27 Eylül 2019 Cuma

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER, BÖLÜM 2

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER, BÖLÜM 2



Şeytana Taparlar mi? 

Bu konuda belirsizdir, ama 20. yüzyilin basinda GOLDEN DAWN (ALTIN GÜNDOGUMU) isimli koyu okkült, kara büyü ve satanizm örgütünü kuran Aleister Crowley’in Rose Croix örgütünden oldugu iddia edilmektedir, ayni zamanda Crowley Hür, Kabul Edilmis Masonlar Locasi’nda Büyük Üstadlik yapmis, Skoç Ritinde de 33. Derece Mason olmustur. 

Yaptigim arastirma ve incelemelerden çikardigim sonuç, Rose Croix örgütünün hiç bir zaman yok olmadigidir. Fakat baska örgütler dogurmaya devam etmistir. 16. yüzyildan beri gerek masonlugun, gerekse ILLUMINATI’nin ve Skulls and Bones Society’nin dogusunda etkin rol oynamistir. Ama Hür ve Kabul Edilmis Masonlar resmi ve kanuni bir dernek olmasina karsin, ne ILLUMINATI ne de Rose Croix ortaya çikip kendini gösteren birer dernek degildirler ve masonlugu kendilerine üye çekmek için bir havuz olarak kullanirlar. Yani daireler içiçedir. En içteki dairede ve çelik çekirdekte hangi mistik gizli örgütün yüzyillarca etkili oldugu meçhul kalmistir. 

Illuminati

Illuminati 1 Mayis 1776 da Adam Weishaupt tarafindan Bavyera-Almanya’da kurulmustur. Adam Weishaupt Ingolstadt Üniversitesinde hukuk profesörü iken masonik egilimlere merak sarmis ve bir gizli örgüt kurmustur. Ama hükümete karsi bazi hareketler de içeren yayinlari nedeniyle 1786’da polis tarafindan basilmis ve ondan sonra da tamamen yer altina inmistir. Illuminatinin daha sonra çok güçlendigi ve 1833’de Yale Üniversitesinde General William Russel tarafindan Skulls and Bones Society (SBS) olarak kuruldugu rivayet edilmektedir (Marrs 2000; Sutton 1986). Yani bir rivayete göre SBS Illuminatinin ABD’deki devamidir. ILLUMINATI’nin Rose Croix örgütü ile direkt iliskisi oldugu bilinmektedir. Hangi ülkede birlesik çalisirlar, hangi ülkede farklidirlar ve ayrilirlar bilinemez. Bu gizli örgütlerin terör örgütlerinden özde pek bir farki yoktur; terör örgütleri bomba ve silahla terör ve anarsi yaratirlar. ILLUMINATI, SBS, CFR ve benzerleri ise sadece anarsi ve kaosu yani ORDO AB CHAOS’u (kaostan düzen) imza yetkisi, uluslararasi strateji, paranin kontrolü ve mafyanin indirekt kontrolü ile yaratirlar. 

Illuminati adini ve üyelerini inanilmaz bir sir gibi saklayan ve ölümcül bir kurulustur. Bugün hemen her ülkede mevcuttur. Özel egitim, tören ve alt kültürlerden gelmeyenler Illuminatiye kabul edilmezler. ABD baskanlarinin pek çogu Illuminati’den ya icazet alirlar ya da üyesidirler. Bu gizli örgüte ihanet edenlerin cezasi kayitsiz sartsiz ölümdür. Illuminatinin NATO ile veya Gladyo gibi yeralti örgütleri ile de iliskisi oldugu sanilmaktadir (Domhoff 1974, 2000; Sutton 1986, 1988, 1990; Marrs 2000; Ross 2000; Marrs 2001)

Skulls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Örgütü-SBS) 

   Baba ve ogul George Bush’un üyesi oldugu SBS, merkezi Connecticut Yale Üniversitesi’nde olan çok gizli bir cemiyettir (Ironhouse 2002; Sutton 1986). Her yil sadece bu örgüte 15 kisi girebilir, ama bu 15 kisi daha sonra ABD’de en kilit noktalara getirilir, ayrica akrabalari ve dostlari da bu elitizmden paylarini alirlar. Sayilari az olmasina ragmen etkileri fazladir ve bir çember içindeki merkez usulüyle çalisirlar, yani bir çemberdeki çesitli noktalarin kontrolü bir SBS üyesinde ise, onlar için sorun çözülmüstür, bu nedenle üyelerini yönetici ve etkin çemberlerin merkezine koyarlar. Tabii ki ILLUMINATI, Rose Croix (Gül Haç), Trilateral Komisyon ve CFR ile ile direkt iliskileri vardir. 
Her ikisinin de gizli Rose Croix örgütü ile iliskisi vardir. Alphonso Taft daha sonra ABD baskani ve SBS üyesi olan William Howard Taft’in da babasidir. SBS’nin son 150 yilda 2500’den fazla üyesi olmustur. SBS Yeni Dünya Düzeni’nin temel ideologlarindan biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). Elimizdeki ilk kayitlar Haziran 1882’ye aittir. 

Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarinkine çok benzer. Fakat tüm ritüeller ve yapilanlar gizlidir, kimse disariya bilgi sizdiramaz. Inisiasyon törenlerinde denekler çirilçiplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çiktiklarinda yeniden dogmus sayilirlar. Birbirlerini özel tanima yöntemleri vardir. Son yüz yilda SBS üyeleri ABD’de en kilit noktalara gelmislerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kisiler özenle bu gruba alinir. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik WASP olmaktir (White:Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Baska irka veya geçmise mensup baska dinden olanlar bu yapiya giremez. 

SBS ABD’de pek çok kilit noktaya gelmis insanin yer aldigi bir cemiyet olmustur. 
6-7 kusak öncesinden Anglo Sakson ve protestan olmasina çok dikkat edilir. 
SBS’nin temelinde bir çelik çekirdek iç hücre, etrafinda daha büyük bir çember, onun etrafinda da daha dis bir yapilanma vardir. 
Chapter 322 ismi ile de anilan iç merkezin direkt olarak merkezde olmak kosuluyla Trilateral Komisyon, CFR, Bilderberg, Atlantik Konsül 
(Bir ‘round table’ masonik grubu), Bohemian Grove (veya Bohemian Club), Pilgrem Society, ve SBS’nin dis gölge örgütleri 
(yani üye almak için havuz olusturduklari yan klüpler vardir) (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990).

ABD’ye yerlesen ve pek çok tüketim aracini kontrol altindan tutan ve etkin ailelerden SBS’ye üye verenlerden bazilari sunlardir 
(çok uzun süredir bu ailelerin mutlaka bir kaç ferdi SBS üyesidir):

•        Whitney Ailesi ( yerlesim 1635, Watertown, Massachusets),
•        Perkins Ailesi ( yerlesim 1631, Boston Mass.), 
•        Stimson Ailesi (yerlesim 1635, Watertown, Mass.),
•        Taft Ailesi (y. 1679, Braintree, Mass),
•        Wasdworth Ailesi (y. 1632, Newtown, Mass.),
•        Gilman Ailesi (y. 1638, Hingham, Mass.)
•        Payne Ailesi (Standard Petrolün sahibi),
•        Davison Ailesi (J. P. Morgan ve sirketinin sahibi, her iki dünya savasinda da etkili olmuslar ve büyük paralar kazanmislardir),
•        Pillsburr Ailesi (Un ticareti),
•        Sloane Ailesi (Ticaret ve parekende satisiin dev ismi),
•        Weyrhauser Ailesi (Kereste ve orman ürünleri tröstü),
•        Harriman Ailesi (Demiryolu Krallari),
•        Rockefeller Ailesi (Standard petrol, Chase Manhatten Bank ve binlerce sirketin sahibi CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderbergin basindaki aile),
•        Lord Ailesi (y. 1635, Cambridge, Mass.),
•        Bundy Ailesi (y. 1635, Boston, Mass.),
•        Phelps Ailesi (y. 1630 Dorchester, Mass.),
•        Bush aileleri (Baba Bush CIA ve ABD baskani, ogul Bush bu örgütlerin bir entrikasiyla ABD baskanligina getirildi, her ikisi de SBS üyesi).

SBS toplumdaki hemen her yapiya girmistir. Bunlarin içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, Medya, Is ve Endüstri, Federal Banka sistemi, 
Kanun yapici kurullar, Mahkemeler vb vardir. SBS’nin temel ideolojisi Anglo Sakson ve Protestan beyazlarin dünyadaki hakimiyetini 
saglamaktir, ideolojisi oldukça fasistir ve her iki dünya savasinda da bu cemiyet çok önemli roller oynamistir. Bohemian Grove ve CFR ile 
birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni’nin yaraticisidir (Marrs 2000; Marrs 2001; Sutton 1986, 1988, 1990; Ironhouse 2002). 
Bohemian Grove (Bohemian Klübü)

Bohemian Grove (BG) ayni Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880’lerde Kaliforniya’da kurulmus bir cemiyettir. 
Üyeleri, törenleri, ritüelleri ve ne yaptiklari çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik ayni anda yüzlerce kisinin hafta sonu toplantilarina 
katilabilecegi niteliktedir. ABD’nin hemen her eyaletinde tapinaklari vardir. Sembolleri BAYKUS’tur. Ritüellerde baykusa hitap edilir ve bir 
fetis olarak baykus motifi kullanilir. Bohemian Grove’a üye olanlar baska masonik klüplere de üye olduklari için bu rituellere ve 
sembolizme alisiktirlar. 

1970’li yillarda en kilit noktadaki ve zengin 1000 civarinda üyesi olan Bohemian Grove üyelerinin ünlülerinden bazilari sunlardi 
(Domhoff 1974):

•        Dwight David Eisenhower (ABD baskani), 
•        Herman Wouk, 
•        Robert Kennedy (ABD Baskan adayi), 
•        Johson (ABD Baskani), 
•        Richard Nixon (ABD Baskani), 
•        Gerald Ford (ABD Baskani), 
•        Ronald Reagen (ABD Baskani), 
•        Bill Clinton (ABD Baskani), 
•        Nelson Rockefeller, 
•        David Rockefeller, 
•        Henry Kissenger,
•        Edgar Kaiser (Kaiser Industries baskani), 
•        Henry Morgan (J.P. Morgan Sirketi), 
•        Charles Morgan (J.P. Morgan Sirketi), 
•        Neil Armstrong (aydan döndükten sonra katilmistir), 

Hoover Enstitüsünün bazi ileri gelenleri, 

•        Wernhern Von Braun (Alman roket ve uzay bilimcisi), 
•        David Sarnoff (Isadami), 
•        Senator Robert Taft (Taft ailesinin SBS ile yakin ilgisini hatirlayiniz!), 
•        Lucius Clay, 
•        American Express, 
•        Standard Brands, 
•        Int. Investment Corporation baskani, ,
•        Earl Warren (Yüce Divan üyesi), 
•        Kalifornia valisi Goodwin Knight, 
•        Kalifornia valisi Pat Brown, 
•        Baskan Herbert C. Hoover (1913’te klube katilmistir), 
•        Rudolph Peterson ( Bank of Amerikanin eski baskani), 
•        Melvin Laird (eski Savunma Bakani), 
•        William Rogers (Eski CIA baglantili Devlet Bakanligi sekreteri), 
•        Francis Baer (United California bank eski baskani), 
•        Stephen D. Bechtel: J.P. Morgan sirketi direktörü, 
•        Gilbert Humprey(: National Steel, General Electric, Texaco, National City Bank of Cleveland, Sun Life Insurance direktörü, Lewis Lapham): Mobil Oil, 
•        Heinz, TriContinental Corp. Baskani), 
•        Edmund Littlefield): Wels Fargo Bank, Hewlett-Packard, General Electric eski baskanlarindan), 
•        Leonard McCollum ( Morgan Trust, Capital National Bank eski baskani)

Dikkat ederseniz Bohemian Grove hem çok zengin hem de en kilit noktalardaki elitlerin olusturdugu daha üst ve çok daha gizli bir seçkin klübüdür (Daha detayli listeler ilerideki çalismamizda yayimlanacaktir, yer tutmamasi açisinda sadece bazi kritik görevlerdeki kisileri verdik). Dikkat edilirse en fazla ABD baskani üyesi olan klüp Bohemian Grove’dur. ABD’de kaldigim 7 yil boyunca her gittigim kütüphanede ve kitapçida bu klüple ilgili bilgi aradim. Bu konuda sadece William Domhoff’un yazdigi bir kitap ile bir kaç makale geçti elime. Düsünün 1000’e yakin ABD eliti sürekli bir hafta sonu California’da veya diger eyaletlerdeki çiftiklerde toplanip kadinli, erkekli törenler yapiyorlar ve gizli ritüeller uygulaniyor, inisiasyon törenleri yapiliyor; insanlar komik komik kiliklara veya durumlara giriyor çesitli dramalar ve roller oynuyorlar. 
Bunlara bir sürü hizmetçi hizmet ediyor, bir sürü polis bunlari koruyor, bir sürü kisi bu klübe geliyor ve bu klüp 1880’den beri var. ABD’de elime geçen pek çok kütüphanenin veritabaninda bu klübe ait bilgi aradim, ama çok sinirli bilgiye ulasabildim. Halbuki masonlukla ilgili kitaplar heryerde satiliyordu. Benzer sekilde Skulls and Bones Society (SBS) konusunda da elime geçebilen kitap sayisi bir avuçtur. SBS de Bohemian Grove gibi çok gizli bir örgüttür. Bu örgütleri ABD’de sordugum hiç bir Amerikali bilmiyordu. Üstelik bu kitapta diger örgütlerle ilgili listeleri yayinlayan kitaplar veri tabanlarindan çikarilmisti, elimdeki kitaplarin çoguna direkt yazarlarina ulasarak eristim. Neden ve nasil saglanir bu gizlilik bunu anlamaya imkan yok! Bu gizliligin tek hedefi olabilir, törenlerde ve toplantilarda çok ciddi bazi kararlarin alinmasi. 
Örnegin atom bombasi projesinin kararinin verildigi yerin, siklotronu ilk kurgulayan Prof. Ernest O. Lawrence’a bu kararin verdirildigi yer olan Bohemian Grove’dur (Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968). Vietnam’a savas açilmasi kararinin verildigi yer de Bohemian Grove’dur. Kaliforniya’daki çiftlikte bazi zamanlarda ciddi güvenlik önlemli toplantilar yapilir. Çiftlik San Fransisco’nun 65 mil kuzeyindedir 300-500 kisiyi barindirabilecek ve anayoldan ulasilamayacak, ancak bilenlerin helikopterle veya arazi araçlari ile gidebilecekleri bir alanda tüm çevre yerlesim merkezlerinden uzaktadir ve çok yogun koruma altindadir. Bu ana merkezin haricinde baska sehirlerde de merkezleri vardir. Bohemian Grove üyeleri belirli araliklarla toplanip klasik ritüelik törenlerini yaparlar. Törenleri bir rahip ile bir rahibe yönetir. Törenlerde genellikle allogerik ve yukarida tanimini yaptigimiz sembolik dramalar oynanir, fakat törenlerle ilgili yazilanlar da çok sinirlidir.

Bohemian Grove’un merkezinin bu kadar izole olmasina karsin, Bohemian Grove SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre BG’dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün basina getirilemez, baskan seçilemez; devletle ilgili pek çok önemli karar buradaki toplantilarda verilir. Üyeleri yukarida saydigimiz gibi en kilit noktalardaki kisilerden olusur; örnegin 1991 de BG’da olup da ayni zamanda önemli sirketlerde yönetici olanlarin sayisi söyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 director, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör, McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrica pek çok istihbarat örgütünün baskanlari veya üst düzey yöneticileri de BG veya SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880’ilerden beri Yeni Dünya Düzeni’nin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kisilerin çogu ise Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR’da yer alirlar. 1974’teki Domhof’un kitabinda belirtildigi üzere Bohemian Grove’a üye olan azinlik, ABD’deki o tarihteki tüm mallarin yaklasik yüzde 30-40’ina, özel sektörün tüm servetinin yaklasik yüzde 70-80’nine sahipti. 

CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg örgütleri

Diger masonik örgütlerin iç çatisi ve yapisi altinda CFR, Trilateral Komisyon ve Bilderberg günümüzün BÜYÜK AGABEYI haline gelmistir.
CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi)

Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin Powell, Les Aspin , James Woolsey (CIA direktörü) gibi isimlerin CFR (Council on Foreign Relations-Dis Iliskiler Konseyi) isimli bir komisyona kayitli olmalari herhalde okuyucuyu bunca bilgiden sonra sasirtmaz. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bagli olduklari bir örgüt olmasi herhalde dogal karsilanabilir, üstelik bunlarin bazilari BILDERBERG veya Skulls and Bones Society üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettigi ve olmasi gerektigi için bir pozisyonda degildir Yeni Dünya Düzeninde. Ipleri ne kadar iyi oynatabildigi, ne kadar sir tuttugu ve bu örgütlere ne kadar bagli oldugu önemlidir onlar için. 

Globalizasyon ideolojisinin Bohemian Grove ve Skulls and Bones Society gibi masonik örgütlerden daha az gizli bir bransi olan CFR 21 Temmuz 1921’de New York’ta kurulmustur (Ross 2000; Marrs 2000). Zaten yüzyillardir ülkü piramiti, Süleyman mabedi, tek hükümetli dünya, Sionun ogullarinin vaad edilmis birlesik kralligi, evrensel kardeslik gibi fikirleri savunan gizli cemiyetlerin bu ideolojisini ilk harekete resmi olarak geçiren kurulus CFR’dir. Globalizmin gizlilikten çikip dünyaya ilani CFR’in kurulusu ile baslamistir. 1917’de Baskan Wilson savas sonrasinda yüze yakin elit adamini toplamis ve global baris (!) planlari yapmislar ve Wilson’in bilinen on dört nokta teorisini 8 Ocak 1918’de kongreye sunmuslardir. Bu plan özünde tüm ekonomik sinirlari kaldirmayi amaçlayan ve ABD sermayesini tüm dünyaya hakim kilmaya yarayan bir plandi. Ama 1919’da Paris Baris Görüsmelerindeki Versailles anlasmasi Almanya’ya agir kosullar koymustu. 

30 Mayis 1919’da Paris’in Majestic otelinde toplanan Ingiliz ve Amerikan delegeleri bir ‘Uluslararasi Iliskiler Enstitüsü’ kurmaya karar verdiler. Bunun adi daha sonradan Ingiltere’de ‘Royal Institute of International Affairs’ oldu. 21 Temmuz 1921’de de ABD’de CFR gizli kosullar altinda kuruldu, 1945’e kadar merkezi New York’taki Prat House oldu (Halen merkezi burasidir: The Harold Pratt House, 58 East 68th Street, New York, NY 10021). Bu bina Rockefeller tarafindan bagislanmisti. CFR üyelerinin büyük çogunlugu New York ve Washington D.C.’de yasayan elitlerden olusuyordu. Daha ziyade New York ve Washington, D.C.’de yasayan elitlerden olusan CFR’in bugün finans, komünikasyon, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3300 üyesi mevcuttur. Bu sayi bir zamanlar 1600 ile sinirliydi. Özellikle tüm CIA, DIA, DEA ve baska istihbarat sefleri bu örgütün de elemanidir ve CFR’in ilkelerinden disari çikamazlar. Ilk üyeler arasinda New York senatörü Colonel House, Devlet Bakanligi Sekreteri John Foster Dulles, CIA’da uzun süre çalismis Allen Dulles, kurucu baskan milyoner John W. Dawis ( J. P. Morgan’in finansörlerinden) vardi. CFR için ilk para John D. Rockefeller, Bernard Baruch, Jacob Schiff, Otto Kahn, Paul Warburg gibi milyonerlerden geldi. Bugün CFR için finans su kuruluslardan gelir: Xerox, General Motors, Bristol-Myers-Squip, Texaco, Alman Marshal Fund, McKnight Vakfi, Ford Vakfi, Andrew Mellon Vakfi, Rockefeller kardesler vakfi, Starr Vakfi vb. CFR yönetim üyeleri bugün dünyadaki her ise burnunu sokan ve ekonomik kontrolü amaçlayan kurum, vakif, enstitü ve gizli örgüt ile içiçedir. 

CFR Ikinci Dünya Savasi’nda çok önemli bir rol oynamistir. Yayinladigi Foreign Affairs isimli dergi ile de çalismalarini tüm dünyaya duyurur. CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek degildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür. Her yil hazine sekreteri, CIA veya NSA yöneticileri ile çok gizli, halka açik olmayan toplantilar yapar. Normal kosullarda CFR’in anayasaya bile aykiri oldugu iddia edilmisse de bunu yargilayacak olan Anayasa Mahkemesi veya Yüce Divan üyelerinin büyük çogunlugu da CFR üyesidir. J.P. Morgan ve Rockefeller gibi devler CFR’ye büyük paralar yatirirlar, ama isadamlarina devletin güvenlik sirlari hakkinda brifing verilmesini kimse anlayamaz ve anlatmakla bitip tükenmeyen Amerikan demokrasisinin neresine koyacagini bilemez. Bu demokrasi ise neden hiç bir sey halka ve basina açiklanmamaktadir? Orasi da pek anlasilamaz. Gerçi basina açiklansa da farketmez, çünkü CFR tüm medyayi kontrol eder. 1988’den beri 14 devlet bakani, 14 hazine bakani, 11 Savunma bakani ve bir sürü federal büroya ait görevli CFR üyeleri arasindan seçilmistir. Özel sirketlerin devletin bu kadar içine girmesi nasil demokrasi ve hukuk sistemi ile bagdasir bunu J.P. Morgan’a ve Rockefeller’a sormak gerekir tabii. Dullestan beri her CIA direktörü, örnegin Richard Helms, William Colby, George Bush, William Webster, James Woolsey, John Deutsch, ve William Casey hep CFR üyeleri arasindan seçilmislerdir. Ne isi vardir Rockfeller’in kurdugu bir konsülde halkin ulusal güvenligini korumakla görevli onca insanin? Hukuk ülkesi ve demokrasinin besigi oldugu iddia edilen Amerika’nin bu gerçeklerini Amerikalilarin çogu bilmez, onlar kredi karti borçlarini ve ev taksitlerini ödeyip, evde patlamis misir yiyerek biralarini içerler. ABD’li pek çok yazar CIA’in Amerika ve Amerikan halki için degil, CFR’in dostlari ve gizli iliskide oldugu dernekleri için bilgi topladigini dile getirmisler, ama komünistlikle suçlanmislardir. 

CFR bu isadamlarinin istedigi kisileri hep yükseltmis en üst ve dokunulmaz noktalara getirmistir. Bunun en güzel örnegi siradan bir akademisyen olan ve David Rockefeller ile tanistiktan sonra sansi açilan Henry Kissenger olmustur. Clinton döneminde de tüm devlet yetkilileri CFR üyeleri arasindan görevlendirilmis neredeyse yurt disina yollanan büyükelçilerin yarisi CFR içinden seçilmistir. Baskanlarin seçiminde de ayni yol izlenmektedir, seçmenler bir CFR üyesi ile öteki arasinda tercih yapmak zorunda birakilmaktadirlar, zaten Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti birbirinden çok farkli degildir ki! CFR’in gizli raporlarindan ve konferanslarindan birinde söyle denilmektedir (Ross 2000):
“Silahsizlanma, Amerika’nin bagimsizligi ve bu bagimsizligin tek dünya hükümetine dönüsmesi CFR’nin 1551 üyesinin yüzde 95’ine 1975’te açiklanmistir. CFR’nin üyelerin yüzde 75’ine açiklanmamis ve yazilmamis iki amaci daha vardir. Bu olusumun hedefleri size biraz garip gelebilir, bunlari biraz tartisalim. 

“Bu inancimizin temelinde yatan, monopolistik kapitalizmin dünyanin her yerindeki farkli para birimlerini, banka sistemlerini kredi ve üretim sistemlerini, temel kaynaklarini tek hükümetle kontrol edilebilir hale getirmek ve aydinlatilmis dünya sistemindeki üstünlügümüzü kendi dünya ordumuzla temin etmektir.”

Kendi kurdugu dünya ordusu ile tüm dünyadaki kaynaklari ve para sistemini kontrol edip, tüm kaynaklara el koyacakmis. CFR’in amaci buymus! Skulls and Bones Society’nin 1880’lerdeki fasist ideolojisinin bir devamidir bu! Bu mentalite bugün Ortadoguyu bir ordu indirerek kontrol altina almak 
istemektedir.

CFR’in gizli bir organizasyon olmadigini söyleyenlere de CFR’in 1992 yillik raporundan bir cümle ile yanit verelim. Sayfa 21: “Tüm toplantilardaki konusmalar ve açiklamalar bu toplantilar disinda kimseye açiklanamaz!” (Ross 2000). Ayni raporun, 122, 169, 174, 175 ve 176 inci sayfalarinda da bu gizlilik sürekli tekrarlanmakta ve gizlilik bozulup da medya veya birisine bir bilgi sizdirilirsa nasil cezalandirilacagi ima ediliyor. Daha önceki masonik ilkelerin tümünün uygulandigi bir örgütlenmedir CFR. Ayrica CFR’in ve gizliliginin ve fasist ideolojilerinin ABD anayasina aykiri oldugu defalarca zikredilmistir. 

IMF ve Dünya bankasi da CFR’in tamamen etkisi ve yönetimi altindadir (Ross 2000; Sklar 1980). Geri kalmis ülkeleri fakirlestirmek ve ekonomilerini yoketmek yolunda IMF, CFR’in emirleri dogrultusunda çalismaktadir. 

Bilderberg Gizli Örgütü

CFR’in temel globalizasyon planlari daha kuruldugu günden beri bilinmekteydi. Ama CFR ABD içinde tam bir kontrol saglamak ve tek jandarmali kapitalizmi Avrupa’ya yaymak ve sosyalizm ve komünizm ile mücadele etmek zorunda idi. Eski CFR baskani ve Rockefeller’in Chase Manhatten Bankasi baskani olan John McCloy OSS (Office of Strategic Services) isimli istihbarat örgütünün (Bill Donovan tarafindan 1941-1942’de kurulmustur) kurulmasini ve CFR ile karsilikli iletisim içinde çalismasini sagladi. 1947’de OSS, CIA’ya (Central Intelligence Agency’e) dönüstürüldü. 1947 Ulusal Güvenlik Kanunu ile de gerek sivil gerekse kriminal yasalara karsi korunan bir örgüt haline getirildi. Yani CIA, anayasaya ragmen ulusal güvenlik adina her türlü suçu isleyebilen bir örgüt yapisina kavustu. 1950’de General Walter Bedel Smith CIA baskani oldugu zaman, CFR’den aldigi emir üzerine Avrupa’da etkin bir örgüt kurulmasini istedi. Daha sonra CIA ve Ulusal Güvenlik Konseyine konan bu semsiye daha da güçlendirildi ve 1982’de Reagan tarafindan Executive Order 12333 (Etkin Yasa 12333) devreye sokuldu (Montalvo 2000). 

Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayagini ve etkinligini teskil etmek için CIA tarafindan Hollanda’da Oosterbeek sehrinde Bilderberg otelinde 1954 de kurulmustur. Dünyanin yönetimi ve globalizasyon konusunda her yil farkli ülkelerde toplantilar yapar (Ross 2000; Marrs 2000). Toplantilar son derece gizli kosullarda ve özel ortamlarda yapilir. Katilanlar bu konuda hiç bir bilgi vermezler. Spotlight isimli bir dergileri de vardir. Liberty Lobby Inc, 300 Independence Ave., SE, Washington D.C. 20003 adresinden yayin yapar. 

Bilderberg örgütünün Avrupa adresi: Maja-Banck Polderman, Bilderberg Meetings, Amstel 216, 1017 AJ, Amsterdam, Hollanda. Bilderbergin ABD adresi ise Charles W. Muller, American Friends of Bilderberg, Inc. 477 Madison Ave., 6th Floor, New York, NY 10022.

Bilderbergin kuruculari arasinda Hollanda prensi Bernhard ve Polonyali sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardir, Retinger Bilderbergin babasi olarak bilinir. Bilderbergin kurulusunda ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA’in rolü oldugu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir NAZI SS üyesidir, 1937 de Hollanda prensesi ile evlenmistir, ama Nazilerle olan yakin baglari çok iyi bilinmektedir (Marrs 2000). ABD’li gizli örgüt ve CFR üyelerinin bazilari da Bilderberg üyesidir. Retinger ABD’ye CFR baskanlarindan Averell Harriman tarafindan getirilmistir. David ve Nelson Rockefeller, John Foster Dulles ve CIA direktörü Walter Smith ile görüstükten sonra CIA güdümünde bu gizli örgütü olusturmustur. Bilderbergin olusmasinda etkili diger isimlerden birisi de Baskan Eisenhover’in psikolojik savas danismani C.D. Jacksondir. 

Bilderberg, merkezi Hollanda olmak ve içine Ingiliz kraliyet ailesini de dahil etmek üzere CFR’nin Avrupa ayagini olusturdu. Önemli isadamlari, politikacilar, bankerler, medya sahipleri, askeri kilit isimler ve istihbarat örgütlerinin üst sinifi ile iliski kurup onlari üye yaptilar ve her yil gizli toplantilar düzenlemeye basladilar. 1991’de Bilderberg baskani Ingiliz Lord Peter Carrington idi. Carrington NATO genel sekreteri, kabine üyesi, CFR’nin Ingiliz kurulusu olan Royal Institute of International Affairs’in baskani idi. Kendisi Rothschild banka imparatorlugu ile hem evlilik, hem is baglantilarina sahipti.

CFR’nin resmi olmadan uluslararasi düzeyine tasinmis bir sekli olan Bilderberg yine Ingiliz ve ABD CFR’lerini finanse edilen kisiler ve CIA’in örtülü ödenegi tarafindan destekleniyordu. Bilderberg diger bir kardes grup olan Trilateral Komisyona çok benzemektedir. Bunlarda her ne kadar daha önce bahsedilen masonik ritueller yoksa da zaten bu gruplarin çoguna katilanlar bahsedilen masonik gizli örgütlenmelerin içinde de olan insanlardir. Her yil yapilan çok gizli ortamdaki toplantilari hem CIA, hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder. Türkiye’de son 50 yildir basa geçen ünlü politikacilarin çogunlugu Bilderberg üyesidir, halen bu gizli Bilderberg üyeleri Türkiye’nin etkin yönetiminde rol almaktadirlar. Türkiyedeki toplantilar su ana dek 18-20 Eylül 1959’da Yesilköy-Istanbulda, 25-27 Nisan 1975’de (Çesme’de Hotel Altin Yunus’da) yapilmistir. 2001’deki toplanti ise Isveç’de gerçeklesmistir. 
Trilateral Komisyon

Trilateral Komisyon (Trilateral Commission, TC) ABD’de yesertilen Yeni Dünya Düzenini tüm dünyaya yani Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonyaya daha iyi yayabilmek için olusturulmus ve 1973’te David Rockefeller, Henry Kissenger ve Zbigniew Brzezinski tarafindan kurulmus gizli bir örgüttür (Sklar 1980; Robertson 1991; Ross 2000; Marrs 2000). Brzezinski 1973-1976 arasinda baskanligini yapmistir. CRF’nin Atlantik ötesi ülkelerde CIA tarafindan örgütledigi bir kurulus oldugu bilinmektedir. Adresi: 345 Street, East 46th Street, Suite 711, New York, NY 10017 dir. 

1994’teki bir TC bildirisine göre Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’dan 325 kilit noktadaki isim TC’ye üyedir. Sistem CFR’da oldugu gibi islemektedir. Ama bu ABD’nin ve globalizasyonun tüm dünyaya yayilmasi için Amerikan-Nazizminin yeni bir oyunu sahneye koymasindan ibarettir. Buradaki hedef yine ekonomik sinirlarin kaldirilmasi ve politik, ekonomik, askeri, politik ciddi noktalardaki kisilerin kontrol altina alinmasidir. CFR anayasasindaki ilkeler TC’da da geçerlidir. 

Her ne kadar adresi yeri, üyeleri belli ise de Trilateral Komisyonun yaptigi aktivitelerin ardinda gizli amaçlar, ABD’li istihbarat örgütleri ve NATO’nun gizli özel savas örgütleri vardir. ABD baskanlarinin ve Avrupa, Amerika ve Japonya’daki yönetici kadrolarin çogu TC üyesidir. Tüm dünyada TC, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmislerdir ve her üçünün de üyesi olan 50 kisi vardir (daha önce sunuldu). Örnegin Bill Clinton, Brent Scowcroft (Ulusal Güvenlik Konseyi), John Mark Deutsch (CIA direktörü), Robert Strange McNamara (Savunma Bakanligi Sekreteri), Henry Kissenger, Walter Fritz Mondale ( Japonya Büyükelçisi), Benjamin Nye (Hazine sekreteri) gibi dokunulmazligi olan isimler her üç teskilatin da üyesidirler. 
Burada temel olarak anlatilmak istenen 19. yüzyilda bazi gizli cemiyetler, zengin aileler tarafindan yaratilan bir ideolojinin nasil önce ABD’de CFR olarak kök salip, sonra nasil Bilderberg ve Trilateral komisyon sayesinde her ülkenin iç yapisini ve politikasini, endüstrisini, medyasini ve sosyal yapisini kontrol ettigidir. Amerikan derin Devleti ve Dünya Gizli Hükümetine karsi tüm Amerikalilar ve Avrupalilar bilinçsizdirler, çünkü 45 yil boyunca totaliter bir komünizm gelecek korkusu ile uyutulmuslardir.

Sonuç ve Türkiye bu gizli örgütlerin neresinde?

Türkiye’de de bu gizli örgütlerin çok büyük etkinligi vardir ve 1948’lerden sonra Türkiye’yi hiç bir zaman bu ülkeyi kuran Kemalist ulusalci ve vatansever ideoloji yönetmemistir, Türkiye 1948’den sonra bize Bati tarafindan biçilen Türk-Islam Sentezci ve ülkeyi emperyalizme köle haline getiren bir ideoloji tarafindan yönetilmistir. Bu yönetim bahsedilen CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon tarafindan da sekillenmistir. Ne yazik ki gerek Türkiyeyi yöneten, gerekse Türk istihbarat örgütlerinin içinde olan bazi Bilderberg ve Trilateral Komisyon üyeleri vardir. Bu örgütlerin Türkiye için verdigi kararin Sevr kosullarinin uygulanmasi oldugunu görmemek için ise kör olmak gerekir. 

Kaynakça

1. Baigent Michael, Leigh Richard, Lincoln Henry. Holly Blood, Holly Grail. New York: a Dell Book, 1983
2. Barret David, Secret Societies, New York:Blanford, 1999.
3. Blum William, Rogue State: A Guide to the World’s Only Superpower, Maine:Common Courage Press, 2000.
4. Chomsky Noam, Manufacturing Consent, New York: Pantheon, 1988.
5. Chomsky Noam, Necessary Illusions. Common Courage Press, 1991. 
6. Chomsky Noam, ‘What Uncle Sam Really Wants’ Arizona: Odonian Press, 1992.
7. Chomsky Noam, Secrets Lies and Democracy, Arizona:Odonian Press, 1994.
8. Constantine Alex, The Virtual Government, California:Feral House, 1997.
9. Domhoff William, Bohemian Grove and Other Retreats, New York: Harper Colophone Books, 1974.
10.Domhoff William, Who Rules America Now? Toronto: Mayfield Publishing Company, 2000.
11.Draul Arkon, Secret Societies: A History, New York: MJF Books, 1989.
12.Hager Nick. Exposing the Global Surveillance System, Covert Action Quarterly, Winter 1996-1997.
13.Ironhouse Adam, Bushlarin Gizli Tarihi. Çeviren: Kemal Okuyan, Ankara:Kim Yayinlari, 2002.
14.Nuel Pharr Davis, Lawrence and Oppenheimer, New York: Simon and Schuster, 1968.
15.Marrs Texe. Circle of Intrigue. Texas: Rivercrest Publishing. 2001.
16.Marrs Jim ‘Rule by Secrecy’, NewYork: Harper Collins, 2000.
17.Manisali Erol. Türkiye Avrupa Iliskilerinde Sessiz Darbe. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002a.
18.Manisali Erol. Dünya’da ve Türkiye’de Büyük Sermaye. Istanbul: Derin Yayinlari, 2002b.
19.Meyssan Thierry. Dehsetengiz Hile: Pentagona Uçak Düsmedi. Çeviren Ayse Meral. Istanbul: Med-Cezir 2002.
20.Montalvo Michael, Prisoner of the Drug War: George Bush. Prevailing Winds, 8: 76-83. September-December 2000.
21.Robertson Pat, The New World Order, Dallas: Word Inc. 1991. s: 97.
22.Ross Gaylon, Who is Who of the Elite? Spicewood-Texas, RIE Press, 2000.
23.Sayin Ümit, Gizli Hükümetler, Gizli Projeler ve Kara Bilim. Bilim ve Ütopya, 5 (45):60-63; Mart 1998
24.Sayin Ümit, Kiyamet Komplosu, Editör: Atilla Akar. Istanbul: Gendas 2002. S:187-207
25.Sklar Holy, editor, TRILATERALISM, Boston: South End Press, 1980. s: 147-149.
26.Sutton Antony, America's Secret Establishment, Montana:Liberty House Press. 1986.
27.Sutton Antony, The Secret Cult of the Order, Montana: Liberty House Press. 1990
28.Sutton Antony, Trilaterals over Washington, Montana:Liberty House Press, 1988.
29.Vankin Jonathan, Conspiracies, Cover-ups and Crimes:From Dallas to Waco, Georgia: Illuminet Press, 1996.

***

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER, BÖLÜM 1

DÜNYAYI YÖNETEN GİZLİ ÖRGÜTLER, BÖLÜM 1




(Kaynak : Komploteorileri Grubu )
Genel Durum

Yeni Dünya Düzeni’nin dünyayi yeniden paylasmada Türkiye’nin basina 21. Yüzyilda inanilmaz çoraplar örülmek istenmekte ve Türkiye adim adim Sevr kosullarina sürüklenmektedir. Oynanmakta olan bu satranç oyununda Türkiye’de dev bir operasyon yapilmis ve “Sah” köseye sikistirilmistir (Manisali 2002a ve 2002b). Mat olup olmamasi bundan sonra Türk Genelkurmayi’nin atacagi adimlara baglidir. ABD tarafindan planlanan bu operasyon, AB ülkelerinin de yardimiyla simdilik basariyla yürütülerek hedeflenen ekonomik kriz ülkede basariyla yaratildiktan sonra, tüm piyonlar rollerini basariyla oynamislar ve 79 yil önce Hilafeti kaldiran Türk devletinin tepesine Hilafetçi artigi ve ABD kuklasi bir parti usta bir manevra ile -umutsuzluk içindeki halk kandirilarak- geçirilmistir. 

Tüm hükümet üyelerinin ve bakanlarinin Naksibendi veya Fethullahci baglantilari Aydinlik dergisinde yayimlandigi halde sadece bir iki bakandan tekzip gelmistir. Hükümet üyelerinin büyük çogunlugu ünlü Abant Toplantilarini düzenleyen Fethullahçi örgütlenmenin odagindaki Birlik Vakfi’nin üyesidir. Bir zamanlar “demokrasi tramvayi”na gerekirse binebilecegini ya da eregine ulasmak amaciyla papaz giysisi bile giyebilecegini söyleyen, camilerin kubbelerini migfer olarak takacak, minareleri de mizrak olarak kullanacak Tayyip Erdogan liderligindeki kadronun yönetiminde Türkiye’yi ileride daha vahim sorunlarin bekledigi açiktir. 

Diger yanda ise ABD 80 bin askeriyle Diyarbakir’da konuslanmak ve Türkiye’yi hiç ilgisi olmadigi bir savasa bulastirmak istemektedir. ABD’nin hedefi açiktir. Kafkasya ve Ortadogu petrol ve dogal gaz bölgelerini Naziler gibi isgal etmek ve Asya’nin stratejik bölgelerini kontrol altina almak! Ama rambo çigliklariyla savas naralari atan Türk medyasinda hiç deginilmedigi üzere, ABD’nin asil hedeflerinden birisi de Türkiye’yi parçalamak ve Dogu Anadolu’da ABD kuklasi bir Kürt devleti kurmaktir. Türkiye’yi parçalama ve çökertme operasyonu asikar bir biçimde Kibris üzerindeki Annan Plani ile, NGO’lari ile, Fener Patrikhanesi’ne ve Rum azinliklara verilen haklar ile, Rum Pontus’u ile, Kuzey Irak’taki Kürt Senatosu ile Türkiye’de ajanlik faaliyeti gösteren vakiflariyla basarili bir sekilde sürdürülmektedir. Degerli Necip Hablemitoglu’nun katledilmesi Türkiye’yi istikrarsizlastirma operasyonunun bir parçasidir ve korkarim ki bu cinayetler sürecektir. Cinayetleri ise çok daha büyük bir ekonomik kriz beklemektedir. Ya Türk askeri, kriz durumlarinda ABD’nin müdahele gücü haline getirilecek ya da ekonomisi kisirlastirilmis ve tarimi çökertilmis olan Türkiye açliga mahkum edilecektir. Yani “Sah ve Mat” gerçeklesmesi planlanmistir.

Bu yazida Türkiye’deki durumu irdelemek açisindan dünyayi yöneten gizli güçleri ortaya koymaya çalisacagiz. 

Simdilerde Globalizasyon adiyla bize yutturulmak istenen Yeni Dünya Düzeni bir günde kurulmus bir strateji degil, kökeni imparatorluklar ve sömürgeler dönemine dayanan bir plandir. Globalizasyon, ulusçulugu ve sinirlari kaldiran bir sistem degil, aksine ezen uluslarin kayitsiz sartsiz hakimiyetine yol açacak acimasiz, emperyalist ve fasist bir yapidir. Yeni Dünya Düzeni’ni sekillenderen iki temel dev güç vardir. 
Bunlardan birisi Yahudi lobisi ve tekellerinin kurdugu gizli cemiyetler, ötekisi ise WASP adi verilen beyaz, Anglo Sakson, Protestan azinligin kurdugu gizli cemiyetlerdir. ABD’de tüm güç ve medya bu gizli cemiyetler tarafindan sekillendirilmektedir. Yahudilerin de içinde yer aldiklari CFR (Council on Foreign Relations), Bilderberg gizli örgütü ve Trilateral Komisyon bu cemiyetlerin temelini olusturur. 

Bir istihbaratçi olan George Orwell’in 1984 isimli kitabinda belirtildigi üzere, medyayi kontrol eden beyinleri kontrol eder. 

Beyinleri kontrol eden ise, toplumlari kontrol eder (Son örnegini 3 Kasim Seçimlerinde gördügümüz gibi). 

ABD’de medyayi ve beyinleri kim kontrol eder?

ABD’de her yere yayilan ve en çok seyredilen kanallar yaklasik 15 aile tarafindan ve 24 sirketle yönetilmektedir (Chomsky, 1988, 1991, 1992, 1994). 
Bu Şirketler şunlardir (Chomsky, 1988, 1991): 

•        Advance Publications (Newhouse ailesi), 
•        Capital Cities (Devlet Kökenli, DK), CBS (DK), 
•        Cox Com (Cox ailesi) , 
•        Dow-Jones (Bancroft-Cox ailesi), 
•        Gannet (DK), 
•        GE (General Electric), 
•        Hearst (Hearst ailesi), 
•        Knight-Ridder ailesi, 
•        News Corp (Murdoch ailesi), 
•        New York Times (Sulzberger ailesi), 
•        Reader’s Digest (Wallace ailesi), 
•        Scripps-Howard (Scrips ailesi), 
•        Storer Corp (Storer ailesi), 
•        Taft (Taft Ailesi), 
•        Time Inc. (karisik ve DK), 
•        Times Mirror (Chandler ailesi), 
•        Triangle (Annenberger ailesi), 
•        Tribune Co. (McCormick ailesi), 
•        Turner Broadcasting (Turner ailesi), 
•        Fox Broadcasting (Fox ailesi). 

ABD’de bugün, hem gizli-derin devletten izinsiz, hem de bu ailelerden izinsiz hiç bir gerçegi yayimlayamazsiniz  (ABD gizli devleti için bkz. Vankin 1996; Constantine1997; Blum 2000). Belirli bir elit zümrenin kontrolü altinda olan ABD medyasinin, bunun bir sonucu olarak da dünya medyasinin gerçeklerle ilgili fazla bir bilgi yayinlanmasi beklenemez. Zaten tüm Amerikan halki 11 Eylül 
olayinda oldugu gibi medya tarafindan tamamen uyutulmus ve inanilmaz senaryolar ile sadece Amerikan halki degil, tüm dünya kandirilmistir (Meyssan 2002; Sayin 2002).

Bu sirketlerin pek çogunun yöneticisi özel ve elit bir alt kültürden gelmektedir ve hep ayni söylemi dile getirirler ve Yeni Dünya Düzeni’nin 
temel bir parçasidirlar. Bu egilim, dünyayi dinlemek ve yönetmek için NSA (National Security Agency) tarafindan kurulmus ECHELON 
sisteminin diger üyeleri Ingiltere, Kanada, Yeni Zelanda ve Avustralya’da da pek degismemektedir (Sayin 1998; Hager 1997). ABD’de de 
Washington ve New York merkezli CFR’nin yerini bu ülkelerde Bilderberg ve Trilateral Komisyon almaktadir.

Medyanin basinda da mutlaka bu örgütlerin elemanlari bulunur. Asagida bazi örnekleri siraliyoruz 
(Kisaltmalar 

B: Bilderberg üyesi; 

T: Trilateral Komisyon; 

C: Council on Foreign Relations, 

En az iki veya üç gizli cemiyete üye olanlardan örnekler verilmistir, bu örgütler daha sonra tanimlanacaklardir, Kaynak: Ross 2000):

Robert Erburu (C ve T): Times Mirror baskani
Forester Lynn ( B ve C): Netwave Inc. Haberlesme sistemleri
Paul Gigot (B ve C): Wall Street Journal, Washington yazari.
Henry Anatole Grunwald (B ve C): Time dergisi, editör
Jimmie Lee Hoagland (B ve C): Washington Post, editör yardimcisi.
Claude Imbert (B ve T): Le Point, Paris.
Dinç Bilgin (B ve T): Sabah Yayincilik ve 1 Numara Yayincilik. 
Wyatt Thomas Johnson (C ve T): CNN baskani.
Flora Lewis (C ve T): New York Times, Paris, köse yazari
Charles William Maynes (B ve C): Foreign Policy Magazine, Carnegie vakfi (CIA baglantili)
Albert J. Wholstetter (B ve C): Wall Street Journal, yazar
Robert Leroy Bartley (B, C ve T): Wall Street Journal, Editör ve baskan.
Thomas L. Friedman (B, C ve T): New York Times, köse yazari.
David Gergen (B , C ve T): US News and World Report, Baskan ve editör.
Katharine Graham (B, C ve T): Washington Post, direktörlerden
James Fulton Hoge (B, C ve T): Foreign Affairs Magazine direktörü (bu dergi CFR’in resmi organidir).
Mortimer Benjamin Zuckerman (B, C ve T): US News ve World Reports, Atlantic Montly, NY Daily News. Bas Editör.

Dünyada hakimiyeti elinde tutan bu Anglo Sakson ve Yahudi medyalarinda tek bir ideolojinin borusu öter: Globalizm. Globalizasyonun ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel felsefesini ortaya koyan da ORDO AB CHAO (Kaostan Düzen) mottosu ile ortaya çikmis Illüminati, Skulls and Bones Society (SBS, Kuru Kafa ve Kemik Cemiyeti), Bohemian Grove (veya Bohemian Club) gibi gizli cemiyetlerin ta kendisidir! Daha sonra bu cemiyetlere 20. yüzyilda Council on Foreign Relations (CFR, Dis Iliskiler Konseyi), Bilderberg ve Trilateral Komisyon eklenecek ve diger ülkelere de yayilarak kayitsiz sartsiz bir Yeni Dünya Düzeni veya bir Anglo Sakson Firavunlar devri yaratmak için büyük bir mücadele verilecektir (Sutton 1986; Domhoff 2000; Ross 2000; Marrs 2000).

Dünyadaki pek çok tüketim malzemesini ve diger mallari sistematik gizli örgüt agina sahip bir elitler grubu kontrol etmektedir. Bu elitler grubu tüm dünyaya yayilmislar ve pek çok kilit noktayi bilinçli ve planli bir biçimde isgal etmislerdir. Artik dünyayi yöneten bir Büyük Agabey vardir ve bu Büyük Agabey bahsedilen elitlerin olusturdugu gizli bir agdir; bu agin tarihsel mistik bir geçmisi de vardir! Büyük Agabey örgütünün üye sayisi 8-10 bini asmaz, ama savaslarin çikmasindan dünyadaki para hareketlerine, uyusturucu trafigi ve kara paradan ülkelerin çökertilmesine, hükümetlerin degistirilip, ülkelerin parçalanmasina kadar (Rusya ve Yugoslavya örnegi) bu elitler grubu ve Büyük Agabey etkilidir. 

Yeni Dünya Düzeni, arkasinda masonik gizli örgütlenmelerin oldugu bir uluslararasi agin ve Council on Foreign Relations (Dis iliskiler konseyi), 
Trilateral Komisyon ve Bilderberg isimli örgütlerin planlayip, dünyaya dayattigi kayitsiz sartsiz emperyalist bir sömürü sistemidir. 

 Yeni Dünya Düzeni ve bu örgütler neden tehlikelidirler?

Yeni Dünya Düzeni’nin amaçlari ve tehlikeleri hakkinda tonlarca kitap yazilmis, globalizasyonun insanliga sunacagi acimasiz gerçekler hakkinda yüzlerce konferans verilmistir. Fakat bahsedilen gizli örgütlerin ve CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyo’nun tehlikeleri hakkinda yazilan kitaplar bir avuçtur. Çünkü bu örgütler hakkinda bilgiye ulasmak çok zordur. Bu örgütlere üye olan kisiler istihbarat örgütlerinin, silahli kuvvetlerin, NATO’nun veya Savunma Bakanliklarinin, bankalarin, dev tröstlerin en tepesindeki insanlardir. Nazilerden pek de farkli olmayan bu insanlarin gerçek yüzlerini daha iyi anlayabilmek, ancak onlarin dünya insanligi üzerinde oynadiklari rolü sergileyerek mümkün olabilir. Bu örgütler niye tehlikelidirler? Çünkü:
Savaslari onlar çikarirlar. Ne kadar sürecegine onlar karar verirler, kimlerin katilacagina ve hangi sinirlarin çizilecegine onlar karar verirler (Su anda içine girmekte oldugumuz savasta oldugu gibi). 

Birinci Dünya Savasi’nin çikmasinda J. P. Morgan ve Rockefeller’in büyük etkileri oldugu ve savas sonunda da inanilmaz kârlar elde ettikleri bilinmektedir (Marrs 2000). Ayrica 2. Dünya Savasi’nin basinda (Hitler’in yükselisinde de) Rockefeller grubunun Hitler’e yaptigi yardimlar bilinmektedir. Rockefeller’lar, bu Büyük Agabey’in, CFR veya Skulls and Bones Society’nin merkezindedirler. 

Parayi kayitsiz sartsiz onlar kontrol ederler. ABD’deki Merkez Bankasi’ndan tutun, diger uluslardaki merkez bankalarina kadar tüm temel bankalarin kilit noktalarini onlar kontrol ederler. Iskonto oranlarini, para teminini, altin stoklarini ve altin fiyatlarini, borsa fiyatlarini onlar ellerinde tutarlar ve kontrol ederler. Dünyada akmakta olan tüm kara para bu örgütlerin kontrolündedir.

Hükümetleri onlar kontrol ederler. Pek çok ülkede kimin basbakan, kimin vali veya kimin yönetici konumuna gelecegini onlar kontrol ederler. Gerekirse hükümetleri yikarlar, yerine yenisini kurarlar, islerine gelmezse onu da yikarlar ve bunu kimsenin ruhu duymadan yaparlar. Medya bu gerçeklerden bahsedemez.

Medya ve bilgiyi onlar kontrol ederler. Temel pek çok medya kuruluslarini onlar kontrol ederler. Beyin yikama yöntemleri ve medyayi yönlendirme yöntemleri korkunçtur. Onlarin izni olmadan büyük medyaya yayin yapmaniz mümkün degildir.

Ücretleri, vergileri maaslari onlar kontrol ederler. Emeginize net olarak hakimdirler. Tüm ücretleri, endüstrilerdeki maaslari, isçi maaslarini onlar kontrol ederler.

Mafyayi onlar kontrol ederler. Detaya girmeye gerek yok, çünkü zaten kendileri mafyadir. Diger mafya örgütlenmelerini onlar kontrol ederler.
Bilimi ve teknolojiyi onlar kontrol ederler. Bilimi ve teknolojiyi çok kilit noktalardaki ögretim görevlileri veya çok kilit noktalardaki sirket görevlileri sayesinde onlar kontrol ederler.

Istihbarat örgütlerini ve ordulari onlar kontrol ederler. ABD’deki hemen her istihbarat örgütünün üst düzey görevlisi veya ileri geleni ya bahsedilen gizli örgütlerin üyesidir, ya da CFR, Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. Avrupa ve Japonya’daki istihbarat örgütlerinde de bu kisiler çok etkilidir. Türkiye’de ise son 50 yildir yönetici konumuna gelmis pek çok kisi ya Trilateral Komisyon veya Bilderberg üyesidir. 

Şu Unutulmamalidir: Bu örgütlerin güçleri, nitelikleri ve üyeleri ortaya çikarildiktan sonra kesinlikle alt edilebilirler. Bu örgütleri böylesine siralamak onlarin yenilmez olduklari vurgulamak amaciyla degil, aksine onlarin iç yapilarini ortaya koymak ve alt edilebileceklerini vurgulamak amaciyla yapilmaktadir. 

Aşagida her üç örgüte de (Trilateral Komisyon, Bilderberg ve CFR) üye olan kisilerin isimlerini ve bulunduklari konumlari sunuyorum (Ross 2000). 

Her Üç örgüte de Üye olan elitler

Paul Arthur Allaire: Xerox sirketi direktörü, CFR direktörü.
Graham T. Allison: Ulusal Politika Merkezi üyesi, eski CFR Direktörü.
D. Orville Andreas: Archer Daniels Sirketi Baskani.
R. Leroy Bartley: Ünlü Wall Street Journal Editörü.
C. Fred Bergsten: Ünlü Brookings Institition Yöneticisi.
Robert R. Bowie: Kitalararasi Gelistirme Merkezi üyesi.
John Bredemas: Texaco sirketi direktörü, eski senatör.
Zbigniew Brzezinski: Ulusal güvenlik danismani, Stratejik ve Uluslararasi Çalismalar Enstitüsü.
John H. Chafe: Senatör, Fin. Sel. Intellig. Direktör.
Bill Clinton: Eski Baskan, Arkansas Valisi.
Richard N. Cooper: Harvard’da Prof. CFR direktörü, Devlet Bakanligi, Ekonomik isler.
Gerald Corrigan: CFR direktörü, Federal Merkez Bankasi. Eski direktörü, Goldman Sachs.
Lynn E. Davis: Devlet Bakani, Uluslararasi Güvenlik Sekreteri.
John Mark Deutch: CIA direktörü, Savunma Bakanligi.
Martin S. Friedman: Prof. (Harvard) Ekonomik Arastirmalar Ulusal Bürosu.
Stephan J. Friedman: Goldman Sachs Sirketi.
Thomas L. Friedman: New York Times gazetesi, köse yazari.
David. L. Gergen: US News ve World Report Direktör ve Clinton’in danismani.
Louis Gerstner: IBM Sirketi sahibi ve Baskani.
Kathrine Graham: Washington Post gazetesi, köse yazari ve Brookings Inst.
Maurice Greenberg: CFR direktörü, Am. Int. Group Inc. Baskan Yardimcisi.
Lee Herbert Hesburgh: Senatör, Indiana uluslararasi iliskiler.
W. Alexander Hewitt: Jamaica Büyükelçisi.
James F. Hoge: CFR’nin yayin organi Foreign Affairs’in direktörü. 
Richard Holbrooke: ABD Büyükelçisi, B. M. üyesi Credit S. First Boston Corp.
Vernon E. Jordan: Aikin, Huer and Feld Sirketi, RJR Nabisco yöneticisi.
Henry A. Kissenger: Nixon ve Carter dönemi Devlet Bakanligi, Sekreter. 
Winston Lord: Devlet Bak. Sekreter yardimcisi, Dogu Pasifik ve Asya Iliskileri.
Jessica T. Mathews: Uluslararasi baris için Carnegie Vakfi Baskani (CIA ve DIA).
Winston P. McCracken: Michigan Üniversitesi Prof. 
Robert Strange Mc Namara: Dünya Bankasi Baskani, Eski Savunma Sekreteri, Brookings Inst. (CIA baglantili).
Walter F. Mondale: ABD Büyükelçisi, Japonya Devlet Bakanligi.
J. Benjamin Nye: Hazine Bakanligi Sekreteri ve etkin baskani.
Joseph S. Nye: Ulusal Istihbarat Konseyi Baskani, Harvard Dekani
Rozanne L. Ridgway: Atlantik Konsül, RJR Nab Direktörü.
Charles W. Robinson: Kitalararasi Gelistirme Konsülü, Brookings Inst. (CIA baglantili).
David Rockefeller: Chase Manhattan Bankasi baskani, Rockefeller Sirketi Baskani, CFR baskani, Trilateral Komisyon baska. Bahsedilen tüm örgütlerin basindaki çekirdegin yöneticisi.
Brent Snowcroft: Ulusal Güvenlik Konseyi Baskan yard, CFR eski baskani.
Helmut Sonnefeldt: Brookings ve Carnagie Endowment (CIA baglantili).
George Soros: Soros Fund Baskani, Open Society Institute.
Laura D. Tyson: Prof, Harvard, Ekonomik danismanlik Komisyonu baskani.
Paul A. Volcker: Federal Reserve System (Merkez Bankasi) Baskani. 
John C. Whitehead: Brookings Institution baskani (CIA yan kurulusu) NYC, AEA investor.
Paul D. Wolfowitz: John Hopkins Ünv Dekani, Ileri Uluslararasi Iliskiler (CIA).
Robert B. Zoellick: Stratejik ve Uluslararasi Iliskiler Merkezi baskani.
M. Benjamin Mortimer: US News, World Reports, NY Daily News, Atlantic Montly Baskani ve yöneticisi, pek çok medyayi kontrol etmekte.

Eski ve Yeni Dünya Düzeni’nde gizli cemiyetlere kisa bir bakis

Dünyanin kurulusundan beri insanlar sosyal sistemler içinde belirli bir güç arayisinda olmuslardir. Belirli sosyal siniflarda ve özellikle 16-18. yüzyildan sonra yönetici sinifi teskil eden üst burjuvazide belirli mevkilerin dagilimi arz-talep dengesine uygun olmamaya baslamistir. Ayrica klise ve din baskisina karsi da, farkli ve daha açik görüslü düsünceye sahip insanlar farkli örgütlenmeler içine girme ihtiyaci duymuslardir. Bu yüzyillarda eski mistik gizli cemiyetlerin de törelerini ve yöntemlerini kullanan yeni yapilanmalar görmekteyiz. Masonluk ve ILLUMINATI bu özellikleri fazlasiyla içermektedir. 

Aslinda gizli cemiyetler büyünün ve ayinlerin basladigi çok eski dönemlere kadar gider ve pek çok gizli cemiyetin kurulusu Misirlilar ve Mezopotamyalilar zamanina kadar uzanmakta, Sümer ve Akadlara, 5000 yil önceye gitmektedir. Ama ilk gizli cemiyetlerin temel çikis noktasi din ve Tanri ile bütünlesme çabasidir. Ilk gizli cemiyetleri olusturanlar da zaten samanlar, din adamlari ve ruhban sinifi olmustur. Zoroastrianizm, Mithraism, Pitagorasçilik, Neo-Platonizm, Kabalizm, Sufism, Batiniler (Hasan Sabbah’in gizli cemiyeti), Tapinak ve Malta Sovalyeleri ve Gül Haç örgütü ve daha binlercesi Misir, Mezopotamya ve Ortadoguda kendi inanç, sembolizm ve ritüel sistemleri ile yogrulmuslar ve yillarca birbirlerinden etkilenerek Rönesans dönemine kadar ulasmislardir. Burada söz konusu olan masonik cemiyetlerdir, ama burada hedefimiz tüm masonlari ve masonik aktiviteleri kötülemek degildir. Yüzlerce kola ayrilmis olan masonluk kendi alt kültürü içinde bazi masonik olgulari ve yapilari da beraberinde getirmistir. Masonlugun tarihte insanlara olumlu etkileri de olmustur. Öncelikle 18. yüzyil öncesi Anderson Anayasasi’ndan önceki masonlarin pek çogu aydinlanmaci ve bilimsel kisiligi ön plana çikan kisilerdir. 

Varligi halen tartisilan Gül Haç (Rose Croix) örgütünün de masonlugun farkli bir devami oldugu, hatta 1614’lerde kliseye karsi Ingiltere’de manifestolar verdigi de söylenir. Rose Croix’da bulundugu ve büyük üstatlik yaptigi söylenen bazi kisileri son yillarda bulunan parsomenlerdeki kayitlarina ve ‘Holly Blood and Holly Grail’ (Kutsal Kan, Kutsal Kase) isimli kitaptaki bilgiye göre sayalim isterseniz (Baigent 1983). Leonardo da Vinci (1510-1519); Robert Boyle (1654-1691); Isaac Newton (1691-1727); Charles Radclyffe (1727-1746); Victor Hugo (1844-1885); Claude Debussy (1885-1918). Daha pek çok ünlü isim mevcut bu gizli masonik örgüttedir! Bu örgütün de farkli bir masonik örgüt olarak faaliyetlerini halen dünyanin heryerinde sürdürdügü iddia edilmektedir. ILLUMINATI’ye de bir kol veren grubun Gül Haç teskilati oldugu düsünülmektedir.
Bu gizli cemiyetlerin hepsi tarihte olumsuz etkiler yapmamistir, aksine Hür ve Kabul Edilmis Masonlar Cemiyeti Fransiz Ihtilali ve Amerikan Devriminin örgütlenme yapisini ve temel kardeslik, esitlik felsefesini olusturmus, devrimlere ideolojik bir ag örmüstür. Fransiz Ihtilali’nin pek çok kahramani masondur. Kuzey Amerika’ya masonluk 1730’larda gelmistir. Benjamin Franklin 1731’de mason olmus ve 1734’de Pennsylvania’nin Büyük Üstadi olmustur. Rose Croix’larin (Gül Haç) üçlü konsülünde yer almistir. George Washington 1752’de masonluga alinmis 1789’da da Baskan olmustur. Amerikan baskanlarinin büyük çogunlugu masondur. Masonik örgütlerin pek çogu Türkiye’de de adi çok tartisilan Tapinak Sovalyeleri’ne dayanir. 

Tapinak Şovalyeleri

Tapinak sovalyeleri, Haçli seferleri sirasinda Hugues de Payen isimli soylu bir sovalye tarafindan 8 diger sovalye ile birlikte 1119’da kurulmustur (Baigent 1983; Barret 1999; Draul 1989). Bu dönem Hasan Sabbah’in ve Batinilerin etkisinin bitmek üzere oldugu bir dönemdir. 1099’da Kudüs alininca, Tapinak sovalyeleri buraya giden hacilari ve Avrupalilari korumak için devreye girdiler. Resmi olarak Troya konsülü tarafindan 1129’da Isa’nin Fakir Sovalyeleri ve Süleyman Tapinagi Tarikati olarak kuruldular. Tapinak sovalyelerinin sayisi hizla artti, 1130’da 300 kadar Tapinak sovalyesi Kudüs civarina vardi. Tapinak sovalyesi olabilmek için klise karsisinda fakirlik yemini etmek, bekaret ve kliseye itaat basta geliyordu. Görevleri din adamlarini ve Kudüse gidenleri korumakti. Sayilari artti, Anadolu’da ve Kudüs civarinda kendilerine kaleler insaa ettiler ve kendilerine ait bir alt kültür kurdular. 1139’da basarilarindan dolayi Papa Innocent II onlara tam bagimsizlik tanima hatasinda bulundu. Krallar ve soylular da hoslanmamalarina ragmen mecburen Tapinak Sovalyeleri’ne toprak ve toprak kirasi alma hakki tanidi. Böylece sayilari binleri asti ve hem Anadolu’da hem de deniz kenarindaki diger bölgelerde kaleler insaa ettiler ve duvarci ustasi anlamina gelen ilk ‘masonik’ aktivitelerine baslamis oldular. Zamanla soyulmaktan korkan hacilara yardimci olmak için onlarin degerli esyalarini muhafaza etmeye, ilk seyahat çeklerini ortaya çikarmaya basladilar. Tabii gizli bazi isaretler tasimasi gereken bu yazili kagitlardaki semboller yüzyillardir bölgedeki mistik akimlardan etkilendi ve onlarin alt kültürleriyle bütünlesti. 

Tapinak Sovalyeleri’ne üye özel olarak seçilir, tarikata kabul edilirler ve çok farkli bir egitimden geçirilirlerdi. Bu sirada Arapça ögrenip, eski Yunan eserlerini okumaya basladilar. Bankerlikle ve ticaretle de çok zenginlestiler. Papalik ve Fransiz krali onlarin gücünün azaltilmasi gerektigini sonunda anladilar, çünkü hermetizm, alkemi (simya) ve bilimle de ugrasan bir alt kültür yaratmislardi. 1307’de Papa Clement V’in emri ile bazi Tapinak Sovalyeleri geri çagrildilar, büyücülükle suçlandilar, iskence gördüler ve yakildilar. 1314’de Tapinak Sovalyeleri’nin büyük üstadi Jacques de Molay Paris’te bir kaziga çakilarak yakildi. Bunun üzerine geri çagrilan Tapinak Sovalyeleri Iskoçyaya kaçtilar ve orada operatif masonlugu kurdular ve Anadolu’daki, Kudüs’teki kaleleri ve merkezleri ile haberlesmeyi sürdürdüler. 36’sinin haricindeki Tapinak Sovalyelerini yakalayamadilar. Özellikle suçlama büyü, hermetizmle (ilk kaynaklari astroloji, astrolojiye dayali hekimlik ve büyü olan, I.S. II ve III yüzyilda ise Stoaciligin ve Platonculugun, Zerdüst dininin de da damgasini tasiyan, Hristiyanligini Mesih anlayisini reddeden, Bati mistisizminin esasini olusturan bir felsefe ve din) ve alkemi ile ugrasmalari, maddi güçlerini Papaligin hizmetine sunmamalari ve Papaliga garip gelen sembolik ve allegorik ritüelleriydi. Bu ritüellerde söylenen sözler ezberleniyordu ve yazili degildi ve ne yaptiklari belirsizdi, kliseye karsi ayaklaniyor olabilirlerdi. Avrupa’da büyük bir olasilikla Tapinak Sovalyeleri daha sonraki yüzyillarda farkli örgütler olarak devam ettiler, bunlarin en önemlisi asagida açiklayacagimiz Rose Croix (GÜL HAÇ) örgütüdür.   Rose Croix (Gül Haç örgütü)

1188’de Prieree De Sion MS 46 yilinda kurulan ORMUS (inisiye edilenler tarikati veya tekris edilenler tarikati) isimli tarikatin bir adinin da l’Ordre de la Rose-Croix Veritax oldugu, bir rivayete göre de Isa’nin çarmihtan inip bu tarikati kurdugu söylense de, Dames Frances Yates’e göre ilk ismine 1614’de yayimlanan Fama Fraternatis’de, Confessio Fraternatis ve The Chemical Wedding of of Christian RosenKreuz’ da rastlanir. Bu devirde yazilan ve Rosy Cross Manifestolari olarak bilinen üç eser bir Hiristiyan olan Rossy Cross’dan ve allegorik bir efsaneden ve bir manifestodan bahseder. Almanya’da 1378’de dogan Rosy Cross Anadolu’ya ve kutsal topraklara gitmis 106 yasinda 1484’de ölmüstür. Bu eserler simya ile, gizli bilimle ve tipla ugrasan kliseye karsi olan gizli bir toplulugun varligindan dem vurur. Eserlerde masonik sembolizm ve dolayli anlatim kullanilir. Bu yazilarda belirttigimiz gibi Boyle ve Leonardo da Vinci’den, Isaac Newton’a kadar pek çok bilim insani bu gizli örgüte üye olmus ve bu örgüt sayesinde kendini gelistirmistir. Örgütün tüm özellikleri masoniktir ve Tapinak Sovalyeleri ile iliskileri olduguna kesin gözüyle bakilmaktadir. Daha sonra ABD’ye masonlugu getiren kisiler ve Benjamin Franklin’in kendisi bile Gül Haç örgütünün iç çekirdegindendir. Manifestolar insanlik için çalisan kardeslik ve iyiligi yayma motiflerini isler, Fransiz Ihtilali ve Amerikan ihtilalinde de gelisen devrimci masonik örgütlenme Rose Croix ile içiçedir. 
 Gül Haç isminin de çok sembolik bir anlami vardir (detaylar için Baigent 1983 ve Barret 1999) Rose Croix ayrica pek çok yönü ve mistik islevi ile Kabalizmle içiçedir, bu da hem Yahudilerden hem de konuyu isleyen Tapinak Sovalyelerinden geçmis bir gelenektir. 

1623’de Gül Haç örgütü Pariste çok yaygindi ve bazi üyelerinin görünür, bazi üyelerinin de görünmez oldugu ve görünmez olanlarin seytanla isbirligi içinde oldugu dedikodusunu dogurmustur. 1640’larda Avrupa ve Ingiltere’de pek çok Rose Croix örgütü mevcuttu ve Ashmole ve Lilly tarafindan Londra’da 1646’da kurulan bir locanin Hür ve Kabul Edilmis masonlugun, Tapinak Sovalyeleri ile birlikte temeli attigi iddia edilmistir. 17. Yüzyildan sonra Gül Haç örgütü masonluktan daha gizli ve daha ölümcül bir biçimde devam etmis ve bir kola ayrilarak ILLUMINATI’yi olusturmustur. Rose Croix o kadar gizlidir ki, halen sürüp sürmedigi bile resmi olarak bilinmemektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?:

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?: 

15 TEMMUZ SONRASINDA TÜRKİYE-RUSYA YAKINLAŞMASI,



Dr. Yusuf SAYIN

15 Temmuz’da belki de son iki yüz yıldır Türk siyasi tarihinin hiç görmediği kadar dramatik olan ve halkın gösterdiği kahramanca karşı koyuşla engellenen darbe girişimi, ülke içi konjonktürü etkilediği kadar dış politikada da önemli gelişmelere ve yeni hamlesel adımlara yol açacak gibi görünüyor. Bu çerçevede, darbe sonrası dönemin en önemli dış politik gelişmesi olarak, Türkiye-Rusya yakınlaşması ve 9 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapacağı ikili görüşme görülebilir.

Türkiye’nin yoğun gündemi esnasında belki gölgede kalmış olabilir; fakat Türk dış politikasının seyri açısından iki ülkenin tekrardan bir uzlaşıya varmak istemeleri oldukça dikkate şayan. 
Yeniden masaya oturma süreci, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevkidaşı Putin’e yazdığı mektupla başlamış; uçak hadisesinden duyulan üzüntü (çok keskin bir özür olmasa bile) belirtilmiş ve Türkiye-Rusya arasında cereyan eden krizden bir çıkış yolu aranmıştır. 
Bu kapsamda 9 Ağustos tarihinde iki ülke devlet başkanları arasında St. Petersburg’da bir görüşme planlanmıştır.

Bu görüşmeyi önemli kılan şey; (Türk Akımı Doğalgaz Projesi, Rusya’nın gıda ithalatı, turizmde ilişkilerin geliştirilmesi ve vizeler gibi kritik konularla birlikte), iki lider arasındaki randevunun Türkiye ve Rusya arasındaki krizin bitirilmesine yönelik bir hamle olması ve 15 Temmuz FETÖ/PDY darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ilk yurtdışı seyahati olmasıdır. İlk seyahatin Rusya’ya gerçekleştirilmesinin önemi ise, Türk siyasi tarihinde tecrübe edilen darbe, ihtilal ve büyük terör saldırıları gibi makro ölçekli olaylarda, hadise esnasında veya sonrasında Rusya ile olan derin ve tarihsel ilişkilere “tekrardan” refere edilmesi ve bu şekildeki gelişmelerde Batı/Amerika müdahaleciliği rahatsız edici düzeye geldiğinde Doğu/Rusya’nın dostluğu ve işbirliği aranmasıdır.

Bu noktada ilk akla gelen soru, neden Rusya ile bir barışın arifesinde iken 15 Temmuz vakıasının vuku bulduğudur? Hem de İsrail ile henüz bir anlaşma imzalanmışken… 15 Temmuz darbe girişiminde Amerikan’ın dahli ispatlanır ve ortaya çıkarılırsa, Türk-Amerikan ilişkilerinin uzun bir süre sallantıya gireceği kesin görünmekle birlikte, Türkiye’nin dış politika yaklaşımlarında daha çok Rus (Sovyetler) yanlısı/eksenli bir çizgi ve siyaset izleyeceği öngörülebilir. Haliyle yakın zamanlarda bu konu medyada ve akademik çalışmalarda “Eksen Kayması” olarak dile getirilecektir. Fakat tuhaf olmayan şey, bir ülkenin dış politikasının esnek olması gerekliliği ve “kayma” olarak telakki edilen yeni hamlelerin aslında dış politikada bir çıkış yolu olarak denenmesidir. Mesele ülkenin var oluşu ve egemenliği ve halkının mevcudiyetinin devamını sağlamak ise dış politikada ittifaklar, ortaklıklar, işbirlikleri ilkesel duruş saklı kalmak kaydıyla normal olduğudur. Zira katı olan kırılır, elastik olan hamlesel olarak esner.

Türkiye-Rusya ilişkileri hızla normale dönerken, iki ülkeden sürpriz bir şekilde, Türkiye ile Rusya A milli futbol takımlarının, 31 Ağustos'ta Antalya'da özel bir karşılaşma oynamasına karar aldı. 9 Ağustos'ta Rusya'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Putin'i bu maça davet etmesi beklenmektedir. Zira Futbol maçları seyircili (halk) oynanır ve top hızlı hamlelerle çevrilir (yeni dış politik adımlar). Yeni dönem Türkiye-Rusya ilişkilerinde bazı gelişmeler beklenebilir:

Türkiye-Rusya arasında pek çok alanda (ekonomi-ticaret-yatırımlar, dış politika-diplomasi, bölge, enerji, turizm) yaşanan sorunlu ilişkilerde normalleşmenin yaşanması;

Suriye meselesinin çözümü için ortak ve istişareli girişimlerde bulunulması ve bölgesel işbirliği ve ittifak imkânları aranması (political realignment in the region);

15 Temmuz sonrası ABD ile yaşanan krizin uluslararası ilişkilerde Rus desteğinin alınması ile ikame edilmesi;

Türk akımı gibi Rusya ile enerji işbirliği kaldığı yerden devam ettirilmesi;

Yakın ve dostça komşuluk ilişkilerine ve stratejik partnerliklerine vurguda bulunulması;

Türkiye’de iç politik bunalımlarda Batı’nın gereğince hoşgörülü davranmadığı göz önüne alındığında Rus toleransının talep edilmesi;

Batı’nın dengelenebilmesi için Rus desteği ve dostluğuna başvurulması;

Türk desteğinin sağlanmasıyla Rusya’nın Esad’ın yönetimden uzaklaştırılmasını sağlaması ve Suriye’deki Rus askeri ve politik çıkarlarının güven altına alınması;

Burada altı çizilmesi gerekli husus, yukarıda son üç maddede ifade edilen hususların gerçekleşmesi durumunda Batı ile Türkiye ilişkilerin sorunlu bir mecraya girmesi ve Rusya ile yakınlaşmanın Batı’nın Ortadoğu bölgesindeki çıkarları için tehlikeli olarak görülme ihtimalidir. Rusya ile yeni yolda nelerle karşılaşılır bilinmez, ama her halükarda Türkiye’nin dış politikasında yeni eksenler arayışında olduğu sarih bir şekilde gözlemlenmektedir.

http://www.yusufsayin.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=74&Itemid=211


http://www.yenihaberden.com/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-5075yy.htm


****


Eksen Kayması mı? Değişen Türk Dış Politikası ve Batı

Yrd. Doç. Dr. Emine AKÇADAĞ ALAGÖZ
28 Haziran 2010 

   Washington merkezli Transatlantic Academy, 3 Haziran 2010 tarihinde ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? (Getting to Zero: Turkey, its Neighbors and the West) başlıklı bir rapor yayınladı. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi kurucu dekanı Ahmet Evin, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Kemal Kirişçi, Prof. Ronald H. Linden, Nathalie Tocci, Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Ekonomi Profesörü Thomas Straubhaar, Akademisyen Joshua W. Walker ve Juliette Tolay-Sargnon tarafından kaleme alınan rapor, genel olarak Türkiye?nin global ve bölgesel rolünü ve Türkiye?nin iç dinamiklerinin transatlantik ilişkilere etkisini içermektedir.

Transatlantic Academy Direktörü Stephen Szabo, ?Türkiye, sıkı ilişkilere sahip olduğu Batı ile sorunlu ama aynı zamanda da stratejik bir bölge olan Doğu arasında uzun zamandır köprü görevi görmektedir? diyor ve ekliyor ?Bugün Türkiye siyasi, ekonomik ve kimlik bağlamında bir iç değişim geçirmektedir. Uygulanan yeni bölgesel diplomasi ile de Türkiye, komşularıyla kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler geliştirmektedir. Bu yeni gelişme Batı?nın da yararına olmakla birlikte Türkiye?nin, Doğu?nun siyasi ve ideolojik yapısına kayabileceğine ilişkin endişeleri de beraberinde getirmektedir.?(1)

Genel bir değerlendirme yapıldığında raporda ilk göze çarpan, Türkiye?deki eksen kayması tartışmalarının ABD ve AB?de de yansımalarının bulunduğudur. Önemli bir müttefik olan Türkiye?nin ?Komşularla sıfır sorun politikası? desteklenmekle birlikte Türkiye?nin Doğu?nun siyasi eğilimlerine kayma ve Batı?yla ilişkileri ikinci plana itme olasılığı endişe uyandırmaktadır. Ancak Türk siyasetçileri eksen kayması tartışmalarının gerçeği yansıtmadığını ve Türkiye?nin Batı politikasında herhangi bir değişim olmadığını kesin bir dille ifade etmektedirler.(2)

Bu bağlamda belirtilmesi gereken Türk dış politikasının, Türkiye Cumhuriyeti?nin kuruluşundan itibaren dengeci ve statükocu bir vizyona sahip olduğudur. Şüphesiz Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzun bir süre boyunca devlet ve güvenlik kavramları temel bir nitelik taşımış ve Türkiye?nin konumu itibariyle güvenlik kaygısı üst düzeyde olmuştur. Ancak uluslararası konjonktürün değişimi ile birlikte Türk dış politikasında da revizyona gidilmiş, sert güç yerine yumuşak güç unsurları (sorunların diyalog ve diplomasiyle çözümü, ülkeler arası arabuluculuk, uluslararası örgütlerde görünürlük...) ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca bölgesel bir güç olarak yerini sağlamlaştırma amacındaki Türkiye için dış politikada ?çok yönlülük ve komşularla sıfır sorun politikası? temel bir anlayış haline gelmiştir. Nitekim Türkiye?nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği, Türk güvenlik güçlerinin Afganistan ve Lübnan?daki varlığı, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreterliği?ne Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu?nun seçilmesi, Yunanistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik adımlar atılması, Rusya, Suriye ve Irak?la vizeler kaldırılması, İran nükleer politikası konusunda arabuluculuk ve Ermenistan açılımı bu çok yönlü dış politikanın sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye?nin bu kendine güvenli ve aktif dış politikasının ABD?yi, AB?yi ve Türkiye?nin yakın komşularını etkilediğini vurgulayan ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? başlıklı rapor, kendi çıkarları için ABD ve AB?nin de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermesi gerektiğini ifade etmekte ortak çıkarlar için taraflara bazı önerilerde bulunmaktadır.(3)

Türkiye için Öneriler:

- Türkiye?yi komşuları için yapıcı bir güç ve ilham kaynağı haline getirecek şeyin sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi olduğunun bilincine varılması.
- AB entegrasyon sürecinin Türkiye?nin iç değişimi ile bölgesel rolü ve ilişkileri açısından taşıdığı önemin bilincinde olunması.
- Avrupa pazarları ile ticari ilişkilerin ve yatırımların geliştirilerek sürdürülmesi.
- Türkiye?nin transit bir göç yolu olarak kullanıldığının kabul edilip bu durumun denetim altına alınması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması.
- Komşularla sıfır sorun politikasının başarıya ulaşmasının karmaşık ilişkilerin iyi yönetilmesi ile mümkün olduğunun ve bunun için de tarafların samimi ve yapıcı yaklaşımlarda bulunması gerektiğinin farkına varılması.
- ABD ile ilişkileri geliştirmek için Obama yönetiminin uyguladığı açık politikadan yararlanılması.

Günümüzde Türkiye, laik ve demokratik anayasal bir  yönetimin, büyük çoğunluğu Müslüman olan nüfusla birlikte mümkün olabildiğini  göstererek Orta Doğu bölgesinde bir model ülke niteliği kazanmıştır. Ancak bu ayrıcalıklı konumun sürekliliği raporun belirttiği gibi sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi ile sağlanabilir. Bu konuda sağlanan ilerlemeler şüphesiz Türkiye?nin AB sürecine de katkı sağlayacaktır. Batılı değerleri benimsemiş, pek çok Batılı kuruma üye ve AB?ye aday bir ülke olarak Türkiye, bölgesinde Batı?nın bir parçası olarak algılanmaktadır. Tüm bu özellikler Türkiye?nin komşuları nezdinde de imajını güçlendirirken Orta Doğu bölgesinin siyasi ve ekonomik dönüşümüne katkı sağlayarak gerek ulusal güvenliğini uluslararası güvenlikten ayrı düşünemeyen ABD?nin, gerekse Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası ve Avrupa Komşuluk Politikası uygulamaları ile sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalışan AB?nin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan, bu ülkelerin gelişimi ve uluslararası sisteme entegrasyonunda pay sahibi olan bir Türkiye'nin Batı nezdinde elini güçlendireceği düşünülebilinir. Bununla birlikte raporda belirtildiği üzere ?komşularla sıfır sorun politikasının? iyi yönetimine önem verilmeli, AB ve ABD ile yapıcı ilişkiler geliştirilmeye devam edilmelidir.

Barack Obama, devlet başkanı olduktan sonra ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye?ye yapmış ve ABD?nin Orta Doğu politikasında Türkiye?nin önemli bir rol üstleneceğini vurgulamıştır. 2009 yılında geleneksel olarak ?stratejik ortaklık? şeklinde tanımlanan ABD-Türkiye ilişkileri, Barack Obama tarafından ?model ortaklık? biçiminde nitelendirilmiştir. 2009 yılı boyunca iki ülke arasında terörle mücadele, Irak, Afganistan, Orta Doğu barış süreci, Türkiye?nin AB?ye katılım süreci gibi çeşitli konularda işbirliği devam etmiştir. Ancak Irak Savaşı, PKK sorunu, Amerikan Kongresindeki Ermeni soykırım tasarı gibi konular neticesinde zarar gören Türk-Amerikan ilişkileri son dönemde de İsrail ile yaşanan sorunlar ve İran nükleer programı nedeniyle gerginleşmiştir. Ancak deneyimler Türk-Amerikan ilişkilerinin zaman zaman sorun yaşamakla birlikte, iki ülkenin birbirlerinin dış politikası ve güvenlik politikaları açısından taşıdığı önem nedeniyle kısa zamanda düzeldiğini göstermektedir.

Raporun bu süreçte ABD için getirdiği öneriler(4):

- Sessiz diplomasi yoluyla Türkiye?nin reform çalışmaları desteklenerek ve Avrupalı partnerlere, ?ayrıcalıklı ortaklık? kavramının inandırıcılıktan yoksun ve üyelik sürecini baltalayıcı bir nitelik taşıdığı ifade edilerek Türkiye?nin AB üyeliğinin desteklenmesi.
- Ekonomik faktörlerin, pazar arayışlarının ve enerjinin Türk dış politikasını şekillendirdiğinin bilincine varılması.
- Türkiye ve Ermenistan?a protokollerin onaylanması için baskı yapılarak Türk-Ermeni uzlaşısına destek olunması.
- Kıbrıs barış sürecine destek olunması, Kıbrıs?ın Türkiye?nin AB üyeliğindeki kritik önemi ve AB?nin bu süreçte üçüncü taraf olarak sınırlı bir varlık gösterdiği göz önünde bulundurularak ABD?nin daha aktif bir politika izlemesidir.

AB ?ye gelince, AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle, "Türkiye'nin dış politikada ekseni kaydı" tartışmalarına ilişkin olarak, "Türkiye'nin adımları AB perspektifiyle çelişmiyor. Aynı zamanda komşularla sıfır sorun politikasının da somut sonuçlar getireceği beklentisindeyiz? açıklamasında bulunmuştur.(5)

Temmuz ayından itibaren AB Dönem Başkanlığı?nı devralacak olan Belçika da, AB Daimi Temsilcisi Jean de Ruyt?un yaptığı açıklamayla AB içindeki Türkiye lehine gelişmelerin sinyallerini vermiştir. Jean de Ruyt, Türkiye?nin son yıllarda dünyadaki konumunu ilerlettiğini belirterek, ?Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden dengeleyeceğiz. Yeni fasıllarda müzakereleri başlatmak için elimizden geleni yapacağız? demiştir.(6) Die Welt Gazetesi?ne göre yıl sonunda yapılacak zirve toplantısı öncesi yeni strateji üzerinde çalışan AB?nin, Türkiye?nin önem verdiği müzakere başlıklarının açılması (Bugüne kadar 12 başlık açılmış olup toplam 18 başlık ise Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi ve limanlar sorunu nedeniyle askıda bulunmaktadır.) ve ?vize muafiyeti? gibi konularda harekete geçme olasılığı bulunmaktadır.(7)

Gündemdeki bu çalışmalar, raporun Avrupa Birliği için getirdiği öneriler ile de paralellik taşımaktadır(8):

- Türkiye ile ilişkilerin, Avrupa entegrasyonu projesinin temel taşlarından olan Ahde vefa ilkesi uyarınca yürütülmesi.
-  Komşularının ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda küresel ekonomiye entegrasyonunda Türkiye?nin oynadığı rolün kabul edilmesi.
- Uygulanmakta olan Gümrük Birliği?nin Türkiye?nin zararına olduğunun kabul edilmesi ve çözüm yollarının aranması.
- Lizbon Antlaşması?ndan yararlanılarak OGSP, enerji, sığınma, sınır kontrolü gibi alanlarda Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesi.


AB üyelik hedefini her fırsatta yineleyen ve gerekli reformların ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde önemli ilerlemeler kaydeden Türkiye?nin, AB?ye yönelik en büyük eleştirilerinin Birliğin Ahde vefa ilkesi uyarınca davranılmaması ve Gümrük Birliği?nden kaynaklanan dezavantajlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konularda yapılacak iyileştirmelerin iki tarafın ilişkilerini olumlu şekilde etkileyeceği söylenebilir.

Özetle Türkiye?nin yeni dış politikası, Batı yerine Doğu?ya yönelindiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Türkiye?nin Doğulu komşuları ile ilişkilerini geliştirmesi ve özellikle Orta Doğu bölgesindeki sorunların çözümünde rol oynaması istikrarlı bir Orta Doğu görmek isteyen Batılı müttefiklerinin de yararına olacaktır. Bu politikanın başarısı şüphesiz Türkiye?nin olduğu kadar ABD, AB ve komşu ülkelerin katkılarına da bağlıdır. Transatlantic Academy raporunun da belirttiği gibi kendi çıkarları için ABD ve AB de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermelidir. Böylece her iki tarafın da yararına olacak şekilde Türkiye, Doğu ile Batı arasındaki köprü konumunu devam ettirebilecektir.

Notlar:

1- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
2- Eksen Kayması Tartışmaları, www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=4e372cac-b61d-497e-944a-93f442df0bd1(erişim 20 Haziran 2010)
3- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
4-Ibid.
5- Türkiye?nin Adımları AB ile Çelişmiyor, Bkz. www.turktime.com/haber/Eksen-Kaymasi-Tartismalarina-AB-den-Yanit-Geldi-Turkiye-nin-Adimlari-AB-ile-Celismiyor-/97485 (erişim 20 Haziran 2010)
6- AB, Türkiye Açılımı Hazırlıyor, Bkz. www.hurriyet.de/haberler/dunya/602988/ab-turkiye-acilimi-hazirliyor (erişim 16 Haziran 2010)
7- Ibid.
8- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)


http://www.bilgesam.org/incele/1234/-eksen-kaymasi-mi--degisen-turk-dis-politikasi-ve-bati/

***


Dış Politikada Eksen Kayması mı Normalleşme mi? 

2014-06-27 03:47:01 

Türkiye'nin dış politikasında eksen kayması tartışmaları 2009  yılında  yoğun bir şekilde yapıldı. Bugün de yapılmaya devam ediyor. İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra, bütün ülkeler gibi Türkiye de yeni duruma intibak etme süreci yaşadı. İki kutuplu dünyada kutup başlarına tâbi olarak yürütülürdü dış politika. Türkiye için aslolan, bağlı olduğu kutbun lideri durumundaki ABD'nin politikaları ile uyumlu olmaktı. Kendisinin özgün politikalar geliştirmesi gerekmiyordu. Türkiye'nin dış politika yapıcıları da bu duruma göre yetişmiş, eğitilmiş insanlardı.

90'lı yılların başından itibaren iki kutuplu dünya son buldu. Bu kutuplara bağlı bütün ülkeler gibi Türkiye de bu yeni duruma uyum sağlamak mecburiyeti ile karşı karşıya kaldı. O güne kadar geçerli olan dış politika argümanlarını yeniden gözden geçirmeliydi, dolayısıyla politikaların önceliklerini yeniden tespit etmek lüzumu hasıl oldu.

Bu yeni durum Türkiye'nin şimdiye kadar ihmal ettiği, veya yeteri kadar önem vermediği komşularıyla ve tabii coğrafyası ile ilişkileri geliştirmeyi gündeme getirdi. Bu, şartların dikte ettiği bir durumdu ancak geleneksel şartlara bağlı olan iktidar seçkinleri bu durumu eksen kayması olarak niteledi ve siyasi iktidarı yıpratmaya dönük bir argüman olarak kullandı.

Geleneksel Türk Dış Politikasını Belirleyen İlkeler
Geleneksel Türk Dış Politikasının Temel ilkeleri:

a) Coğrafi ve güvenlik anlamında statükonun korunması.
b) Batılılaşma.

Cumhuriyet'in kuruluşundan 2000'li yıllara kadar dış politikaya en genel anlamıyla bu ilkeler yön vermiştir. Bugün yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu temel ilkeleri mahfuz tutmakla birlikte, oluşan yeni duruma uygun politikalar geliştirme mecburiyeti var Türkiye'nin.

Soğuk Savaş sonrası oluşan ortam, Türkiye'nin dış ilişkilerini NATO merkezli olmaktan çıkarmakla birlikte, güvenlik ihtiyacının önemini azaltmamıştır. Dolayısıyla siyasetten elini çekmiş kendini asli görevi olan dış güvenliğe endekslemiş güçlü bir ordunun varlığına olan ihtiyaç devam etmektedir.

Türkiye, yakın komşuları ve yakın havzası olan Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya ile ilişki halindedir. Ayrıca AB üyelik süreci ve NATO nedeniyle Batı Avrupa ve Atlantik ötesiyle ilişki içindedir. Bütün bu bölgelerde meydana gelen değişiklikler  Türkiye'yi   etkileme potansiyeline  sahiptir.  Doğal olarak Türkiye, buralarla ilgilenmek, bu bölgelerde meydana gelen gelişmeleri izlemek ve mümkünse etkilemek durumundadır. Bunun için Türkiye'nin, geniş perspektifli ve değişken dengelere göre pozisyon geliştirilebilen dinamik bir dış politika uygulama mecburiyeti vardır.

Yine Türkiye, güvenliğini yeni bölgesel ittifaklar kurarak sağlamlaştırmak, komşularını istikrarsızlığa sürükleyecek politikalardan uzak tutmak ve bu bağlamda karşılıklı bağımlılık oluşturabilecek yollan, usulleri geliştirmek durumundadır. Tabiidir ki bu anlamda hayale kapılmadan tarihsel ve kültürel yakınlıkları da değerlendirecektir.

İşte Türkiye, Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra el yardımıyla da olsa bilhassa yakın coğrafyasıyla irtibatlarını geliştirmeye çalışıyor. Rejim değişikliğine rağmen, Iran ile ilişkilerin normal bir düzeyde tutulması ve uluslar arası konjonktürün Suriye'yi dışladığı bir ortamda cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye'ye gitmesi komşularla yakınlaşma politikasının bir sonucudur.

2000'li yılların başında AKP'nin iktidara gelmesinden sonra bu politika daha rafine ve entegre olarak yürütülmeye başlanmıştır. Dünya konjonktürünün şu olduğu belirsizlik ortamında el yordamıyla yürütülüyordu bu politikalar. Dünya konjonktürünün giderek netleşmesiyle imkânlar ve sorunlar daha belirgin bir şekilde ortaya çıkınca, oluşturulan politikalar da net ve rafine hale gelmeye başladı. AKP'nin iktidarda olduğu dönemde daha entegre ve görünür şekilde uygulamaya başlayan politikalar muhalif elit tarafından 'eksende bir kayma' olduğu şeklinde yorumlandı. Ve bu yonım AKP iktidarını zayıflatmaya dönük bir iç politika argümanı haline getirildi.

Şunu açıkça söylemek gerekir: Türkiye'nin dış politikasındaki temel ilkeleri değişmemiştir. Ancak bu ilkeleri tek noktaya bakarak, başkalarının ürettiği politikaların yanında veya karşısında olmaktan öteye yorumlayan bir yaratıcılığı ve esnekliği olmayan dış politika anlayışı değişmeye başlamıştır. Batıcılık da, komşularla ilişkiler de siyasi olmanın ötesinde kültürel, ekonomik, tarihi açıdan daha kapsamlı olarak yorumlamaktadır artık.

Pozisyon Alan Değil Alternatif Üreten Bir Politika,

Türkiye'nin entegre bir dış politika uyguladığını söyleyen  Dışişleri  Bakanı  Ahmet Davutoğlu, ülkelerin uyguladıkları dış politikayı dört grupta topluyor: "Zorunluluk ülkeleri (...), öncelikler ülkeleri (çok gündemi olan ama öncelik sıralaması yapanlar, bir zamanlar Kıbrıs'ı tüm ilişkilerinin kriteri haline getiren Türkiye gibi), entegre dış politika izleyenler (birbirini tetikleyen, çok yönlü politikalar oluşturulan ülkeler bu gruba giriyor), küresel strateji uygulayanlar (ABD, Rusya, Çin gibi), Türkiye üçüncü gruba giriyor.”

Davutoğlu'nun da söylediği gibi bu, Türk dış politikasında yeni bir durumdur. Birtakım kırmızı çizgiler çizip o çizgilerin arkasında pozisyon alarak politika yapmaktan vazgeçiyor Türkiye. Bir taraftan Kıbrıs politikasını yürütürken aynı anda Gazze konusunda gayret gösteriyor. ABD, AB ve Ortadoğu arasında bir öncelik sıralaması yapmaksızın entegre bir politika uygulamaya gayret ediyor.

Ayrıca Türkiye, sadece sorunları üzerinden dost belirleyen ve sorunlarıyla anılan bir statüden çıkma gayreti içinde olan bir ülke konumundadır. Daha önce de sorunları bağlamında dünya siyasetinde yer tutan Türkiye, artık çözüm üreten politikalarıyla anılmaya başlanmıştır.

Lübnan, Filistin ve Gürcistan sorunlarında uyguladığı aktif politika, Türkiye'nin imajının değişmesi noktasında önemli bir adım olmuştur.
Türkiye'nin dış politikada gerçekleştirdiği buv atılımlar, batı hayranı elit tarafından onun geleneksel ekseninden farklı bir eksene kaydığı şeklinde yorumlanıyor. Bunun böyle olmadığını ve istenmediğini gerek Erdoğan, gerek Davutoğlu sıkça dile getiriyorlar.

Ancak bir eksen kaymasının olmadığını söylemek, her şeyin aynen eskisi gibi olduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Elbette dış politikada, geleneksel eliti rahatsız eden gelişmeler oluyor. Bu politikalardan pek mutlu olmayan Sami Kohen durumu şöyle açıklıyor. "Bugünkü hükümetin belirlediği dış politika, geçmiş yıllarda daha çok Batı eksenli veya odaklı politikalardan farklı. Buna ister 'çok boyutlu', ister 'çok eksenli', ya da 'çok öncelikli' deyin, bu politika fiilen eski geleneksel çizgiden ayrılıyor. Bu aşamada, Batı ile sıkı bağların ve Avrupa vizyonunun terk edilmesi söz konusu olmasa da, Batı'yla her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusu artık eskisi kadar belirleyici bir faktör sayılmıyor"

Evet tam da bu. Batı ile her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusunun belirleyiciliği Türk dış politikasında giderek zayıflıyor. Bundan, istikbalini ve varlığını bütünüyle Batı'ya bağlamış olanların dışında kimse rahatsız değil. Hatta Batı'nın kafası çalışan elitleri, bizdeki Batı hayranı elitlerden çok daha rasyonel olarak değerlendirebili-yorlar durumu.

CIA’nın Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski başkan yardımcısı Graham Fuller, Türkiye'nin dış politika dünyası içinde ileri gelen bazı çevrelerin, Türkiye'nin, ABD'nin ve NATO'nun bölgedeki uzantısı olma konumunun Türkiye'ye hizmet etmediğine inanmaya başladığını belirterek, şunları söylüyor. "Yani bence bu hareket AKP iktidara gelmeden önce de büyüyordu. Ama AKP, özellikle de Ahmet Davutoğlu Dışişleri bakanı olduktan sonra ciddi adımlar atmaya başladı. Dışişleri Bakanlığı da bunu, yani ABD ve Avrupa ile birlikte çalışan, AB üyesi olmayı hedefleyen, ama aynı zamanda Rusya ile Çin ile Arap Dünyası ile, Kafkaslarla,
Ortaasya ile, Akdeniz ile Afrika ile çalışan bir dış politika vizyonunu büyük ölçüde destekliyor bana kalırsa. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nda, sayıları giderek azalan Amerikan yanlısı kuşağın dışında buna karşı çıkan olduğunu sanmıyorum." Tabii ki buna birde Amerika yanlısı ve Batı hayranı aydınları eklemek lazım.

• Çok Boyutlu Politika 
• İmkânlar ve Riskler,

Türkiye yeni bir dış politika ile iklimde dengelerini oluşturmaya çalışmaktadır. Bölgesiyle, komşularıyla, geleneksel müttefikleriyle, bu yeni durum muvaza-hanesinde yeni ilişkiler tesis etmektedir. Elbette bu çok hassas davranılması gereken bir süreçtir. Yeni imkânları ortaya çıkaran bu süreç, yeni riskleri de bünyesinde barındırmaktadır.

Bu bağlamda yürütülen yeni çok boyutlu dış politikanın Türkiye'ye sağladığı imkânları kaba hatlarıyla şöyle sıralamak mümkün.

a)Türkiye yürüttüğü aktif ve yaratıcı isabetli politika ile Ortadoğu'daki jeopolitik konumunu güçlendirdi.
b)Komşularla yapılan ticaretin boyutu önceki dönemlerle kıyaslanamayacak bir büyüklüğe ulaştı. Bu ticaretin hacmi yıllık yaklaşık otuz milyar doların üstüne çıktı.
c)Türkiye bölge sermayesini direkt yatırımlar şeklinde ülkeye çekebildi.
d)Bu ticaret ve sermaye ilişkilerinin ekonomik anlamının ötesinde, en önemli anlamı, ilişkilerin halkları da kapsayacak şekilde genişlemesi ve karşılıklı bağımlılık sonucunu doğur-masıdır.
e) Türkiye, bu dönemde mikro diplomasi denen bir yöntemle devletten devlete ilişkilerin ötesine geçerek, ülkenin politik yelpazesinde yer alan gruplar ve kişilerle de ilişkiler geliştirdi. İrak ve Lübnan ile geliştirilen ilişkiler buna örnek olarak verilebilir. Bu tür ilişkilerin bölgede önemli sonuçlar ürettiği tarihen sabittir.
f) Türkiye bölge sorunlarının çözümü konusunda aktif bir tavır sergilemiştir. Israil-Suriye arasında, Lübnan sorununda kolaylaştırıcı rol üstlenmiştir. Yanlışlıkla 'arabuluculuk' olarak adlandırılan bu pozisyonu Davutoğlu "kolaylaştırıcı rol üstlenme" olarak tashih etmiştir.

Bu listeyi uzatabiliriz. Ama yukarıdaki sayılanların bile Türkiye'yi önemine uygun bir yere taşıma konusunda ciddi sonuçlar doğuracağı inkâr edilemez.

Yeni Durumun Getirdiği Riskler,

Risklerin hepsinin ince bir analize tabi tutulması bizim imkânlarımızı ve bu yazının çerçevesini aşacağını biliyoruz. Onun için ilk elde görülebilen bazı risklerden bahsetmek istiyoruz.

a) Türkiye konumu icabı hem bir bölge ülkesi hatta bölgenin en önemli ülkesi, aynı zamanda Batı ittifakının ve NATO'nun da bir üyesi.

Sorun şurada: Soğuk Savaş'ın bitmesinden  sonra  NATO, islam'ı tehdit bağlamında değerlendirdi. Görev alanını İslam coğrafyasının tamamını kapsayacak şekilde genişletti. NATO'nun alacağı, bölgeye bir müdahale kararı Türkiye'yi çok zor durumda bırakacaktır. NATO üyesi Türkiye müda-hil tarafta olacak, bölge ülkesi Türkiye bölge ülkelerinin yanında yer alacak!.. Bu, çözümü zor bir sorun olarak, Türkiye'nin karşılaşacağı muhtemel bir durumdur.

b) Yine Kafkaslarda uygulanan politikalar bağlamında ciddi zorluklar vardır. Ermenistan sorunu bunların başında gelmektedir. Ermenistan bilindiği gibi üzerinde en çok etki barındıran bir ülkedir. Diaspora etkisi, ABD etkisi, Rusya etkisi, Fransa etkisi, buna bir de Ermenistan'ın kimliğini inşa eden soykırım parametresini de ilave edersek nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. AyrıcaTürkiye'nin elini ayağını bağlayan Azerbaycan sorununu da dikkate aldığımızda, Türk dış politika yapıcılarının ürettikleri bölgesel politikayı zayıflatacak ne tür bir risk ve sorun yuma ğı ile karşı karşıya kaldığımız görülür.

c) İran'ın nükleer güç olma isteğine, BM Güvenlik Konseyi'nin ambargo yaptırımı ile karşılık verdiğini biliyoruz.
Türkiye bu yaptırım karşısında, İran'ı haklı olarak kollayan bir tavır takınmıştır. Bu politika doğru bir şekilde şimdiye kadar yürütülebilinmiş tir. 
Ancakbu politikanın yürütülebilmesi giderek zorlaşmaktadır. 

Bu sorun,

Türkiye'nin komşularıyla sıfır ' sorun politikasını torpilleyecek bir potansiyele sahiptir.
d) Arka arkaya birazda hevesle uygulanan politikalar, ezilmiş bölge halklarında Türkiye'ye ilişkin beklentiyi de yükseltmiştir. Birtakım jestlerle yükselen bu beklentinin, basit taktik hatalarla hayal kırıklığına dönüşebileceğini unutmamalı yız. Bu aşırı beklentileri, kontrollü bir iyimserliğe ve yoğun bir çabaya dönüştürmek mümkün olabilseydi, demek sadece bir temenniden öteye gitmiyor.

Burada amacımız risklere vurgu yapmak, dikkat çekmektir. İmkânların var olduğu yerde risklerinde olduğu bedahet derecesinde açıktır.

Bu imkânlar ve risklerin arasında ilerleyecek olan dış politikanın dikkatli ve ihtiyatlı bir süreçten geçerek doğru bir hedefe ilerlemesi temenni edilir.
Bu politikanın başarısızlığa uğraması için sadece dış aktörler çaba göstermiyor, içeride bu sonucu sağlamaya çalışan ve en ufak bir arızayı büyüterek iktidarın başarısızlığı olarak takdim etmek isteyenler eksik değil.

Ermeni Tasansı'nın ABD'de komisyonda kabulünden sonra, sen "van minut" diye efelenirsen işte böyle bir sonuca ulaşırsın, diye keyifle söylenen bir politika yapıcı unsurun da olduğunun farkında olunmalı.

Bütün bunlara rağmen Türk Dış Politikasının Normalleştiğini söylemek doğru olacaktır.

Kaynak: UMRAN DERGİSİ Nisan / 2010

http://www.teknikelektrik.com/kose-yazisi/131/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-normallesme-mi.html

***