MUSTAFA KEMAL ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2020 Pazartesi

CUMHURİYET NEDEN 29 EKİMDE İLAN EDİLDİ.,

CUMHURİYET NEDEN 29 EKİMDE İLAN EDİLDİ.,




    Cumhuriyet neden 29 Ekim de ilan edildi, bugune kadar ben de bilmiyordum sebebini. Çok anlamli bir nedeni var.

    Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, yani Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden bir 
soru vardır.
‘Acaba Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti neden 29 Ekim’de ilan etmiştir.

Neden 27 Ekim veya 1 Kasım değil?’
Çankaya Köşkünde yemek sonrası Atatürk’ün yanına gider.

“ Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüf müdür?
  Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi” der.

Bunun üzerine Atatürk şunları söyler:

“Mütarekenin İlk günlerini hatırlarsın.

Saray ve Hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da itilaf devletlerinin elinin altına girmişti.
Saray bu Halinden memnundu.
Fakat ben bunu kabul edemezdim.
Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete 
geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve 
netice hâsıl oldu.

Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı.

Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı.
Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti?

Dört yıl.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik.

İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır?
Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür.
Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.
Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın.
Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim.

İşte bu da, mazlum bir milletin ahıdır.
Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”
Atatürk bir an durur, elini masanın üzerine koyar ve:
“Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…”

Fahrettin Altay

“Ama paşam bundan hiç bahsetmediniz”
Atatürk cevap verir:

“Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordunun hakkıdır”
Atatürk’ün cumhuriyet ilanı için 29 Ekim tarihini seçmesinin özel nedeni bu cümlelerden de anlaşılıyor. Atatürk 30 Ekim 1918 de imzalanan 
Mondros Mütarekesi ile her anlamda teslimiyet içine girmiş, kendi tabiri ile esarete uğramış milletinin kaç yıl bu esaret altında kaldığı sorusuna 
5 yıl cevabı vermek istemez.



O nedenle 4 yıl 364 gün sonra Cumhuriyeti ilan ederek bir ifadeyi kesinleştirmek istemiştir.
Esaretten 1 gün önce cumhuriyeti ilan ederek bir anlamda öc almak istemiştir.
Türk milleti 5 yıldır esaret altındadır demek ona çok zor geldiğinden Türk milleti 4 yıl esaret altında kalmıştır diyebilmek için 30 Ekime 1 gün kala 
Cumhuriyetin ilan edilmesini istemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, mağrur ve galip batılı devletlere ‘
Ben 30 Ekim’i tanımıyorum!

Sizden bir gün öndeyim. Siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız!’ demiştir.
Bilmeyenler olabilir lütfen okuduktan sonra paylaşınız ...

Niçin 29 Ekim'miş herkes öğrensin ..
Teşekkürler...

https://www.ogretmensitemiz.com/yasam/cumhuriyet-neden-29-ekim-de-ilan-edildi-bunu-benim-gibi-merak-edeniniz-h11999.html

****

15 Kasım 2019 Cuma

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 4

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 4




     Atatürk’e Göre;
 “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. 
Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir”.108 

Yine Atatürk’e göre; “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını sağlamıştır”.109 

Atatürk, Milletin hâkimiyetini bir şahıs veya belirli şahısların elinde bulundur makta menfaat bekleyen perestlerin, bunu din kisvesine büründürerek milleti iğfak, küçük görmeye çalıştıklarını; 

“Nihayet Milletin kulağı bu söylentilerle dolar ve o telkinlerin dinin icabı ve gerçeklerin ifadesi olarak kabul ederler. Bu gibilere gerici ve hareketlerine de irtica derler.110 diyerek irticayı şöyle tarif eder. “Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar. 
Buna bizim dilimizde irtica derler. İşte bu irticanın imhası için gerekli tedbirleri evvelden almış olmak lazımdır”.111 

“Bizim milletimiz ve onu temsil eden hükûmetimiz tabii olarak dünya yüzünde mevcud bütün dindaşlarımızın mesut ve müreffeh olmasını isteriz. Dindaşlarımız değişik çevrelerde vücuda getirmiş oldukları toplumların bağımsız olarak yaşamalarını isteriz. Bununla yüksek bir zevk ve mutluluk duyarız. 

Bütün Müslümanların, İslam dünyasının refah ve mutluluğu kendi refah 
ve mutluluğumuz gibi kıymetlidir! Ve bununla çok ilgiliyiz. Ve bugün onların dahi aynı şekilde bizim mutluluğumuzla ilgili olduklarına şahidiz”112 diyerek İslam alemi ile olarak samimi fikir ve düşüncelerin dile getirmektedir. 

Sonuç olarak; Bir millet için, o milletin çocukları gençleri içinen büyük tehlike nedir derseniz? Hepimizin hemfikir olacağımız ilk ve en önemli tehlike; ardından koşacağı, amaç edineceği bir millî ülküsü, ideolojisi ya da bir düşüncesinin olmamasıdır. 

Buna bağlı olarak ardından koşacağı inandığı, güvendiği benimsediği bir millî liderinin olmamasıdır. 

Bu endişeler ya da boşluklar Türk milleti için sözkonusu değildir. Atatürk, Türk’ün İstiklal Savaşı’nda ona liderlik etmedi mi? Yıkılan bir imparatorluktan yani bir devlet yaratmadı mı? Ülkesini ve milletini çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkmasını hedefleyen ve hedef gösteren bir lider olarak bir dizi inkılaplar yapmadı mı? Öyleyse Türk milletinin ve gençliğimizin bir ideali, bir millî ülküsü ve örnek alacağı bir liderinin olmadığını söylemek mümkün değil! Ama bunu hakkıyla anlatabildik mi, öğretebildik mi, benimsetebildik mi? 

İlk görev yeri olan Şam’da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin kurduğu 1906 tarihinden 1938’e kadar yaptıkları ya da yapmak istediklerine bakın! Kendisi için özel ne istedi? 
Hep bu millet ve devlet için istemedi mi? 
Çabalamadı mı? 

Bugün çocuklarımız ve gençlerimiz yakın tarihimizi, Türk Millî Mücadelesi’ni yeterince bilmiyorlarsa, Türk dilini yeterince doğru ve güzel kullanamıyorlarsa; Nutuk’u okumamışsa ortada ciddi bir eğitim-kültür sorunu var demektir. 

Atatürk’ün ortaya koyduğu fikir, düşünce ve faaliyetlerini bir fikir sistemi olarak bilgilendirip, benimsetemiyorsak; millî kültürümüzün ve tarihimizin gereklerini çocuklarımıza ve gençlerimize öğretemiyorsak; o zaman gençlerimiz, Marksizm, Faşizm, teokratik dünya görüşü veya uydurma ve sapkın inanç, düşünce vs. gibi kökü ve uygulayıcıları dışarıdaki fikir ve ideolojilerin veya onların liderlerin 
etkisi altında olacaktır. 

Atatürk’ün hem iç hem de dış siyaset konusundaki fikir ve faaliyetlerinin, devletimize ve milletimize yönelik tehdit ve tehlikelerin neler olduğu ve onlara karşı nasıl mücadele ettiğinin ve edilmesi gerektiğinin en güzel ifadesi, şüphesiz Nutuk’tur. 

Bir “Millî Siyaset Belgesi” alan Nutuk’u bundan sonra hakkını vererek okumamız ve okutmamız gerekmektedir. Atatürk içinde yaşadığımız zamanın, “sen, ben, o” kavgasını aşıp “Biz” olma, “sen şusun, ben buyum” sunî söylemlerinden ve kardeş kavgasından uzak durup; “Biz aynı kökten gelen bir milletiz” demek zamanı olduğunun bilincine varmamızı isterdi. 

Zaten birbirinin öz kardeşi olan millet fertlerimizi “alt kimliküst kimlik” gibi söylemlerle birbirinden farklı imişler gibi göstermek isteyenlerin karşısında Atatürk, fikirlerinin babası olduğunu vurguladığı Ziya Gökalp’in; 

“Dediler kavmimin bir adı var mı? 
Adı bir değil çok bu da bir ar mı? 

Türkiye devletim, Türklük milletim cinsinin çokluğu Türk’e zarar mı.113 “ dizeleri ile karşılık vermemizi isterdi. 

Atatürk, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, şahsî menfaat ve hedeflerinin üzerinde millî menfaat ve hedeflerin olduğunu ve bunun da kutsal bir görev olduğunu tekrar hatırlamasını isterdi. 

Atatürk, tıpkı millî mücadele döneminde de olduğu gibi hem dışarıdan hem de içeriden millî birliğimiz ve toprak bütünlüğümüzü bozmak isteyen dahili ve harici düşmanlarımızın daima varolduğunu hatırlayıp; geçmişte yapılan hataların ve zararların tekrarından kaçınılmasını isterdi. 

Atatürk, vatanseverlik, millîyetçilik, modernleşme ve çağdaşlaşma; çalışkanlık, dürüstlük, milletimizle varlığımızla övünmek, adalet, gerçek ve samimi dini inanç ve düşünceler, laiklik, hoşgörü ile sevgi-saygının sadece sloganlarda, sözlerde ve duvarlarda kalmamasını isterdi. 

AB içinde olup da kendi üniter devletlerinin varlığını, millî egemenliklerini, anayasal düzenlerini devam ettirmeyi kendilerine vazgeçilmez hakları gören batılı devletler, kendileri dışındaki milletler için de aynı hakların geçerli olduğunu kabul etmiyor ve görmezlikten geliyorlar. 

Özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti söz konusu olduğunda herhangi bir kurum veya kuruluş adına ülkemize gelen bir yabancı, 
“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” prensibinin temsilcisi olan TBMM’ne, Yasama, Yürütme ve Yargı kuvvetlerimize; onların karar ve faaliyetlerine karışmayı, eleştirmeyi ve geri adım atılmasını istemeyi, kendilerinin doğal hakkı olarak görmektedirler. 

Türk’ün bağımsızlık savaşını, Büyük Türk İnkılâbı’nı, tüm bunların sonucu kurulan Yeni Türk Devleti’ni ve onun millî sınırlarını hâlâ kabul etmekte zorlanıyorlar. Hâlâ Sevr’i kabul ettirme saplantısından vazgeçmemiş görünüyor ve bunu da açıkta gösteriyorlar. 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi Atatürk’ün de vurguladığı gibi “Bununla beraber her devirde her memlekette ve her zaman zuhur ettiği gibi bizde de kalb ve asabı zayıf, gayr-i müdrik (anlayamayan) insanlarla beraber, vatansız ve aynı zamanda refah ve menfaati şahsiyesini vatan ve milleti zararında arayan esafil (pek aşağı, bayağı) de vardır”.114 

Ama tüm bunlara rağmen aklı başında, sağduyu sahibi, gerçekten geçmişi ve bugünü iyi değerlendirip, geleceği ve gerçekleri gören aydın ve vatanseverler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, bugün Türkiye toprakları ve Türk milleti üzerinde oynanan oyunların farkındadır. “Biz millîyetperverler, gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha ziyade açmaktayız ve gerek dahilde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz. Milletimizin devamlı olarak milletlerle temasını kolaylaştırmak menfaatimiz gereğidir”.115. diyen Atatürk; 

Memleketimizin çağdaş, medeni ve refah olmasını bir hayat davası olarak görerek, Türklerin daima doğudan batıya doğru yürüdüklerini.116 
içinde bulunulan medeniyet ailesi içinde layık olduğumuz mevkiyi bularak, onu korumamızı ve yükseltmemizi isterken; “Refah, saadet ve insanlık budur”.117 diyerek; daima çağdaş medeniyet seviyesini yakalamayı hatta onu aşmayı hedef göstermiştir. 

Ama, Avrupa’nın bizi daima kendisinden aşağı gördüğünü, mahvolmamızı yok olmamızı çabuklaştırmak için ne gerekirse onları yaptığını da ifade ederek; “Batı ve Doğu zihinlerinde birbirine saldıran iki prensip söz konusu olduğunda, bunun en önemli kaynağını bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da devamlı mücadele ettiğimiz bu düşünce vardır”118 diyen; milletlerin siyasetinde ancak menfaatlerin olduğunu ve kimsenin kimseye dost olmayacağını bilen; dostu ve düşmanı ayırt eden ve daima uyanık bir bilinçle “Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız”119 diyen Atatürk’te asla yabancı düşmanlığı ırkçılık yoktu. Nitekim bu konuda “Ecnebi düşmanlığı noktasına gelince; şu bilinsin ki, biz ecnebilere karşı herhangi düşmanca bir his beslemediğimiz gibi onlarla samimi ilişkilerde bulunmak arzusundayız. Türkler bütün medeni milletlerin dostlarıdır. 

Ecnebiler memleketimize gelsinler, bize zarar vermemek, hürriyetimize güçlükler çıkarmaya çalışmamak şartıyla burada daima güler yüz göreceklerdir”120 ve “Türkiye’nin istiklali her sahada tamamen eksiksiz onaylanmak şartıyla kapılarımız bütün yabancılara açık kalacaktır”121 sözleri ile de düşünceleri gayet açık bir şekilde ifade eder. 
Atatürk; bugün hâlâ geçerliliğini koruyan önemli bir soruna da işaret etmektedir. Ancak bu sorunun çözümünü de vermektedir: 

“Tarihi yapan, akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan çok hislerdir. Düşmanlarımızın hakkımızda uzun asırlarla yoğunlaşan hislerini yalnız bugünkü olaylarla silebileceğimizi zannetmek, doğru olmaz. Biz bunu zaferlerle değil, ancak bugünkü ilerlemeyi kabul, bugünkü ilmin ve medeniyetin istediği özelliklerin hepsine sarılarak, inanarak ve bütün medeni milletlerin kültür seviyelerine ulaşmakla yapacağız”.122. 

Atatürk’ün bu sözleri üzerine bizim milletçe kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor. Biz; acaba Atatürk’ün bütün ömrü boyunca gerçekleştirmek için uğraştığı, az zamanda çok iş yapmak için çabaladığı millî ülkünün farkında mıyız? 

“Benim Türk milleti’ne Türk cumhuriyeti’ne ait görevlerim bitmemiştir. Sizler onları tamamlayacaksınız” dediği ve bize gösterdiği millî hedeflerin hangilerini, ne kadar gerçekleştirdik? Ya da Atatürk’ün gerçekleştirdiklerini ne kadar koruduk? Her biri vecize niteliğindeki sözlerindeki derin anlam ve mesajları alabildik mi uygulayabildik mi: Ne yapmamız veya ne yapmamız gerekiyor? 

Bütün bu soruların cevapları tekrar ediyorum; bir, “Millî Siyaset belgesi” olan “Nutuk”ta ve özellikle tek başına bir “Millî Siyaset Belgesi” alan “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”nde açıkça ifade edilmektedir. Ve bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak Bu sarsılmaz inançla Cumhuriyeti tehlikeye karşı her türlü vasıta ile savunmak ”123 için daima varız ve hazırız. 

DİPNOTLAR;

1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, Ankara, 1997, s.329. 
2 Celal Bayar, Ben de Yazdım, Milli Mücadeleye Giriş, İstanbul, 1997, s.2. 
3 (10 Haziran 1919), Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Ankara, 1991, s.31. 
4 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, Ankara, 1997, s. 20. 
5 (20 Mart 1923Konya Gençleri ile Konuşma). A.S.D, II, s.148-149. 
6 A.Afetinan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 2000, s.42-43. 
7 (Lozan Görüşmelerinin Kesilmesi Üzerine) Kemal Atatürk, Nutuk, 19191927, Haz.Prof.Dr.Zeynep Korkmaz, ATAM Yayını, Ankara, 2000, s.487. 
8 (Lozan Görüşmelerinin Kesilmesi Üzerine). Nutuk, s.487. 
9 (Lozan Görüşmelerinin Kesilmesi Üzerine). Nutuk, s.488. 
10 Nutuk, s.474. 
11 (27 Ekim 1922 Bursa Öğretmenlerine hitaben) Daniel DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, ATAM Yayınları, Ankara, 2000, s.89. 
12 (Öğretmenlere 24 Ekim 1922) A.S.D, II, s.47. 
13 (11 Kasım 1937 TBMM 5:Dönem 3. Toplama Yılını Açılışı) A.S.D., I, s.423. 
14 Afet İNAN, Medeni Bilgiler, Ankara, 2000, s. 28. 
15 (Birinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açarken, 1 Mart 1922) TBMM ZC, I-XVIII, TBMM Matbaası, Ankara, 1959, s.2. 
16 (Büyük Zafer Hakkında 04.Ekim.1933 Dolmabahçe Sarayı, “Diyarbakır” Gazetesinin Sahibine Demeç)Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve 
    Düşünceleri, Ankara, 1999, s.206. 
17 (4 Ekim 1922) A.S.D, I, s.286. 
18 (1923) D.DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.11. 
19 (01 Eylül 1924) D.DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.97. 
20 (1 Eylül 1924, Bursalılarla Konuşma) A.S.D, II, s.189-190. 
21 İNAN, Medeni Bilgiler, s. 34. 
22 (5 Ekim 1925 Ankara Hukuk Mektebi’ni Açarken) AS.D., II, s.249.. 
23 (29 Ekim 1933 10.Yıl Nutku) A.S.D., II, s.318. 
24 (Üçüncü Dönem 4. Toplanma Yılını Açarken) 1 Kasım 1930, TBMM ZC, III/21, s.2-3. 
25 Nutuk, s.432. 
26 (14 Ekim 1925İzmir Kız öğretmen okulunda Konuşma) A.S.D., II, s.242. 
27 (10 Mayıs 1931CHP Üçüncü Büyük Kongresini Açarken,) A.S.D., I, s.386. 
28 (TBMM Beşinci Dönem İkinci Toplanma Yılını Açarken, 1 Kasım 1936) A.S.D., I, s.405. 
29 (29 Ekim 1933 Onuncu Yıl Söylevi,) A.S.D., II, s.318-319. 
30 (14 Ekim.1925 İzmir’de ileri Gelen Memurlarla bir konuşma), A.S.D., II, s.241. 
31 (25 Aralık 1922 Le Journal Muhabiri Paul Harriot’ya Çankaya’da verdiği Beyanat) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, Ankara, 1997, s.80. 
32 (24./25 Ekim 1919 Amasya Tasvir-i Efkâr Muhabiri Ruşen Eşref İle Mülâkat) A.S.D., III, s.11-12. 
33 Y.H.BAYUR, Türk İnkılâbı Tarihi, I, T.T.K., Ankara, 1983, s.XIII. 
34 (1931) Atatürkçülük, Yay.Haz.Genelkurmay Başkanlığı, I, İstanbul, 1998, s.83. 
35 (29 Ekim 1933 10.Yıl Nutku) A.S.D., II, s.319. 
36 (1934) Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar, Belgeler, Ankara, 1959, s.304. 
37 (1935) DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.135. 
38 Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.204. 
39 Prof.Dr.Orhan TÜRKDOĞAN, “Gökalp’ten Atatürk’e Milli Birlik”, Makaleler, “Atatürkçülük ve Devrimler”, I: Kitap Atatürk Üniv. Yay.534, Ankara, 1979, s.90. 
40 (26 Nisan 1926Türk Ocakları Delegelerine,) A.S.D., III, s.118. 
41 (General Harbord’a gönderdiği 24 Eylül 1919 tarihli yazısı)Gotthard JAESCHKE, “Kemalizmin Temel Düşünceleri ve Tarihi”, Makaleler, Atatürkçülük 
    ve Devrimler, I.Kitap, Atatürk Üniv. Yayınları: 534, Ankara, 1978, s.37. 
42 (14 Eylül 1920. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Paşa’ya Talimatı) General Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele 
    Hatıraları, İstanbul, 1953, s.474. 
43 Hikmet TANYU, Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, Ankara, 1981, s.184. 
44 Fethi TEVETOĞLU; Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967, s.437. 
45 (Bakanlar Kurulunun Görev ve Yetkisini Belirten Kanun Teklifi Münasebetiyle, 1 Aralık 1921). A.S.D., I, s.216. 
46 (İzmir İktisat Konuşmasının Açış Söylevi 17 Şubat 1923). A.S.D., II, s.113116. 
47 (1923) D.DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.8. 
48 (23 Ocak 1923 Morning Post Yazarı Grace Ellison’a Demeç), A.S.D., III, s.81. 
49 (16 Ocak 1923 Arifiye’de Konuşma) A.S.D., II, s.57. 
50 (25 Ekim 1928 Lehistan Elçisinin Söylevine Cevap) Bilal Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, II, Ankara, 2001, s.448-449. 
51 (16 Ekim 1930 Yugoslavya Elçisine Verilen Cevap) Bilal Şimşir, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, IV, s.275-276. 
52 Hasan Rıza SOYAK, Atatürk’ten Hatıralar, II, Ankara, 1973, s.513. 
53 (1 Mart 1921, TBMM’ne 1. Dönem Toplanma Yılını Açarken) TBMM Z.C., IX/2, s.3. 
54 (1 Kasım 1928 3. Dönem. 2. Toplanma Yılını Açarken) A.S.D., I, s.377. 
55 (27 Ekim 1922Öğretmenlere) A.S.D., II, s.47. 
56 (1 Mart 1922) TBMM ZC, I/XVIII, s. 
57 (1 Mart 1922) TBMM ZC, I/XVIII, s. 
58 (27.Ekim 1922 Bursa Öğretmenlerine) A.S.D., II, s.47. 
59 (25 Eylül 1924 Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine) A.S.D., II, s.178 
60 (25 Eylül 1924 Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine) A.S.D., II, s.178-179. 
61 (27 Ekim.1922 Bursa Öğretmenlerine) A.S.D., II, s.47. 
62 (1930) A.Afetinan, M.K.Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, 1971, s.36. 
63 (25 Ağustos 1924 Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine) A.S.D., II, s.179. 
64 (1933) D.DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.45. 
65 (01 Kasım 1938 TBMM 5.Dönem 5. Toplanma Yılını Açış Nutku) A.S.D., I, s.428. 
66 Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar, Belgeler, Ankara, 1959, s.297. 
67 Enver Ziya KARAL, Atatürk ve Devrim, Konferans ve Makaleler, Ankara, 1980, s.100. 
68 (24 Mayıs 1918, Ruşen Eşref’e imzaladığı resim arkası)Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.192. 
69 (18 Mart 1923 Tarsus’da Gençlere Konuşma.) A.S.D., II, s.137. 
70 (30 Ağustos 1924 Dumlupınar’da konuşma) A.S.D., II, s.188. 
71 (26 Mart 1937 Ankara’da Tahsilde Bulunan Bursalı Gençlerin Tertib Ettikleri Uludağ Gecesinde söylenmiştir) A.S.D., II, s.327-328. 
72 (26 Mart 1937 Ankara Halkevinde Bir Konuşma) A.S.D., II, s.327-328. 
73 (1927, Gençliğe Hitabesi) Nutuk, s.607. 
74 (13 Ağustos 1923 İkinci Dönem Açarken) A.S.D, I, s.337. 
75 (1906 Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik Şubesi’ni Kurarken) A.S.D., II, s.1. 
76 (22 Nisan 1921, Hâkimiyet-i Milliye)A.S.D., III, s.31. 
77 Nutuk, s.73. 
78 (29 Ekim 1923 Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya Demeç) A.S.D., III, s.92. 
79 (16 Mart 1923 Adana Çiftçileriyle Konuşma) A.S.D., II, s.128. 
80 (1 Kasım 1935 Beşinci Dönem Birinci Toplanma Yılını Açarken) A.S.D, I, s.404. 
81 (22 Şubat 1924 İzmir Ordu İleri Gelenleri ile İkinci Konuşma) A.S.D., II, s.176. 
82 (1 Kasım 1937 Beşinci Dönem üçüncü Toplanma Yılını Açarken) TBMM, ZC., 5/XX, s.3-9. 
83 (1 Kasım 1937 Beşinci Dönem üçüncü Toplanma Yılını Açarken) TBMM, ZC, 5/XX, s.3-9. 
84 (29 Ekim 1938 Türkiye Cumhuriyeti Ordularına Mesaj) A.S.D, II, s.331. 
85 (29 Ekim 1938 Atatürk’ün TC. Ordularına Mesajı) A.S.D., II, s.331. 
86 (1 Kasım 1936 Beşinci Dönem İkinci Toplanma Yılını Açarken) TBMM Z.C, V/12, s.4. 
87 A.Afetinan, Medeni Bilgiler, s. 58 
88 (Beşinci Dönem İkinci Toplama Yılını Açarken) TBMM Z:C, V/12, s.4. 
89 (11 Aralık 1924 siyasi Fırkalar Hakkında) A.S.D., III, s.109. 
90 (1 Kasım 1930 Üçüncü Dönem 4. Toplanma Yılını Açarken) A.S.D., I, s.384. 
91 (1 Aralık 1921Bakanlar Kurulunun Görev ve Yetkisini Belirten Kanun Teklifi Münasebeti İle) A.S.D., I, s.234. 
92 (23 Mart 1923 Afyon Karahisar’da Halk İle Konuşma) A.S.D., II, s.160. 
93 ATT ve B, IV, s.580.(29 Ağustos 1927 Seçim Hakkında Beyanname) 
94 (1 Mart 1921 İkinci Toplanma Yılını Açarken), A.S.D., I, s.183. 
95 Nutuk, s.607. 
96 A.T.T ve B, s.532. 
97 (11 Eylül 1924 Bursalılarla Konuşma) A.S.D., II, s.188. 
98 (Ocak 1922 Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin’e Demeç) A.S.D., III, s.49. 
99 (30 Ağustos 1924Dumlupınar’da Konuşma) A.S.D., II, s.186. 
100 (16 Ocak 1923 İstanbul Gazeteleri Temsilcilerine) A.S.D., II, s.63. 
101 (7 Mart 1925 Genç İsyanı Dolayısıyla Orduya ve Memurlara Beyanname) A.T.T ve B., IV, s.563 
102 (24/25 Ekim 1919 Harekat-ı Milliyenin Karakteri) A.S.D., III, s.16. 
103 (2 Eylül 1922 Sulh Şartları, İç ve Dış Siyasi Meseleler) A.S.D., III, s.70. 
104 (25 Ekim 1919 Kuva-yı Milliyenin Vaziyeti) A.S.D., III; s.18. 
105 (2 Ekim.1922, Petit Parisien Muhabirine Bursa’da Verilen Demeç) A.S.D., III, s.71. 
106 (26 Eylül 1922 Chicago Tribun’un İzmir’e Gönderdiği Muhabirine Verilen Demeç) A.S.D., III, s.66. 
107 (25.Aralık 1922 Le Journal Muhabiri Paul Herriot’a Çankaya’da Verilen Beyanat) A.S.D., III, s.79. 
108 Özdeyişleriyle Atatürk, ATASE Yayınları, Ankara, 1981, s. 24. 
109 Atatürkçülük, I, s.110. 
110 (31.01.1923 İzmir’de halk ile konuşma) A.S.D., II, s.92. 
111 (18 Ocak 1923, İzmit’te Halk ile Konuşma) A.S.D., II, s.67. 
112 (01 Aralık 1921 Bakanlar Kurulunun Görev ve Yetkisini Belirten Kanun Münasebeti İle) TBMM) TBMM, ZC., I/XIV, s.430. 
113 Ziya Gökalp, Yeni Hayat Doğru Yol, Ankara, 1976, s.24. 
114 (23 Temmuz 1919, Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresini Açış Nutku) Mahzar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, I, 
T.T.K, Ankara, 19862; M.Fahrettin Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, II, Ankara, s. 21. 
115 (27 Eylül 1923 Türkiye’de Cumhuriyet ve Şarklılık, Garplılık Meselesi) A.S.D., III, s. 88 
116 (4 Aralık 1923, İstanbul Halkı ve Cumhuriyet) A.S.D., III, 94 
117 (5 Şubat 1924, İzmir’de Gazetecilerle Konuşma) A.S.D, II, s.171. 
118 (27 Eylül 1923 Türkiye’de Cumhuriyet ve Şarklılık, Garplılık Meselesi), A.S.D., III, s.87-88. 
119 D.DUMOULIN, Atatürk’ten Düşünceler, s.35. 
120 (29 Ekim 1923 Fransız Muhabiri Mavrice Pernot’a Demeç) A.S.D., III, s.90. 
121 (2 Kasım 1922 Petit Parisien Muhabirine Bursa’da Demeç), A.S.D., III; s.70. 
122 (15 Mart 1923, Adana’da Halkla Konuşma), A.S.D., II, s.120. 
123 Atatürkçülük, III. Kitap, s.60. 


***

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 3

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 3





“Ey Türk Gençliği!, Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…”.73 

“Türk Devleti’nin bağımsızlığı mukaddestir. O ebediyen güvende ve korunmuş olmalıdır”74 Çünkü “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anasının Hürriyet”.75 olduğunu düşünen Atatürk; “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarım en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını tanıyanlarca bu aşkım bilinmektedir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın var olması ve devam etmesi, mutlak o milletin hürriyet ve istiklaline 
sahip olmasıyla mümkündür Ben şahsen bu saydığım niteliklere çok önem veririm ve bu niteliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için, milletimin de aynı nitelikler ile donanmış olmasını şart ve esas bilirim…”.76 der. 

“Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin can damarıdır. 
Bu görev bütün millete ve tarihe yüklenilmiştir… 
Biz yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. 

Bir yanlışlığa boyun eğme yüzünden bu vasıflardan yoksun kalmaya katlanamayız”.77 diyen Atatürk, istiklalimizi, egemenliğimizi kaybetme endişesi ve tehlikesi karşısında alınacak olan önlemlerde sabırsızdır ve temkinlidir. “…Eğer bazen ihtiyatkar hareket ediyorsak, aşırı ölçüde şüpheli davranıyorsak, bize çok pahalıya mal olan hürriyetimizi kaybetmek hususundaki korkumuzdandır. 
Bu hürriyetin bir küçük kısmını sakat etmektense, hepsini birden feda etmeyi tercih ederiz.”.78 diyecek kadar da gözü kara ve kararlıdır. 

Hürriyeti ve istiklalimizin tehlikeye düştüğünde gereği yapmış bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk, asıl mesleği askerlik olmasına rağmen, çok gerekmedikçe savaşmayı asla uygun bulmayan bir liderdi. 

“Derhal şu veya bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zorunlu ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama millet hayatı tehlikeye düşmeyince, harp bir cinayettir”.79 düşüncesindedir 

Ama mutlaka, “Çok emekle kurduğumuz, canımızla korumaya and içtiğimiz kutsal yurdumuzun da güven altında olması” gerekir. Atatürk’e göre; “güvenlik altında bulunması demek bize saldıracakların, kendi yurtlarında bizim aynı zararları yapabileceğimize güvenimiz demektir”.80. Yani bize zarar veren düşmanın, bizim de ona aynı zararı verebileceğimize inanmasıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik tehdit ve tehlikeler karşısında ona karşı koyacak, savunacak olan güç ne idi sorusuna ise; “ Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir. Biri milletin kararı, diğeri en elim ve en zor şartlar içinde dünyanın takdirine hakkıyla layık olma niteliği kazanan ordumuzun kahramanlığı, bu iki şeye güvenir”.81 cevabını vermektedir. 

Atatürk, batı milletlerini ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanıdığını ve bu tanışmanın savaş alanında ve ateş altında ve ölüm karşısında olduğunu vurgulayarak; “Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir” demiştir 

Dolayısıyla, Türk milletinden aldığı manevi kuvvetle güçlenen Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi82 olan Ordumuzu da, “Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatı. 83” olarak görmektedir 

Köklü yenileşme ve gelişme içinde bulunan ülkemizin, hem kendisinde hem de komşularında barış ve huzuru isteyen bir düşünceye dayanan dış politikamızda; ülkenin korunması ve güvenliğin sağlanması, vatandaşlarımızın haklarının herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunacak güce de sahip olunmasını önemle isteyen Atatürk, “Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizin bu ülkede barışı ve güvenliği koruyacak bir güçte bulundurulması”.84 nın öneminin altını çizmektedir. 

“ Memleketimizi en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş kurtarmış ise Cumhuriyetin bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile donanmış olduğu halde görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphemiz yoktur”85. diyerek Türk ordusu’nun gerektiği zaman, Türkiye Cumhuriyeti 
Devleti ve milletin hakkını, bağımsızlığını ve varlığını korumak için gerekeni yapacağını ifade etmektedir. 

“Devleti ve hükûmeti kendi malı ve koruyucusu tanımak bir millet için büyük nimet ve mazhariyettir”86 diyen Atatürk, halk ile kendisini korumak ve milletin refahını temin etmek görevini üstlenen87 hükûmet arasındaki yakınlığın ve beraber çalışma gayretinin, idari ve ekonomik tedbirlerin iyi uygulanması, anlaşılması ve iyi sonuçlar alınması için gerekli olduğunu biliyordu. Çünkü onun için milletin, maddi ve manevi huzuru her şeyden fazla önemli idi.88. 

“Millî egemenlik esasına dayalı ve özellikle Cumhuriyet idaresine sahip bulunan memleketlerde, siyasi partilerin olmasını”.89 isteyen Atatürk, Cumhuriyetin yaşaması ve gelişmesi için de gerekli gördüğü siyasi partilerin, siyaset alanındaki karşılıklı faaliyetlerin vatandaşlar arasında düşmanlık yaratılmasına sebep olmamasını tavsiye ediyordu.. Bunun için de partiler içine girebilecek samimi 
olmayan ve gizli amaçlı unsurların, kanun ötesinde sonuç isteyen istek sahiplerinin, bütün milletçe nefretle karşılanmasını ve bir de cumhuriyet esası üzerinde çalışan partilerce, bu gibilerin faaliyetlerinden uzak kalınmasını; hürriyeti kötüye kullanmanın doğurduğu birçok felaketleri çekmiş olan bu memlekette bu özelliklere dikkat edilmesini tavsiye ediyordu.90. 

“Memleket işlerinde, millet işlerinde, hakiki işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz”91 diyerek; iç huzur ve güven ortamının sağlanması ve ayrımcılığın önüne geçilmesini isteyen Atatürk, siyasi partilerde çalışacakların “kişisel çıkarlardan ve bencil emellerden ayrılmalarını, ancak canlı ve alevli ideallere”.92 sahip olmalarını; özellikle milleti temsil eden milletvekillerinin 
“Milletvekilliğinin, her düşünceden daha önemli bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmi ve özel hayatta bile birçok manevi ve belirli külfetleri bulunduğunu gözden uzak tutmamalarının gerek”.93 tiğini ifade etmektedir. 

Devletine ve milletine yönelik iç ve dış tehdit ve tehlikelerle baş etmenin ilk yolu devlet yöneticilerin kendi içlerinde uyum, güven ve sadakat duyguları içinde çalışmalarıdır. Bu nedenle “Bir millette, özellikle bir milletin yönetimde sorumlu bulunan yöneticilerinin kişisel ihtirasları, kişisel tartışmaları millî ve vatani görevlerinin gerektirdiği yüce duyguların üzerine çıkacak dereceye varmış 
olan memleketlerde, dağılmaktan ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir”.94 diyerek çözümünü de şöyle ifade eder: 

“Bir amaca doğru yürürken, kişisel düşünce ve çıkarları bir tarafa bırakarak, el ele vermek icap eder: başarının sırrı budur. Unutulmamalıdır ki, bizlerin gerçek vazifesi, topluluğumuzun gelecekteki yüksek çıkarlarını sağlamaya çalışmaktır”. 

Atatürk ayrıca bu konuda çok önemli bir tavsiyede bulunur; “Muhterem milletine şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki vicdanındaki asıl cevheri çok iyi incelemek dikkatinden bir an vazgeçmesinler” 95. 

Atatürk “Yurt içinde bozgunculuğa ve anlaşmazlığa izin vermeyen ve nimet ve külfeti bütün memlekette her vatandaş için eşit tutan millî birlik sınırları içinde ekonomik gelişmeyi”96 hedefleyen bir iç politika izlenmesi ile iç huzur ve güvenliğin sağlanacağına inanmaktadır. 

Önemle vurguladığı bir nokta ise; “ekonomisi zayıf bir milletin hem fakirlik ve yoksulluktan hem de toplumsal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtarama”dığı gerçeğidir.97. Bu nedenle ona göre öncelikle; “İyileştirilecek şeyler ekonomi ve eğitimdir. Bu sayede memleket imar edilecek, millet refah sahibi olacaktır”.98. 

Atatürk; “Artık vatanın, imar istediğini, zenginlik ve refah istediğini, şeref, namus, istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve seri olarak yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir biçimde çalışmayı emrettiğini”.99 bu nedenle çalışkan olmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmadığını düşünüyordu. Çünkü; ona göre çalışkanlık zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan büyük ölçüde yararlanmaktı. Böylece servet ve onun doğal sonucu olan refah ve saadete ulaşılacaktı.100. 

Böylesi bir medeniyet ve refah seviyesine ulaşmış bir devlet, dışa ekonomik bağımlılıktan kurtulacağı gibi, bunlara sahip bir toplumun da bir takım oyunlara gelmesi, en ufak bir tahrik ve teşvikle sokaklara dökülmesi, kandırılıp yönlendirilmesi mümkün olmayacaktır. 

“Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hadiselerin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomi durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadi ve ticari gelişiminin ilk şartı, huzur ve sükun ile emniyet ve asayişin, bozulması 
mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvet bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. 

Bu Şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim”.101 der. Atatürk’ün vatandaşlarımızın dikkatini çektiği bu konu, maalesef bugün hepimizi ziyadesi ile üzecek ve endişelendirecek bir noktaya gelmiştir. 

Atatürk, kalkınmamız için dış ekonomik ve mali yardım almamız gerektiğinin bilincindedir ki; bu bilinci Erzurum ve Sivas Kongresi ile Misâk-ı Millî kararlarında da görmekteyiz. 

Ama bu yardımların manda, himaye veya kapitülasyonlar şeklinde olmasına kesinlikle karşıdır: Çünkü geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi egemenlik haklarından olan ekonomik ve mali özgürlüğümüzü, başkaları ile paylaşmanın, bir ülke için önemli bir tehdit ve tehlike olduğunu; o ülkeyi, sonunda parçalamaya götürdüğünü biliyordu Bu nedenle, “Bize yardımcı olacak 
insaniyet kâr kaynaklara biz de karşılıklı taahhüt ile birliğimiz ve bağımsızlığımız çerçevesinde samimiyetle bağlı oluruz”.102 demiştir. 

Kendi kaynaklarımız ve yalnız kendi sermayemiz ile halledilemeyecek birtakım iktisadi meselelerin olduğundan, bize yardım edecek dostlar aramaya mecbur olduğumuzu düşünen Atatürk.103; 
“Dışarıdan gelecek sermaye, yol gösterici faaliyetlere, çalışma usullerine ihtiyacımız vardır. Fakat, bu, birliğimize bağımsızlığımıza son verecek bir koruma tarzı demek olamaz”104 düşüncesindeydi. “  
…Millî hududlarımız dahilinde bulunan toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar üzerinde tamamıyla, bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün istediklerimiz budur…”.105 diyerek; kısa ve öz olarak, tüm samimi duygularıyla amacımızı açıklamaktadır. 

Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasi, mali, hukuki tahakkümü altına alan kapitülasyonların ne demek ve neye mal olduğunu çok iyi biliyordu. “…Kapitülasyonların hiçbir kısmında istisnayı kabul etmiyoruz. Adli, mali veya askerî kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz.106” 

“Kapitülasyonların Türk milleti için ne derece nefret edilen bir şey olduğunu size tarif edemem. Bunları diğer şekil ve namlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye muvaffak olacaklarını planlayan ve hayal edenler, bu konuda pek çok aldanıyorlar. 
Zira, Türkler kapitülasyonların devamının kendilerini pek az vakitte ölüme sevkedeceğini pek iyi anlamışlardır…”.107 diyerek, kabul etmemekte derinmiş ve de kabul etmemiştir. 

Ülkemiz, müslüman bir ülke ve aynı zamanda laik bir ülkedir. Ancak, bu laik ve demokratik düzeni bozmaya veya yıkmaya yönelik her türlü faaliyetler, ülkemiz için bir tehlike yaratmaktadır: Çünkü Türkiye, Müslüman ülkeler içinde en istikrarlı ve lider konumunda önemli bir ülkedir. Ülkemizin bu özelliklerinden rahatsız olan birtakım güçler, ülke içinde insanlarımızın samimi ve tamamen 
vicdani özgürlüklerine dayanan dini düşünce ve inançlarını istismar etmektedir ler. Bundan dolayı da, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik anlayışı, birtakım iç ve dış mihrakları rahatsız etmektedir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 2

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 2




    “Biz, ne Bolşevikiz ne de Komünist, ne biri ne de diğeri olamayız. 
Çünkü biz millîyetçi ve dinimize saygılıyız”. 43 derken; 

“Şurası unutulmamalıdır ki, Türk Aleminin en büyük düşmanı komünistliktir! Her görüldüğü yerde ezilmelidir”44 sözleri ile de, kısa ve öz olarak mesajı vermekte dir. 

Atatürk yaşadığı dönemlerde ortaya çıkan ve II. Dünya Savaşı’nın önemli sebeplerinden olan Almanya ve İtalya’nın Faşizmi ve Nasyonal Sosyalizmini de aynı şekilde reddetmiştir. 

Bugün günümüzde isimleri değiştirmekle birlikte amaç ve içerik bakımından aynı olan tehlike ve tehditler vardır. Bunlar nedir? 

Devletimizin ve milletimizin varlığına, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik yıkıcı ve bölücü terörist faaliyetler; samimi ve gerçek dini inanış ve gereklerini yerine getirmekten uzak, halkımızın inançlarını sömüren suistimal eden anti laik faaliyetler ve din sömürüsü; demokratikleştirilme kisvesi altında devletimizin yasama, yürütme ve yargı yetkilerine müdahale; siyasi, ekonomik ve kültürel emperyalizm Atatürk’e göre bir başka tehlike de, Büyük ve hayali şeyleri, yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden, bütün dünyanın  düşmanlığını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine çekmekti. 

Geçmişte bunu yaşadığımızı kastederek;. 

“Biz, panislamizim yapmadık. Belki “yapıyoruz, yapacağız” dedik. 
Düşmanlarımızda “Yaptırmak için bir an önce öldürelim!” dediler. 

Panturanizm yapmadık!... “Yaparız, yapıyoruz dedik yapacağız dedik ve yine öldürelim” dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar peşinde koşarak, düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan baskılarını artırmaktansa, tabii halimize, asıl durumumuza, geçerli olan durumumuza dönelim. Kendimizi bilelim. 

Bu nedenle biz, “hayat ve bağımsızlık isteyen milletiz ve yalnız ve ancak, bunun için hayatımızı feda ederiz”45 demektedir. 

Atatürk’ün bu sözlerinin amacı geçmişte yapılan hataların tekrarına engel olmaktır. Çünkü; resmi devlet ve hükûmet politikası olarak takip edilmeyecek veya edilemeyecek bazı fikir veya siyasetlerin varmış veya gerçekmiş gibi gösterilmesi; ülkemize yönelik tehlikelerin artmasına sebep olacaktır. Dolayısıyla gerçekten uzak söylemlerde bulunarak; öncelikle komşularımızın ve dünyanın düşmanlığını çekmek; hem aleyhimize bir kamuoyu oluşmasını, hemen sonrasında bize karşı resmi veya gayriresmi tedbirlerle birlikte tehlike 
ve tehditlerin oluşmasına neden olacaktır. Bu demek değil ki devletimizin, hükûmetimizin, yakın, uzak ve en uzak millî hedefleri ve siyaseti olmayacak! Tabiiki “dış siyaset, iç teşkilat ve iç siyasete dayandırılmak ve hayali dış siyaset peşinde koşmamak”46 şartıyla olacaktır. 

Atatürk, “Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık istediğimizi herkesin anlaması gerekir”47 (1923) derken; barışı, ancak tam bağımsızlık sağlanması şartıyla kabul ediyordu. “Barışın kanla değil mürekkeple imza etmek isteyen”48 ve tercih eden Atatürk “aksi takdirde mücadelenin ve savaşın devam edeceğini memleket için gerekli olan sonucun mutlaka elde edileceğini”49 de özellikle vurguluyordu. 

“Türkiye’nin kesinlikle barış sever birsiyaset takip ettiğini”50 söyleyen ve “Komşularıyla ve bütün devletlerle iyi geçinmek, Türkiye siyasetinin esasıdır… 

Bu ilkenin bütün devletlerce siyaset esası kabul edilmesiyledir ki, medeniyet için ve milletin saadet ve refahı için en lazımlı olan sulh, istikrar meydana çıkmış olur”51: diyen Atatürk; dışarıdan gelen saldırgan tehlikeler, özellikle aniden çıkacak savaş tehlikesine karşı, milletlerin birleşerek önlemler alınmasını isterdi. “Eğer bir harp, bir bombanın patlaması gibi birden bire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için silahlı mukavemetlerini ve mali güçlerini, saldırgana karşı birleştirmekte kararsızlık göstermemeli. 

En hızlı ve etkili tedbir, muhtemel bir saldırgana saldırının yanına kar kalmayacağını açıkça anlatacak, milletlerarası teşkilatın kurulmasını”.52 istemiştir ve bunları da gerçekleştirmiştir. 

Milletlerarası teşkilatlar, hem iç ve dış güvenliği, hem de karşılıklı huzur ve barışı sağlamak ve korumak adına önemli idi. Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden hareketle, kendi döneminde gerçekleştirdiği milletlerarası teşkilatlara örnek ise; 

1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne girilmesi, 1934 yılında Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında bir Balkan Antantı’nın oluşturulması; 1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı’nın imzalanmasıdır. 

Atatürk’ün ülkemize ve milletimize yönelik tehdit ve tehlikeler karşısında; kendi gücümüzle karşı koymanın yanı sıra uluslararası da anlaşmalar ve ittifaklar yapması, uluslararası denge ve barış siyasetini önemsediğini gösterir. 

Atatürk, 1 Mart 1921’de TBMM’nin 2.Toplanma Yılının Açılış Konuşması’nda; Millî Mücadele dönemindeki iç isyanlar ile ilgili gelişmeler ve bastırılması hakkında bilgi verirken; kandırılmış ve kışkırtılmış halkı aydınlatarak bilgilendirerek gerçek durumdan haberdar eylediklerini ifade etmektedir.53. 

Bu çok önemli bir konudur. Çünkü eğer halk, eğiterek, öğreterek, anlatarak hatta belgeleyerek, açıklayarak bilgilendirilmez ise, bilinçlendirilmez ise; yalan ve yanlış şeylerle halkı, tesir altına alacak karşı kuruluş, cemiyet, zümre veya başka bir devlet ve millet olacaktır. Yani devletin boş bıraktığı alanı birileri veya birşeyler mutlaka dolduracaktır. Dolayısıyla devlet, tüm millet fertlerini gerçek 
bir millî eğitim sistemi içerisinde yoğurarak eğitmelidir. Çünkü “Eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak bir Milletin hayat mücadelesinde maddi manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır”.54. 

“Bir milletin gerçek kurtuluşunun eğitim ile olacağını!”.55 daima vurgulayan Atatürk; terbiye (eğitim)in, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum halinde yaşatacağını, ya da bir milleti esâret ve sefâlete terk edeceğini bildiğinden.56 bundan dolayı uygulayacakları siyasetin temelinde cehaletin ortadan kaldırılması fikrini esas almıştır. 

Bu Nasıl Gerçekleştirilecekti? 

Atatürk’e göre; okuma-yazma öğretmek, vatanını, milletini dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki bilgiler vermekti.57. Bu bilgilerle donanmış halkın, iç ve dış tehditlere malzeme olması veya içinde olması pek mümkün görünmemektedir… “Memleketimizin en ileri, en hoş, en güzel yerlerini üç buçuk sene kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı mağlup eden zaferinin sırrı nerededir bilir misiniz?” diye sorar ve cevap verir; “Orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen esaslarını rehber almaktır. Milletimizi yetiştirmek için asıl olan mekteplerimizin, üniversitelerimizin kuruluşunda aynı yolu takip edeceğiz. Evet, milletimizin siyasi, sosyal hayatında, milletimizin fikir terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır”.58. 

Türkiye Cumhuriyeti’ni fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek (ahlaklı, seciyeli) muhafızlar koruyacaklardır.59. 
İşte bu nitelik ve kabiliyette “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesilleri yetiştirmek için, öğretmenleri görevlendiren Atatürk; yeni neslin, 
öğretmenlerin eseri olacağını da vurgulamaktadır.60. 

Atatürk’e göre çözüm, okuldur. Çünkü; okul, “genç dimağlara, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete şerefi ve bağımsızlığı öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir… Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer alim olmaları lazımdır. Bunu temin eden okuldur”.61. 

“Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız”.62 diyen Atatürk; “Bütün ümidim gençlikte dir. Atatürk yeni Türk Cumhuriyetinin yeni nesle vereceği terbiyenin kesinlikle “millî terbiye” olduğunu ve “Millî ahlâkımızın medeni esaslarla ve hür fikirlerle beslenmesini ve takviye olunmasını”.63 isteyerek; “Gençliğin çalışkan, duyarlı ve millîyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik her türlü faaliyetlerinde Cumhuriyet kanunlarına ve Cumhuriyet kuvvetlerinin usul ve kurallarına uymaya da dikkatli olmalıdır”.64 der 

“Yüksek tahsil gençlerimizi, istediğimiz ve muhtaç olduğumuz gibi millî şuurlu ve modern kültürlü olarak yetiştirme… ”nin.65 önemini vurgular. 

Memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak nesilden nesile yaşatacak kişi ve kurumları yaratmak”66 bu da, eğitimin amacı olmalıdır. 

“Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır”.67. 

“Her şeye rağmen, muhakkaka bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki payansız muhabbetim değil; bütün bu karanlıkların, ahlaksızlıkların, şarlatanlıkların içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ziya serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir”.68 diyerek gençlere yol gösterir. 

“Muhterem gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk Gençliğine terk ettiğimiz ve bıraktığımız vicdanı emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız…”.69 der 

Türkiye nüfusunun büyük bir oranı genç bir nüfus ise ve bu büyük bir potansiyel güç ise; bu gücün farkına varmak, sahip çıkmak ve doğru değerlendirmek lazımdır. İşte Atatürk bu gücün farkındadır. “ Gençler!; Cesaretimizi kuvvetlen diren ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği 
olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz”.70. 
“…Sizler yani, yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Dinlenmemek üzere, yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yükselme idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız…”.71 

“Gençler!, benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum”.72 diyerek Gençliğe olan güveninden öte, büyük de bir sorumluluk yüklemektedir. 

Üstelik Atatürk, Türk Devleti’ne ve Türk Milleti’ne yönelik tehdit ve tehlikelerin neler olduğu ve yapılması gerekenleri “Gençliğe Hitabe”de tüm açıklığı ile ortaya koymakta ve çözüm önerilerini de beraberinde sunmaktadır. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 1

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ÜN DEVLET ADAMLIĞI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER, BÖLÜM 1



ÜLKEMİZE YÖNELİK TEHDİT VE TEHLİKELER KARŞISINDA ATATÜRK’ÜN ÖNERDİĞİ FİKİR VE TEDBİRLER 

Prof. Dr. S. Esin DERİNSU DAYI
* Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Anabilim Dalı Başkanı. 
(1 Nisan 1923, Seçimin Yenilenmesi hakkındaki karar münasebeti ile). 


Türkiye, Balkanlar, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya ile bağlantılı bir ülke. Jeostratejik, jeopolitik, ekonomik, yer altı ve yerüstü kaynakları, genç insan gücü ile de önemli dinamik bir ülke. 
Bütün bu özelliklerinden dolayı, hem Türkiye Cumhuriyeti Devletimize, hem de millî sınırlarımız içindeki toprak bütünlüğümüze; hâkimiyetin; kayıtsız şartsız milletimize ait olduğu temel ilkeye, millî bağımsızlığımıza, millî varlığımıza ve varlık sebeplerimize yönelik iç ve dış tehdit ve tehlikeler, geçmişte olduğu 
gibi günümüzde de artarak devam etmektedir. 

“Bütün dünya bilmelidir ki; artık bu devletin ve milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır o da milletin kalbi, vicdanı ve varlığıdır”1. 

Atatürk’ün Türk Milletinin ruhunu ve varlığını tanımayan veya düşman olanlara asla tavizi yoktu. Çünkü, Yeni Türk Devleti’nin yapısının ruhu, kayıtsız şartsız millî egemenliktir. Milletin egemenliğine, millî varlığına ve Misak-ı Millî sınırları içindeki millî sınırlarımız dahilindeki vatan bütünlüğümüze yönelik her türlü tehlike ve tehdit karşısında en ufak bir tahammülü yoktu. 

Bu konuda, en ufak bir hoşgörü ve ihmalin olmasını bile kabul etmediği gibi, bu düşünce ve faaliyet içinde olanların da amansız düşmanı idi. 

Atatürk’ün Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı’nın lağvedilmesinden sonra Adana’dan İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918 günü Boğaz’daki İtilaf Devletlerinin donanmasını gördüğünde yanındaki Yaveri Cevat Abbas’a söylediği “Geldikleri gibi giderler” 2 cümlesi bu açıdan çok önemlidir. Bu kısa cümlenin de içinde bir liderin gelişinin ayak sesleri işitiliyordu. 

Bu cümlede, milletin sıkıntılarına, çaresizliğine ve beklentilerine çare olacak bir liderin çözüm ve umud ile yola çıkışının işareti vardı. 

Bu cümlede, devletinin ve milletinin varlığına, bağımsızlığına kasteden düşmanların ne kadar güçlü olursa olsun, onlar karşısında mücadele azim ve kararından asla vazgeçmeyecek ve kendisine inanan milletinden aldığı büyük bir güçle, milleti ile beraber “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” mücadelesini yapacak gerçek bir liderin inancı vardı. 

Atatürk’ün, 10 Haziran 1919’da yayınladığı genelgede; “Milletimle beraber milletin istiklali uğrunda nihayete kadar çalışacağıma mukaddesatım namına söz veririm”3 demesi yukarıdaki ifadelerini doğrulamaktadır. 

Atatürk, nereden gelirse gelsin, kaynağı içerde veya dışarıda olan ve dışarıdan yönetilen, yönlendirilen; başka milletlerin millî doktrinlerine dayanan ve onlara hizmet eden her türlü fikir ve akımın karşısında idi. Bunlardan kaynaklanan, ülkemize yönelik tehditler karşısında da mücadele edilmesini isterdi. 
Zaten, “Türkiye bütün düşmanlık dünyasına karşı kazandığı maddi ve manevi zaferlerle ölmez bir varlığa sahip olduğunu, parlak bir şekilde ispat etmiştir”4 ve edecektir de. 

Atatürk’e göre; Türkiye’yi dinamik idealine “varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat… bizim için bunlardan daha zararlı ve daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. 
Aklı eren, memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman çıkmaz. İçimizden böyleleri çıkarsa onlar, ya aklı ermeyen cahiller, ya da memleketini sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Cahil dediğimiz zaman mutlaka, okula gitmemiş olanları kastetmiyoruz, kastettiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de gerçeği gören bilginler çıkar”.5. 

Bir devletin ve milletin siyasi, askeri, kültürel, ekonomik, hukuk, eğitim, sosyal vs. alanlardaki hayatına dışarıdan yapılacak her müdahale, o milletin bağımsızlığını tartışılır hale getirir. 

Şüphesiz kendi yaşantısını sağlama yeteneğinden yoksun olan bir devlet ve millet de gerçek mânâda bağımsız olamaz. 

Dolayısıyla devletin icra organları olan Yasama, Yürütme ve Yargı gücünün yetki, görev ve sınırları TC Anayasası ile belirlenmiş olup; bu yetkiler yerli ve yabancı başka bir kişi, kurum, kuruluş veya millet ve devlet ile paylaşılamaz. 

“Siyasi kuvvet, millî irade ve egemenlik milletin bir bütün halinde ortak kişiliğine aittir; birdir, bölünemez, ayrılamaz ve devredilemezdi.”.6 İşte bundan dolayı 21 Kasım 1922’de başlayan Lozan Görüşmeleri, 4 Şubat 1923’de yarıda kesilmiş ve heyetimiz geri dönmüştü. Peki kesilmesinin sebebi ne idi? Çünkü Sevr ruhu ile hareket eden İtilaf Devletleri, Sevr’i tekrar olabildiğince yaşatmak, canlandır mak istiyorlardı. 

İtilaf Devletleri’nin Heyetimize sundukları barış tasarısında anlam ve öz bakımından, istiklalimize zarar veren şartlar vardı.7. “Özellikle adli, mali ve iktisadi konulardaki maddeler çok ağırdı”.8. 

Oysa Atatürk, “idari, siyasi, mali, iktisadi ve diğer konularda, millet ve memleketin haklarını ve istiklalini tam ve güvenilir bir şekilde elde etmek ve düşmandan kurtarılmış olan topraklarımızın kesin olarak boşaltılmasını şart koşmak esası”.9 üzerinde durmuş ve heyetimize de bu yönde talimatlar verilmişti. 

Çünkü Atatürk’e göre; millet hâkimiyeti çok önemli idi ve “Hâkimiyet, hiçbir anlamda hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez”di.10. 

Atatürk “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir” derken ve bugün dahi TBMM duvarlarına yazılan bu sözün gerçek anlamını ve gücünü kavramamız ve sahiplenmemiz gerekiyor. 

Gerek resmi, gerekse gayri resmi; gerek ferdi, gerekse milletçe atacağımız her adımda, yapacağımız her işte alacağımız her kararda; bu, millî menfaatlerimize uyar mı? Ona zarar mı verir, yoksa hizmet mi eder? Bağımsızlığımızın dayandığı temel niteliklere zarar mı, yoksa faydası mı olur? Bu sorularının cevaplarında, kesinlikle olumsuzluk ve olumsuzluk ihtimali dahi olmamalıdır. 

“Türk milletinin maddi ve manevi huzuruna her şeyden fazla önem vermek”.11 ve bunu sağlamaya, korumaya çalışmak her Türk vatandaşının ilk hedefi olmalıdır. 

“Milleti millet yapan, ilerleten ve yükselten kuvvetler vardır; fikir kuvvetleri ve sosyal kuvvetler…” dir.12. 
Bununla beraber bütün bunların hepsi tek bir kuvvettir.13. 

Millet, “dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal toplumdur”14 diye tarif eden Atatürk; Türkiye halkını, “ırkî veya dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi; geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplum”15 olarak değerlendirir. Yine Atatürk’e göre Türk vatandaşları, “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır”16. 

Atatürk, hem devletine, milletine yönelik her türlü tehdit ve tehlike ile hem de iç ve dış düşmanlara karşı “milletimizin tek bir vücud gibi gösterdiği birlik ve gayret sayesinde başarıya ulaştığını”17 (4 Ekim 1922) yaşayarak tecrübe etmişti. Kazanılan başarının, milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri geldiğini biliyordu ve “aynı başarıları ileri de de kazanmak için aynı temele dayanmak ve aynı yolda yürümeyi tavsiye ediyordu”.18 

“Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkanı yoktur. 
Oysaki asırların yarattığı millî bir ruha, kuvvetli ve daimi bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz”19 diyordu. 

Millî ruhu, millî birlik ve beraberlik ruhunu zedeleyen ve manevi gücü zayıflatan, ülke insanlarının suni olarak bölünmesidir. 

Bu nedenle Atatürk; 

“Efendiler, bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat, kendi ırkından büyük tanıdığı ve başlarında taşıdığı insanlardan vefâsızlık, felaket görmesi ondan daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için unutulmaz bir yaradır”20 der. 

Yine, çok hassas olduğu bu konuda; “Bugünkü Türk milleti, siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat, geçmişin bu keyfi idare devirlerinin sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici ve beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde, kederlenmekten başka bir etki meydana getirmemiştir. Çünkü bu milletin fertleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar… Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, kader ve talihlerini Türk Milleti’ne vicdanı arzularıyla bağlandıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözü ile bakmak; medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi”21 der. 

“Milletin varlığını devam ettirmek için, fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dini ve mezhebi bağlar yerine, Türk millîyeti bağı ile fertlerini toplamıştır”22 

“Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu sürekli olarak ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür”23. 

“Vatandaşların saadet ve huzurunun Cumhuriyet kanunlarında ifade olunan millî birlikte saklı bulunduğunu, bundan dolayı vatan haricinden hiçbir iğfal ve tahrikin olamayacağını”24 ifade eden Atatürk, yapılan veya yapılacak olan olumsuz propagandalar ile, Türk milletinin kendi kendine yetemeyeceğini ve asla başarılı olamayacağına inananlara; “Efendiler, maddi ve özellikle manevi çöküş korku ile… güçsüzlükle başlar”. 

Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında, milletin de uyuşukluğa düşmesine ve çekingen duruma gelmesine yol açarlar. Güçsüzlük ve kararsızlıkta o kadar ileri giderler ki, adeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki: “Biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olmamızın imkanı yoktur: Biz, kayıtsız ve şartsız olarak varlığımızı bir yabancıya teslim edelim. 

Türkiye’yi böyle yanlış yollarda çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak lazımdır. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır. 

Ona Uyacağız. O gerçek Şudur: 

Türkiye’nin düşünen kafalarını yepyeni bir imanla donatmak… Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek”.25 tir der. 

Türk milletinin doğrudan doğruya kendisinin yaptığı Millî mücadele’ye millî ülkü ve millî onurun sebep olduğunu belirten.26 Atatürk, millî ülküye tam iman ve onun gereklerini tereddütsüz yerine getirmenin sonucunun mutlaka başarı olacağını biliyordu.27. 
Çünkü “millî varlığımızın temeli, millî şuur ve millî birlikte”.28 olduğundan; Millî birlik duygusunu sürekli ve her türlü vasıta tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüz”.29 olmalıdır. 

Millî varlığımızı millî şuur ve millî birlikle devam ettirmek isteyen “Türk esareti kabul etmeyen bir millettir, Türk milleti esir olmamıştır”.30 Türkiye, esir olarak mahvolmaktansa, son nefesine kadar mücadele ve savaş vermeyi azmetmiştir”.31. 

Kendisini yok etmek isteyen hiçbir güç karşısında eğilmeyen Türkler bir bağımsızlık savaşı vermişlerdir. Bu “ (Millî hareket) hareket milletin bir arzusudur. Hatta bir ihtiyacıdır. Bu arzu ve ihtiyacı doğuran şey de şahıslar değil, bizzat olaylardır. Devletini birlik ve bağımsızlığını tehdit eden meşru olmayan birtakım ihtirasat, topraklarımıza hiçbir hakka dayanmaksızın gerçekleşen saldırılar, tehlikeler karşısında millet birleşmek gereğini duymuştur. Böyle bir harekete macera demek bu harekatı takdir edenleri maceraperestlikle adlandırmak gafillik, garazlık değil midir?”32 diyen Atatürk, Türk milletinin kendisine yönelmiş tehdit ve tehlikeler karşısında birleşmek gereği duyarak, kendi arzusuyla millî mücadeleyi yaptığını; bu istek ve ihtiyacın şahıslarda 
değil olaylardan kaynaklandığını vurgulamaktadır. Yusuf Hikmet BAYUR, “Türk İnkılabı Tarihi” adlı eserinin “önsöz”ünde; Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâbı, başarılı olmamış veya yarıda kalmış diğer inkılaplardan ayırt etmek için “Atatürk İnkılâbı” denilmesinin uygun olacağını düşündüğünü ifade etmektedir.. 

Ancak yaptığı bütün hizmetlerin şevk ve gücünü milletinden alan ve yaptığı tüm hizmetlerini de milletine mal etmek ısrarında olan Atatürk’ün, kendisine has tevazu ve her şeyde Türk milletini ileri sürmek isteğinden dolayı; bu son inkılabın adının “Türk İnkılabı”; dersin adının da, Türk İnkılabı adını taşımasını emrettiğini, bu emre uyarak da kitaba “Türk İnkılabı Tarihi” adının verildiğini açıklar.33. 

Atatürk Kısa ömrüne ve az zamanda çok şey yapmasına rağmen “Benim Türk Milleti’ne, Türk Cumhuriyeti’ne ait görevlerim bitmemiştir. Sizler onları tamamlayacaksınız” diyerek, 1938’den günümüze, yapmış olmamız gereken ve yapmamız gereken çok şeylerin olduğunu hatırlatır ki, bizimde hatırlamamız gerekiyor. 

Zaman zaman yaşanan bazı olumsuzluklara ve zorluklara rağmen Milletin kararına daima güvenen “Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusuna kaptırmadım” diyen34 Atatürk; “Ne mutlu Türk’üm diyene”35 diyecek kadar Türklüğü ile övünen “Türk! Övün, çalış, güven”36 diyerek, kendisini ve gücünü tanımasını telkin eden; “Yüksel Türk… Senin için yüksekliğin sınırı yoktur”37 diyecek kadar, büyük ve yüce bir hedef gösteren vatansever bir liderdir. 

Bugün biz, bu sözleri sloganlaştırdık, her yere yazdık ama, insanların ruhlarına, gönüllerine, akıllarına gerçek ve samimi duygularla yazıp yerleştirip gerçek bir bilinç oluşturabildik mi? Bugün bunu ciddi olarak sorgulamamız gerekiyor. 

Atatürk, millî bilinci uyandırarak; millî bütünleşmeyi sağlamak istiyordu. Çünkü, geçmişte Türk aydınlarının kendini bilmemesi ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük varsayarak kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güvenini yitirmesinden dolayı ciddi sorunlar yaşadığını biliyordu. Bundan dolayı “Artık bu yanlış görüşe son vermek Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim”38 demektedir. 

Atatürk’ün; bu sözlerinden millîyetçiliğin kendimize güvenin bir simgesi, kendimizi bir millet olarak tanımanın görüntüsü.39 olduğunu söyleyebiliriz. 

Atatürk’ün “Biz doğrudan doğruya millîyetperveriz ve Türk millîyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. 
Bu topluluğun efradı ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de kuvvetli olur”.40 sözlerinden Cumhuriyetin, Türk kültürü ile kuvvetle donatılmış Türk topluluğuna dayandığı takdirde, varlığını da güçlü bir şekilde devam ettirebileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. 

Öyleyse kendimizi tanımamak, güvenmemek ve aşağılık duygusuna kapılmak, bir milletin bugünü ve gelecekteki varlığı için en büyük tehdittir ve tehlikedir. 

Bu tehdit ve tehlikeyi yok edecek en önemli tedbir Atatürk’ün ifade ettiği gibi, kendine güvenen ve Türk kültürü ile dolu bir toplum yetiştirmektir. 

Atatürk, kökü dışarıda olup; dışarıdan yönlendirilen, devletimizin temellerinin dayandığı temel niteliklere, milletimizin inanç ve fikirlerine ters düşen; huzurunu, güvenliğini ve varlığını tehlikeye düşüren her türlü akım ve ideolojiye karşı idi. 

Mesela Bolşevizm hakkında. “Bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine uygun değildir… Türk Milleti lüzumu halinde mücadeleye hazırdır” demiştir.41. 

O günün şartları içinde Bolşevik Rusya ile siyasi ve askerî ittifak kurmaya çalışırken; komünizm ve bolşevizme karşı alenin aleyhtarlığı uygun görmez ama, “bilâ kayd-ü şart Rus tabiiyeti demek olan dahildeki komünizm teşkilatı gaye itibariyle tamamen bizim aleyhimizdedir. Gizli komünizm teşkilatını her surette tevkif ve teb’it etmek mecburiyetini”42de hissetmiş ve zamanı geldiğinde 
de gerekenleri de yapmıştır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***