1 Eylül 2019 Pazar

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 1

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 1




Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları 

Abdülkadir ÇEVİK* 

* Prof. Dr. A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi; Politik Psikoloji Derneği Başkanı; A.Ü.Politik Psikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, Amerikan Psikanalistler Cemiyeti Onursal Üyesi. 

Özet: Haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanan mağduriyet bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanabilir. Doğal afetler gibi insan eliyle oluşan travmalar neticesinde ortaya çıkan mağduriyet bireyde onarıcı veya yıkıcıözellikler gösterebilir. Özellikle liderler ve toplumlar açısından belirleyici olan mağduriyet psikolojisi ülkelerin iç ve dış siyasetine yansımaktadır. Bu makalede mağduriyet psikolojisi, mağduriyet bağlamında liderlik, Türkiye’nin mağduriyet psikolojisi ile bağlantılı iç ve dış ilişkilerine yansıyan etkenler ele alınacaktır. 

Giriş 

Mağdurluk haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanmaktadır. 
Bazen kurban olma ile benzer anlamda da kullanılabilmektedir. Örneğin mağdurluk “okullar sistemin kurbanıdır” derken başka, “Mehmet terörün kurbanı oldu” derken başka bir anlam ifade etmektedir. Dünyamızda her gün yeni mağdurlar yaratılmaktadır. Mağdurluk kavramının belirsizliği nedeniyle pratik ve teorik yönden birçok güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Mağdurluk dışarıdan gelen bir tehdit ya da zarar verici bir durumun, travmanın sonucudur. Ancak dıştan gelen bu travmanın yalnızca bir defaya mı mahsus olduğunu ya da devam eden, tekrarlayan bir durum olduğunu dikkate almak gerekir. 

Mağdurluk duygusunun oluşması için bir travmanın yaşanması gerekir. Mağdurluk duygusunun oluşmasını, travmanın insanın iç dünyasında oluşturduğu etkilerdeki farklılığı dikkate alarak iki temel neden üzerinde değerlendirebiliriz. Travmalar: 

1. İnsan Eliyle ya da ihmaliyle ortaya çıkan travmalar ve buna bağlı gelişen mağdurluk 

2. Doğal Afetler sonucu (depremler, hortumlar, seller gibi) yaşanan travmalar ve bunun sonucu gelişen mağduriyet 

Doğal afetler sonucu gelişen mağduriyetlerde çaresizlik yanında Tanrının gücüne boyun eğmek ön plandadır. Bu tip mağduriyette öç alma ve intikam duygusu 
yoktur. İnsan eliyle ya da ihmaliyle oluşan mağduriyetlerde ise öfke, kin, nefret, intikam ve düşmanlık duyguları vardır. 

Mağdurluk bireysel ya da toplumsal boyutlarda yaşanabilir. Bir kişinin veya grubun bir diğer kişi veya grup psikolojisi üzerinde travma yaratması için agresyonun, şiddetin ortaya konması gerekir. Agresyon ve çatışmanın çok derin duygusal kökenleri vardır. İnsanoğlunun sağlıklı bir ruhsal ve bedensel gelişimi için “ Ortalama beklentileri karşılayacak bir çevreye” ihtiyacı vardır.1 Bu çevre öncelikle onun aile ortamıdır. Doğumdan itibaren insanoğlu iki temel dürtü ile 
dünyaya gelir. 
Bunlar agresif dürtüler ve libidinal dürtülerdir. Libidinal dürtüler insana haz veren, mutluluk veren yaşantılarla bağlantı içinde iken agresif dürtüler insanın 
engellenmeleri, hoşnutsuzluk yaratan yaşantıları ile bağlantı içindedir. Kırgınlıklar, istismarlar, şiddete maruz kalma, ilgisizlik, sevgisizlik sonucu yaşanan doyumsuzluklar travmatik etki yaratarak bireyde agresif duyguların şiddetlenmesine ve bireyin güven duygusunun sarsılmasına yol açar. 

Agresif duyguların temeli biyolojik olarak agresif dürtülere dayanır. Gelişim sürecinde yaşanan travmatik olaylar bu duyguyu şiddetlendirir ve biçimlendirir. Bu şe-kilde şiddete maruz kalarak mağdurluk yaşamış çocuk kendisini mağdur eden, ona şiddet uygulayan kişiyle özdeşim yaparak kendisinin mağdurluğunu bir an için de olsa unutabilmektedir. 
Bu kişiler başkalarını mağdur edemediklerinde içlerinde birikmiş olan öfkeyi kendilerine çevirir ve kendilerine zarar verirler. Yani kendilerini tahrip edecek davranışlar geliştirirler. 
Bazı hisler insanda çatışmayı uyarır, geliştirir yada kolaylaştırır. Örneğin kızgınlık, öfke, incinme, suçluluk, güvensizlik ve utanç duyguları çatışmayı körükler. Sahip olduğu takıntıları yönetip kontrol etme, başkalarını mağlup etme arzusu, kurban etme dürtüsü çatışma durumlarında insanın içten gelen Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları çok güçlü ruhsal motivasyon unsurlarıdır. Bir defa çatışma durumuna ulaşılınca intikam duygusu için ortaya çıkan muazzam bir ihtiras, yenilenen agresyon için çok güçlü bir katalizör işlevi görmektedir. Büyük gruplarda mağduriyet bireysel şiddetin açıklanmasından daha karmaşıktır. Burada bireyleri birbirine yaklaştıran, bağlayan ve grupla bir bütün olan ilişkiler ve davranışların dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca lider-grup ilişkisinin önemini de burada vurgulanmalıdır. Bireyin olduğu kadar liderin kişisel motivasyonu ve iradesi, travmayı ve mağdurluğu tahripkarlık, yıkıcılık ya da olayları yapıcı olarak biçimlendirmede önemli derecede rol oynar. 

Ulusların ya da etnik grupların çatışma durumlarında hangi psikodinamik özelliklerin etkin olduğunu anlayabilmek için kendilik veya ben duygusunun gelişimi başlangıç noktası olarak alınabilir. Çünkü mağduriyetin başlangıcında erken çocukluk döneminde yaşanmış olan travmaların önemi vardır. Çocukluğunda yeterince sevilmediği, ihmal edildiği, istismar edildiği, şiddete maruz kaldığı duygusunu yaşamış olan bireylerin, kendilik saygıları zedelenmiştir ve kendilerini güçsüz olarak algılarlar. Bu olumsuz duyguların üstesinden gelebilmenin bir yolu da yaşadıklarının aynısını öteki olarak gördüklerine uygulamaktır. Bu sayede içlerindeki güçsüzlük güçlülüğe dönüşebilmektedir. 

Çocukluktaki travmatik yaşantılara karşı geliştirilen narsisistik savunmalar erişkin dönemde lider olabilecek kişilerin davranışlarına ve söylemlerine yansımaktadır. 

Liderler yaşamış oldukları mağduriyetleri yapıcı veya yıkıcı tutumlargeliştirerek ortaya koyabilirler. Örneğin Hitler’in bunun yıkıcı, Atatürk’ün ise yapıcı 
örneğini oluşturduğu söylenebilir.2 Keza kendilerini geçmişte mağdur olarak algılayan bazı liderler, kendileri gibi mağdurluk yaşamış gruplarla özdeşleşip bütünleşerek mağdurluğun sinmiş ezilmiş, pasifize edilmiş duygularından kendilerinive gruplarını çıkararak kendilik değerlerini yükseltebilirler. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin 26. Başbakanı Erdoğan çocukluktan ve okul hayatından itibaren yaşamış olduğu mağdurluğu ve bu mağdurluk psikolojisinin ezik yaşama duygularından kendisini ve takipçilerini çıkarmayı başarabilmiştir. 

   Erdoğan 5 Aralık 2010 tarihinde 6. İmam Hatipliler Kurultayı’nda yaptığı konuşmada her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya ve engellemeye maruz kaldıklarını ifade ederek şunları söylemiştir. “İçeride dışarıda bize ‘cenaze yıkayıcısı’ dediler. Bize ‘taşralı köylü’ dediler. Bize ‘doktor, mühendis, avukat, kaymakam, vali, siyasetçi olamaz ve hatta muhtar bile olamazsınız.’ dediler. Allahın izniyle milletimize güvendik, umutsuzluğu yanımıza yaklaştırmadık. İmam Hatip Lisesi’nde okurken ranzaların arasında sessiz sedasız ağladığımız geceleri hatırlıyorum. Arkadaşlarımızın o hıçkırıklarını duyduğumuz geceleri hatırlıyorum. Aylarca ailesinden harçlık gelmeyen, bir dilim 
ekmekle bütün gün ayakta durmaya çalışan arkadaşlarımızı hatırlıyorum.”3 

HABERİN BASINA YANSIMASI;

05.12.2010 12:45  
Son Güncelleme: 
05.12.2010 07:00

    Başbakan Erdoğan İmam Hatipliler Kurultayı'na katıldı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmam Hatip Lisesinin sıralarında okuduğumuz anlarda da sonrasında da her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya, engellemeye maruz kaldık. Aralarda öyle hocalarımız çıktı ki, içeride, dışarıda, bize 'cenaze yıkayıcısı' dediler, bize 'taşralı' dediler, 'köylü' dediler, 'zenci' dediler, bize 'siz doktor olamazsınız, mühendis olamazsınız, kaymakam, vali, siyasetçi olamazsınız' dediler, bize 'muhtar bile olamazsınız' dediler"

"Ben, bütün bu camianın, emanetin ne demek olduğunu çok iyi idrak ettiğini biliyorum. Bütün bu camianın, harama el uzatmaktan, milletin emanetine göz dikmekten nasıl sakındığını çok iyi biliyorum. İmam Hatip camiasının, yetimin hakkını korumakta, milletin tek kuruşunu kılı kırk yaran bir hassasiyetle muhafaza etmekte ne denli hassas olduğunu çok iyi biliyorum. İmam Hatip çınarının büyümesinin birilerini rahatsız etme sebebi de esasen işte budur"

" Kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Onun için 'bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam' dediler bu milletin evlatlarına. ' Yozgat'ın, Sivas'ın, Erzurum'un köylüsünün çocuğu gelip başımıza kaymakam olmasın' dediler, ' Muş'un, Bitlis'in, Bingöl'ün çocukları valilik yapmasın' dediler. Aydın'ın, Muğla'nın İzmir'in yoksul varoşlarından mühendis çıkmasın, doktor çıkmasın, avukat, hakim, savcı çıkmasın istediler"

"'Başörtüsü' deyip kızları eve hapsetmek istediler. Onlar gitsinler kapıcılık yapsınlar, onlar sadece el ayak işlerine baksınlar, onlar çay getirip çay götürsünler, onlar etkin konumlarda olmasın istediler. 'Katsayı' deyip yoksulları köylerine sıkıştırmak istediler. Bu elitistlere, bu seçkincilere, bu statükoculara karşı eğitim mücadelemizden taviz vermedik. Onların istediğini yapmadık, köylerimize, taşraya, varoşlara mahpus olmadık"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde düzenlenen 6. İmam-Hatipliler Kurultayı'na katıldı. Başbakan'ın dün akşam saatlerinde katılımının gündeme geldiği Kurultay'a bu sabah katılmayacağı bildirildi. Ancak daha sonra Başbakan'ın katılımı gerçekleşti Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde düzenlenen 6. İmam-Hatipliler Kurultayı'na katıldı. Başbakan'ın dün akşam saatlerinde katılımının gündeme geldiği Kurultay'a bu sabah katılmayacağı bildirildi. Ancak daha sonra Başbakan'ın katılımı gerçekleşti. Son anda katılmaya karar verdiği toplantıda konuşan Başbakan Erdoğan, "İmam Hatip Lisesi mezunu olmayı hayatım boyunca büyük bir gurur vesilesi olarak yüreğimde taşıdım. Çocuklarımın tamamının da İmam Hatip Lisesi mezunu olmasından iftihar ettim. Allah'ın izniyle, son nefesimi verinceye kadar da imam hatipli olmanın gururunu, onurunu, şerefini üzerimde taşımaya devam edeceğim" dedi.

BİZE 'CENAZE YIKAYICISI' DEDİLER

O dönemde yola çıkanların Türkiye'nin bugününe ve geleceğine ruh veren bir gençliği inşa etmeyi başardıklarını söyleyen Erdoğan, "O büyük insanların talebesi olarak, bu yapıyı öksüz bırakmadık, Anadolu'ya mahcup olmadık, bizim için dişinden tırnağından artıranlara mahcup olmadık, bize dua edenlere mahcup olmadık. Allah'ın izniyle Celalettin Hoca gibi bu işe öncülük eden büyüklerimize mahcup olmadık ve inşallah da olmayacağız. İmam Hatip Lisesinin sıralarında okuduğumuz anlarda da sonrasında da her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya, engellemeye maruz kaldık. Aralarda öyle hocalarımız çıktı ki içeride, dışarıda, bize 'cenaze yıkayıcısı' dediler, bize 'taşralı' dediler, 'köylü' dediler, 'zenci' dediler, bize 'siz doktor olamazsınız, mühendis olamazsınız, kaymakam, vali, siyasetçi olamazsınız' dediler, bize 'muhtar bile olamazsınız' dediler. Allah'ın izniyle millete güvendik, ülkeye inandık, umutsuzluğu yanımıza yaklaştırmadık, yılgınlığa kapılmadık ve her kademede milletin teveccühüne mazhar olduk" diye konuştu.

ELİTİSTLERE, SEÇKİNCİLERE, STATÜKOCULARA KARŞI EĞİTİM MÜCADELEMİZDEN TAVİZ VERMEDİK

Erdoğan, şunları dile getirdi: "İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde okurken, yatılı bölüm koğuşlarında, ranzaların arasında sessiz sessiz ağlayan arkadaşlarımı gördüm. Aylarca ailesinden harçlık alamayan, bir dilim ekmekle akşama kadar ayakta durmaya çalışan arkadaşlarım vardı. Yoksulluğa pes etmedik, dışlanmışlığa 'eyvallah' demedik, aşağılayanlara prim vermedik, biz 'Anadoluyuz' dedik, biz 'Trakyayız' dedik, biz 'Türkiye'yiz' dedik ve işte bugünlere ulaştık. Ben, bütün bu camianın, emanetin ne demek olduğunu çok iyi idrak ettiğini biliyorum. Bütün bu camianın, harama el uzatmaktan, milletin emanetine göz dikmekten nasıl sakındığını çok iyi biliyorum. İmam Hatip camiasının, yetimin hakkını korumakta, milletin tek kuruşunu kılı kırk yaran bir hassasiyetle muhafaza etmekte ne denli hassas olduğunu çok iyi biliyorum. İmam Hatip çınarının büyümesinin birilerini rahatsız etme sebebi de esasen işte budur. 'Meslek lisesi öğrencileri, üniversite okumasın' dediler, 'meslek lisesi mezunları mühendis olmasın, tıp fakültelerine, siyasal bilgilere, hukuk fakültelerine gitmesin' dediler. Meslek lisesi mezunları kamuda görev almasın, idareci olmasın, kaymakam, vali, milletvekili, bakan, başbakan olmasın istediler. Çünkü, kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Onun için 'bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam' dediler bu milletin evlatlarına. 'Yozgat'ın, Sivas'ın, Erzurum'un köylüsünün çocuğu gelip başımıza kaymakam olmasın' dediler, 'Muş'un, Bitlis'in, Bingöl'ün çocukları valilik yapmasın' dediler. Aydın'ın, Muğla'nın İzmir'in yoksul varoşlarından mühendis çıkmasın, doktor çıkmasın, avukat, hakim, savcı çıkmasın istediler. Milletin emanetine, milletin hazinesine sahip çıkacak, onu büyük bir hassasiyetle koruyacak, kollayacak, gözetecek Anadolu çocuklarının yetişmesinden hazzetmediler. 'Başörtüsü' deyip kızları eve hapsetmek istediler. Onlar gitsinler kapıcılık yapsınlar, onlar sadece el ayak işlerine baksınlar, onlar çay getirip çay götürsünler, onlar etkin konumlarda olmasın istediler. 'Katsayı' deyip yoksulları köylerine sıkıştırmak istediler. Bu elitistlere, bu seçkincilere, bu statükoculara karşı eğitim mücadelemizden taviz vermedik. Onların istediğini yapmadık, köylerimize, taşraya, varoşlara mahpus olmadık."

YILLARCA 'GERİCİ' DEDİLER, YILLARCA YOBAZ YAFTASINI YAKIŞTIRDILAR

İmam hatip lisesini bitirenlerin dünyanın ve Türkiye'nin sayılı üniversitelerine gittiklerini söyleyen Başbakan Erdoğan, "Yoksul köy çocukları İstanbul'un, Ankara'nın çeşitli üniversitelerin master, doktora yaptılar. Bütün aşağılamalara, bütün hakaretlere, bütün yasaklara rağmen işte 8 yıldır Türkiye'yi büyütüyor, Türkiye'yi bölgenin en itibarlı ülkesi haline getiriyoruz. Yolsuzluğa, yoksulluğa, yasaklara karşı kararlı bir şekilde mücadele ediyor, Türkiye'yi kronik sorunlarından arındırmak için ter döküyoruz. Yıllarca 'gerici' dediler, yıllarca yobaz yaftasını yakıştırdılar, Anadolu insanını yıllarca en sakil şekilde yazdılar, çizdiler. İşte 8 yılda açtığımız 160 bin yeni derslikle, okullara gönderdiğimiz 750 bin bilgisayarla, 78 yeni üniversiteyle, bu ülkenin her bir çocuğuna sunduğumuz kaliteli eğitim imkanıyla bilime, eğitime verdiğimiz önemi tartışmasız şekilde ispat ettik. Sanal korkulara, sanal tehditlere bizi malzeme yapmak istediler. Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini başlatan biz olduk. Medeniyetler İttifakı'na öncülük eden biz olduk. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nde elini, bedenini, yüreğini ortaya koyan biz olduk. Balkanlar'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Kabil'de, Bağdat'ta, Gazze'de, Kudüs'te hakkı söyleyen, hakkı savunan, hakkı tutup kaldıran yine biz olduk. Bizi farklı şekilde tanımlayanlar mahcup oldular ama biz tevazudan asla taviz göstermedik, kibre prim vermedik. Biz, imam hatip sıralarında kardeşliği gördük, kardeşliği yaşadık, dayanışmayı, paylaşmayı adeta hücrelerimizde hissettik. Bugün de 'kardeşlik' diyoruz, bugün de 'dayanışma' diyoruz, 'paylaşma' diyoruz, bugün de 'hak' diyoruz, 'hukuk' diyoruz, 'adalet' diyoruz" dedi. Konuşmanın ardından Erdoğan'a, ÖNDER Genel Başkanı Hüseyin Korkut tarafından derneğin 475 numaralı üyesi olduğuna ilişkin kayıt defteri örneği sunuldu.

Dilhun GENÇDAL - 
İdris TİFTİKÇİ İSTANBUL 
DHA

https://www.dha.com.tr/politika/basbakan-erdogan-imam-hatipliler-kurultayina-katildi/haber-127223

***

Erdoğan, Yoksulluğa, Dışlanmışlığa razı olmadıklarını, aşağılanmalarına prim vermediklerini ifade etmiştir. 

Erdoğan meslek lisesi öğrencileri üniversite okumasın, mühendis olmasın, tıp, siyasal bilgiler ve hukuk fakültelerine gitmesin, kamu görevlileri olmasın diye çaba sarf edildiğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürüyor. “Çünkü kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Bu milletin evlatlarına ‘göbeğini kaşıyan adam’ dediler. ‘Yozgat’ın Erzurum’un çocuğu başımıza kaymakam olmasın, vali olmasın.’ dediler. ‘Yoksul varoşlardan doktor, avukat, hakim, savcı çıkmasın.’ dediler. ‘Başörtüsü’ deyip kızları eve hapsetmek istediler. ‘Onlar sadece ev işlerine baksınlar. Onlar çay getirip götürsünler. Onlar etkin konumda olmasın.’ dediler, bütün yasaklara rağmen sekiz yıldır Türkiye’yi büyütüyor, bölgenin en itibarlı ülkesi haline getirmek için çalışıyoruz.” 

Başbakan Erdoğan 29 Nisan 2012’de Ankara AK Parti Gençlik Kolları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada mağduriyeti şöyle dile getiriyor. “Bizden öncekiler, babalarımız, dedelerimiz aynı şekilde çok büyük acılar yaşadılar. Bu ülkenin camileri keyfi gerekçelerle ibadet edilmesin diye kapatıldı. Camiler satıldı, ahıra dönüştürüldü. 

Çağdaşlaşmak, batılılaşmak adı altında örf adetlerimizi ayaklar altına aldılar. Selamünaleyküm diyenler hor görüldü. Yıllarca Müslümanlar kaba saba 
karikatürize edildiler. Muhafazakarlık, dindarlık on yıllarca köylülük olarak görüldü.”

Aslında Türk toplumunda travma yaşamamış bir grup hemen hemen yoktur. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, zulüm gördük diyen İslamcılar, komünistler, ülkücüler ve hatta batıdan çektiklerimizi unutamayan Kemalistler bunlar arasındadır. Ancak travma yaşayan her grup bunu mağduriyete dönüştürmemek tedir. Travma yaşamış liderler travma yaşamış toplumların acısını mağduriyete dönüştürmede önemli ve etkin bir rol oynarlar. Böylece liderler takipçileri ile kendilerini bütünleştirirler. Mağduriyet psikolojisi, yaşanılan travma sonucunda “Ben o kadar mağdur ve mazlumum ki toplumun ve devletin otoritesinin bana mutlaka tatmin edici bir şey yapması lazım. Benim taleplerim bunlar ve ben bu taleplerimde yüzde yüz haklıyım” biçimindeki düşünce ve duygulara yol açar.5 Oysa gerçekte bu taleplerin tümünü yerine getirseniz bile o travmanın sonucunda oluşan mağduriyetin etkisini silemezsiniz. Travmadan doğan mağduriyeti geriye dönüp düzeltmek mümkün değildir. Geçmişte karşılaştığımız travma ruhumuzda yaşamaya devam eder. 

Toplumda herkesin kendine göre geçmişinde yaşadığı bir travma olduğu için siyasilerin kendi travmalarını toplumun travmalarıyla bütünleştirerek dile getirmeleri ve mağduriyeti ön plana çıkarmaları oldukça fazla prim kazandırmaktadır. 

Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları., 

Travma yaşayanların tümünde mağdurluk kişiliğin temel özelliği olmayabilir.Bu kişiler siyasetçi de olsa mağdurluğu kullanmazlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel köyde doğmuş, orada çobanlık yapmış (bu nedenle çoban sülü lakabı verilmiş) kendi gayretiyle okuyup mühendis olmuş ve yıllarca başbakanlık yaptıktan sonra cumhurbaşkanı olmuştur. Yani o da Erdoğan gibi kırsaldan gelmiş biri olmasını rağmen hiçbir zaman mağduriyeti siyasette kullanmamıştır. Ona takılan Çoban Sülü lakabını gururla taşımıştır, bu lakaptan dolayı kendini horlanmış ve aşağılanmış hissetmemiş olup hayatında kaydettiği aşamalar nedeniyle gurur duymuştur. Demek ki gerçek hayatta yaşanmış olan travmalar mağduriyet oluşturmada etkili olsa da aslolan bireyin o travmayı mağduriyet oluşturacak kadar şiddetli algılamasıdır. 

Öyle anlaşılıyor ki erişkin dönemde mağduriyet ön plana çıkarılıyorsa çocukluk döneminde yaşanmış ve derinlemesine ciddi yaralar açmış travmaların çözümsüzkalması ya da o karakter yapısında çözüm bulması en önemli etkendir. Özelikle bir gruba liderlik yapanlar bu travma ve mağduriyeti abartılı bir biçimde yaşar ve gruplarına yaşatıp algılatırlar. Bu durumun tipik örneği PKK terör örgütü liderinin(Abdullah Öcalan) çocukluk döneminde yaşamış olduğu aile içindeki travmaların iç dünyasında yarattığı acıların yansıması onun örgüt liderliğinde, çözümsüz kalmış travma ve mağduriyet psikolojisini Kürt halkıyla özdeşleştirmeye çalışmasında görülebilir.6 Ancak liderlerin bazıları mağduriyet lerini çözümleme sürecinde yıkıcı ve bölücü bir tutum sergilerken başka liderler bu süreci daha yapıcı ve bütünleştirici bir söylem ve tutumla çözümlemeye çalışırlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk yapıcı bir tutum sergileyenlerdendir. Oysa Atatürk’ün liderlik sürecinde çocukluk döneminde yaşamış olduğu travmaların yarattığı mağduriyetler yukarıda açıklananların aksine yaratıcı ve yapıcı bir forma dönüştürülerek toplumu mazlum millet duygusundan çıkarmaya yönelik olmuştur. 

İnsanoğlu bebekliğinin ilk günlerinden itibaren hoşlanmadığı kişileri ya da acı veren hisler ve düşünceleri dışlaştırmaya ve kendisine bağlı değil de dış dünyaya ait şeyler gibi görmeye başlar. Bu dışlaştırma ve yansıtma eğilimleri gruplarda daha güçlüdür. Kendimizde ve grubumuzda hiç istemediğimiz, nefret ettiğimiz yönleri düşman olarak göreceğimiz veya gördüğümüz diğer gruplara mal ederiz. 

Görüldüğü gibi iç dünyamızda yaşadığımız çatışmaların birçok yönü bulunmakta dır. Aynı şekilde ulusal ve uluslararası düzeyde agresyonun, şiddetin yönetilmesinde üç temel önemli kavramdan veya unsurdan söz edilebilir: 

1. Tarihsel düşmanlık: Bu kavram bize ait olan ile olmayanı tanımlamaya yarar. 
2. İnsanlık dışı hale getirmek (Dehumanizasyon): Bu kavram ile bir grup diğer grubu insanlık dışı ve bir canavar gibi görmektedir. Dehumanizasyon aynı 
zamanda iç dünyada yaşanan acılara karşı bir savunma olarak da karşımıza çıkar. 
3. Mağduriyet: Dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlenmesidir. Mağdurluk çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder