uranyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
uranyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2020 Çarşamba

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR 


Türk Uçak Gemisi tamam, Sırada Nükleer silah mı var? 

Prof.Dr.Sait Yılmaz 
17 Kasım 2019 



Giriş..

 
 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül ayı başında Türkiye.nin nükleer silah edinmekle ilgilendiğini ima etti. Bütün gelişmiş ülkelerin nükleer başlık taşıyan füzeye sahip olduğunu söyledi. Barış Pınarı Harekâtı başlamadan önce Cumhurbaşkanı Erdoğanın açıklamalarında şöyle bir ifade vardı; “Bazı ülkeler nükleer füzelere sahip ama Batı sen sahip olamazsın diye ısrar ediyor, bu kabul edilemez.” Bu ifade sanki “İsrail’in var da bizim neden olmasın” düşüncesi ile yapılmış bir açıklama. Türkiye, nükleer silah yapabilir mi? Zor ama yapabilir. Türk savunma sanayi önemli atılımlar içinde. Özellikle deniz kuvvetlerinde gemi ve denizaltı yapımı konusunda ciddi gelişmeler sağlandı. Mayıs 2019 da ise uçak gemimizi suya indirdik. Ankara, sık sık 2023 yılına kadar savunma alanında bağımsız olma hedefini tekrarlıyor. 

Türk Silahlı Kuvvetleri.nin yüksek teknolojili yeni silah ve araçlara kavuşması, üstelik bunu kendi mühendisimiz savunma sanayimizle üretmesi bizlere gurur düşmana korku verir. 

Son yıllarda Türkiye.nin girdiği sınır ötesi çatışmalarda ürettiğimiz insansız hava araçlarından (İHA) önemli faydalar sağlıyoruz. Ruslardan aldığımız S-400.ler ise Türkiye.nin hem ABD hem de NATO ile ilişkilerini sarsacak tepkiler doğurdu. Aslında bütün bu gelişmeler kökleri Atatürk.e ve 1970.lerde Amerikan ambargosuna karşı başlayan bağımsız savunma sanayi kendi kendine yeterli olma gayretlerimizin sonucu. O zamanlar atılan tohumların ürün verdiği bir dönemdeyiz. Konu hükümetin denizcilik sektörüne bakışı ile de ilgili. Ancak, işler doğru 
mu yapılıyor? Uçak gemisi ne işe yarayacak? Türkiye bir nükleer silah yapmak peşinde mi ya da yapmalı mı? İşte bu makalede bunları sorgulayacağız. 

Savunma ve Teknoloji.. 

 Pek çok ülkenin savaş kültürü sadece kendileri ve komşuları için önemlidir. Amerikalılar için silahlar, cesaret ve komutanlık yeteneğinden önce gelir1. 

İngilizlerin donanma tecrübeleri, Almanların kurmayları, İsviçre ve İsrail.in yedek asker sistemleri, Vietnam.ın hafif piyade gücüne dayanması, onlar ve düşmanları için önemlidir ama taklit edilecek modeller değildir. Nitekim pek çok ülke ordusu tarihi yanlış savaşlara hazırlanmanın örnekleri ile doludur. Örneğin ABD, Soğuk Savaş boyunca Varşova Paktı.ndaki ulus-devletlerle yapılacak konvansiyonel savaş için üstün teknolojileri kullanan bir ordu hazırladı. Ama bu ordu Vietnam, Irak ve Afganistan.da ayaklanmacılar ya da yamalı bohça ordular ile savaştı. Türk ordusu da Soğuk Savaş boyunca konvansiyonel bir savaş için hazırlık yapmıştı ama 40 yıldır terörle mücadele ile meşguldür. 

Askeri stratejiyi belirlerken şu üç soruyu kendimize sorarız; hedefler nelerdir (sonuçlar), bu hedefleri nasıl ele geçirebiliriz (yöntemler) ve bunu başarmak için hangi unsurlarımız (vasıtalar/silahlar) var. Silahlı Kuvvetlerin öncelikli varlık nedeni savaşmadan ülke çıkarlarını korumaktır ki buna caydırıcılık diyoruz. 

Caydırıcılık ancak savaşa hazır olmakla ve böyle olduğuna karşı tarafı ikna etmekle mümkündür. Bunun için silahlı kuvvetler barış zamanında gerekli şekilde organize olur, eğitim yapar, savaş kabiliyetlerini artırır. 

Başarılı silahlı kuvvetler, eski silah sistemleri ve doktrinleri her zaman atıp, sosyal karmaşa yaratmadan, yeni fikirlere ve personele uyum sağlayabilendir. Ancak, hiçbir ordu bunu sürekli olarak gerçekleştiremedi. Teknoloji, silahlı kuvvetler için önemli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Taraflar ile ilgili nitelik ve nicelik faktörleri de önemlidir. Teknoloji, ancak bir operasyonel göreve hizmet ediyorsa faydalıdır. 

Ülkelerin silahlı kuvvetlerinin etkinliğini asker sayısına dayalı olarak derecelendirmek artık mümkün değildir. Bir ülkenin askeri gücünün uluslararası düzeyde etkinliğini belirleyen faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz; 

(1) Nükleer silahlara sahip olma. 
(2) Dış ülkelerde askeri varlık bulundurma, güç projeksiyonu (üsler, denizaşırı varlıklar vb.) ve stratejik kuvvet kaydırma (ulaştırma) ve takviye yeteneği. 
(3) Stratejik ve taktik haberleşme kabiliyetleri. 
(4) Modern teknolojinin keskin uçlarını kullanan (rakipsiz veya karşı konulamaz) çevik ve etkili (isabetli ve tahrip gücü yüksek) ateş desteği ile takviye edilmiş manevra kabiliyetleri. 
(5) Süratli, zamanında ve emniyetli bir şekilde kuvvetlerinin lojistik desteğini, barınma ve idamesini sağlayacak kabiliyetler. 

Savaş tipini coğrafya belirler. Savaşların coğrafyası ve sosyal paternleri değişmektedir. Dağlarda gerillalardan çöllerde kabilelerin gönlünü kazanmaya kadar pek çok savaş yapılmaktadır. Artık konvansiyonel savaş yapacak arazi kalmadı. Melez savaş; düzenli ve düzensiz savaşın birlikte olduğu savaş, her yerde ve her şekilde savaşmak gerekiyor. 

Savaşlarda artık daha fazla drone veya insansız araçlar, mini drone yığınları, yeni bilgisayar teknolojileri, tanka karşı tank taktikleri ve yeni tanksavar füzeleri, elektronik savaş, düşman uçak ve uzun menzilli füzelerine karşı silah sistemleri, yönlendirilebilir topçu ve füzeler öne çıkmaktadır. Savaş tarzlarında büyük değişimler olurken, savaşın ebedi ve ezeli temeli değişmeyecektir. Savaşçının özellikleri yine cesaret, kendini adama ve acı çekmek olacaktır. Teknoloji, insanların savaş ve ölüm şekillerini değiştirir ama savaşın dehşetini ve zafer 
duygusunu ya da ölüm gerçeğini asla değiştirmez. 

 Türk Ordusunun Kabiliyetleri.. 

Açık kaynak bilgilerine göre 80 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 35 milyonu askerliğe elverişlidir. Türk Silahlı Kuvvetleri.nin mevcudu ise 410 aktif asker, 185 bin yedek şeklindedir. TSK.nın ana silah ve araçları arasında yaklaşık rakamlarla şunlar bulunmaktadır; 3.778 Tank, 7.550 Zırhlı Savaş Aracı, 1.700 parça Topçu, 1.007 çeşitli uçak, 500 çeşitli helikopter, 194 gemilik donanma. Son yıllarda Türk Kara Kuvvetleri.nin mevcudu 370.000-260.000.e düşürüldü ve tamamen mekanize bir güce dönüşmektedir. Hava Kuvvetleri de yaklaşık 300 F-16 savaş uçağı ile bölgenin en güçlülerinden biridir. Keza Deniz Kuvvetleri de bir düzineden fazla denizaltı ve Deniz Piyade Tugayı ile Doğu Akdeniz.in en güçlülerinden biridir. 

TSK.da bulunan en güçlü beş silah şu şekilde sıralanabilir 2; 

 - SOM-J Cruise Füzesi; F-35 programının parçası olarak Roketsan ve Lockheed Martin tarafından geliştirildi. Türkiye.nin ilk seyir füzesi, kara ve deniz hedeflerine 
yöneliktir. Bu füzeni F-16.lar tarafından kullanılabilecek diğer tipleri de dizayn edildi. SOM-J Cruise.in menzili yaklaşık 300 km. ve iyi korunan hedeflere karşı etkili olacak. 
- Leopard 2 Tank; Alman Leopard 2 tanklarının geliştirilen versiyonu ana muharebe tankı olarak üzerine kompozit matriks zırh, 120 mm. top var. 
- F-16 Savaşan Şahin; ABD.den sonra Türkiye en çok F-16 filosuna (yaklaşık 270 uçak, bunların 87.si eğitim amaçlı) sahip olan ülkedir. F-16.yı aynı zamanda üretebilen Türkiye, kendi yerli savaş uçağı T-FX.i 2019.da Paris.teki Hava Gösterisi.nde tanıttı. Türkiye, T-FX hazır olana kadar F-16.ların yerini F-35.ler ile doldurmak istemektedir. 
- Type 209/214 Denizaltıları; Türkiye, 14 adet 209 tipi denizaltı ile Akdenizdeki en büyük denizaltı filolarından birine sahiptir. Bunların bir kısmı 2000.li yıllarda 
yenilendi, en eski 6 adedi ise 214 Tipi Reis sınıfı yeni denizaltılarla değiştirilmektedir. 
- B-61 Nükleer Bomba; Türkiye, kendi nükleer silahı olmamasına rağmen, Soğuk Savaş boyunca ABD taktik nükleer silahlarına ev sahipliği yaptı. Bu bombalar tamamen ABD.nin kontrolünde kullanılabilir. 

Türkiye insan sayısı itibarı ile NATO.nun ikinci büyük ordusudur. Ancak kuvvet ve kabiliyetleri ile NATO içinde üçüncü güçlü ve etkin ülkedir. 2018 yılında TSK.nın 
düzenlediği Efes Tatbikatı.na 24 ülke katıldı ve bunu NATO.da yapacak çok az ülke var. Terörle mücadele yanında son yıllarda yapılan sınırdışı birçok harekâtın sağladığı tecrübesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri sadece silah ve donanımı ile değil, etkinliği ile de bölgesinde önemli bir caydırıcı güçtür. Özellikle istihbarat teknolojileri alanında insansız hava araçlarını (İHA) kendisi üreten Türkiye, milli uyduları vasıtası ile de anlık istihbarat sağlayabilmektedir. Frekans atlamalı sistemler ile otomatik kodlama kullanılarak haberleşme güvenliği artırılmıştır. Sağlanan teknolojik gelişmeler etkinliği artırmak yanında milli üretim olmaları nedeni ile mühendis, analizci vb. gibi pek çok uzman kadronun da 
yetişmesini sağlamıştır. 

Türk Uçak Gemisi suya indi.., 

Mayıs 2019 başında suya indirilen TCG Anadolu için Savunma Sanayi Müsteşarlığı web sayfasında3 şu bilgiler yer almaktadır. Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi; Ege, Karadeniz ve Akdeniz harekât alanlarında ve gerektiğinde Hint Okyanusu (Arap Yarımadasının kuzeyi, Hindistan'ın batısı) ile Atlantik Okyanusu.nda (Avrupa'nın batısı, Afrika'nın kuzeybatısı) kullanılabilecektir. TCG Anadolu, bir Amfibi tabur ile gerekli muharebe ve destek araçlarını ana üs desteği olmadan kriz bölgelerine taşıyabilecek, hava araçlarının gece ve gündüz operasyon yapmasına olanak sağlayacak bir uçuş güvertesine sahip olacaktır. TCG Anadolu ile Türkiye; bölgesel güç aktarım kabiliyetini, orta ölçekli küresel güç aktarımına çevirebilecek tir. TCG Anadolu, Silahlı Kuvvetlerimizin envanterinde yer alan en büyük deniz platformu olacaktır. 

 Türkiye nin bir uçak gemisi üretmesi konusu 1990.lar da tartışılmaya başlandığında ben de Genelkurmay Başkanlığı.nda çalışıyordum. O dönemde çeşitli senaryolar dâhilinde Akdeniz bölgesinde tutulması düşünülmüştü. Ancak, ABD örneğine bakarak, uçak gemisi idame ettirmek kolay gözükmüyordu. ABD, bir uçak gemisi ile birlikte 17 gemiyi etrafında gezdirmek ve havadan korumak zorundadır. ABD Deniz Kuvvetleri, Soğuk Savaş boyunca genellikle üç öbek yapılanması ile hareket etti. Bu öbekler İran Körfezi/Hint Okyanusu, Pasifik ve Atlantik muharebe grupları halinde oluşturuldu. Bu yapının istisnaları 1990.larda ve 2011.de Libya ve harekâtında Akdeniz.de oluşturulan güç projeksiyonları oldu. Öbekler, gerektiğinde kriz bölgelerini takviye edecek, ileri üs kuvvetleri olarak görüldü. Ancak, Suriye krizinde olduğu gibi Doğu Akdeniz.e yanaştırılan uçak gemilerinin tek bir atış yapmadan kaybedilme riski vardır. Bu yüzden yeni bir strateji hazırlıyorlar4. 

 Ortadoğu ya son yıllara kadar girebilen tek uçak gemisi Amerikalılardı. Onlara Fransız ve Rusların yalnız uçak gemilerini dâhil oldu. ABD, 24 adet uçak gemisine Rusya, Çin ve Fransa ise birer tane büyük ölçekli uçak gemisine sahip. Fransız Charles de Gaulle gemisi 40 adet Dassault Rafale çok rollü savaş uçağı taşıyabiliyor. Rus Amiral Kuznetsov gemisi pek çok eksiğine rağmen, önemli bir askeri kabiliyet olmaya devam ediyor. TCG Anadolu bunların yanında küçük ölçekte kalmakta ama biz de diğer bazı orta ölçekli ülkelerle birlikte uçak gemisi olanlar grubuna katıldık. Temmuz 2017.de yerli yapım Korvet.ten sonra Türkiye kendi uçak gemisini yapma kararını açıklamıştı. TCG Anadolu, İspanyol Juan Carlos I modeli bir amfibi taarruz gemisi. Türkiye.nin uçak gemisi dikine inip kalkabilen 6 adet F-35 JSF savaş uçağı taşıyabilir. Ayrıca İtalya ile birlikte üretilen T129 silahlı helikopterlerini ve Chinook ağır nakliye helikopterlerini taşıyabilir5. 

 Türkiye.nin savunma programının gerisinde bölgesel ve bölge ötesinde bir güç projeksiyonu geliştirme planı olduğu değerlendiriliyor. Türkiye.nin Somali.de El Şaab.a karşı eğitim verdiği bir askeri üs yanında Katar.da da yeni bir askeri üs kurdu. Ayrıca, Irak ve Suriye içinde askeri unsurları var. Türkiye.nin deniz savunmasına yönelik girişimleri karşısında bölgesel rakipleri Mısır, İsrail ve İran olabilir. Türkiye.den sonra İsrail ve İran da kendi uçak gemilerini yapma ya da satın alma peşine düştü 6. 

Türk uçak gemisi üzerinde taşıdığı F-16.lar ile Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz.de Suriye, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Rusya.ya yönelik askeri senaryolar için güç projeksiyonu dâhilinde düşünülüyor. Katar.ı desteklemek için Körfez bölgesine gitme ihtimali de var. Ancak, sıkışık Doğu Akdeniz ve Ege Denizi coğrafyasında gezinmesi zor. Karadeniz.de Rus hava kuvvetleri karşısında bekasını koruması kolay değil. Bu yüzden füzeler, destroyer tipi gemiler, denizaltılar, uçaklar ve diğer silahlarla korunması gerekli 7. 

Kimler nükleer silaha sahip, neler oluyor? 

 1968 yılında imzalanan ve 1970 yılında yürürlüğe giren „Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT). ile o zamana kadar nükleer silah sahibi olanlar diğer ülkelerin bu tür silahlara sahip olması yasaklanmıştı. Topyekûn nükleer silahsızlanmayı başarmak için sıkı tedbirler getirildi ve 2003 yılında ilave protokol imzalandı. NPT, ilk beş nükleer güç ve 180'den fazla ülke için önemli bir taahhüttür. Ancak, 1970.den beri Hindistan, Pakistan ve İsrail nükleer silah edindiği halde Batılı ülkelerin tepkisi İran ve Kuzey Kore.ye yönelmiştir. ABD gibi büyük bir konvansiyonel güç ile hiçbir ülke baş edemez. ABD.nin isteklerine karşı gelmenin yolu ancak konvansiyonel silah menzilinin altında kalan (terörizm) 
ve üstündeki silahlar (kitle imha silahlarının kullanıldığı füze teknolojisi) ile mümkündür. Bu yüzden, İran ve Kuzey Kore gibi ABD karşısında kendini güvende hissetmeyen ülkeler nükleer silah teknolojisi edinmeyi aklına koymuştur. 
ABD ve Rusya kendilerinden sonra gelen ülkeden (Çin ve Fransa 250-300 adet) on kat daha fazla nükleer silaha sahiptir. Her biri toplam 4.500 nükleer silaha sahip olan ABD ve Rusya, 1.550 adet operasyonel olarak mevzilenmiş stratejik nükleer silaha sahip ve bunlar 700 civarında stratejik atma vasıtası (ICBM, SLBM ve bombardıman uçakları) üzerindedir 8. 

Bu vasıtalar Pasifik.ten Güney Kore, İran Körfezi ve Avrupa.ya kadar Amerikan üsleri, savaş gemileri ve denizaltılarında konuşlanmıştır. Nükleer silahların taşıdığı risk kullanıldığı füze ve savunma sistemleri ile de yakından ilgilidir. Nükleer silah üçlüsünü stratejik bombardıman uçakları, kıtalar arası füzeler (ICBM) ve deniz altı füzeleri (SLBMs) oluşturur. ABD.de yeni çalışmalar bunlardan ilk ikisinin elimine edilmesini yönelik tartışmaları getirdi. Minimalist plana göre nükleer silah sistemlerinin azaltılması öngörülüyor. Ancak bu avcının av olması sonucunu getirebilir 9. 
 ABD, son 50 yılda müzakere edilmiş nükleer silah anlaşmalarının çoğundan çekilmiştir. Örneğin nükleer silahların test edilmesini ve yenilerinin geliştirilmesini sınırlayan Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekildi. ABD, yer altı saklı hedeflere karşı B61-11 nükleer bombalarını test etmeye başladı. ABD Hava Kuvvetleri Küresel Saldırı Komutanlığı, Libya.ya gönderdiği üç adet B-2 bombardıman uçağı ile bu mühimmatı denedi 10. Bu deneme Whiteman Hava Üssü tarafından koordine edildi. Böylece ABD-NATO operasyonlarında mini-nükleer silahlar hem de bir insani yardım operasyonu içinde kullanılmaya başlandı. Diğer yandan NPT.e rağmen Hindistan'a yapılması önerilen anlaşmalar da nükleer silahların yayılması  nı önleme rejiminin altını oymaktadır. NPT'yi imzalamayan diğer ülkelere nükleer teknoloji veya kontrolsüz yakıt satılmıyordu. Bugün, ABD bu kısıtlamaları terk etme yolundadır. Bu durumda Suudi Arabistan, Brezilya, Mısır ve Japonya gibi NPT imzalayıcıları kendilerini kısıtlamaya devam etmek zorunda görmeyebilir. 

ABD savunma sanayinin günümüzdeki en büyük ihalelerinden birisi 100 milyar dolarlık yeni nükleer balistik füze üretimidir. Bu proje için iki dev firma çekişiyor; Northrop Grumman ve Boeing. Soğuk Savaş bittikten 30 yıl sonra tekrar Amerikan vergileri karaya konuşlu (ICBM) nükleer füzelere gidecek. Çok cimri olmasına rağmen Trump, gelecek otuz yılda nükleer silahlara yaklaşık 2 trilyon dolar ayrılmasına onay verdi 11. Bu onay için lobi kampanyasına sadece Northrop Grumman, 2018 yılında 5.6 milyar dolar harcamış. Onlardan daha fazla silah lobisi için para harcayan iki şirket ilginç; Amazon ve Apple. ICBM.lerin Soğuk Savaş.ta ne kadar gereksiz olduğu anlaşılmış iken, hava kuvvetleri nükleer iş istemiyorken, ekonomi kötüyken gene lobiler ülkeye yön veriyor. Modern kılavuz sistemlerinin isabet derecesi ve stratejik balistik taşıyıcıların kısa uçuş süresi nedeni ile yere 
konuşlu kıtalararası balistik füzelerin (ICBMs) ikinci bir reaksiyon göstermesi çok zordur. Yüksek vuruş kabiliyetli bu füzeler genellikle ilk vuruş için kullanılır ve bu önleyici darbe taktiği, stratejik istikrarın hep tehlikede olması demektir. 

Nükleer Silah Nasıl Üretilir? 

 Türkiye.nin nükleer silah konusundaki olası çalışmalarına odaklanmadan önce nükleer silah üretmenin zorluğuna değinelim. Bütün nükleer silahların yapılmasında, “atomlarına ve nötronlarına kolayca parçalanabilir ve zincirleme reaksiyon sonucu büyük bir enerji ortaya çıkaran” bir madde kullanılır. Nükleer silahlar için bu tür en uygun maddeler plütonyum-239 ve uranyum-235.tir. Uranyum doğada bulunurken, plütonyum bulunmaz. 

Doğal Uranyum zenginleştirilerek %90 oranında uranyum-235 haline getirilir. 

Bir nükleer bomba için 15-25 kg. yüksek düzeyde zenginleşmiş uranyuma ihtiyaç vardır. 

Plütonyum-239 ise nükleer reaktörde uranyum-238 yakılarak elde edilir. Ayrıca plütonyumun tekrar bir kimyasal işlemden geçirilmesi gereklidir. Plütonyumun 6-8 kg.ı bir nükleer bomba için yeterli olur. Tabi zenginleştirilmiş uranyum ya da plütonyumu yeterli miktarda üretmeniz yetmiyor, gerekli testleri yapmanız, atma vasıtalarını geliştirmeniz lazım. Her şeyden önemlisi NPT.ye rağmen nükleer silah üretmeniz için İran gibi uluslararası baskıyı göğüslemeniz lazım. 

Halen dünyada 300 bin nükleer bombadan daha fazlasına yetecek 1.830 metrik ton plütonyum ve 1.900 metrik ton yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu değerlendirilmektedir12. Nükleer silahların patlayıcı gücü ya atomlarını parçalayarak (fizyon) ya da birleştirerek (füzyon) ortaya çıkar. 

Fizyon için plütonyum-239 ve uranyum-235 gereklidir. Füzyon için ise hidrojen izotopları bulunduran döteryum veya trityum gibi çok küçük, hafif atomlar gereklidir. 

Bu yüzden, füzyon bombasına hidrojen bombası veya termonükleer bomba da denilmektedir. İlk nükleer testin yapıldığı 16 Temmuz 1945 tarihinden 2006 yılına kadar dünya genelinde iki binden fazla nükleer test yapıldı. 6 Ağustos 1945.de Hiroşima.ya atılan uranyum bombası ve 9 Ağustos 1945.de Nagazaki.ye atılan plütonyum bombasından bugüne nükleer silahlar henüz hiç kullanılmadı. 
Türkiye’nin nükleer silah yapma olasılığına yönelik şüpheler.. 

 Türkiye.nin (nükleer) atom bombası yapma olasılığı ile ilk şüphe 1966 yılında ABD istihbaratının hazırladığı bir rapora13 yansımış. Amerikan büyükelçiliği personelinin güvenilir (!) bir Türk bilim adamı ile yaptığı sohbete göre; Türkiye.deki Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü.nden, General Refik Tulga ve ODTÜ.de Fizik Profesörü Ömer İnönü ile atom bombası yapmaları için birlikte çalışmaları istenmiş. İstanbul.da kurulması düşünülen 200 mega-watt.lık nükleer reaktörde 300-600 ton kadar düşük dereceli uranyum üretilmesi 
planlanmış ama Türk yetkililer ABD.li görüşmecilere bunun barışçı amaçlar için olduğu söylenmiş. Ayrıca Amerikalılar 1959 ve 1960.larda ülkemizde konuşlu bulunan Honest John ve Jüpiter füzelerine iki ülke ilişkiler bozulduğunda Türkiye tarafından el konulmasından endişe duymuşlar14. Nitekim şimdi de İncirlik.teki 50 taktik nükleer silahın gerektiğinde nereye tahliye edileceğinin hesapları yapılıyor. 

 Ankara.nın nükleer silah edinme girişimine yönelik şüpheler yaklaşık 50 yıl sonra (2015 yılında) Alman istihbaratı BND.nin radarına takılmış. BND.nin hedefinde Türkiye.nin PKK ile mücadelesini baltalamak vardır ama emareler bulanık da olsa nükleer silah peşinde olduğumuz düşünülür. Türkiye sadece nükleer silah sistemleri değil atma vasıtaları da edinmek istemektedir. Bu emareler nelerdir? Türkiye önce büyük ölçekli bir sivil nükleer program başlatmıştır. 2011 yılında Rus şirketi ROSATOM ile 20 milyar dolarlık bir büyük nükleer reaktör anlaşması yapılır. İki yıl sonra 22 milyar dolara Japon-Fransız konsorsiyumu ikinci bir proje ilave olur; Türkiye, yerli personel ile başka bir enerji santrali yapacağını duyurmuştur. 

Buraya kadar her şey normal gözükürken, BND tarafından iki projenin de Türkiye.nin enerji ihtiyacından öte askeri nükleer seçeneğe kapıyı açtığı değerlendirmesi yapılır 15. BND.ye göre; Türkiye, İran.ın gittiği yoldan giderek uranyumu zaman içinde zenginleştirmek istemektedir. 

 Alman istihbaratı bu bilgiyi Mayıs 2010.da rapor eder. Rapora göre, Türkiye uranyumu zenginleştirmek için tesisler kurmakta ve sıkıştırılmış uranyum cevheri olan Sarıkek (Yellowcake) üretmeye başlamıştır. Türkiye.nin uranyumu Kosova ve Bosna-Hersek üzerinden el altından temin ettiği iddia edilmektedir. Ancak uranyum zenginleştirmek için santifirüj gerekmektedir. 

Bunun için Türkiyenin Pakistanlı nükleer kaçakçılar ile 1987 ve 2002.deki temaslarına değinilmektedir. 1998 yılında Pakistan başbakanı Nawz Şerif Türkiyeye nükleer ortaklık teklif etmişti. 

İsrail istihbaratı da işin peşindedir. İsrail başbakanı Netenyahu, 15 Mart 2010.da Yunanistan başbakanı Papaandreu.yu Türkiye.nin istediği her an nükleer güç olabileceği konusunda uyarır. Ankara.nın uzun menzilli füze programları da bu endişeleri destekler. 2012 yılında Türkiye.nin 1.500 km. menzilli bir füze testi yaptığı kaydedilir. Menzilinin 2.500 km. ye çıkarıldığı düşünülüyor 16. Böyle bir orta menzilli füze, nükleer başlık atmak için elverişlidir. 

Türkiye, Nükleer Silah Üretebilir mi? 

 Öncelikle şunu söyleyelim, topraklarımızda yaklaşık 70 yıldır zaten nükleer silah var. NATO.nun nükleer şemsiyesi altında, Soğuk Savaş.tan beri Amerikan B61 nükleer bombaları İncirlik Üssünde Ruslara karşı kullanılmak üzere depolanıyor. ABD.nin nükleer bombaları Avrupa.da Türkiye, Almanya, İtalya ve Hollanda.da bulunuyor. Beş ülkedeki B-61 varlığı açık bir gizli bilgi idi. Türk pilotlar gerektiğin de bu bombaları kullanmak için eğitildi. 2000 yılından itibaren Türkiye.den 40 tanesi çekilmiş ancak İncirlik.te hala 50 bomba olduğu söyleniyor. Bu uygulama İtalya.daki Ghedi Üssü.nde de yapılıyor. Türkiye, 2000 yılında B-61 bombardıman uçaklarına pilot vermeyi durdurunca uçakları İncirlik te sadece Amerikalı pilotlar kullanıyor 17. 

 Yakın bir zaman sonra bunların yeni modeli olan B61-12 bombaları ile değiştirileceği söyleniyor. İtalya.daki Aviano Üssünde B61-12 kabulüne başlanmış. 

Amerikalılar, Türklere güvenmediklerinden 12 rakamlı şifrelerini kendilerinde saklıyorlar. Zaten Türkiye de bu bombaları sahip olmayı hiçbir zaman istememiş. Çok ağır olan bu bombaların Türkiye.den kolayca çıkması ya da kaçırılması mümkün değil, Türkiye.nin yardımı gerekli. Amerikalılar için asıl risk, Türkiye.nin Rusya.ya yaklaşması. Türkiye, Rusyadan S-400 aldığı için, F-35 uçağı ambargosuna tabi tutuldu ama yeni nükleer bombalar için F-35 gerekli18. Ancak, ABD kaynakları S-400 ile F-35.in aynı yerde olamayacağında ısrar ediyorlar çünkü Ruslar, F-35.in gizli kalması gereken bilgilerine sızabilirler. 

 Cumhurbaşkanı Erdoğan.ın açıklamaları ile Türkiyenin NPTye rağmen kendi nükleer silahını geliştirme çalışmalarına başlaması uluslararası bir kriz doğurabilir. Amerikan basınında bu konuda artan makale sayısına bakılırsa; Amerikalılar, İncirlik.teki bombalara el koymamızdan ciddi ciddi korkuyorlar. Trump.ın son görüşmelerdeki gündem maddelerinden birisi de muhtemelen bir garanti istemekti. 

Türkiyenin atom bombası yapması için iki yol var. Birincisi zenginleştirilmiş uranyum ya da hazır bir bomba almak; bunun için adres Pakistan olabilir. Türkiye.nin nükleer silah yapacak yeterli teknik personeli var. İkincisi ise İncirlik.teki hidrojen bombalarına el koymak. Bu bombaların kullanılması için ABD 
kontrolündeki müsaade zincirinin harekete geçirilmesi gerekiyor. Ancak merak edilen soru şu? Türkiye, nükleer silahı ne yapacak? Türkiye.nin açıklamaları geçmişte İran.ın nükleer silah edinmesinden rahatsızlık üzerine idi. 
Ama Ortadoğu.da liderlik peşindeki Türkiye.nin hedefi olmaktan korkan asıl ülke İsrail olabilir. 

Sonuç.. 

 Ukrayna ve Suriye örnekleri bize üç şey öğretmektedir; dünyada hala tek taraflı askeri işgaller mümkündür, Amerika.ya dayanmak yerine kendi caydırıcı gücümüzü geliştirmek zorundayız (böylece daha değerli bir müttefik oluruz) ve NATO gibi ittifaklar hem önemli hem de çok bel bağlanamaz güvenlik örgütleridir. Bunları milli ve bağımsız bir savunma ihtiyacının önemini belirtmek için yazıyoruz. Nitekim Türkiye.nin uçak gemisini kendisinin üretmesi biraz lüks olmakla birlikte, hem savunma Sanayi ve hem de gemi inşa sanayi için olumlu yansımaları olacaktır. Yerlileştirilme oranın %60 olması KOBİ olan bazı işyerlerinin ayakta kalmasına vesile olabilir. TCG Anadolunun üzerine dikey havalanan uçakların 
kazandırılması bir kuvvet çarpanı etkisi yaratabilir. Deniz Kuvvetlerimiz için, operatif anlamdadır. Gemi sanayimiz için katma değerdir. Tersane ve işçi için deneyimdir. 

Nükleer silah edinmeye gelince, nükleer silah bir ülkeye güç kategorisinde terfi sağlar yani alt küresel güç olmaya geçebiliriz. Ancak, nükleer silah geliştirmek onlarca yıl sürer, milyarlarca dolar gerekir. Türkiye.nin nükleer silah üretimine başlaması her şeyden önce NPT Anlaşmasının ihlali ve yaptırımlar anlamına gelir. Türkiye.nin nükleer silah edinme programı İsrail.in ki gibi sessiz ve çabuk olmaz. İran.ın maruz kaldığı yaptırımlara maruz kalmayı göze almalıyız. Bunlar aşılır ama asıl mesele gerçekten bu silahlara ihtiyacımız var mı, harcanacak masrafa değecek mi ya da onca yaşanacak siyasi bedele? 

Ankara nın açıklamaları daha çok iç politikaya yönelik gözüküyor. Her şeye rağmen Türkiye, nükleer silah programı ile ilgili bir proje için alt yapısını gittikçe geliştirmelidir. İşe İncirlik.teki nükleer bombaları satın alarak ya da el koyarak başlayabiliriz. Hep Amerika el koyacak değil ya.. 

Türkiye nin kuvvet ve kabiliyet eksikleri, güç çarpanı (game changer) ve güç projeksiyonu yokluğu, kuvvet yapısı çalışmalarında yapılan ve yapılmakta olan hatalar ile ilgili söylenecek çok sözümüz var. Özellikle gerçekçi ve uygulanabilir bir savunma stratejisinin olmaması, stratejik öngörü noksanlığı, doktrin ve konsept alanında süregelen kopyacılık ve düşünsel boşluklar bu eksikliklerin ana kaynağı dır. 2015 yılı sonrası TSK.nın personel durumu ve ordu kültürünün uğradığı zafiyet kapatılan askeri okulların yeniden açılması ile bir nebze giderilebilir. Bunlara dış politika konularında yapılan ciddi hatalar, ideolojik eğilimli sübjektif hedefler üzerinden askerin enerjisinin harcanması eklenmelidir. 

Silahlı Kuvvetler üzerinden çözüm üretmek yerine yumuşak gücümüzü kullanmayı hala öğrenemedik. Bu konulara başka bir çalışmada yer vermeyi planlıyorum. 
 
DİPNOTLAR;

1 George ve Meredith Friedman, Savaşın Geleceği 21. Yüzyılda Güç, Teknoloji ve Amerikan Egemenliği, (Çev.) 
   E.Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2015), 34. 
2 Kyle Mizokami, How Dangerous Is Turkey's Military on the Battlefield? Diplomat, (October 12, 2019). 
3 Savunma Sanayii Müsteşarlığı; ttps://www.ssb.gov.tr/WebSite/contentlist.aspx?PageID=373&LangID=1 
4 Bryan McGrafh, What Should the New U.S. Maritime Strategy Look Like?, Hudson Institute, (January 7, 2014). 
5 Paul Iddon, Why in the World Does Turkey Want an Aircraft Carrier? (July 7, 2017). 
6 Iddon, ibid, (July 7, 2017). 
7 Michael Peck, Why Exactly Does Turkey Need an Aircraft Carrier? (July 9, 2017). 
8 Adam Lowther, Hunter Hustus: Don't Toss the Bomb, National Interest, (January 2, 2014). 
9 Adam Lowther, The U.S. Air Force For Dummies: Part II, Air Force Research Institute, (February 25, 2014). 
10 Michel Chossudovsky, America's Planned Nuclear Attack on Libya, Global Research, (March 25, 2011). 
11 Tom Z. Collina, Akshai Vikram, Why Are We Rebuilding the ‘Nuclear Sponge’? Ploughshares Fund, (November 6, 2019). 
12 Waheguru Pal Singh Sidhu, Nuclear Proliferation, in Paul D. Williams (Edt.) Security Studies: 
     An Introduction, Routledge, (New York, 2008). 
13 Document of the Week series, Foreign Policy is posting a copy of a Sept. 26, 1966, memo describing to then-
     Ambassador Parker T. Hart a troubling conversation Clarence Wendel, the U.S. minerals attache at the U.S. 
     Embassy in Ankara, had with a “reliable” Turkish scientist on Turkey.s nuclear ambitions. 
14 Colum Lynch, Turkey Has Long Had Nuclear Dreams, (November 1, 2019). 
15 Hans Rühle, Is Turkey Secretly Working on Nuclear Weapons? Welt am Sonntag, (September 22, 2015). 
16 Rühle, ibid, (September 22, 2015). 
17 Miles A. Pomper, Why the U.S. Has Nuclear Weapons in Turkey—And May Try to Put the Bombs Away, 
    Conversation, (October 25, 2019). 
18 Manlio Dinucci, Erdogan Wants the Bomb, Il Manifesto, (October 24, 2019). 

***

16 Mayıs 2020 Cumartesi

GÜNÜMÜZDE KİTLE İMHA SİLAHLARININ YAYILMASI, GÜVENLİĞİ VE KORUNMA YÖNTEMLERİ

GÜNÜMÜZDE KİTLE İMHA SİLAHLARININ YAYILMASI, GÜVENLİĞİ VE KORUNMA YÖNTEMLERİ 



Gizem Nur Tekin, 
Merve Doğan, 
Murat Efgan Kibar, 
Ayşe Nilgün Akın* 
* Kocaeli Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Kimya Mühendisliği Bölümü,41380, Kocaeli 


Kitle imha silahları (KİS), ya da nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar “ konvansiyonel olmayan silahlar” olarak sınıflandırılmıştır. Bu silahlar içerikleri, yapım araçları ve aşamaları, kullanım yöntemleri ve etkileri bakımından oldukça farklıdır.

   Nükleer Silahlar, yıkım gücü etkileri açısından çok daha büyük ve zararları kaçınılmaz olan silahlardır. Kimyasal ve biyolojik silahlar, kullanımları çok daha yaygın ancak askeri açıdan kullanılabilirlikleri çok daha kısıtlı kitle imha silahlarıdır. Nükleer silahlara karşı önlem almak neredeyse imkansızken; kimyasal ve biyolojik silahlara karşı önlem alınabilme imkanı mevcuttur.

Tarihten günümüze kadar kitle imha silahlarının yayılmasını önlenmek için bir çok antlaşma imzalanmıştır. 1993 yılında 187 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen ”Kimyasal Silahlar Konvansiyonu” ile bütün kimyasal silahların üretimi, geliştirilmesi, kullanımı ve stoklanması yasaklanmış olup gerekli düzenlemeler yapılmış olsa da, günümüzde olduğu gibi dünyayı ve ülkemizi tehdit eden durumdadır. Bilim dünyası ve güvenlik açısından günümüzde de oldukça
ön planda olan bu konu, tüm insanlık için önem arz etmektedir. Bu nedenle bu çalışmada kitle imha silahlarının yayılmasını önlemek amacıyla yapılan çalışmalar ve korunma yöntemleri hakkında literatür çalışmaları derlenmiştir.

1.GİRİŞ

Tarih boyunca dünya egemenliğine yönelen devletlerin, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için güçlerini sürekli şekilde arttırma ve diğerleri üzerinde caydırıcı hale getirme çabasında bulundukları bilinmektedir. Bu güçlenmenin en kısa yolu olarak ise, devletlerin silahlanma aşamasına girdiği görülmektedir. Ancak günümüz itibariyle de gündemde olan konulardan da anlaşılacağı üzere silahlanmanın aşırı boyutlarda olduğu gözükmektedir. Bu bağlamda kullanılmak istenen silahlar kullanıldıkları takdirde sadece yok edilmek istenen düşmanı değil
aynı zamanda tüm dünyayı etkileyebilecek kapasitede güçlü silahlardır. 

Bu silahlar genel kullanım adıyla bilinen kitle imha silahları yani, nükleer, biyolojik ve kimyasal olan silahları içermektedir.

Kitle imha silahları, savaş süresini kısaltarak teknolojinin de yardımı ile insanların geliştirdiği ve yıkıcı özelliğinin yanı sıra tümden yok etme özelliğine sahip güçlü ve etkileri çevre ve insan sağlığı açısından ciddi sayılabilecek nitelikte olan silahlardır.

2. KİTLE İMHA SİLAHLARINA GENEL BAKIŞ

Kitle imha silahları; konvansiyonel olmayan silahlar grubunda yer alıp, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar olarak nitelendirilir. Hem içerikleri, hem yapım aşamaları ve kullanım yöntemleri hem de etkileri bakımından bu silahlar birbirlerinden oldukça farklıdır. Konvansiyon, üzerinde bir anlaşmaya varılmş demektir ancak kitle imha silahları için askeri litaratürde ve genel ahlak kavramları içerisinde silah olup olmadıklarına dair bir anlaşma yoktur. Anlaşma olmamasının sebebi savaşında kendine özgü bir hukukunun, ahlaki ve etik
değerlerinin olmasındandır. Örneğin bir hastaneye ateş açmak, savaş etik ve ahlak değerlerine aykırı bir davranış olmasına rağmen kitle imha silahlarıyla yapılan savaşlarda böyle bir durum söz konusu değildir. Bu yüzden kitle imha silahlarının silah olup olmadığı konusu hala çekimser bir konudur.

Kitle imha silahlarının insan ve çevre sağlığına etkilerine bakılırsa, ciddi zararlara yol açabilen yani, milyonlarca insanın ölümüne çok kısa sürede neden olabilen ve bunun yanında çevreye de ciddi ve uzun yıllar boyunca geçmeyen etkiler bırakabilen silahlar olduğu görülmektedir. Örneğin, II. Dünya Savaşı’nda müttefiklerin 1400 bombardıman uçağı sortisi sonucunda 130.000 ile 200.000 kişi yaşamını yitirmiş olup, Hiroşima’ya atılan tek bir atom bombası 68.000 kişiyi öldürmüş, 76.000 kişiyi de yaralamıştır. İstanbul üzerinde patlatılacak 1 megatonluk bir hidrojen bombasının yaklaşık 470.000 kişiyi öldürebileceği ve 630.000’den fazla kişiyi de yaralayabilecek kapasitede bir bomba olduğu söylenmektedir [1].

Bu verilerden de anlaşılacağı üzere, tek bir kitle imha silahının yüzlerce, hatta binlerce, yüksek patlama gücüne sahip konvansiyonel silahtan daha fazla tahrip gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır.

2.1. Nükleer Silahlar

Madde atomlarının parçalanması (fisyon) ya da iki ayrı atomun birleştirilmesi (füsyon) yollarıyla açığa çıkan enerjiye nükleer enerji denir. Bu enerjiden yararlanma aşamaları sırasında silah olarak da kullanılabileceği fikri de oluşmuştur. Atom silahları ( nükleer) ve Hidrojen silahları ( termonükleer); iki ayrı yöntem ve iki ayrı isimle anılan nükleer silahların geliştirilmesine yol açmıştr.

Nükleer silahların en önemli özelliği, çok geniş bir bölgede canlı – cansız her şeyi tümden yok etme kapasitesine sahip olması ve zararlı etkilerini çok uzun bir zaman dilimi içerisinde dahi gösterebilmesidir. Nükleer silahlar açısından kritik olan diğer bir konu ise, nükleer teknolojinin aslında çifte kullanıma elverişli (dual-use) olmasıdır. Nükleer teknolojinin temel ham maddesi uranyumdur ve uranyum çeşitli aşamalar sonucu gaz haline getirilerek zenginleştirilir ve asıl amacının ne olacağı bu aşamada ortaya çıkmaktadır. Zenginleştirme işleminin belli bir oranda kalması yakıt üretimi anlamına gelirken, silah üretimi için daha
yüksek zenginleştirme oranlarına sahip olması gerekmektedir.

Tarihte ilk nükleer silah olarak Trinity olarak bilinen ilk nükleer deneme 16 Temmuz 1945 yılında yapılmış olup, 6 Ağustos 1945’te ise uranyum bazlı “ Little Boy” adlı atom bombası Hiroşima’da patlatılmıştır. Son olarak ise 9 Ağustos’ta Nagazaki üzerinde patlatılan plütonyum bazlı “ Fat Man” olmuştur.

Nükleer enerji, her ne kadar bilim ve teknolojik gelişim açısından bir dönüm noktası olsa da ülkelerin güçlü konuma geçmek ve yenilmez olmak üzere silahlar geliştirmesi sonucu dünya üzerinde ciddi zararlara sebep olmuştur. Nükleer silahlar, vücuttaki hücrelerin yapısının bozulmasına sebep olmuştur. Kontrolsüz hücre çoğalması meydana getirerek genetik bozukluklara sebep olmuştur. Nükleer silahlardan korunmak tamamıyla mümkün olmadığı bilinse de patlamanın olduğu yerden mümkün olduğu en kısa sürede uzaklaşmak ve en uzak mesafeye giderek perdeleme yapmak korunma aşamasında dikkat edilmesi gereken önemli faktörlerdendir [2].

2.2. Kimyasal Silahlar

Kimyasal özelliği nedeniyle öldürücü, yaralayıcı ve tahriş edici etkiler gösteren, sis ve yangın meydana getiren, insan, hayvan, bitki ve metallere etkili olan katı, sıvı ve aeresol haldeki kimyasallara denmektedir.

İlk kimyasal silah olarak 1936 yılında Alman kimyacı Gerhard Schrader, haşere öldürücüleri inceleyerek tabunu, iki yıl sonra ise tabundan daha zehirli gaz olan sarini bulmuştur. 

    II. Dünya Savaşı boyunca ise İtalyanlar, Macarlar, Japonlar, Fransızlar, İngilizler, Ruslar, Amerikalılar ve Almanlar ise hardal, fosgen ve benzer kimyasalları geliştirerek silah amacıyla kullanmaya çalışmışlardır. 

     Almanlar, 1943’te İtalya’da Bari limanını bombaladıklarında, ABD’ye ait gemide bulunan 2000  hardal bombasının patlaması sonucunda, 17 gemi batmış, yangınlar çıkmış ve hardal dumanları çevreye yayılarak askeri birlikler ve sivillere büyük ölçüde zarar vermiştir. Tarihte ismini sıklıkla duyduğumuz Nazi gaz odalarında yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan siyanür bileşiklerinden Zyklon B ve diğer gazların sebep olduğu ortaya çıkmıştır. Yakın tarihte ise, 16 Mart 1998 yılında Körfez Savaşı sırasında Kuzey Irak’taki saldırıda beş binden fazla insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. 

Kimyasal silahların yapımı, nükleer silahlara göre kolay ve ucuzdur. Ani ve uzun sürede çok geniş sahaları etkilemesi ve fark edilmeden öldürücü etkiye sahip olması tercih edilmelerinin sebepleri arasındadır.

Kullanıldıklarında, vücuda solunum, sindirim, göz ve deri yoluyla girerler ve kişilerin bu silahlardan etkilenme şiddeti maddenin cinsine, vücuda giriş şekline, miktarlarına, etkilenme süresine ve kişinin bünyesine göre değişiklik gösterebilir [3].

Türkiye tarafından 13 Ocak 1993 tarihinde Paris'te imzalanan "Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme"si ile kimyasal silahların kullanılmasının kısıtlandırılması ve insan – çevre sağlığı açısından güvenliğinin ve kontrolünün sağlanması amaçlanmıştır [4].

2.3. Biyolojik Silahlar

Biyolojik silahlar, yöneldiği hedefte bıraktıkları etkiler açısından, hastalığa neden olan mikroorganizmaların ve virüslerin enfekte etkisine sahip, nükleik asitler gibi kendilerini kopyalarak çoğalabilen biyolojik yapıların, bulaşıcılık ve hastalık yapma yeteneklerine bağlı olan silahlar şeklinde tanımlanmaktadır.

Günümüz itibariyle Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), NATO gibi bazı uluslararası kuruluşlar ve Biyolojik Silahlar Konvansiyonunun belirlemelerine göre 43 mikroorganizma (15 bakteri, 24 virüs, 2 mantar ve 2 parazit) insanlara karşı biyolojik silah haline getirilebilme özelliğine sahiptir. Biyolojik silahların en önemli özelliği ise kolay elde edilebilir ve ucuz olmasıdır. Temel ilaç endüstrisinde kullanılan laboratuvarların tamamı aynı zamanda birer biyolojik silah üretim merkezi olma özelliğine sahip tesislerdir.

Günümüz yakın tarihine bakıldığında 1981 yılında Vietnam ve müttefiklerinin Laos ve Kamboçya’da “sarı yağmur” (yellow rain) denilen mikotoksinleri kullandıkları görülmüştür. 2001 yılında ve 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında Amerika’da, mektupla gönderilen şarbon virüsü nedeniyle 23 kişi rahatsızlanmış ve 5 kişi de yaşamını yitirmiştir.

Biyolojik silahlar, kimyasal silahlara göre daha az tercih edilmesine rağmen nükleer silahlara oranla daha çok tercih edilmektedir. Bunun sebebi hem biyolojik silahların yapımının ve kullanımının kolay ve ucuz olması hem de biyolojik silahlarla yapılan bir saldırının tanımlanabilmesi nin oldukça güç olmasına karşın etkilerinin ve zararlarının oldukça ciddi boyutlara ulaşmasıdır [5].

Günümüzde de moleküler biyo teknoloji ve gen mühendisliği alanlarında meydana gelen gelişmeler aynı zamanda patojen bakterilerin ve toksinlerin, biyolojik silah olarak kullanılması bakımından daha da öldürücü biçimlere sokulabileceğinin ve geliştirilebileceğinin habercisi olmuştur. Bu yüzden bilim ve teknolojinin gelişimi insan yaşamı açısından hem olumlu hem de insan yaşamını sonlandırabilecek kadar olumsuz gelişmelere sebep olabilecek bir ufuk çizgisi oluşturmuştur.

3. SONUÇLAR

Tarihten günümüze kadar gelen sürece bakıldığında; bilim ve teknolojinin gelişimi hem insanlığı ileriki aşamaya taşımış hem de bu süreçte ciddi kayıplar ve zararlar sayılabilecek olaylara sebep olmuştur. Gelişen olaylar ve güce sahip olma isteği savaşların çıkmasına sebebiyet vermiş, insanlar, silahlar geliştirmeye başlamış; aslında yararlı gelişimlerde ve buluşlarda kullanılabilecek maddeler, insanları öldüren, çevreye zarar verebilen silahların üretilip geliştirilmesine sebep olmuştur. Bu süreçte birçok insan kaybının yanı sıra çevre ve hayvanlarda zarar görmüş olup, tüm insanlığa ve doğaya zararları dokunmuştur.

Günümüzde de gündemde olan savaş söylentilerinden yola çıkılarak gelecek nesillere, daha iyi daha güzel yaşam alanlarının bırakılıp sağlıklı bir toplum olabilmemiz için, kitle imha silahlarından korunma yöntemleri, üretimi ve bu konuda sahip olduğumuz sosyal ve hukuki haklarımız hakkında bilinçlendirilerek, bilinçli bir toplum haline gelmemiz gerekmektedir.

KAYNAKLAR

[1] Sibel Kavuncu, Nükleer Silahsızlanma Yolunda Start Süreci, Bilge Strateji, 5, 8, 2013, 119 – 148
[2] Rahmi Kumcu, Nükleer ve Kimyasal Silahlarda Savunma Teknikleri, NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı, İstanbul, 1 – 8
[3] Dinçer AY, Kitle İmha Silahları ve Alınacak Tedbirler, Yüksek Lisans Tezi, Gebze, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü
[4] Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşmenin Onaylanması nın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun, Kanun No 4238, Sayı 22960, 10.04.1997
[5] Ahmet Pınar, Biyolojik Silah Olarak Mikroorganizmalar, Hacettepe Tıp Dergisi, 41, 2, 2010, 97


***