23 Mart 2020 Pazartesi

Türk-Amerikan Münasebetlerinin Değerlendirilmesi., BÖLÜM 2

Türk-Amerikan Münasebetlerinin Değerlendirilmesi., BÖLÜM 2




Bulgaristan'ın kurtarılması davasını ilk başlatan misyoner Robert Kolej'in kurucusu Cyrus Hamlin olmuştur.51

Robert Kolej'in Bulgarlar için üstlendiği görevi Araplar için Beyrut'ta Amerikan Koleji üstlendi. 1886'da Beyrut'ta açılmış olan Protestan Koleji, bölgenin Osmanlılardan koparılmasında rol oynadı.52

Ayrıca Amerikalı misyoner Jones King, Yunan Kilisesine hayatiyet kazandırmak için yıllarca çalıştı.53 

Osmanlı tebaası olan Bulgarlar ve Ermeniler arasında 1810 yılına kadar bağımsızlık arzusu yoktu. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki azınlıklar önce 
misyoner okulları aracılığıyla Avrupa devletlerinin etkisi altında kalmışlar sonra karşılıklı çıkar ilişkisi ve dayanışma içinde tam bir himayeye girmişler, o devletlerin siyasi görüşleri doğrultusunda hareket ederek Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde siyasi çalışmalarda bulunmuşlardır.54 

Yüzyıllardır Osmanlı egemenliğinde kalmış bu toplumlar, Fransız İhtilali'nden sonra dünyayı saran bu akımın etkisi ile artık gerileme dönemine girmiş imparatorluk yönetimine karşı ayaklanmaya başlamışlardı.

Milliyetçilik fikri, Avrupa ulusları arasında gelişirken onlar bu akımı bir silah olarak kullanmaya başladılar. Ermeniler, Türklerin anavatanı üzerinde 
ve yaygın biçimde yaşıyorlardı. Ermeni ayaklanması da bu topraklardan ödün ister biçimde gelişecek ve Osmanlı'yı yıkması kesin olacaktı.55 

Misyonerler çalışmalarında öylesine başarılı oldular ki 1848 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti, mezhep değiştirerek belli bir sayıya ulaşan Protestanları ayrı bir cemaat olarak tanımak zorunda kaldı.56   Açılan okullar Ermeniler arasında Türk düşmanlığı oluşturmaya yetti.

Geçmiş olaylar çok kısa süre içinde Avrupa Türkiye'sinde çok ciddi siyasal değişikliklerin olabileceğini gösteriyordu. O kadar ki; 1876-1878 yılları 
arasında terör ve karışıklık nedeniyle misyonerlerin faaliyet göstermeleri bile güçleşti. Misyoner okulları zaptiyelerce korundu ve Amerikalı misyonerler Türk subaylarına sığındılar. Bu denetim altına alma politikası ve tepkilere rağmen misyoner faaliyetleri 1890'larda Selanik ve Manastır'ı da kapsayan genişçe bir alana yayılmıştı.57

Osmanlı Devleti, 1869'dan itibaren her türlü yabancı okulu, bu arada Amerikan misyoner okullarını da daha yakından izlemeye başlamıştı. 

Dolayısıyla Amerikan okulları, Türk-Amerikan ilişkilerinde sürekli sürtüşme konusu olmuştur. Özellikle 1890'lı yılların ortalarından itibaren baş gösteren Ermeni olaylarının merkez üssü misyoner okulları olmuş ve birçoğu da zarar görmüştür.58 Amerika tazminat talebinde bulunup adeta Osmanlı'yı tehdit ettiği için de bu okullar Türk-Amerikan sürtüşmesinin temelini oluşturmaya başlamıştır.59

Sadece Ermenilerle yetinmeyen Amerikalılar, Rumları da teşkilatlandırmaya devam ettiler. Bu çeşit faaliyetlere örnek, Merzifon Amerikan Koleji binasında Rum-Pontus teşkilatının kurulmasıdır. Merzifon Pontus teşkilatından birinin bir Yunanlıya yazdığı mektupta teşkilatın faaliyete geçmek üzere olduğu, Yunanistan'dan imdat bekledikleri ve kullandıkları binanın Merzifon Amerikan Koleji binası olduğu belirtilmiştir.60 

Aynı şekilde Anadolu'da kurulmuş olan Harput'taki Fırat Koleji ve onun etrafa dağılmış olan şubeleriyle (Harput ve çevresinde Amerikalıların seksen üç tane okulları mevcuttur) 61

Antep'te kurulmuş olan Merkezi Türkiye Koleji Ermenilerin Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarında büyük rol oynamış ve adeta Ermeni ihtilalcilerin buralardan yetişen kişilerden oluştuğu gözlenmiştir.

19. yüzyılda Türk-Ermeni ilişkilerinde başlayan zıtlaşmanın türlü dış etkenler ürünü olduğu tarihî bir gerçektir. 

Bu dış etkenlerin başında Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamasından yararlanan emperyalist batılı devletlerin sömürgeci emellerle Osmanlı topraklarına göz dikmeleri gelir.62

American Board ve diğer misyoner teşkilatlarının bu derece etkin ve yoğun çalışmaları sonucunda 1880'lerden itibaren ABD'ye Ortadoğu ve Anadolu'da ekonomik, sosyal ve kültürel bir hayat sahası oluşturmada aracı rol oynadığı gözden kaçmayacak bir gerçektir.63 

Bu gerçeği hissetmiş olan Batılı devletler her yönüyle misyonerlerine sahip çıkmayı da ihmal etmemişlerdir. Bu cümleden olmak üzere misyonerler bu hususu kendi faydalarına oldukça iyi kullanmışlardır. Misyonerler bir çok şikayette bulunarak devletlerinin kendilerine daha fazla yardımcı olmalarını istemişlerdir. Kendileriyle ilgili olaylarda Osmanlı yönetimine baskı yapılması için her türlü imkandan yararlanmışlardır ve misyonerler kendilerine bu desteği sağlamak için yalan propagandalara başvurmuşlardır. Bundan etkilenen yöneticiler de genellikle yönetime gelmeden bir Türk düşmanı olarak motive etmişlerdir. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesi de 1901 yılında başkan seçilen Theodore Roosevelt, daha 1898 yılında şunları söylemiştir; "dünyada herkesten önce ezmek istediğim iki güç İspanya ve Türkiye'dir".64

Amerikan Misyonerlerinin yoğunlaştığı yörelerde ABD, Konsolosluklar kurarak, bu konsolosluklar eliyle, misyonerlerinin faaliyetlerine destek olmak için teşebbüslerde bulunmuş ve Osmanlı Devleti ile sıkı bir pazarlığa girmiştir. ABD Konsoloslukları kuruldukları bütün bölgelerde yoğun siyasi faaliyetlerin içine girmişlerdir. Osmanlı Hükümeti bu faaliyetlerden dolayı bir süre sonra rahatsızlık duymuş ve konsoloslukların sayısının artmasını istememiştir. Buna rağmen daha önce vermiş olduğu imtiyazlar sebebiyle özellikle Doğu Anadolu'da Konsolosluk lar açılmasına engel olamamıştır.65

     Konsolosluklar, ABD vatandaşlığına geçiş, vatandaşların haklarının korunması, Ermenilerin ABD'ye göçlerini kolaylaştırmak konusunda ellerinden gelen bütün gayreti göstermişlerdir. Doğu Anadolu'daki Amerikan Konsolosluk ları, Amerika'ya göç için yapılacak bir çok işin halledilmesinde her türlü kolaylığı sağlamışlardır. 1869'dan sonraki ABD vatandaşlığına geçişlere Türk Hükümeti kolayca izin vermemekteydi, vatandaşlığa geçmiş bulunanlar da bunu Osmanlı Hükümetinden saklıyorlardı, konsolosluklar bu gizlice tabiiyet değiştirme olayını gerçekleştiriyorlardı.66 

Bu sebeple bölgedeki Amerikan nüfuzunu pekiştirmek ve Amerikan idealini yaymak için misyonerler ve Ermeniler ve onların koruyuculuğunu yapan konsolosluklar Amerika'nın Ortadoğu politikasında kullandığı önemli unsurlar olmuşlardır67 Bir çok Amerikan Konsolosluğunda misyonerler görev almış, konsolos vekili veya yardımcılığını genellikle misyonerler üstlenmiştir. Yardımcı eleman olarak da genellikle Ermeni veya Rumlar tercih edilmiştir.68

Amerikalı misyoner ve konsoloslukların faaliyetlerinin sadece Ermenilere yönelik bir olay olduğunu söylemek mümkün değildir. Müslümanlar üzerinde de etkili olmuş hem ayrılık ruhu hem de Amerikan değerlerine özenti duyulmuştur. 

1875'li yıllarda Osmanlı topraklarından Kuzey Amerika'ya başlayan kitleler halindeki Müslüman göçünün en önemli nedenleri arasında Osmanlı Devleti'ndeki Amerikan Okulları'nın faaliyetleri gelmektedir. Bu okulların öğrencileri genellikle varlıklı ailelerin çocuklarıydı ve bu okullardan mezun olduktan sonra aileleri ile yüksek öğrenim için Amerika'ya gidiyorlardı.69 Amerika'ya giden bu ilk gurubun asıl amacının bol para kazanıp iyi bir gelecek elde etmek olduğu bilinmektedir.

Yetişmiş bir çok Ermeni genci de Amerika'ya gönderilerek orada daha ileri eğitim görmeleri de sağlanıyordu. Bu gençlerin pek çoğu Amerika'da Amerikan vatandaşlığına geçerek İmparatorluğa geri geliyor, Osmanlı topraklarında Amerikan vatandaşı olmanın dokunulmazlığı içinde kendi halklarına özgürlük propagandası yapıyor, gördüklerini anlatarak devletten reformlar istemeye yönelttiriliyorlardı. Çok geçmeden Osmanlı imparatorluğunda artık bilinçlenmiş bir Ermeni toplumu olduğunu gösteren en büyük kanıt ise 1863'te hazırlanan ve imparatorluk tarafından onaylanan Ermeni anayasası oldu.70 Bu gelişmelerden rahatsız olan sadece devlet yöneticileri değil, Ermeni Gregoryen yöneticileri de rahatsız olmuş ve bunu bir çok defa dile getirmişlerdir.71

Her memleketin misyoner müesseseleri aynı zamanda Osmanlı Devleti'ndeki Hıristiyan gençlere kendi milletlerinin ve devletlerinin nüfuzlarını tesis ederken, bunu daha iyi yürütebilmek düşüncesiyle onlara mali ve ticari müesseselerin de de iş bulmaya gayret gösteriyorlardı.72 

Bu sayede hem kendilerine yakın gurubun güvenini kazanacak hem de o Hıristiyan gurubun sosyal yönden üstün bir duruma gelmesini sağlayacaktı. 

Bu durum Hıristiyanlarda da bir beklenti yarattı ve daha iyi bir sosyal hayat için bilhassa Amerika'ya giderek iş imkanı aramaya başladılar. Bu hareket zaman içerisinde Osmanlıya karşı yürütülen politikanın da bir parçası oldu. Özellikle Ermeniler ve Bulgarlar bu suretle az zamanda ihtilalci bir unsur haline sokulmuştur.73

Bu arada Osmanlı topraklarından Amerika'ya göçen Rum ve Ermenilerin Türkler aleyhine çalışmaları Amerikan kamuoyunda Türk düşmanlığı oluşturmaya başladı. Yine Ermeni-Amerikan ilişkilerine ait bir örnek Amerikalı bir profesör olan Mr. Earle'nin "American Missions in the Near East" adlı eserinde şöyle ifade bulmuştur;74

"Amerikan Misyoner okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini yeniden üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar."

     Ermenilerin Doğu Anadolu'dan ABD'ye göçünde, konsoloslukların tam yerleşmelerinden (1901) sonra büyük bir artış oldu. Konsoloslar raporlarında bu büyük çaplı göçün sebebini, Ermenilerin sürekli baskı ve zulme uğramaları olarak göstermişlerdir. Doğu Türkiye misyonunun merkezi olan Harput'taki Amerikan Konsolosu Thomas H. Norton raporunda göç olayına şöyle bir yorum getirmiştir; "insanlar zengin olmak, tehlikelerden uzak kalmak ve çocukları için iyi bir ortam elde etmek istemektedirler ve ancak bu büyük çaplı göç sayesinde dünyanın dikkatini çekme fırsatı yakalamaktadırlar".75 Fakat bilinmektedir ki aynı konsolosun çalışma bölgesinden birçok Müslüman da Amerika'ya göç etmiştir. Eğer sadece baskıdan dolayı gayrimüslimler göç etseydi Müslümanların Amerika'ya gitmesi düşünülemezdi. Bu sebeple göçü kolaylaştırmak ve Amerika'da taraftar bulmak düşüncesiyle yapılan propaganda Amerikan kamuoyunu aldatmaktan başka bir şey değildi.76

Amerika'ya göçte Amerikan okullarının etkisi olduğunun en güzel kanıtı şüphesiz en fazla göçün olduğu Harput'ta açılmış olan misyon merkezidir. 1878 de bu misyon merkezinde açılan kolej (Fırat Koleji),77 iyi yetiştirilmiş Ermenilerin iyi bir eğitim almasını sağlamış ve şuurlu öncüler yetiştirmiştir. Bu yetiştirilen öğrenciler ABD'ye götürülmüş ve çoğu Amerikan vatandaşlığına geçirilerek sonra Osmanlı topraklarına geri getirilmiştir. Bu geri gelen öğrenciler de Amerika-Ermeni ittifakının idealleri için çalışmışlardır.78

Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük sarsıntılar içine düştüğü 19. yüzyıl bitiminde artık türlü etkilerle bütünüyle değişik kavramlara sahip olmuş Ermenilerin devlete karşı ayaklanmaları başlamıştı. Huzursuzlukların çok arttığı sırada Türkiye'nin doğusundaki Amerikan kolonisinin zarar görmemesi için çeşitli tedbirler alınmış, Müslüman halkın onlara karşı düşmanca tavır içinde olduğu ifade edilmiş, bu nedenle konsolosluk kadrosunun silahlandırılması için girişimlerde bulunulmuştur.79 Amerikalıların hep Ermeni yanlısı bu tutumlarından sonra Amerikalı misyonerler, Türkler tarafından Ermeni meselesine katkıları dolayısıyla suçlanmışlardır.

Sonraki yıllarda Misyoner-Ermeni yakınlaşması bir kat daha artarken Amerika 1896'daki Türk-Ermeni olaylarından sonra Türk sularına, sözde Amerikan yatırımlarını korumak, gerçekte ise Ermenilerin yanında olduğunu göstermek üzere iki savaş gemisini göndererek tarafgirliğini kesin biçimde gösterdi.80 Amerika, devlete başkaldırmış bir unsurun yanında yer almak suretiyle kendi de Osmanlı'ya karşı bir konuma geçti. Amerika'da bu misyonerlerin yayın organlarında ve yine onların yazılarıyla beslenen basında sürekli abartılarak yer verilen Türk-Ermeni olaylarına ilişkin haber ve makalelerle bir Hıristiyan ulusun, Müslüman İmparatorlukta ezilmekte olduğu fikri işlenmiştir. Bulundukları bölgelerde Amerikan çıkarlarını korumak misyonunu üstlenmiş olan konsolosluklar Ermeni ayaklanmasını sanki bir "kutsal savaş"81 gibi desteklediler, yağma ve katliam hareketlerinden sürekli Müslüman halk ve yönetim sorumlu tutulmuştur.

Konsoloslar, Amerika'ya gönderdikleri raporlarda Ermeni İhtilalci liderlerinin mektuplarına yer vererek Amerika'nın direk müdahalesini istemişlerdir. Yine konsolosluk raporlarında, Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet), Ermeni Vilayetleri olarak anılmış ve bu şehirlerin Hıristiyan valilerce yönetilmesi fikri ortaya atılmıştır. Bu isteğin özellikle Bitlis, Sivas, Erzurum, Mamuratül Aziz ve Diyarbakır için, şartları nedeniyle doğal bir hal aldığı savunulmuştur.82

Azınlıkları kışkırtmak ve ayaklandırmak yoluyla konsolosluklar, sömürge kazanma yarışında önemli yere sahip olmuşlardır. Bu veriler ışığında genel bir değerlendirme yapan değerli bir hocamız, "Ermeni sorununun, Ermenilerin başlangıçtan beri Hıristiyan oldukları gözetilerek, bir din sorunu olmadığı, yüzyıllardır Doğu Anadolu'da, Trabzon ve Bağdat, Samsun-Batum ticaretini ellerinde tuttukları ve Türklerden çok daha rahat yaşadıkları açısından bakılınca da ekonomik bir sorun olmadığı ancak İngiliz, Rusya, Fransa ve ABD gibi dünyanın güçlü, emperyalist ülkelerinin kendi politikalarını izleyebilmek için ortaya attıkları bir siyasal sorun olduğu sonucuna erişilmektedir"83 şeklinde güzel bir açıklık getirmiştir. O dönemde atılan düşmanlık tohumları halen Amerika'da Türkiye'ye karşı olan tavrın temelini oluşturmaktadır.

Osmanlı Devleti'ni Amerika'da tanıtma konusunda hükümet, orada yaşayan vatandaşlarından yararlanma yoluna gitti. Ancak az sayıdaki Osmanlı vatandaşları seslerini duyuramadılar. Göçün kolaylaşması, misyonerlere daha fazla para aktarılması için yapılan propagandalar, bu faaliyetleri her zaman engellemiştir. Hatta haklı savunma yapan Osmanlı elçisi, Ermeni Lobisi ve basını tarafından Amerika Hükümetine yapılan baskı sonucu Amerika'dan sürülmüştür.84

1908'de Türkiye'de ihtilalin çıkması, meşrutiyet rejiminin gelmesi Amerikalılar tarafından takdirle karşılandı. İstanbul'daki elçilik 1906'da "büyükelçilik"e yükseltildi ve Amerikalı misyonerler daha rahat hareket etmeye başladılar. Misyonerler bu faaliyetleri sırasında her türlü imkandan faydalanıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nda Protestan misyoner faaliyetleriyle ilgili büyük boyutlarda bir basım-yayın faaliyetinde bulundukları da bilinmektedir. Hatta ilk geldikleri yıllarda Rumlar ve Ermeniler Türkçe konuştuğu için Rumca harfli Türkçe ve Ermenice harfli Türkçe kitaplar yayınlayarak Rum ve Ermenilere, Ermenice ve Rumca öğretmişlerdir. Yani açık bir ifadeyle Ermenice ve Rumcayı azınlıklar arasında geliştiren Amerikalı misyonerler olmuştur denilebilir. Bu yayın faaliyetleri için başta Malta'da kurulan ilk matbaadan sonra İzmir ve İstanbul'da olmak üzere hemen hemen bütün misyon merkezlerinde birer matbaa kurmuşlardır.85

II. Abdülhamit Dönemi'nde kapatılmış olan misyoner matbaaları da tekrar açılmış ve faaliyetlerine devam etmiştir. Meşrutiyetin ilanıyla daha serbest bir rejimin kurulması iktisadi faaliyetin artmasına zemin hazırladı. Bu defa bazı Amerikalı sermayedarlar Anadolu'da petrol kuyuları işletmek ve demiryolu inşaatı imtiyazını almak için teşebbüse giriştiler. Bunun başında bulunan Amiral Chester 1909'da Türkiye'ye geldi ve incelemeler yaparak proje hazırladı. Bu proje "Chester Projesi" olarak anıldı ve yıllarca tartışıldı.

Aslında yeni yönetim bir denge unsuru olarak Amerika'yı gücendirmemek için bu projeyi imzalamıştır denilebilir. Çünkü daha önce demiryolları ile ilgili verilen imtiyazlar hep Avrupa devletlerine verilmişti. İlginç bir rastlantı (!) Amiral Chester; Amerikan okullarının zarar görmesi sebebiyle Amerika tarafından istenen tazminatı almak üzere İstanbul'a gelen savaş gemisinin de amiraliydi.86 Ancak bu proje imtiyazlar alınmış olmasına rağmen gerçekleştirilememiştir.87

İttihat ve Terakki yönetimi, Amerika ile olan ilişkilerinde daha çok Amerika'yı kendi taraflarına çekebilecek bir politika izlemeye çalışmışlardır. I. Dünya Savaşı başladıktan sonra kapitülasyonları kaldırırken Amerikalıların müesseselerine zarar vermeyeceklerini gösterebilmek düşüncesiyle teminat vermiştir. Hatta Enver Paşa, bu teminatının bir göstergesi olarak da, Kapitülasyonların kaldırıldığı 1 Ekim 1914 tarihinde, elçi Morgenthau ile beraber Robert Kolej'e giderek kendi kardeşi, Şeyhül İslâm'ın iki oğlu ve Şehremini'nin oğlu için (yaşları küçük olduklarından dolayı) özel olarak kurulan sınıfın açılış törenine katılmıştır.88

     Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra da Amerikalılara dokunulmamış, bütün faaliyetleri devam etmiştir. Fakat Amerikalı misyonerler eski alışkanlıklarını devam ettirerek, düşmanla işbirliği yapan Ermenilerle ilgilenmeye ve onlara yardımcı olmaya ve korumaya çalışmışlardır. Hatta sefalete düşen Türk çocuklarını da himayeleri altına alarak Hıristiyan yapmayı dahi başarmışlardır.89 Aynı zamanda misyonerler Urfa'da olduğu gibi isyan çıkaran Ermenilerle işbirliği içine girerek daha da ileri gitmiş Amerikan yetimhanesini karargah haline getirerek silahlanmışlardır. Binadan, teslim ol çağrısına ateşle karşılık verilmiştir.90 Amerikalı misyonerler kovuluncaya kadar bulundukları bölgelerden ayrılmayıp çalışmaya devam etmişlerdir. Ermenilerin yaptığı terör hareketini görmeden adeta onlarla beraber savaşan bu misyonerler tehcire91 de karşı çıkmışlar ve yalan yanlış raporlar düzenleyerek dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmışlardır. Önce Ermenilerin Amerikan vatandaşlığına geçmiş olanlar ve ailelerine sonra Protestanları sonra da diğerlerini tehcirden kurtarmak için çaba sarf etmişlerdir.

Düzenli bir şekilde göç ettirilen Ermenileri adeta soykırım yapılıyormuş gibi göstermiş, bir dereceye kadar bunları bu hale biz getirdik psikolojisini de yenmeye çalışmışlardır. Kendilerinin tehcir sırasında Anadolu'da bulunmaları sebebiyle tehciri takip edebilme imkanları vardı. Amerikan müessese ve konsoloslukları da faaliyetlerine devam ediyorlardı. Fakat alışkanlık bu ya hiçbir olayı kendileri görmemiş gibi "duydum, anlattılar" ifadeleriyle sahte rapor tanzim etmeyi sürdürdüler. Amerikan Harput konsolosluk görevlisi yıllar sonra yazdığı bir makalede, tehcir edilenlerle ilgili hatıralarında; Erzurum'dan Elazığ'a kadar tehcir kafilesiyle gelenleri gördüklerini ve ilgilendiğini belirttikten sonra, "duyduğuma göre bunlar Elazığ'dan çıktıktan sonra öldürülmüşler" şeklinde bir yorum yapmıştır.92

Hatta aynı konsoloslar Ermenilerin kıymetli mallarını, altınlarını, bono ve sigorta poliçelerini kendilerine teslim ettiklerini de söylemektedirler. Şimdi bu konsolosluk görevlisinin sahte raporlarıyla Ermeni meselesi ve tehcirini sorgularken acaba akıllarına hiç gelmez mi ki, kasa dolusu altın, para ve kıymetli kağıdı nerelere harcadın veya gönderdin diye sorulabileceği.93

Misyoner ve konsoloslar savaş boyunca yetimhane, okul, hastane ve diğer müesseselerinde faaliyetlerine devam ettiler ve adeta bir casus gibi şifrelerle yazışarak bilgi aktarmaya da gayret gösterdiler.94

Amerika'nın Almanya'ya savaş ilan etmesiyle Osmanlı-Amerikan ilişkileri gerginleşmiş, birbirlerine savaş ilan etmemiş olsalar da Türk-Amerikan ilişkileri 1917 baharında kesilmiştir. Osmanlı, Almanya'nın müttefikiydi bu nedenle bu devletle normal ilişkilerini sürdüremezdi. İki devlet arasında savaş hali doğmamış ancak ilişkiler gerilmişti. Savaş sırasında Amerika'yı karşı tarafa almamak için olsa gerek Amerikalı misyonerlerin müesseselerine dokunulmamıştır. Fakat misyonerlerin bir kısmı savaş sebebiyle bir kısmı da yetkililerin isteği ile müesseselere sahip çıkacak bir kaç nöbetçi bırakarak ayrılmaya başladılar.95

Savaş boyunca sadece ordunun ihtiyaç duyduğu özellikle hastanelerin bir bölümüne ve okullardan da bina ihtiyacına göre misyonerlerin binalarına el konuldu. Amerikalı misyonerler askerler arasında da Hıristiyanlık propagandası yapmayı ihmal etmeyerek faaliyetlerine devam ettiler.96 Bir müddet sonra Amerika'nın savaşa girmesinden rahatsızlık duyan misyonerler birer birer Anadolu'yu terk ettiler.

Osmanlı Devleti, savaşta yenilgiyi kabul edip, 1918 Mondros Mütarekesi'ni imzalaması üzerine Amerikalılar tekrar Türkiye'ye temsilci göndermeye karar verdi. Türkiye'de görevlendirilen ilk Amerikan temsilcisi Lewis Heck adlı bir diplomat oldu. Bu ilk diplomat Aralık 1918'de göreve başladı ve Türkiye'nin iç durumu hakkında raporlar hazırlayarak merkezine bilgi aktardı. Anadolu'dan alınan bilgilerin yetersiz kaldığını Amerikan konsoloslarının görevlerinin başına dönmeleri gerektiğini ifade etti. Hiç olmazsa İzmir, Sivas, Adana, Halep gibi yerlerde Amerikan konsoloslukları açılmasını öneriyordu. Yine Aralık 1918'de Amerika'nın Doğu Akdeniz donanması komutanı Tuğamiral Mark Lambert Bristol İstanbul'a yollandı.97

Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ile geri dönen misyonerler bir müddet daha faaliyetlerine devam ettiler fakat umdukları ilgiyi bulamadılar. Çünkü yerli halktan tepki görüyorlardı. Özellikle bu dönemde yardım heyetleri daha ağırlık kazandı. Çünkü Anadolu adeta perişan bir durumdaydı. Bu sebepler Amerikalı misyonerler için iyi bir çalışma sahası olabilirdi. Yardım adı altında Ermenilere ulaşmayı da umuyorlardı. İşgal bölgelerinde daha rahat hareket edebiliyorlardı. Amerika'dan gelen milyon dolarlık malzemeler dağıtılıyordu. Dağıtılan malzemeler arasında röntgen makineleri dahi vardı.98

Aslında işgal güçleriyle de işbirliği yapan bu misyonerler kısa zamanda Kuvva-i Milliye'nin iyi niyetinden de faydalanarak faaliyetlerini yürütüyorlardı. Hatta Atatürk, Amerikan yardım heyetlerine iyi davranılması ve yardımcı olunması için talimat dahi vermişti.99 Hatta Amerika Şark-Karib Muavenet Heyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile direk temasa dahi geçmiş, Ankara'da bir temsilcilik dahi açılmıştı.100 Misyonerlerin en çok başımızı ağrıttıkları yerlerden biri olan Merzifon'da, şartlara uymak kaydıyla, Ermeni ve Rum çocukların barınabilmesi gayesiyle yetimhane açılması için meclis kararı dahi alınmıştır. 101 Bu yardım heyetlerine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından insancıl duygularla binalar tahsis edilmiştir. 102 Bu kadar ince düşünceye rağmen Amerika, meclisle direk olarak temas etmeye pek yanaşmamış hatta halen daha Ermeniler için bir yurt yaratmak için çaba arayışlarına devam etmiştir.

Türk-Amerikan ilişkilerinde bir döneme damgasını vuran bir diğer olay ise Wilson Prensipleri olarak adlandırdığımız Başkan Woodrow Wilson'un 1918 yılı başında açıkladığı 14 ilkeden, Türklerle ilgili 12. maddesinin siyasete getirdiği anlayıştır. Aslında bu madde "Misak-ı Milli" nin uluslararası alanda meşruluğu için önemli bir belgedir. Bu ilke şunları ifade ediyordu; "Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan bölümlerinin güvenceli egemenliği sağlanmalı". Aslında Wilson kendi koyduğu kurallara Türklerin lehine olduğu için kendi dahi uymakta güçlük çekiyordu.

Başkan Wilson, kendi koyduğu ilkelere muhalefet ederek Anadolu'da bir Ermenistan yurdu kurulmasına ve üstelik İngiltere'nin ısrarı üzerine de Yunanistan'ın Batı Anadolu'yu istilasına rıza göstermişti.103 Amerika Cumhurbaşkanı Wilson, her millete karşı barışçı bir siyaset takip etmeyi ve her devletle iyi geçinmeği amaç edinmekle beraber, Amerika'dan çıkarı olan devletler, yaptıkları propagandalar ile Başkan Wilson'u barışçı siyasetten saptırmaya muvaffak oldular, hatta Wilson yapılan propagandaların o kadar tesiri altında kalmıştı ki Türklere karşı olan olumsuz tutumunu Paris Barış Konferansı'nda da sürdürdü.104

Amerika mütareke döneminde yine ikili oynamaya devam ediyordu. Her ne kadar müttefikleri kadar kötü düşünmese de kendi politikası ve diğer Batılı devletlerin amaçlarını öğrenerek, milli mücadele ve liderleriyle ilgili fikir oluşmasını bekliyordu. Aynı zamanda Ermeni meselesi ile ilgili sonuçları da görmek istiyordu.105 Yıllar boyunca yanlış yönlendirilen ve hazırlanan sahte rapor ve propagandalar sayesinde Amerika'da oluşan düşünce, Doğu Anadolu'da bir Ermeni çoğunluğun mevcudiyetiydi. Bu sebeple Mondros'tan hemen sonra Wilson bunun için harekete geçti.

     20. Asrın başlarına gelindiğinde, Türkiye'nin Doğu Bölgesinde Amerikalı misyonerlerin yıllardan beri hayalini kurduğu kendi okullarından yetişmiş Ermeniler tarafından yönetilen bir Ermenistan fikri Amerikan yönetimi tarafından da gündeme getirildi ve Türkler için general James G. Harbord'ın (Harbord, Avrupa'daki Amerikan kuvvetlerinin kurmay başkanıdır) "Ermenistan mandası" konusunda 46 kişilik bir heyetle Doğu Anadolu ve Kafkasya'da yaptığı inceleme gezisi başladı. 22 Eylül 1919 günü Sivas'ta, Atatürk'le yaptığı 2-3 saatlik görüşme de Harbord'a yeni Türkiye'nin liderini tanıma fırsatını sağladı. Fransa'dan İstanbul'a bir savaş gemisi ile gelen Harbord, oradan Adana'ya geçmiş ve Anadolu gezisine başlamıştır.106

Amerika tarafından hazırlanan muhtıraya göre Doğu Anadolu'dan Ermenilere, azınlıkta oldukları bölgenin verilmesi öngörülüyordu. Ekonomik sıkıntı çekmesinler diye de petrolün bulunduğu ve Türk ve Araplarla meskun Mezopotamya'nın Ermenilerin ekonomik çıkarlarına tahsis edilmesi düşünülmekteydi. Bu muhtıranın gönderilmesinden sonra Amerikan Misyonu, Harbord ile görüşerek tavsiyelerini almıştır.107 Harbord'un raporunda asıl zorluğun Ermenilere verilecek bölgede bulunanların kovularak orada güven sağlamaktı. Bu sırada İngiltere, Kafkaslar'dan kuvvetlerini çekmeye başladı. 


Bu, Ermenistan sorununun tek başına Amerika'nın sırtına yüklenmesi demekti. İngiltere'nin kurnazca oyunu, Kafkaslardan çekilmesi ile kendisinin cesaret edemediğini Amerika'nın üstüne yıkmasıydı. Bunun üzerine Harbord, bunun çok zor bir iş olduğunu raporunda bahsetmişti.108 Aslıda Amerika'ya geçmiş olsun demek gerekiyor. Çünkü, liderini bulmuş birlik olmuş Türk milletiyle böyle bir mücadeleye girseydi belki de yıllar öncesinden Vietnam sendromu yerine Anadolu sendromu ile karşı karşıya gelecekti.

Amerika yıllardan beri uyguladığı oyunu Ankara ile ikili ilişkilere geçerken de uygulamıştır. Ankara temasa geçmek yerine İstanbul'daki temsilcisi Amiral Bristol, kanalıyla yarı resmi bir sıfatla onun temsilcisini Samsun'a göndererek ilişki kurmaya çalışır. Ermeni meselesi ekonomik yönleri yanında ve siyasi bir gelişmeydi. Fakat Anadolu'daki ekonomik çıkarlar şüphesiz daha önemliydi. 

Bu sebeple gayri resmi veya yarı resmi temaslarla İstanbul'la birlikte Ankara'yı da ihmal etmek istemiyordu.

Fakat bu sefer umduğunu bulamamıştı. Çünkü Ankara, milli bir dış politika ve milli bir meclisin aldığı kararla kapitülasyonların kalktığını, Sevr'in sayılmadığını ve resmi bir antlaşma şartıyla temas kurulmasını istiyordu.109

Amerika geç kaldıkça ticaretinde düşüş gözleniyordu ve bu arada Amerika'dan ticaret yapmak üzere bir çok sermayedar akın akın Anadolu'ya gelmeye başlamıştı.110 Amiral Bristol'un ikili oyunları ve Amerika'nın iç politik dengeleri ve kongresinin Ermenilerle ilgili düşünceleri Amerika'nın beklemesine sebep oluyordu. Bu arada adeta Amerika'nın hayallerine su serpecek Chester Projesi yeniden gündeme gelmişti. T. B. M. M.'nin bu antlaşmayı imzalanmasında şüphesiz Lozan'da taraftar bulmakta yatıyordu.111


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder