mağduriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mağduriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2019 Pazar

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 3

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 3



Bu durum Gruplarda daha Güçlü ve etkili olur. 

Bedenimizin fiziksel sınırları vardır. Ancak kendilik hissinin sınırları bedensel sınırlarımızın dışına taşar. Hayaller ve fanteziler yoluyla kendimiz (self) diğerleriyle bağlantılı olabilir. O diğerleri fiziksel olarak var olmasalar bile bu bağlantı olur. Çocuk büyüdükçe kendine yakın ve dost bulduğu grup üyeleriyle bağlantılarını geliştirir ve aidiyet duygusunu güçlendirir. Aidiyet duygusunun oluşmasında çocuğun içinde yaşadığı toplumun hiç görmediği tarihi kişileri ile psikolojik benliği arasındaki duygusal psikolojik bağlantılar çok önemli rol oynar. 

Adolesan (Ergenlik) döneminde grup bağlantısı ve gruba aiddiyet duygusu iyice belirginleşir ve pekişir. Grup içinde olmak veya gruba ait olmak ergenin ego 
idealinin doyurulması ve ergenin kişiliğindeki boşlukların doldurulmasını sağlar. Artık birey kendini grubun benliğiyle yani grup ben’i ile bir bütün olarak görür. 
Bu durumda grup kimliği bireyin kimliğinin üstüne çıkar. Grup kimliğinin baskınlığı sonucunda bireyler grup kimliğinin devamı ve yaşaması için kendi bireysel kimliklerini ikinci plana atabilirler. Böyle bir psikolojinin sonucu olarak bireyler kendi grupları için ölmeye ve öldürmeye hazır olabilmektedirler. Türkiye’de PKK terör örgütünün gençleri devletin onlara ve ailelerine zarar vermeyeceği garantisiyle teslim olmaya çağırmasına rağmen silahlı mücadeleye devam edip kendi grup kimlikleri için ölmeyi tercih ediyorlar. Burada birey kimliğinin ikinci planda kaldığını görmekteyiz. Onların ölümü grubun mağduriyetinin devamını da sağlamaktadır. 

Ulusal veya etnik grupların kimliği, sıklıkla grupların zaferleri ve mağdurluklarıyla ilgili tarihi efsanelerle biçimlenir. Yüzlerce ve binlerce yıllık toplum yaşamında 
her yeni savaş yeni kurbanlar mağdurlar ve aynı zamanda çok derin nefret edilen düşmanlar ve düşmanlıklar yaratır. Çocukluktan itibaren ebeveynler, akrabalar ve yaygın medya vasıtasıyla iletilen mesajlarla “biz” ve “onlar”, bizden olanlar ve bizden olmayanlar duygusu gelişir. Kültürel semboller, müzik, bayrak, yiyecek ve yemekler , dil özellikleri ile üzerinde yaşanılan vatanın fiziki coğrafyası bunların hepsi güçlü önemli duygusal güçlendiriciler dir. Günümüz dünyasında küreselleşme ulusal ve etnik kimlikleri tehdit eden bir unsur olarak algılanmaktadır. Bununla birlikte aidiyet duygusu da etkilenmekte ve sonuçta mağduriyet duygusu tetiklenebilmekte dir. 

Grubun mağdurluğunun psikolojisi, bireyin mağdurluk psikolojisine göre daha karmaşıktır. Grubun şiddet gösterme duygusunun da anlaşılması için yine daha farklı psikolojik süreçleri gözden geçirmek gerekmektedir. Mağduriyet duygusu ve psikolojisi, “biz kimiz” sorusuna cevap bulmak için grubun tutunduğu bir seçilmiş travma niteliğindedir. Bu sayede kendi grup kimliği ile diğer grup arasına kesin bir sınır çizilmiş olur. Bu sınır belirsizliği ortadan kalkacağından tehdidi azalır ve kaygı hafifler. Bunun için mağdur olan kişinin bireysel öyküsünün ötesinde paylaşılmış duygusal olayların incelenmesi gerekir. 

Bu duygusal olaylar bireyleri ve grubu bir bütün olarak birbirine bağlayan yaşantıların ve öteki grupla ilişkilerinin mercek altına alınıp incelenmesiyle anlaşılır. Türkiye’de Kürt kökenli vatandaşların yoğunluklu yaşadığı Diyarbakır’da şahsen yaptığım mülakatlardan iki örnek paylaşılmış duygusal travmaları açıklamaktadır. 

1980’li yıllardaki askeri ihtilalden sonra Kürtçe konuşmak ve Kürtçe isim kullanmak yasaklanmıştı. Bu yasağı kendi kimliğine bir saldırı olarak algılayan ve kendisi dahil tüm çocuklarının Türkçe ismi olan kişi eşi ile bir çocuk sahibi daha olup doğacak çocuğuna Kürtçe bir isim koymaya karar veriyor. İkinci örnek ise eşi, çocuklarıyla yolda yürürken sivil polisler tarafından durdurulup soruşturulmak istenen bir baba polislerin kimliklerini görmek istediğinde eşi ve çocuklarının önünde şiddet ve hakarete maruz kalıyor. Yaşadığı bu travma ve mağduriyetin sonucunda terör örgütüne sempati geliştiriyor. Bunun gibi bireysel öyküler paylaşıldıkça grubun mağduriyeti daha çok pekişmekte ve öfke, şiddet eğilimi artabilmektedir. 

Bu sistem ve psikolojik güçlerin etkileşim ağında liderlerin halkla ya da onları takip edenlerle ilişkileri çok önem kazanır. Etnik milliyetçi grupların liderleri kendi bireysel psikolojik gereksinimlerine, mağdurluklarına ,gerilimlerine ve uluslararası politik gerçeklerin ideolojik yapılanmalarına bağlı olarak takipçilerini farklı ve çeşitli yönlere hareket ettirmek isterler. 

“Biz” (kim benim halkım) ve “onlar” (kim benim halkım değil) duygusu çocukluktan itibaren anne babanın, akrabaların, yakın çevrenin ve medyanın etkisiyle içselleştirilmeye başlar. Bu içselleştirilme sürecinde müzik, bayrak, yemekler, dil özellikleri ve sahip olunan coğrafik ülkenin fiziksel özellikleri, kültürel özellikleri tümüyle bağlantılı güçlü duygusal yatırımı arttırıp kimliği güçlendirme özelliğindedir. Bütün bunlar çocukluk gelişiminde benzerlik ve farklılıklar olarak etnik milliyetçi duygular içinde yoğun duygularla bilinçdışında depolanırlar. Dost vedüşman ihtiyacı doğuştan itibaren var olan bir psikolojik gereksinimdir. Özellikle bireysel kimliğin gelişiminde önemli bir yeri vardır.17 

İşte liderler, toplulukları harekete geçirmek istediklerinde bu pozitif ve negatif duygularla oynayarak toplumları harekete geçirir veya pasifize ederler. 

Uluslararası ilişkiler bazen kendilerini kurban veya mağdur edilmiş olarak algılayan ulusal veya etnik grupların çeşitli manevralarıyla yönlendirilir. Bu etnik 
veya ulusal gruplar tekrar mağdur ve kurban durumuna düşmemek için sıklıkla şiddet hareketleriyle yeni mağdurluklar ve intikam döngüleri yaratırlar. 

Diğer grup tarafından tekrar tekrar travmatize edilerek acı çeken etnik milliyetçi grupların, diğer grubun acılarını anlama ve paylaşma, onların yasını tutmada 
çok az bir kapasiteleri vardır ya da sürekli mağdur olarak hissetmek için, “örseleyici” olarak seçtikleri grubu takıntılı ve sürekli bir biçimde tahrik etmeye çalışırlar. 

Bu durum psikolojik savunma düzeneklerinden biri olan yansıtmalı özdeşim yoluyla olmaktadır. (Mazoşist bir biçimde bu davranış sürdürülür). Bunun yanı sıra kendilerinin savaş benzeri eylemleriyle yarattıkları yeni kurbanlar ve mağdurlar için de empati kapasiteleri çok zayıftır. Dolayısıyla bir grubun mağdurları ile diğer grubun mağdurları bitmez tükenmez bir şekilde birbirlerini öldürmeye devam ederler. Bu durum efsaneleştirilerek hikayeler tarzında nesilden nesile geçirilerek mağdurluk devam ettirilir. 

Mağdurluk psikolojisini ülkemiz açısından değerlendirecek olursak Türkiye’nin dış dünya ile ilişkileri ve kendi içinde mağdurluğun nasıl kullanıldığına bakılması 
gerekmektedir. 

Dış Siyasette Mağdurluk: 

Dış siyasette karşı karşıya kaldığımız mağdurluğu birkaç bölüme ayırmak mümkündür. 

1. Avrupa Ülkeleri: Avrupa ülkeleri daha önce bahsettiğimiz tarihsel nedenlerden ve tarihsel travmalardan dolayı kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’nun 
mağduru olarak görmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’ni de Müslümanlık ve Osmanlı ile eşleştiren Avrupa ülkeleri yüzyıllar önce yaşadıkları savaş yenilgilerini ve güçlü Osmanlı’yı hala hatırlamaktadırlar. Öyle ki Avrupa’lı ailelerin çocuklarını hala Türk korkusuyla yetiştirdikleri bilinmektedir. 
Bu korkuda Osmanlı ile Avrupa’nın münasebetlerinin payı olduğu açıktır. 

Son zamanlarda Almanya’da meydana gelen kundaklama ve yangın olayları, Avrupa’nın bu Türk korkusu ve mağduriyet psikolojisini göstermektedir. 1960’lı yıllardan itibaren Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine işçi olarak giden Türkler bu mağduriyetin yeniden gelişmesinde büyük rol oynamışlardır. Öyle ki bu Türkler çoğunlukla Osmanlı’nın devamı olarak ve hatta ülkelerini işgal eden yığınlar olarak görülmektedir. 

Bir önemli nokta da Almanya’da yaşanan bu gibi olayların, mağduriyetin ötesinde bir ırkçılığı da içermesidir. Avrupa ülkeleri dediğimizde bu ülkelerin 
Türkiye üzerindeki hedefleri ve stratejilerini de ele almak gerekmektedir. 
Dış ve iç siyasetteki Avrupa eksenli mağduriyet etnik terör konusunda bir arada hareket etmektedir. Bölgesel çıkarların haricinde Türkiye’deki etnik teröre destek veren ülkelerin tarihsel yaraları ile hareket ettikleri debir gerçektir. Örneğin hala Viyana Kuşatması’nı büyük bir acıyla hatırlayan Avusturya kendini Türklerin mağduru olarak görmekte, bu mağduriyetleri ülkelerindeki Türklerin ekonomik refaha ulaşması veya nüfuslarının artmasıyla hız kazanmaktadır. Bu anlamda güçlü ve AB’de etkin bir Türkiye, Batılı devletlerde ve toplumlarda bir tehdit olarak algılanabilmektedir. Güçlü bir Türkiye, geçmiş mağduriyetlerini hatırlatır bir özellik taşımaktadır. 

2. Ermeni Diasporası: Özellikle Amerika ve Avrupa’da güçlü olan Ermeni diasporası kimliğini tamamen mağduriyet üzerine kurmuştur. 1. Dünya Savaşı 
ve Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı travma ardında birçok mağdurbırakmıştır. Örneğin Ermeni çeteler tarafından katledilen bireylerin hayatta kalan aile üyeleri bu olayın acısını ve mağduriyetini yaşamışlardır. Ancak Türklerin yaşadığı soykırım dünya çapında ses getirecek biçimde yansıtılmamıştır. 

Öte yandan tehcir sebebiyle yurtlarından mahrum kalan ve hayatlarını kaybeden Ermeniler bu mağduriyetlerini, sadece kendileri değil nesilden nesile aktararak abartılı bir biçimde yaşamaya devam etmektedirler. 

Örneğin tehciri yaşamamış olan üçüncü nesil Ermenilerin ciddi bir Türk düşmanlığı beslediği ve ütopik mağduriyetler yarattığı dikkati çekmektedir. 
Diaspora Ermenileri mağduriyetlerini pekiştirmek amacıyla çeşitli semboller ve ritüeller kullanmaktadırlar.18 Örneğin özellikle Ağrı Dağı ve Van birçok 
hikaye ve efsaneye başrol olmaktadır. Öte yandan 1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece Azerbaycan Hocalı’da Ermeniler’in yaptığı katliamı dünya görmezlikten gelmektedir. Oysa dünyanın öbür ucundaki Şili Parlamentosu Türklerin soykırım yaptığını söyleyebilmektedir. Bu çifte standardın psikolojik temelinde Müslüman Türklerin Anadolu’ya gelişlerinden itibaren Hıristiyan dünyasının yaşadığı tarihsel travmanın yasının bir türlü çözülemediği gerçeği yattığı düşünülebilir. “Ermeni soykırımı” ile ilgili olarak 3.ülkelerin bu tavırları Ermeni toplumunda yaşadıkları travmanın halen sıcak ve çözülmemiş olarak kalmasına neden olmaktadır. Böylece mağduriyetleri artan bir biçimde kuşaktan kuşağa geçmektedir. Son zamanlarda da özelikle Fransa Cumhurbaşkanı iken Sarkozy’nin Ermenistan’daki soykırım anıtını ziyaret etmesi ve Fransa Parlamentosundan Ermeni soykırımını suç sayan yasanın geçmesi ile Ermenilerdeki mağduriyet psikolojisi dolasıyla da öç alma ve bu konuda kendilerinde hak görme davranışlarının beslendiğini söyleyebiliriz. 

Avrupa ve diğer devletlerin Türklere yönelik dışlayıcı ötekileştirici politikaları yanında 1800’lü yılların sonundan başlayarak Balkanlarda gerçekleşen katliamlar ve zorunlu göçler Türklerin büyük bir travma ve mağduriyet yaşamasına neden olmuştur. Bu acının Avrupalılar tarafından anlaşılamaması ve yok sayılması Türklerin mağduriyetini daha çok arttırmaktadır. Balkan savaşıyla Osmanlı İmparatorluğu Balkanları kaybedip oradan çekilince milyonlarca Türk yurtlarını terk edip göç etmek zorunda kalmış ve bunların büyük bölümü yollarda Bulgar ve Yunan çeteler tarafından katledilmiştir. Avrupalılar tarafından göz ardı edilen, hiç söz edilmeyen bu travmaların yarattığı mağduriyet duygusu ve bunun izleri günümüzde devam etmektedir. Parçalanarak dağılan ve küçülen Osmanlı İmparatorluğu’nun kötü sonu, son yıllarda yaşanan Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanacağı kaygılarının depreşmesinde önemli bir oynamaktadır. Kimilerince Sevr paranoyası olarak adlandırılan durum aslında bir paranoya değil geçmişte tarihte yaşanan mağdurluğun tekrar yaşanacağı endişesi ile ilgilidir. Mağdur ile mağdur eden arasındaki en önemli ve aşılması gereken duygu güven duygusudur. 

Türklerin Hıristiyan Batı tarafından geçmişte ve AB üyelik müzakere sürecinde yaşadığı mağdurluk, onlara duyulan güveni sarsmıştır. Bu güven sarsıntısı Avrupa’nın ve diğer ülkelerin çifte standardı ile daha çok derinleşmektedir. 

İç Siyasette Mağdurluk: 

Günümüz Türkiye’sinde iç siyasette mağduriyet psikolojisinin kökleri Osmanlı’da yenilikçi hareketlerin başlaması, II. Meşrutiyet ve bunu izleyen İstiklal Savaşı 
döneminden başlayarak Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte süregelmiştir. İstiklal Savaşı döneminde Kuva-i Milliye’ye karşı güçlerin yenilgisi sonucu yaşadıkları kayıp ve travma ile ilgili mağdurluk ve buna bağlı yasın çözümlenememesi, Cumhuriyet’in ardarda gelen devrimleri ile daha çok gelişmiş ve bu grup kendini farklı ve dışarıda hissetmiştir. Kuşkusuz bu algının devam etmesinde Cumhuriyet’in ilk döneminden sonra gelen yönetimlerin affedici, bağışlayıcı ve kucaklayıcı tavırlar sergilememesi rol oynamış olabilir. 
Bu durum ile ilgili yine Sevr’i gerçekleştiremeyen dış güçlerin rolünü hiçbir zaman bir tarafa bırakamayız. 

Bu güçler özellikle dini ön plana çıkararak bu konuda mağdurluğu abartarak gündemde tutmuşlardır. 

Mağdurluk, din dışında bazı etnik gruplar ve radikal ideoloji savunucuları tarafından iç siyasette kullanılmaktadır. Marksist Leninist ideoloji ile başlayan Apocular daha sonra etnik milliyetçi söylemlerle mağduriyeti ön plana çıkarmışlardır. 

1960 İhtilali, 1971 Muhtırası ve 1980 İhtilali de Türkiye’de mağdur kesimler doğurmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yıllarca devam eden olağanüstü 
hal yönetimi de kendilerini mağdurluk psikolojisi ile bütünleştiren grupların mağdurluğunu pekiştirmiştir. Hatta günümüzde de bu mağdurluğun sürmesi için, özellikle terör örgütünün bölgedeki devlet güçlerini bilerek tahrik ettiğini ve sansasyon yaratıcı eylemlere kalkıştığını söyleyebiliriz. Böylece mağdurluk devam edecek ve uğruna savaşacakları motivasyonları da sürmüş olacaktır. 

Türk toplumunda travma yaşamamış bir kesim hemen hemen yoktur. Sağcısı, solcusu, Türkü, Kürdü, Alevisi ve Ermenisi her kesimde çeşitli travmatik yaşantı 
öyküleri vardır. 

Travma yaşamış insanlar mağdurluk duygusu içinde olurlar ve bu duygu onların kimliklerinin temel taşlarından birisini oluşturur. Yaşanan travma ve mağdurluk 
efsaneleştirilerek nesilden nesile geçirilir. 

Ülke içi siyaset, mağduriyet temeline oturtulduğunda toplumsal bütünlük ve birliktelik kaybolabilir. Bunun sonucunda bölünme kaçınılmaz olur. Çünkü mağdur varsa, “mağdur eden kötüler vardır eziyet gören varsa eziyet eden vardır.”anlamı çıkar. 

Mağduriyet içinde olanlar bir taraftan bundan kurtulmak isterken bir yandan empati kuramadıkları için kendilerinin bu tutumlarıyla öteki olarak gördüklerini 
mağdur ettiklerinin farkına varamazlar. Çünkü kendilerini sürekli haklı görürler. 

Bunun sonucudur ki karşı taraf mağdur olmamak için mücadele etmeye başlar ve kendini tehdit altında hisseder. 

Türkiye’de artık herkesin mağdurluk psikolojisini bir kenara bırakıp birbirini anlaması ve barışması gerekir. Bunun aksi ülkede bölünmüşlüğü daha çok arttıracak ve çıkmaz bir sokakta herkesin o tuzağa düşmesine yol açacaktır. 

Sonuç 

Mağduriyet hem bireyin, hem de büyük grupların hayatında onların tutum ve davranışlarını, verecekleri kararları, dolayısıyla ilişkilerini ve geleceklerini önemli 
derecede etkileyen bir psikolojik süreçtir. Bu süreç, mağduriyeti yaratan travmaların yasının yaşanması sonucu dünya gerçeklerine dönülebilir. Günlük yaşamda başkalarıyla ilişkilerimizi dünya gerçekleri ve kendi gerçeklerimiz doğrultusunda rasyonel bir şekilde yürüttüğümüzü zannederiz. Oysa rasyonel zannettiğimiz tutum ve davranışlarımızın psikolojik dünyamızdan ne kadar çok etkilendiğinin farkında olmayabiliriz. Duygusal iç dünyamız ilişkilerimizin tümünde etkin bir role sahiptir. Duygusal iç dünyamızda yaşadığımız travmalar belirleyici bir rol oynar. Bu travmalar ve sonucunda gelişen mağduriyetler ilişkilerimize yön verirler. 

Büyük gruplar da değişik travmalar yaşarlar. Büyük gruplara özellikle öteki gruplar tarafından yaşatılan travmalar kabul edilemez boyutlarda grubun kendilik değeri ve saygısını zedelemişse bu travmanın kabul edilmesi ve hazmedilmesi bazen mümkün olmayabilir. Bu durumda yaşanan travmanın ve kaybın yasını tutmak çok zor olabilir. Bunun sonucunda travma yaşayan grup sürekli olarak bu travmayı günlük hayatının içinde tutar ve bu travmayla uğraşıp didinir (preoccupied). Artık bu grup mağdur kimliğini yaşadığı travmayla bütünleştirerek yaşamını devam ettirirken bu mağduriyetin nesilden nesile aktarıldığını görebiliriz. Bu mağduriyetin yarattığı huzursuzluk ve sıkıntının üstesinden gelebilmek amacıyla bazen kendilerini de mağdur edenlerin kimliğiyle özdeşleştirip zulmetmeye başlayabilirler. 
Bu nedenle mağduriyete bağlı geliştirilen karşıt saldırganlıkların önüne geçebilmek için mağdurun acısıyla empati yapıp acıyı paylaşmak ve en azından yas tutabilmesine yardımcı olmak önemli bir adım oluşturabilir. 

KAYNAKÇA 

“Başbakan Erdoğan Konuştu”, Sabah, 
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/04/29/basbakan-erdogan-konusuyor,   29 Nisan 2012, Erişim tarihi: 10 Mayıs 2012. 

“Euro Group President Blames Otoman Heritage for Grek Crisis”, Hürriyet Daily 
News, 28 Mayıs 2012, 
http://www.hurriyetdailynews.com/euro-group-president-blames-ottoman-heritage-for-greek-crisis.aspx?pageID=238&nID=21783&NewsCatID=338,  Erişim tarihi: 1 Haziran 2012. 

Son Nefesime Kadar Gurur Duyacağım”, DHA, 
http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?tarih=17.02.2012&Newsid=127223&Categoryid=3, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012. 
“Upheavel in the East: Yugoslavia, Albanian-Serb Tension Touches all in Kosovo”, The New York Times, 15 Şubat 1990, 
http://www.nytimes.com/1990/02/15/world/upheaval-in-the-east-yugoslavia

Abdülkadir ÇEVİK albanian-serb-tension-touches-all-in-kosovo.html?pagewanted=all&src=pm,  Erişim tarihi: 27 Mayıs 2012. 
Çevik, Abdülkadir, Ceyhun, Birsen. (1995). Politik Psikoloji Serisi, Ankara, Medikomat Yayınevi, ss. 22-26. 
Çevik, Abdülkadir. (2009). Politik Psikoloji, Ankara, Dost Yayınları, ss. 60-63. 
Çevik-Ersaydı, Bahar Senem (2011). “Politik Psikoloji Bağlamında Diaspora Kimliğinin Siyasallaştırılması”, Gazi Üniversitesi, Yayımlanmamış doktora tezi. 
Erdoğan 6. İmam Hatip Kurultayı’nda Konuştu, Samanyolu Haber, 5 Aralık 2010, 
http://www.samanyoluhaber.com/politika/Erdogan-Son-nefesimi-verene-kadar/476816/ 
Hartmann, H., (1958). Ego Psychology and the Problem of Adaptation, New York, International Universities Press. 
Knutson, Jeanne. (1984).“Toward a United States Policy on Terrorism”, Political Psychology, Vol 5, No 2, ss. 287-294. 
Krigman, George. “ “Entitlement Attitudes: Psychological and Therapeutic Implications”, 
Vamık D. Volkan ve Terry C. Rodgers (Eds.), Attitudes of Entitlement: Theoretical and Clinical Issues, içinde, Charlottesville, University of 
Virginia Press, ss. 1-21. 
Mack, John E. (1990). “The Psychodynamics of Victimization among National Groups in Conflict”, The Psychodynamics of International Relationships Vol 
I., V.D. Volkan, J.V. Montville, D.A. Julius(Eds.), ss. 119-129. Massachusetts, Lexington Books. 
Moses, Rafael. (1990). “On Dehumanizing the Enemy”, Vamık D. Volkan, Demetrios A. Julius, Joseph V. Montville, The Psychodynamics of International 
Relations Vol I, Massachusetts: Lexington Books, ss. 112-113. 
Onat, Hasan. (2008). “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Ortadoğu, Cilt 2, Sayı 1, ss. 1-9. 
Post, Jerrold M. (2004). Leaders and Their Followers in a Dangerous World, New York, Cornell University Press, s.109. 
The Serbs Show Their Knack For Defeat, The New York Times, 
http://www.nytimes.com/1995/08/12/opinion/the-serbs-show-their-knack-for-defeat.html,    12 Ağustos 1995, 
Volkan, Vamık D. (1985). “The Need to Have Enemies and Allies: A Developmental Approach”, Political Psychology, 2, ss. 219-247 
Volkan, Vamık D. (1996). “Bosnia-Herzegovina: Ancient Fuel of a Modern Inferno”, Mind and Human Interaction, No 7, ss. 110-127. 
Volkan, Vamık D.(1988). The Need to Have Enemies and Allies, New Jersey, Aronson Press. 
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994). Turks and Greeks: Neighbours in Conflict, London, Eothen Press, ss. 141-143. 
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994).Turks and Greeks: Neighbours in Conflict, Cambridge, Eothen Press. 
Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (2011). Atatürk Anatürk, İstanbul, Alfa, s.35-39 


DİPNOTLAR;

1 Hartmann, H., (1958). Ego Psychology and the Problem of Adaptation, New York, International Universities Press. 
2 Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (2011). Atatürk Anatürk, İstanbul, Alfa, s.35-39; Post, Jerrold M. (2004). Leaders and Their Followers in a Dangerous World, New York, Cornell University Press, s.109. 
3 Erdoğan 6. İmam Hatip Kurultayı’nda Konuştu, Samanyolu Haber, 5 Aralık 2010, 
http://www.samanyoluhaber.com/politika/Erdogan-Son-nefesimi-verene-kadar/476816/, “Son Nefesime Kadar Gurur Duyacağım”, DHA, 
http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?tarih=17.02.2012&Newsid=127223&Categoryid=3, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012. 
4 “Başbakan Erdoğan Konuştu”, Sabah, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/04/29/basbakan-erdogan-konusuyor, 29 Nisan 2012, erişim tarihi: 10 Mayıs 2012. 
5 Bu durum “hak görme ideolojisi” şeklinde açıklanabilir. Bkz. George Kriegman, “ “Entitlement Attitudes: Psychological and Therapeutic Implications”, 
Vamık D. Volkan ve Terry C. Rodgers (Eds.), Attitudes of Entitlement: Theoretical and Clinical Issues, içinde, Charlottesville, University of Virginia Press, ss. 1-21. 
6 Çevik, Abdülkadir, Ceyhun, Birsen. (1995). Politik Psikoloji Serisi, Ankara, Medikomat Yayınevi, ss. 22-26. 
7 Volkan, Vamık D. (1985). “The Need to Have Enemies and Allies: A Developmental Approach”, Political Psychology, 2, ss. 
219-247; Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994).Turks and Greeks:Neighbours in Conflict, Cambridge, Eothen Press. 
8 The Serbs Show Their Knack For Defeat, The New York Times, 
http://www.nytimes.com/1995/08/12/opinion/the-serbsshow-their-knack-for-defeat.html,  12 Ağustos 1995, “Upheavel in the East: Yugoslavia, Albanian-Serb 
Tension Touches all in Kosovo”, The New York Times, 15 Şubat 1990, 
http://www.nytimes.com/1990/02/15/world/upheaval-in-the-eastyugoslavia-albanian-serb-tension-touches-all-in-kosovo.html?pagewanted=all&src=pm,  
Erişim tarihi: 27 Mayıs 2012. 
9 Volkan, Vamık D. (1996). “Bosnia-Herzegovina: Ancient Fuel of a Modern Inferno”, Mind and Human Interaction, No 7, ss. 110-127. 
10 Mack, John E. (1990). “The Psychodynamics of Victimization among National Groups in Conflict”, The Psychodynamics of International Relationships 
Vol I., V.D. Volkan, J.V. Montville, D.A. Julius(Eds.), ss. 119-129. Massachusetts, Lexington Books. 
11 Knutson, Jeanne. (1984).“Toward a United States Policy on Terrorism”, Political Psychology, Vol 5, No 2, ss. 287-294. 
12 Onat, Hasan. (2008). “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Ortadoğu, Cilt 2, Sayı 1, ss. 1-9. 
13 Volkan, Vamık D., Itzkowitz, Norman. (1994). Turks and Greeks: Neighbours in Conflict, London, Eothen Press, ss. 141-143. 
14 Moses, Rafael. (1990). “On Dehumanizing the Enemy”, Vamık D. Volkan, Demetrios A. Julius, Joseph V. Montville, The 
    Psychodynamics of International Relations Vol I, Massachusetts: Lexington Books, ss. 112-113. 
15 Çevik, Abdülkadir. (2009). Politik Psikoloji, Ankara, Dost Yayınları, ss. 60-63. 
16 “Euro Group President Blames Otoman Heritage for Grek Crisis”, Hürriyet Daily News, 28 Mayıs 2012, 
http://www.hurriyetdailynews.com/euro-group-president-blames-ottoman-heritage-for-greek-crisis.aspx?pageID=238&nID=21783&NewsCatID=338,  Erişim tarihi: 1 Haziran 2012. 
17 Bkz. Volkan, Vamık D.(1988). The Need to Have Enemies and Allies, New Jersey, Aronson Press. 
18 Çevik-Ersaydı, Bahar Senem (2011). “Politik Psikoloji Bağlamında Diaspora Kimliğinin Siyasallaştırılması”, Gazi Üniversitesi, Yayımlanmamış doktora tezi. 


21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Sayı: 2 / Aralık-Ocak-Şubat ‘12-’13 
 Sayı: 2 /Aralık-Ocak-Şubat ‘12-13 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler 

 ***

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 2

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 2



Tarihsel Düşmanlık.,


Tarihsel düşmanlıkta iki temel unsur vardır. Ebeveynlerin nesilden nesile aktardığı duygusal unsur ve bireysel öykü unsuru bireyin ve toplumun bilinç dışında iç içe geçmiştir. Bunun temelinde seçilmiş travmalar vardır. Çözümlenmeyen travma sonraki kuşaklara aktarılarak çözüm gelecek kuşaklara devredilir. Travmanın tasarımları çözümlenmeden aktarıldıkça, gerçeklikle olan bağlantısını kaybetmeye başlar. 

Tarihi düşmanlık geçmiş tarihsel olayların duygusal etkileriyle birlikte bireyinbilinç dışında oluşan içsel tasarımlar olarak tanımlanır. Örneğin İstanbul’un fethedilmesi tarihi bir olaydır. Ancak bu tarihi olayın duygusal boyutu yaşanan büyük kayba bağlı Yunanlılarda yas ve bunun hazmedilememesi sonucu Türklere duyulan öfke ve düşmanlık duygularıdır. Bu duygular kendilerini Bizans’ın kalıntısı olarak gören Yunanlıların bilinçdışındaki içsel tasarımlarıdır.7 Tarihi düşmanlıklar insanların grup oluşumunda çok özel bir işlev görür. Tarihi düşmanlıklar bize ait olan ile olmayan grubu tanıyıp belirlememize yardımcı olur. Bir başka deyişle “düşman” ya da “öteki” sayesinde “biz” duygusu güçlenerek gelişmektedir. Herkes kendi grubunu daha akıllı, zeki, nazik, becerikli, çekici ve hep daha iyi görür. Diğer grup ise hep olumsuz algılanır. Bütün bu değer yargılarının kaynağı tarihi düşmanlıklarda, düşmanlığın nasıl toplumda işlendiği, yeniden inşa edildiği ve algılandığında görülür. 

Grup liderleri grubun bütünlüğünü güçlendirmek istediğinde bu tarihi düşmanlıkları yeniden canlandırarak harekete geçirir. Bunun en tipik örneğini 1988 yılında Slobodan Miloseviç eski Yugoslavya’da sergilemiştir. Bu dönemde Miloseviç henüz devlet görevlisi bir komünist bürokrat iken nüfusun çoğunluğu Arnavut Müslüman olan Kosova’ya gider. Orada küçük bir azınlık olan Sırplar’ın sorunlarını dinler. Gece yarısına kadar dertlerini dinledikten sonra Osmanlı’nın 1389 yılındaki Kosova Meydan Savaşı’nın tarihsel acısını sanki yeni olmuş bir olay gibi anımsatırcasına Sırplar’ın bu zulümden kurtarılacağını ifade eder. Alınan bir kararla 599 yıl önce savaşta ölen Sırp Prens Lazarus’un sözde kemikleri mezardan çıkarılıp bir tabuta konur ve bir yıl süreyle Kosova Savaşı’nın yenilgisinin intikamını almak üzere Yugoslavya’daki Sırp köylerinde bu tabut dolaştırılır. Kosova Savaşı’nın altıyüzüncü anma yılı olan 1989’da Yugoslavya iç savaşı patlamıştır.8 

Burada Vamık Volkan’ın belirttiği gibi Miloseviç’in kişisel travmaları ve mağdurluğunun Sırpların travmalarıyla özdeşleştirerek toplumsal mağduriyetin abartılı olarak yaşanmasına liderlik ettiği görülmektedir.9 Bu örnekte görüldüğü gibi grup lideri tarihi bir acıya dayanan düşmanlığı canlandırıp tetikleyerek büyük bir iç savaş ve katliamlara neden olmuştur. Kendilerini mağdur edilmiş olarak algılayan Sırplar, liderlerinin etkisiyle mağdur eden bir duruma girmişlerdir. 


Mağduriyet 

İçten gelen ruhsal bir durum olarak mağduriyet tanımlaması belki de en zor olan kavramdır. Çünkü bu durum davranışlarla kendini görünür biçimde ortaya 
koymaktadır. Mağduriyet dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlendirilmesidir. Keza mağduriyet veya mağdurluk çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir. 

Mağduriyetteki kurban etme olayı muhtemelen insanlık tarihinin çok ilkel köklerinden kaynaklanmaktadır. Kurban etme ritüelleri insanlık kabileler halinde 
yaşamaya başladığından beri vardır. Bu ritüeller sayesinde insanlar rahatlar sakinleşir ve hatta Tanrıyla bir temas halinde olma ve bütünleşme hissini yaşarlar Tanrıya yakın olurlar. Bunun sonucunda mağduriyet ilkel kabilelerde kolektif suçluluk yoluyla kolektif kaynaşmayı (kohezyonu) temsil eden bir ritüel olur. Böylece mağduriyet ve buna bağlı olarak gelişen ritüeller aşırı rahatsız edici suçluluk duygularına karşı bir savunma süreci haline gelir.10 

Mağduriyet, günah keçisi olma düzeyinden çok ağır fiziksel şiddete varan tarzda bir eylem yelpazesi içinde ortaya çıkabilir. Böylece mağduriyet psikolojik ya da fiziksel saldırganlık sonucu veyahut her iki biçimde olabilir. Mağduriyette dış çevresel gerçekler psikolojik yaşamın biçimlenmesinde önemli rol oynar. Çevre 
gerçekleri ile içsel psikolojik gerçekler sürekli bir etkileşim halindedir. İstismar ve ihmal sonucu işkence duyguları içinde olduğunu yaşayan çocuklar kendilerine bu duyguları yaşatanlarla özdeşim yaparlar. Kendileri de büyüdüklerinde aynı şeyleri başkalarına uygularlar. Mağduriyet psikolojisi içindeki kişiler ayrıca dış gerçekliği kendi içsel süreçlerine göre düzenlemek için ya dış gerçeklikleri çarpıtarak yaşantılarlar ya da kendi iç süreçlerine uygun bir dış dünyada yaşamayı seçerler. Böylece sürekli olarak “örseleyenin” olduğu bir dünyada sıkışıp kalırlar. 

Jeanne Knutson 1989’da şöyle demiştir: “Mağduriyet terörün içinde doğar, nadiren bazı kritik politik olaylarla oluşur. Bu patlayıcı duygular ve inançların bir 
karışımıdır.”11 

Şiddet ve terörizmi yaratan ve uzun süre devamını sağlayan ortam ve sebepler nedir? Gruplar neden kavga etmek gerektiğini hissederler? 

Bireyler yaşamlarının ölümcül bir biçimde tehdit edildiğini ve bunun yalnızca bir iki kez değil sürekli olarak yaşandığını ve gelecekte de yaşanacağına inanıyorlarsa kavga ederler. Bu inanç mutlaka onlara bir şey yapılmış olduğundan kaynaklanmayabilir. Belki de kendilerinin belli bir etnik grubun içinde doğmuş olmasının talihsizlik duygusu içinde oldukları için de böyle düşünürler. Böyle bir grup onlara böyle bir kimlikvermektedir. Örneğin şu anda yaşamakta olan Yunanlılar 1453’te İstanbul’un kaybedildiğini yaşamamışlardır. Ancak onların atalarının yaşamış olduğu acılar ve buna bağlı mağduriyet efsaneleştirilerek, nesilden nesile aktarılarak devam ettirilmiş ve sanki halen acı yaşanıyor duygusu gelişmiştir. Burada zaman çökmesi denen bir psikolojik kavram söz konusudur. Yüzlerce hatta bazen binlerce yıl önce yaşanan 
bir travma ve acı sanki şimdi olmuş gibi bir duygu ile yaşanabilmektedir. Benzer yaşantıyı Şii Müslümanların yüzyıllar önce Hz Ali’nin öldürülmesi sonucu 
yaşanmış olan acıyı, her yıl ritüellerle tekrar etmelerinde görebiliriz.12 Keza aşiret hayatı yaşayan bazı topluluklarda yüzlerce yıl devam eden kan davaları da yaşanmış mağduriyetlerin bir sonucudur. Ermeni diasporası atalarının yaşadığı travma ve mağduriyeti kendileri yaşamış gibi canlı tutmakta ve önemli bir kimlik iddiası olarak sürdürmektedir. Kimlik üzerinden yaşanan acılar ve mağduriyetler o toplumun tümüne kolaylıkla yayılır. Kimliğe yönelik olmayan diğer acılar ve mağduriyetlerde olduğu gibi ateş yalnız düştüğü yeri yakmaz. 

Mağdurluk Psikolojisi 

Mağdurluk bireysel ve kollektif etnik aklın bir durumudur. 

Mağdurluk, bir grup içinde üyelerin kendilik değerleri bireysel güvenlik duygularını oluşturan geleneksel yapıları, dıştakiler yani diğer grup tarafından agresif ya da politik şiddetle tahrip edildiğinde gelişir. 

Mağdurlukta en az üç unsurdan söz etmek gerekir. Bunlar: 

1. Kişisel yaşantıdan kaynaklanan (Fiziksel veya Psikolojik Şiddet) . 
2. Mağdur bireyin ya da mağdur grubun hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir şiddete maruz kalma durumu, burada kurban olan kişi hukuk ve insan 
haklarının ihlal edildiğini bilir. Yine mağdur olan şunu da bilir ki insanların çoğu kendisinin böyle bir muameleyi hak etmediğinin farkındadır. 
3. Karşıt grubun sürekli tehdidi altında olan mağdurlar kendi içlerinde yok olma tehlikesini yaşarlar. 

Mağdurların benliğinde yer etmiş onların tahrip olan yaşamının anlamı ve güvenliğindeki ilkel inançlarını tamir edecek herhangi bir psişik mekanizma ya da bir dış olayın olmaması kendi içlerinde oluşan öfkenin kaynağını oluşturur. Bu nedenle kişi hiçbir zaman kendi mağdur kimliğini silemez. Mağdur kendisine yapılan ilk saldırıdan sonra hep tetiktedir. Zaman içinde durum değişse ve tehdit durumu azalsa bile mağdurun korkusu eski şiddetini yitirmekle birlikte yine de 
devam eder. Çünkü bireyin kişisel güvenliğiyle veya yaşamını devam ettirmesi ile ilgili ilkel temel inanç ve güven sarsılmış ve yıkılmıştır. Mağdur aynı anda hem geçmiş için yas tutar hem de gelecek için korkar. Temelde gelecek kaygısı oldukça yoğundur. Mağdur olan grup kendi acısının kaybının yasını tutamadığı gibi karşısındaki grubun yaralanmalarıyla ilgili olarak da yas tutma kapasitesinden yoksundur. 

Bunun sonucu olarak mağdurlar diğer mağdurları mütemadiyen tekrarlayan bir döngü içinde nesilden nesile geçecek şekilde öldürüp durmaktadırlar. Örneğin İsrail’in Gazze’den fırlatılan roketlere gösterdiği aşırı duyarlılıkta aynı acıyı tekrar yaşamak istememesi ile ilgili psikolojinin rol oynadığını söyleyebiliriz. 

“Never again” ifadesi bunun özeti sayılabilir. Burada pasif olanın daha kolaylıkla kurban olarak seçileceğine ilişkin içsel duygusal algı ve bilgi etkilidir. Politik 
şiddetin doğuşundaki inanç şudur: Bireyin ya da grubun sürekli kendini savunması gelecekte benliğe bir başka deyişle kimliğe yönelik saldırı tehditlerini engellemeyi amaçlar. 

Bireysel mağdurluk ve bu psikolojik temel üzerine gelişen terörizm, genelde o mağdurluğa neden olan bir şiddet ya da travma sonucunda ortaya çıkar. Bireylerin yaşadığı bu tür şiddet hareketleri kişisel güvenlik duygusunun kaybına neden olmaktadır. 

Birey daha ileride ortaya çıkabilecek şiddeti önlemek için sürekli bir savunma gereksinimi duyar. Bireyde işleyen bu süreç bilinçdışıdır. Güvenlik 
duygusunun kaybına ya da zedenlenmesine bağlı olarak bireyler, kendileri için güvenli sığınaklar arayabilir veya onları mağdur edenleri cezalandıracak ve mağdur edecek örgütlere ve yapılanmalara katılabilirler. İsrail’in Filistinlileri yerlerinden yurtlarından çıkararak mülteci durumuna getirmesi, Filistinlilerin büyük trajedisi olmuştur. Filistinliler bu mağduriyete karşı şiddetle karşılık veren örgütlenmeler oluşturdular. Onların terörist olarak görülmesi dahi çok travmatik olabilir. Bir çok terörist yaşadığı bir mağduriyet sonucu, örneğin gözaltına alındığında şiddete maruz kalma, işkence görme ya da sözel tacize uğrama sonucu kendisi de şiddete başvurmaya karar vermiştir. Artık mazlum birey zulmeden birey olmuştur. Nitekim Hitler’in katliamıyla mazlum olan Yahudiler şimdi Filistinlileri mazlum duruma getirirken kendileri zulmeden konumuna gelmiştir. Teröristin diğer bir etnik ya da ideolojik grubu öç alınacak nesneler olarak seçmesinde grup özdeşiminin baskısı (seçilmiş zaferler ve travmaları yaşama), tarihsel süreçler (etnik veya ulusal çadırın sonlanması gibi) rol oynamaktadır. Bazı durumlarda ise mağdur edilecek kişiyi ve kurbanı seçmede geçmiş yaşantılarının etkisiyle teröristin kişisel tercihleriön plana geçmektedir. Örneğin kendi babası ya da ailesiyle travmatik yaşantısı olan bir kimse babasıyla savaşmak yerine grupta düşman ile savaşmayı yeğler. Bazı kimseler için güvenilir insan ilişkileri tahrip olmuştur. 

Kronik olarak mağdur edilen kişi ya bir çeşit donmuş pasivite veya duygusuz pasivite durumuna çekilir Kıbrıslı Türklerde olduğu gibi- ya da başka bir regressif ve ilkel davranış biçimleri geliştirir. Bu nedenle teröristler dehumanizasyonun etkisiyle cinayetlerini çok vahşice gerçekleştirebilmektedir. Kıbrısta 1960’lı yıllarda Türklerin Rumlar tarafından katledilmeleri, evlerinden sürülüp kapalı bölgelerde (enclave) yaşamak zorunda bırakılmaları büyük bir travma ve mağduriyet oluşturmuştur. Kıbrıs Türk halkı o dönemde kafeslerde muhabbet kuşu yetiştirerek acılarını dindirmeye çalışmıştır.13 

Mağduriyet ve Dehumanizasyon 

Dehumanizasyon içsel bir psikolojik süreç olarak bir grubun üyelerinin diğer grubun üyelerini insandan aşağıda hatta insan türü dışında bir yaratık olarak görmek olarak tanımlanır. Bu zihinsel mekanizma, düşmanımızı bir vahşi yaratık, canavar olarak görmemizi sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Karşı tarafın 
insanlığı benimsenmez, kabul edilmez ve stereotipik olarak diğerleri ürkütücü, rahatsız edici bir makine veya değersiz insanlık dışı bir ürün olarak görülür. Mağdur kişi veya gruplar onları mağdur edenleri insanlıktan çıkararak her çeşit şiddeti uygular hale gelirler. Dehumanizasyon yaşanan mağduriyetin üstesinden gelebilmenin farklı bir boyutu sayılabilir. Dehumanizasyon sonucunda kişiler bir anlamda, yaptıkları eylemlerden suçluluk duymaksızın kendilerinde bir hak görme davranışı sergileyebilirler.14 

Dehumanizasyonda acı veren veya kabul edilemeyen içsel durumlara karşı bir savunma manevrası olarak kullanılır. Aşırı rahatsızlık veren tarihsel utançlar, dayanılmaz derecede yaşanan tarihsel şiddetler dehumanizasyona yol açar. Bireyler için tarihsel utançlar çocukluk dönemlerinde yaşanan travmalardır. Bunlar ihmal, istismar, sevgisizlik, şiddet, ensest ve tecavüz gibi durumlardır. Bu travmalar sonucu bireysel mağdurluklar oluşur. 

Toplumlar için tarihsel utanç yaratan travmalar savaşlardaki yenilgiler, işgaller, tecavüzler, işkenceler, zorunlu göçler, terörist saldırılar, adaletsizlikler, aşağılanmalar gibi durumlar olup bunlar toplumda ağır ve unutulmaz mağdurluklara neden olurlar. Bütün bu tarihsel travmalar sonucunda toplum kendini aşağılanmış ve insanlık dışına itilmiş olarak algılayabilir. Bu şekilde aşağılanma, horlanma, değersizlik ve insanlık dışı olma duygularına dayanmak çok güçtür. Bu olumsuz acı veren duygulardan kurtulmak için dışlaştırma ve yansıtma mekanizmaları kulla-nılarak rahatlamaya çalışılır. Bunun sonucunda bu duygular başkaları yani ötekiolarak algılanan topluluklara mal edilir. Örneğin Hristiyan Avrupa ülkelerinde Müslüman Türklere karşı yaşanan öfke, öç alma, aşağılama, insanlık dışı yaratık ve daha aşağı görme duyguları ve yerleşmiş ön yargıların kökeninde Müslüman Türkler tarafından onlara karşı yapılan savaşlar ve ülkelerinin Osmanlı egemenliğine girmesine bağlı yaşanan utanç duyguları ve mağdur edilmiş oldukları duygularıyla bağlantılı tarihsel düşmanlık ve Türkleri insanlık dışı görme anlayışı yatmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’ya iş göçü nedeniyle giden Türkler, Hıristiyan Avrupalıların bilinçdışında yerleşmiş olan olumsuz Müslüman Osmanlı-Türk imajının yeniden canlanmasına ve Türklere yönelik olumsuzluk ifade eden söylemlerin tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur. Onların bu tavırları ve ön yargıları ise Türklerde mağduriyet yaratmaktadır.15 

Özellikle son birkaç yıldır Avrupa’da yaşayan ekonomik krizin faturası göçmen karşıtı söylemler geliştiren sağ ve sol partilerin politik stratejilerinde ön sırada yer almıştır. Hatta Lüksemburg Başbakanı Yunanistan’daki ekonomik krizin faturasını Osmanlı’ya mal etmiştir.16 Avrupa Birliği Burada en çok Türkler hedef haline gelirken önemli mağdurlukların yaşanmasına neden olmuştur. 

Bir yerde mağdur olduğunu düşünen büyük gruplar diğer gruplara yönelik bu duyguları aracılığıyla hem öç almakta hem de kendi yaşadıkları acıyı onlara yaşatmaktadırlar. 

Bunun en tipik örneğini İsrail’de görmek mümkündür. Hitlerin katliamıyla mağdur olan Yahudiler empati kurmak yerine Filistinlilere yaşattıklarıyla 
onları mağdur duruma sokmaktadırlar. Yahudiler bu anlamda geçmişte yaşadıkları edilgen durumu tersine çevirerek, geçmiş travmalarını tekrarlayıcı bir biçimde kontrol etmeye çalışmaktadırlar. Bu durum bireysel olarak travma yaşamış bir çocuğun travmasını tekrarlayıcı olarak oyunlarla kontrol etmesine benzetilebilir. 

Grupta Mağdurluk ve Kendilik Duygusu 

Çatışma içindeki ulusal veya etnik grupların psikodinamiğini anlayıp sistematik bir organizasyon yapabilmemiz için self (kendilik) duygusunun çocuklukta nasıl 
geliştiğine bakmamız gerekir. Self (kendilik) hissi ve duygusu çocukta doğumu müteakip onun anne ve babasıyla kurduğu ilişkiyle oluşup gelişmeye başlar. Gelişim sürecinde iyi ve kötü yaşantılar aynı zamanda ancak birbirine paralel giden iki doğrultuda gelişir. Erken bebeklik döneminden itibaren hoşlanmadığımız, beğenmediğimiz tüm düşünce, his ve dürtüleri dışımızdakilere atfeder ve onları dışlarız. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 1

MAĞDURİYET PSİKOLOJİSİ VE TOPLUMSAL YANSIMALARI. BÖLÜM 1




Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları 

Abdülkadir ÇEVİK* 

* Prof. Dr. A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi; Politik Psikoloji Derneği Başkanı; A.Ü.Politik Psikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü, Amerikan Psikanalistler Cemiyeti Onursal Üyesi. 

Özet: Haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanan mağduriyet bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanabilir. Doğal afetler gibi insan eliyle oluşan travmalar neticesinde ortaya çıkan mağduriyet bireyde onarıcı veya yıkıcıözellikler gösterebilir. Özellikle liderler ve toplumlar açısından belirleyici olan mağduriyet psikolojisi ülkelerin iç ve dış siyasetine yansımaktadır. Bu makalede mağduriyet psikolojisi, mağduriyet bağlamında liderlik, Türkiye’nin mağduriyet psikolojisi ile bağlantılı iç ve dış ilişkilerine yansıyan etkenler ele alınacaktır. 

Giriş 

Mağdurluk haksızlığa uğramış olma durumu, mazlum olma olarak tanımlanmaktadır. 
Bazen kurban olma ile benzer anlamda da kullanılabilmektedir. Örneğin mağdurluk “okullar sistemin kurbanıdır” derken başka, “Mehmet terörün kurbanı oldu” derken başka bir anlam ifade etmektedir. Dünyamızda her gün yeni mağdurlar yaratılmaktadır. Mağdurluk kavramının belirsizliği nedeniyle pratik ve teorik yönden birçok güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Mağdurluk dışarıdan gelen bir tehdit ya da zarar verici bir durumun, travmanın sonucudur. Ancak dıştan gelen bu travmanın yalnızca bir defaya mı mahsus olduğunu ya da devam eden, tekrarlayan bir durum olduğunu dikkate almak gerekir. 

Mağdurluk duygusunun oluşması için bir travmanın yaşanması gerekir. Mağdurluk duygusunun oluşmasını, travmanın insanın iç dünyasında oluşturduğu etkilerdeki farklılığı dikkate alarak iki temel neden üzerinde değerlendirebiliriz. Travmalar: 

1. İnsan Eliyle ya da ihmaliyle ortaya çıkan travmalar ve buna bağlı gelişen mağdurluk 

2. Doğal Afetler sonucu (depremler, hortumlar, seller gibi) yaşanan travmalar ve bunun sonucu gelişen mağduriyet 

Doğal afetler sonucu gelişen mağduriyetlerde çaresizlik yanında Tanrının gücüne boyun eğmek ön plandadır. Bu tip mağduriyette öç alma ve intikam duygusu 
yoktur. İnsan eliyle ya da ihmaliyle oluşan mağduriyetlerde ise öfke, kin, nefret, intikam ve düşmanlık duyguları vardır. 

Mağdurluk bireysel ya da toplumsal boyutlarda yaşanabilir. Bir kişinin veya grubun bir diğer kişi veya grup psikolojisi üzerinde travma yaratması için agresyonun, şiddetin ortaya konması gerekir. Agresyon ve çatışmanın çok derin duygusal kökenleri vardır. İnsanoğlunun sağlıklı bir ruhsal ve bedensel gelişimi için “ Ortalama beklentileri karşılayacak bir çevreye” ihtiyacı vardır.1 Bu çevre öncelikle onun aile ortamıdır. Doğumdan itibaren insanoğlu iki temel dürtü ile 
dünyaya gelir. 
Bunlar agresif dürtüler ve libidinal dürtülerdir. Libidinal dürtüler insana haz veren, mutluluk veren yaşantılarla bağlantı içinde iken agresif dürtüler insanın 
engellenmeleri, hoşnutsuzluk yaratan yaşantıları ile bağlantı içindedir. Kırgınlıklar, istismarlar, şiddete maruz kalma, ilgisizlik, sevgisizlik sonucu yaşanan doyumsuzluklar travmatik etki yaratarak bireyde agresif duyguların şiddetlenmesine ve bireyin güven duygusunun sarsılmasına yol açar. 

Agresif duyguların temeli biyolojik olarak agresif dürtülere dayanır. Gelişim sürecinde yaşanan travmatik olaylar bu duyguyu şiddetlendirir ve biçimlendirir. Bu şe-kilde şiddete maruz kalarak mağdurluk yaşamış çocuk kendisini mağdur eden, ona şiddet uygulayan kişiyle özdeşim yaparak kendisinin mağdurluğunu bir an için de olsa unutabilmektedir. 
Bu kişiler başkalarını mağdur edemediklerinde içlerinde birikmiş olan öfkeyi kendilerine çevirir ve kendilerine zarar verirler. Yani kendilerini tahrip edecek davranışlar geliştirirler. 
Bazı hisler insanda çatışmayı uyarır, geliştirir yada kolaylaştırır. Örneğin kızgınlık, öfke, incinme, suçluluk, güvensizlik ve utanç duyguları çatışmayı körükler. Sahip olduğu takıntıları yönetip kontrol etme, başkalarını mağlup etme arzusu, kurban etme dürtüsü çatışma durumlarında insanın içten gelen Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları çok güçlü ruhsal motivasyon unsurlarıdır. Bir defa çatışma durumuna ulaşılınca intikam duygusu için ortaya çıkan muazzam bir ihtiras, yenilenen agresyon için çok güçlü bir katalizör işlevi görmektedir. Büyük gruplarda mağduriyet bireysel şiddetin açıklanmasından daha karmaşıktır. Burada bireyleri birbirine yaklaştıran, bağlayan ve grupla bir bütün olan ilişkiler ve davranışların dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca lider-grup ilişkisinin önemini de burada vurgulanmalıdır. Bireyin olduğu kadar liderin kişisel motivasyonu ve iradesi, travmayı ve mağdurluğu tahripkarlık, yıkıcılık ya da olayları yapıcı olarak biçimlendirmede önemli derecede rol oynar. 

Ulusların ya da etnik grupların çatışma durumlarında hangi psikodinamik özelliklerin etkin olduğunu anlayabilmek için kendilik veya ben duygusunun gelişimi başlangıç noktası olarak alınabilir. Çünkü mağduriyetin başlangıcında erken çocukluk döneminde yaşanmış olan travmaların önemi vardır. Çocukluğunda yeterince sevilmediği, ihmal edildiği, istismar edildiği, şiddete maruz kaldığı duygusunu yaşamış olan bireylerin, kendilik saygıları zedelenmiştir ve kendilerini güçsüz olarak algılarlar. Bu olumsuz duyguların üstesinden gelebilmenin bir yolu da yaşadıklarının aynısını öteki olarak gördüklerine uygulamaktır. Bu sayede içlerindeki güçsüzlük güçlülüğe dönüşebilmektedir. 

Çocukluktaki travmatik yaşantılara karşı geliştirilen narsisistik savunmalar erişkin dönemde lider olabilecek kişilerin davranışlarına ve söylemlerine yansımaktadır. 

Liderler yaşamış oldukları mağduriyetleri yapıcı veya yıkıcı tutumlargeliştirerek ortaya koyabilirler. Örneğin Hitler’in bunun yıkıcı, Atatürk’ün ise yapıcı 
örneğini oluşturduğu söylenebilir.2 Keza kendilerini geçmişte mağdur olarak algılayan bazı liderler, kendileri gibi mağdurluk yaşamış gruplarla özdeşleşip bütünleşerek mağdurluğun sinmiş ezilmiş, pasifize edilmiş duygularından kendilerinive gruplarını çıkararak kendilik değerlerini yükseltebilirler. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin 26. Başbakanı Erdoğan çocukluktan ve okul hayatından itibaren yaşamış olduğu mağdurluğu ve bu mağdurluk psikolojisinin ezik yaşama duygularından kendisini ve takipçilerini çıkarmayı başarabilmiştir. 

   Erdoğan 5 Aralık 2010 tarihinde 6. İmam Hatipliler Kurultayı’nda yaptığı konuşmada her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya ve engellemeye maruz kaldıklarını ifade ederek şunları söylemiştir. “İçeride dışarıda bize ‘cenaze yıkayıcısı’ dediler. Bize ‘taşralı köylü’ dediler. Bize ‘doktor, mühendis, avukat, kaymakam, vali, siyasetçi olamaz ve hatta muhtar bile olamazsınız.’ dediler. Allahın izniyle milletimize güvendik, umutsuzluğu yanımıza yaklaştırmadık. İmam Hatip Lisesi’nde okurken ranzaların arasında sessiz sedasız ağladığımız geceleri hatırlıyorum. Arkadaşlarımızın o hıçkırıklarını duyduğumuz geceleri hatırlıyorum. Aylarca ailesinden harçlık gelmeyen, bir dilim 
ekmekle bütün gün ayakta durmaya çalışan arkadaşlarımızı hatırlıyorum.”3 

HABERİN BASINA YANSIMASI;

05.12.2010 12:45  
Son Güncelleme: 
05.12.2010 07:00

    Başbakan Erdoğan İmam Hatipliler Kurultayı'na katıldı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: "İmam Hatip Lisesinin sıralarında okuduğumuz anlarda da sonrasında da her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya, engellemeye maruz kaldık. Aralarda öyle hocalarımız çıktı ki, içeride, dışarıda, bize 'cenaze yıkayıcısı' dediler, bize 'taşralı' dediler, 'köylü' dediler, 'zenci' dediler, bize 'siz doktor olamazsınız, mühendis olamazsınız, kaymakam, vali, siyasetçi olamazsınız' dediler, bize 'muhtar bile olamazsınız' dediler"

"Ben, bütün bu camianın, emanetin ne demek olduğunu çok iyi idrak ettiğini biliyorum. Bütün bu camianın, harama el uzatmaktan, milletin emanetine göz dikmekten nasıl sakındığını çok iyi biliyorum. İmam Hatip camiasının, yetimin hakkını korumakta, milletin tek kuruşunu kılı kırk yaran bir hassasiyetle muhafaza etmekte ne denli hassas olduğunu çok iyi biliyorum. İmam Hatip çınarının büyümesinin birilerini rahatsız etme sebebi de esasen işte budur"

" Kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Onun için 'bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam' dediler bu milletin evlatlarına. ' Yozgat'ın, Sivas'ın, Erzurum'un köylüsünün çocuğu gelip başımıza kaymakam olmasın' dediler, ' Muş'un, Bitlis'in, Bingöl'ün çocukları valilik yapmasın' dediler. Aydın'ın, Muğla'nın İzmir'in yoksul varoşlarından mühendis çıkmasın, doktor çıkmasın, avukat, hakim, savcı çıkmasın istediler"

"'Başörtüsü' deyip kızları eve hapsetmek istediler. Onlar gitsinler kapıcılık yapsınlar, onlar sadece el ayak işlerine baksınlar, onlar çay getirip çay götürsünler, onlar etkin konumlarda olmasın istediler. 'Katsayı' deyip yoksulları köylerine sıkıştırmak istediler. Bu elitistlere, bu seçkincilere, bu statükoculara karşı eğitim mücadelemizden taviz vermedik. Onların istediğini yapmadık, köylerimize, taşraya, varoşlara mahpus olmadık"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde düzenlenen 6. İmam-Hatipliler Kurultayı'na katıldı. Başbakan'ın dün akşam saatlerinde katılımının gündeme geldiği Kurultay'a bu sabah katılmayacağı bildirildi. Ancak daha sonra Başbakan'ın katılımı gerçekleşti Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) tarafından Beyoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde düzenlenen 6. İmam-Hatipliler Kurultayı'na katıldı. Başbakan'ın dün akşam saatlerinde katılımının gündeme geldiği Kurultay'a bu sabah katılmayacağı bildirildi. Ancak daha sonra Başbakan'ın katılımı gerçekleşti. Son anda katılmaya karar verdiği toplantıda konuşan Başbakan Erdoğan, "İmam Hatip Lisesi mezunu olmayı hayatım boyunca büyük bir gurur vesilesi olarak yüreğimde taşıdım. Çocuklarımın tamamının da İmam Hatip Lisesi mezunu olmasından iftihar ettim. Allah'ın izniyle, son nefesimi verinceye kadar da imam hatipli olmanın gururunu, onurunu, şerefini üzerimde taşımaya devam edeceğim" dedi.

BİZE 'CENAZE YIKAYICISI' DEDİLER

O dönemde yola çıkanların Türkiye'nin bugününe ve geleceğine ruh veren bir gençliği inşa etmeyi başardıklarını söyleyen Erdoğan, "O büyük insanların talebesi olarak, bu yapıyı öksüz bırakmadık, Anadolu'ya mahcup olmadık, bizim için dişinden tırnağından artıranlara mahcup olmadık, bize dua edenlere mahcup olmadık. Allah'ın izniyle Celalettin Hoca gibi bu işe öncülük eden büyüklerimize mahcup olmadık ve inşallah da olmayacağız. İmam Hatip Lisesinin sıralarında okuduğumuz anlarda da sonrasında da her türlü aşağılamaya, hakarete, baskıya, engellemeye maruz kaldık. Aralarda öyle hocalarımız çıktı ki içeride, dışarıda, bize 'cenaze yıkayıcısı' dediler, bize 'taşralı' dediler, 'köylü' dediler, 'zenci' dediler, bize 'siz doktor olamazsınız, mühendis olamazsınız, kaymakam, vali, siyasetçi olamazsınız' dediler, bize 'muhtar bile olamazsınız' dediler. Allah'ın izniyle millete güvendik, ülkeye inandık, umutsuzluğu yanımıza yaklaştırmadık, yılgınlığa kapılmadık ve her kademede milletin teveccühüne mazhar olduk" diye konuştu.

ELİTİSTLERE, SEÇKİNCİLERE, STATÜKOCULARA KARŞI EĞİTİM MÜCADELEMİZDEN TAVİZ VERMEDİK

Erdoğan, şunları dile getirdi: "İstanbul İmam Hatip Lisesi'nde okurken, yatılı bölüm koğuşlarında, ranzaların arasında sessiz sessiz ağlayan arkadaşlarımı gördüm. Aylarca ailesinden harçlık alamayan, bir dilim ekmekle akşama kadar ayakta durmaya çalışan arkadaşlarım vardı. Yoksulluğa pes etmedik, dışlanmışlığa 'eyvallah' demedik, aşağılayanlara prim vermedik, biz 'Anadoluyuz' dedik, biz 'Trakyayız' dedik, biz 'Türkiye'yiz' dedik ve işte bugünlere ulaştık. Ben, bütün bu camianın, emanetin ne demek olduğunu çok iyi idrak ettiğini biliyorum. Bütün bu camianın, harama el uzatmaktan, milletin emanetine göz dikmekten nasıl sakındığını çok iyi biliyorum. İmam Hatip camiasının, yetimin hakkını korumakta, milletin tek kuruşunu kılı kırk yaran bir hassasiyetle muhafaza etmekte ne denli hassas olduğunu çok iyi biliyorum. İmam Hatip çınarının büyümesinin birilerini rahatsız etme sebebi de esasen işte budur. 'Meslek lisesi öğrencileri, üniversite okumasın' dediler, 'meslek lisesi mezunları mühendis olmasın, tıp fakültelerine, siyasal bilgilere, hukuk fakültelerine gitmesin' dediler. Meslek lisesi mezunları kamuda görev almasın, idareci olmasın, kaymakam, vali, milletvekili, bakan, başbakan olmasın istediler. Çünkü, kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Onun için 'bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam' dediler bu milletin evlatlarına. 'Yozgat'ın, Sivas'ın, Erzurum'un köylüsünün çocuğu gelip başımıza kaymakam olmasın' dediler, 'Muş'un, Bitlis'in, Bingöl'ün çocukları valilik yapmasın' dediler. Aydın'ın, Muğla'nın İzmir'in yoksul varoşlarından mühendis çıkmasın, doktor çıkmasın, avukat, hakim, savcı çıkmasın istediler. Milletin emanetine, milletin hazinesine sahip çıkacak, onu büyük bir hassasiyetle koruyacak, kollayacak, gözetecek Anadolu çocuklarının yetişmesinden hazzetmediler. 'Başörtüsü' deyip kızları eve hapsetmek istediler. Onlar gitsinler kapıcılık yapsınlar, onlar sadece el ayak işlerine baksınlar, onlar çay getirip çay götürsünler, onlar etkin konumlarda olmasın istediler. 'Katsayı' deyip yoksulları köylerine sıkıştırmak istediler. Bu elitistlere, bu seçkincilere, bu statükoculara karşı eğitim mücadelemizden taviz vermedik. Onların istediğini yapmadık, köylerimize, taşraya, varoşlara mahpus olmadık."

YILLARCA 'GERİCİ' DEDİLER, YILLARCA YOBAZ YAFTASINI YAKIŞTIRDILAR

İmam hatip lisesini bitirenlerin dünyanın ve Türkiye'nin sayılı üniversitelerine gittiklerini söyleyen Başbakan Erdoğan, "Yoksul köy çocukları İstanbul'un, Ankara'nın çeşitli üniversitelerin master, doktora yaptılar. Bütün aşağılamalara, bütün hakaretlere, bütün yasaklara rağmen işte 8 yıldır Türkiye'yi büyütüyor, Türkiye'yi bölgenin en itibarlı ülkesi haline getiriyoruz. Yolsuzluğa, yoksulluğa, yasaklara karşı kararlı bir şekilde mücadele ediyor, Türkiye'yi kronik sorunlarından arındırmak için ter döküyoruz. Yıllarca 'gerici' dediler, yıllarca yobaz yaftasını yakıştırdılar, Anadolu insanını yıllarca en sakil şekilde yazdılar, çizdiler. İşte 8 yılda açtığımız 160 bin yeni derslikle, okullara gönderdiğimiz 750 bin bilgisayarla, 78 yeni üniversiteyle, bu ülkenin her bir çocuğuna sunduğumuz kaliteli eğitim imkanıyla bilime, eğitime verdiğimiz önemi tartışmasız şekilde ispat ettik. Sanal korkulara, sanal tehditlere bizi malzeme yapmak istediler. Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini başlatan biz olduk. Medeniyetler İttifakı'na öncülük eden biz olduk. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'nde elini, bedenini, yüreğini ortaya koyan biz olduk. Balkanlar'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Kabil'de, Bağdat'ta, Gazze'de, Kudüs'te hakkı söyleyen, hakkı savunan, hakkı tutup kaldıran yine biz olduk. Bizi farklı şekilde tanımlayanlar mahcup oldular ama biz tevazudan asla taviz göstermedik, kibre prim vermedik. Biz, imam hatip sıralarında kardeşliği gördük, kardeşliği yaşadık, dayanışmayı, paylaşmayı adeta hücrelerimizde hissettik. Bugün de 'kardeşlik' diyoruz, bugün de 'dayanışma' diyoruz, 'paylaşma' diyoruz, bugün de 'hak' diyoruz, 'hukuk' diyoruz, 'adalet' diyoruz" dedi. Konuşmanın ardından Erdoğan'a, ÖNDER Genel Başkanı Hüseyin Korkut tarafından derneğin 475 numaralı üyesi olduğuna ilişkin kayıt defteri örneği sunuldu.

Dilhun GENÇDAL - 
İdris TİFTİKÇİ İSTANBUL 
DHA

https://www.dha.com.tr/politika/basbakan-erdogan-imam-hatipliler-kurultayina-katildi/haber-127223

***

Erdoğan, Yoksulluğa, Dışlanmışlığa razı olmadıklarını, aşağılanmalarına prim vermediklerini ifade etmiştir. 

Erdoğan meslek lisesi öğrencileri üniversite okumasın, mühendis olmasın, tıp, siyasal bilgiler ve hukuk fakültelerine gitmesin, kamu görevlileri olmasın diye çaba sarf edildiğini ifade ederek sözlerini şöyle sürdürüyor. “Çünkü kapıcının çocuğunun okumasından rahatsız oldular. Bu milletin evlatlarına ‘göbeğini kaşıyan adam’ dediler. ‘Yozgat’ın Erzurum’un çocuğu başımıza kaymakam olmasın, vali olmasın.’ dediler. ‘Yoksul varoşlardan doktor, avukat, hakim, savcı çıkmasın.’ dediler. ‘Başörtüsü’ deyip kızları eve hapsetmek istediler. ‘Onlar sadece ev işlerine baksınlar. Onlar çay getirip götürsünler. Onlar etkin konumda olmasın.’ dediler, bütün yasaklara rağmen sekiz yıldır Türkiye’yi büyütüyor, bölgenin en itibarlı ülkesi haline getirmek için çalışıyoruz.” 

Başbakan Erdoğan 29 Nisan 2012’de Ankara AK Parti Gençlik Kolları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada mağduriyeti şöyle dile getiriyor. “Bizden öncekiler, babalarımız, dedelerimiz aynı şekilde çok büyük acılar yaşadılar. Bu ülkenin camileri keyfi gerekçelerle ibadet edilmesin diye kapatıldı. Camiler satıldı, ahıra dönüştürüldü. 

Çağdaşlaşmak, batılılaşmak adı altında örf adetlerimizi ayaklar altına aldılar. Selamünaleyküm diyenler hor görüldü. Yıllarca Müslümanlar kaba saba 
karikatürize edildiler. Muhafazakarlık, dindarlık on yıllarca köylülük olarak görüldü.”

Aslında Türk toplumunda travma yaşamamış bir grup hemen hemen yoktur. Kürtler, Aleviler, Ermeniler, zulüm gördük diyen İslamcılar, komünistler, ülkücüler ve hatta batıdan çektiklerimizi unutamayan Kemalistler bunlar arasındadır. Ancak travma yaşayan her grup bunu mağduriyete dönüştürmemek tedir. Travma yaşamış liderler travma yaşamış toplumların acısını mağduriyete dönüştürmede önemli ve etkin bir rol oynarlar. Böylece liderler takipçileri ile kendilerini bütünleştirirler. Mağduriyet psikolojisi, yaşanılan travma sonucunda “Ben o kadar mağdur ve mazlumum ki toplumun ve devletin otoritesinin bana mutlaka tatmin edici bir şey yapması lazım. Benim taleplerim bunlar ve ben bu taleplerimde yüzde yüz haklıyım” biçimindeki düşünce ve duygulara yol açar.5 Oysa gerçekte bu taleplerin tümünü yerine getirseniz bile o travmanın sonucunda oluşan mağduriyetin etkisini silemezsiniz. Travmadan doğan mağduriyeti geriye dönüp düzeltmek mümkün değildir. Geçmişte karşılaştığımız travma ruhumuzda yaşamaya devam eder. 

Toplumda herkesin kendine göre geçmişinde yaşadığı bir travma olduğu için siyasilerin kendi travmalarını toplumun travmalarıyla bütünleştirerek dile getirmeleri ve mağduriyeti ön plana çıkarmaları oldukça fazla prim kazandırmaktadır. 

Mağduriyet Psikolojisi ve Toplumsal Yansımaları., 

Travma yaşayanların tümünde mağdurluk kişiliğin temel özelliği olmayabilir.Bu kişiler siyasetçi de olsa mağdurluğu kullanmazlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel köyde doğmuş, orada çobanlık yapmış (bu nedenle çoban sülü lakabı verilmiş) kendi gayretiyle okuyup mühendis olmuş ve yıllarca başbakanlık yaptıktan sonra cumhurbaşkanı olmuştur. Yani o da Erdoğan gibi kırsaldan gelmiş biri olmasını rağmen hiçbir zaman mağduriyeti siyasette kullanmamıştır. Ona takılan Çoban Sülü lakabını gururla taşımıştır, bu lakaptan dolayı kendini horlanmış ve aşağılanmış hissetmemiş olup hayatında kaydettiği aşamalar nedeniyle gurur duymuştur. Demek ki gerçek hayatta yaşanmış olan travmalar mağduriyet oluşturmada etkili olsa da aslolan bireyin o travmayı mağduriyet oluşturacak kadar şiddetli algılamasıdır. 

Öyle anlaşılıyor ki erişkin dönemde mağduriyet ön plana çıkarılıyorsa çocukluk döneminde yaşanmış ve derinlemesine ciddi yaralar açmış travmaların çözümsüzkalması ya da o karakter yapısında çözüm bulması en önemli etkendir. Özelikle bir gruba liderlik yapanlar bu travma ve mağduriyeti abartılı bir biçimde yaşar ve gruplarına yaşatıp algılatırlar. Bu durumun tipik örneği PKK terör örgütü liderinin(Abdullah Öcalan) çocukluk döneminde yaşamış olduğu aile içindeki travmaların iç dünyasında yarattığı acıların yansıması onun örgüt liderliğinde, çözümsüz kalmış travma ve mağduriyet psikolojisini Kürt halkıyla özdeşleştirmeye çalışmasında görülebilir.6 Ancak liderlerin bazıları mağduriyet lerini çözümleme sürecinde yıkıcı ve bölücü bir tutum sergilerken başka liderler bu süreci daha yapıcı ve bütünleştirici bir söylem ve tutumla çözümlemeye çalışırlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk yapıcı bir tutum sergileyenlerdendir. Oysa Atatürk’ün liderlik sürecinde çocukluk döneminde yaşamış olduğu travmaların yarattığı mağduriyetler yukarıda açıklananların aksine yaratıcı ve yapıcı bir forma dönüştürülerek toplumu mazlum millet duygusundan çıkarmaya yönelik olmuştur. 

İnsanoğlu bebekliğinin ilk günlerinden itibaren hoşlanmadığı kişileri ya da acı veren hisler ve düşünceleri dışlaştırmaya ve kendisine bağlı değil de dış dünyaya ait şeyler gibi görmeye başlar. Bu dışlaştırma ve yansıtma eğilimleri gruplarda daha güçlüdür. Kendimizde ve grubumuzda hiç istemediğimiz, nefret ettiğimiz yönleri düşman olarak göreceğimiz veya gördüğümüz diğer gruplara mal ederiz. 

Görüldüğü gibi iç dünyamızda yaşadığımız çatışmaların birçok yönü bulunmakta dır. Aynı şekilde ulusal ve uluslararası düzeyde agresyonun, şiddetin yönetilmesinde üç temel önemli kavramdan veya unsurdan söz edilebilir: 

1. Tarihsel düşmanlık: Bu kavram bize ait olan ile olmayanı tanımlamaya yarar. 
2. İnsanlık dışı hale getirmek (Dehumanizasyon): Bu kavram ile bir grup diğer grubu insanlık dışı ve bir canavar gibi görmektedir. Dehumanizasyon aynı 
zamanda iç dünyada yaşanan acılara karşı bir savunma olarak da karşımıza çıkar. 
3. Mağduriyet: Dürtülerin kurban edilmek üzere biçimlenmesidir. Mağdurluk çok şiddetli suçluluk duygularına karşı bir savunma sürecidir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***