30 Mart 2020 Pazartesi

MİLLİ EGEMENLİK VE BİLİNÇ KAYBI.,

MİLLİ EGEMENLİK VE BİLİNÇ KAYBI.,


Bayram Ankaralı,
Çoban Ateşleri,
22.10.2004 


Gündemimizde yine AB ve Türkiye’nin evlilik çalışmaları var. Aslında konuya sürekli başka açılardan bakmaya çalışarak, kendimi farklı düşünen insanların neleri görebildiklerini anlamaya zorlayarak düşünüyorum. Sonuçta ya ben çok geri kalmış bir iradeye ve düşünce sistemine sahibim, ya da birileri (içimizdeki Danimarkalılar – bu tabiri Prof. Erol Manisalı kullanıyor ve cuk oturuyor) gerçekten konuları anlamamakta ve farklı algılamakta ısrar 
ediyorlar. 

Hala gündemi meşgul eden AB konusunda; 

“Onurlu ortaklık”, “Bizim istediğimiz biçimde ortaklık”, “Biz AB’ye katkıda bulunuruz”, “AB kurumlarında söz sahibi olursak ülkemiz için iyi şeyler yaparız”, “Biz AB’ye karşı değiliz ancak dayatmalarına karşıyız”… gibi söylemlerle vakit kaybetmeye ve göz boyamaya devam ediyor. 

Aslında belki burada yapılmak istenen şey, AB karşıtı muhalefetin yumuşak (‘light’) bir noktaya çekilerek, gerçeklerin düşündürülmemeye çalışılmasıdır. 

Türkiye’de yaptırım gücü olduğuna inandığımız bir çok kurum ve siyasi oluşum, henüz kamuoyuna konunun neresinde olduğunu net olarak anlatmış değil. Sisli perdelerde, zikzaklar çizerek dolaşıyorlar. 

Mesele son derece basit ve yalın. İki seçeneğiniz var: 

1) AB’ye girme projesini desteklersiniz, 
2) AB’ye girme projesine karşı olursunuz ve reddedersiniz. 

Bu ak ve kara gibidir. Bu gündüz ve gece gibidir. Bu hususta gri ya da alaca karanlık olma şansınız yoktur. 

AB projesini destekliyorsanız, temel alacağınız bir tek şey vardır: MİLLİ 
EGEMENLİĞİNİZ’den vazgeçmek!.. 

Hemen kenarlardan dolaşarak, “yok efendim, AB ulusal kimliklere saygılıymış, Avrupa Ülkeleri Egemenliklerini nasıl koruyorlarmış, biz Türk’üz egemenliğimiz den taviz vermeden de AB’ye gireriz..” gibi ifadeler kullanarak kıvırtmayın. 

AB üyesi bütün ülkeler; 

AB ANAYASASINI EN ÜST YASA OLARAK KABUL ETMEK ZORUNDADIR. 

KENDİ MİLLİ MEVZUATLARINI BU ANAYASAYA GÖRE DÜZENLEMEK ZORUNDADIR. 

AB ANAYASASI YAHUDİ-HRİSTİYAN DEĞERLERİ ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞ BİR 
ANAYASADIR. (Bunu şimdilerde BATI ya da EVRENSEL değerler diye yutturmaya çalışıyorlar) 

Fazla detaya girmeye dahi gerek yok. Sorulması gereken soru net ve açıktır: 

MİLLİ EGEMENLİĞİNİZİ BRÜKSEL’E DEVRETMEYE HAZIR MISINIZ? 

Bu gerçeği AKP milletvekili Köksal Toptan, TBMM’nin 26.09.2004 tarihli, 124''üncü birleşiminde yaptığı tarihi konuşmayla sağır sultanlara duyurdu. TBMM tutanaklarından aynen aktarıyorum: 

"Sayın Başkan, çok değerli Milletvekili arkadaşlarım; amacım, kesinlikle, değerli 
arkadaşım Sayın Kandoğan''la ne bir polemiğe girmek ne de bir iç siyaset malzemesi olarak bu konuşmadan birtakım şeyler çıkarıp ona cevap vermektir. 

Ama bazı konuların açıklığa kavuşturulması lazım... Değerli arkadaşlarım: AB yolunda, elbetteki egemenlik hakkımızdan yer yer fedakarlık edeceğimiz yerler, konular olacaktır. 

Bunu kabullenmemiz, bilmemiz lazım. Ortak bir Avrupa, ortak bir Avrupa Anayasası yapılıyor. Bu anayasa, bizim önümüze de, sizin önünüze de gelecek ve onaylanması istenecek. Bu anayasa onaylandıktan sonra, artık biz, Türkiye olarak o anayasanın çizdiği çerçeve içerisinde kendi iç düzenimizi dizayn etmek, ona göre uygun hale getirmek zorundayız. O nedenle "AB ne istediyse yaptık" sözünde yadırganacak hiç bir şey yoktur.” 

Aslında sayın Toptan’a teşekkür etmek lazım. Şimdiye kadar herkes kenarından 
köşesinden dolaştı, durdu. O doğrudan mevzuya girmiş. 

Bir arkadaşım, AB’nin Türkiye hakkındaki olumsuz tutumunun ancak içine girmekle ya da onun kurumlarında etkin olarak yer almakla düzeltilebileceğini savunmuştu. Ona çok şaşırarak bir örnekle cevap vermiştim: 

“BAĞIMSIZ TÜRKİYE KOMİSYONU üyesi Albert Rohan diyor ki; " Viyana'nın 3. kez kuşatıldığına üzülmek yerine, AB'nin Konstantinapol’u alacağına sevinmek gerekir " (1 Ekim 2004) 

Yani adamlar İstanbul’u topsuz – tüfeksiz geri alacaklarını söylüyorlar, bunu yapmak için her türlü taktik uygulanıyor, biz hala; “AB’ye girersek zengin oluruz, demoktratikleşiriz, kültür mozayiğimizi tanıtırız, çağdaş medeniyet seviyesine erişiriz..” palavralarıyla gün geçiriyoruz. 

Tüm bunların olacağını asla ve asla düşünmüyorum, ancak varsayalım ki oldu, o zaman tüm bu edinimleri elde edebilmek için BAĞIMSIZLIĞINIZDAN ve EGEMENLİĞİNİZDEN vaz geçecek misiniz? 

Yani Parayı veren düdüğü çalar mı diyorsunuz? 

22.10.2004 

***** 

CUMHURİYET NEDEN 29 EKİMDE İLAN EDİLDİ.,

CUMHURİYET NEDEN 29 EKİMDE İLAN EDİLDİ.,




    Cumhuriyet neden 29 Ekim de ilan edildi, bugune kadar ben de bilmiyordum sebebini. Çok anlamli bir nedeni var.

    Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, yani Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden bir 
soru vardır.
‘Acaba Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti neden 29 Ekim’de ilan etmiştir.

Neden 27 Ekim veya 1 Kasım değil?’
Çankaya Köşkünde yemek sonrası Atatürk’ün yanına gider.

“ Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüf müdür?
  Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi” der.

Bunun üzerine Atatürk şunları söyler:

“Mütarekenin İlk günlerini hatırlarsın.

Saray ve Hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti.
Saray bu Halinden memnundu.
Fakat ben bunu kabul edemezdim.
Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete 
geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve 
netice hâsıl oldu.

Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı.

Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı.
Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti?

Dört yıl.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik.

İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır?
Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür.
Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın.
Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim.

İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır.
Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”
Atatürk bir an durur, elini masanın üzerine koyar ve:
“Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…”

Fahrettin Altay

“Ama paşam bundan hiç bahsetmediniz”
Atatürk cevap verir:

“Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordunun hakkıdır”
Atatürk’ün cumhuriyet ilanı için 29 Ekim tarihini seçmesinin özel nedeni bu cümlelerden de anlaşılıyor. Atatürk 30 Ekim 1918 de imzalanan 
Mondros Mütarekesi ile her anlamda teslimiyet içine girmiş, kendi tabiri ile esarete uğramış milletinin kaç yıl bu esaret altında kaldığı sorusuna 
5 yıl cevabı vermek istemez.



O nedenle 4 yıl 364 gün sonra Cumhuriyeti ilan ederek bir ifadeyi kesinleştirmek istemiştir.
Esaretten 1 gün önce cumhuriyeti ilan ederek bir anlamda öc almak istemiştir.
Türk milleti 5 yıldır esaret altındadır demek ona çok zor geldiğinden Türk milleti 4 yıl esaret altında kalmıştır diyebilmek için 30 Ekime 1 gün kala 
Cumhuriyetin ilan edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, mağrur ve galip batılı devletlere ‘
Ben 30 Ekim’i tanımıyorum!

Sizden bir gün öndeyim. Siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız!’ demiştir.
Bilmeyenler olabilir lütfen okuduktan sonra paylaşınız ...

Niçin 29 Ekim'miş herkes öğrensin ..
Teşekkürler...

https://www.ogretmensitemiz.com/yasam/cumhuriyet-neden-29-ekim-de-ilan-edildi-bunu-benim-gibi-merak-edeniniz-h11999.html

****

29 Mart 2020 Pazar

Arap Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu İNGİLİZCE.. & TÜRKÇE

Arap Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu   İNGİLİZCE.. & TÜRKÇE


*_TÜRKÇE TERCÜMESİ GOOGLE TRANSLATE İLE AŞAGIDADIR..


Ghiyath F. Nakshbendi, Ph.D.
P O Box 608, Glen Echo, MD 20812
Tel: 240.476.3006   Fax: 301.229.4789   
E-mail: gnakshbendi@yahoo. com
__________________________________________________
Academic Teaching: 

Full Time:

2008- Present: Executive-in-Residence. Kogod School of Business, American University, Washington, D.C. (www.american.edu)

Courses: IBUS 300: Fundamental of International Business, IBUS 408: Export-Import Management , IBUS 596: Microfinance in Business Development, IBUS 705: Export-Import Management, IBUS 740: Project Finance: Developing and Transitional Economies

1975-1976: Professor of Business Administration, King Saud
University, Riyadh, Saudi Arabia. (www.ksu.edu.sa)

King Saud University is a leading Saudi university and offers almost all-major courses of study. Teaching, consulting, training and research.   Participating in two major consulting assignments performed by the College of Administrative Science (on a Hajj-pilgrimage-as a business model, and university management). Teaching, executive training and research.

Courses:  Organizational Behavior.

1970-1978: Assistant Professor, (Tenured). Montgomery College, Rockville, Maryland, USA. (www.montgomerycollege.edu)

Courses: Principles of Accounting, Introduction to Business and Economic Geography. Personal Finance (Continuing Education).

Adjunct:

2007- 2008 : Professorial Lecturer, Kogod School of Business, American University, Washington, D.C., USA. (www.american.edu)

Courses: IBUS 200: The Global Marketplace, IBUS 300: Fundamental of International Business, IBUS 596: Microfinance in Business Development, IBUS 705: Export-Import Management. 

2005-Present: Adjunct Professor, University of Maryland University College, Adelphi, MD, USA. (www.umuc.edu)

Courses: BMGT 392: Global Business Management.  BMGT 496: Business Ethics. Teaching both f2f and online

1977 Lecturer, George Mason University, Fairfax, Virginia, USA.(www.gmu.edu)
Courses: Principles of Management.

Business: 

2003-Present  President, Sangamore Group, Bethesda, Maryland. USA  
(www.sangamoregroup.com) 

Sangamore Group serves as a special representative for foreign investors seeking a cost effective and discreet means of managing corporate and personal business activities in the United States.  Through its institutional affiliates and professional associates, Sangamore Group oversees all aspects of the business venture including legal, accounting, public relations, and financial management needs. Focus on commercial real estate investment, assessment and management 

2006-Present Senior Consultant, GMD Solutions, Inc., Alexandria, Virginia.  (www.gmdsinc.com). GMD Solutions, Inc.  Provides a full range of professional marketing and consulting services to the aerospace/defense, health care and industrial sectors — domestically and internationally. 

1997-2003 Financial Advisor, Arab Fund for Economic and Social Development,  Kuwait. (www.arabfund.org)

The Arab Fund for Economic and Social Development (AFESD) is a regional Pan-Arab development finance organization with a paid-in capital and reserves of $8.1 billion and $17.8 billion in loan commitments. It provides developmental lending for infrastructure projects, offers technical and financial assistance, and in 1997, started commercial lending to projects in the private sector. 

As a financial adviser, I was responsible for assessing proposed project’s cost and profitability.  Also, preparing financial forecasts to assess the borrower’s ability to repay the loan.  Assessing the borrower’s organizational systems and procedures was part of the required due diligence.  During the said period, I have appraised a total of 19 projects with an estimated cost of $ 2.9 billion by which the Arab Fund financed $ 1 billion of their cost.  The projects were in the following sectors: electricity, water/sewerage, housing, social funds, airports and hospitals. 

1994-1997 Principal, Sangamore Group, Bethesda, Maryland. 

Sangamore Group serves as a special representative for foreign investors seeking a cost effective and discreet means of managing corporate and personal business activities in the United States.  Through its institutional affiliates and professional associates, Sangamore Group oversees all aspects of the business 
venture including legal, accounting, public relations, and financial management needs.  

1993-1994 Chief Operating Officer, Newfield Enterprises International, (NEI), Los Angeles, California.  

Acquiring properties through bankruptcies, and negotiated with banks on rescheduling of loans.  Managed the completion of a 5-star hotel in Aspen, CO, a signature golf course in Orlando and a US$30 million renovation programs for two major hotels in Washington, DC and New York City.  The total market value of the portfolio was about $800 million.

1990-1993 Vice President, Newfield Enterprises International, (NEI), Los Angeles, California. 

NEI is an asset management firm with a large real estate portfolio throughout the USA. Including 10 hotels (4 of them are 5 stars), apartment complexes, office buildings (one with 1.9 million sq. ft), land under development and a Golf course (Seralago, Orlando, FL.)

1990-1994 Financial Advisor, a Saudi Arabian Investor Group, Los Angeles, California 

Mainly investment in the USA, Egypt and Tunisia. Important real estate portfolio which is mostly in hotels, office buildings and apartment buildings. 

1985-1990 Financial Advisor, Kuwait Investment Authority, Kuwait.(www.kia.gov.kw)

Kuwait Investment Authority (KIA) is responsible for the management of the State of Kuwait investment worldwide ($85 billion under management-in 2008 it is around $250 billion-). Advisor to the Deputy Managing Director (DMD). Evaluation of investment proposals, negotiations, follow up on the performance of the portfolio, assessment of financial performance of direct investment, preparation of special studies, assessment of varied economic, financial and investment issues. 

Also, providing technical support to the DMD through his involvement as a board member of four international banks including the Central Bank of Kuwait. Member of a small operational committee to restructure 35 local companies which is partially owned by KIA.  Member of an ad-hoc operational committee to assess the viability of establishing a hotel industry to oversee all of KIA’s hotel investment worldwide which totaled 75 hotels and resorts. Training selected group of financial analysts on the financial analysis by using the personal computer (in 1985, PC was just introduced to the Gulf region). 

1983-1985 Senior Financial Analyst, Kuwait Real Estate Investment
Consortium, Kuwait. (www.kreic.com.kw)

Kuwait Real Estate Investment Consortium (KREIC) is a leading Kuwaiti consortium. Its investment is mainly in real estate in Egypt, France, Malaysia, Morocco, Syria, Tunisia, USA and Yemen. 

Advisor to the Chairman/Managing Director. Evaluating and recommending investment proposals that were submitted to the Consortium. Assessment and follow up on current investments  including group of hotels in Tunisia (Abu Nawas Chain), Morocco (Farah Chain), Egypt (Safir Chain) and Yemen, with a total of 25 hotels, commercial and residential complexes.  Also, training financial analysts and accountants within the Consortium. Representing KREIC on the board of Directors of some affiliated companies. 

In addition to the above, I also acted as: 

Director. IIG Company, London. A holding company of hotels interest in London (Churchill and Montcalm). 

Consultant. Public Institution for Social Security, Kuwait. (www.pifss.gov.kw). PIFSS manages its own funds locally and internationally.  It is the anchor investor in Kuwait. (Specifically, I managed a team from PIFSS, to update the investment accounting procedures by using the main frame computer). 

Consultant. Kuwait Investment Authority, Kuwait. 

I planned and implemented a system for assessing local listed companies to evaluate their performances.  Designing the related financial analysis models on the PC, and training personnel to run them. Also, I participated in drafting an important economic report dealing with the closed companies in Kuwait which was submitted by the Minister of Finance to the Kuwaiti House of Parliament. 

Consultant, Ministry of Finance-Ministry of Commerce/Kuwait Investment Authority, Kuwait. (www.mof.gov.kw) and (www.moci.gov.kw). Head of a team to evaluate the financial statements of Kuwaiti companies (255 companies), before approving their request to hold their annual stockholders meeting. Also, designing a model to do the analysis and training personnel to run it. 

Consultant, Kuwait Real Estate and Management Company, (Wafra Now), Kuwait. (www.kreic.com.kw). Drafted the company’s operational guidelines including its financial and administrative systems.  Modifying the personal computer system for managing the real estate portfolio and training the assistants on the real estate and financial operations. 

1977-1983 Senior Financial Analyst. Arab Fund for Economic and Social

Development, Kuwait. (www. arabfund.org).

The Arab Fund for Economic and Social Development (AFESD) is a regional Pan-Arab development finance organization with paid-in capital and reserves of $8.1 
billion and $17.8 billion in loan commitments. It provides developmental lending for infrastructure projects, offers technical and financial assistance. 
As a financial advisor, I was responsible for assessing the proposed project’s cost and its profitability.  Also, preparing financial forecasting to assess the borrower’s ability to repay the loan.  Assessing the borrower’s organizational systems and procedures was part of the required due diligence.  During the said period, I have appraised a total of 28 projects with an estimated cost of $1.3 billion by which the Arab Fund financed $ 266 million of its cost.  The projects were in the following sectors: Transport, water and sewerage, Telecommunications (inter-Arab projects in 12 countries), Electricity and Ports.

Education: 

BCS             Accounting, University of Aleppo  
MBA             Mays Business School, Texas A&M University 
Ph.D. Kogod School of Business, Business Administration, American University  

Languages: 

Arabic (Mother tongue) and English. 

Business Field Experience: 

Algeria, Bahrain, Djibouti, Egypt, England, France, Jordan, Kuwait, Mauritania, Morocco, Oman, Saudi Arabia, Somalia, Sudan, Switzerland, Syria, Tunisia, USA and Yemen.

Recent Papers Accepted at International Conferences: 

“Financing Water Projects in the GCC countries: Possible and Rewarding Alternatives”, the 8th Gulf Water Conference, Manama, Bahrain, March 3-6, 2008. 

Recent Papers delivered at International Conferences: 

“Financing Urban Water Sector in the United States of America with Possible Implementation in the Sultanate of Oman”, International Conference on Economic Incentives & Water Demand Management, Sultan Qaboos University. Oman, 18-22nd March, 2006. (A Keynote Address)

“Public-Private Partnership: Trends and Experiences GCC Perspective and Pragmatic Approach”, the 7th Gulf Water Conference, Kuwait City, Kuwait, November 19-24, 2005. 

 “Government Regulation and Incentives for Investment in the Persian Gulf:
The Case of Kuwait”, the Persian Gulf: A Region in Transition, Southern New Hampshire University, Manchester, N.H., USA, and September 23-24, 2005.

Recent Presentations Delivered: 

 “Investment in the MENA region with reference to the prevailing excess of liquidity among the oil export countries.” Southern Mediterranean University. Tunis, Tunisia. February 4, 2008.

“Free Trade Agreements”.  Centre des Jeunes Dirigents d’Entreprise- CJD. Tunis, Tunisia. February 5, 2008.

“The Impact of high raw materials price on emergent economies like Tunisia”.  Institute Arabe des Chefs d’entreprises (IACE). Tunis, Tunisia. February 5, 2008.  

“Sharia and its impact on Islamic Financing”. HEM (Ecole des Hautes Etudes de Management).  And Mohamed V University. Rabat, Morocco. February 6-7, 2008.

“Democracy and Economic Prosperity”.  ESCA (Ecole Superieure de Commerce et d’Administration). Casablanca, Morocco. February 8, 2008.

“An Aggie looks at the MENA Region, Live & Up-Close”.   Texas A&M University. College Station, Texas . November 13, 2007.  

“Water and Oil  in MENA Region-Causes of Conflict?”.  U.S. Department of State’s Foreign Service Institute. Washington, DC. April  27, 2007.

 “Water in the MENA Region: Scarcity and Challenges”. The American University of Kuwait.  Kuwait, March 14, 2007.

“Oil and Water Issues in MENA Region”.  U.S. Department of State’s Foreign Service Institute. Washington, DC, August 30, 2006.

“Impact of Globalization on MENA Region”. U.S. Department of State’s Foreign Service Institute. Washington, DC, June 28, 2006.

 “Project Appraisal”. College of Business Administration, University of Kuwait. Kuwait. March 25, 2006.

”Public-Private Partnerships: Potential and Assessment in the Sultanate of Oman”.  Oman Chamber of Commerce and Industry. Muscat, Oman. March 22, 2006.

Recent Press/Media  Interviews :

HOT 102 FM Station, “TODAY with Beverley Anderson Manley”, a live program produced by the former First Lady of Jamaica, from Kingston, Jamaica.  The 15- minute’s interview was conducted on September 24, 2009, and it focused on the G-20 Summit..

Alhurra Television (The Middle East Broadcasting Networks, Inc.” (MBN) “Free Hour”, an hour long live interview on September 24th, on the day of the G20 Summit in Pittsburgh, PA.  His role was to provide insight and analysis of the Summit and what this will mean to the Middle East and North Africa Region in terms of G20’s agenda. 
Atlantic Radio of Morocco (La Première Radio "Musique, Info, Eco" Au Maroc), at Kogod on September 15, 2009. .  The interview was focused on the global financial crisis and its impact on developing countries, the current status of the stimulus package and the recovery process.  

HOT 102 FM Station. ”TODAY with Beverley Anderson Manley”, a live program produced by the former First Lady of Jamaica, from Kingston, Jamaica on  The 15- minutes interview was conducted on July 28, 2009, and it focused on the U.S.-China Strategic and Economic Dialogue. 
Alhurra Television (The Middle East Broadcasting Networks, Inc.” (MBN), “TODAY” show in a live interview  on July 8th, 2009 , on the eve of the G8 Summit in L’Aquila, Italy.  His  role was to provide insight and analysis of what this will mean to the Middle East and North Africa Region in terms of G8 Climate talks, Iran, and the shoring-up the global economy. 
HOT 102 FM Station  “TODAY with Beverley Anderson Manley”, a live program produced by the former First Lady of Jamaica, from Kingston, Jamaica on.  The 20- minutes interview was conducted on April 1, 2009, and it focused on the G 20 meeting in London on April 2nd, 2009.  

 Alhurra Television (The Middle East Broadcasting Networks, Inc.” (MBN). on “TODAY” show, on April 1, 2009, a live program produced by, which broadcast from Dubai, UAE. On the eve of the G20 Summit in London, his  role was to provide insight and analysis of what this will mean in terms of Obama's economic stimulus plan and the effect it will have on a global scale (specifically with regards to business in the Arab World). 

Professional Memberships:

Academy of International Business. USA
American Society for Training & Development (ASTD). USA
Arab Bankers Association of North America. USA
Arab Organization for Certified Public Accountants (Honorary Member). Lebanon 
Center for Middle Eastern Studies of Canada. (Member of the Board of Trustees). Canada
The Arab Academy for Banking and Financial Sciences. (Fellow). Jordan
Water Science and Technology Association (WSTA). Bahrain

Listed:

Worldwide Directory of Finance Faculty. http://www.cob.ohio-state.edu/fin/findir/supportForm.html
Riba (noun) : Excessive interest rate
This transaction could be labeled as riba 
Submitted by: Ghiyath Nakshbendi from Maryland on Jan. 06, 2007 23:13
http://www3.merriam-webster.com/opendictionary/newword_display_alpha.php?letter=Ri
Community Involvements:
Montgomery County, MD: Committee for Ethnic Affairs (CEA) . Chair. Appointment Expires 4/2009
United States Institute of Peace: Member: Advisory Committee for the Muslim  World Initiative on “the Role of Muslim Americans in Bridging the US-Muslim Divide”
Montgomery County, MD: Language Bank, Volunteer
Montgomery County, MD: Connection Resources Bank, Volunteer
PSI-(Population Services International).YouthAIDS: Volunteer
COUNTY EXECUTIVE  ISIAH LEGGETT'S SENIOR SUMMIT, November 20, 2008. University of Maryland at Shady Grove, Rockville, Maryland 

Personal Data: 
Married with two children. 

Citizenship: 
American 
Rev. 01/10

.............................

Arap Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu.,
* TÜRKÇE ÇEVİRİSİ;


Ghiyath F. Nakshbendi, Ph.D.
P O Box 608, Glen Echo, MD 20812
Tel: 240.476.3006 Faks: 301.229.4789 E-posta: gnakshbendi @ yahoo. com
__________________________________________________

Akademik Öğretim:

Tam zamanlı:
2008- Halen: Yurt İçi Yönetici. Kogod İşletme Fakültesi, Amerikan Üniversitesi, Washington, D.C. (www.american.edu)

Dersler: IBUS 300: Uluslararası İşletmeciliğin Temelleri, IBUS 408: İhracat-İthalat Yönetimi, IBUS 596: İş Geliştirmede Mikrofinans, IBUS 705: İhracat-İthalat Yönetimi, IBUS 740: Proje Finansmanı: Gelişmekte ve Geçiş Ekonomileri

1975-1976: Misafir İşletme Profesörü, Kral Suud Üniversitesi, Riyad, Suudi Arabistan. (www.ksu.edu.sa)

Kral Saud Üniversitesi, önde gelen bir Suudi üniversitesidir ve neredeyse tüm önemli dersleri sunmaktadır. Öğretim, danışmanlık, eğitim ve araştırma. İdari Bilimler Fakültesi tarafından gerçekleştirilen iki büyük danışmanlık görevine katılmak (bir hac modeli-bir iş modeli olarak ve üniversite yönetimi). Öğretim, yönetici eğitimi ve araştırma.

Dersler: Örgütsel Davranış.

1970-1978: Yardımcı Doçent, (Tenured). Montgomery College, Rockville, Maryland, ABD. (www.montgomerycollege.edu)

Dersler: Muhasebe İlkeleri, İşletme ve Ekonomik Coğrafyaya Giriş. Kişisel Finans (Sürekli Eğitim). 

Yardımcı:
2007-2008: Profesör Öğretim Görevlisi, Kogod İşletme Fakültesi, Amerikan Üniversitesi, Washington, D.C., ABD. (www.american.edu)

Dersler: IBUS 200: Küresel Pazar, IBUS 300: Uluslararası İşletmeciliğin Temelleri, IBUS 596: İş Geliştirmede Mikrofinans, IBUS 705: İhracat-İthalat Yönetimi.

2005-Halen: 
Yardımcı Doçent, Maryland Üniversitesi Üniversite Üniversitesi, Adelphi, MD, ABD. (www.umuc.edu)

Kurslar: 
BMGT 392: Küresel İşletme Yönetimi. BMGT 496: İş Etiği. Hem f2f hem de online öğretimi 1977 Öğretim Görevlisi, George Mason Üniversitesi, Fairfax, Virginia, ABD. (www.gmu.edu) Dersler: Yönetim İlkeleri.

İş:
2003-Halen Başkan, Sangamore Group, Bethesda, Maryland. Amerika Birleşik Devletleri(www.sangamoregroup.com)

Sangamore Group, Amerika Birleşik Devletleri'nde kurumsal ve kişisel iş faaliyetlerini yönetmek için uygun maliyetli ve gizli bir yol arayan yabancı yatırımcılar için özel bir temsilci olarak hizmet vermektedir. Kurumsal bağlı kuruluşları ve profesyonel ortakları aracılığıyla Sangamore Group, iş girişiminin yasal, muhasebe, halkla ilişkiler ve finansal yönetim ihtiyaçları dahil tüm yönlerini denetler. 

Ticari gayrimenkul yatırım, değerlendirme ve yönetimine odaklanma 
2006-Halen Kıdemli Danışman, GMD Solutions, Inc., İskenderiye, Virginia.  (www.gmdsinc.com). GMD Solutions, Inc. Havacılık ve uzay, savunma, sağlık ve endüstriyel sektörlere yurtiçi ve yurtdışında çok çeşitli profesyonel pazarlama ve danışmanlık hizmetleri sunmaktadır.

1997-2003 Mali Müşavir, Arap Ekonomik ve Sosyal Fonu

Kalkınma, Kuveyt. (www.arabfund.org)

Arap Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Fonu (AFESD), ödenmiş sermayesi ve 8,1 milyar dolar ve 17,8 milyar dolar kredi taahhüdü bulunan bölgesel bir Pan-Arap kalkınma finansmanı kuruluşudur. Altyapı projeleri için gelişimsel kredi sağlar, teknik ve finansal yardım sunar ve 1997 yılında özel sektördeki projelere ticari kredi vermeye başlamıştır.

Bir finansal danışman olarak, önerilen projenin maliyetini ve karlılığını değerlendirmekten sorumluydum. Ayrıca, borçlunun krediyi geri ödeme 
kabiliyetini değerlendirmek için finansal tahminler hazırlamak. Borçlunun örgütsel sistemlerini ve prosedürlerini değerlendirmek, gereken özen gösterme nin bir parçasıydı. Söz konusu dönemde, tahmini 2,9 milyar dolarlık maliyeti olan toplam 19 projeyi, Arap Fonu'nun maliyetlerinin 1 milyar dolarını finanse ettiği değerlendirdim. Projeler şu sektörlerde gerçekleşti: elektrik, su / kanalizasyon, konut, sosyal fonlar, havaalanları ve hastaneler.

1994-1997 Müdür, Sangamore Grubu, Bethesda, Maryland.

Sangamore Group, kurumsal ve kişisel işleri yönetmek için uygun maliyetli ve gizli bir yol arayan yabancı yatırımcılar için özel bir temsilci olarak hizmet vermektedirABD'deki faaliyetler. Kurumsal bağlı kuruluşları ve profesyonel ortakları aracılığıyla Sangamore Group, işletmenin tüm yönlerini denetleryasal, muhasebe, halkla ilişkiler ve finansal yönetim ihtiyaçlarını içeren girişim.

1993-1994 Operasyon Şefi, Newfield Enterprises International,
(NEI), Los Angeles, Kaliforniya.

İflas yoluyla mülk edinme ve kredilerin yeniden planlanması konusunda bankalar la müzakere edilmesi. Aspen, CO'da 5 yıldızlı bir otelin tamamlanmasını, Orlando'da imzalanmış bir golf sahasını ve Washington, DC ve New York'taki iki büyük otel için 30 milyon dolarlık bir yenileme programını tamamladı. Portföyün toplam piyasa değeri yaklaşık 800 milyon dolardı.

1990-1993 Başkan Yardımcısı, Newfield Enterprises International, (NEI),
Los Angeles, Kaliforniya.

NEI bir varlıktır

****

27 Mart 2020 Cuma

Ali Turksen_PERİNÇEK AKP YE OY VERECEK

Ali Turksen_PERİNÇEK AKP YE OY VERECEK




Ali Türkşen'e ' Kötü Subay' diyen Perinçek'e fena yanıt

30.10.2017 13:44

İYİ Parti kurucuu üyeleri arasında yer alan eski SAT Komandosu Kurmay Albay Ali Türkşen‘e “kötü subay” diyen Doğu Perinçek‘e Teğmen Mehmet Ali Çelebi‘den, “Çiçek vermedi bayrak dikti” cevabını verdi.

Ali Türkşen'e 'kötü subay' diyen Perinçek'e fena yanıt

Haber Türk’te yayınlanan, Ece Üner’un yönettiği ‘Enine Boyuna’ adlı programa katılan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Sinan Oğan ve Ersan Şen, İYİ Parti ile üyeleri hakkında görüşlerini paylaştı. Konuşmacılardan Doğu Perinçek ise partinin üyeleri arasında bulunan Balyoz kumpas davası mağduru Ali Türkşen’in iyi bir subay olmadığını ileri sürdü.

KARDAK KAYALIKLARINA TÜRK BAYRAĞINI DİKMİŞTİ

1996 yılında Kardak Kayalıkları’na Türk Bayrağını diken Sualtı Taarruz Timi’nin başındaki Ali Türkşen, Balyoz kumpası davası sırasındaki savunmasında, dönemin o an getirdiği şartlardan ötürü kayalıklara giderken bakkaldan ekmek arası peyniri kumanya yapıp, bota gerekli olan benzini de kendi kredi kartıyla aldığını açıklamıştı.

Perinçek ise bu bu konuyla ilgili olarak katıldığı programda, “Hangi Türk subayına o görevi verseniz, o görevi layıkıyla yapar. Ancak benzini almayı unutmak iyi bir subay olmadığını gösteriyor” dedi.

ÇELEBİ’DEN SERT YANIT

Bu yorum karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Ece Üner, Perinçek’ten sözlerini tekrarlamasını istedi. Ardından da “O da kendi canını vermek üzere gittti zaten” karşılığını verdi.

“KİME SORSAN İDOLÜM DER”

Perinçek’in bu yorumuna en sert tepki ise Ergenekon davası kapsamında yargılanan kumpas mağdurlarından CHP PM üyesi Mehmet Ali Çelebi’den geldi. Çelebi,  twitter hesabından, Perinçek, Abdullah Öcalan’a Bekaa’da kırmızı karanfil verdiğini hatırlaratarak, “Ali Türkşen çiçek vermedi bayrak dikti. Deniz Kuvvetlerinde çevirin herhangi bir subayı sorun onun için idolüm der” dedi.

http://www.haberiniz.com.tr/gundem/ali-turksene-kotu-subay-diyen-perinceke-fena-yanit-442132h.html


***

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 2

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 2



Bu cihetten yenilenmeme, yenilenmeye çalışmama, gündemine yeniliği koymama aslında Rabb ismine aykırıdır. Allah’ın terbiye sistemiyle bir 
çatışma ve çarpışmaya girmedir. Bu hassas noktaya binaen bir insanın yaptığı tevbe, bir yenilenme arzusu ve iradesidir. Ki Cevşen ve Kur’andan 
anlaşıldığı üzere bir kul için en üstün makam veya o makama erme vasıtası sürekli tevbe etme, Allah’a yepyeni bir irade ve niyet, kasd ve 
hüviyet ile yönelmedir. 

Buradaki Esma-yı Hüsna “ Müceddid ” ( Yenileyen ) ismidir. Bu isim kendini zerrelerden kâinatın tamamına, dünyadan ebedî Âhirete kadar geniş 
çaplı gösteriyor. Yenilenmek isteyenleri ikramıyla; yenilenmek istemeyenleri celaliyle değiştiriyor, tazelendiriyor. İşin hakikatinde yenileyen O’dur, 
yenilenme arzusunu veren O’dur, yenilenmeyi güzel gösteren O’dur, yenilenmeyi yapan O’dur, yenilenmeyi sürekli bir arayış ve ebedî bir tatlı 
yolculuk kılan O’dur. 

İhya Fili ve Diriliş Hakikati.,

Said Nursi tevhid delillerine şöyle devam eder: “ Hem o Sâni-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihyâ eder; aynı kanunla şu önümüzdeki 
çınar ağacını her baharda ihyâ eder. Ve o kanunla küre-i arzı yine o baharda ihyâ eder. Ve aynı kanunla haşirde mahlûkatı da ihyâ eder. 
Şu sırra işareten,   [ Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir." ( Lokman Sûresi, 31:28 ) ] 
Kur'ân ferman eder. ”

Burada konu ise, ihya edilmek… Yani ölümünden sonra diriltilmek veya çekirdek ve yumurta halinde olan bir şeyin ilk kez ağaç veya bir canlı 
şeklinde diriltilmesidir. Bu konuda Yasin sûresi 78-79. âyetler “ İnsan ölüp kemikleri çürüyünce insanı kim diriltebilir, diye meydana okuyan 
müşrike hitaben ‘ De ki, onu ilk kez kim topraktan diri olarak yaratan ve çıkartan kim ise ikinci kez da o yaratacak ve hayatlandıracaktır. 
O, bütün yaratma şekillerini ve modellerini bilir ’ ” der. Nasıl yer çekimi denilen kanunla her nesne nerede olursa olsun küre-i arz tarafından 
kendine doğru çekiliyor. Her cisim kendine has bir muhataplıkla çekim kanununa tabidir. Aynen öyle de kâinatın tamamında bir ihya kanunu var. 

Her bir sinek bu kanunla diriltildiği gibi, her bir çınar ağacı ve bütün ağaçlar da o kanunla diriltilir; 
Bütün otlar ve çiçekler o kanunla diriltildiği gibi bütün kuşlar ve yumurtalar da o kanunla diriltilir; 
Bütün cinler o kanunla hayatlandırıldıkları gibi bütün insanlar da o kanunla diriltilirler; 
Uyku ölümün kardeşi olması sırrınca uyumakla ölen her insan, hayvan ve bitki aynı ihya kanunuyla diriltilirler; 
Yeryüzü kışın ölüp baharın yağmur sularıyla diriltildiği gibi mahşer günü de rahmet-i İlahi yağmuruyla aynı kanunla bütün ölüler diriltilirler; 
Ölmüş ve manevi açıdan kurumuş toplumlar ve fıtratlar nebilerin getirdiği imanla diriltildiği gibi sosyal açıdan kıyameti yaşamış ve 
             darmadağın olmuş toplumlar, medeniyetler ve ahlaklar, resuller ve ülü’l-azm resuller eliyle diriltilirler; 
Ölmüş kalpler mürşidlerin elinde diriltildiği gibi kurumuş akıllar âlimlerin, kararmış ruhlar ise üstad-ı kudsi-yi nuranilerin ellerinde diriltilirler. 
Dünya ve içindekiler böyle külli bir kanunla diriltildikleri gibi Cennet ehli ebedî feyizlerle, nurlarla devamlı diriltilirler.
Cennet ehli ihya edildikler ve diriliklerine dirilik katıldığı gibi ebedî saadet ehli rüyetullah ile diriliğin mertebelerinde yol alarak ebedî ve 
              sermedi ihyaya erişirler. 

Mahlukat ve dünya fanilik zindanı ve ölümlülük prangasından kıyametle kurtularak taşı-toprağı ile diri olan Âhiret şeklinde ebedî diriliğe 
             erişirler. “ Dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Âhiret ise yeminle derim, her şeyiyle diri olan yerdir. ” 8 

Din, insanı Diriliğe çağırır., 

Ölüler ve ölü kalmak isteyenler dine kulak vermezler. Çürümekten muzdarip olan, kendini yokluk ejderhasına yem olarak hisseden ve günden güne 
manasızlaşmakla ruhunun ezilmesinden kurtulmak isteyenler şu âyeti duyarlar: “ 

Allah ve resulü sizi, sizi ihya edecek işlere çağırdığında onlara icabet edin ve etmekte istekli olun. ” 9 

Burada Esma-yı Hüsna Muhyi’dir. Ölü maddeyi, hayat ile dirilten O’dur. Manası bilinmemekle manen ölü sayılan âlemleri zişuur olan insan 
ve cinlerle manen ihya eden O’dur. Şuur sahibi olarak yaratılan fakat şuursuzca tavırlarıyla kendilerini manen ve maddeten öldüren cinleri 
ve insanları, nebiler ve resuller, kitaplar ve vahiyler göndererek dirilten O’dur. Dindarlıkları maddeciliğin ve nefislerinin baskısı altında ölmeye 
yüz tutan ümmetleri “ müceddid ” denilen ihya edicilerle dirilten O’dur. Hayatın kıymetini kavrattırıp hayatı iman ile ihya eden, islam ile iman 
çekirdeğini ihya eden, ihsan ile islam ağacını meyve verdirmekle ihya eden O’dur. Ona iman edenlerin bâki istidad ve ruhlarını, Cennet 
ve Ebedî Saadet ile ebedî ihya eden O’dur. Hayatın muazzam hakikatini ve Kâbe gibi konumunu kavrattırarak hayatı maddi ve manevi nimetlerle, 
zevk ve lezzetlerle bezeyen ve Kendi Hayat-ı Mukaddese’sine o fani hayatları bağlayarak hizmetkarı kılan ve o küçücük hayatları Kendi hayat-ı 
zâtiyesine ayna kılan O’dur. Zâtî ve mutlak bir hayatla yaşayan O’dur. Her şeyi yşatan O’dur. Yaşatmak isteyen O’dur. Yaşamayı Sevdiren O’dur.

Üstad burada Rububiyete dair bazı Esma-yı Hüsna’yı ve onların külli tecellilerini dünya ve Âhireti içine alacak şekilde anlattı. Cevşen’deki bütün 
isimlerin bu şekilde en küçükten en büyüğe, bir ferdden bütün türlere kadar dar ve geniş çaplı, farklı surette ve tarzda tecellileri var. 
Bütün bu fiillerin aynı anda aynı el tarafından, bizim zerrelerimiz ve bedenimizden bütün zerrelere-bedenlere-cisimlere-dirilere-âlemlere kadar 
tecellilerini birden hayal gözümüzün önüne getirdiğimizde Rububiyetin sırrını görüebiliriz. Rububiyetin sırrı, Hâkimiyet’tir. Yani her şey Allah’ın 
Rububiyet avucunda, Onun kontrolü ve Hâkimiyeti altındadır. Onun iradesi olmadan Dünya ve Âhiret âlemlerinde, madde ve mana dünyalarında 
hiçbir şey olamaz. Her şey Onun terbiyesinden gelir; celal de gelse, ikram da gelse, lütuf da olsa kahır da olsa… Bu noktada Niyazi-i 
Mısrî Hz.leri şöyle der:  
  
 Lütf u kahrı şey’-i vâhid bilmeyen çekti azap
 Ol azaptan kurtulan olur sultan anlar bizi

( Lütuf ve kahrı tek bir şey olarak bilmeyen azap çeker. Bu ikisini aynı şey gören kişi azaptan kurtularak bir manevi sultan olur. Sultan olunca 
ancak Bizi anlar. )

İlâhî İcraatlar ve Temel Hakikatler.,

Bediüzzaman tevhid delillerine şöyle devam ediyor: “ Bunlar gibi çok kavânin-i rububiyet vardır ki, zerreden tâ mecmu-u âleme kadar cereyan ediyor. 
İşte, faaliyet-i rububiyetin içindeki şu kanunların azametine bak ve genişliğine dikkat et ve içindeki sırr-ı vahdeti gör, herbir kanun bir burhan-ı 
vahdet olduğunu bil. Evet, şu çok kesretli ve çok azametli kanunlar, herbiri ilim ve iradenin cilvesi olmakla beraber, hem vâhid, hem muhît olduğu 
için, Sâniin vahdâniyetini ve ilim ve iradesini gayet kat'î bir surette ispat ederler. ”
Kanunlar, Allah’ın ilim ve iradesi sıfatlarının eseridir. Bu manada sünnetullah, Allah’ın hikmetidir. Sünnetullah ve kanunlar ile Allah nesneleri 
belirli nizam ve intizam, sebep-sonuç bağı altına alır. Mesela “ Bir şeyi itersen gider, çekersen gelir ” bu bir sünnetullah ve nizamdır. 
Asla itilen şey gelmez, çekilen şey ise gitmez. Bu sebep-sonuç bağı her şeyi hükmü altına alacak şekilde olunca kanun oluyor. 
Başta denilmişti ki, insanların koydukları kanun sadece insanlara hükmederken Allah’ın koyduğu kanun zerrelerden bütün kâinata kadardır. 
Mesela “ Küllü şey’in hâlikün illa vechehu ” 10 

   ( Her şey ve nesne helak olucudur. Allah için olan yönü hariç… ) Bu âyetteki “ helak ” kelimesi, bir şeyin gücünün tükenmesi demektir. 
Yani kudretin onun üzerindeki görünüşünün günden güne azalmasıdır. Bizim maddemiz, kudret-i İlahinin 
tecellisidir. Eskime, yıpranma, paslanma ve çürüme nesnelerdeki kudretin tükenişidir. Bu helak ( tükeniş ) kanunu canlılarda da geçerlidir. 
Acıkmak, hali kalmamak, gözünün feri gitmek hep bir tükeniştir. Toplumların çöküşü, bir tükeniştir. Kur’an Hz. Yusuf’un (AS) hastalanarak 
vefat etmesine “ helak ( tükeniş ) ” diyor.11  

Ayetin de ifade ettiği üzere helak bir kanundur. Allah’ın bir ismi “ Mühlik ” tir. 

Canlı-cansız, küçük-büyük her şey bu İlahî kanuna tabidir. Fakat yerçekimi kanunu gibi bu kanun da her nesneye ve canlıya özel olarak tecelli eder. 
Canlılar için ecel, helak kanununun kendi hükmünü icra etmesidir. Ortalama ömür o canlı türündeki yaşama süresinin ortalamasını verir. 
Fakat bazıları 15 yaşında helak olur; bazısı 45, bazısı 75… Bazısı kanserden, bazısı diyabetten, bazısı veremden, bazısı ishalden, 
bazısı zatürreeden… Fakat günden güne o beden erir. Bir gün gelir, ruh kuşu ten kafesinden uçar. Bu kanun yıldızları de günden güne öldürür. 
Devletleri de öldürür. Milletleri de… Kaç milletin nesli kesildi! Kaç medeniyetin dili unutuldu! Kaç semavi dinin mensubu kalmadı! 
Bütün bunlar gösterir ki, helak bir kanun olup yaratılmış her şeyi hükmü altına alan bir kanundur. Ayet diyor ki, “ Bu kanun senin cismin ve 
cismaniyetin için de geçerlidir. ” Eğer Onun rızasına, teveccühüne bakan yönü elde etmezsen bu tükenişle bitecek ve acılarda boğulacaksın. 
Fakat Onun Zâtına odaklanır, Onun rızasına kilitlenirsen ve Ona göre yaşarsan o vakit başkasının tükendiği yerde sen yeni bir yapılanmaya 
ve dirilişe geçersin. Firavunun bittiği ve tükendiği yerde Musa (AS) ve ümmeti dirilişe geçtikleri gibi… Çünkü Allah’a bakan yönü buldu ve bildiler. 
Ona göre yaşadılar.

Temsiller, Külliyet ve Zaman-Üstülük.,

  Said Nursi temsil ve misallerle meseleleri anlatmasını şu şekilde açar: “ İşte, ekser Sözlerde ekser temsilât, böyle kanunların uçlarını birer cüz'î 
misalle göstermekle, müddeâda aynı kanunun vücuduna işaret eder. Madem temsille kanunun tahakkuku gösteriliyor; burhan-ı mantıkî gibi yakinî 
bir surette müddeâyı ispat eder. Demek, Sözlerdeki ekser temsiller birer burhan-ı yakinî, birer hüccet-i katıa hükmündedir. ”
Burası mühim bir konu... Kur’anda, Hadislerde ve Risale-i Nur Külliyatındaki temsillerle meseleleri anlatmanın mantığını veriyor. Temsil, hakikatleri 
yaşanan veya yaşanabilir şeyler üzerinde anlatma ve göstermedir. Fakat yaşanmışlarda göstermek en etkili olanıdır. 

Bu açıdan Kur’an yaşanmışlardan temsiller yapıyor. Bütün peygamber kıssaları ve sosyal hayat içinde devamlı karşılaşılan ve yaşanan misaller 
kişinin gözünün önüne hakikati getirmenin en kısa yoludur. Bu şekilde değil akıl, göz bile hakikati görebilecek hale gelir. Yaşanan şeyler ve 
özellikle peygamber kıssaları herkesin çeşitli suretlerde yaşadığı vakaların birer şablonu olur. Çünkü hayatın olduğu yerde cüz’î-küllî meselesi 
gündeme girer. Birey ve tür gibi… Külliyetin olduğu yerde tarihsellik ortadan kalkar. Hayat, hakikatin kendini ifade ettiği külliyet tarlasıdır. 
Madde ve vücudda, zamana bağlılık vardır. Fakat hayatta, İbn-i Haldun’un vurguladığı gibi, periyodisite söz konusudur. Hayat bu manada, 
zamanın ruhudur. Zaman da hayat gibi, daireseldir. Aynı şartlarla karşılaşınca aynı veya benzer sonucu verir. Bu noktada farklı zamanlarda 
yaşanan özü aynı hadiseler, aynı ruhu taşıyan farklı kişiler gibi olurlar. Ahmed, Mehmed, Ali, Hamza farklı kişiler olsa da hepsi insanlık denilen 
külli ruhu taşıyorlar. 

Bu noktada diyebiliriz ki kardeşlerinden zarar görüp farklı memlekette yaşamaya mecbur olan her insan Yusuf (AS) ruhunu o hadisede taşıyor 
demektir. O konuda rehberi de Hz. Yusuf (AS) olur. Ailesince terk edilen, cami içinde kundağıyla zaman nehrinin akışına bırakılan ve yetiştirme 
yurduna verilen her çocuk da Hz. Musa (AS) ruhunu taşıyor demektir. Temsiller bu manada bütün zamanlarda, bütün toplumlarda meydana 
gelen bu külli vakaların ve insanlığın realitesi olan işlerin birer canlı modelidir. Bunların temsilcisi olan kişi ve yaşadığı vaka ise o konunun 
prototipi oluyor. Ya da dini tabirle “ nümune-i evvel ” i…

Bu usul tevhidi ispat yöntemleri içinde en güçlülerinden birisidir. Çünkü kişiye hakikati hem bulduruyor, hem de hayat içinde o hakikat nasıl 
görünür onu da ispat ediyor. Doğrudan doğruya kişiyi “ ehl-i hakikat ” ve “ ehl-i hakk ” yapıyor. Bu metod Kur’anın bir mucizelik yönüdür. 
Mevlana Celâleddin-i Rûmî Hz. leri de Kur’anın bu cephesini ders aldığı için Mesnevi-i Şerif kitabında meseleleri temsillerle anlatmış. 
Bu yönüyle asırlardır insanlara rehberlik yapıyor.

Mantık bilimi tabiri olan bürhan ve hüccet, ispat yöntemi olarak kullanılırlar. 

Bürhan, kıyaslama tarzıyla bir meseleyi ispat etmenin en güçlü yoluna verilen isimdir.

Hüccet ise, bir konuya dair yapılan haritavari araştırma ve bağlantıları kurma sonucu yapılan ispatlama tarzıdır.  Bürhan, hüccetten daha güçlüdür. 
Üstad’ın Külliyatta kullandığı temsil metodu bürhan seviyesinde bir ispat tarzıdır. Ki, Kur’andan ders alınmıştır.
Üstad’ın Külliyatta kullandığı temsiller hep bu akış ve ispat üzere gidiyor. Yaşanan hayattan misaller verdiği için kimse reddedemiyor.
 Ayrıca o temsillerin dayandığı hakikatleri, hakikatlerin zaman-üstü ve baki oluşunu gösterdiğinden ebedî Âhiretin de kapısı oluyorlar. 
Temsil konusu hakkında Bediüzzaman bir sual üzere şöyle cevap verir:

“ Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren 
bulunur? Bazan bir satırda bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede bir kitap kadar tesir bulunuyor."
Elcevap (güzel bir cevaptır): Şeref, i'câz-ı Kur'ân'a (Kur’anın mucizeliğine) ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâpervâ (çekinmeden) 
derim:

Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. 12 

Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehâdettir, şuhuddur., 

Taklid değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. 
Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde burhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:

Eski zamanda, esâsât-ı imaniye ( imanın temelleri ) mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları 
makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye ( fenlerden gelen sapkınlık ) elini esâsâta ve erkâna ( dinî ana konulara ) uzatmış 
olduğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'ân-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'câzından olan 
temsilâtından bir şulesini ( alevini ), acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur'ân'a ait yazılarıma ihsan etti.
Felillâhilhamd ( Allah’a hamd olsun ki ), sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle 
( birlik cihetiyle ), en dağınık meseleler toplattırıldı. 

Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike ( hakikatlere ) kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-i gaybiyeye 
( gaybî hakikatlere ), esâsât-ı İslâmiyeye, şuhuda yakın bir yakîn-i imanî ( imanî kesinlik ) hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim( kurgu gücü ) 
ve hayal, hattâ nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhasıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'âniyenin lemeâtındandır ( parıltılarındandır). 

Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır. ”  13

Erdem AKÇA.,

DİPNOTLAR;


1  İbrahim sûresi, 48.
2  Hadis-i şerifin kaynağı ve tam metni şu şekilde: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘ Cennet’te bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer. ’ ” (Tirmizî, Cennet 15).
3  Mektubat, 24. Mektub, 2. Makam, Mukaddime, 1. Mebhas.
4  Rahman suresi, 29.
5  Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).
6  " Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek hir müceddid gönderecektir. " (Ebu Davud, Melahim, 1).
7  Hadisin tam metni  ve kaynağı şu şekilde: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘ Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: 
    -‘Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!’ derler. Erkekler de: 
    -‘Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!’ derler. ” (Müslim, Cennet 13).
8  Ankebut suresi, 64. 
9  Enfal suresi, 24.
10  Kasas suresi, 88.
11  Mü’min suresi, 34.
12  Said Nursi’nin burada kullandığı tasavvur ve tasdik tabirleri dimağda ilmin mertebelerine verilen mantık bilimi tabirleridir. İlmin mertebelerini 
ve onlardan çıkan ruh hallerini Said Nursi şöyle sınıflandırır: “ Dimağda merâtib (mertebeler) var birbiriyle mültebis (karıştırılmış), ahkâmları 
muhtelif… Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir. Sonra gelir taakkul (akıl yürütme), sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizâm 
(hakka taraftarlık), sonra îtikad gelir. İtikadın başkadır, iltizâmın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet (ruh hali): Salâbet (kemikleşmiş bilinç) 
îtikaddan, taassub ( duygularıyla taraftarlık) iltizâmdan, imtisâl ( hakikati yaşamakla örnekleşme) iz’andan, tasdikten iltizâm (hakikate taraftarlık), 
taakkulde bîtaraf, bîbehre ( hissesiz) tasavvurda, tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine (kaynaşmasına) eğer olmaz muktedir. 
Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir ( yaralamadır ), hem idlâli ( saptırılması )... ” 
( Sözler, Lemeat, Dimağda Merâtib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise )
13  Barla Lahikası, Mahrem Bir Suale Cevaptır. 


****

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 1

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 1




ALLAH’IN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK EVRENSEL FAALİYETLER

İnsan, bütüncül bakabilecek ve soyutlama özelliğine sahip bir akıl; bütünlüğü hissedebilecek ve sınırsız duygular sahibi bir kalb; her şeyden istifade edip sindirecek bir nefis ile dünyaya geliyor. İnsanlık tarihi şahiddir ki, her insan aklıyla tevhid yolcusu, kalbiyle vahdet izcisi, nefsiyle varlık sözcüsüdür. 

Bu manada peygamberler insanlığın hakikat üstadları, hak mürşidleri ve varlık azizleridirler. Onların rehberliğinde bütün insanlar marifet, muhabbet ve şükür noktasında ebedî bir yükselişe geçiyorlar. Allah’ın marifetiyle, semavi ve baki hakikat kapılarından ebedî Âhiret âlemine fikren, hissen ilerliyorlar. Fani hayat içinde sonsuzluğu soluklayacak bir kudsiyet ve ulviyeti elde ediyorlar. 

Peygamberlere tabi olmayan insanlar ise, dünya denilen çürük tahtaya saplanıp kalan paslı bir çivi konumuna düşüyorlar. Peygamberlerin açtığı kudsi ve nurani 
vahdet ve tevhid yolunu Kur’andan ders alan Said Nursi bize aldığı dersi ilgili sahalarıyla şu şekilde sunar:

Varlık, Hayat ve Kanunlar.,

Bediüzzaman, vahdet ve tevhidi, yaratılışın temellerini ve meyveleri anlattığı 24. Mektub isimli eserinde, Cenab-ı Hakk’ın icraatlarının bütün kâinatı 
içine alacak kanunlar şeklinde olduğunu; bu kanunlara zerreler ve güneşler, çiçekler ve yıldızlar, insanlar ve gezegenler v.s. her şeyin tabi olduğunu 
ifade eder. Nasıl bir ülkede, tek bir kanun ve anayasa vardır. Bütün ülke halkı o kanuna tabidir. Fakat insanların kanunları âcizliklerinden sadece 
insanlara hükmeder. Aynen onun gibi kâinat denilen sistem de bir ülke ve memlekettir. Bu memleketin Melik-i Muktediri, Mâlikü’l-Mülk olan Allah’tır. 
Onun da koyduğu kanunları vardır. Bu kanunlara “ sünnetullah ” veya “ âdetullah ” deniliyor. Fakat insanlar âleminde olanın aksine bu âlemdeki her 
nesne bu ülkenin vatandaşı olduğu için aynı kanunlara tâbidir. 

Yaratılış Sistemi ve Varlık Gayesi.,

Nasıl insanların kanunları vatandaşların rahatı ve huzuru için çalışıyor. Hem devlet, vatandaşı olan çocukları yetiştiriyor ve gerek kendi yapısında 
gerekse serbest piyasada onlara çalışıp kazanma, servet ve lükse erişme imkânı sunuyor. Bunun mukabilinde kanunlarına itaati, gerektiğinde de 
vergi vermesini şart koşuyor. Aynen öyle de Cenab-ı Hakk kendi mülkü olan bu kâinat sistemine, Melik-Kuddûs-Selam isimlerinin işaretiyle, 
Onun krallığını ve melikliğini kabul etmek, nefsanilik ve bencillikle kâinatı kirletmemek şartıyla, kendine ve başkasına zarar vermemek ve her 
şeyle barışık yaşamak itibariyle dâhil olanları Mümin-Müheymin isimleriyle emniyet ve himaye altına alıyor. Bu kişiler Allah’ın sistemi ile 
bütünleşmiş hale gelen bir manzara sergiliyorlar. 

Buna mukabil Cenab-ı Hakk Aziz-Cebbar-Mütekebbir isimleriyle de Firavun gibi izzet-ceberut ve kibir iddiasına kalkıp bencilleşen kişi ve nefisleri, 
diğer insanlara ve mahlukata zorbalık yapanları, onları ezmeye ve sindirmeye çalışanları tokatlıyor… O (CC) da kâinat mülküne ve sünnetullahına 
tabi olanlara kâinattaki imkânları istifade vesilesi kılıyor. Onun mülküne bu manada girenler zaman içinde potansiyel yeteneklerini açıp kemale 
eriyorlar. Yaşadıkları iyi-kötü, acı-tatlı her şey ise onların kemale doğru celal ve cemal eşliğinde yürüyüşleri oluyor. Bu manada Allah’ın kanunları 
terbiye edicidir. 

Bu terbiyeye, “ Rububiyet ” denilir. Cenab-ı Hakk’ın Rabb ismi, Rububiyet ve terbiye sıfatı faaliyeti gerektiriyor. 

Özellikle zıt mahiyetli faaliyetleri… Musibet ve nimet gibi, gece-gündüz gibi, sıkıntı-ferah gibi… 

Esma-yı Hüsna’nın Sınıfları.,

Esma-yı Hüsnanın bir kısmı, sıfata dayalı isimlerdir. Hayat sıfatına dayanan, Hayy gibi; kıyam sıfatına dayanan Kayyûm gibi; ilim ve kudret sıfatlarına dayanan Alîm ve Kadîr gibi… Bunlara “ Uluhiyet isimleri ” deniliyor. Bir de bu sıfatlara dayanan faaliyetlerden kaynaklanan isimler var. 

Mesela kim diri ve hayattar ise, başkasına o hayat verebilir. Bu manada hayat vericiliğe “ ihya ”; ihya edici olana ise, “ Muhyî ” diyoruz. 

Bu manada Muhyî ismi, fiile dayanan isimlerdendir. Mesela ikram fiiline dayanan Mükrim, ihsan fiiline dayanan Muhsin, izhar fiiline dayanan Muzhir… 
Bazen de fiil, terbiye vezninde olur. O zaman Mürebbi ismi tecelli eder. 

Bu manada tebdil fiiline dayanan Mübeddil, telvin ( renklendirme ) 
fiiline dayanan Mülevvin gibi yüzlerce isim var. Bunlara “ Rububiyet isimleri ” deniliyor. Cevşen’deki 1001 isimden 250 tanesi sıfata dayalı isimleri anlatır.    750 tanesi ise fiile dayalı isimleri anlatır. Mesela 1. Bab Uluhiyet isimlerini anlatır; 17. Bab ise Rububiyet isimlerini anlatır. 

Uzun cümleler ise bu iki grup ismin izahları ve Efendimiz (ASM) tarafından şerhidir. 

Bediüzzaman 24. Mektub’un 1. Makamı’nda kâinatın bir “ vahdet ” içinde olduğunu ve yekpare bir sistem olduğunu işler. 

Çok sayıda delillerle izah ve isbat eder. Aynı Mektub’un 2. Makamı’nda ise kâinat fabrikasının işleyişini, ondaki faaliyetlerin külliliğini, zerreden kâinatın tamamına kadar aynı fiil, aynı kanun ve aynı hakikatin Rabb ve Rahman isimlerinin tecellisi olarak meydana geldiğini anlatıyor.

Tebdil, Tağyir ve Tahvil Hakikatleri.,

Said Nursi bu fiilî hakikatleri şöyle örneklendirir ve kâinatta okur:  “ Evet, Hâlık-ı Rahîm, bir kuşun tüylü libasını hangi kanunla değiştiriyor, tazelendiriyor. O Sâni-i Hakîm, aynı kanunla, her sene küre-i arzın libasını tecdid eder. Hem o aynı kanunla, her asırda dünyanın şeklini tebdil eder. 

Hem aynı kanunla, kıyamet vaktinde kâinatın suretini tağyir edip değiştirir. ” 
Mesela burada “ suretini değiştirme ” den bahsediyor. Buna Arapça’da “ tebdil ” denilir. Bilindiği üzere eskiden Padişahlar tebdil-i kıyafet yaparak halkın içine girerlerdi. Tebdildeki gayeyi ise, Üstad, tazelendirme ve yenileme olarak sunuyor. Tebdil fiili, Esma-yı Rububiyet’ten olup Cevşen’de de geçen “ Mübeddil ” isminin tecellisidir. 

Bu isim. 

Bizim kirli elbiselerimizi değiştirip yerine yeni ve güzellerini giyme arzumuzda…
Evimizin bazen dekorasyon ve dizayn şeklini değiştirmemizde… 
Hatta dinen yanlış olsa bile canlıların genetiğini değiştirerek daha güzelini arama çabasında… 
Kısacası görüntü değişikliğinin olduğu her yerde ve her zamanda tecelli eden külli bir isim ve hakikattir. 

Şu âyet işin en geniş çapını verir: “ Yevme tübeddelü’l-arda gayra’l-ardi ve’s-semâvât ” 1 

( O kıyamet ve Âhiret günü yeryüzü başka bir yeryüzüne; 
gökler de başka göklere çevrilir, değiştirilir ) 
Hatta Cennet’te suretler çarşısı olduğunu, insanın istediği sureti satın alıp o surete büründüğünü bildiren hadis-i şerifin  ifade ettiği ebedî tebdil-i 
suret manzarası da Mübeddil isminin ebedî bir tecelli dairesini bize haber veriyor.2 

Kısaca her şeyin suretini değiştiren O’dur. Sebepler değiştiriyor görünse de, hakikatte değiştiren ve değiştirmek isteyen O’dur.

Tahvil, hal değişimi demektir. Tağyir ise başkalaşma, başka bir mahiyete bürünme manasındadır.

Nesnelerin katı-sıvı-gaz halleri arasındaki değişimlerde,
Canlıların hasta ve sağlıklı, yorgun ve dinç şeklinde halden hale girmelerinde,
İnsanın psikolojik dünyasının ve ruh ikliminin değişkenliklerinde,
Ekolojik ve fizik dünyanın karanlık-aydınlık, sıcak-soğuk zıt durumlarında,
Ülkelerin savaş-barış, saldırı-müdafaa gibi farklı farklı hallerinde,
Toplumların yükseliş ve olgunlaşma, alçalış ve bozulma gibi süreçlerinde “ tahvil hakikati ” nin icraatlarını görebiliyoruz.
Karanlık enerjinin asit-baz-alkali-radyoaktif-katı-sıvı ve gaz şeklinde elementleşmesinde…
Cansız maddelerin bitki denilen fabrikalarla tatlı-ekşi-mayhoş-acı mahiyet kazanmalarında…
Kurumuş bitkilerin hayvanların bünyesinde sinir-kas-deri-damar-kan-yağ-süt ve et haline gelmelerinde…
Bir yağ ve kıkırdak parçası olan göz ve kulağın, şuur ve akıl sayesinde, kâinatı okuyan bir bilim adamı ve derinden duyan bir sanatkâr 
             seviyesine yükselmesinde…
Bencil, ahlaksız ve nankör insanların vahyin kutsallığı ile fedakâr, şükredici bir ahlak âbidesi haline gelmelerinde…
Saldırgan, yıkıcı ve işgal edici milletlerin hak ve hakikatin, adalet ve nizamın keskin kılıcı haline gelmelerinde “ tağyir hakikati ” nin 
azametli etkisini ve icraatlarını görebiliyoruz. 

Kâinat ve maddiyatta, maneviyat ve ruh dünyalarında meydana gelen sürekli tahvil, tebdil ve tağyir hakikatlerini müşahede eden ve kendi hayatlarında gözlemleyen ehl-i hakikat, “ Değişim, yaratılışın ruhudur. Hayat, sürekli bir yükseliştir. Allah’tan gayrı sâbit bir nesne ve varlık olamaz ” diye hükmetmişler. Ehl-i tasavvuf ise, “ Beka ve devam, sabitlik ve değişmez öz ancak Allah ile mümkündür ” diyerek bunu “ beka billah ” olarak kodlamışlar.

Tahrik Hakikati ve Tevhid.,

Bediüzzaman bu konuda şöyle der: “ Hem hangi kanunla zerreyi Mevlevî gibi tahrik ederse, aynı kanunla küre-i arzı meczup ve semâa kalkan 
Mevlevî gibi döndürüyor. Ve o kanunla âlemleri böyle çeviriyor ve manzume-i şemsiyeyi gezdiriyor. ” 3
Said Nursi burada hareketlendirme, döndürme, çevirme ve gezdirmeden bahsediyor. Atomların çekirdeği etrafında elektronlarının dönmesi, aynen 
dünya ve diğer gezegenlerin güneş etrafında dönmesi gibi birbirine benziyor. Demek Allah’ın sisteminde ana bir nesne etrafında diğer şeylerin 
dönmesi kanunu var. 

Bu manada, 

Mekke’de hacıların Kâbe etrafında dönmeleri… 
Bütün canlıların rızkın peşinde koşup etrafında dönmeleri… 
Kadın denilen güzelliğin etrafında erkeklerin dönmeleri… 
Çocukların anne-babaları etrafında dönmeleri… 
Para ve mal tutkunu kişilerin zenginlerin etrafında dönmeleri… 
İlim ve maneviyat sevdalılarının âlim ve mürşidlerin etrafında dönmeleri…
Yıldızların galaksi merkezi etrafında dönmeleri… 
Galaksilerin kâinatın merkezi etrafında dönmeleri 
Ve nihayetinde bütün yaratılmışların Allah’ın cemal, kemal ve Zâtının tecellileri etrafında pervane gibi dönmeleri aynı kanunun ve 
hakikatin tecellileridir. 

Kâinatta hareketsiz hiçbir nesne yoktur. Her şey bir harekete başlar; sonra o hareket bir hedefe kilitlenerek o hedefi meyve verecek şekilde bir 
yörüngeye oturtulur. O nesne ve kişi, o hedef uğrunda akar durur. Bu manada her şey kendine has yörüngesinde yüzer. 
Yasin suresinin 40. Âyeti “ Ve küllün fî felekin yesbehûn ” ( Her şey kendi yörüngesi içinde, o yörüngeye hapsolmuş bir şekilde yüzüyor ) âyeti 
bu meseleyi anlatıyor. Âyetteki, “ fî ”           ( içinde ) edatı, yörüngesi dışına çıkamadığını ifade eder. 
Buradaki kanun, hareket ve faaliyetin olduğu, dönüşün ve çevrilişin olduğu her yerde geçerlidir. Buradaki Esma-yı Hüsna’lar Muharrik ( her şeyi hareketlendiren ) ve Müdevvir      ( her şeyi döndüren ve idare eden ) isimleridir… Tevhid-i Rububiyet hakikati gereği, hiçbir nesne kendi başına hareket edemediği gibi hiçbir kişi de kendi başına hareket edemez. Her nesne ve her kişi -ki buna hür irade sahibi insanlar da dahildir- belirli bir yörünge içinde hareket ettiriliyor. Aksi halde dünyada ve kâinatta düzen olmaz ve kalmazdı. Tebdil fiilinde denildiği gibi 
diyebiliriz: 

Hareket ettiren O’dur. Gezdiren O’dur. Yüzdüren O’dur. Hedefe erdiren O’dur. Meyve verdiren O’dur. Döndüren O’dur. Söndüren O’dur. 

Bu manasıyla âlemdeki farklı yörüngeli, farklı tarz ve hızdaki külli harekete rağmen kâinatta var olan ve devam eden düzen gösterir ki, her şey 
Allah’ın kontrolü altındadır. Kontrol hakikati ise, Aristo’nun İlk Muharrik tespitini, “ Tek Muharrik ” seviyesine yükseltir. Her an, her yerde ve mekânda mahlukatı, canlıları ve şuur sahiplerini doğrudan doğruya Allah’a bağlar. “ Külle yevmin hüve fî şe’nin ”  4 

( O her gün bir özlü bir fiil içinde faaldir ) âyetine delil olur. “ Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin; hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar…”  hadisinin sonsuz ufkuna bizi yakınlaştırır.5

Tecdid ve Tazelenme Hakikati.,

Said Nursi tevhid delillerine şöyle devam eder: “ Hem hangi kanunla senin bedenindeki hüceyrâtın zerrelerini tazelendiriyor, tamir ve tahlil ediyorsa, aynı kanunla senin bağını her sene tecdid eder ve her mevsimde çok defa tazelendirir. Aynı kanunla, zemin yüzünü her bahar mevsiminde tecdid eder, taze bir peçe üstüne çeker. ” 

Burada fiil, tazelendirmek, Arapçasıyla tecdid… Eğer metne dikkat edilirse akla “ Müceddid ” ile ilgili hadis gelecektir. 6  

   İnsanların bedenindeki sureten değişimi ve hareketi yapan, bunu maddi hayatın sıhhati için devam ettiren ve önem veren Allah elbette insanlığın manevi hayatını değiştiren ve yenileyen, onlara taze bir ruh ve hayat katan yenileyicileri göndermiştir. Cenab-ı Hakk eski ümmetlerde her yüzyılda bir nebi göndererek önceki resulün dininde bir tecdid yapıyordu. Bu ümmette ise aynı kanun her yüzyılda bir Müceddid gönderilerek yapılıyor. 

Müceddidler dinin çiğnenen hududlarını tekrar ortaya çıkartıyor, hadsizlik yapanlara hadlerini bildiriyorlar. 

Evet bütün tamirler ve restorasyon çalışmaları bir yenilemedir. 

Bu Yenileme Kanunu., 

İklim değişiklikleri ile yeryüzünün değişmesi ve tazelenmesi ile, 
Bağımızın ve bahçemizin son baharda bozulup kışta silinen güzelliğinin ilkbaharda yaprak ve çiçeklerle, yaz mevsiminde meyveler 
             ve olgunlukla tazelenmesi ile;
Bedenimizin hücrelerinin ölüp dağılmaları ve yenilerinin yapılması ile; 
Bizim eskiyen elbiselerimizi çıkartıp yerine yenilerini giymemizle; 
Demode olan şeyleri terk edip modaya uymamızla; 
Piyasalara yeni firmaların girmesi, eski firmaların çekilmesi ve silinmesi ile; 
Herhangi bir gruba yenilerin katılması suretinde taze kan gelmesi ile; 
Fıtrattan uzaklaşan Yahudiliğin saf İsevilikle, bozulan İseviliğin de İslamiyet şeklinde tazelenmesi ile, 
Din hizmetlerinde çıtayı yükseltecek taze dimağların ve temiz kalplerin eklenmesi ile; 
Hz. Ömer’in (RA) İslam’a girmesi ile; 
İslam’ın Medine’de devletleşmesi ile; 
Kıyamete yakın zamanda bozulan İslam ümmetinin Mehdi’nin askerleri vasıtasıyla tazelenmesi ve dirilmesi ile; 
Kıyamette yıkılan ve harap olan kâinatın âhiret ve Cennet şeklinde yeniden inşa edilmesi ve taze bir varlığa kavuşması ile; 
Cennet ve içindekilerin ebedî bir bahar ve yaz şeklinde devamlı tazelenmesi ve farklı farklı güzellikleri sergilemesi ile; 
Hadisin  ifadesine göre Rüyetullah’a erişen her müminin sarayına döndüğü zaman hurilerince tanınamayacak derecede güzelliğinin artmasıyla ebedî tazelenmesi şeklinde bütün âlemleri içine alan bir Rububiyet fiili ve hakikatidir. 7 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

26 Mart 2020 Perşembe

ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ,

ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ,



Üçüncü Nükleer Çağ..
Prof.Dr.Sait Yılmaz
28 Kasım 2018


Giriş

ABD yönetimi 1987’de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF ) çekilmeyi ve anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini istiyor . ABD başkanı Donald Trump, kararının gerekçesini ‘Rusya ve Çin sürekli silahlanırken biz buna müsaade edemeyiz’ şeklinde açıkladı. ABD, INF anlaşmasından çekilme kararını henüz resmen hayata geçirmedi. Amerikalılar, Rusların hem START hem de INF Anlaşmalarını ihlal ettiklerini iddia ediyorlar. 2010 yılında imzalanan ve 2021 yılında yenilenecek Yeni START (Stratejik Silahlar) Anlaşması’na göre, her iki tarafın elinde ancak 1.500 (konuşlu) stratejik savaş başlığı olabilir. Amerikalılara göre, Ruslar 1.550 adet sınırına rağmen her çeşit nükleer envanterlerini geliştiriyorlar. Gene Amerikalılar, olası bir savaşta Rus tehdidinin nükleer seyir (cruise) füzeler ile destekleneceğini ve ‘ilk kullanan’ olma stratejisi izleyeceklerini iddia ediyorlar. Bu iddialar, Amerikalıların nükleer silahlarını modernize etme, artırma yanında füze, denizaltı ve savaş uçakları gibi nükleer silah atma platformlarını geliştirme gerekçesi olarak sunuluyor. Nükleer silahların azaltılması konusunda yakın zamanda tekrar bir işbirliği veya silahlanmadan vazgeçme olasılığı gözükmüyor ama nükleer kabiliyetleri artırma çalışmaları hızla devam ediyor. 

  Putin ise Nükleer Armageddon’dan (Kıyamet Savaşı) bahsediyor. Gelinen durum Soğuk Savaş döneminden daha kötü. Neler oluyor ve olabilir? Anlatalım. 

Üçüncü Nükleer çağ..

Nükleer silahlanma gayretlerini üç ayrı döneme ayırabiliriz. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması ile başlayan ilk dönemde nükleer silahlar, Doğu ile Batı arasındaki muhtemel bir çatışmanın korkutucu unsurları idi. Önceleri Amerikalılar, nükleer silahları savaşta daha fazla insanı yok etmek için ‘topçunun takviyesi’ rolünde gördüler. Bu dönemin önemli bir virajı 1962 yılında yaşanan Küba Krizi oldu ve nükleer savaşın kazananının olmayacağı düşüncesi yani nükleer silahtan kullanmaktan uzak durulması gereği kafalara iyice yerleşti. Artık nükleer silahlar ‘caydırıcılık’ vasıtası idi. Tarafların elindeki nükleer silahlar ‘karşılıklı caydırıcılık’ içinde siyasi kararların yumuşamasına da etki etti. Örneğin, Sovyetlerin Berlin Duvarı’nı inşası veya Çekoslovakya’yı işgali gibi çatışmalar geri plandaki nükleer silah endişesi ile daha fazla tırmanmadan bir noktada durdu. Nükleer caydırıcılık sadece nükleer savaşı değil, konvansiyonel savaşı da önledi. Soğuk Savaş süresince taraflar vekilli savaşlara ve silahlanma yarışına ağırlık verdiler.

İkinci nükleer çağ, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başladı ve Soğuk Savaş’ın son döneminde imzalanan anlaşmaların gereği ve genel iyimserlik havası içinde taraflarca nükleer silah envanterleri önemli ölçüde azaltıldı. Ancak, Rusya tarafında nükleer silahlar, eski Sovyet gücüne ulaşmanın ve dünya gücü kalmanın bir garantisi olarak görülmeye devam etti. Rusya’nın elde kalan ortaklıkları da onun nükleer gücünden cesaret alıyordu. 1998 yılında Hindistan ve Pakistan tarafından yapılan nükleer testler bu çağın yeni zorluklarının habercisi oldu. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT ) Anlaşması’na aykırı olmasına rağmen ABD ve Rusya’yı hedef almayan bu iki yeni nükleer güç çok fazla tepki almadı. Bununla beraber, Hint nükleer silahları 1950 sonrası gelişen düşmanlık nedeni ile Çin için tehdit ya da caydırıcılık teşkil ediyor. Böylece caydırıcılık iki taraflı olmaktan çıkıp, çoktaraflı hale geldi. 11 Eylül 2001 saldırıları ise devlet dışı aktörlerin nükleer silah kullanma olasılığını da gündeme taşıdı. Bu dönemde, nükleer silahların artık stratejik seviyede bir caydırıcılık unsuru olmaktan öteye terörizm vasıtası olma ihtimali istihbarat teşkilatlarını alarma geçirdi.

Üçüncü nükleer çağın başlangıç noktası, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi oldu. Rusya, gördüğü tepkiler üzerine Avrupa güvenlik sisteminin bir parçası olmaktan ve NATO üyeliğinden ayrıldı. Daha da önemlisi 1989’dan tam 25 yıl sonra tekrar NATO için bir tehdit kabul edilmeye başlandı ve ittifakın çarkları son dört yıldır Rus tehlikesine yönelik olarak dönüyor. 1990 sonrasında konvansiyonel kabiliyetlerinin ABD’nin çok gerisinde olduğunun farkında olan Ruslar, ikinci çağda nükleer kabiliyetlerine dayalı bir savunma anlayışını korumuşlardı. Şimdi ise konvansiyonel gücü sınırlı olan Rusya’nın nükleer gücü komşuları için ciddi bir endişe konusudur. Çünkü Ruslar, nükleer kabiliyetlerini konvansiyonel savaşta kullanmanın hesaplarını yapıyorlar. Sovyet etki dönemine dönmek isteyen Ruslar, İsveç ve Polonya üzerinde uçurdukları nükleer kabiliyetli bombardıman uçakları ile mesaj veriyorlar. Batı ise önceki iki çağdan alınan derslerden üçüncü çağa yönelik bir nükleer strateji geliştirmeye çalışıyor; hem konvansiyonel bir savaşın hem de devlet dışı bir aktörün tehdidini önleyecek bir strateji . Diğer yandan Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programları, Üçüncü Çağ’da nükleer silahların rolü konusunda yeni tartışmalar başlattı. 


Harita: INF Anlaşmasına Göre Rus Orta Menzil Nükleer Silah Etki Sahası
  Nükleer stratejik ortamdaki değişimler..

Bugünün stratejik ortamı 30 yıl öncesinden çok farklı. Soğuk Savaş sonrası nükleer silahlar konusundaki trendleri şu şekilde sıralayabiliriz ;
- ABD ve Rusya, nükleer savaş başlık sayısını azaltmaktaydı. Her ikisi de, 1991 yılından beri stoklarını %75 azalttı.
- Ruslar 1990’ların sonundan itibaren nükleer silah atma sistemlerini modernize etmeye başlarken, ABD ise kendi sistemleri için araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ciddi fonlar ayırmaya başladı. ABD bir nükleer atma sistemini son olarak 1994’de kurarken, Ruslar en son yeni bir sistemi 2016’da kurdular.
- ABD’ye göre kendi nükleer modernizasyon programı Yeni START Anlaşması’na uygun olarak 1.550 kurulu savaş başlığı sınırları içinde yürümektedir. Gene Amerikalılara göre Ruslar, bu sınırı 2011’de aştılar. 
- ABD, Avrupa’daki ‘stratejik olmayan’ nükleer silah sayısını 1970’lerdeki yaklaşık 7.000’den bugün 180’e düşürdü. Sovyetler Birliği döneminde bu miktar yaklaşık 20.000 civarında idi. Bugün ise Ruslarda 2.000-4.000 civarında bulunduğu iddia ediliyor. Dolayısı ile ABD, Rusları azaltma yönündeki kendi trendini izlememekle suçluyor.
- Amerikalılar, Rusların her yıl daha akıllı ve etkili nükleer savaş başlıkları üretirken, kendilerinin yeni kabiliyetler inşa etmediğini iddia ediyorlar. Hatta 1980’lerden beri yeni bir nükleer başlık, 1990’ların başından beri ise hiçbir yeni başlık üretmediklerini söylüyorlar. Rusların, kilotondan daha düşük ve taktik nükleer silah üreterek, Batının Avrupa’daki olası müdahalelerini önlemeye niyetinde oldukları düşünülüyor.

Bu iddialara dayanarak ABD, Rus nükleer kabiliyetlerine bir reaksiyon olarak yeni bir strateji ihtiyacı arayışındadır. Sadece Rusya’ya karşı değil Çin’e yönelik olarak da nükleer gücünün modernize edilmesi ve caydırıcı seviyeye ulaştırılması hedefleniyor.

Gelinen stratejik ortamda Batılı güçleri kendine tehdit olarak gören, ekonomisi ve askeri gücü yetersiz Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler, güç konumunu nükleer silahlarla takviye etmeye çalışıyor. Yani anlayış; konvansiyonel gücün zayıf ve ABD gibi bir ülke ile başın belada ise nükleer güç edineceksin. Öte yandan Ruslar ilave olarak, nükleer silahları konvansiyonel güçlerinin yanında onları tamamlamak için yani konvansiyonel savaş içinde kullanmak istiyor. Silahsızlanma anlaşmalarının gereği olan şeffaflık yani bilgi paylaşımını reddediyor. Kırım’ın işgalinin ardından Moskova, Kasım 2014’de, nükleer emniyet ile ilgili yıllık Rusya-ABD Zirvelerine katılmayacağını açıkladı. Bir ay sonra ise Rus nükleer atıkları ile ilgili Nunn-Lugar Kanunu diye bilinen ikili işbirliği programından çekildiğini beyan etti. Amerikalılara göre Ruslar, INF aleyhine Avrupa’ya yeni sistemler kuruyorlar ve bu nedenle Doğu Avrupa’daki Amerikan nükleer silahları önemini koruyor. Buna Asya Pasifik’te güce susayan Çin’in arayışları da eklenince, ABD’ye göre nükleer silahlardan arınmış bir dünya hayali artık masada bir konu değildir. 

ABD, Gerçekte Ne yapmak istiyor?

INF, 1991’deki uzun menzilli stratejik nükleer silahlara ilişkin START anlaşmasına paralel olarak, menzili 500-5.000 km. arasında olan yerde konuşlu kısa ve orta menzilli balistik ve seyir (cruise) füzelerinin elimine edilmesini öngörüyordu. Bazılarına göre Trump’ın INF’den çekilme niyeti sadece Rusları yeni bir anlaşma için zorlamaya yöneliktir . Ancak, INF’nin reddi ABD için Rusya’ya karşı artık kuvvetli bir baskı vasıtası olacak çünkü Doğu Avrupa’nın özellikle Ukrayna’nın Rus sınırlarına yakınlığı kısa ve orta menzil için en çok Rusları tehdit ediyor. ABD, 2010’lu yılların başından itibaren Rusları sık sık INF Anlaşması’nı ihlalle suçlamaya başlamıştı. INF’nin ABD’ye diğer bir yararı da Çin, Kuzey Kore ve İran’a yönelik sınırlamaların da ortadan kalkması olacak. Özetle nükleer çılgınlığın önü tamamen açılıyor. Amerikalılara göre INF Anlaşması’nın diğer bir imzacısı olan Çin anlaşmayı halen %95 oranında ihlal etmiş durumdadır . Öte yandan ABD’nin Çin ile Güney Çin Denizi’nde beklenen savaşında kullanacağı ASB  (Hava-Deniz Muharebe) Konsepti) ile Çin’in A2/AD  önleme konsepti INF düzenlemeleri içinde uygulanamaz. Ancak, ABD’nin unuttuğu bir şey var; INF’den çekilmek Rusların da bu tür silahları sınırsızca hem Avrupa’ya hem de ABD kıtasına karşı kullanılması imkânı sağlayacak. Halen hem ABD hem de Rusya, parasının çoğunu stratejik bombardıman, karada konuşlu kıtalararası balistik füzeler, denizaltıdan atılan balistik füzeler ile hipersonik uçan aletler ve uydusavar sistemler gibi yeni projelere harcıyorlar . ABD ve Rusya arasında bir nükleer anlaşma olmadan diğer ülkeleri de durdurmak mümkün olmayacaktır. Özetle sınırsız bir yeni nükleer silahlanma yarışı içine sürükleniyoruz. 

Bugün NPT’ye dâhil olmayan Hindistan, Pakistan ile NPT dâhilindeki Çin daha fazla nükleer silah yapmaya devam ederken, ABD ve Rusya ise elindekileri modernize etmeye odaklanmış durumdalar . INF’nin kalkması Washington’a Rusya’ya karşı daha yakın ve saldırgan vasıtalar sağlayacak. ABD, Doğu Asya’da gemileri ve denizaltıları dışında da Çin’i nükleer füzelerle kuşatabilecek. Trump, INF’den çekilerek ABD’nin nükleer envanterini geliştirmenin önünü açacak. ABD yönetiminin nükleer silahlanmaya kamu desteği sağlamak için medyada propaganda teması “daha güvenli ülke” . Ama bu Rusların da işine gelecek. Putin, askeri gücünü ancak nükleer gücü ile ayakta tutabileceğinin ve bu şekilde Rus çıkarlarını ve gündemini sürdürebileceğinin, bunun da kendi varlığını meşru kılmanın en önemli sahnesi olduğunun farkında. Nitekim Putin, şimdi bir konferanstan diğerine gidip korku senaryoları anlatıyor. Nükleer yol, Rusları tekrar süper güç konumuna getirecek. Bu işten en çok uzun zamandır yeni silah satışına ve projelerine susamış savunma sanayi ve silah şirketleri karlı çıkacak. Eğitime ve sağlığa harcanacak paralar şimdi sınırsızca onlara gidecek. Nükleer savaşın kazananın olmayacağı yönünde Soğuk Savaş döneminde öğrenilen dersler unutulmuş durumda. Trump, silahların kontrolü ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda ise diğer konularda olduğu gibi kendini işin ustası ve ülke çıkarlarını koruduğu varsayımı ile hareket ediyor. 

Sonuç..

Eğer nükleer silahlanmayı durduramazsak, bu sefer Soğuk Savaş’taki gibi şanslı olmayabiliriz. ABD yeni nükleer stratejisinin gerekçelerine inandırmak için hikâyeler düzerken, NATO içinde yeni strateji tartışmalarını başlatarak, her zaman olduğu gibi başta İran olmak üzere kendi tehdidini diğerlerine satmak istiyor. Nitekim Temmuz 2016’daki NATO’nun Varşova Zirvesi’nin ana gündem konularından birisi ‘yeni nükleer strateji’ oldu. Avrupa’nın öte yakasındaki Rusların nükleer kabiliyetli savaş uçakları, denizaltıları komşu ülkelere yönelik tehdidin ana kaynağıdır. Caydırıcılık ve karşı koymak için ABD’den çok bizlerin yeni stratejilere ihtiyaç var. Bizim gibi ülkelere düşen, hava savunma sistemleri yani denizden ya da havadan atılacak bu savaş başlıklarını ve atma vasıtalarını vuracak kabiliyetleri edinmektir. Nükleer savunma, füze savunması ile birlikte ele alınmalıdır. İsrail gibi ABD savunma garantisine sahip olmadığımıza ve Rusya’nın ise en yakın potansiyel tehdit olduğunu göz önüne alırsak, kendi milli hava savunma sistemimizi geliştirmek için oldukça yolumuz olduğunu ve ABD tarafından NATO içinde 70 yıldır uyutulmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz. En iyi savunma, ‘taarruz’ olduğuna göre belki de kendi nükleer silahımızı yapmamızın zamanı gelmedi mi? Türkiye’nin nükleer stratejisi kendi askeri hedeflerine uygun, daha çok taktik seviyede olmalıdır; bunun için de bazı fikirlerimiz var..


DİPNOTLAR;

1  INF: Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty.
2  Marwan Salamah, Do Treaties Eliminate Nuclear Wars? South Front, (October 26, 2018).
3  NPT: Non Proliferation Treaty.
4  Karl-Heinz Kamp, Welcome to the Third Nuclear Age, Federal Academy for Security Policy, (May 2, 2016).
5  Matthew Costlow, Washington’s Imaginary Nuclear Arms Race, National Institute for Public Policy, (May 13, 2016).
6  Martin Pengelly, Trump promise to leave nuclear deal could be bargaining move, Corker says, The Guardian, (October 22, 2018). 
7  John Lee, Trump was right to pull out of arms treaty, but not because of Russia, CNN, (October 22, 2018).
8  ASB: Air Sea Battle.
9  A2/AD: Anti Access / Anti Denial.
10  Uri Friedman, Trump Hates International Treaties. His Latest Target: A Nuclear-Weapons Deal With Russia, Atlantic, (October 24, 2018).
11  Heather Hurlburt, Russia Violated an Arms Treaty. Trump Ditched It, Making the Nuclear Threat Even Worse, Foreign Polcy, The Intellgencer, (October 26, 2018).
12  Sarah Rainsford, INF treaty: Putin shrugs off Trump’s nuclear arms move, BBC, (October 26, 2018).


***