı fesih iradesini yayınlatarak, meclis üyelerinin mebusluk sıfatlarını ortadan kaldırmak yoluna gitti.33 

Ancak bütün engelleme girişimlerine rağmen Ankara’da meclisi toplama çalışmaları tamamlandı. Nitekim, açılış törenleri hakkındaki 21 Nisan tarihli genelgenin arkasından 22 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa, tüm mülki ve askerî makamlara gönderdiği bir telgrafla, “23 Nisan 1920’de BMM vazifeye başlayacağından bu tarihten itibaren tek yetkili merciin milletin gerçek temsilcilerinden oluşan BMM olacağını” bildirdi. Böylece yeni açılan meclisin adının da BMM olarak ilk defa kullanılmış olmaktaydı.34 

Bundan sonra BMM’nin 23 Nisan 1920 tarih ve 1 sayılı ilk karar ile kendi oluşum biçimini belirledi. Bu karar “TBBM’nin Süret-i Teşekkülü Hakkında Heyet-i Umumiye Kararı” başlığını taşıyordu. Böylece aynı zamanda ilk defa Türkiye sözcüğünü kullanarak adını TBMM olarak resmileştirmiş olmaktaydı.35 TBMM’nin kimliğini kabul ettirme doğrultusunda varlık ve meşruluk sorunu ile ilgili ilk 
önemli işlemi ise 29 Nisan 1920 tarih ve 2 sayılı karar olarak aldığı Hıyanet’i Vataniye Kanunu ile oldu.36 

Bunu yanında TBMM’nin açılıştan sonraki en önemli gündem maddesini ise, yeni ana kuruluş esaslarının tespiti teşkil etti. Nitekim 24 Nisan günkü oturumunda Meclis Başkanlığına seçilen Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Mütareke döneminin başlangıcından o ana kadarki gelişmeleri ile yapılan çalışmaları anlatan ve aynı zamanda Meclisin çalışma şekli ile yetkilerini içeren bir konuşma yaptı. 
Mustafa Kemal Paşa “Millî Hâkimiyetin her şeyden evvel belirmesi maksadıyla Meclis-i âliniz salâhiyeti fevkalâde ile toplanmıştır.” 

Diye başlayan konuşmasında milletvekilleri huzurunda millî egemenlik meselesini tekrar dile getirdi.37 

Bu konuşmasından sonra Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerinden bir İcra Vekilleri Heyeti’nin yani hükûmetin kurulmasını isteyerek, bu yönde bir önerge verdi.38 

Bu önergenin son kısmında meclisin açılış sürecinde olduğu gibi saltanat ve hilafetin kurtarılmasının ana hedefler arasında gösterilmesi esasında daha çok taktik nedenlerle ilgili idi. Nitekim bu önergenin bütününe bakıldığında Meclis, ülkenin ve padişahın geleceğini belirleme hakkını kendinde bulmakta ve bu şekilde bir kurucu iktidar kimliğini de ortaya koymuş olmaktaydı.39 

Bilahare tartışılarak kabul edilen bu önerge ile aslında TBMM, yeni hükûmet teşkili altında yeni bir devletin kurulmasının ana esaslarını ortaya koymaktaydı. Yani Meclis, millet işlerine doğrudan doğruya el koyarak hukuken ve fiilen millet egemenliğini gerçekleştirmiş olmaktaydı. Bu durum, esasında saltanatı da fiilen sona erdirmiş oluyordu.40 

Önergenin kabul üzerine Meclis, 25 Nisan tarih ve 5 sayılı kararla, “kuvve-i icraiye teşkiline” yani yürütme kuvvetinin oluşturulmasına karar verdi. Bu karar doğrultusunda gerekli hazırlıkları yapmak üzere 15 kişilik bir Lâyiha Encümeni oluşturuldu. Bunun yanında bir de, yönetim ve yürütme işlerini hemen ama geçici olarak üstlenmek üzere “Muvakkat İcra Encümeni” kuruldu. Bunlardan Layiha Encümeni, hazırladığı beş maddelik tasarısını 1 Mayıs’ta Meclis’e sundu. Bu arada 2 Mayıs’ta, 3 sayılı kararla kuvvetler birliğine dayalı Meclis Hükûmeti sistemini benimseyen “Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Seçilişine Dair” 4 maddelik kanun kabul edildi.. 

Buna göre, Meclisçe seçilecek ve ona karşı sorumlu olacak Meclis Başkanı’nın aynı zamanda hükûmet başkanı olduğu bir hükûmet teşkili öngörülmekteydi. Bundan sonra Meclis, 3 Mayıs’ta 11 kişilik İcra Vekilleri Heyeti’ni oluşturdu.41 

Bu arada Ankara’da, Ankara Yönetiminin hedef ve gayesini ortaya koyan Hâkimiyet-i Millîye adıyla bir gazete çıkarılarak düşünce ve fikirler ile uygulamalar bu yolla kamuoyuna da iletilecektir. 

İcra Vekilleri Heyeti’nin oluşturulmasından sonra Büyük Millet Meclisi’nin niteliği ve çalışma şeklinin ne olacağı ile ilgili çalışmalara hız verildi. Bu doğrultuda “Hukuk-i Esasiye Encümeni” yani anayasa komisyonunun, “TBMM’nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye” başlığıyla Meclise sunduğu sekiz kanun maddesi 18 Ağustos’ta görüşülmeğe başlandı. Ancak Meclis, 22 Ağustos’ta tasarının tümünü reddetti.42 Bu gelişme sonrasında Meclis çalışma düzeni ile ilgili sorunları 5 Eylül 1920’de çıkardığı Nisab-ı Müzakere Kanunu ile aşmağa çalışacaktır.43 

Ancak bu şekildeki düzenlemelere rağmen TBMM’nin oluşumu, çalışma biçimi ve niteliği tam bir netlik kazanmamıştı. Bu da TBMM ve Hükûmetinin yetkilerinin ne olduğu konusunda belirsizliğe sebebiyet veriyordu. Bu durum milletvekillerinin Mecliste yaptıkları konuşmalarda sık sık dile getiriliyor ve bir anayasa yapılması gereği vurgulanıyordu. Bu çerçevede ve içinde bulunulan olağanüstü ortamda oluşan yeni devlet ve iktidar düzenine ilişkin bir anayasaya olan ihtiyaç açıkça kendini göstermekteydi. Böyle bir ortamda İcra Vekilleri Heyeti hazırladığı Anayasa tasarısı başlığını taşıyan ancak bir hükûmet programı niteliğinde olup “Halkçılık Programı” olarak da anılan metni 18 Eylül’de Meclis’e sundu.44 Bilahare Meclis, hukuki niteliği ve içeriği tartışmalara konu olan bu programı görüşmek üzere 29 Eylül’de Encümen-i Mahsusa (Özel Komisyon) kurdu. Encümeni Mahsusa (Özel Komisyon), bu programın ilk dört maddesini 
ayrı bir beyanname haline getirdi. Bu beyanname meclis tarafından kabul edilerek yayınladı. Aynı zamanda Özel Komisyon programın bir kısmını da, “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Layihası” adıyla 24 madde ve bir geçici maddeden oluşan bir anayasa taslağı haline getirdi ve bunu 18 Kasım 1920’de görüşülmek üzere Meclise sundu. Arkasından Mecliste görüşülmeğe başlanan bu kanun, iki ay süren ve çetin geçen görüşmelerden sonra, 20 Ocak 1921’de kabul edildi.45 

Osmanlı Devleti’nden ayrı siyasi bir yapıdan söz eden bu kanunun, yani Anayasanın ilk maddesi, üçüncü maddede, Türkiye Devleti diye ifade edilen yeni devletin siyasi dayanağını millet olarak ortaya koymakta ve hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu belirtilmektedir.46 

Meclis’in daha önce çıkardığı kanunlarda saltanat ve hilafet ile ilgili dolaylı yollamalar vardı. Buna mukabil yeni kanunda saltanat ve hilafetle ilgili bir düzenleme ve tanıma bulunmuyordu. Böylece esasında Kanuni Esasinin, Halife- Sultan ile temsil ettiği monarşik egemenlik ile Osmanoğullarına ait sayılan saltanatın reddi ortaya konmaktaydı ki, bu şekilde aynı zamanda reissiz bir Cumhuriyet kurulmuş olmaktaydı..47 

Anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra TBMM, yeni anayasanın uygulama süreci içinde birtakım düzenlemeler yaparak, Meclis Hükûmeti modeline parlamenter unsurlar katacak ve bu şekilde egemenlik yapısındaki belisizlikleri de ortadan kaldırmağa çalışacaktır.48 

Bu çerçevede getirilen kanun tekliflerinin görüşülmesi esnasında egemenlik konusu gündeme geldiğinde Atatürk devreye girerek egemenlikle ilgili görüş ve düşüncelerini yani hâkimiyetin millete ait olduğunu açıkça ortaya koyacaktır.49 

Bundan sonra egemenlik meselesi çok daha net biçimde Avrupa Devletlerinin Lozan Konferansına Ankara Hükûmetinin yanı sıra İstanbul Hükûmetini de davet etmeleri ve bu davet karşısında İstanbul Hükûmetinin Ankara’ya, Konferansa birlikte katılma çağrısında bulunması üzerine gündeme geldi. İstanbul Hükûmeti’nin bu tutumu Ankara’da sert tepkiyle karşılandı. Nitekim TBMM 30 Ekim 1922’de “Osmanlı İmparatorluğu’nun münkariz olduğuna (son bulduğuna) ve Büyük Millet Meclisi Hükûmeti teşekkül ettiğine ve Yeni Türkiye hükûmetinin Osmanlı İmparatorluğu yerine kaim olup onun hududu millî dahilinde yeni varisi olduğuna ve Teşkilat-ı Esasiyse kanunu ile hukuk-i hükümranî milletin nefsine verildiğinden İstanbul’daki padişahlığın madun (yok) ve tarihe müntakil (göçmüş) bulunduğuna…” ifadeleri yer alan bir Heyet-i Umumiye kararı yayınladı.50 

Bundan sonra saltanatın hilafetten ayrılarak kaldırılması konusu TBMM ve komisyonlarında tartışılmağa başlandı. Bu mesele sert tartışmalara konu oldu. Tartışmalar genelde saltanat ve hilafetin ayrılıp ayrılamayacağı noktasında toplanmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın saltanat ve hilafetin ayrılabileceği ile ilgili Türkİslam tarihinden örnekler vererek, egemenlik makamının TBMM olduğunu açıklamağa çalıştı. Ancak üç komisyonun yaptığı ortak toplantıda bir kısım komisyon üyelerinin hilâfetin saltanattan ayrılamayacağı gerekçesiyle saltanatın kaldırılmasına karşı tavır alması üzerine Mustafa Kemal Paşa, “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.” diye başlayan en sert konuşmasını yaptı.51 

Bu gelişmenin arkasından Meclis gündemine alınan konu Mecliste ivedilikle görüşülerek, 1-2 Kasım 1922 tarih ve 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hukuk-i Hâkimiyet ve Hükümranînin Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Heyet-i Umumiye Kararı” alındı. Böylece Saltanat kaldırıldı. Böylece egemenlik konusundaki müphemlik de ortadan kaldırılmış oluyordu.52 

Bu gelişmenin arkasından, 17 Kasım’da Vahdettin’in ülkeyi terk etmesi üzerine TBMM, 18 Kasım’da Vahdettin’i Halifelikten de düşürdü ve yerine Abdülmecit Efendi’yi halifelik görevine getirdi.53 Bu uygulama ile de aslında millet egemenliği ve millî irade bir defa daha ortaya konmuş oldu.54 

Bundan sonra Ankara Hükûmeti tek başına katıldığı Lozan görüşmelerini başarıyla yürüttü ve nihayet 24 Temmuz 1923’te Lozan 

Barış Antlaşmasını imzaladı. Diğer taraftan barış görüşmeleri sürerken TBMM, 1923 Nisan ayı başında seçim kararı aldı ve arkasından seçimler de yapıldı. Bilahare yeni seçilen milletvekilleriyle 13 Ağustos’ta toplanarak ikinci dönem çalışmalarına başlayan TBMM, ilk iş olarak milletvekilleri için yeni bir yemin metni kabul etmek oldu. Bu metinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu vurgulanmaktaydı.55 Bundan sonra Meclis Lozan Antlaşmasını ele aldı ve tasdik etti. Arkasından 13 Ekim 1923’te Ankara’yı “Türkiye Devleti’nin Makarr-ı idaresi” yani yeni devletin Başkenti olarak kabul etti.56 

Şimdi artık sıra yeni devletin siyasi rejiminin belirlenmesine gelmişti. Artık sistemin belirsizliklerini tamamen ortadan kaldırmak gerekiyordu. Esasında daha önce de belirttiğimiz gibi TBMM’nin açılışından sonra yapılan düzenlemeler ve hele saltanatın kaldırılmasından sonra oluşan yönetim biçimi geniş anlamıyla aslında cumhuriyeti ifade etmekteydi. Bu anlamda son hamle 29 Ekim1923’te 
TBMM’ne sunulan ve kabul edilen “Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanunla”, 1921 Anayasasının 1, 2, 4, 10, 11, ve 12. maddeleri değiştirilerek yapıldı. Buna kanunla 1921 Anayasasının birinci maddesinin sonuna “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti, Cumhuriyettir” fıkrası eklendi ve fiilen var olan Cumhuriyetin adı böylece konulmuş oldu.57 Bu değişikliklerle aynı zamanda meclis hükûmeti anlayışından parlamenter rejime doğru da önemli bir adım atılmış oluyordu.58 

Bu gelişmelerden bir müddet sonra TBMM 3 Mart 1924’de Halifeliği de kaldırarak Osmanlı hanedan mensupları ile yakınlarını yurt dışına çıkarma kararı verdi. Bundan sonra da TBMM, 20 Nisan 1924 tarihinde tam teşekküllü bir anayasa olan yeni Teşkilatı Esasiye Kanununu görüşerek kabul etti. Bu anayasanın üçüncü maddesinde de “Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir” denmekte ve “ Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet namına millî hâkimiyeti istimal eder (kullanır)” prensibi kabul edilmekteydi.59 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milletine kazandırdığı en önemli prensip istiklal-i tam yani tam bağımsız bir ulus devlet ile millet egemenliği prensibidir. Böylece Türk toplumundaki tarihten beri gelen devlet ve egemenlik anlayışını da değiştirmiştir.60 

DİPNOTLAR;

1 Turhan Feyzioğlu; Türk Milli Mücadelesi’nin ve Atatürkçülüğünün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Ankara 1988, s. 3. ; Ulusal 
Egemenliğin tarifleri için ayrıca bkz. Ahmet Davutoğlu; “Küreselleşme ve AB_Türkiye İlişkileri Çerçevesinde Ulusal Egemenliğin Geleceği”, Anayasa 
Yargısı Dergisi, Cilt 20, Ankara 2003. 
2 Mustafa Erdoğan; Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, Ankara 1995, s. 92. ; Ayrıca egemenlik kavramı ve gelişim süreci için bkz. Mehmet Ali Ağaoğulları-
Levent Köker; Tanrı Devletten Kral-Devlete, Ankara, 1997, s. 14-17. ; Feyzioğlu; a.g.e., s. 3-4. ; Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker; Kral-
Devlet Yada Ölümlü Tanrı, Ankara 2000, s. 10 v.d ; Hazma Eroğlu; Atatürk ve Milli Egemenlik, Ankara 1987, s. 3-5 
3 Berna Türkdoğan; Ulus Devletler ve Avrupa Birliği; (H.Ü. Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2001, s. 13. 
4 Kutlu Merih; Ulusal Egemenlik, Demokrasi ve AB, www. Turkab.net ; Oktay Uygun; “Küreselleşme ve Değişen Egemenlik Anlayışının Sosyal Haklara Etkisi”, 
Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, Ankara 2003. ; Ayrıca Vestfalya Antlaşması için bkz. Oral Sander; Siyasi Tarih, İlk Çağlardan 1918’e, 7. Baskı, 
Ankara 1999, s. 88-90. 
5 Onur Öymen; Ulusal Çıkarlar, 2. Baskı, İstanbul 2005, s. 30-32 ; Nitekim Fransa’da ve İngiltere’de ortak bir devletin çatısı altında yaşamak zamanla 
milleti oluşturdu. Yine Almanya ve İtalya Yarımadası’nda kültür alanında yüzyıllardan beri doğmuş olan beraberlik bilahare Bismark ve Kont Cavour 
gibi siyasi önderlerle siyasi birlik haline dönüştürülerek, 1870’li yıllarda Almanya ve İtalya milli devletleri kuruldu. Feyzioğlu; a.g.e., s. 4 ; Türkdoğan; 
a.g.e., s. 19 v.d. ; Fahir Armaoğlu; Siyasi Tarih, Ankara 1975, s. 160 v.d. ; Sander; a.g.e., s. 194 v.d. Bu gelişme doğrultusunda yani milletleşme sürecine 
bağlı olarak, 1500’lü yıllarda Avrupa’da var olan 500’e yakın siyasi birim, 1900 yılına gelindiğinde sadece 25 civarında milli devlete dönüşmüş olacaktır. 
Türkdoğan; a.g.e., s. 28. 
6 Millet egemenliği anlayışı ile gelişim süreci için bkz. Mehmet Turhan; “Değişen Egemenlik Anlayışının Hak ve Özgürlüklerin Korunmasına Etkileri ve 
Türk Anayasa Mahkemesi”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, Ankara 2003. ; Mümtaz Soysal; “Değişen Egemenlik ve Meşruluk”, Anayasa Yargısı Dergi
si, Cilt 20, Ankara 2003. ; Mehmet Turhan; a.g.m., Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20. ; Feyzioğlu; a.g.e., s. 10-13 
7 Mümtaz Soysal; “Değişen Egemenlik ve Meşruluk”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, Ankara 2003. ; Mehmet Turhan; a.g.m., Anayasa Yargısı Dergisi, 
Cilt 20. ; Feyzioğlu; a.g.e., s. 10. ; Bu anlamda, 1789 Fransız “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”nin üçüncü maddesinde yer alan “egemenliğin özü esas olarak millettedir. Hiçbir kurul, hiçbir kişi milletin açıkça vermediği bir otoriteyi kullanamaz” ifadesi ile, yine, 1791 Fransız Anayasası’nda yer alan 
“egemenlik tektir, bölünemez, devredilemez ve zaman aşımına uğrayamaz. millete aittir. Halkın hiçbir bölümü, hiçbir birey bu egemenliğin kullanılmasını 
kendisine mal edemez, ” ifadesi örnek olarak gösterilebilir. Feyzioğlu; a.g.e., s. 13. 
8 Feyzioğlu; Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara 1986, s. 2-4. ; Eroğlu; a.g.e., s. 5-6. ; egemenlik kavramına farklı yaklaşımlar İç ve dış egemenlik anlayışı  ile ilgili bilgi için ayrıca bkz. Mithat Sancar; “Değişen Egemenlik Sürecinde Meşruiyet Sorunu ve Anayasal Düzen”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, 
Ankara 2003. ; Türkdoğan; a.g.e., s. 11-13. ; Diğer taraftan 19. yüzyılda parlamento krizlerinin ortaya çıkmasıyla Parlamentoların da yanılabileceği görüşü ağırlık kazanarak egemenlik anlayışını değiştirmeye yani egemenliğin hukuk kuralları ile insan hakları ile sınırlanabileceği anlayışı ortaya çıkmaya başlamıştır. Süheyl Batum; Ulusal Bağımsızlığımız Sona mı Eriyor?, Röportajı Yapan, Zafer Özcan, 05-05-2004, www. İdealhukuk.com.index.asp. Bülten/  makaleler 
9 William. H. Mcneill; Dünya Tarihi, Çev. Alâeddin Şenel, 5. Baskı, Ankara 2001, s. 762 
10 Mümtaz Turhan; Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, İstanbul 1964, s. 41. v.d. 
11 Recai Galip Okandan; Amme Hukukumuzun Ana Hatları, I. Kitap, İstanbul 1957, s. 21-21 ; Eski Türklerde egemenliğin kökeni Tanrıya dayanmaktadır. 
Hunlar’da, Göktürkler’de, Uygurlar’da ve diğer Türk devletlerinde Kağanlığın dolayısıyla egemenliğin tanrıdan geldiği inancı hâkim olmuştur. Buna göre, Han soyunun kutsal bir kökeni bulunmaktadır. Bkz. İbrahim Kafesoğlu; Türk Milli Kültürü, İstanbul 1976, s. 220-221 ; Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra da hükümranlık yani egemenlik anlayışlarında eski geleneklerini devam ettirdiler. Nitekim bu durum Kutadgu-Bilig’de açıkça ortaya konmaktadır. 
Bu bağlamda önemli büyük Türk devletlerinden olan Büyük Selçuklu Devleti’nde de bu gelenek hâkimdir. Nitekim Selçuklu devleti başlangıçta eski Gök-Türk devletinin anlayışı olan Oğuz-Yabgu devletinin izinde oldu. Tuğrul Bey zamanında ise Devlet İslam örneğine göre teşkilatlandırılmağa çalışıldı. 
Bu doğrultuda “hakan” yerine “sultan”, yabgu yerine “melik” tabiri kullanılmağa başlandı. Ancak yine de yukarıda belirtilen anlayış doğrultusunda Türk hükümdarı Tanrı bağışı “kut” yolu ile yeryüzündeki insanları yönetmekle vazifeli idi. Geniş bilgi için bkz. Kafesoğlu; a.g.e., s. 300-302 ; Ercument Kuran; Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli Meseleler, Ankara 1997, s. 85-86 ; Osman Turan; Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1978. Diğer taraftan Türklerdeki hükümranlık, kişiye değil Türk toplumu içinde bir aileye aittir. Bu sebeple Han ailesinin bütün erkekleri hükümdar olma hakkına sahiptir. Buna mukabil hükümdarlığı oluşturan beylerin de aile içinde kimin Han olacağına karar verme yetkileri vardır. Bu da Hanın yetkilerini az da olsa sınırlar. Bu hükümranlık anlayışından dolayı Orta Asya Türk devletlerinde ülüş sistemi mevcut olmuştur. Bkz. Sadri Maksudi  Arsal; Türk Hukuk Tarihi, İslamiyet’ten Evvelki Devir, C.1, İstanbul 1947, s. 201-202 ; Bahaeddin Ögel; Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara 1979, s. 218-220 ; Ahmet Mumcu; “Osmanlı İmparatorluğunda Egemenlik Kavramı ve Gelişmesi” I. Milli Egemenlik Sempozyumu, Ankara 1985, s. 34-35 
12 Osmanlı Devleti’nde egemenliğin bu şekilde kişiselleştirilmesinde esasında Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı kanunname önemli bir adım teşkil etmektedir. 
Bu kanunname padişahın kişisel egemenliğini mutlak doruğuna çıkarmakta  ve eski ülüş sistemine de son vermekteydi. Bu yeni düzende sadece en büyük 
erkek çocuk saltanat hakkına sahip olmaktaydı. XVII. Yüzyılın başında  ise, saltanat hakkı Osmanlı ailesinin en yaşlı erkeğine geçecek şeklinde yeniden 
düzenlenmiştir. bkz. Eroğlu; a.g.e., s. 15 ; Mumcu; a.g.e., s. 44-45 
13 Eroğlu; a.g.e., s. 16 ; Kemal H. Karpat; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul.1996. s. 29 v.d. ve Osmanlı Modernleşmesi, Ankara 2002, s. 77 v.d. ; 
M.A. Ubucini; Osmanlılarda Modernleşme Sancısı, Çev.: Cemal Aydın, İstanbul 1998, s. 39 v.d. ; İlber Ortaylı; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 
İstanbul 1999, s. 123 v.d. 
14 Üstün güç yine devlet başkanına yani padişaha aitti. İstişari teşekkül niteliğinde olan ve Meclis-i Meb’usan ile Ayan meclisinden oluşan parlamento, 
ancak devlet başkanının direktiflerine göre hareket eden bir organ hüviyetini taşımaktaydı. Kuran; a.g.e., s. 86-87 ; Okandan; a.g.e., s. 314-315 ; Roderic 
H. Davison; Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, Çev. Osman Akınhay, İstanbul 1997, s. 140 v.d. 
15 Meşrutiyet’in ikinci defa ilanı için yürütülen faaliyetler ve gelişmeler için bkz. Hüseyin Cahit Yalçın; Siyasal Anılar, İstanbul 2000, s. 25 vd ; Armaoğlu; 
a.g.e., s. 304-308 ; Bernard Lewis; Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Ankara 1984, s. 209 v.d. 
16 Aslında bu dönemde üstün iktidar yani egemenlik, bu dönemi kendi siyasi nüfuz ve tesirine tâbi tutan ve bir müddet sonra partileşecek olan İttihat ve 
Terakki Cemiyeti’ne ve bu cemiyetin de ileri gelenlerinin eline geçmiştir. Bu konuda ayrıca geniş bilgi için bkz. Okandan; a.g.e., s. 334 v.d. ; Bülent Tanör; 
Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul 2006, s. 255 ; Eroğlu; a.g.e., s. 16-17 ; Diğer taraftan Esasında Osmanlı Devleti’nde, XIX. Yüzyılın ikinci 
yarısında görülen milliyetçilik yani Türkçülük akımı “İttihad-ı İslamı” parçalayıcı nitelikte görüldüğünden İslami amaçla çelişkili sayıldığı, aynı zamanda 
Osmanlılık siyasetiyle de bağdaşmadığı ve aykırı düştüğü düşüncesiyle Osmanlı Anayasalarında milli egemenlik ilkesine rastlanmaz. Tarık Zafer Tunaya; 
Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul 1981, s. 278 ; Eroğlu; a.g.e., s. 17 
17 Mütareke şartları ve gelişmeler için bkz. Alî Türkgeldi; Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara 1948, s. 63 v.d. ; Tevfik Bıyıklıoğlu; 
Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Türk İstiklâl Harbi (T.İ.H.) C.I, Ankara 1962, s. 33 v.d. ; Tayyib Gökbilgin; Milli Mücadele Başlarken, C.I, 
 Ankara 1959, s. 3 v.d. 
18 Tanör; a.g.e., s. 226 ; Ayrıca bu düşünceler ve örgütlenmeler için bkz. M. Kemal Atatürk; Nutuk, C.1, İstanbul 1981, s. 6-7 ; Sina Akşin; İstanbul 
Hükûmetleri ve Milli Mücadele, Ankara 1983, s. 64 v.d ; Yusuf Hikmet Bayur; Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ankara 1990. s. 191 v.d ; manda ve himaye 
meselesi için bkz. Kadir Kasalak; Milli Mücadelede Manda ve Himaye Meselesi, Ankara 1993. 
19 Tanör; a.g.e., s.229. ; ayrıca bu konuda geniş bilgi için, Akşin; a.g.e.’e bakılabilir. 
20 Tanör; a.g.e., s. 227 ; Teşkilatlanmalar için bkz. Bayur; a.g.e., s. 209 v.d ; Atatürk; a.g.e. C.1, s. 2-6 ; Tunaya; Türkiye’de Siyasal Partiler, 
C.2, Ankara 1987, s. 71 v.d. 
21 Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 12-16 ; Orhan Türkdoğan; Kemalist Sistem Kültürel Boyutları, Ankara 1999, s. 107 ; Nitekim Mustafa Kemal Paşa 22 Mayıs 1919 
da İstanbul’a gönderdiği resmi raporunda, İzmir’in işgaline razı olunamayacağını ifade ederek, “... Millet yek vücut olup hâkimiyet esasını, Türk duygusunu 
hedef ittihaz ettiğini...” beyan edecektir. Bkz. Atatürk; a.g.e., C.2, s. 24-25. Yine, 28 Mayıs 1919’da Havza’dan Kolordu kumandanlıklarına gönderdiği 
yazıda da “...milletin esaretten kurtuluşu, hâkim ve müstakil olarak topraklarımızda yaşayabilmesi ancak azimkâr ve namuslu ellerin milleti kısa 
ve doğru yoldan müdafaa-i hukuk ve istiklale sevkiyle kabil olacaktır.”, diyecektir. Kazım Karabekir; İstiklâl Harbimiz, İstanbul 1969, s. 35. 
22 Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 30-31 ve C. 3, s. 195 
23 Kongre ve kararları için bkz. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 64-66 ; Mahmut Goloğlu; Erzurum Kongresi, Ankara 1968, s. 77 v.d ; Cevat Dursunoğlu; Milli 
Mücadelede Erzurum, Ankara 1946. s. 107 v.d ; Mazhar Müfit Kansu; Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.1, Ankara 1986, s. 43 v.d 
24 Sivas kongresi ve kararları hakkında bkz. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 76 v.d ; Goloğlu; Sivas Kongresi, Ankara 1969, s. 65 v.d ; Kansu; a.g.e., C. 1, s. 211 v.d 
25 Tanör; a.g.e., s. 227 ; Feyzioğlu; a.g.e., s. 22 ; Eroğlu; a.g.e., s. 20 ; İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’nin, 23 Haziran 1919’da İngiliz Dışişleri 
Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği raporda da bu durum, “Mustafa Kemal Paşa bir ay kadar önce Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkışından bu yana kendisini 
milliyetçi duygunun merkezi haline getirmiş görünmektedir.”, şeklinde ifade edilmektedir. Bkz. Bilâl N. Şimşir; İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.1, 
Ankara 1973. s. 26 Yine 17 Eylül 1919 tarihli başka bir raporda Amirali De Robeck, “alınan bütün haberlere göre milli hareket Anadolu’da müstakil bir 
cumhuriyete doğru gelişmektedir…Bu yeni milliyetçi parti bu günkü Damat Ferit Hükûmeti’nden ziyade, halk efkârını temsil etmektedir.”, demektedir. 
Bkz. Şimşir; a.g.e. s. 103 ; Tevfik Bıyıklıoğlu; Atatürk Anadolu’da, Ankara 1959, s. 54 
26 Tanör; a.g.e., s. 229 
27 Tanör; a.g.e., s. 229-230 ; Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 194 v.d ile s. 331-333 ; Kansu; a.g.e., C. 2, s. 481 v.d 
28 Bu ifadeler şöyledir. “...teşkilatımızda Kuvay-ı Milliye’nin amil ve irade-i milliyenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bu gün, bütün cihanın 
milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: hâkimiyeti milliye...” “Efendiler! Teşkilatı Milliyemizin bu gün takip ettiği gaye vatanın inkısamından (parçalanmasın
dan) ve milletin esaretten tahlisine (kurtarılmasına) matuftur (yöneliktir).” Bkz. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 357-358 ve C. 3, s. 1178-1190 
29 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Goloğlu Üçüncü Meşrutiyet, Ankara.1971, s. 40 v.d ; Gökbilgin; a.g.e., C. 2, 1965 s. 295 v.d ; Selahattin Tansel; 
Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.3, Ankara 1973, s. 15 v.d 
30 Goloğlu; üçüncü Meşrutiyet, s. 81 v.d ; David Fromkin; Barışa Son Veren Barış, İstanbul 1994, s. 426 ; Tansel; a.g.e., C. 3, s. 17 
31 Tansel; a.g.e., C. 3, s. 36 v.d ; Gökbilgin; a.g.e., C. 2, s. 365 v.d ; Gotthard Jaeschke; Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. 
Cemal Köprülü, Ankara 1986, s. 148 v.d ; İhsan Güneş; Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Düşünsel Yapısı, Eskişehir, 1985 s. 47-48 
32 Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 421-422 ; Kâzım Karabekir; İstiklâl Harbimiz, İstanbul 1960, s. 513 ; Tanör; a.g.e., s. 230 ; Adnan Sofuoğlu; “BMM, Milli Müca
deledeki Rolü”, Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı’ya Armağan, Ankara 1995, s. 433 ; genelgede ayrıca, her livadan nüfuslarına bakılmaksızın eşit olarak 5 
mebus seçilmesi, ikinci seçmen olarak da Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarının yerel yönetim kurulu üyeleri ile belediye meclisi üyelerinin kabul edilmesi belirtilmekteydi. Şerafettin Turan; Türk Devrim Tarihi, C. 2, Ankara 1992, s. 123 
33 Adnan Sofuoğlu; “Damat Ferit Paşa Hükûmetlerinin Milli Mücadeleye Karşı Girişimleri ve Kuvay-ı Seferiye” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 
XVIII, S. 52, Ankara, Mart 2002, s. 48 v.d ; Tanör; a.g.e., aynı yer 
34 Tanör; a.g.e., s. 233 ; 23 Nisan’daki açılış töreninde de en yaşlı üye sıfatıyla başkanlık yapan Şerif bey meclisin açılışını “BMM’ni açıyorum” ifadesini 
kullanarak yapmıştır. Ayrıca meclisin açılışı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 308 v.d ; Kansu; a.g.e., C. 2, s. 580 v.d ; Yunus Nadi; 
Ankara’nın İlk Günleri, İstanbul 1955, s. 72 v.d 
35 Türkiye sözcüğünün ilk defa (Şubat 1921 tarihli İcra Vekilleri Kararı’nda yada 23 Nisan 1922 tarihli ‘3 Nisan’ın Milli Bayram Adinde Dair kanun’da 
kullanıldığı da ifade edilmektedir. Tanör; a.g.e., s. 232-233 ; Karar metni ve ifadeler için bkz. Suna Kili- A.Şeref Gözübüyük; Türk Anayasa Metinleri, 
Ankara, 1985 s. 87-88 
36 Tanör; a.g.e., s. 233-234 
37 Konuşma metni için bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.1, İstanbul 1945, s. 29 ve 57-60 
38 Önergede “
    1- Hükûmet teşkili zaruridir. 
    2-Muvakkat kaydıyla bir hükûmet reisi tanımak veya bir padişah kaymakamı ihdas etmek kabili tecviz değildir. 
    3-Mecliste mütekâsif (toplanan-yoğunlaşan) irade-i milliyeyi, bilfiil mukadderatı vatana vazı’ü’l-yed (el koyma) tanımak umde-i esasiyedir. 
       Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin fevkinde (üstünde) bir kuvvet mevcut değildir. 
    4-Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşriî (yasama) ve icrayı (yürütme) salâhiyetleri câmidir.(kendinde toplamıştır) Meclisten tefrik (seçilme) ve tevkil (vekil edilme) edilecek bir heyet, umur-ı hükûmeti ru’yet eder (hükûmet işlerine bakar). Meclis Reisi, bu heyetin de reisidir.” Hükümleri bulunmaktadır. 
 Bu önergenin Hâtıra (Not) kısmında ise; “Padişah ve halife, cebir ve ikrahtan (baskı ve zordan) azade (kurtulma) olduğu zaman, Meclisin tanzim edeceği 
 esasat-ı kanuniye (kanuni esaslar) dairesinde vaziyetini ahzeder.(durumunu alır)”, ifadesi yer almaktadır. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 438 ; Atatürk’ün Söylev 
       ve Demeçleri, C.1, s. 57-60 
39 Tanör; a.g.e., s. 234-235 ve 245 
40 Tanör; a.g.e., s. 235 ; Ali Fuat Başgil; Esas Teşkilat Hukuku, C.I, İstanbul 1960, s. 215 ; Eroğlu; a.g.e., s. 438-439 ; Ercüment Kuran; “Cumhuriyetin 75. 
Kuruluş Yılında Atatürkçülük” Türk Yurdu, C.18, S. 134, (özel sayı) Ekim 1998, s. 80 
41 Tevfik Çavdar; Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, C.1, Ankara 1995, s. 186 ; Mustafa Erdoğan; Modern Türkiye’de Anayasalar ve Siyasi Hayat, Ankara 
1997, s. 51 ; Tanör; a.g.e., s. 235-236 
42 Tanör; a.g.e., s. 238-239 ; Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 564-567 ; Bu konuyla ilgili ayrıca bkz. Ergün Özbudun; 1921 Anayasası, Ankara 1992, s. 9 v.d. 
43 Tanör; a.g.e., s. 239-241 
44 Sofuoğlu; “Cumhuriyet’in 75. yılında…, s. 188-189 ; Tanör; a.g.e., s. 247 
45 Sofuoğlu; “Cumhuriyet’in 75. yılında…, s. 189 vd ; Çavdar; a.g.e., s. 186192; Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 91-93 ; Teşkilat-ı esasiye ifadesi sırf ana 
kuruluşu kastetmesi bakımından önemli idi. Tanör; a.g.e., s. 247-252 
46 Bu kanunun devletin siyasi rejimi ile ilgili hükümleri de şöyleydi. 
“1- Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. 
 2-İcra kudreti ve teşri salâhiyeti, milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder. 
 3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” unvanını taşır. 
 4- Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca müntehap (seçilmiş) âzadan oluşur” Tam metin için bkz. Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 562 ; 
Anayasa metninin tamamı için bkz. Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 91-93 
47 Tanör; a.g.e., s. 255 ; Eroğlu; a.g.e., s. 31 ; Başgil; a.g.e., C. 1, s. 215 
48 Erdoğan; Modern Türkiye’de…, s. 52-54 ; Tanör; a.g.e., s. 258 v.d 
49 Atatürk’ün böyle girişimlerinden biri 1 Aralık 1921’de olmuştur. Nitekim bu tarihte TBMM’nde Bakanlar Kurulunun görev ve yetkilerini belirten kanun 
teklifinin görüşülmesi sırasında Atatürk, kanun teklifinin Özel Komisyondan gelen ve millet egemenliğini geçici sayan şekline karşı çıkarak, “ Hukuku 
hâkimiyetin, hâkimiyeti asliyenin ahvali hâzıra dolayısıyla millet tarafından istimali zarureti mefhumu vardır. Efendiler! Ahvali hazıra, esbabı saire bilmiyorum. 
Yalnız bildiğim ve bilinmesi, ilan edilmesi lâzım gelen bir hakikat varsa da milletimiz hiç kimsenin muvafakatine lüzum görmeden ve muvafakat 
etmeyenlere karşı isyan ederek hâkimiyeti milliyesini almış ve öylece istimal etmekte bulunmuştur. Eğer lâyihadaki bu ifade herhangi bir üslûbu 
nazikâneye riayetten münbais ise, büyük bir hakikati tahrif etmiş olmak itibarıyla dahi tashihe muhtaçtır. Millet hâkimiyetini almıştır.Ve isyan ederek 
almıştır. Alınmış olan hâkimiyet hiçbir sebep ve suretle terk ve iade edilemez, tevdi edilemez! Bu hâkimiyeti tekrar geri alabilmek için, almak için istimal 
edilmiş olan vesaiti kullanmak lazımdır.” Diyecektir. Bkz. Atatürk; a.g.e., C. 3, s. 196 ; Eroğlu; a.g.e., s. 31-32 
50 Tanör; a.g.e., s. 278 ; Karar metni için bkz. Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 97 
51 Konuşmanın devamı şöyledir. “…Osmanoğulları, zorla Türk Milletinin hâkimiyet ve saltanatına vâzı’ü’l-yed olmuşlardı.Bu tasallutlarını altı asırdan 
beri idame eylemişlerdir. Şimdi de Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor.
Bu bir emrivakidir. Mezuubahis olan millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki 
olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. 
Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 690-691 
52 Tanör; a.g.e., s. 278-279 ; Heyet-i Umumiye Kararı için bkz. Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 98-100 
53 Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 692 v.d 
54 Eroğlu; a.g.e., s. 34-35 
55 Metin için bkz. Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 100-101 
56 Utkan Kocatürk; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 1918-1938, Ankara 1988, s. 390 v.d 
57 Atatürk; a.g.e., C. 1, s. 811-814 ; Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 103 
58 Eroğlu; a.g.e., s. 36 ; Nitekim değiştirilen 11. madde ile devlet başkanlığı makamı kurulmakta, “Türkiye Reisicumhuru Devletin Reisidir” denmekte 
ve cumhurbaşkanının seçim şekli ile süresi belirlenmekteydi.Tanör; a.g.e., s. 283-284 ; Okandan; Umumi Amme Hukuku, İstanbul 1966, s. 349-350 
59 1924 Anayasasının siyasi sistemi, devlet içinde, TBMM tarafından temsil olunan, tek kuvvet tek meclis prensibine dayanmakta ve anayasa Meclis hükûmeti sistemi ile parlamenter hükûmet sistemini kaynaştırmaktaydı Eroğlu; a.g.e., s. 38-39 ; Okandan; Umumi Amme…, s. 354 355 ; Kili ve Gözübüyük; a.g.e., s. 109 v.d Ayrıca halifeliğin kaldırılışı ve 1924 Anayasası’nın değerlendirilmesi için bkz. Tanör; a.g.e., s. 285 v.d. 
60 Türkdoğan; Kemalist Sistem…, s. 111 ; Ayrıca egemenlik anlayışının tarihsel süreci ve Türkiye’deki gelişimi için bkz. Sofuoğlu; “Türkiye’de Millet Egemenliği 
Anlayışının Gelişimi ve Atatürk” Tarih ve Onun Problemleri, Bakü, 2004. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder