Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR 


Türk Uçak Gemisi tamam, Sırada Nükleer silah mı var? 

Prof.Dr.Sait Yılmaz 
17 Kasım 2019 



Giriş..

 
 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül ayı başında Türkiye.nin nükleer silah edinmekle ilgilendiğini ima etti. Bütün gelişmiş ülkelerin nükleer başlık taşıyan füzeye sahip olduğunu söyledi. Barış Pınarı Harekâtı başlamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğanın açıklamalarında şöyle bir ifade vardı; “Bazı ülkeler nükleer füzelere sahip ama Batı sen sahip olamazsın diye ısrar ediyor, bu kabul edilemez.” Bu ifade sanki “İsrail’in var da bizim neden olmasın” düşüncesi ile yapılmış bir açıklama. Türkiye, nükleer silah yapabilir mi? Zor ama yapabilir. Türk savunma sanayi önemli atılımlar içinde. Özellikle deniz kuvvetlerinde gemi ve denizaltı yapımı konusunda ciddi gelişmeler sağlandı. Mayıs 2019 da ise uçak gemimizi suya indirdik. Ankara, sık sık 2023 yılına kadar savunma alanında bağımsız olma hedefini tekrarlıyor. 

Türk Silahlı Kuvvetleri.nin yüksek teknolojili yeni silah ve araçlara kavuşması, üstelik bunu kendi mühendisimiz savunma sanayimizle üretmesi bizlere gurur düşmana korku verir. 

Son yıllarda Türkiye.nin girdiği sınır ötesi çatışmalarda ürettiğimiz insansız hava araçlarından (İHA) önemli faydalar sağlıyoruz. Ruslardan aldığımız S-400.ler ise Türkiye.nin hem ABD hem de NATO ile ilişkilerini sarsacak tepkiler doğurdu. Aslında bütün bu gelişmeler kökleri Atatürk.e ve 1970.lerde Amerikan ambargosuna karşı başlayan bağımsız savunma sanayi kendi kendine yeterli olma gayretlerimizin sonucu. O zamanlar atılan tohumların ürün verdiği bir dönemdeyiz. Konu hükümetin denizcilik sektörüne bakışı ile de ilgili. Ancak, işler doğru 
mu yapılıyor? Uçak gemisi ne işe yarayacak? Türkiye bir nükleer silah yapmak peşinde mi ya da yapmalı mı? İşte bu makalede bunları sorgulayacağız. 

Savunma ve Teknoloji.. 

 Pek çok ülkenin savaş kültürü sadece kendileri ve komşuları için önemlidir. Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir1. 

İngilizlerin donanma tecrübeleri, Almanların kurmayları, İsviçre ve İsrail.in yedek asker sistemleri, Vietnam.ın hafif piyade gücüne dayanması, onlar ve düşmanları için önemlidir ama taklit edilecek modeller değildir. Nitekim pek çok ülke ordusu tarihi yanlış savaşlara hazırlanmanın örnekleri ile doludur. Örneğin ABD, Soğuk Savaş boyunca Varşova Paktı.ndaki ulus-devletlerle yapılacak konvansiyonel savaş için üstün teknolojileri kullanan bir ordu hazırladı. Ama bu ordu Vietnam, Irak ve Afganistan.da ayaklanmacılar ya da yamalı bohça ordular ile savaştı. Türk ordusu da Soğuk Savaş boyunca konvansiyonel bir savaş için hazırlık yapmıştı ama 40 yıldır terörle mücadele ile meşguldür. 

Askeri stratejiyi belirlerken şu üç soruyu kendimize sorarız; hedefler nelerdir (sonuçlar), bu hedefleri nasıl ele geçirebiliriz (yöntemler) ve bunu başarmak için hangi unsurlarımız (vasıtalar/silahlar) var. Silahlı Kuvvetlerin öncelikli varlık nedeni savaşmadan ülke çıkarlarını korumaktır ki buna caydırıcılık diyoruz. 

Caydırıcılık ancak savaşa hazır olmakla ve böyle olduğuna karşı tarafı ikna etmekle mümkündür. Bunun için silahlı kuvvetler barış zamanında gerekli şekilde organize olur, eğitim yapar, savaş kabiliyetlerini artırır. 

Başarılı silahlı kuvvetler, eski silah sistemleri ve doktrinleri her zaman atıp, sosyal karmaşa yaratmadan, yeni fikirlere ve personele uyum sağlayabilendir. Ancak, hiçbir ordu bunu sürekli olarak gerçekleştiremedi. Teknoloji, silahlı kuvvetler için önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Taraflar ile ilgili nitelik ve nicelik faktörleri de önemlidir. Teknoloji, ancak bir operasyonel göreve hizmet ediyorsa faydalıdır. 

Ülkelerin silahlı kuvvetlerinin etkinliğini asker sayısına dayalı olarak derecelendirmek artık mümkün değildir. Bir ülkenin askeri gücünün uluslararası düzeyde etkinliğini belirleyen faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz; 

(1) Nükleer silahlara sahip olma. 
(2) Dış ülkelerde askeri varlık bulundurma, güç projeksiyonu (üsler, denizaşırı varlıklar vb.) ve stratejik kuvvet kaydırma (ulaştırma) ve takviye yeteneği. 
(3) Stratejik ve taktik haberleşme kabiliyetleri. 
(4) Modern teknolojinin keskin uçlarını kullanan (rakipsiz veya karşı konulamaz) çevik ve etkili (isabetli ve tahrip gücü yüksek) ateş desteği ile takviye edilmiş manevra kabiliyetleri. 
(5) Süratli, zamanında ve emniyetli bir şekilde kuvvetlerinin lojistik desteğini, barınma ve idamesini sağlayacak kabiliyetler. 

Savaş tipini coğrafya belirler. Savaşların coğrafyası ve sosyal paternleri değişmektedir. Dağlarda gerillalardan çöllerde kabilelerin gönlünü kazanmaya kadar pek çok savaş yapılmaktadır. Artık konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Melez savaş; düzenli ve düzensiz savaşın birlikte olduğu savaş, her yerde ve her şekilde savaşmak gerekiyor. 

Savaşlarda artık daha fazla drone veya insansız araçlar, mini drone yığınları, yeni bilgisayar teknolojileri, tanka karşı tank taktikleri ve yeni tanksavar füzeleri, elektronik savaş, düşman uçak ve uzun menzilli füzelerine karşı silah sistemleri, yönlendirilebilir topçu ve füzeler öne çıkmaktadır. Savaş tarzlarında büyük değişimler olurken, savaşın ebedi ve ezeli temeli değişmeyecektir. Savaşçının özellikleri yine cesaret, kendini adama ve acı çekmek olacaktır. Teknoloji, insanların savaş ve ölüm şekillerini değiştirir ama savaşın dehşetini ve zafer 
duygusunu ya da ölüm gerçeğini asla değiştirmez. 

 Türk Ordusunun Kabiliyetleri.. 

Açık kaynak bilgilerine göre 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 35 milyonu askerliğe elverişlidir. Türk Silahlı Kuvvetleri.nin mevcudu ise 410 aktif asker, 185 bin yedek şeklindedir. TSK.nın ana silah ve araçları arasında yaklaşık rakamlarla şunlar bulunmaktadır; 3.778 Tank, 7.550 Zırhlı Savaş Aracı, 1.700 parça Topçu, 1.007 çeşitli uçak, 500 çeşitli helikopter, 194 gemilik donanma. Son yıllarda Türk Kara Kuvvetleri.nin mevcudu 370.000-260.000.e düşürüldü ve tamamen mekanize bir güce dönüşmektedir. Hava Kuvvetleri de yaklaşık 300 F-16 savaş uçağı ile bölgenin en güçlülerinden biridir. Keza Deniz Kuvvetleri de bir düzineden fazla denizaltı ve Deniz Piyade Tugayı ile Doğu Akdeniz.in en güçlülerinden biridir. 

TSK.da bulunan en güçlü beş silah şu şekilde sıralanabilir 2; 

 - SOM-J Cruise Füzesi; F-35 programının parçası olarak Roketsan ve Lockheed Martin tarafından geliştirildi. Türkiye.nin ilk seyir füzesi, kara ve deniz hedeflerine 
yöneliktir. Bu füzeni F-16.lar tarafından kullanılabilecek diğer tipleri de dizayn edildi. SOM-J Cruise.in menzili yaklaşık 300 km. ve iyi korunan hedeflere karşı etkili olacak. 
- Leopard 2 Tank; Alman Leopard 2 tanklarının geliştirilen versiyonu ana muharebe tankı olarak üzerine kompozit matriks zırh, 120 mm. top var. 
- F-16 Savaşan Şahin; ABD.den sonra Türkiye en çok F-16 filosuna (yaklaşık 270 uçak, bunların 87.si eğitim amaçlı) sahip olan ülkedir. F-16.yı aynı zamanda üretebilen Türkiye, kendi yerli savaş uçağı T-FX.i 2019.da Paris.teki Hava Gösterisi.nde tanıttı. Türkiye, T-FX hazır olana kadar F-16.ların yerini F-35.ler ile doldurmak istemektedir. 
- Type 209/214 Denizaltıları; Türkiye, 14 adet 209 tipi denizaltı ile Akdenizdeki en büyük denizaltı filolarından birine sahiptir. Bunların bir kısmı 2000.li yıllarda 
yenilendi, en eski 6 adedi ise 214 Tipi Reis sınıfı yeni denizaltılarla değiştirilmektedir. 
- B-61 Nükleer Bomba; Türkiye, kendi nükleer silahı olmamasına rağmen, Soğuk Savaş boyunca ABD taktik nükleer silahlarına ev sahipliği yaptı. Bu bombalar tamamen ABD.nin kontrolünde kullanılabilir. 

Türkiye insan sayısı itibarı ile NATO.nun ikinci büyük ordusudur. Ancak kuvvet ve kabiliyetleri ile NATO içinde üçüncü güçlü ve etkin ülkedir. 2018 yılında TSK.nın 
düzenlediği Efes Tatbikatı.na 24 ülke katıldı ve bunu NATO.da yapacak çok az ülke var. Terörle mücadele yanında son yıllarda yapılan sınırdışı birçok harekâtın sağladığı tecrübesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri sadece silah ve donanımı ile değil, etkinliği ile de bölgesinde önemli bir caydırıcı güçtür. Özellikle istihbarat teknolojileri alanında insansız hava araçlarını (İHA) kendisi üreten Türkiye, milli uyduları vasıtası ile de anlık istihbarat sağlayabilmektedir. Frekans atlamalı sistemler ile otomatik kodlama kullanılarak haberleşme güvenliği artırılmıştır. Sağlanan teknolojik gelişmeler etkinliği artırmak yanında milli üretim olmaları nedeni ile mühendis, analizci vb. gibi pek çok uzman kadronun da 
yetişmesini sağlamıştır. 

Türk Uçak Gemisi suya indi.., 

Mayıs 2019 başında suya indirilen TCG Anadolu için Savunma Sanayi Müsteşarlığı web sayfasında3 şu bilgiler yer almaktadır. Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi; Ege, Karadeniz ve Akdeniz harekât alanlarında ve gerektiğinde Hint Okyanusu (Arap Yarımadasının kuzeyi, Hindistan'ın batısı) ile Atlantik Okyanusu.nda (Avrupa'nın batısı, Afrika'nın kuzeybatısı) kullanılabilecektir. TCG Anadolu, bir Amfibi tabur ile gerekli muharebe ve destek araçlarını ana üs desteği olmadan kriz bölgelerine taşıyabilecek, hava araçlarının gece ve gündüz operasyon yapmasına olanak sağlayacak bir uçuş güvertesine sahip olacaktır. TCG Anadolu ile Türkiye; bölgesel güç aktarım kabiliyetini, orta ölçekli küresel güç aktarımına çevirebilecek tir. TCG Anadolu, Silahlı Kuvvetlerimizin envanterinde yer alan en büyük deniz platformu olacaktır. 

 Türkiye nin bir uçak gemisi üretmesi konusu 1990.lar da tartışılmaya başlandığında ben de Genelkurmay Başkanlığı.nda çalışıyordum. O dönemde çeşitli senaryolar dâhilinde Akdeniz bölgesinde tutulması düşünülmüştü. Ancak, ABD örneğine bakarak, uçak gemisi idame ettirmek kolay gözükmüyordu. ABD, bir uçak gemisi ile birlikte 17 gemiyi etrafında gezdirmek ve havadan korumak zorundadır. ABD Deniz Kuvvetleri, Soğuk Savaş boyunca genellikle üç öbek yapılanması ile hareket etti. Bu öbekler İran Körfezi/Hint Okyanusu, Pasifik ve Atlantik muharebe grupları halinde oluşturuldu. Bu yapının istisnaları 1990.larda ve 2011.de Libya ve harekâtında Akdeniz.de oluşturulan güç projeksiyonları oldu. Öbekler, gerektiğinde kriz bölgelerini takviye edecek, ileri üs kuvvetleri olarak görüldü. Ancak, Suriye krizinde olduğu gibi Doğu Akdeniz.e yanaştırılan uçak gemilerinin tek bir atış yapmadan kaybedilme riski vardır. Bu yüzden yeni bir strateji hazırlıyorlar4. 

 Ortadoğu ya son yıllara kadar girebilen tek uçak gemisi Amerikalılardı. Onlara Fransız ve Rusların yalnız uçak gemilerini dâhil oldu. ABD, 24 adet uçak gemisine Rusya, Çin ve Fransa ise birer tane büyük ölçekli uçak gemisine sahip. Fransız Charles de Gaulle gemisi 40 adet Dassault Rafale çok rollü savaş uçağı taşıyabiliyor. Rus Amiral Kuznetsov gemisi pek çok eksiğine rağmen, önemli bir askeri kabiliyet olmaya devam ediyor. TCG Anadolu bunların yanında küçük ölçekte kalmakta ama biz de diğer bazı orta ölçekli ülkelerle birlikte uçak gemisi olanlar grubuna katıldık. Temmuz 2017.de yerli yapım Korvet.ten sonra Türkiye kendi uçak gemisini yapma kararını açıklamıştı. TCG Anadolu, İspanyol Juan Carlos I modeli bir amfibi taarruz gemisi. Türkiye.nin uçak gemisi dikine inip kalkabilen 6 adet F-35 JSF savaş uçağı taşıyabilir. Ayrıca İtalya ile birlikte üretilen T129 silahlı helikopterlerini ve Chinook ağır nakliye helikopterlerini taşıyabilir5. 

 Türkiye.nin savunma programının gerisinde bölgesel ve bölge ötesinde bir güç projeksiyonu geliştirme planı olduğu değerlendiriliyor. Türkiye.nin Somali.de El Şaab.a karşı eğitim verdiği bir askeri üs yanında Katar.da da yeni bir askeri üs kurdu. Ayrıca, Irak ve Suriye içinde askeri unsurları var. Türkiye.nin deniz savunmasına yönelik girişimleri karşısında bölgesel rakipleri Mısır, İsrail ve İran olabilir. Türkiye.den sonra İsrail ve İran da kendi uçak gemilerini yapma ya da satın alma peşine düştü 6. 

Türk uçak gemisi üzerinde taşıdığı F-16.lar ile Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz.de Suriye, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Rusya.ya yönelik askeri senaryolar için güç projeksiyonu dâhilinde düşünülüyor. Katar.ı desteklemek için Körfez bölgesine gitme ihtimali de var. Ancak, sıkışık Doğu Akdeniz ve Ege Denizi coğrafyasında gezinmesi zor. Karadeniz.de Rus hava kuvvetleri karşısında bekasını koruması kolay değil. Bu yüzden füzeler, destroyer tipi gemiler, denizaltılar, uçaklar ve diğer silahlarla korunması gerekli 7. 

Kimler nükleer silaha sahip, neler oluyor? 

 1968 yılında imzalanan ve 1970 yılında yürürlüğe giren „Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT). ile o zamana kadar nükleer silah sahibi olanlar diğer ülkelerin bu tür silahlara sahip olması yasaklanmıştı. Topyekûn nükleer silahsızlanmayı başarmak için sıkı tedbirler getirildi ve 2003 yılında ilave protokol imzalandı. NPT, ilk beş nükleer güç ve 180'den fazla ülke için önemli bir taahhüttür. Ancak, 1970.den beri Hindistan, Pakistan ve İsrail nükleer silah edindiği halde Batılı ülkelerin tepkisi İran ve Kuzey Kore.ye yönelmiştir. ABD gibi büyük bir konvansiyonel güç ile hiçbir ülke baş edemez. ABD.nin isteklerine karşı gelmenin yolu ancak konvansiyonel silah menzilinin altında kalan (terörizm) 
ve üstündeki silahlar (kitle imha silahlarının kullanıldığı füze teknolojisi) ile mümkündür. Bu yüzden, İran ve Kuzey Kore gibi ABD karşısında kendini güvende hissetmeyen ülkeler nükleer silah teknolojisi edinmeyi aklına koymuştur. 
ABD ve Rusya kendilerinden sonra gelen ülkeden (Çin ve Fransa 250-300 adet) on kat daha fazla nükleer silaha sahiptir. Her biri toplam 4.500 nükleer silaha sahip olan ABD ve Rusya, 1.550 adet operasyonel olarak mevzilenmiş stratejik nükleer silaha sahip ve bunlar 700 civarında stratejik atma vasıtası (ICBM, SLBM ve bombardıman uçakları) üzerindedir 8. 

Bu vasıtalar Pasifik.ten Güney Kore, İran Körfezi ve Avrupa.ya kadar Amerikan üsleri, savaş gemileri ve denizaltılarında konuşlanmıştır. Nükleer silahların taşıdığı risk kullanıldığı füze ve savunma sistemleri ile de yakından ilgilidir. Nükleer silah üçlüsünü stratejik bombardıman uçakları, kıtalar arası füzeler (ICBM) ve deniz altı füzeleri (SLBMs) oluşturur. ABD.de yeni çalışmalar bunlardan ilk ikisinin elimine edilmesini yönelik tartışmaları getirdi. Minimalist plana göre nükleer silah sistemlerinin azaltılması öngörülüyor. Ancak bu avcının av olması sonucunu getirebilir 9. 
 ABD, son 50 yılda müzakere edilmiş nükleer silah anlaşmalarının çoğundan çekilmiştir. Örneğin nükleer silahların test edilmesini ve yenilerinin geliştirilmesini sınırlayan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. ABD, yer altı saklı hedeflere karşı B61-11 nükleer bombalarını test etmeye başladı. ABD Hava Kuvvetleri Küresel Saldırı Komutanlığı, Libya.ya gönderdiği üç adet B-2 bombardıman uçağı ile bu mühimmatı denedi 10. Bu deneme Whiteman Hava Üssü tarafından koordine edildi. Böylece ABD-NATO operasyonlarında mini-nükleer silahlar hem de bir insani yardım operasyonu içinde kullanılmaya başlandı. Diğer yandan NPT.e rağmen Hindistan'a yapılması önerilen anlaşmalar da nükleer silahların yayılması  nı önleme rejiminin altını oymaktadır. NPT'yi imzalamayan diğer ülkelere nükleer teknoloji veya kontrolsüz yakıt satılmıyordu. Bugün, ABD bu kısıtlamaları terk etme yolundadır. Bu durumda Suudi Arabistan, Brezilya, Mısır ve Japonya gibi NPT imzalayıcıları kendilerini kısıtlamaya devam etmek zorunda görmeyebilir. 

ABD savunma sanayinin günümüzdeki en büyük ihalelerinden birisi 100 milyar dolarlık yeni nükleer balistik füze üretimidir. Bu proje için iki dev firma çekişiyor; Northrop Grumman ve Boeing. Soğuk Savaş bittikten 30 yıl sonra tekrar Amerikan vergileri karaya konuşlu (ICBM) nükleer füzelere gidecek. Çok cimri olmasına rağmen Trump, gelecek otuz yılda nükleer silahlara yaklaşık 2 trilyon dolar ayrılmasına onay verdi 11. Bu onay için lobi kampanyasına sadece Northrop Grumman, 2018 yılında 5.6 milyar dolar harcamış. Onlardan daha fazla silah lobisi için para harcayan iki şirket ilginç; Amazon ve Apple. ICBM.lerin Soğuk Savaş.ta ne kadar gereksiz olduğu anlaşılmış iken, hava kuvvetleri nükleer iş istemiyorken, ekonomi kötüyken gene lobiler ülkeye yön veriyor. Modern kılavuz sistemlerinin isabet derecesi ve stratejik balistik taşıyıcıların kısa uçuş süresi nedeni ile yere 
konuşlu kıtalararası balistik füzelerin (ICBMs) ikinci bir reaksiyon göstermesi çok zordur. Yüksek vuruş kabiliyetli bu füzeler genellikle ilk vuruş için kullanılır ve bu önleyici darbe taktiği, stratejik istikrarın hep tehlikede olması demektir. 

Nükleer Silah Nasıl Üretilir? 

 Türkiye.nin nükleer silah konusundaki olası çalışmalarına odaklanmadan önce nükleer silah üretmenin zorluğuna değinelim. Bütün nükleer silahların yapılmasında, “atomlarına ve nötronlarına kolayca parçalanabilir ve zincirleme reaksiyon sonucu büyük bir enerji ortaya çıkaran” bir madde kullanılır. Nükleer silahlar için bu tür en uygun maddeler plütonyum-239 ve uranyum-235.tir. Uranyum doğada bulunurken, plütonyum bulunmaz. 

Doğal Uranyum zenginleştirilerek %90 oranında uranyum-235 haline getirilir. 

Bir nükleer bomba için 15-25 kg. yüksek düzeyde zenginleşmiş uranyuma ihtiyaç vardır. 

Plütonyum-239 ise nükleer reaktörde uranyum-238 yakılarak elde edilir. Ayrıca plütonyumun tekrar bir kimyasal işlemden geçirilmesi gereklidir. Plütonyumun 6-8 kg.ı bir nükleer bomba için yeterli olur. Tabi zenginleştirilmiş uranyum ya da plütonyumu yeterli miktarda üretmeniz yetmiyor, gerekli testleri yapmanız, atma vasıtalarını geliştirmeniz lazım. Her şeyden önemlisi NPT.ye rağmen nükleer silah üretmeniz için İran gibi uluslararası baskıyı göğüslemeniz lazım. 

Halen dünyada 300 bin nükleer bombadan daha fazlasına yetecek 1.830 metrik ton plütonyum ve 1.900 metrik ton yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu değerlendirilmektedir12. Nükleer silahların patlayıcı gücü ya atomlarını parçalayarak (fizyon) ya da birleştirerek (füzyon) ortaya çıkar. 

Fizyon için plütonyum-239 ve uranyum-235 gereklidir. Füzyon için ise hidrojen izotopları bulunduran döteryum veya trityum gibi çok küçük, hafif atomlar gereklidir. 

Bu yüzden, füzyon bombasına hidrojen bombası veya termonükleer bomba da denilmektedir. İlk nükleer testin yapıldığı 16 Temmuz 1945 tarihinden 2006 yılına kadar dünya genelinde iki binden fazla nükleer test yapıldı. 6 Ağustos 1945.de Hiroşima.ya atılan uranyum bombası ve 9 Ağustos 1945.de Nagazaki.ye atılan plütonyum bombasından bugüne nükleer silahlar henüz hiç kullanılmadı. 
Türkiye’nin nükleer silah yapma olasılığına yönelik şüpheler.. 

 Türkiye.nin (nükleer) atom bombası yapma olasılığı ile ilk şüphe 1966 yılında ABD istihbaratının hazırladığı bir rapora13 yansımış. Amerikan büyükelçiliği personelinin güvenilir (!) bir Türk bilim adamı ile yaptığı sohbete göre; Türkiye.deki Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü.nden, General Refik Tulga ve ODTÜ.de Fizik Profesörü Ömer İnönü ile atom bombası yapmaları için birlikte çalışmaları istenmiş. İstanbul.da kurulması düşünülen 200 mega-watt.lık nükleer reaktörde 300-600 ton kadar düşük dereceli uranyum üretilmesi 
planlanmış ama Türk yetkililer ABD.li görüşmecilere bunun barışçı amaçlar için olduğu söylenmiş. Ayrıca Amerikalılar 1959 ve 1960.larda ülkemizde konuşlu bulunan Honest John ve Jüpiter füzelerine iki ülke ilişkiler bozulduğunda Türkiye tarafından el konulmasından endişe duymuşlar14. Nitekim şimdi de İncirlik.teki 50 taktik nükleer silahın gerektiğinde nereye tahliye edileceğinin hesapları yapılıyor. 

 Ankara.nın nükleer silah edinme girişimine yönelik şüpheler yaklaşık 50 yıl sonra (2015 yılında) Alman istihbaratı BND.nin radarına takılmış. BND.nin hedefinde Türkiye.nin PKK ile mücadelesini baltalamak vardır ama emareler bulanık da olsa nükleer silah peşinde olduğumuz düşünülür. Türkiye sadece nükleer silah sistemleri değil atma vasıtaları da edinmek istemektedir. Bu emareler nelerdir? Türkiye önce büyük ölçekli bir sivil nükleer program başlatmıştır. 2011 yılında Rus şirketi ROSATOM ile 20 milyar dolarlık bir büyük nükleer reaktör anlaşması yapılır. İki yıl sonra 22 milyar dolara Japon-Fransız konsorsiyumu ikinci bir proje ilave olur; Türkiye, yerli personel ile başka bir enerji santrali yapacağını duyurmuştur. 

Buraya kadar her şey normal gözükürken, BND tarafından iki projenin de Türkiye.nin enerji ihtiyacından öte askeri nükleer seçeneğe kapıyı açtığı değerlendirmesi yapılır 15. BND.ye göre; Türkiye, İran.ın gittiği yoldan giderek uranyumu zaman içinde zenginleştirmek istemektedir. 

 Alman istihbaratı bu bilgiyi Mayıs 2010.da rapor eder. Rapora göre, Türkiye uranyumu zenginleştirmek için tesisler kurmakta ve sıkıştırılmış uranyum cevheri olan Sarıkek (Yellowcake) üretmeye başlamıştır. Türkiye.nin uranyumu Kosova ve Bosna-Hersek üzerinden el altından temin ettiği iddia edilmektedir. Ancak uranyum zenginleştirmek için santifirüj gerekmektedir. 

Bunun için Türkiyenin Pakistanlı nükleer kaçakçılar ile 1987 ve 2002.deki temaslarına değinilmektedir. 1998 yılında Pakistan başbakanı Nawz Şerif Türkiyeye nükleer ortaklık teklif etmişti. 

İsrail istihbaratı da işin peşindedir. İsrail başbakanı Netenyahu, 15 Mart 2010.da Yunanistan başbakanı Papaandreu.yu Türkiye.nin istediği her an nükleer güç olabileceği konusunda uyarır. Ankara.nın uzun menzilli füze programları da bu endişeleri destekler. 2012 yılında Türkiye.nin 1.500 km. menzilli bir füze testi yaptığı kaydedilir. Menzilinin 2.500 km. ye çıkarıldığı düşünülüyor 16. Böyle bir orta menzilli füze, nükleer başlık atmak için elverişlidir. 

Türkiye, Nükleer Silah Üretebilir mi? 

 Öncelikle şunu söyleyelim, topraklarımızda yaklaşık 70 yıldır zaten nükleer silah var. NATO.nun nükleer şemsiyesi altında, Soğuk Savaş.tan beri Amerikan B61 nükleer bombaları İncirlik Üssünde Ruslara karşı kullanılmak üzere depolanıyor. ABD.nin nükleer bombaları Avrupa.da Türkiye, Almanya, İtalya ve Hollanda.da bulunuyor. Beş ülkedeki B-61 varlığı açık bir gizli bilgi idi. Türk pilotlar gerektiğin de bu bombaları kullanmak için eğitildi. 2000 yılından itibaren Türkiye.den 40 tanesi çekilmiş ancak İncirlik.te hala 50 bomba olduğu söyleniyor. Bu uygulama İtalya.daki Ghedi Üssü.nde de yapılıyor. Türkiye, 2000 yılında B-61 bombardıman uçaklarına pilot vermeyi durdurunca uçakları İncirlik te sadece Amerikalı pilotlar kullanıyor 17. 

 Yakın bir zaman sonra bunların yeni modeli olan B61-12 bombaları ile değiştirileceği söyleniyor. İtalya.daki Aviano Üssünde B61-12 kabulüne başlanmış. 

Amerikalılar, Türklere güvenmediklerinden 12 rakamlı şifrelerini kendilerinde saklıyorlar. Zaten Türkiye de bu bombaları sahip olmayı hiçbir zaman istememiş. Çok ağır olan bu bombaların Türkiye.den kolayca çıkması ya da kaçırılması mümkün değil, Türkiye.nin yardımı gerekli. Amerikalılar için asıl risk, Türkiye.nin Rusya.ya yaklaşması. Türkiye, Rusyadan S-400 aldığı için, F-35 uçağı ambargosuna tabi tutuldu ama yeni nükleer bombalar için F-35 gerekli18. Ancak, ABD kaynakları S-400 ile F-35.in aynı yerde olamayacağında ısrar ediyorlar çünkü Ruslar, F-35.in gizli kalması gereken bilgilerine sızabilirler. 

 Cumhurbaşkanı Erdoğan.ın açıklamaları ile Türkiyenin NPTye rağmen kendi nükleer silahını geliştirme çalışmalarına başlaması uluslararası bir kriz doğurabilir. Amerikan basınında bu konuda artan makale sayısına bakılırsa; Amerikalılar, İncirlik.teki bombalara el koymamızdan ciddi ciddi korkuyorlar. Trump.ın son görüşmelerdeki gündem maddelerinden birisi de muhtemelen bir garanti istemekti. 

Türkiyenin atom bombası yapması için iki yol var. Birincisi zenginleştirilmiş uranyum ya da hazır bir bomba almak; bunun için adres Pakistan olabilir. Türkiye.nin nükleer silah yapacak yeterli teknik personeli var. İkincisi ise İncirlik.teki hidrojen bombalarına el koymak. Bu bombaların kullanılması için ABD 
kontrolündeki müsaade zincirinin harekete geçirilmesi gerekiyor. Ancak merak edilen soru şu? Türkiye, nükleer silahı ne yapacak? Türkiye.nin açıklamaları geçmişte İran.ın nükleer silah edinmesinden rahatsızlık üzerine idi. 
Ama Ortadoğu.da liderlik peşindeki Türkiye.nin hedefi olmaktan korkan asıl ülke İsrail olabilir. 

Sonuç.. 

 Ukrayna ve Suriye örnekleri bize üç şey öğretmektedir; dünyada hala tek taraflı askeri işgaller mümkündür, Amerika.ya dayanmak yerine kendi caydırıcı gücümüzü geliştirmek zorundayız (böylece daha değerli bir müttefik oluruz) ve NATO gibi ittifaklar hem önemli hem de çok bel bağlanamaz güvenlik örgütleridir. Bunları milli ve bağımsız bir savunma ihtiyacının önemini belirtmek için yazıyoruz. Nitekim Türkiye.nin uçak gemisini kendisinin üretmesi biraz lüks olmakla birlikte, hem savunma Sanayi ve hem de gemi inşa sanayi için olumlu yansımaları olacaktır. Yerlileştirilme oranın %60 olması KOBİ olan bazı işyerlerinin ayakta kalmasına vesile olabilir. TCG Anadolunun üzerine dikey havalanan uçakların 
kazandırılması bir kuvvet çarpanı etkisi yaratabilir. Deniz Kuvvetlerimiz için, operatif anlamdadır. Gemi sanayimiz için katma değerdir. Tersane ve işçi için deneyimdir. 

Nükleer silah edinmeye gelince, nükleer silah bir ülkeye güç kategorisinde terfi sağlar yani alt küresel güç olmaya geçebiliriz. Ancak, nükleer silah geliştirmek onlarca yıl sürer, milyarlarca dolar gerekir. Türkiye.nin nükleer silah üretimine başlaması her şeyden önce NPT Anlaşmasının ihlali ve yaptırımlar anlamına gelir. Türkiye.nin nükleer silah edinme programı İsrail.in ki gibi sessiz ve çabuk olmaz. İran.ın maruz kaldığı yaptırımlara maruz kalmayı göze almalıyız. Bunlar aşılır ama asıl mesele gerçekten bu silahlara ihtiyacımız var mı, harcanacak masrafa değecek mi ya da onca yaşanacak siyasi bedele? 

Ankara nın açıklamaları daha çok iç politikaya yönelik gözüküyor. Her şeye rağmen Türkiye, nükleer silah programı ile ilgili bir proje için alt yapısını gittikçe geliştirmelidir. İşe İncirlik.teki nükleer bombaları satın alarak ya da el koyarak başlayabiliriz. Hep Amerika el koyacak değil ya.. 

Türkiye nin kuvvet ve kabiliyet eksikleri, güç çarpanı (game changer) ve güç projeksiyonu yokluğu, kuvvet yapısı çalışmalarında yapılan ve yapılmakta olan hatalar ile ilgili söylenecek çok sözümüz var. Özellikle gerçekçi ve uygulanabilir bir savunma stratejisinin olmaması, stratejik öngörü noksanlığı, doktrin ve konsept alanında süregelen kopyacılık ve düşünsel boşluklar bu eksikliklerin ana kaynağı dır. 2015 yılı sonrası TSK.nın personel durumu ve ordu kültürünün uğradığı zafiyet kapatılan askeri okulların yeniden açılması ile bir nebze giderilebilir. Bunlara dış politika konularında yapılan ciddi hatalar, ideolojik eğilimli sübjektif hedefler üzerinden askerin enerjisinin harcanması eklenmelidir. 

Silahlı Kuvvetler üzerinden çözüm üretmek yerine yumuşak gücümüzü kullanmayı hala öğrenemedik. Bu konulara başka bir çalışmada yer vermeyi planlıyorum. 
 
DİPNOTLAR;

1 George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) 
   E.Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), 34. 
2 Kyle Mizokami, How Dangerous Is Turkey's Military on the Battlefield? Diplomat, (October 12, 2019). 
3 Savunma Sanayii Müsteşarlığı; ttps://www.ssb.gov.tr/WebSite/contentlist.aspx?PageID=373&LangID=1 
4 Bryan McGrafh, What Should the New U.S. Maritime Strategy Look Like?, Hudson Institute, (January 7, 2014). 
5 Paul Iddon, Why in the World Does Turkey Want an Aircraft Carrier? (July 7, 2017). 
6 Iddon, ibid, (July 7, 2017). 
7 Michael Peck, Why Exactly Does Turkey Need an Aircraft Carrier? (July 9, 2017). 
8 Adam Lowther, Hunter Hustus: Don't Toss the Bomb, National Interest, (January 2, 2014). 
9 Adam Lowther, The U.S. Air Force For Dummies: Part II, Air Force Research Institute, (February 25, 2014). 
10 Michel Chossudovsky, America's Planned Nuclear Attack on Libya, Global Research, (March 25, 2011). 
11 Tom Z. Collina, Akshai Vikram, Why Are We Rebuilding the ‘Nuclear Sponge’? Ploughshares Fund, (November 6, 2019). 
12 Waheguru Pal Singh Sidhu, Nuclear Proliferation, in Paul D. Williams (Edt.) Security Studies: 
     An Introduction, Routledge, (New York, 2008). 
13 Document of the Week series, Foreign Policy is posting a copy of a Sept. 26, 1966, memo describing to then-
     Ambassador Parker T. Hart a troubling conversation Clarence Wendel, the U.S. minerals attache at the U.S. 
     Embassy in Ankara, had with a “reliable” Turkish scientist on Turkey.s nuclear ambitions. 
14 Colum Lynch, Turkey Has Long Had Nuclear Dreams, (November 1, 2019). 
15 Hans Rühle, Is Turkey Secretly Working on Nuclear Weapons? Welt am Sonntag, (September 22, 2015). 
16 Rühle, ibid, (September 22, 2015). 
17 Miles A. Pomper, Why the U.S. Has Nuclear Weapons in Turkey—And May Try to Put the Bombs Away, 
    Conversation, (October 25, 2019). 
18 Manlio Dinucci, Erdogan Wants the Bomb, Il Manifesto, (October 24, 2019). 

***

26 Mart 2020 Perşembe

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 2

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 2



   Böyle bir orduyu Çinliler bile kuramadılar. İşgal ettikleri yerlerde milyonlarca insanı öldürdüler, sonrasında kısa bir barış ve refah dönemi yaşadılar. Ancak, Moğollar imparatorluklarını yönetemediler. Önce dört hanlığa bölündüler ve zamanla daha da bölünerek, yok oldular. 

 - Selçuklu İmparatorluğu; Orta Asya.dan gelen Türkler önce Horasan.ı, sonra Pers ülkesini ve nihayet Irak.ı işgal ettiler. 1040 yılında Dandanakan Savaşı nda Afganistan ve Doğu İran.daki Gaznelileri yenerek yükselişe geçen Selçuklular, 1055.de Bağdat.taki halifeyi kuklaları haline getirdiler. Selçuklular; Sünni halifeliği, Şii Pers (Büveyh oğulları) hanedanı ve Haçlı seferlerinden korudular. 1071.de Malazgirt te Bizans İmparatorluğu.nu yenen Sultan Alparslan imparatorluğun sınırlarını İstanbul dan Çin sınırına kadar genişletti. 

Selçuklular zamanında Ortadoğu, özellikle Anadolu ve Azerbaycan Türkleşmeye başladı. Sünni İslam, Ortadoğuya hâkim olurken Şiilerin gücü ise azaldı. Selçuklar, Türk olmalarına rağmen Pers (İran) dili ve kültürü etkisi altında kaldılar. İslam dünyasında Arap kültürünün prestiji azaldı. 

Selçukluların güç merkezi İran.da idi ve İran devlet adamlığının pek çok geleneğini kabul ettiler. Fetih coşkuları onları artan şekilde Hıristiyan Avrupa ile çatışmaya götürdü. 

- Osmanlı İmparatorluğu; Türkler tarafından 1299.da Anadolu.da kurulan 
imparatorluk uzun ömrü ve geniş toprakları ile etkileyici bir tarihe sahiptir. Kısa sürede genişleyen imparatorluk 1453.de ele geçirdiği İstanbul.u başkent yaptı ve 1923 yılına kadar yaşadı. Osmanlılar; Sırpları, Bulgarları, Bizanslıları ve Macarları yenerek Balkanları ele geçiren ilk İslam devleti oldular. Bu ilk safhadan sonra doğuya dönerek Anadolu.daki çeşitli beylikleri ve bugünkü Irak.ın büyük kısmını ele geçirdiler. 1514.de Çaldıran Savaşı.nda Pers Safevi Devleti.ni yendiler. Asıl zafer, 1516-1517.de Mısır.da Memlukların yenilmesi oldu. 
Böylece sadece zengin Mısır.dan Suriye.ye kadar olan toprakları kontrol altına alma yanında kutsal şehirler olan Mekke ve Medine.nin bulunduğu Hicaz bölgesi de ele geçirilmiş oldu. Eğer 1529 ve 1683.deki meşhur Viyana Kuşatması.nda başarısız olmasa idi Orta Avrupa.yı da parçalara ayıracaktılar. Osmanlı İmparatorluğu.nun uzun süre yaşama başarısının arkasında pek çok faktör vardı. Bunlardan ilki doğrudan toprak kontrolü yerine yerel yöneticilerle birlikte çalışma ve işbirliği kabiliyeti idi. 19. yüzyıla kadar bu yerel yöneticileri yeterince sıkı bir şekilde kontrol etti. Osmanlının diğer stratejisi askeri gücünün Yeniçeri adı 
verilen, Hıristiyan köle ailelerinin çocuklarının eğitilmesi ile oluşturulması oldu. Devlet idaresinde Bizanslıların ayrıntılı ve başarılı bürokratik uygulamaları kullanıldı. 19. yüzyılın ortalarında düşüşe geçen imparatorluğu, Avrupalı güçler başka bir gücün özellikle Rusya.nın eline geçmesini önlemek için bir süre desteklediler. Osmanlı, esas olarak aşırı coğrafi büyüme ve yeniliklere uyum sağlayamama nedeni ile çöktü. 

 Modernleşme ve Batı Hegemonyası.. 

Küresel gücün merkezi, 1759 ile 1850 yılları arasında Avrupa.ya kaydı. 1900 yılında Avrupalılar dünya ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol ediyordu. Hâlbuki 1770.de Avrupalıların, Müslümanlara, Hintlilere ve Çinlilere karşı belirgin bir teknolojik üstünlüğü yoktu. Avrupa.nın böylesi bir potansiyeli geliştirmesinin altında modern bilim ve Kapitalizm yatar. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar pek çok boşluğu olan haritalar yapmaya başladılar. Kırılma noktası, 1492.de Kolomb.un İspanya.dan batıya doğru yelken açarak, Doğu Asya.ya giden yeni bir yol arama macerasına giriştiğinde gerçekleşti. Amerikanın keşfi  Bilimsel  Devrimin temelinde yer alır çünkü Avrupalılara güncel gözlemlerin, geçmiş geleneklerden daha doğru olduğunu öğretmekle kalmamış, onları yeni coğrafyalara, yeni bilgilere ulaşma yolunda hırslandırmış, hatta ateşlemiştir. 

Modern Avrupalılar için imparatorluk kurmak bilimsel bir projeydi, bilimsel disiplini oluşturmak da emperyal bir proje. Avrupalı fatihler, edindikleri yeni topraklara ait bilgiler konusunda yerel halktan bile daha donanımlı olabilmeyi becerdiler. Bu sayede onları yönetebildiler ve kaynaklarını sömüre bildiler. 

Bunu yaparken halkı, onların da yararına çalıştıkları konusunda inandırabildiler. Ne var ki ansiklopediler, beyaz adamın getirdiği iyiliklerinden çok kötülükleri ile ilgili hikâyelerle doludur. Tam üç yüz yıl boyunca Avrupalılar, keşfedip feth ettikleri yerlerden edindikleri zenginlik ve başardıkları bilimsel ilerlemelerle Asya.yı aralarında bölüştüler. İngilizlerin kurguladığı modernite, Batı uygarlığı 
olarak, tüm dünyanın örnek aldığı bir yaşam biçimi olarak genel kabul gördü. Avrupalı olmayan kültürler ancak 20. yüzyılda gerçekten küresel bir vizyon edinebildiler. 

 Modernite, insanı merkeze koyan ve Rönesans, Reform, Aydınlanma süreçleriyle el ele giden bir süreçtir. Aklı mutlaklaştırmış, bireyi merkeze koymuş, dünyanın aklın koyduğu kurallar ile daha iyi bir şekilde yönetileceğine inanmıştır. Modern; batılı, bilimsel, sanayileşmiş ve güçlü; öte yandan da insani, katılımcı ve demokratik anlamına gelmektedir. 
Modernizm ise aklın, aydınlanmanın, modern bilimin ve Batı.nın bir ürünüdür. Avrupa, ''modern'' kültürü temsil etmektedir. Bu kültür; akılla, hukukla kurduğu fizik, kimya, şehir, belediye, sanat, demokrasi haklarını ifade etmektedir. Avrupa modernliğinin doğuşuyla, insanlık dünyadaki gücünü keşfetmiş ve kendine biçtiği bu değeri akıl ve aklın potansiyeline ilişkin yeni bir bilinçle bütünleştirmiştir. Modernite, temel olarak akla uygunluk ve akılcılık ile kaostan kurtulan düzeni ifade etmektedir. Daha fazla akla uygunluğun daha düzene sahip bir toplum yaratacağı varsayımına dayanmaktadır. Modernlikle beyinler ve bedenler kökten 
dönüştürülmüştür. 

 Dünya tarihinin hemen her devrinde tüm uluslararası sistemi ve güç dengelerini kendi değerlerine göre yeniden biçimlendirecek kuvvet, irade ve moral güce sahip olan aktör(ler) ve ilkeler ortaya çıkmıştır. Dünya tarihine bakıldığında 15. yüzyıldan itibaren deniz güçlerinin dünya ticaretinden aldığı pay ile orantılı olarak güç dengesinde öne çıktığı görülmektedir. 15. yüzyılda Portekiz, 16. yüzyılda İspanya, 17. yüzyılda Hollanda bu kategoride sayılabilir. Uzak 
Doğu.dan dönen gemiler Hindistan.dan baharat, Çin.den ipek getiriyordu. Ancak demirin bulunması ile birlikte demir-çelik endüstrisine hâkim olan İngiltere.nin dönemi başladı16. 18. yüzyılda Fransa ile birlikte öne çıkan İngiltere hegemon güç konumunu 1945.lere kadar sürdürmüştür. ABD, ancak 1898 yılındaki İspanya Savaşı sonrasında büyük güç konumuna gelerek hegemonya için yarışa dâhil olmuştur17. 

 İngiliz Hegemonyası.. 

 Modern dünya sisteminin ilk hegemonik gücü İngiltere idi. İngiltere.nin büyük bir güç olarak ortaya çıkışı aslında Napolyonun istemeden verdiği bir hediye idi. Kuzey Amerika.ya yenilen İngiltere.nin o dönemde deniz gücü diğer Avrupa ülkelerinin donanmaları ile kıyaslandığında bir üstünlüğe sahip değildi. Napolyon.un ilk döneminde Fransız donanmasının Trafalgarda yok edilmesi ve Waterloo da kara savaşında yenilmesi, İngilizlere en az birkaç nesil üstünlük imkânı verdi. İngiliz deniz üstünlüğü, 19. yüzyılda önce Kuzey Atlantikte onun küresel bir güç olmasına yol açtı ve Hint ve Pasifik Okyanusuna giden ticaret 
yollarını kontrol etmesini sağladı. Bu ticaret şansının getirdiği ekonomik zorunluluklar, Sanayi Devrimi ile birlikte Avrupa.da siyasi ve askeri liderliğini pekiştirdi. 

 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Birinci Dünya Savaşı.na kadar küresel bir 
imparatorluk olan İngiltere, bu gücünü korumak için kendisine büyük maliyet getirecek Avrupa içi savaşlardan kaçındı. İngiltere, küresel güç olma özelliğini imparatorluğu üzerinde inşa ettiği dört temel faktöre borçluydu 18; 

 - Sanayi Devrimi.nin öncüsü olarak teknolojinin imkânlarını ekonomik gelişme için kullanma yeteneğine sahip olmak. 

 - Dünyanın her tarafındaki denizlerde üstünlük sağlayabilecek kapasitede büyük bir deniz gücüne sahip olmak. 

 - Stratejik ticari amaçlarla Ortadoğu (Aden, Mısır, Kıbrıs) ve Uzakdoğu (Hindistan, Singapur) işgal edilen bölgelerin yanında gözü doymaz İngiliz göçmenlerinin aracılığı ile imparatorluk topraklarına katılan Avustralya ve Kanada gibi bölgelerin İngiliz ekonomik ve siyasi sistemine entegre edilmesi ve son olarak; 

 - Büyük miktarda ham madde ve yiyecek maddesini kendine çeken ve büyük 
miktarlarda demir, tekstil ürünleri ve mamul malları dışarı veren dev bir “körük” gibi çalışan ekonomisi ve bu ekonominin verdiği ticaret hacmi ve mali alanlardaki örgütlenme yeteneği. 

 İngilizler, modern dünyayı kurdular. Montesquieu gibi Fransız Aydınlanması 
düşünürlerinin ilham verdiği temsili demokrasiye dayalı İngiliz kurumları diğer Avrupa devletlerine örnek oldu. ABD.nin kurucu temelleri olan liberalizm, hukukun üstünlüğü, sivil haklar ve ticaret de İngilizlerin mirası idi ve tüm dünyaya yayıldı. Bu olgular, aynı zamanda İngiliz İmparatorluğunun büyümesine vasıta oldu ve finansal üstünlüğü ve deniz gücü ile beslendi 19. Başarısının sebebi ordusunun büyüklüğünden çok teşkilatlanma yetenekleri ve mali kaynaklarında saklı idi. Örneğin, Hindistan.ı para ile satın aldığı Hintli askerlerle işgal etti ve yine maaşlarını ödediği Hintli memurlarla yönetti. Askeri alanda aynı anda çoklu savaşlara girme ve nadiren kaybetme başarısı gösterdi. 

 19. yüzyılda sömürgecilik, Batı sanayileşmesinin ve Kapitalizminin ihtiyacı olan 
başka ülkelere ait kaynakların ele geçirilmesi için savaşları normal karşılıyordu. 1911.de dünyanın en büyük donanmasına sahip olan İngiltere, petrolün bulunması ile gemilerinin yakıtlarını kömürden petrole çevirdi ve petrolün yeni bulunduğu Ortadoğu bölgesi o zamandan beri emperyal güçler için yaşam alanı haline geldi. İngilizler, çıkarları, küresel düzen ve Avrupa sistemi gibi pek çok şeyi birden korumak isterken yorgun düştüler ve kaynaklarını bitirdiler. İngiltere, 1939 yılında dünyanın dörtte birini ve dünya nüfusunun beşte birini kontrol altında tutuyordu. Savaştan kısa bir süre sonra İngiliz adaları dışında ufak tefek 
birkaç yer kaldı ve Kuzey İrlanda.da ayaklanma başladı. İngiltere, Soğuk Savaş yıllarını emperyal güçten geri çekilme süreci olarak geçirdi ve son 20 yıldır Avrupa kıtası ile ABD arasında kendine bir yer bulmaya çalışıyor. 

Tarihçilere göre İngiltere, imparatorluğunu uyumlu olmayan düşünceler içinde kurdu. 

İngiliz tüccarlar dünyayı fethetmek istiyordu. Azalan yün ticaretinin yerini pamuğun almasından endişe ediyorlar ve İngiliz tekstil sanayi için önemli olan materyallerin ılık iklimlerden getirilmesini istiyorlardı20. Bu ihtiyaç, diğer egzotik ticaret eşyaları ile birlikte İngilizlerin Karayip adaları ve Kuzey Amerika.da ticaret üsleri ve koloniler kurmasının nedeni oldu. Deniz kuvvetlerini gelişmesi ise Hindistan ve Asya.da İngiltere için yeni fırsatlar sağladı. 

Bu genişleme sürekli tekrar etti ve 20. yüzyılın başında dünya karasının %22 sini kontrol ediyorlardı 21. 

Bu sadece kontrol etmekle sınırlı değildi, dünya ticareti de elindeydi 
ama Almanya.nın rakip güç olarak ortaya çıkışı çöküşünü hazırladı. Sonuç iki dünya savaşı sonda hegemonyanın ABD.ye devredilmesi oldu. 

 Amerikan Hegemonyası.. 

 1870.lerde başlayan Almanya ve ABD arasındaki küresel rekabet ancak, İkinci Dünya Savaşında Almanya.nın yenilmesi ile sona erdi. ABD.nin yükselerek küresel hegemonyayı ele geçirmesi 1873.ten itibaren İngilizlerin hegemonya yarışında gerilemesi ile başlayan uzun bir süreç sonunda oldu. ABD; iç savaşını sona erdirerek, Almanya ise ulusal birliğini sağlayıp Sedan.da Fransa.yı yenerek istikrarlı bir siyasi yapı oluşturmuşlardı. 1914 yılına kadar olan dönemde ABD; çelik ve otomobil, Almanya ise kimya sektöründe başlıca üretici konumuna 
gelmişti22. Sonuçta, İngiliz hegemonyası inişe geçerken onun halefi olabilmek için yarışan ABD ve Almanya arasındaki mücadeleyi İkinci Dünya Savaşı.nın sonunda ABD kazandı. 

Almanya, uygarlığın çevresinden ABD ve dışından Sovyetlerin merkeze yardıma gelmesi ile yenildi. ABD bu tarihten sonra uyguladığı güvenlik politikaları ile uluslararası sistemde yeni bir yapı oluşturulmasında genellikle inisiyatifi elinde tutan taraf idi. İngilterenin Sovyet tehdidine karşı ABDyi Avrupa.ya davet etmesi ile ABD merkezli dünya gücü ortaya çıktı. 

Amerikan sanayi üssünün yarattığı deniz gücü, 20. yüzyılın başında İngilizleri 
geçmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD hegemonyasının genişlemesi Bretton Woods anlaşmaları yoluyla dolar hegemonyasının kuruluşu ile bağlantılı idi. Dolar, bütün değer Standartlarının istikrarını sağlayacaktı. 1960.lı yıllara gelinirken bu model genişletildi ve mükemmelleştirildi. Bu dünya çağındaki kapitalizm reformunun Altın Çağı idi 23. Modernizm ise, Üçüncü Dünya Ülkelerinin iç politikası bakımından, ABD hegemonyasının sorunsuz bir 
şekilde sürmesini en iyi sağlayacak mekanizmaları saptamak ve bu ülkelerin politika uygulayıcılarına tavsiyeler vermek için kullanıldı. Diğer ülkelerde, istenen siyasi gelişmenin önerdiği sosyal düzenin oluşturulması, ABD müdahale sistemi içinde; devlet-yapma (state-building), ülke-inşası/ulus-yapıcılık (nation-building), kurum-yapma, bürokrasi-yapma gibi rollerin doğmasına yol açtı 24. 

ABD, İngiltere.den miras aldığı strateji gereği her zaman müttefiklere ihtiyaç duydu ve onları bölgesel düşmanlarına karşı kullanmak için takviye etti. Bu müttefiklere ancak kendi kendilerini savunabilecek kadar yardım etti25. Bunun adı, değişmez ABD stratejisi olan „güç dengesi. oldu. Bu ülkeler hegemonya potansiyeli olan ülkelerin çevresinden seçildi. ABD yardımı alan tampon ülkeler için rasyonel strateji kendi gücüne dayanmak ve eğer yapabiliyorsa savunma yükünü diğerlerine yüklemektir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Harry Truman şöyle demişti26; “Dünya tarihinin şimdiki anında hemen her ulus alternatif 
yaşam tarzlarından birini seçmek zorundadır.” Bugün de böyle bir yeni tercihe gidecek dünya düzenine yol alıyoruz. ABD.nin düşman ülkelere yönelik stratejisi „çevreleme. oldu. 

 ABD, özellikle askeri bakımdan dünyanın en güçlü ülkesi olmakla birlikte, bu güç liberalizme dayalı İngiliz hüneri ile kıtasal kaynakları birleştirerek ortaya çıktı. Romalılar gibi cazip bir kültüre sahipti. Moğollar gibi topyekûn yok etme kabiliyeti, Araplar gibi evrensel bir ideolojileri vardı. Persliler gibi farklı kültürleri birleştirebilirdiler ve farklı coğrafyalar arasında bağlantı kurabildiler. Henüz Batı Uygarlığı.nın önceki pek çok uygarlık gibi yoluna devam edip etmeyeceği, dördüncü bir çatışma dönemine girip-girmeyeceği belli değil. 

Ancak, önceki örneklerine bakarak bu çatışmanın değişmez dört kaynağının sınıf çatışması, savaş, irrasyonellik ve hızı azalan gelişme süreci olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreç, diğer uygarlıklara olduğu gibi ya çürüme, gittikçe zayıflama ve sonunda başka bir uygarlık tarafından işgal ile sonuçlanacak ya da yeni bir genişleme dönemi için gerekli şartlar yeniden oluşacaktır. 

 Çin Halk Cumhuriyeti.. 

Çin aslında bir adadır; sadece doğu kanadı denizlerle çevrili olmasına rağmen diğer sınırları dağlar, geçilmez ormanlar ve kullanılamaz kara topraklarından oluştuğundan Çin.i bir kabuk gibi korumaktadır. Çin iki parçaya ayrılabilir; Çin.in kalpgâhı ve etrafındaki Çinli olmayan tampon bölgeler. Çin.in üç ana stratejik güvenlik sorunu bulunmaktadır 27; 
İç Güvenliğin muhafazası, dışarıdan ham madde ithaline bağlı ihracatın sürdürülmesi, tampon eyaletler üzerinde kontrolün devam ettirilmesi. Çin.in iki tampon bölgesinde durum karışıktır. 
Tibet ve Doğu Türkistan.da (Uygur) bazı unsurlar Han Çin.i işgaline karşı kararlı bir şekilde direnmektedir. Çin bu bölgelerin kaybının Hindistan.ın Himalayaların kuzeyine çıkmasına yol açacağından endişe etmektedir. 

 Normal olarak bir güç büyürken, etrafındaki ülkeleri tampon olması için işgal eder; Çin bunu zaten yaptı (Doğu Türkistan, İç Moğolistan, Tibet, Hong-Kong vd.) ve öyle büyük bir toprağa sahip ki, bir yerleri işgal etmeden hegemonyasını geliştirmesi ona büyük bir avantaj sağlamaktadır. Çin, barışçı yükselme stratejisi ile hegemonya heveslerini kamufle etmeye çalışmaktadır. Çünkü geliştirdiği kabiliyetler savunmaya yönelik değil, saldırgandır. 

Her ne kadar uluslararası alanda düşük profil göstermeye dikkat etse de, Çin, yeri geldiğinde komşularına karşı bir şekilde güç kullanmakta tereddüt etmemektedir. Çin.in “barışçı yükselme” stratejisi, Sun-Tzu.nun “savaşmadan kazanma” stratejisinin modern versiyonudur. 

Çin için 19. yüzyıl „utanç yüzyılı. idi ve ülke dış politikası her ne kadar uluslararasıcı ve katılımcı olsa da geri planda Batıya karşı kin ve tarihi düşmanlıklar saklıdır. 

Çin Atasözü “ Ulusal saygı ancak savaş ile kazanılır (guojia zunyan shi da chulai de)” demektedir 28. Son yıllarda kendi politikaları, performansı, kimliği ve kültürünün cazibesine diğer ülkeleri inandırmak için yumuşak gücünü de geliştirmektedir. Çin, siyasi rejimi ne olursa olsun dünyadaki tüm ülkeler ile siyasi dostça ilişkiler ve ekonomi paketleri yolu ile bağlar kuruyor. Ancak Çin, temel çıkarlarına dokunduğunuz anda askeri, diplomatik ve ekonomik yönden zorlayıcı politikalara dönüyor. Bu temel çıkarlar; Tayvan, Sincan, Tibet ve 
komşuları ile olan özellikle deniz egemenlik sorunlarını içeriyor. Çin.in amacı Güney ve Doğu Çin Denizinden başlayarak Batı Pasifik.teki ulaştırma hatlarını kontrol altına almak ve sonra bu kontrolü diğer komşu denizlere yaymak, bunu yaparken de ABD yi bu denizlerden uzaklaştırmak olarak özetlenebilir. 

Var olmak için etrafındaki denizlere bağımlı olan Çin, Ortadoğu petrolüne ABD.den fazla ihtiyaç duymaktadır. Çin.in akıllı stratejik seçimi ekonomik küreselleşmeden kaçınmak yerine kucaklamak ve bu amaçla dünyaya açılmak oldu. Bu kapsamda, kırsal kesimde hanelere sözleşme sistemi uygularken, 14 sahil şehrini dış dünyaya açtı ve ekonomik kurtuluş başladı. Nüfusunun iç bölgelerde yaşayan 900 milyonluk kısmı ortalama 3.000-3.500 dolar yıllık gelire sahiptir. Çin nüfusu hızla yaşlanmaktadır29. Çin, Rusya.nın stratejik endişelerinin merkezinde değildir ve deniz yollarını tehdit etmedikçe de öyle olacaktır. Çin, özellikle İpek Yolu inisiyatifi ile Kazakistan ve Kırgızistan.a gaz boru hatları ve alt yapı projeleri ile girmeye çalışırken, eski etki sahasındaki gücünü yenilemek Rusya.nın baskısı ile karşılaşmakta, Türkiye ise uzun zamandır bölgeden uzak durmaktadır 30. 

 Rusya Federasyonu.. 

 Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Avrupa.da Almanya.nın statüsü üzerine yapıldı. 
Soğuk Savaş.ta ise hedef Sovyetleri caydırmaktı. Bugün ne Almanya tehdit ne de Doğu.dan gelen bir tehdit var. Geçmişte Rusların endişesi Orta Avrupa düzlüklerinden gelecek büyük orduların ülkenin derinliğini işgal etme düşüncesi idi. Bu yüzden, stratejik derinlik düşüncesi ile bu işgali geciktirecek ve böylece kendi savunma konumunu geliştirecek zaman kazandırmak üzere tampon ülkeler düşüncesi ortaya çıktı. Ancak, Sovyetler Birliğinin dağılması ile tampon ülkeleri kaybeden Rusların stratejik konumu 17. yüzyıldan beri en kötü 
duruma düştü. Dış halkadan sonra, iç halkada Baltık ülkeleri de NATO üyesi oldu ve ittifak St. Petersburg.a 150 km. kadar yaklaştı. Ukraynanın da NATO üyesi olması ile güneyden de 400 km. kadar ittifak yaklaşmış olacaktı. Bu yüzden, Ukrayna.nın NATO.ya kaptırılmaması Rusya için hayati bir konudur 31. 

Rusya, SSCB nin dağılması ile nüfusunun üçte birini kaybetti, askeri gücü küçüldü ve etkinliği azaldı. Sovyetler den Rusya.ya miras kalan; ülkenin büyüklüğü, nüfusu, askeri gücü, ekonomik kaynakları, ABD ile rekabet eden bir nükleer kapasite ve BM Güvenlik Konseyinde devamlı bir üyeliktir. Putin ile yeniden toparlanma fırsatını yakalayan Rusya Federasyonunun başarısının sırrı, ulus-devlet yapısına yönelik saldırıları kontrol altına alması ve merkezi yapıyı kuvvetlendirmesi oldu. Rusya.ya yönelik bir konvansiyonel tehdit yoktur. 
Bu yüzden, Rus savunması nükleer caydırıcılığa odaklıdır 32. Bununla beraber, toprak bütünlüğü ancak konvansiyonel kuvvetler ile sağlanabilir. Soğuk Savaş sonundan beri kendine sürekli bir vizyon arayan Rusya, Avrasyacılık konseptine sarıldı. Ancak, enerji ve silahtan başka birbirlerine satacak bir şeyi olmayan ülkelerin, aralarında derin güven sorunları varken, ekonomik ağırlıklı da olsa bir birlik olmaları zordur. 

Sovyetler Birliğinin kabuğundan çıktığından beri Rusya, dünyadaki yerini ve 
kimliğini arıyor. Rusların ilk seçeneği Çin ile stratejik ortaklıktı. Ekonomik olarak birbirlerini tamamlayabilirler di ; Rusların doğal kaynakları vardı ama işgücü azdı, Çin.in ise tersi. Ama pratikte iki ülke derin karşılıklı güvensizliği aşamadı, birbirlerine üstünlük sağlamak kompleksi ortaklığı imkânsız kıldı. Rusya, eski imparatorluğunun yeni bir versiyonunu kurmakla meşguldür 33. Bu yüzden Rusya.nın oyun sahaları öncelik sırasına göre Ukrayna, Orta Asya ve Baltıklardır. Bunları Kafkasya izlemektedir. Rus stratejisinin diğer unsurları Almanyayı yanına çekmek ve Polonya.da ABD varlığına direnmektir. Rusyanın Avrupaya yönelik ana hedefi finansal ve teknolojik ilişkilerini sürdürürken Avrupalı güçleri bölünmüş tutmaktır 34. Tıpkı Çin gibi Rusya da zamana oynamaktadır. 

Bir imparatorluk yaratmak için iki zorunluluk vardır; insan ve ekonomi. 
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Rusya etnik olarak Rus olmayan pek çok halkı bünyesine katmıştır. Bu coğrafi genişlik aynı zamanda nüfusun alt yapı sorunları çözülemediğinden zayıf bir ekonomi yaratmış ama bu durum Rusya.yı asla büyük bir güç olma gayretinden alıkoymamıştır. Nüfusu hızla azalan Rusyanın emperyal geçmişine dönmesinin önündeki en büyük engelde işçi ve asker bulmakta zorlanacak olmasıdır. Bu yüzden, ülkeye gittikçe daha fazla sayıda göçmen işçi çekmektedir. Rus ekonomisi ile bir gün süper güç olabilir ama insan kaynağı olmadan hiçbir ülke küresel güç olamaz. 

Bu nedenle, demografi daha fazla zayıflamadan Putin, Rusya.yı güçlendirmeye çalışıyor. En az bir nesil daha Rusya bugünkü gücünü devam ettirebilir ama sonra ülke bölgesel bir imparatorluğa dönüşecektir. 

 Avrupa Birliği.. 

Avrupa Birliği siyasi nedenlerle kuruldu ama arkasında daha çok ekonomik çıkarlar vardı. Anahtar konu, Almanya ve Fransa.nın ekonomik refah için bir ittifak yapma kararı idi. 
Kendini öncelikle ekonomik bir güç olarak gören Avrupa, egemenliği büyük ölçüde üye devletlere bırakarak üstüne kurduğu ekonomik entegrasyonda başarısız oldu ve çözülüyor. 
Ticaret çıkarları nedeni ile Avrupa nın bölünmesini istemeyen Almanya, diğer ülkelerin sistemde kalabilmesi için bütçelerini ve ekonomi politikalarını kontrol altına alıyor. Paranın değeri kontrol edilerek Avro Bölgesi (Eurozone) ile diğer ülkeler için para politikası tuzakları oluşturuldu. Maastricht Anlaşması ile kabul edilen ortak para Avro, önce durgunluğa 2008 krizi ile birlikte bölünmeye yol açtı. Asıl sorun, siyasi birlik sağlanmadan ekonomik birliğe gitmekti. 

 Coğrafi bir bölge olarak Avrupa, daha dar anlamda Avrupa Birliği, kaçınılmaz olarak düşüş süreci içindedir. Sosyal istikrar, ekonomik güç ve yenilik yapma kabiliyeti hala kuvvetlidir ve etkisi özellikle hemen yakınındaki komşuları üzerinde oldukça fazladır. Ancak diğer bölgeler ile kıyaslandığında, Asya kıtasına yakın kısmı yavaş yavaş etkisini ve konumunu kaybetmektedir. Avrupalılar küreselleşen dünyada böyle bir durumla başa çıkmak için kültürel olarak hazır değiller. Borç krizleri, Avrupa.da bölünmeleri daha da artıracak bir trend başlattı. Birliğin kuzeyi ve güneyi arasında büyük farklılıklar var ve bütün ülkelere uyan 
tek bir model olmadığı gibi egemenlik sorunları da aşılacak gibi değildir 35. 

   AB için muhtemel gelecek projeksiyonlarının hepsi Avrupa.nın kaça bölüneceği ile ilgilidir. Avrupa ne kadar bölünürse bölünsün ekonomik şartlar yeni bir Alman imparatorluğunu dikte etmektedir. 

 Yeni bir Dünya Düzeni ihtiyacı.. 

 Tam anlamıyla küresel bir “dünya düzeni” hiç olmadı. Çin.in imparatoru, İslamın halifesi, Avrupanın ise Kutsal Roma İmparatoru vardı. İmparatorluk kalıtımsal değildi ve seçimi prenslerin oylarına bağlıydı ve bunun için mali bedel öderlerdi. Günümüzde düzen olarak kabul edilen sistem, yaklaşık dört yüzyıl önce Batı Avrupa.da, Almanyanın Vestfalya (Westphalia) bölgesinde öteki kıtaların çoğu katılmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlandı. Evrensel bir yönetim yerine, her bir devlete kendi toprakları üzerinde egemenlik tanındı. Her devlet diğerinin iç yapısı ve dini inancını gerçek olarak kabul 
edecek ve varlıklarına meydan okumaktan sakınacaktı. Avrupa, kendi çok devletli düzenini kurarken, Osmanlı İmparatorluğu bunu bir düzen değil, batıya doğru yayılmak için istifade edilecek bir bölünme kaynağı sayıyordu. 

19. yüzyılda Fransa başbakanı Richelieu, uluslararası düzen konusunda yeni bir 
yaklaşım getirdi. 36  
Devletin kendi başına var olan soyut ve kalıcı bir kurum olduğu fikrini icat 
etti 36. Devletin gerektirdiklerini hükümdarın kişiliği, aile çıkarları ya da dinin evrensel talepleri belirlemez di. Temel yol gösterici, hesaplanabilir ilkelerin izlendiği ulusal çıkardı (raison d.etat). Dolayısıyla uluslararası ilişkilerin temel birimi devlet olmalıydı. Fransa.nın ulusal çıkarı Orta Avrupa.nın birleşmesinin engellenmesinden geçiyordu. 20. yüzyıl ortasına gelindiğinde devlet esaslı uluslararası sistem her kıtaya yerleşmişti; bugün de şu andaki hali ile uluslararası düzenin temel yapı taşı Ulus-Devlet.tir. Asya, Vestfalya sistemine adapte oldu ve alternatif düzen kavramlarına henüz uzak konumdadır. Avrupa Birliği.nin üyeleri devlet egemenliklerinin belirli ölçüde bir üst yapıya devredildiği ( Post-Modern) sisteme geçtiler. 

ABD, Vestfalya sistemini korumakla birlikte, liberal düzen arayışındadır. 

 19. yüzyılda hâkim sınıfın otokratik gücünün artmasına karşılık bulunan çözüm, 
temsilci demokrasi oldu. Böylece Kapitalizm ve devlet daha sağlam bir temel edindi 37. 

İki yüzyıllık Batı hegemonyası bir sona yaklaşırken dünyanın yeniden yapılanması hala bir Batı öyküsü gibi duruyor. Ortak bağların olmaması ya da zamanla unutulması çürüme yapmakta, başlangıçtaki erdemlerini kaybetmekte dir. „İlerleme ruhu. kısa ömürlüdür ve sonsuz çaba gerektirir, bununla beraber „yozlaşma kaynakları. kalıcı ve sayısız olduğu için gerileme ve çöküş kaçınılmaz dır. Ortadoğu ve Afrika.nın pek çok ülkesinde başkentin dışına çıkınca  devlet yok oluyor, meydan kabilelere ve savaş ağalarına kalıyor. Eğitim ve orta sınıf 
(gelişiyor olsa da) asgari düzeyde ve kurumlar çok az. Üstelik dünya nüfusu en çok bu bölgelerde artıyor, bu krizler Batıya göçü hızlandırırken, yeni sorunlara yol açıyor, teröre kaynak sağlıyor. 

 Günümüzde dünya, siyasi parçalanmışlık hâlinde ve ekonomik, siyasi ya da iklimsel türden küresel sorunlar, ülkelerin tek başlarına halledebilecekleri boyutları çoktan aşmış vaziyettedir. Bu yüzden, “bağımsızlık” kavramı iyice gevşiyor. Ülkeler, uluslararası camianın baskısı yüzünden iç meselelerini bile kendi uygun gördükleri biçimde yönetme imkânından uzaklaşıyorlar. Modern dünyada küresel bir dünya düzenine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde tarihleri ve değerleri açısından bağlantısız ve birbirini rakip olarak algılayan yapılar çatışma 
üretmeye devam edecektir. Farklı tarihsel deneyimlere ve değerlere sahip tüm hakların ortak bir düzende nasıl buluşturulacağı alanla ilgili bilim adamlarının çalışması gereken en önemli bilinmeyendir. Özetle, yeni binyılcı beklentilerin başında yeni bir dünya düzeni kurmak geliyor. Binlerce yıldır insanlık bu kaygan yolda binlerce savaş yaşadı ama bugün yeni bir dünya düzeni doğmaya çalışıyor. 

 Disiplin Toplumundan Kontrol toplumuna geçiş.. 

Uygarlıkların çoğunun tarihi, imparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinin öyküsüdür. İmparatorluk sistemlerinde savaşlar genellikle imparatorluğun sınırlarında ya da iç savaş olarak yaşanırdı. Barış, imparatorluk gücünün erişim alanıyla özdeşleştirilirdi. Ancak, Asurlulardan itibaren İskender ve sonraki imparatorluklar büyüdükçe iç çatışmalar kaçınılmaz hale geldi ancak bunlar din, yazı ve felsefede radikal gelişmelerin önünü açtı. Yunan mucizesi, Rönesans, Aydınlanma, Devrimler bu tür radikal gelişmelerin sonunda bilimsel gelişmeler ile birlikte modern dünyanın oluşmasına yardım etti. Söz ve Kılıç arasındaki 
mücadele bugün farklı boyutlarda devam ediyor. Geldiğimiz aşama aşırılıklar çağıdır 38 . 
Gelinen aşırılıklar çağının temel problemleri siyaset (devlet yönetimi) bunalımı, din çıkmazı ve ulus-devletlerin erimesi, dünya üzerinde karanlık ya da yönetilmeyen bölgelerin artmasıdır. 

Bugün etiketler, imajlar, gösterişler yani görgüsüzlük dünyasında yaşıyoruz. 
Medeniyet gelişmiyor, öğrendiklerimiz ve yayılan bilgilerle barbarlığa gidiyoruz. Üstelik barbarlık doğanın gerçek hali imiş gibi romantize ediliyor. Görgüsüzlüğün temelinde ise romantizm değil, medeniyetin karşıtı olan her zaman ve her yerde yaşadığımız ego patlaması var. Geçmişten bugüne her büyük kral, en güzel prensesler, en iyi şairler, en kutsal öğretmenler, bu derinliklerinde çıkmayı bekleyen görgüsüzlüğe, kabalığa yenik düştüler 39. 

Bu yüzden, medeniyet ve medeni olan ters bağlantı içinde olabilir. Medeniyet en üst zirveye çıkabilir ama medeni olan ondan daha uzaklaşmış olabilir. 

Aşırılıklar hem yüksek hem de düşük kültürde miyopluk, sıkılganlık ve ahlaki düşüş getirir. Bu da görgüsüzlüğün ve bayalığın kaynağıdır. Puritenlere göre, tepedeki parlayan şehre ulaşmak için yapmanız ya da sahip olmanız gerekenler; iyi davranış, ölçülü olmak, zekâ, bilgi ve zevkti. Ama bu yolda her gün erdemli olmayı beceremeyebilirsiniz. İtibar merakınızdan çok sosyal kuvvetler sizi yolunuzdan alıkoyabilir. Bu yüzden, gençlerimize aileden çok okulda centilmen lik, kibarlık, kahramanlık, vatanseverlik gibi temel şeyleri aşılamalıyız. İşe ilkel insanları nasıl eğiteceğimizi düşünerek, bunu kurumsallaştırarak başlamalıyız. Toplum içinde aşırılık gösteren kişilerle ilgili çalışmalar doktora tezleri ve 
polisiye araştırmalara dahil edilmelidir. 

 Yeni imparatorluk ambleminde „çift başlı kartal. artık batıya ve doğuya değil, birbirine bakmaktadır. Emperyal kartalın birinci başı, biyo-politik komuta makinesi tarafından inşa edilmiş bir tüzel yapı ve kurulu iktidardır. Bu emperyal makine barış ve düzen peşinde her zaman çelişkilere ve bunalımlara gebedir. Sürekli devinim halinde sisteme yeni düzenlemeler dayatırlar, karışma ve melezleşme süreçleri yanında biçim değişikliklerine de işaret ederler. 
Öteki baş ise uçsuz bucaksız kürselleşmenin üretici ve yaratıcı öznelerinden oluşan bir çokluktur 40. 

İktidar artık doğrudan beyinleri (iletişim sistemleri, enformasyon ağları vb. içinde) ve bedenleri (refah sistemleri, gözetim altındaki etkinlikler vb. içinde) yaşama duyusundan ve yaratma arzusundan otonom bir yabancılaşma durumuna getirerek örgütleyen mekanizmayla çalışır. Ortaya çıkan „kontrol toplumu., ortak ve gündelik pratiklerimizi içsel olarak canlandıran normalleştirici disiplin aygıtlarının güçlendirilmesi ve genelleştirilmesi olarak tanımlanabilir. 

Geleceğin yönetim şekli; „ ağ biçiminde iktidar. olarak tanımlanmaktadır. Focaultun yeni iktidar paradigmasının biyo-politik doğası bu duruma açıklık getirir. Biyo-iktidar, toplumsal hayatı onu izleyerek, yorumlayarak, soğurarak ve yeniden eklemleyerek içeriden düzenleyen bir iktidar biçimidir. Focault.a göre; bu iktidarın en önemli işlevi hayatı bütün yönleriyle kuşatmaktır ve asli görevi de hayatı yönetmektir. Yani biyo-iktidarın işlevi bizatihi hayatın üretimi ve yeniden üretimidir 41. 

Bu arada, sivil toplum örgütleri; silahsız, şiddetsiz ve sınır tanımayan “ Haklı Savaşlar ” verirler. 

Sonuç.. 

Toplumun esasını oluşturan sıradan insanlar ya da bireyler tarih boyunca, seçkinlerin sömürüsüne, yönetimin koyduğu ağır vergilere rağmen bir arada yaşamayı sürdürebilmelerini, ortak mitlere olan inançlara borçluydular. Şimdi yapmaya çalıştığım şey tüm tarih boyunca acı çekmiş ve ezilmiş halkların sözcülüğünü yaparak yöneten ve yönetilenler arasında yeni bir düzen önermektir. Mevcut bir hayali düzeni değiştirmek için ise alternatif bir hayali düzene inanmanız gerekir. Birinci Dünya Savaşı.na sonuna kadar Napolyon, Türk ve Rus imparatorlukları, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ise Alman, Japon imparatorlukları çökerken, Batının sömürgeci imparatorlukları da arkalarından geldiler. Geçmişten beri üç grup alternatif vardı; 

- İlk olarak, kaos ve imparatorluk arasında bir seçim yapılması; anarşi yada güç üzerinde merkezi tekel. 
- Sonraki seçim, imparatorluk ve milliyetçilik arsında yapıldı; merkezi yönetim ya da bir güç dengesi. 
- Bugün sonuçta milliyetçilik yada entegrasyon arasında bir seçim yapmamız gerekiyor; denge ya da açıklık. 

Kaos, imparatorluklar tarafından evcilleştirildi ve imparatorluklar milliyetçilik 
tarafından yıkıldı; milliyetçilik ise enternasyonalizmin yolunu açabilir. Sürecin sonunda bireyin özgürlüğü var; ilk önce devlet tarafından korunan, sonra ise devletin kendisinden korunan bireyden bahsediyoruz. Ancak, daha fazla dışa açılmak ve özgürlük derken devletin ve milliyetçiliğin sonu gelsin demiyoruz. Günümüzün dünyasının içinde olduğu en büyük tehlike önceki makalelerimde defalarca yazdığım gibi „başarısız devletler. ve „eriyen uluslardır. Ulus-devlet ve Vestfalya ruhuna uygun, diğerlerinin egemenliğine saygılı milliyetçilik hala dünyada gittikçe artan kaosu önlemenin olmazsa olmazıdır. Avrupalılar 
modern dünyayı kurarken Osmanlı.nın çürüyen bedeninden ulus-devletler oydular. Bugün Ortadoğu.da yaşanan krizlerin altında işte bu emperyal dizaynlı, Vestfalya anlayışına göre konum edinememiş, tamamlanmamış devletler yatmaktadır. 

Öte yandan, insanlar dünyanın büyük bölümünde hala tarlasını ekiyor, hayvanlarına bakıyor, dedikodu yapıyor, kavga ediyor, televizyonlara ve sosyal medyaya rağmen bırakın ülkede, en yakındaki büyük kasabada neler olduğun dan haberi olmadan yaşayıp, ölüyor. İlk insandan bugüne onbinlerce yıl geçti ama beden yapımız, gücümüz, hayal kurma, mantık yürütme, iletişim kurma, ellerimizi kullanma, planlama yeteneklerimiz aynı kaldı ama çok da zeki olmadığımızı biliyoruz. Daha bilge hale gelemedik ama birlikte çalışan ve öğrenen yaratıklar olarak bilgiyi depoladık ve kullandık. Kavrama yeteneğimiz ile tıp ve mühendislik alanlarında önemli gelişmeler ile yaşam süremizi ve kalitesini geliştirdik. Bunların hepsi milyonlarca kişinin biriken emekleri sayesinde gerçekleşti. Özetle, tarihi değiştiren şey insanların koşulları değiştirme hırsı oldu. İnsanlar üstün zihin ve iletişim yetenekleriyle bu dünyayı şekillendirme yeteneğini farklı bir boyuta taşıdılar. 

Geçmişin işlerini ve başarılarını toplayıp, üzerine inşa ediyoruz. Yani binlerce yıllık birikimlerin, atalarımızın omuzlarının üzerinde duruyoruz. Elektrik, içilebilir su ve buharlı makineler, devrimsel gelişmelerin ivmesi oldu. Petrol ve doğal gaz çıkardık, trenden sonra araba ve uçak yaptık. Gelinen dijital çağda insan yaşamı karmaşıklaştıkça her şeyin nasıl döndüğünü anlamamıza ihtiyaç azaldı. Bireysel olarak neredeyse hiçbir şey üzerinde kontrolümüz yok. Elimizde kalan tek kaldıraç olarak „siyaset. önemini korumaya devam ediyor. İşe yarar ve mutlu bir yaşam için ihtiyacımız olan imparatorluk kurmak değil, sakin bir düzene ihtiyacımız var. Ancak, böylece aile ve toplum hayatına, ruhsal dünyaya, eğitim ve sanata daha fazla odaklanabiliriz. Aç gözlü ve gözünü hırs bürümüş liderlere değil, bilge adamlara ihtiyacımız var. 

Bu adaletsiz dünyada aslında bütün barışlar silahların gölgesinde yapılmıştır ve 
hukuken geçersizdirler. Dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de imparator müsveddeleri insanları kendi iktidarları için savaştırmaya ve bunun için uygun vasıtalar ve ortamları yaratmaya, büyük anlatılar kullanmaya devam edecekler. Bugün Ortadoğu.daki denklemin bir tarafında din enerjisi ile bir imparatorluk kurma hayali pompalanırken, terazinin diğer tarafındaki oyun kurucu Batının hesabı ise Çin ile yapılacak büyük hesaplaşma öncesi İslam uygarlığının işini bitirmektir. Bu, binlerce yıllık uygarlıklar ve imparatorluklar çekişmesinin 
Armageddon (Kıyamet Savaşı) öncesi sahne hazırlığıdır. Aklımızı başımıza toplamanın zamanıdır. 

Öncelikle ülke kimliğine sahip çıkmalı, ulus-devlet yapımızı sağlam tutmalıyız. 
Böylece var olmaya ve onurlu şekilde, milli kültürümüz içinde yaşamaya devam edebiliriz. 
Her milletin bir altın çağı vardır. Tarihte Türkler ve Çinliler gibi büyük milletler, araya kısa toparlanma dönemleri girse de büyük devlet gibi yaşamaya, dünya tarihini etkilemeye devam etmişlerdir. Her şey vizyon ve kapasite meselesidir. Türkiye, bilim, teknoloji ve sanat çalışmaları ile „uygarlık merkezi. olsun, evrensel olarak Atatürk.ün işaret ettiği yolda zirveye çıksın istiyoruz. İşte bu yüzden, akıl ve fen.i rehber edinmeliyiz. Kapasite ise insan ve ekonomi başta olmak üzere ülkenin birikimi yani ulusal güç demektir. Churcill.in İngilizlere 
vasiyet ettiği gibi insana yatırım yapmalı, sadece bilgili değil medeni insan yetiştirmeliyiz. 

Bilimsel eğitim, sanat ve üretim ekonomisi ile bir türlü havalanmayan bu ülkeyi uçurabiliriz. 

DİPNOTLAR;

1 Bu sözler, “ Üç Krallığın Efsanesi ” İsimli savaş ve strateji üzerine klasik bir Çin romanının girişinde yer alır ve 
   Çin jeopolitiğinin dinamiklerini anlatan en iyi eserlerden biridir. 
2 Edward Gibbon, The History of Decline and Fall of the Roman Empire, Vol.VI, Naxos, (London, 2014), 143. 
3 Carroll Quigley A History Of The World In Our Time, MacMillan, (1966), 5. 
4 Clive Bell,Civilization, Chatto & Windus, (London, 1932). 
5 Michael Hardt & Antonio Negri, İmparatorluk, Çev.:A.Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 2001), 37. 
6 Hardt & Negri, İbid, (2001), 206-207. 
7 Bakınız; Sait Yılmaz, Güç ve Politika, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2010). 
8 Akhilesh Pillalamarri, India's Five Greatest Empires of All Time, National Interest, (May 8, 2015). 
9 George Friedman, Coming to Terms With the American Empire, Geopolitical Weekly, (April 14, 2015). 
10 Luo Guazhong, Romance of the Three Kingdoms, Foreign Language Press, (1995). 
11 Thedore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 2014), 89. 
12 Quincy Wright, A Study of War, 2nd Edition, The Chicago University Press, (2014). 
13 Midas Dekkers, The Way of All Flesh: A Celebration of Decay, London Harvill Press, (2000) 
14 Akilesh Pillalamarri, The 5 Most Powerful Middle Eastern Empires of All Time, National Interest, (March 27, 2015). 
15 Akilesh Pillalamarri, Disasters of All Time, National Interest, (May 28, 2018). 
16 Şener Üşümezsoy: Dünya Sistemi ve Emperyalizm, İleri Yayınları, (İstanbul, Ekim 2006), s.10. 
17 İlhan Uzgel, Hegemon Güç Kutusu, Ed.B.Oran, Türk Dış Politikası, C.I, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2003), 31. 
18 Paul Kennedy, Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and Military Conflict from 1500-2000, Random House, (1987), 181-186. 
19 Sait Yılmaz, İngiliz Aklı ve Büyük Stratejisi, academia.edu.tr, (Ekim 2015). 
20 Jeremy Black, A Short Histroy of Britain, Social Affairs Unit, (London, 2007), 17. 
21 Mark Fleming-Williams, Britain's Status as a Trading Nation Ties It to Europe, Geopolitical Weekly, (September 8, 2015). 
22 Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları, (İstanbul, 2004), 19. 
23 Kennedy, a.g.e., (1987), 347-437. 
24 Mark Kesselman, Order or Movement? The Literature of Political Development As Ideology, World Politics, (October 1973), 139-154. 
25 George Friedman, U.S. Defense Policy in the Wake of the Ukrainian Affair, Geopolitical Weekly, (April 8, 2014). 
26 Harry S. Truman, Public Papers, U.S. Goverment Printing Office, (Washington D.C., 1947), 176. 
27 George Friedman, The State of the World: Assessing China's Strategy, Stratfor, (March 6, 2012). 
28 Qingguo Jia, Continuity and Change: China’s Attitude toward Hard Power and Soft Power, The Brookings 
     Institution, (December 2010). 
29 Stratfor, In China, an Unprecedented Demographic Problem Takes Shape, (August 21, 2013). 
30 Ryskeldi Satke, Casey Michel and Sertaç Korkmaz, Turkey in Central Asia: Turkic Togetherness? The 
     Diplomat, (November 28, 2014). 
31 George Friedman, Borderlands: The New Strategic Landscape, Geopolitical Weekly, Stratfor, (May 6, 2014). 
32 Benjamin Deison, No, Russia Doesn't Require Buffer States for Its Own Security, University of Notre Dame, 
     (December 3, 2015). 
33 George Friedman, Russia's Strategy, Stratfor, (April 24, 2012). 
34 George Friedman, Putin's Evolving Strategy in Europe, Stratfor, (May 8, 2012). 
35 Rodger Baker, Accounting for Inertia in Geopolitical Forecasting, Geopolitical Weekly, (June 2, 2015). 
36 Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Çev.S.S. Gül, Boyner Yayınları, (İstanbul, 2016). 33. 
37 G. William Domhoff, The Power Elite And State, Aldine De Gruyter, (1990, New York), 24. 
38 Andrew Marr, A History of the World, Pan, (London, 2013), 215. 
39 Aldous Huxley, Vulgarity in Literature, Music At Night, Chatto & Windus, (London, 1949). 
40 Hardt & Negri, a.g.e., (2001), 80-81. 
41 Michael Focault, The History of Sexuality, Trans. Robert Hurley, Vintage, (New York, 1978), 135. 


***

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 1



Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 1


Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz

Hikâyemiz böyle başlıyor; 

“ Uzun süre bölünmüş bir imparatorluk birleşmeli;  Uzun süre birleşik kalmış olan ise bölünmelidir. 

Böylece o, var olmaya devam edebilir 1.” 

Böyle bir konuda makale yazmanın aslında gülünç bir iş olduğunu düşünüyorum. 
Okunan geniş bir literatür içinde bir tarafta genellikle kaybedenin kasvetli hikayesi, diğer tarafta ise kazananın abartılı methiyesi vardır. İkisi arasında gerçekte ne olduğunu sezmeye, elle tutulur kanıtlar bulmaya ve şansınız varsa kaybolmuş insanların yaşadıkları ile ilgili saklı ipuçları bulmaya çalışırsınız. Tarih öncesinin uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşanan hayatları ya da uzun istikrar dönemlerinin sessizliğini ve uyuşukluk çağlarını bir kenara bırakıyoruz. 
Barışta vergi diye tarlada çalıştırılıp, savaşlarda ordunun en önüne sürülmüş ama bir şekilde hayatta kalmış dedelerimiz, onları doğuran unutulmuş kadınlarımız hepsi bu hikâyenin içinde yer alıyor. 

Genel tarih ile ilgili bir makale yazmak için çok fazla okumuş olmanız gereği yanında hata yapma riskinizin çok fazla olduğunu bilmeniz gerekir. Çünkü tarihte neler olduğu ile ilgili tarihçilerin bilmediği pek çok şey var. Hz. İbrahim ile aynı dönemde yaşamış bir tacir, ilk Çin imparatoru Asoka ya da bir Eski Mısır köylüsü ile konuşsa idik, belki de tarih için çok farklı şeyler düşünmeye başlayabilirdik. Eski Yunanlılar nereden geldi? M.Ö. 1200-700 arasında bugünkü Yunanistan.ın kuzeyinde neler olduğu tıpkı Anadolu.nun milat sonrası ilk bin yılı gibi hala karanlık? Hz. İsa gerçekten yaşadı mı? Bu, Kilise tarafından bile tartışılıyor. 
Bazen „Bugünkü bilgilerimle Kanuni Sultan Süleyman’a danışman olsaydım, tarihi nasıl değiştirebilirdim’ diye düşünmeden edemem. Ama bir gün icat edileceğini bilmiş olsam da bir elektrikli tost makinesi yapamazdım. 

Dünya tarihine farklı şekillerde bakabilir hatta yazabiliriz. Yararlanmayı bilmediğimiz Antropoloji ile bunu yapabiliriz. Ama geçmişte pek çok tarihçi gibi kibirli Kadim Yunanlılar, Evliya Çelebi ya da Çin.e ulaşan Marco Polo da hikâyeler düzmeyi, pek çok şeyi abartmayı ya da uydurmayı seviyordu. Egzotik kıyafetler içinde gezmeyi seven Marco Polo.nun lakabı „Çalçene. idi. Amerika.yı bulan Kristof Kolomb, aslında okyanusta kaybolmuştu. Aslında sıradan insanlar için tarihin büyük bölümü kahramanlık destanı değil, açlığını yenmek için bir 
hayatta kalma savaşı idi ve pek çok utanç yaşandı. İmparatorluklar çağında da pek bir şey değişmedi. Batının askeri üstünlüğü ele geçirmesi ile birlikte yağma düzeninin yeni adı „Emperyalizm. ve „ Sömürgecilik. ( Akademik olarak bugün „Küresel Ticaret. tabiri geçerlidir) oldu. 

Batı kendini uygarlığın beşiği olarak görürken, diğerlerini küçümsemiş ve 
ötekileştirmiştir. Batılı tarihçi Edward Gibbon.a göre; Roma.nın çöküşü sonrası İslam.ın yükselişi, Moğol-Türk akınları ve Osmanlı ile temsil edilen Doğu.da, barbarlar bir devlet olmaktan ziyade denge (ortak güvenlik) nedir bilmeyen despot imparatorluklar kurmuşlardı. 

Barbarlar, sadece Roma.yı devirenler değil, genellikle 5.-15. yüzyıllar arasında yerleşik Avrasya halkları üzerinde baskı kuran göçebe, seyyar, akıcı kuvvetlerdi 2. Gibbon, barbarların etkinliğini 15. yüzyıla kadar Batının askerliğe gereken önem vermemesine dayandırmakta idi. 

Batıda bu önyargı hala devam etmektedir. Hâlbuki barbar dedikleri milletlerin mükemmel devlet teşkilatı, toplum dayanışması ve kendilerine has dil, din ve diğer kültür unsurları vardı. 

Tarihi anlamak; kendimizi, ülkemizi, küresel büyük resmi ve diğer rakiplerimizi daha iyi görmemizi ve anlamamızı sağlar. Yönetenlerin gerçeklerle bağlarını nasıl kopardıklarını, büyük siyasi gelişmelerin neden mutluluktan ziyade diktatörler ürettiğini ya da dünyanın bazı bölgelerinin neden fakir kaldığını anlarsak, bugünü anlamamız da kolaylaşacaktır. İnsanlık, etrafındaki dünyayı anlama ve ona şekil verme yeteneği sayesinde bugüne geldi. İnsan beceri ve düşüncesinin sürekli sıçrayan, takla atan hareketi ile gücümüzün ve nüfusumuzun boyutları 
arttı. Hayatımızın parlak yıldızı yani pusulası olan „insan bilinci. sayesinde keşfetmeye devam ediyoruz. Ama onbinlerce yıl sonra insanoğlu hala karnını doyurmaya, geçinmeye ve ailesine bakmaya yani hayatta kalmaya çalışıyor. 

Tarihin bize verdiği acı derslerden biri 2.500 yıllık demokrasi ve 250 yıllık insan 
hakları mücadelesine rağmen, birbiri ile mücadele eden imparatorluklar döneminin bugünün modern dünyasından daha az sorunlu ve istikrarlı olduğu dur. Birleşmiş Milletler kontrolündeki günümüz dünyasında açgözlü liderlerin yönettiği büyük devletlerin yağması daha sinsi düzeneklerle devam ediyor. Dünyanın büyük bölümünde olduğu gibi kendi ülkelerinde de insanların büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Savaşlar nitelik değiştirerek devam ediyor, ulus-devletler parçalanıyor, karanlık yani yönetilemeyen bölgelerden terör fışkırtılıyor. İşte bunlar, siyaset ya da devlet yönetimi sorunlarının binlerce 
yıl sonra gittikçe içinden çıkılmaz halde geldiklerinin göstergeleridir. 

Tarih değişmeye ve değiştirmeye hatta dönüştürmeye hızlanarak devam ediyor. Tarih, soyut ifadelerle yazılamaz; karakter, zaman dilimi ve eylem ister. Bazı şeyler insanın elinde değildir ama genellikle değişimlerin çoğu insanların seçimi ve kuvveti ile olmuştur. Doğru zamanda doğru yerde olmak önemlidir. 

1930 larda dünyanın en çok tanınan üç ismi; Atatürk, Charlie Chaplin ve Hitler idi. Bunlara ilave edilecek en yakın diğer isim Atatürkü örnek alan 
Mahatma Gandi, İngiliz emperyalizmine karşı koymak için Hindistana gitmiş ve tutuklanmıştı. Hitler örneğinde görüldüğü gibi, en büyüklerin bazıları aslında en kötüleridir. Yeni bir dünya düzenine giderken geçmişin bir muhasebesini başka bir bakış açısından yapmaya çalışacağız. Bu makalede, imparatorluklar ve uygarlıkların geçmişinden yola çıkarak bugüne ve geleceğe ilişkin sonuçlar çıkarmak istiyoruz. 

 Medeniyetler (Uygarlıklar) ve Bakiyeler.. 

Afrika.dan farklı yönlere dağıldık, bereketli yerlere geldik ama birbirimizden ayrıldık. 
Deri, göz, kafataslarımızda küçük farklılıklar ortaya çıktı. Bu farklılıklarda güneşi nasıl aldığımız, manyetik etkiler ve coğrafya koşulları da etkili oldu. İlk uygarlıklar anlaşılır şekilde büyük nehirlerin etrafında kurulmuştu; Çin (Sarı Nehir), Hint (Ganj), Mezopotamya (Dicle-Fırat) ve Mısır (Nil). Bu hem insanların açlık ve su sorununu çözdü hem de ilk Tarım Devrimini getirdi yani çiftçilik başladı. Bazı hayvanları tamamen tükettik, ehlileştirdik ya da dönüştürdük. Üzerine barajlar ve sulama sistemleri kurarak yön vermeye ve baş etmeye 
çalıştığımız doğaya ve çevremize zarar da verdik. Nihayet kabilelere, şehirlere, milletlere bölündük. M.Ö. 10.000.de binlerce farklı insan dünyası vardı. M.Ö. 2000.de ise sayıları yüzlere inmişti. İnsan toplulukları yakınlaşmaya başladığında birbirine şüphe ile bakmaya başladı ve paylaşım savaşları başladı. 

Mezopotamya Uygarlığı.nın (M.Ö. 6.000-300) merkez bölgesi Mezopotamya.nın 
(bugünkü Irak) alçak düzlüğü, yarı çevresi ise daha orta ve yüksek vadiler idi. Çevre bölgesi ise etrafındaki İran, Suriye ve hatta Anadolunun yüksek kesimlerine kadar uzanıyordu. Batı Uygarlığının (M.S. 400.den bugüne) merkez bölgesi İtalya.nın kuzeyi, Fransa, Almanya nın Batısı ve İngiltere olurken, yarı çevresi Orta, Doğu ve Güney Avrupa ile İber Yarımadası, çevresi ise Kuzey ve Güney Amerika Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve diğer bazı bölgeleri içine alıyordu. Her uygarlığın genişleme süreci merkez bölgede başladı ve zamanda çevre bölgelere ulaştı. İlginç olan sonradan ele geçirilen çevre bölgeler merkeze göre daha zengin ve daha güçlü oldular. Bu yüzden, genişleme döneminden çatışma dönemine geçildi. 

Nihayetinde çoğu uygarlığın genişleme hızı her yerde azalmaya başladı. 

Uygarlıkların çöküşü genellikle şu aşamalardan geçti 3; 


- Genişleme hızının düşmesi, 

- Artan gerilimler ve sınıf çatışmaları, 

- Gittikçe daha sık ve daha şiddetli emperyalist savaşlar, 

- Artan irrasyonellik, kötümserlik, batıl düşünceler ve diğer dünya arayışı. 

Bütün bu olgular önce merkez, daha sonra çevre bölgelerde ortaya çıktı. Genişlemenin azalması ve çatışma dönemi, çağın başka özelliklerinin ortaya çıkmasına neden oldu. 
Genişlemeye uyum sağlayan insanların düşünceleri ve sosyal örgütlenmeleri, genişleme hızı düşünce yeni duruma kendini uydurmada güçlük çekti. Bu da sosyal sınıflar ve siyasi kurumlar arasında şiddete yol açtı. 



Tablo 1: Eski (Kadim) Uygarlıklar & İmparatorluklar 



Not: Dünyada bugüne kadar irili ufaklı 74 eski uygarlık ortaya çıktığı tespit edildi ve bunların ömrünün ortalama olarak 330 yıl olduğu hesaplandı. Uygarlıkların çoğu 500 yıldan fazla yaşamadı. 

Kaynak: Larry Freeman, How Long Did The Ancient Civilisations Last? Owlcation, (June 9 2016). 

Mesele normal büyümenin sürdürülmesi idi ve bunun yapılması için düşüşü önleyecek olan bir sosyal sınıfın diğerini yenmesi değil, yeniden yapılanmanın sağlanmasıydı. Çatışma dönemindeki sınıf çatışmaları ve emperyal savaşlar uygarlığın küçülme hızını artırdı çünkü şiddet sermaye ve zenginliğin adil dağıtımını sağlamadı ve enerjinin verimsiz alanlara harcanmasına neden oldu. Çoğu uygarlıklarda çatışma döneminin hedefi Evrensel İmparatorluk oldu ama fetihler ile birlikte siyasi kurumlar azaldı. Sonunda tüm uygarlığı kontrol eden tek siyasi birim olarak tek bir muzaffer ortaya çıktı. Bu yüzden, ilk çatışmalar 
merkezde çıktığından, merkezin çevreden önce diğer tek bir devlet tarafından fethedildiği durumlar yaşandı. Böylece yarı çevre yeni durumda çevredeki başka bir devletin merkez bölgesi haline gelirken, eski merkez bölge genellikle yarı çevresi haline geldi. 

Clive Bell, 1928.deki makalesinde şöyle demişti; “Medeniyet, yansıtma ve eğitim sonucudur, yapaydır 4.” Medeniyet; uygar olma durumu, kibar (medeni) olmak; ise yapma durumudur. Medeni toplumlar medeni kişilerden oluşmalıdır ama bu kadar medeni olamazlar. 

Örneğin 17. yüzyıldaki XIV. Lui Fransası her yönü ile zengin, parlak, akıllı, muhteşem, güç merkezi, etki ve cazibe alanı idi ama medeni değildi. XIV. Lui Fransasının katı ve acımasız kültürü ülkeyi çöküşe getirdi. Giyotinle kafalar kesildi, Monarşi.nin yerini Cumhuriyet aldı. 

18. yüzyıl eliti kendi kendini seçmişti yani konumu durumsal dı ve düşüşe geçmesi uzun sürmedi. İnsanlar hayal kırıklığına uğradıklarında ve beklentileri karşılanmadığında bir çeşit kültürel kötümserlik içine girerler. Hatta kendi kültürüne karşı bir eğilime girer, alternatif olmayan bir nefret kültürü içinde hareket etmeye başlarlar. Bu yüzden medeniyet ile kibarlık ve medeni toplum arasında fark vardır. 

İnsanlık tarihinde yaklaşık 20 büyük uygarlık ortaya çıktı ve bunların on dördü öldü ya da ölmek üzeredir. İşgalciler onların uygarlıklarını önce güç kullanarak dağıttı, düşünceleri ile kültürlerini değiştirdi ve sonunda yuttu. On iki ölen ya da ölmekte olan uygarlığın altısı Avrupalılar tarafından imha edildi ve Batı uygarlığı kültürü içinde erimekteler. Bu uygarlıkların dışında, Afrika.dan Avustralya ve Amerika.ya sayısız halk da uygarlıklardan daha kolay bir şekilde yok edildi veya Batı uygarlığına asimile oldular. Geçmişteki kültürlerin çoğu, er ya da geç, onları tarihin çöplüğüne gönderecek acımasız imparatorluklara yem oldu. 

İmparatorluklar genellikle halkların kültür birikimlerinden mümkün olduğu kadar çok şey alan melez medeniyetlere dönüştüler. Tebaa halkları için bu dönüşüm epey sancılıydı çünkü kendi kültürlerinden acı içinde ayrılırken, imparatorluk seçkinlerinin onları “biz”in bir parçası olarak görmeleri on yıllar alabiliyordu. 

 İmparatorluk Kültürü.. 

Bir imparatorluğun kurulması ve sürdürülmesi, genellikle büyük kitlelerin katledilmesi ve geriye kalanların da zalimce bastırılıp yaşadıkları yerlerin kaynaklarının seçkinlerce sömürülmesi anlamına gelir. İmparatorluğun kuruluşu kendi için değil, kendinde iyidir. 
İmparatorluk, kendi başına güç temelinde değil, gücü hakkın ve barışın hizmetinde gösterme kapasitesi temelinde oluşur. Emperyal orduların bütün müdahaleleri zaten var olan bir çatışmaya karışan bir veya birden fazla tarafın ricasıyla olmuştur. Tıpkı günümüz ABD sinin Ortadoğuya davet edilmesi gibi, aslında bu şartlar oyun kurucu tarafından oluşturulmuştur. 
İmparatorluk kendi iradesiyle doğmuş değildir, aksine var olması istenmiş ve çatışmaları çözme kapasitesi temelinde kurulmuştur. İmparatorluğun yayılması, çözmeyi amaçladığı çatışmaların iç seyrine bağlıdır. O halde imparatorluğun ilk görevi kendi iktidarını destekleyen konsensüsler alanını genişletmektir 5. 

 Genel emperyal komuta aygıtı üç ayrı uğraktan oluşur6. Bunlardan biri içleyici, diğeri farklılık temelli ve üçüncüsü idaridir. 

İlki imparatorluğun yüce gönüllü, liberal yüzüdür. Irkı, dini ve diğer farklılıklarına bakılmaksızın herkes imparatorluk içine buyur edilir. Farklılıklar görmezden gelinerek, bir cehalet peçesi, evrensel bir kabulün yolunu açar. 

İkinci uğrakta ise farklılıklar oluşmakta dır. Farklılıkların bir zarar vermediği 
düşünülür, kültürel açıdan kutlanır, „çok kültürlülük. yalanı revaçtadır. 

Üçüncü uğrakta farklılıkların genel bir komuta kademesi içinde idaresi ve 
kademelendirilmesi yapılır. İmparatorluk genellikle bölünme yaratmak yerine var olan ya da potansiyel farklılıkları tanır, onları yüceltir ve genel bir komuta ekonomisi içinde düzenler. 

İmparatorluğun üç buyruğu şudur; içine al, farklılaş tır, yönet. 

İmparatorluk kurmanın zorlukları vardır. Öncelikle askeri olarak güçlü olmalı ve 
ittifak içinde bile olsa savaşların asıl yükünü çekmelidir. İkinci olarak, imparatorluk işgal ettiği ülkeyi doğrudan yönetemez. Orada kendi istekleri doğrultusunda ama yerel bir yönetim kurmalıdır. Geçmişte imparatorlar uzak yerleri yönetmek için onların yetkilerini kullanabilen vali benzeri kral naipleri göndermişlerdi. Örneğin Latin Amerika.da Visrualar İspanya Kralına bağlı idi ve her Visrua Krallıklara ve bölgelere ayrılmıştı. İspanyolların iki Visrualığı olan Yeni İspanya (Merkezi Meksika) ve Peru (Merkezi Lima).nın başında birer Visrua  bulunmaktaydı. İngilizler Hindistan.da, Almanlar Fransa.da ve Polonya.da, Amerikalılar ise Afganistan ve Irak.ta benzeri yönetimler kurdular ve bunun adı İngilizler için manda yönetimi iken Amerikalıların konsepti „ülke inşası. adını aldı. 

İmparatorluklar İngilizlerin Hindistan ve Irak örneğinde olduğu gibi işgal ettiği devlet topraklarında kendi yönetimlerini kurarken, bu yönetimin içine kendi adamlarını da koyarlar. 
Bu yüzden bunlara her ne kadar görünüşte ayrı ve bağımsız gibi gözükse de „uydu devlet. denir. Hegemonya ise uluslararası sistem içinde bir devletin diğerlerine hakim gelme durumudur. Hegemonya, işgalden ve doğrudan yönetimden ziyade ABD örneğinde olduğu gibi uzaktan etki ve kontrol ile diğerlerini yönetmeye çalışır. Diğer ülke içinde kurduğu örtülü ağlar yolu ile devlet ve halk arasında ya da devlet üstünde ağ örülür. Son 30 yılda yaşanan 
renkli devrimler yolu ile rejim değişiklikleri bu tür kurguların sonucudur. Ülke inşası, daha çok sivil sızmaların mümkün olmadığı ülkelerde askeri işgal sonrası yeni bir devlet yapısı kurmak için kullanılır 7. 

Başka bir ülkede yönetim kurmak, destekleyen imparatorluğun/büyük devletin 
kaynaklarını bitirebilir 8. Öte yandan uluslararası güç dengesindeki yeri, her zaman risk altındadır. Gücünüzün sınırları vardır ve rakipleriniz sizin karşınızdaki güç dengelerini geliştiriyordur. Öte yandan girilen savaş beklenen siyasi sonucu vermeyebilir ve işgal edilen ülkede dolaylı bir savaş içinde yıkıcı bir döneme girilebilir. İmparatorluğun her coğrafi bölgede müttefik ve ortaklara ihtiyacı vardır. Bunları destekleyecek bütçesi olmalıdır. 

İmparatorlukların bu yüzden bir oyun kitabı vardır ve genellikle şu sıra izlenir9; 

(1) Diğer ülkelerin davranışlarını şekillendirmek için ticari kolaylıklar sağlamak. 

(2) Tereddüt eden ülkelere ekonomik yardım yapmak. 

(3) Askeri yardımda bulunmak. 

(4) Danışmanlar göndermek. 

(5) Karşı koyamayacağı güç göndermek. 

Dört ve beşinciye gerek kalmadan durumu idare etmek ustalık işidir Çünkü askeri güce gerek kalmadan çözüm idealdir. Ama danışmanlar sorunu çözemiyorsa o zaman acil olarak itaat etmeyen ezici askeri güçle yola getirilmelidir. Roma lejyonerleri o yüzden seyrek kullanılırdı ama bir kez gittiklerinde sonuç alırlardı. 

Her imparatorluğun gücünün sınırları vardır. Tıpkı Romalılar ve İngilizler gibi 
Amerikalıların da ana sorunu demografidir. Mümkün olduğu kadar çok insan toplamak, köleleri yem yapmak, aldatma ve hilelere başvurmak, rakibi korkutmak için gaddarlıkta sınır tanımamak her savaşın temel unsurları arasında idi. Roma İmparatorluğu, 325'te sırf savaşa insana bulsun diye Hıristiyanlığı devlet dini kabul etmişti ama dini kontrolüne alan imparator Hıristiyan olmamıştı. Osmanlının korsanlar vasıtası ile kıyılardan köle kaçırmaları 1530-1640 arasında zirve yapmıştı. Bugün ise Amerikalılar, Avrupa.dan Asya ve Afrika.ya sürekli asker bulundurmak zorundadır. Nispeten küçük olan bu askeri birlikler, üstün silah gücü ile korunmalı ve gerektiğinde düşmandan hızlı davranarak takviye edilmelidir. 

Örneğin Irak.ta savaş esnasında 25 milyon insan yaşarken, Amerikan askeri sayısı en fazla 130 bin civarında idi. 

Sınıf ve dil farklılıkları olduğu için imparatorlukları içeride birleşik tutan, uzun süre ayakta kalmasını sağlayan bir birleştirici fikir ihtiyacı vardır. 

İmparatorlukların genişlemesinin arkasında din ve milliyetçilik uğruna insan enerjisinin kullanılması kadar, bulunan jeopolitik ortamın şartları da etkili oldu. İslam'ın yayılması ve bir imparatorluğa dönüşmesinin arkasında karşılarında savaşacak kadar güçlü bir liderin olmaması yani meydanı boş bulmaları vardı. Emevi Tarık Bin Ziyad, İberya'ya çıktığında Vizigot Kralının işgalden haberi bile yoktu. Kuzeyde iç isyanlar ve Atilla'nın askerleri ile savaşmakla meşguldü. Selçuklu sultanları Tuğrul ve Çağrı Beyler zayıflayan Arap dünyasının liderliğini 
ele geçirmek için İslam dinini ve özellikle Sünniliği seçmişti. Birleştirici fikir modern dönem imparatorları için „ideoloji. dediğimiz şeydir. Bugün dünyada geçerliliğini sürdüren üç ideoloji ise Kapitalizm, Sol ve İslamcılıktır. 

İmparatorluklar belirli bir süre ayakta kalabilirler. Türklerin olduğu gibi Çin.in de 
binlerce yıldır devlet mücadelesinin temelinde birleşmek ve yönetilemeyen bölgeleri yönetmek olmuştur. Bu, merkezdeki güçler ile coğrafya ve tarihten kaynaklanan önlenemez yıkılışların ve bölünmelerin hikâyesidir. Osmanlı, Çin ya da Rusya gibi imparatorluklar kendine daha güvenli sınırlar bulmak için sürekli genişlemek zorunda kalmıştır. Ne kadar toprak ele geçirirseniz geçirin sonunda imparatorluğunuzu yani yuttuğunuz halkları yönetemez hale gelirsiniz. Ya birileri er ya da geç kapınıza gelip, aynı gaddarlıkla sizi yok eder ya da isyanlar tamamen dağılmaya yol açabilir. Eğer iyi kontrol edilmezse bu yıkım felaket sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden, makaleye şu cümle ile başladık; “Uzun süre bölünmüş bir imparatorluk birleşmeli; uzun süre birleşik kalmış olan ise bölünmelidir. 

Böylece o, var olmaya devam edebilir 10.” 

İmparatorluklar da eninde sonunda yıkılır ancak geride zengin ve kalıcı bir miras bırakırlar. Genellikle çökenin yerini yeni bir imparatorluk alır. Bir imparatorluğun çöküşü tebaa halklar için bağımsızlık anlamına gelmez. Büyük imparatorlukları yok eden faktörlerden biri içteki huzursuzluklar ve isyanlardır. İmparatorlukların büyümesinin önündeki en büyük engel sıradan insanların (halkın) korku nedeni ile liderlerini kontrol etme yeteneği oldu. 

Ancak, din, ırk, dil farkı gözetmeden insanlar paranın etrafında birleşebildiler. İnsanlığı birleştiren “para” ve “devlet” kavramlarının yanında her ne kadar bugün çoğunlukla, ayrımcılık, anlaşmazlık ve savaş kaynağı olarak görülse de “din” insanları birleştiren üçüncü unsurdur. Devlet, hala insan hayatının düzenlenmesi için tek çözüm oldukça, milliyetçilik ve din en büyük insanlık çelişkisi olmaya devam edecektir. 

 İmparatorluklar ve Savaşlar.. 

Tarih sık sık savaşlar ile bölünür ve akmak için yeni bir yön bulur. Ne kadar korkunç olsa da savaşların getirdiği çekişme sayesinde ortaya yeni icatlar çıkar, insanlar toplumlar hakkında daha derin düşünmeye başlar, bazı diyarların yok olması yenilerinin ortaya çıkmasını sağlar. Zorluklar hayatta kalanları daha güçlü yapar, güçlüklerle mücadele için yeni yöntemler, vasıtalar bulunur. Kasabaların birleşmesi ile kültürler melezleşir. Bazen savaşların veya yıkılmaların sonucunda yeni devletler ortaya çıkar. Hala hayatta olmak bazılarını göçe, yeni maceralara ve arayışlara itmiştir. Özetle savaşlar, şiddet ve yıkım getirir ama aynı 
zamanda teknoloji, dil ve fikirleri de yayar. Daha da önemlisi uluslararası düzendeki tıkanıklar ancak büyük savaşlar ile açılabilir. Tıpkı bugün ihtiyacımız olduğu gibi.. Dünya düzeni geçmişte 15 kez tıkanmış ve 11.inde yeni düzen büyük bir savaş sonrası kurulabilmiştir. 

Bugüne kadar insanlar, düşmanlarıyla baş etmek için üç yöntem kullandılar; 
savaşmak, kaçmak ya da düşmanını sevmenin bir yolunu bulmak. 
Savaşmak askerlerin işi idi, işgal edilen ülkenin halkına ise sonraki iki yol kalıyordu. 
Bu üç yöntemin hiçbiri de kayda değer bir başarı sağlamadı ve dünya hala düşmanlıklarla dolu. Düşmanlarla başa çıkma sanatında pek az ilerleme oldu. 

Bir kez düşman saptandıktan sonra propaganda yolu ile düşmanlığın körüklenmesine başvuruldu. Hitler demişti ki11; “Her gerçek milli liderin 
başarısı, başka şeylerin yanı sıra, halkının dikkatini bölmemeyi, bu dikkati tek bir düşman üzerinde yoğunlaştırmayı bilmekten geçer.” Düşmanların birbirilerinin bakış açısını gözlerini kapatmaya yönelten son derece yerleşmiş bir gelenek var. Bu gelenek var oldukça savaşların sonsuz kadar sürmesini engellemek mümkün değildir. 

Düşmanlıkların tarihinden yükselen en kuvvetli ses, düşmanlar arasındaki sessizliktir. 
Sessizlikler kırılabilir. Oysa düşman yaratma endüstrisi, insanın kurduğu en eski ve en verimli endüstrilerden biridir. Hammadde olarak onur kırıklığı ve öfkeden fazlası gerekmez, bunları aşama aşama katılaşmaya bıraktığınızda, nefretlerinin kölesi olmuş düşman üreticileri elde edersiniz. Düşmanlarını kendileri seçemezler se onların yerine başkalarını yapar. İkinci Dünya Savaşından 50 yıl sonra yeni bir milliyetçilik dalgası etnik hareketleri gömülü olduğu yerden çıkardı ve ulus-devletin bütünlüğünün dokunulmazlığına ilişkin modern düşünceye meydan 
okuyor. Geleceğin savaşlarının anahtarı devletlerde değil etnik milliyetçilik ve dini maske edinen terör örgütleri gibi küçük grupların elinde olacak. Ancak, bu işlerin arkasında gene devletler olduğu için Ukrayna.dan itibaren bu tür çatışmaların adına „melez savaş. denilmeye başlandı. 

Askeri tarihçi Quincy Wright, her bir savaşın süresini, kullanılan güçlerin 
büyüklüğünü, savaşa katılanların toplam nüfus içindeki oranını ve savaşta ölenlerin sayısını da dikkate alarak Avrupa.da savaşların aşağıdaki ölçeğe göre artmış olduğunu hesapladı 12; 

12. yüzyıl: 18, 
13. yüzyıl: 24, 
14. yüzyıl: 60, 
15. yüzyıl: 100, 
16. yüzyıl: 180, 
17. yüzyıl: 500, 
18. yüzyıl: 370, 
19. yüzyıl: 120, 
20. yüzyıl, 1945.e kadar: 3080. 

1945-1990 yılları arasında dünyanın çeşitli yerlerinde 160 silahlı çatışma meydana geldi. ABD nin kurulduğu günden beri kara veya deniz kuvvetlerinin aktif bir harekât yapmadığı süre toplam 20 yıldır. İngiltere, 1480-1945 arasında katıldığı 75 savaş ile Avrupa ülkelerinin en çok savaşan ülkesi oldu. İngiltereyi 72 savaşla Fransa ile İspanya (64), Rusya (61) izledi. Yüksek teknolojiye rağmen düşmanlarınızı yok etmek gittikçe güçleşmektedir. 

Geçmişte askerlerin öldürmek istediği düşmandan çok kendilerinden hoşnutsuzlukları, amaçları macera ve şerefti. Kahramanlık hikâyeleri, ganimet ve kadın peşinde yaşanan utançları maskeledi. Savaşanlar, sıradan varoluşun monotonluğu içinde boş yere aradıkları şeyi bulmuşlardı. Sun-Tzu.nun “düşmanı savaşmadan çökertmek başarıların en büyüğüdür” tavsiyesi çoğu kez unutuldu. Düşmanlarına kin duymak, hayatta olumlu hedefler edinmenin değişmez bir ikamesi oldu. Bugünün savaşları ise yüksek teknoloji sayesinde gerçek bir savaşı çok az temsil ediyor ve kahraman bulmak daha da güçleşiyor. Savaş sanatı askerlerin işi olmaktan çok mühendislerin maharetine kalıyor. 

Büyük İmparatorlukların Çöküş Nedenleri.. 

 Hollandalı biyolog ve düşünür Midas Dekkerse göre, (imparatorluklar için) çürüme ve düşüş gerekli idi ve bu yüzden üzülmemeliyiz 13. Ona göre zaten hayat, her şeyin yavaşça ölmesidir. Bu yüzden, toplumsal çürümeyi doğal bir süreç olarak görmeli, ilkellikle görgüsüzlüğü birleştirmemeli, hatta mücadele etmek yerine zevk almalıyız. Bu yüzden, Püritenlerin yolunda gitmeyip, kültürümüzü korumayı da dert etmemeliyiz. 

Tarih boyunca medeniyetler yuvası olan Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika arasında yaşanan güç çekişmeleri pek çok imparatorluğa misafirlik edecek gelişmelere neden olmuştur. Bunlardan en önemlileri içinde gördüklerimizin hikâyelerini özetle anlatalım14; 

- Asur İmparatorluğu; M.Ö. 900-612 arasında var olan dünyanın ilk gerçek 
imparatorluğu olarak çok etnik yapılı bir demografisi vardı. Zirve zamanında toprakları Bereketli Hilal (Mezopotamya, Suriye ve Doğu Akdeniz) ile İran ve Anadolunun bazı kısımlarını kapsıyor hatta Mısıra kadar uzanıyordu. Oldukça gaddar olan imparatorluğun tarihi savaşlarla geçti ve düşmanlarını yenmekten öte tamamen imha etti veya halkını geniş coğrafyasındaki uzak yerlere sürdü. Bu yüzden, Elamlar gibi pek çok eski millet tarihten silindi. Başarılarının sırrı Irakın kuzeyindeki dağlık kesimde bulunan değerli madenleri silah yapımında kullanmaları idi. İmparatorluk sürekli savaşlarla pek çok düşman edinmişti ve 
sonunda 612 de Ninovada koalisyon güçlerine yenilerek tükendiler. 

- Ahameniş Pers İmparatorluğu; M.Ö. 550.de Büyük Kiros tarafından kurulan 
dünyanın ilk büyük küresel imparatorluğudur. Dünya nüfusunun %44.ünü barındırıyordu ve bu oran bir daha aşılamadı. 400 yıl boyunca Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya ve Avrupa nın bazı parçalarına hâkim oldu. Başarının sırrı karmaşık nüfus içinde kültürel ve dini otonomiler 
verilmesiydi. Bu yüzden, çok az isyan çıktı ve Kiros.a “Allah’ın hizmetinde” unvanı verildi 15. 
Pers İmparatorluğu, ticaret için kullanılan pek çok yol sisteminden istifade etti. Standart bir resmi dil kullanıldı, bürokrasisi vardı ve sonraki imparatorluklara pek çok örnek uygulama bıraktı. M.Ö. 330.da Büyük İskender tarafından yıkıldı. Onlardan kalan ders; lüks ve zenginliğe dalan bir imparatorluğun sonunda yumuşak bir topluma dönüşeceği, eylemsiz tüm imparatorlukların çökeceği oldu. Pers İmparatorluğu, yıkıldıktan sonra dünyaya imparatorluk fikrini miras bıraktı. Bu kültür; yol şebekeleri, posta sistemi, imparatorluk için tek dil, belirli 
etnik gruplara özerklik vermek ve bürokrasi olgularını içeriyordu. Pers dini olan Zerdüştlük, Yahudilikten başlayarak İbrahimi dinlere hür irade, cennet ve cehennem gibi temel konseptlerin girmesine etki etti. 

 - Roma İmparatorluğu; Batı dünyası için uzun bir zaman mükemmel bir imparatorluk oldu. Yüzyıllarca hatta Bizans.ı da sayarsak, bin yıldan fazla geniş coğrafyaları elinde tutma başarısı gösterdiler. Bunu sadece zor kullanarak başarmadılar, fethettikleri yerlerdeki halklar Romalı olmak istedi ve karmaşık, şehirli, klasik Roma kültürüne katıldılar. Romalılar, Yunan kültürünü genişlettiler ve mimarisini, felsefesini ve bilimini nesilden nesile aktardılar. 

Hıristiyanlığı kabul etmeleri bu dini küçük bir mezhep olmaktan dünya dini olmaya taşıdı. 
Roma hukuku, Batıdaki tüm hukuk sistemlerini etkiledi. Roma kurumları, modern demokrasilerin yönetim sistemlerine ilham verdi. Roma.yı yıkan Alman kabilelerin işgalinden ziyade sürekli kriz ve sivil savaş sonucu iç bölünmeler ve kavgalar oldu. Doğu Roma ise 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü. 

 - Emevi (Arap) İmparatorluğu (Halifelik); Hz. Muhammed.in ölümünden sonra gelen dört halife Bizanslılar ve Perslilere karşı savaşarak, Roma.dan daha büyük bir İslam Arap İmparatorluğu kurmuşlardı. Bu Arap genişlemesi kısa süreli oldu ama Emeviler, Arap topraklarını hem genişletti hem de pekiştirdi. İslam.ı Ortadoğu.da sürekli bir güç haline getiren Emeviler, M.S. 661 de Muaviye ile iktidarı ele geçirdiler. Ülkeyi Şam dan yönettiler ve halifeliği üzerlerine aldılar. Emevi halifeliği döneminde, imparatorluk Kuzey Afrika ve İspanyadan bugünkü Özbekistan.daki Semerkand.a kadar uzanıyordu. M.S. 750.de Abbasi 
isyanı başarılı oldu ve imparatorluk parçalandı. M.S. 900.de siyasi olarak rakip hanedanların ortaya çıkması ile düşüş süreci başladı. 1258.de Moğolların başkent Bağdat.ı tahrip etmesi ile çöktü. Abbasiler yüzyıl kadar etkili olarak ülkeyi yönettikten sonra kurdukları medeniyet yeni gelenlere yenik düştü. Bölünen parçaları üzerinde Türkler, Persliler ve Berberiler tarafından 
pek çok sultanlık, krallık ve emirlik kuruldu. Arap İmparatorluğunun en büyük mirası bugün nüfusu bir milyardan fazla olan İslam dini oldu. 



Tablo 2: Son 1000 Yılda Neler Oldu? 

 - Moğol İmparatorluğu; Moğollar, savaşları kazanıp barışı kazanamadıkları için bir yerde sürekli yerleşemediler. Kendilerinden çok daha güçlü ve nüfusça büyük düşmanlarını yenerek dünyanın en büyük ve sürekli kara imparatorluğunu kurdular. Kurucusu Timuçin, 1206 yılında Cengiz Han adını aldı. Başlangıçta Çin.in parçalarını işgal etmekle meşgul olan Moğollar, komşuları olan ve İran, Afganistan ve Orta Asya yı kontrol eden Harzemşahlargönderdikleri elçilerinin öldürülmesinden sonra intikam için yüzlerini Batıya döndüler. Tüm dünyada toplam iki milyon Moğol olmasına rağmen, Orta Asya dan Orta Doğu, Rusya ve Çin e kadar geniş bir imparatorluk kurdular. Sadece Japonya ve Mısırda Memlüklü topraklarını işgal edemediler. Çok az nüfuslarına rağmen düşmanları na karşı büyük ve mobil bir ordu kurdular, sürülerini yanlarında taşıdılar ve at kanı içerek hayatlarını idame ettirdiler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***