Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tasavvuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2020 Cuma

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 2

ALLAHIN VARLIK VE BİRLİK DELİLİ OLARAK - EVRENSEL FAALİYETLER., BÖLÜM 2



Bu cihetten yenilenmeme, yenilenmeye çalışmama, gündemine yeniliği koymama aslında Rabb ismine aykırıdır. Allah’ın terbiye sistemiyle bir 
çatışma ve çarpışmaya girmedir. Bu hassas noktaya binaen bir insanın yaptığı tevbe, bir yenilenme arzusu ve iradesidir. Ki Cevşen ve Kur’andan 
anlaşıldığı üzere bir kul için en üstün makam veya o makama erme vasıtası sürekli tevbe etme, Allah’a yepyeni bir irade ve niyet, kasd ve 
hüviyet ile yönelmedir. 

Buradaki Esma-yı Hüsna “ Müceddid ” ( Yenileyen ) ismidir. Bu isim kendini zerrelerden kâinatın tamamına, dünyadan ebedî Âhirete kadar geniş 
çaplı gösteriyor. Yenilenmek isteyenleri ikramıyla; yenilenmek istemeyenleri celaliyle değiştiriyor, tazelendiriyor. İşin hakikatinde yenileyen O’dur, 
yenilenme arzusunu veren O’dur, yenilenmeyi güzel gösteren O’dur, yenilenmeyi yapan O’dur, yenilenmeyi sürekli bir arayış ve ebedî bir tatlı 
yolculuk kılan O’dur. 

İhya Fili ve Diriliş Hakikati.,

Said Nursi tevhid delillerine şöyle devam eder: “ Hem o Sâni-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihyâ eder; aynı kanunla şu önümüzdeki 
çınar ağacını her baharda ihyâ eder. Ve o kanunla küre-i arzı yine o baharda ihyâ eder. Ve aynı kanunla haşirde mahlûkatı da ihyâ eder. 
Şu sırra işareten,   [ Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir." ( Lokman Sûresi, 31:28 ) ] 
Kur'ân ferman eder. ”

Burada konu ise, ihya edilmek… Yani ölümünden sonra diriltilmek veya çekirdek ve yumurta halinde olan bir şeyin ilk kez ağaç veya bir canlı 
şeklinde diriltilmesidir. Bu konuda Yasin sûresi 78-79. âyetler “ İnsan ölüp kemikleri çürüyünce insanı kim diriltebilir, diye meydana okuyan 
müşrike hitaben ‘ De ki, onu ilk kez kim topraktan diri olarak yaratan ve çıkartan kim ise ikinci kez da o yaratacak ve hayatlandıracaktır. 
O, bütün yaratma şekillerini ve modellerini bilir ’ ” der. Nasıl yer çekimi denilen kanunla her nesne nerede olursa olsun küre-i arz tarafından 
kendine doğru çekiliyor. Her cisim kendine has bir muhataplıkla çekim kanununa tabidir. Aynen öyle de kâinatın tamamında bir ihya kanunu var. 

Her bir sinek bu kanunla diriltildiği gibi, her bir çınar ağacı ve bütün ağaçlar da o kanunla diriltilir; 
Bütün otlar ve çiçekler o kanunla diriltildiği gibi bütün kuşlar ve yumurtalar da o kanunla diriltilir; 
Bütün cinler o kanunla hayatlandırıldıkları gibi bütün insanlar da o kanunla diriltilirler; 
Uyku ölümün kardeşi olması sırrınca uyumakla ölen her insan, hayvan ve bitki aynı ihya kanunuyla diriltilirler; 
Yeryüzü kışın ölüp baharın yağmur sularıyla diriltildiği gibi mahşer günü de rahmet-i İlahi yağmuruyla aynı kanunla bütün ölüler diriltilirler; 
Ölmüş ve manevi açıdan kurumuş toplumlar ve fıtratlar nebilerin getirdiği imanla diriltildiği gibi sosyal açıdan kıyameti yaşamış ve 
             darmadağın olmuş toplumlar, medeniyetler ve ahlaklar, resuller ve ülü’l-azm resuller eliyle diriltilirler; 
Ölmüş kalpler mürşidlerin elinde diriltildiği gibi kurumuş akıllar âlimlerin, kararmış ruhlar ise üstad-ı kudsi-yi nuranilerin ellerinde diriltilirler. 
Dünya ve içindekiler böyle külli bir kanunla diriltildikleri gibi Cennet ehli ebedî feyizlerle, nurlarla devamlı diriltilirler.
Cennet ehli ihya edildikler ve diriliklerine dirilik katıldığı gibi ebedî saadet ehli rüyetullah ile diriliğin mertebelerinde yol alarak ebedî ve 
              sermedi ihyaya erişirler. 

Mahlukat ve dünya fanilik zindanı ve ölümlülük prangasından kıyametle kurtularak taşı-toprağı ile diri olan Âhiret şeklinde ebedî diriliğe 
             erişirler. “ Dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Âhiret ise yeminle derim, her şeyiyle diri olan yerdir. ” 8 

Din, insanı Diriliğe çağırır., 

Ölüler ve ölü kalmak isteyenler dine kulak vermezler. Çürümekten muzdarip olan, kendini yokluk ejderhasına yem olarak hisseden ve günden güne 
manasızlaşmakla ruhunun ezilmesinden kurtulmak isteyenler şu âyeti duyarlar: “ 

Allah ve resulü sizi, sizi ihya edecek işlere çağırdığında onlara icabet edin ve etmekte istekli olun. ” 9 

Burada Esma-yı Hüsna Muhyi’dir. Ölü maddeyi, hayat ile dirilten O’dur. Manası bilinmemekle manen ölü sayılan âlemleri zişuur olan insan 
ve cinlerle manen ihya eden O’dur. Şuur sahibi olarak yaratılan fakat şuursuzca tavırlarıyla kendilerini manen ve maddeten öldüren cinleri 
ve insanları, nebiler ve resuller, kitaplar ve vahiyler göndererek dirilten O’dur. Dindarlıkları maddeciliğin ve nefislerinin baskısı altında ölmeye 
yüz tutan ümmetleri “ müceddid ” denilen ihya edicilerle dirilten O’dur. Hayatın kıymetini kavrattırıp hayatı iman ile ihya eden, islam ile iman 
çekirdeğini ihya eden, ihsan ile islam ağacını meyve verdirmekle ihya eden O’dur. Ona iman edenlerin bâki istidad ve ruhlarını, Cennet 
ve Ebedî Saadet ile ebedî ihya eden O’dur. Hayatın muazzam hakikatini ve Kâbe gibi konumunu kavrattırarak hayatı maddi ve manevi nimetlerle, 
zevk ve lezzetlerle bezeyen ve Kendi Hayat-ı Mukaddese’sine o fani hayatları bağlayarak hizmetkarı kılan ve o küçücük hayatları Kendi hayat-ı 
zâtiyesine ayna kılan O’dur. Zâtî ve mutlak bir hayatla yaşayan O’dur. Her şeyi yşatan O’dur. Yaşatmak isteyen O’dur. Yaşamayı Sevdiren O’dur.

Üstad burada Rububiyete dair bazı Esma-yı Hüsna’yı ve onların külli tecellilerini dünya ve Âhireti içine alacak şekilde anlattı. Cevşen’deki bütün 
isimlerin bu şekilde en küçükten en büyüğe, bir ferdden bütün türlere kadar dar ve geniş çaplı, farklı surette ve tarzda tecellileri var. 
Bütün bu fiillerin aynı anda aynı el tarafından, bizim zerrelerimiz ve bedenimizden bütün zerrelere-bedenlere-cisimlere-dirilere-âlemlere kadar 
tecellilerini birden hayal gözümüzün önüne getirdiğimizde Rububiyetin sırrını görüebiliriz. Rububiyetin sırrı, Hâkimiyet’tir. Yani her şey Allah’ın 
Rububiyet avucunda, Onun kontrolü ve Hâkimiyeti altındadır. Onun iradesi olmadan Dünya ve Âhiret âlemlerinde, madde ve mana dünyalarında 
hiçbir şey olamaz. Her şey Onun terbiyesinden gelir; celal de gelse, ikram da gelse, lütuf da olsa kahır da olsa… Bu noktada Niyazi-i 
Mısrî Hz.leri şöyle der:  
  
 Lütf u kahrı şey’-i vâhid bilmeyen çekti azap
 Ol azaptan kurtulan olur sultan anlar bizi

( Lütuf ve kahrı tek bir şey olarak bilmeyen azap çeker. Bu ikisini aynı şey gören kişi azaptan kurtularak bir manevi sultan olur. Sultan olunca 
ancak Bizi anlar. )

İlâhî İcraatlar ve Temel Hakikatler.,

Bediüzzaman tevhid delillerine şöyle devam ediyor: “ Bunlar gibi çok kavânin-i rububiyet vardır ki, zerreden tâ mecmu-u âleme kadar cereyan ediyor. 
İşte, faaliyet-i rububiyetin içindeki şu kanunların azametine bak ve genişliğine dikkat et ve içindeki sırr-ı vahdeti gör, herbir kanun bir burhan-ı 
vahdet olduğunu bil. Evet, şu çok kesretli ve çok azametli kanunlar, herbiri ilim ve iradenin cilvesi olmakla beraber, hem vâhid, hem muhît olduğu 
için, Sâniin vahdâniyetini ve ilim ve iradesini gayet kat'î bir surette ispat ederler. ”
Kanunlar, Allah’ın ilim ve iradesi sıfatlarının eseridir. Bu manada sünnetullah, Allah’ın hikmetidir. Sünnetullah ve kanunlar ile Allah nesneleri 
belirli nizam ve intizam, sebep-sonuç bağı altına alır. Mesela “ Bir şeyi itersen gider, çekersen gelir ” bu bir sünnetullah ve nizamdır. 
Asla itilen şey gelmez, çekilen şey ise gitmez. Bu sebep-sonuç bağı her şeyi hükmü altına alacak şekilde olunca kanun oluyor. 
Başta denilmişti ki, insanların koydukları kanun sadece insanlara hükmederken Allah’ın koyduğu kanun zerrelerden bütün kâinata kadardır. 
Mesela “ Küllü şey’in hâlikün illa vechehu ” 10 

   ( Her şey ve nesne helak olucudur. Allah için olan yönü hariç… ) Bu âyetteki “ helak ” kelimesi, bir şeyin gücünün tükenmesi demektir. 
Yani kudretin onun üzerindeki görünüşünün günden güne azalmasıdır. Bizim maddemiz, kudret-i İlahinin 
tecellisidir. Eskime, yıpranma, paslanma ve çürüme nesnelerdeki kudretin tükenişidir. Bu helak ( tükeniş ) kanunu canlılarda da geçerlidir. 
Acıkmak, hali kalmamak, gözünün feri gitmek hep bir tükeniştir. Toplumların çöküşü, bir tükeniştir. Kur’an Hz. Yusuf’un (AS) hastalanarak 
vefat etmesine “ helak ( tükeniş ) ” diyor.11  

Ayetin de ifade ettiği üzere helak bir kanundur. Allah’ın bir ismi “ Mühlik ” tir. 

Canlı-cansız, küçük-büyük her şey bu İlahî kanuna tabidir. Fakat yerçekimi kanunu gibi bu kanun da her nesneye ve canlıya özel olarak tecelli eder. 
Canlılar için ecel, helak kanununun kendi hükmünü icra etmesidir. Ortalama ömür o canlı türündeki yaşama süresinin ortalamasını verir. 
Fakat bazıları 15 yaşında helak olur; bazısı 45, bazısı 75… Bazısı kanserden, bazısı diyabetten, bazısı veremden, bazısı ishalden, 
bazısı zatürreeden… Fakat günden güne o beden erir. Bir gün gelir, ruh kuşu ten kafesinden uçar. Bu kanun yıldızları de günden güne öldürür. 
Devletleri de öldürür. Milletleri de… Kaç milletin nesli kesildi! Kaç medeniyetin dili unutuldu! Kaç semavi dinin mensubu kalmadı! 
Bütün bunlar gösterir ki, helak bir kanun olup yaratılmış her şeyi hükmü altına alan bir kanundur. Ayet diyor ki, “ Bu kanun senin cismin ve 
cismaniyetin için de geçerlidir. ” Eğer Onun rızasına, teveccühüne bakan yönü elde etmezsen bu tükenişle bitecek ve acılarda boğulacaksın. 
Fakat Onun Zâtına odaklanır, Onun rızasına kilitlenirsen ve Ona göre yaşarsan o vakit başkasının tükendiği yerde sen yeni bir yapılanmaya 
ve dirilişe geçersin. Firavunun bittiği ve tükendiği yerde Musa (AS) ve ümmeti dirilişe geçtikleri gibi… Çünkü Allah’a bakan yönü buldu ve bildiler. 
Ona göre yaşadılar.

Temsiller, Külliyet ve Zaman-Üstülük.,

  Said Nursi temsil ve misallerle meseleleri anlatmasını şu şekilde açar: “ İşte, ekser Sözlerde ekser temsilât, böyle kanunların uçlarını birer cüz'î 
misalle göstermekle, müddeâda aynı kanunun vücuduna işaret eder. Madem temsille kanunun tahakkuku gösteriliyor; burhan-ı mantıkî gibi yakinî 
bir surette müddeâyı ispat eder. Demek, Sözlerdeki ekser temsiller birer burhan-ı yakinî, birer hüccet-i katıa hükmündedir. ”
Burası mühim bir konu... Kur’anda, Hadislerde ve Risale-i Nur Külliyatındaki temsillerle meseleleri anlatmanın mantığını veriyor. Temsil, hakikatleri 
yaşanan veya yaşanabilir şeyler üzerinde anlatma ve göstermedir. Fakat yaşanmışlarda göstermek en etkili olanıdır. 

Bu açıdan Kur’an yaşanmışlardan temsiller yapıyor. Bütün peygamber kıssaları ve sosyal hayat içinde devamlı karşılaşılan ve yaşanan misaller 
kişinin gözünün önüne hakikati getirmenin en kısa yoludur. Bu şekilde değil akıl, göz bile hakikati görebilecek hale gelir. Yaşanan şeyler ve 
özellikle peygamber kıssaları herkesin çeşitli suretlerde yaşadığı vakaların birer şablonu olur. Çünkü hayatın olduğu yerde cüz’î-küllî meselesi 
gündeme girer. Birey ve tür gibi… Külliyetin olduğu yerde tarihsellik ortadan kalkar. Hayat, hakikatin kendini ifade ettiği külliyet tarlasıdır. 
Madde ve vücudda, zamana bağlılık vardır. Fakat hayatta, İbn-i Haldun’un vurguladığı gibi, periyodisite söz konusudur. Hayat bu manada, 
zamanın ruhudur. Zaman da hayat gibi, daireseldir. Aynı şartlarla karşılaşınca aynı veya benzer sonucu verir. Bu noktada farklı zamanlarda 
yaşanan özü aynı hadiseler, aynı ruhu taşıyan farklı kişiler gibi olurlar. Ahmed, Mehmed, Ali, Hamza farklı kişiler olsa da hepsi insanlık denilen 
külli ruhu taşıyorlar. 

Bu noktada diyebiliriz ki kardeşlerinden zarar görüp farklı memlekette yaşamaya mecbur olan her insan Yusuf (AS) ruhunu o hadisede taşıyor 
demektir. O konuda rehberi de Hz. Yusuf (AS) olur. Ailesince terk edilen, cami içinde kundağıyla zaman nehrinin akışına bırakılan ve yetiştirme 
yurduna verilen her çocuk da Hz. Musa (AS) ruhunu taşıyor demektir. Temsiller bu manada bütün zamanlarda, bütün toplumlarda meydana 
gelen bu külli vakaların ve insanlığın realitesi olan işlerin birer canlı modelidir. Bunların temsilcisi olan kişi ve yaşadığı vaka ise o konunun 
prototipi oluyor. Ya da dini tabirle “ nümune-i evvel ” i…

Bu usul tevhidi ispat yöntemleri içinde en güçlülerinden birisidir. Çünkü kişiye hakikati hem bulduruyor, hem de hayat içinde o hakikat nasıl 
görünür onu da ispat ediyor. Doğrudan doğruya kişiyi “ ehl-i hakikat ” ve “ ehl-i hakk ” yapıyor. Bu metod Kur’anın bir mucizelik yönüdür. 
Mevlana Celâleddin-i Rûmî Hz. leri de Kur’anın bu cephesini ders aldığı için Mesnevi-i Şerif kitabında meseleleri temsillerle anlatmış. 
Bu yönüyle asırlardır insanlara rehberlik yapıyor.

Mantık bilimi tabiri olan bürhan ve hüccet, ispat yöntemi olarak kullanılırlar. 

Bürhan, kıyaslama tarzıyla bir meseleyi ispat etmenin en güçlü yoluna verilen isimdir.

Hüccet ise, bir konuya dair yapılan haritavari araştırma ve bağlantıları kurma sonucu yapılan ispatlama tarzıdır.  Bürhan, hüccetten daha güçlüdür. 
Üstad’ın Külliyatta kullandığı temsil metodu bürhan seviyesinde bir ispat tarzıdır. Ki, Kur’andan ders alınmıştır.
Üstad’ın Külliyatta kullandığı temsiller hep bu akış ve ispat üzere gidiyor. Yaşanan hayattan misaller verdiği için kimse reddedemiyor.
 Ayrıca o temsillerin dayandığı hakikatleri, hakikatlerin zaman-üstü ve baki oluşunu gösterdiğinden ebedî Âhiretin de kapısı oluyorlar. 
Temsil konusu hakkında Bediüzzaman bir sual üzere şöyle cevap verir:

“ Benden sual ediyorsun: "Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren 
bulunur? Bazan bir satırda bir sahife kadar kuvvet var; bir sahifede bir kitap kadar tesir bulunuyor."
Elcevap (güzel bir cevaptır): Şeref, i'câz-ı Kur'ân'a (Kur’anın mucizeliğine) ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâpervâ (çekinmeden) 
derim:

Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. 12 

Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehâdettir, şuhuddur., 

Taklid değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. 
Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde burhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:

Eski zamanda, esâsât-ı imaniye ( imanın temelleri ) mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları 
makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye ( fenlerden gelen sapkınlık ) elini esâsâta ve erkâna ( dinî ana konulara ) uzatmış 
olduğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'ân-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'câzından olan 
temsilâtından bir şulesini ( alevini ), acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur'ân'a ait yazılarıma ihsan etti.
Felillâhilhamd ( Allah’a hamd olsun ki ), sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle 
( birlik cihetiyle ), en dağınık meseleler toplattırıldı. 

Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike ( hakikatlere ) kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-i gaybiyeye 
( gaybî hakikatlere ), esâsât-ı İslâmiyeye, şuhuda yakın bir yakîn-i imanî ( imanî kesinlik ) hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim( kurgu gücü ) 
ve hayal, hattâ nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhasıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'âniyenin lemeâtındandır ( parıltılarındandır). 

Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır. ”  13

Erdem AKÇA.,

DİPNOTLAR;


1  İbrahim sûresi, 48.
2  Hadis-i şerifin kaynağı ve tam metni şu şekilde: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘ Cennet’te bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer. ’ ” (Tirmizî, Cennet 15).
3  Mektubat, 24. Mektub, 2. Makam, Mukaddime, 1. Mebhas.
4  Rahman suresi, 29.
5  Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).
6  " Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek hir müceddid gönderecektir. " (Ebu Davud, Melahim, 1).
7  Hadisin tam metni  ve kaynağı şu şekilde: “ Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘ Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: 
    -‘Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!’ derler. Erkekler de: 
    -‘Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!’ derler. ” (Müslim, Cennet 13).
8  Ankebut suresi, 64. 
9  Enfal suresi, 24.
10  Kasas suresi, 88.
11  Mü’min suresi, 34.
12  Said Nursi’nin burada kullandığı tasavvur ve tasdik tabirleri dimağda ilmin mertebelerine verilen mantık bilimi tabirleridir. İlmin mertebelerini 
ve onlardan çıkan ruh hallerini Said Nursi şöyle sınıflandırır: “ Dimağda merâtib (mertebeler) var birbiriyle mültebis (karıştırılmış), ahkâmları 
muhtelif… Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir. Sonra gelir taakkul (akıl yürütme), sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizâm 
(hakka taraftarlık), sonra îtikad gelir. İtikadın başkadır, iltizâmın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet (ruh hali): Salâbet (kemikleşmiş bilinç) 
îtikaddan, taassub ( duygularıyla taraftarlık) iltizâmdan, imtisâl ( hakikati yaşamakla örnekleşme) iz’andan, tasdikten iltizâm (hakikate taraftarlık), 
taakkulde bîtaraf, bîbehre ( hissesiz) tasavvurda, tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine (kaynaşmasına) eğer olmaz muktedir. 
Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir ( yaralamadır ), hem idlâli ( saptırılması )... ” 
( Sözler, Lemeat, Dimağda Merâtib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise )
13  Barla Lahikası, Mahrem Bir Suale Cevaptır. 


****

13 Şubat 2020 Perşembe

Eski Mısır ve Helen Dünyasından İslam Coğrafyası ve Anadolu’ya Yolculuğu, BÖLÜM 4

Eski Mısır ve  Helen Dünyasından İslam Coğrafyası ve Anadolu’ya Yolculuğu, BÖLÜM 4



5. Hermetizm ve Türkler

5.1. Batınilik ve Türkler 


Türkler Maveraünnehir ve İran’a yerleşmeden önce ve sonra Budist, Mazdek, Mani din Zerdüşt ve Hıristiyanlığın yayınları ve telkinleri altında kaldılar. Bâtıni inançlar en fazla Türkmen boyları arasında rağbet görmekteydi. ‘Bâtıniler’ eski Türk dininde mevcut olan bir takım inançlar ile Şia-i Batıniyye arasındaki benzerlikleri kullanarak büyük istifade köprüleri oluşturdular. İslam’ın şer’i hükümleri arasında yer almakta olan namaz, oruç ve bunlara benzer 
ibadet şekillerin henüz İslamiyet’e yeni girmiş olan göçebe Türk kabileleri tarafından ifası ve diğer bazı meselelerin Türkmen toplulukları tarafından idraki hemen hemen imkânsız gözüküyordu. Onlar, eski dinleri olan Şamaniliğin akideleriyle Kam – Ozanların etkisi altında yaşamlarını sürdürmekteydiler (Kafesoğlu, 2014, s. 88). 

12. yüzyılın sonlarında Yusuf Hemedani’nin öğretilerinin tesiriyle, iki büyük tarikat ortaya çıkmıştı. Hoca Ahmed Yesevi Türkistan’ın birçok şehirlerinde zaviyeler açmak suretiyle kendi adıyla anılan tarikatı kurdu. 13. yüzyılın başlarında Yesevilik Siriderya, Suğud ve Maveraünnehir sınırlarına yerleşmişti. Yeseviler, Eski Türk Şamanilerini taklit ettikleri gibi, aslen İran kökenli tarikat ve inançlar da Acem ayinlerini ihya etmekteydiler. Bu tasavvufi akımlar, gerek İslam’ın dini ruhundan doğan tarikat ve gerekse kökleri Hindistan’a dayanan 
Panteizmin bir uzantısı olarak, temelde hepsi tasavvufu doğuran yabancı unsurlara bağlı Arap olmayan İslami inanç sistemleriydi. Şi.a-i Bâtıniye’den ayrılan ikinci önemli tarikat ise 13. yüzyıl ortalarında Yesevilik’ten ayrılarak Maveraünnehir ve Suğud ülkelerine nüfuz etmeğe uğraşan “Nakşibendiyye” idi. Yesevi ve Nakşî dervişleri Maveraünnehir’den Anadolu Selçukluları’nın hâkim oldukları ülkelere kadar yayılmışlardı. 

Hermes/İdris’in katkısı sadece Hermetik/Bâtıni ilimlerle sınırlı değildir. O, farklı bir düzlemde seküler zanaatların kurucusu ve pir’idir. 10. ve 11. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan sufi tarikatlar, esnaf-zanaatkâr kesimlere bir ideolojik çerçeve sağlamışa benzemektedir. Pirler, tedricen formel dinsel eğitimi tekellerine alan kast-benzeri statü gruplarına dönüşmüş, Ortodoks ulemayla da karşıtlık içindeydi. Sufiler de yetke konumlarını akraba grupları içinde aktarma 
eğilimi göstermekle birlikte şeyhler, âlim elitin çocukları değildi, aksine daha aşağı, emekçi sınıflardan gelmekteydiler. Halk içinden çıkıyor ve kudretlerini dışsal eğitimden değil, Bâtıni arayışla kazanıyorlardı; mertebeleri, resmi orunları ve yayınlarıyla değil, kişisel karizmalarıyla tanınmaktaydılar (Lindholm, 1996, s. 189). Tarikatlarla emekçi örgütleri arasındaki örtüşme, örgütsel yapılarındaki benzerliklerle de kolaylaşmaktadır; erginleme, gizlilik, kişiselleşmiş ahit 
bağları, uzmanlaşmanın hiyerarşisinin üst basamaklarına tırmanmayı sağlayışı vb. “Sufi rehberliğinde, lonca ve kulüpler, kent halkına meşruiyetini yitirmiş merkezi yönetimi dengeleyen, kimi zaman da ona başkaldıran kutsallaşmış bir toplumsal dünya sağlamaktaydı” (Lindholm, 1996, s. 191). 

Bâtınî düşünce Osmanlı döneminde de zaman zaman reaksiyon göstermiş, yönetim de bu eğilimde olanları bazen sürgüne göndermiş, bazen de sınır boylarına yerleştirerek sefer 

5.2. Batınilik ve Tasavvuf 

durumlarında yararlanmıştır. Devletin Vehhabilik ve İsmailiye gibi mezhepleri tanımadığı, hoş görmediği, buna karşılık, Dürzilik ve Yezidilik gibi inanışları İslam inanışı dışında gördüğü halde, idari yönden sabır gösterip, eritme ve sakinleştir me yoluna gittiği biliniyor. Tarikatlar için de benzer bir tutum söz konusudur. Hurufilik hoş görülmemiş ve 15. yüzyılda mensupları takip, hapis ve idam edilmiş; Ticanilik hareketi İslam akidesine aykırı görülmemiş ve fakat resmen 
tanınıp himaye görmemiştir. Tanınmayan ve tasdik edilmeyen tarikatlar veya buna mensup olanların tekke kurumları devletçe yasak edilir, dergâh ve tekkeleri kapatılırdı. Tanzimat dönemi bürokratları II. Mahmut devrinin aksine Bektaşilik ve Melamilikle uğraşmak yerine zamanla bu tarikatların rehabilitasyonunu sağladılar. Genelde bütün tarikatlar üzerinde gözetleme, denetim ve sınırlayıcı bir mekanizma geliştirdiler (Ortaylı, Yalçıntaş, Türköne, 2008, s. 67). 

Neo-Platoncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürdü. Onların görüşlerinden etkilenen birçok kişi ve mezhep oldu. Filozoflar bu akıma Tasavvuf, kendilerine de Sufi adını verdiler. Tasavvufa Helenistik etkiler Hâkim Tirmizi’den sonra Farabi’nin getirdiği yenilikler sayesinde girmeye başlamıştır. 

Şii ve Sünni mutasavvıfları birbirleriyle karıştırmamağa özen göstermek gerekir. Büyük Moğol istilasının başladığı devirlerde Batın’iyye, Zeyd’iyye, 
İmam’iyye, İsna.Aşer’iyye ve Ghulat-i Şi.a’dan müteşekkil fırkalar Mısır, Şam, Irak, Arap ve Acem, Azerbaycan, Faris ve Horasan ülkelerine yayılmışlardı (Köprülüzade, 2016, s. 14). 

Cengiz ordularının Harezm ülkelerine doğru hareket etmeğe başladıklarındaysa bu mezheplerin mensupları da Cengiz Ordularının önünden kaçarak Orta Asya’dan batıya doğru göç etmek zorunda kalmışlardı. Cengiz ve Hulagu ordularının takibinden kaçan Şii unsurlar, Mısır, Şam, Irak, İran, Azerbaycan, Faris ve Horasan topraklarına yayıldılar. Şiiliğe giren pek çok Türkmen 
da’ileri Oğuz aşiretleriyle birlikte batıya doğru ilerlemekteydiler. Bu Türkmenler Selçuklulara karşı hudut muhafaza bekçiliği yapmaları maksadıyla İlhanlılar tarafından vazifelendirilmişlerdi. 

Şii âlimler Anadolu Selçukluları’nın Moğolların himayesi altına girmeleri fırsatından istifadeyle Anadolu’ya yayıldılar. O yüzyıllarda, Selçuklular zamanında faaliyet gösteren en etkin Tasavvufi-Bâtıni-Tarikat mensupları Melameti, Kalenderi ve Haydari’den oluşmaktaydı. 

Bu Bâtıni-Tarikat temsilcileri daha ziyade göçebeler arasında barınan ve halka hitap etmekle görevli olan “Babalar” idi.” Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküşünün başlangıcı olan Kösedağ yenilgisi (1243) üzerine Anadolu’nun tamamı Moğolların denetim alanı içerisine girdi. İşte bu fetret devrinde, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Bâtıniye dervişleri de devletin takibatından kurtulmuş olarak faaliyetlerini serbestçe sürdürmekteydiler. Anadolu’nun her tarafında Şii ve 
Batıni-Alevi babalar tarafından zaviyeler açılmaktaydı. 

Çeşitli Türk kabileleri Anadolu’ya göç etmeğe başladıklarında özellikle de Anadolu Selçukluları’nın en debdebeli devri olan Büyük Âlaeddin Keykubad’ın iktidarına rast gelen zaman dilimi içerisinde Anadolu’da Şiilik bir hayli ilerlemiş ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatının başlangıcında Babailer ayaklanması patlak vermiş ve Hacı Bektaş da bu arada çok kuvvetli nüfuz sahibi bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştı. O devirlerde Anadolu’daki Bektaşi nüfuzunun en hâkim bulunduğu yerler arasında Ankara, Sivas, Konya, Kayseri, Kırşehir ve güneye doğru yayılmış olan Türkmen Aşiretleri’nin yerleşmiş oldukları vilayetlerdi. Anadolu’da Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Dazalak, Hurufi, Rum abdalları, Kalenderiler, Melamiye, Haydariye, Camiye, Şemsiye, Edhemiye gibi Bâtıni kolları birbirleri ardından ortaya çıktıkları gibi bütün bu çeşitli yolların dini hükümlerdeki ihtilaflarına rağmen kendi aralarında “Bâtınilik” konusunda 
ortak bir zeminde birleşmekteydiler. 

5.3. Osmanlı ve Batınilik 

Bâtınîliğin tarihteki önemli isimleri arasında Hallac-ı Mansur, Hasan Sabah, Baba İlyas, Şeyh Bedreddin, Osmanlı döneminde, Pir Sultan, Hacı Bektaş Veli sayılabilir (Bahadınlı, 2009, s. 56). Bunlardan Hasan Sabah ve Hacı Bektaş Veli dışındakiler öldürüldü. Mansur’a göre evren yaratılmamış, bir ışık ve sevgi yumağı olan Tanrı’dan fışkırmıştı. “Kendini bilen Tanrı’yı bilir, kendini seven Tanrı’yı sever” diyen Mansur, Sünni otoritelerce sapkın olarak tanımlanmış ve 
düşüncelerinden vazgeçmesi için önce kamçılanmış, sonra derisi yüzülmüş ve en sonunda da taşlanarak öldürülmüştür. Mansur’un inancı uğuruna ölümü seçmesi sufiler arasında derin izler bırakmış ve onun ölümü ile sufi akım içine kapanacağına, yükselmiştir (Gener, 2007, s. 31). Batıni görüşün geniş kitlelerce tanınmasına ve sevilmesine ön ayak olan bir başka sufi de, düşüncelerini şiire döken ve rubaileri nesilden nesile halen söylenmekte olan Ömer Hayyam’dır 
(1050-1122). Sanatkâr ruhlu Hayyam, diğer Sufilerden daha farklı bir yaşam seçti. Hayyam’ın dörtlükler şeklinde yazdığı rubailerden aşağıda olanı görüşlerini özetlemektedir (Ateş, 1954): 

Dün özledim de seni coştum birden bire, 

Çıktım, senin yerin dedikleri göklere. 

Bir ses yükseldi ta yukardan, yıldızlardan, 

Gafil” dedi, “Bizde sandığın Tanrı sende. 

Anadolu’da oluşan ‘Anadolu Alevîliği’ Bâtıni kökenlidir. Başta ilk Osmanlılar olmak üzere gaza yapan Türkmenler arasında egemen anlayış Sünni dinsel esaslara aykırı, buna pek itibar etmeyen ve eski gelenekleri sürdüren anlayıştı. 8. ve 11. yüzyıl arasında karşılaştıkları Müslümanlaşma baskısına boyun eğmiş Türkmenler, kendi inançlarını bırakmayarak karma (heterodoks) bir dinsel sentez sergilemişlerdi (Aydın, 2018, s. 45). Göçebe demokrasisi içinde, daha sonra Kızılbaş adı altında toplanacak Bâtınilik, Anadolu’da en yaygın inanç konumundadır. 

Tüm 13. yüzyıl Anadolu Türkmenleri eski kavmi geleneklerine Müslümanlık cilası boyanmış basit bir şekli içinde, eski Türk şamanlarının haricen İslamlaşmış devamından başka bir şey olmayan Alevi ve heterodoks Türkmen babalarının nüfusu altında idi (Köprülü, 1984, s. 47). Yunus Emre, Taptuk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Barak Baba ve nihayet Baba İlyas ve İshak gibi Türkmen şeyhlerinin (baba) anladığı İslamiyet, Türk Şamanizmi ve Batınilik vb. inanışların halka kadar inmiş geniş tasavvufi düşüncelerinden oluşuyordu (Turan, 1953). Osmanlının gazayı kendi iktidarı ve fetihleri için meşrulaştırma ihtiyacı halkın boyun eğen tebaalar haline getirilmesi için Sünnileştirilmesini (veya Sünniliğin halkın tebaalaştırılması için kullanılmasını) gerektirdi. 

Özgürlük, eşitlik, ortaklaşacılık, adalet, kardeşlik, kadın-erkek eşitliği, mülkiyetin reddi, Bâtıni düşüncenin kaynaklarıdır. Bu hali ile Bâtınilik, Doğu’nun ilk sosyalizmidir. Anadolu’daki Batıni görüşün temel inanışlarından bazıları şu şekilde sıralanabilir (Bahadınlı, 2014, s. 65): 

(1) Ahiret yoktur. 

(2) Yeniden dirilme, yargı günü yoktur. 

(3) Cennet, insanın dünyayı gönlünce yaşamasıdır. 

(4) Cehennem, insanın dünyada çektiği acıların toplamıdır. 

(5) Akıl, insanı insan eden temel koşuldur. 

(6) İnsan, sadece gücü ve emeği ile erdemli olur. 

(7) Bütün insanlar kardeştir. 

(8) İnsanda tanrısal bir güç vardır. 

Bâtıni ve özgürlükçü kimliği ile Şeyh Bedrettin (1337-1420), Osmanlı karşısında adaletin savunulmasının bayraktarı olmuş siyasal bir bilge idi. Büyük Türk gizemcisi Şeyh Bedrettin şunları söylemektedir: “Her bilgi, kendi aşamasında haktır. Gerçek halka daha işin başında söylenirse ya yollarını sapıtırlar ya da gerçeği söyleyeni suçlarlar. Halk ve hak (gerçek), ortalama bir yolla ve ayrı ayrı gözetilerek birbirlerine alıştırılabilirler. Ama herhalde halk, hak ve hakikate 
alıştırılmalıdır” (Öner, 1958). 

Son olarak Yunus Emre’nin sözlerini hatırlayalım: 

Cennet Cennet dedikleri 

Birkaç köşkle birkaç huri, 

İsteyene ver sen anı, 

Bana seni gerek seni. 

Günümüzde, Bâtınilik teşkilatının parçalarını oluşturan, gizli bir cephe taşıyarak İslam itikatları arasında yaşamlarını hala çeşitli yörelerde farklı isimler altında idame ettiren ve ‘Bâtıniler’ (Şi.a-i Batın’iyye) adı altında sınıflandırılan mezhep ler, Hindistan, Afganistan, İran, Türkistan, Arabistan, Yemen, Irak, Suriye ve Anadolu’da yaşamaktadırlar. Türkiye, hudutlarından sürülerek dışarıya çıkarılmış olan gizli tarikat ve mezheplerin üyeleri diğer ülkelere yerleşmişlerdir (Ocak, 2016, s. 176). 

6. Sonuç 

Hermetizmin ana sorunu, Hermes’e ithaf edilen çeşitli geleneklerin asla aynı çatı altında toplanamaması, diğer taraftan bazı geleneklerin yanılgıya düşerek Hermes’e bağlı olmayan farklı geleneklere yönelmeleridir. Hermes’in hikâyesinden haberdar olmamız hem bize hakikat (Tanrı) bilgisine ulaşmamızda rehberlik etmeye çalışan İdris’in hala gizli olan bilimlerinin yeniden 
çalışılmasına hem de onun mirasının binlerce yıldır dinler üzerinde bıraktığı izler üzerinden yaşanan tüm sapmaların köklerini anlamamız ve nihayet tekrar akıla başvurmamız açısından önem taşıyor. En eski bilgiler, Âdem’in oğulları tarafından, “içerdikleri doğal sanat konularıyla beraber, iki levha üzerine, Hiyeroglif denilen şifreli yazıyla işlenerek gömülmüştü. Hiyeroglif yani şekillerle yazı, yazı Tanrısı Hermes’in işi idi. Bu yazı hem insanlar hem de hayvanlar 
tarafından okunabiliyordu. Eşsiz bilgelik öğretilerini basit ve kolay anlaşılır ifadelerle değil bilmecesel şekillerle, karartılmış sözlerle aktarmak eski bir Mısır geleneğiydi. 

Kur’an’da belirtildiğine göre, Adem ve İdris’e verilen sahifeler ile Tevrat, İncil ve Kur’an öz itibariyle birbirinden farklı değildir. Allah, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı indirmiş (el-Maide 5/44), Meryem oğlu İsa Tevrat’ı tasdik ederek gelmiş, ayrıca bir nur, yol gösterici ve müttakilere öğüt olarak İncil’i getirmiştir (el-Maide 5/46). Hz. Muhammed de kendinden öncekileri tasdik eden Kur’an’ı tebliğ etmiştir (Al-i İmran 3/3; el-Maide 5/48). Allah’ın dininin 
son halkası olan İslam, önceki peygamberleri ve onların getirdiği ilahi mesajları kabul etmekte, peygamberler arasında ayırım yapmamayı Allah’ın dininin temel şartı saymaktadır. Kur’an’da birçok peygamberin ismi ve nitelikleri sayıldıktan sonra “İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; sen de onların yoluna uy!” denilmektedir (el-Enam 6/90). Bugün, hangi metinlerin ve bilgeliğin Hermetik-Âdem geleneğine ait olduğu veya olmadığı, yazıların özüne ulaşabilme si ancak dış kabuğu delmeye çalışan uygun anahtarların kullanılmasıyla anlaşılabilir. Hermetik bilgi kurtuluşa giden en eski bilgi, bir şekilde Tufan’dan kurtulmayı başaranların erdemidir. 

Şimdi bu kitap nerede? Günümüze dek ününü koruyan Hermes’in (Thoth) kitabı, en gizemli kitaplardan biri ve belki de bir sütunun altında, bilinmeyen bir yerde tekrar ortaya çıkmayı bekliyor. Konuyla ilgili değişik antik efsaneler vardır. Josephus Flavius’a göre Âdem’in torunları ve Set’in oğulları bu eski bilgileri iki sütun üzerine kazımışlar; ilki yangından etkilenmemesi için pişmiş tuğla, öteki Tufanda zarar görmemesi için taşa yazılmıştır. Taş olanı tufandan kurtulmuş olup, günümüzde Suriye’de bulunmaktadır (Ebeling, 2017, s. 10). Atlantis’ten 
başlayıp Mısır’a uzanan, Truva’yla belki de Türkiye’de birçok bölgeyle bağlantısı olan Hermes’in öğretisi hala gizemli uykusunda, kumların altında yatıyor olabilir. Sais, Nil’in taşması, batan kıtalardan gelen çamurlu sularla tahrip olmuş ve terk edilmişti. Bugün sırlar kumların altında, belki de bir gün tekrar keşfedileceği parlak ışıklı bir zamanı ve güneş kalpli insanları bekliyor. Hermetik metinlerin yazarlarından Asklepios, bugünleri görmüş ve şöyle demişti: “Ey Mısır! Gelecek kuşaklara senden hatıra olarak sadece inanılmaz masallar kalacak ve seninle ilgili olarak geriye taşlara oyulmuş kelimelerden başka bir şey kalmayacaktır. Ancak, bunlar bile, yüzyıllar boyunca seni ölümsüzleştirmeye yetecektir” (Salaman, 2007, s. 4). 


Kaynakça 

Afifi, A. E. 1951. The Influence of Hermetic Literature on Moslem Thought. Londra: Bull SOAS. 

Ateş, A. 1954. Gazzalî'nin Batmîlerin Belini Kıran Delilleri, Kitab Kavasım al-Batınîye. İlâhiyat Fakültesi Dergisi. 3 (1-2). 

Aydın, E. 2018. Osmanlı Gerçeği. İstanbul: Literatür Yayınları. 

Bahadınlı, Y. Z. 2009. Alevîlik ve İslâm Fanatizmi. İnsancıl Yayınları. 

Bahadınlı, Y. Z. 2014. Anadolu Aleviliği-Bâtınilik ve İslam Fanatizmi. Yazılama Yayınevi. 

Bleeker, C. J. 1967. The Egyptin Background of Gnosticism. U.Blanchi (Ed.). Le Origin dello Gnosticismo. Leiden. 

Blochet, E. 1911. Etudes sur le Gnosticisme Musulman, Rivista delgi Studi Orientali, III. 

Buckhardt, T. 1979. Fas’ta Ananevi İlimler. Kubbealtı Akademi Mecmuası. 

Buttrick, G. A. 1962. The Interpreter's dictionary of the Bible. Abingdon Press 

Churchward, J. 2013. The Lost Continent of Mu: The Motherland of Men. Literary Licensing. 

Chuvin, P. 1990. A Chronicle of the Last Pagans. Harvard University. 

Copenhaver, B. P. 1995. Hermetica: The Greek Corpus Hermeticum and the Latin Asclepius in a New English Translation. Cambridge University 

Corbin, H. 1986. İslam Felsefesi Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Çubukçu, İ. A. 1964. Gazzali ve Batinilik. Ankara: A.Ü. îlâhlyat Fakültesi Resimli Posta Matbaası. 

Daftary, F. 1998. A Short History of İsmailis. Traditions of a Muslim Community. Edinburg: Edinburg University Press. 

Dock, A. N. ve Festugiere, A. J. 1954. Corpus Hermeticum. Paris. 

Dodge, B. 1967. The Sabians of Harran. F. Sarruf and S. Tamim (Eds.) American University of Beirut Festival Book. Beirut: Centennial Publications. 

Ebeling, F. 2017. Hermes Trismegistos’un Gizemi. İstanbul: Omega Yayınları. 

Eflatun. 1943a. Phaidros. İstanbul: Maarif Matbaası. 

Eflatun. 1943b. Flieboss. İstanbul: Maarif Matbaası. 

Eliade, M. 1958. Birth and Rebirth. New York: Harper and Bros. 

Encylopedia Judaica 

Erbströsser, M. 1984. Heretics in the Middle Ages. Leipzig: Akademia Verlag. 

Evliya Çelebi. 1966. Evliya Çelebi Seyahatnamesi II. Z. Danışman (Ed.). İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi. 

Fowden, G. 1986. The Aegyptian Hermes, V.IV. Cambridge. 

Gener, C. 2007. Ezoterik-Bâtıni Doktrinler Tarihi. Yurt Kitap Yayın. 

Goldziher, I. 1981. The Attitude of Orthodox Islam Toward the ‘Ancient Sciences’. M. I. Swartz (Ed.). Studies in Islam. New York: Oxford 

Gölpınarlı, A. 1997. Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar. İnkılâp Kitabevi. 

Grafton, A. 1991. Protestan versus Prophet: Isaac Casabubon on Hermes Trimegistus, Defenders of the Text. Harvard University Press. 

Green, T. M. 1992. The City of the Moon God. Religious Traditions of Harran. New York. 

Guenon, R. 1970. Formes Traditionalles et Cycles Cosmiques. Paris: Gallimard. 

Guenon, R. 2004. Aperçus sur L’imitation. Prais: Editions Traditionnelles. 

Hançerlioğlu, O. Hermesçilik. Felsefe Ansiklopedisi. 

Herodotos. 1993. Herodot Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi. 

Işık, C. 2007. Eski Dünyanın Kadim Bilgesi Hermes. Doğu-Batı Dergisi. 10 (40). 

İbn’ül-Esir. 1985. İslam Tarihi, I-XVI. İstanbul: Bahar Yayınları. 

İmam-ı Gazâli, 1993. Bâtınîliğin İçyüzü. Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları. 

İnalcık. H. 2005. Bilimler Akademisi. Tarihte ve Türkiye’de, Doğu Batı Makaleler. Ankara: Doğu Batı Yayınları. 

Kafesoğlu, İ. 2014. Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu. İstanbul: Ötüken Neşriyet. 

Kılıç, M. E. 2018. Hermesler Hermesi, İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce. İstanbul: Sufi Kitap. 

Köprülü, F. 1984. Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu. Ankara: Türk Tarih Kurumu. 

Köprülüzade, M. F. 2016. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. İstanbul: Alfa Yayıncılık. 

Lindholm, C. 1996. The Islamic Middle East, An Historical Antropology. Londra: Blackell Publications. 

Marrou, H. İ. 1962. Synesius of Cyrene and Alexandrian Neo-Platonism. A. Momigliano (Ed.). The Conflict Between Paganism and Christianity 

Massignon, L. 1963. Inventarire e la Litterature Hermetique Arabe, C.I, Opera Minora. Beyrut: Daru’l-Maarif. 

Mazaheri, A. 1973. Ortaçağda Müslümanların Yaşayışı. İstanbul: Varlık Yayınları. 

Nasr, S. H. 1970. Science and Civilisation in Islam. New American Library. 

Nasr. S. H. 1989. İslam ve İlim. İstanbul: İnsan Yayınları. 

Necati, Ö. 1958. Tanzimattan Sonra Türkiye'de İlim ve Mantık Anlayışı. İlahiyat Fakültesi Dergisi. 5 (1-4). 

O’Leary, L. 1949. How Greek Science Passed to the Arabs. Londra: Routledge and Kegan Paul. 

Ocak, A. Y. 1985. İslam-Türk İnanışlarında Hızır yahut Hızır-İlyas Kültü. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. 

Ocak, A. Y. 2016. Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler. İstanbul: Timaş Yayınları. 

Ortaylı, İ., Yalçıntaş, N., Türköne, M. 2008. Türkler ve İslamiyet. İstanbul: Yakamoz Yayınları. 

Önal, S. 2007. Hikmet (Bilgelik) Üstüne. Doğu-Batı Dergisi. 10 (40). 

Özbudun, S. 2015. Hermes’ten İdris’e Bir Dinsel Geleneğin Dönüşüm Dinamikleri. Ankara: Ütopya Yayınları. 

Patrizi, F. 1553. La città felice … Dialogo dell'honore, il Barignano. Discorso della diversità de' furori poetici, Venice: Giovan. Griffio. Aktaran: 

Platon. 1997. Complete Works. J.M. Cooper (ed). Haschette Publishing. 

Powell, R. 2006. Hermetic Astrology. Sophia Foundation Press. 

Russell, B. 2000. Batı Felsefesi, Orta Çağ. İstanbul: Say Yayınları. 

Salaman, C. 2007. Asclepius: A Secret Discourse of Hermes Trismegistus. Bristol Classical Press. 

Sezgin, F. 1967. Geschicte der Arabischen Schrifttums, C.IV,. Leiden. 

Sühreverdi, Ş. 2010. Hikmetu’l-İşrak. İz Yayıncılık. 

Telle, J. & Figulus, B. 1608. Bir Alman Paracelist’in Yaşamı ve Eserleri. Strassburg. 

Tokarev, S. A. 2006. Dünya Halkalarının Dinler Tarihi. İstanbul: Ozan Yayıncılık. 

Tomlin, E.W.F. 1963. Philapsophers of East and West. New York: Harper and Row. 

Turan, O. 1953. Selçuk Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak. F.Köprülü Armağanı. 

Vajda, G. 1971. İdris. Encyclopedia of Islam, III. E. J. Brill. Leiden. 

von Dülmen, R. 1994. Hexenwelten: Magie und Imagination vom 16.-20. Jahrhundert. Fischer Taschenbuch Verlag. 

Wallis, E. A. 1999. From Fetish to God From in Ancient Egypt. Dover Publications. 

Weisser, U. 2010. Yaratılışın Gizemi. Berlin: De Gruyter. 

Wilder, A. 1869. New Platonism and Alchemy. New York: Parsons and Company Pinters. 

Yener, C. 2009. Şeyh Bedrettin Simavnavi, Varidat. İstanbul: Milenyum Yayınları. 


DİPNOTLAR;

1 Professor. Istanbul Esenyurt University, Department of Political Science and International Relations, Istanbul, 
TURKEY. saityilmaz@esenyurt.edu.tr, 
ORCID: https://orcid.org/0000-0001-7443-1856 
2 Bu çalışmada Brian P. Copenhaver’un (1995), Dock ve Festugiere,’nin (1954) ve M. Erol Kılıç’ın (2018) çevirilerinden yararlanılmıştır. 
3 Batık Mu Kıtası ile ilgili iddialar, ilk kez İngiliz albay ve gezgin James Churchward’ın Hindukuş Dağlarında ve Tibet’te 
yaptığı araştırmalara dayanarak yazdığı altı kitapta ortaya atıldı. İddialara göre; Mu (Güneş İmparatorluğu), eski 
çağlardan günümüze ulaşan tabletlere göre ilk insanın da anavatanı olduğu, Pasifik Okyanusu’nda, günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce şiddetli yer sarsıntıları sonucu battığı sanılan kıtadır (Churchward, 2013). Mulular batmadan önce diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı. Dünya üzerinde çıkan üç büyük kültürün, Mısır, Maya-Aztek, Hint-Tibet kültürlerinin 26. Paralel civarında olduğu görülür. Agarta Uygarlığı da Atlantis’ten göç eden Mu rahipleri tarafından kurulmuş, yeraltı uygarlığıdır. Agartalılar, Amerika kıtasında ortaya çıkmıştır. En önemlileri Mayalar ve Azteklerdir. Bu uygarlığın yöneticisi rahip ‘Ra Mu’, Mısır’da da Güneş Tanrısı ‘Ra’ olarak yer aldı. Kadim Mısırlıların yeraltı tanrısı ise Osiris’tir. 
4 İnsanlığın en eski öğretisi, hatta dinlerin ve inançların kökeni kabul edilen Maji sanatı ve onun çocuğu olan büyü, her çağda var olan ve etkinliğini sürdüren bir olaydır. 
5 Okült, “bilimsel yöntem dışındaki yollar ile gizli bilginin araştırılması” demektir. 
6 Ruhun bu aslına doğru yükselişine Latinler Ortaçağ’da “Itinerarium mentis in Deum” (Aklın Tanrı’ya doğru yolculuğu) derlerdi. 
7 Gnosis: Tanrı bilgisi. 
8 Sufi metafiziğinde buna ‘hayr-ı mahz’ derler. Platon’un diyaloglarında Sokrates bu ‘iyi’yi güneş ile karşılar. Bu ‘iyi’nin ışınları vardır. Bir enerjidir. 
9 Metin içerisinde, Hermes’in bu bilgileri şifahi olarak üstadı Agathodaimon’dan (Mısırlıların Khnum dedikleri ilah) aldığını ve bu bilgileri ilk defa yazıya geçirenin kendisi olduğunu söyleyen bir bölüm vardır. 
10 Marsilius Ficinus (1433-1499): 15. yüzyılın en önemli Neo-Platoncularındandır. Rahip olduğu halde hiçbir zaman Hristiyanlıktan söz etmemiştir. Hristiyanlara hararetle Platon’u okumalarını tavsiye etmiş ve hatta kendi kilisesinde onun eserlerinden bazı parçaları dua yerine okutmuştur. 
11 Rönesans döneminde Hermetica’lar 22 baskı yapar. 
12 Ayrıca Batı düşüncesi tarihinde Shakespare, Bacon, Dante, Goethe, Mozart gibi bazı isimlerin bu felsefeden önemli ölçüde etkilendikleri söylenir. Müzikte, mimaride, resimde, şiirde bu tesirler açıkça görülür. 
13 Arapça eserlerin listesi Kılıç’ın (2017, ss.108-22) Hermeslerin Hermesi başlıklı çalışmasında yer almaktadır. 
14 İslam dil okulları içerisinde Basra, Aristotelesçiydi. Buna mukabil Kufe, Hermetik ve (Pergamon) Bergama Stoacıların izindeydi. 
15 Müslüman düşünürler Hermetik espriye Kur’an’da geçen, ed-dinü’l-kayyım (gerçekliğini ve etkinliğini daima koruyan dosdoğru din anlamında bir tabir) 
olarak yaklaşıyorlardı. 
16 “Hak, halka açıklanmaz. Açıklanırsa, ya yollarını sapıtırlar ya da o Hakk’ı söyleyeni suçlarlar. Hak ve halk birbirlerine yavaş yavaş alıştırılabilirler. Ama tabii ki halk Hakk’a alıştırılacaktır” (Yener, 2009, s. 15). 
17 Rafızîlik, geniş anlamda Sünni mezhebinin din anlayışını, kurallarını benimsemeyen, Hz. Muhammed'den sonra yerine damadı ve amcasının oğlu olan Ali'nin geçmesi gerektiğini ileri süren düşüncedir. 


***