26 Mart 2020 Perşembe

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 1



Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 1


Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. 


Prof.Dr.Sait Yılmaz

Hikâyemiz böyle başlıyor; 

“ Uzun süre bölünmüş bir imparatorluk birleşmeli;  Uzun süre birleşik kalmış olan ise bölünmelidir. 

Böylece o, var olmaya devam edebilir 1.” 

Böyle bir konuda makale yazmanın aslında gülünç bir iş olduğunu düşünüyorum. 
Okunan geniş bir literatür içinde bir tarafta genellikle kaybedenin kasvetli hikayesi, diğer tarafta ise kazananın abartılı methiyesi vardır. İkisi arasında gerçekte ne olduğunu sezmeye, elle tutulur kanıtlar bulmaya ve şansınız varsa kaybolmuş insanların yaşadıkları ile ilgili saklı ipuçları bulmaya çalışırsınız. Tarih öncesinin uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşanan hayatları ya da uzun istikrar dönemlerinin sessizliğini ve uyuşukluk çağlarını bir kenara bırakıyoruz. 
Barışta vergi diye tarlada çalıştırılıp, savaşlarda ordunun en önüne sürülmüş ama bir şekilde hayatta kalmış dedelerimiz, onları doğuran unutulmuş kadınlarımız hepsi bu hikâyenin içinde yer alıyor. 

Genel tarih ile ilgili bir makale yazmak için çok fazla okumuş olmanız gereği yanında hata yapma riskinizin çok fazla olduğunu bilmeniz gerekir. Çünkü tarihte neler olduğu ile ilgili tarihçilerin bilmediği pek çok şey var. Hz. İbrahim ile aynı dönemde yaşamış bir tacir, ilk Çin imparatoru Asoka ya da bir Eski Mısır köylüsü ile konuşsa idik, belki de tarih için çok farklı şeyler düşünmeye başlayabilirdik. Eski Yunanlılar nereden geldi? M.Ö. 1200-700 arasında bugünkü Yunanistan.ın kuzeyinde neler olduğu tıpkı Anadolu.nun milat sonrası ilk bin yılı gibi hala karanlık? Hz. İsa gerçekten yaşadı mı? Bu, Kilise tarafından bile tartışılıyor. 
Bazen „Bugünkü bilgilerimle Kanuni Sultan Süleyman’a danışman olsaydım, tarihi nasıl değiştirebilirdim’ diye düşünmeden edemem. Ama bir gün icat edileceğini bilmiş olsam da bir elektrikli tost makinesi yapamazdım. 

Dünya tarihine farklı şekillerde bakabilir hatta yazabiliriz. Yararlanmayı bilmediğimiz Antropoloji ile bunu yapabiliriz. Ama geçmişte pek çok tarihçi gibi kibirli Kadim Yunanlılar, Evliya Çelebi ya da Çin.e ulaşan Marco Polo da hikâyeler düzmeyi, pek çok şeyi abartmayı ya da uydurmayı seviyordu. Egzotik kıyafetler içinde gezmeyi seven Marco Polo.nun lakabı „Çalçene. idi. Amerika.yı bulan Kristof Kolomb, aslında okyanusta kaybolmuştu. Aslında sıradan insanlar için tarihin büyük bölümü kahramanlık destanı değil, açlığını yenmek için bir 
hayatta kalma savaşı idi ve pek çok utanç yaşandı. İmparatorluklar çağında da pek bir şey değişmedi. Batının askeri üstünlüğü ele geçirmesi ile birlikte yağma düzeninin yeni adı „Emperyalizm. ve „ Sömürgecilik. ( Akademik olarak bugün „Küresel Ticaret. tabiri geçerlidir) oldu. 

Batı kendini uygarlığın beşiği olarak görürken, diğerlerini küçümsemiş ve 
ötekileştirmiştir. Batılı tarihçi Edward Gibbon.a göre; Roma.nın çöküşü sonrası İslam.ın yükselişi, Moğol-Türk akınları ve Osmanlı ile temsil edilen Doğu.da, barbarlar bir devlet olmaktan ziyade denge (ortak güvenlik) nedir bilmeyen despot imparatorluklar kurmuşlardı. 

Barbarlar, sadece Roma.yı devirenler değil, genellikle 5.-15. yüzyıllar arasında yerleşik Avrasya halkları üzerinde baskı kuran göçebe, seyyar, akıcı kuvvetlerdi 2. Gibbon, barbarların etkinliğini 15. yüzyıla kadar Batının askerliğe gereken önem vermemesine dayandırmakta idi. 

Batıda bu önyargı hala devam etmektedir. Hâlbuki barbar dedikleri milletlerin mükemmel devlet teşkilatı, toplum dayanışması ve kendilerine has dil, din ve diğer kültür unsurları vardı. 

Tarihi anlamak; kendimizi, ülkemizi, küresel büyük resmi ve diğer rakiplerimizi daha iyi görmemizi ve anlamamızı sağlar. Yönetenlerin gerçeklerle bağlarını nasıl kopardıklarını, büyük siyasi gelişmelerin neden mutluluktan ziyade diktatörler ürettiğini ya da dünyanın bazı bölgelerinin neden fakir kaldığını anlarsak, bugünü anlamamız da kolaylaşacaktır. İnsanlık, etrafındaki dünyayı anlama ve ona şekil verme yeteneği sayesinde bugüne geldi. İnsan beceri ve düşüncesinin sürekli sıçrayan, takla atan hareketi ile gücümüzün ve nüfusumuzun boyutları 
arttı. Hayatımızın parlak yıldızı yani pusulası olan „insan bilinci. sayesinde keşfetmeye devam ediyoruz. Ama onbinlerce yıl sonra insanoğlu hala karnını doyurmaya, geçinmeye ve ailesine bakmaya yani hayatta kalmaya çalışıyor. 

Tarihin bize verdiği acı derslerden biri 2.500 yıllık demokrasi ve 250 yıllık insan 
hakları mücadelesine rağmen, birbiri ile mücadele eden imparatorluklar döneminin bugünün modern dünyasından daha az sorunlu ve istikrarlı olduğu dur. Birleşmiş Milletler kontrolündeki günümüz dünyasında açgözlü liderlerin yönettiği büyük devletlerin yağması daha sinsi düzeneklerle devam ediyor. Dünyanın büyük bölümünde olduğu gibi kendi ülkelerinde de insanların büyük bir kısmı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Savaşlar nitelik değiştirerek devam ediyor, ulus-devletler parçalanıyor, karanlık yani yönetilemeyen bölgelerden terör fışkırtılıyor. İşte bunlar, siyaset ya da devlet yönetimi sorunlarının binlerce 
yıl sonra gittikçe içinden çıkılmaz halde geldiklerinin göstergeleridir. 

Tarih değişmeye ve değiştirmeye hatta dönüştürmeye hızlanarak devam ediyor. Tarih, soyut ifadelerle yazılamaz; karakter, zaman dilimi ve eylem ister. Bazı şeyler insanın elinde değildir ama genellikle değişimlerin çoğu insanların seçimi ve kuvveti ile olmuştur. Doğru zamanda doğru yerde olmak önemlidir. 

1930 larda dünyanın en çok tanınan üç ismi; Atatürk, Charlie Chaplin ve Hitler idi. Bunlara ilave edilecek en yakın diğer isim Atatürkü örnek alan 
Mahatma Gandi, İngiliz emperyalizmine karşı koymak için Hindistana gitmiş ve tutuklanmıştı. Hitler örneğinde görüldüğü gibi, en büyüklerin bazıları aslında en kötüleridir. Yeni bir dünya düzenine giderken geçmişin bir muhasebesini başka bir bakış açısından yapmaya çalışacağız. Bu makalede, imparatorluklar ve uygarlıkların geçmişinden yola çıkarak bugüne ve geleceğe ilişkin sonuçlar çıkarmak istiyoruz. 

 Medeniyetler (Uygarlıklar) ve Bakiyeler.. 

Afrika.dan farklı yönlere dağıldık, bereketli yerlere geldik ama birbirimizden ayrıldık. 
Deri, göz, kafataslarımızda küçük farklılıklar ortaya çıktı. Bu farklılıklarda güneşi nasıl aldığımız, manyetik etkiler ve coğrafya koşulları da etkili oldu. İlk uygarlıklar anlaşılır şekilde büyük nehirlerin etrafında kurulmuştu; Çin (Sarı Nehir), Hint (Ganj), Mezopotamya (Dicle-Fırat) ve Mısır (Nil). Bu hem insanların açlık ve su sorununu çözdü hem de ilk Tarım Devrimini getirdi yani çiftçilik başladı. Bazı hayvanları tamamen tükettik, ehlileştirdik ya da dönüştürdük. Üzerine barajlar ve sulama sistemleri kurarak yön vermeye ve baş etmeye 
çalıştığımız doğaya ve çevremize zarar da verdik. Nihayet kabilelere, şehirlere, milletlere bölündük. M.Ö. 10.000.de binlerce farklı insan dünyası vardı. M.Ö. 2000.de ise sayıları yüzlere inmişti. İnsan toplulukları yakınlaşmaya başladığında birbirine şüphe ile bakmaya başladı ve paylaşım savaşları başladı. 

Mezopotamya Uygarlığı.nın (M.Ö. 6.000-300) merkez bölgesi Mezopotamya.nın 
(bugünkü Irak) alçak düzlüğü, yarı çevresi ise daha orta ve yüksek vadiler idi. Çevre bölgesi ise etrafındaki İran, Suriye ve hatta Anadolunun yüksek kesimlerine kadar uzanıyordu. Batı Uygarlığının (M.S. 400.den bugüne) merkez bölgesi İtalya.nın kuzeyi, Fransa, Almanya nın Batısı ve İngiltere olurken, yarı çevresi Orta, Doğu ve Güney Avrupa ile İber Yarımadası, çevresi ise Kuzey ve Güney Amerika Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve diğer bazı bölgeleri içine alıyordu. Her uygarlığın genişleme süreci merkez bölgede başladı ve zamanda çevre bölgelere ulaştı. İlginç olan sonradan ele geçirilen çevre bölgeler merkeze göre daha zengin ve daha güçlü oldular. Bu yüzden, genişleme döneminden çatışma dönemine geçildi. 

Nihayetinde çoğu uygarlığın genişleme hızı her yerde azalmaya başladı. 

Uygarlıkların çöküşü genellikle şu aşamalardan geçti 3; 


- Genişleme hızının düşmesi, 

- Artan gerilimler ve sınıf çatışmaları, 

- Gittikçe daha sık ve daha şiddetli emperyalist savaşlar, 

- Artan irrasyonellik, kötümserlik, batıl düşünceler ve diğer dünya arayışı. 

Bütün bu olgular önce merkez, daha sonra çevre bölgelerde ortaya çıktı. Genişlemenin azalması ve çatışma dönemi, çağın başka özelliklerinin ortaya çıkmasına neden oldu. 
Genişlemeye uyum sağlayan insanların düşünceleri ve sosyal örgütlenmeleri, genişleme hızı düşünce yeni duruma kendini uydurmada güçlük çekti. Bu da sosyal sınıflar ve siyasi kurumlar arasında şiddete yol açtı. 



Tablo 1: Eski (Kadim) Uygarlıklar & İmparatorluklar 



Not: Dünyada bugüne kadar irili ufaklı 74 eski uygarlık ortaya çıktığı tespit edildi ve bunların ömrünün ortalama olarak 330 yıl olduğu hesaplandı. Uygarlıkların çoğu 500 yıldan fazla yaşamadı. 

Kaynak: Larry Freeman, How Long Did The Ancient Civilisations Last? Owlcation, (June 9 2016). 

Mesele normal büyümenin sürdürülmesi idi ve bunun yapılması için düşüşü önleyecek olan bir sosyal sınıfın diğerini yenmesi değil, yeniden yapılanmanın sağlanmasıydı. Çatışma dönemindeki sınıf çatışmaları ve emperyal savaşlar uygarlığın küçülme hızını artırdı çünkü şiddet sermaye ve zenginliğin adil dağıtımını sağlamadı ve enerjinin verimsiz alanlara harcanmasına neden oldu. Çoğu uygarlıklarda çatışma döneminin hedefi Evrensel İmparatorluk oldu ama fetihler ile birlikte siyasi kurumlar azaldı. Sonunda tüm uygarlığı kontrol eden tek siyasi birim olarak tek bir muzaffer ortaya çıktı. Bu yüzden, ilk çatışmalar 
merkezde çıktığından, merkezin çevreden önce diğer tek bir devlet tarafından fethedildiği durumlar yaşandı. Böylece yarı çevre yeni durumda çevredeki başka bir devletin merkez bölgesi haline gelirken, eski merkez bölge genellikle yarı çevresi haline geldi. 

Clive Bell, 1928.deki makalesinde şöyle demişti; “Medeniyet, yansıtma ve eğitim sonucudur, yapaydır 4.” Medeniyet; uygar olma durumu, kibar (medeni) olmak; ise yapma durumudur. Medeni toplumlar medeni kişilerden oluşmalıdır ama bu kadar medeni olamazlar. 

Örneğin 17. yüzyıldaki XIV. Lui Fransası her yönü ile zengin, parlak, akıllı, muhteşem, güç merkezi, etki ve cazibe alanı idi ama medeni değildi. XIV. Lui Fransasının katı ve acımasız kültürü ülkeyi çöküşe getirdi. Giyotinle kafalar kesildi, Monarşi.nin yerini Cumhuriyet aldı. 

18. yüzyıl eliti kendi kendini seçmişti yani konumu durumsal dı ve düşüşe geçmesi uzun sürmedi. İnsanlar hayal kırıklığına uğradıklarında ve beklentileri karşılanmadığında bir çeşit kültürel kötümserlik içine girerler. Hatta kendi kültürüne karşı bir eğilime girer, alternatif olmayan bir nefret kültürü içinde hareket etmeye başlarlar. Bu yüzden medeniyet ile kibarlık ve medeni toplum arasında fark vardır. 

İnsanlık tarihinde yaklaşık 20 büyük uygarlık ortaya çıktı ve bunların on dördü öldü ya da ölmek üzeredir. İşgalciler onların uygarlıklarını önce güç kullanarak dağıttı, düşünceleri ile kültürlerini değiştirdi ve sonunda yuttu. On iki ölen ya da ölmekte olan uygarlığın altısı Avrupalılar tarafından imha edildi ve Batı uygarlığı kültürü içinde erimekteler. Bu uygarlıkların dışında, Afrika.dan Avustralya ve Amerika.ya sayısız halk da uygarlıklardan daha kolay bir şekilde yok edildi veya Batı uygarlığına asimile oldular. Geçmişteki kültürlerin çoğu, er ya da geç, onları tarihin çöplüğüne gönderecek acımasız imparatorluklara yem oldu. 

İmparatorluklar genellikle halkların kültür birikimlerinden mümkün olduğu kadar çok şey alan melez medeniyetlere dönüştüler. Tebaa halkları için bu dönüşüm epey sancılıydı çünkü kendi kültürlerinden acı içinde ayrılırken, imparatorluk seçkinlerinin onları “biz”in bir parçası olarak görmeleri on yıllar alabiliyordu. 

 İmparatorluk Kültürü.. 

Bir imparatorluğun kurulması ve sürdürülmesi, genellikle büyük kitlelerin katledilmesi ve geriye kalanların da zalimce bastırılıp yaşadıkları yerlerin kaynaklarının seçkinlerce sömürülmesi anlamına gelir. İmparatorluğun kuruluşu kendi için değil, kendinde iyidir. 
İmparatorluk, kendi başına güç temelinde değil, gücü hakkın ve barışın hizmetinde gösterme kapasitesi temelinde oluşur. Emperyal orduların bütün müdahaleleri zaten var olan bir çatışmaya karışan bir veya birden fazla tarafın ricasıyla olmuştur. Tıpkı günümüz ABD sinin Ortadoğuya davet edilmesi gibi, aslında bu şartlar oyun kurucu tarafından oluşturulmuştur. 
İmparatorluk kendi iradesiyle doğmuş değildir, aksine var olması istenmiş ve çatışmaları çözme kapasitesi temelinde kurulmuştur. İmparatorluğun yayılması, çözmeyi amaçladığı çatışmaların iç seyrine bağlıdır. O halde imparatorluğun ilk görevi kendi iktidarını destekleyen konsensüsler alanını genişletmektir 5. 

 Genel emperyal komuta aygıtı üç ayrı uğraktan oluşur6. Bunlardan biri içleyici, diğeri farklılık temelli ve üçüncüsü idaridir. 

İlki imparatorluğun yüce gönüllü, liberal yüzüdür. Irkı, dini ve diğer farklılıklarına bakılmaksızın herkes imparatorluk içine buyur edilir. Farklılıklar görmezden gelinerek, bir cehalet peçesi, evrensel bir kabulün yolunu açar. 

İkinci uğrakta ise farklılıklar oluşmakta dır. Farklılıkların bir zarar vermediği 
düşünülür, kültürel açıdan kutlanır, „çok kültürlülük. yalanı revaçtadır. 

Üçüncü uğrakta farklılıkların genel bir komuta kademesi içinde idaresi ve 
kademelendirilmesi yapılır. İmparatorluk genellikle bölünme yaratmak yerine var olan ya da potansiyel farklılıkları tanır, onları yüceltir ve genel bir komuta ekonomisi içinde düzenler. 

İmparatorluğun üç buyruğu şudur; içine al, farklılaş tır, yönet. 

İmparatorluk kurmanın zorlukları vardır. Öncelikle askeri olarak güçlü olmalı ve 
ittifak içinde bile olsa savaşların asıl yükünü çekmelidir. İkinci olarak, imparatorluk işgal ettiği ülkeyi doğrudan yönetemez. Orada kendi istekleri doğrultusunda ama yerel bir yönetim kurmalıdır. Geçmişte imparatorlar uzak yerleri yönetmek için onların yetkilerini kullanabilen vali benzeri kral naipleri göndermişlerdi. Örneğin Latin Amerika.da Visrualar İspanya Kralına bağlı idi ve her Visrua Krallıklara ve bölgelere ayrılmıştı. İspanyolların iki Visrualığı olan Yeni İspanya (Merkezi Meksika) ve Peru (Merkezi Lima).nın başında birer Visrua  bulunmaktaydı. İngilizler Hindistan.da, Almanlar Fransa.da ve Polonya.da, Amerikalılar ise Afganistan ve Irak.ta benzeri yönetimler kurdular ve bunun adı İngilizler için manda yönetimi iken Amerikalıların konsepti „ülke inşası. adını aldı. 

İmparatorluklar İngilizlerin Hindistan ve Irak örneğinde olduğu gibi işgal ettiği devlet topraklarında kendi yönetimlerini kurarken, bu yönetimin içine kendi adamlarını da koyarlar. 
Bu yüzden bunlara her ne kadar görünüşte ayrı ve bağımsız gibi gözükse de „uydu devlet. denir. Hegemonya ise uluslararası sistem içinde bir devletin diğerlerine hakim gelme durumudur. Hegemonya, işgalden ve doğrudan yönetimden ziyade ABD örneğinde olduğu gibi uzaktan etki ve kontrol ile diğerlerini yönetmeye çalışır. Diğer ülke içinde kurduğu örtülü ağlar yolu ile devlet ve halk arasında ya da devlet üstünde ağ örülür. Son 30 yılda yaşanan 
renkli devrimler yolu ile rejim değişiklikleri bu tür kurguların sonucudur. Ülke inşası, daha çok sivil sızmaların mümkün olmadığı ülkelerde askeri işgal sonrası yeni bir devlet yapısı kurmak için kullanılır 7. 

Başka bir ülkede yönetim kurmak, destekleyen imparatorluğun/büyük devletin 
kaynaklarını bitirebilir 8. Öte yandan uluslararası güç dengesindeki yeri, her zaman risk altındadır. Gücünüzün sınırları vardır ve rakipleriniz sizin karşınızdaki güç dengelerini geliştiriyordur. Öte yandan girilen savaş beklenen siyasi sonucu vermeyebilir ve işgal edilen ülkede dolaylı bir savaş içinde yıkıcı bir döneme girilebilir. İmparatorluğun her coğrafi bölgede müttefik ve ortaklara ihtiyacı vardır. Bunları destekleyecek bütçesi olmalıdır. 

İmparatorlukların bu yüzden bir oyun kitabı vardır ve genellikle şu sıra izlenir9; 

(1) Diğer ülkelerin davranışlarını şekillendirmek için ticari kolaylıklar sağlamak. 

(2) Tereddüt eden ülkelere ekonomik yardım yapmak. 

(3) Askeri yardımda bulunmak. 

(4) Danışmanlar göndermek. 

(5) Karşı koyamayacağı güç göndermek. 

Dört ve beşinciye gerek kalmadan durumu idare etmek ustalık işidir Çünkü askeri güce gerek kalmadan çözüm idealdir. Ama danışmanlar sorunu çözemiyorsa o zaman acil olarak itaat etmeyen ezici askeri güçle yola getirilmelidir. Roma lejyonerleri o yüzden seyrek kullanılırdı ama bir kez gittiklerinde sonuç alırlardı. 

Her imparatorluğun gücünün sınırları vardır. Tıpkı Romalılar ve İngilizler gibi 
Amerikalıların da ana sorunu demografidir. Mümkün olduğu kadar çok insan toplamak, köleleri yem yapmak, aldatma ve hilelere başvurmak, rakibi korkutmak için gaddarlıkta sınır tanımamak her savaşın temel unsurları arasında idi. Roma İmparatorluğu, 325'te sırf savaşa insana bulsun diye Hıristiyanlığı devlet dini kabul etmişti ama dini kontrolüne alan imparator Hıristiyan olmamıştı. Osmanlının korsanlar vasıtası ile kıyılardan köle kaçırmaları 1530-1640 arasında zirve yapmıştı. Bugün ise Amerikalılar, Avrupa.dan Asya ve Afrika.ya sürekli asker bulundurmak zorundadır. Nispeten küçük olan bu askeri birlikler, üstün silah gücü ile korunmalı ve gerektiğinde düşmandan hızlı davranarak takviye edilmelidir. 

Örneğin Irak.ta savaş esnasında 25 milyon insan yaşarken, Amerikan askeri sayısı en fazla 130 bin civarında idi. 

Sınıf ve dil farklılıkları olduğu için imparatorlukları içeride birleşik tutan, uzun süre ayakta kalmasını sağlayan bir birleştirici fikir ihtiyacı vardır. 

İmparatorlukların genişlemesinin arkasında din ve milliyetçilik uğruna insan enerjisinin kullanılması kadar, bulunan jeopolitik ortamın şartları da etkili oldu. İslam'ın yayılması ve bir imparatorluğa dönüşmesinin arkasında karşılarında savaşacak kadar güçlü bir liderin olmaması yani meydanı boş bulmaları vardı. Emevi Tarık Bin Ziyad, İberya'ya çıktığında Vizigot Kralının işgalden haberi bile yoktu. Kuzeyde iç isyanlar ve Atilla'nın askerleri ile savaşmakla meşguldü. Selçuklu sultanları Tuğrul ve Çağrı Beyler zayıflayan Arap dünyasının liderliğini 
ele geçirmek için İslam dinini ve özellikle Sünniliği seçmişti. Birleştirici fikir modern dönem imparatorları için „ideoloji. dediğimiz şeydir. Bugün dünyada geçerliliğini sürdüren üç ideoloji ise Kapitalizm, Sol ve İslamcılıktır. 

İmparatorluklar belirli bir süre ayakta kalabilirler. Türklerin olduğu gibi Çin.in de 
binlerce yıldır devlet mücadelesinin temelinde birleşmek ve yönetilemeyen bölgeleri yönetmek olmuştur. Bu, merkezdeki güçler ile coğrafya ve tarihten kaynaklanan önlenemez yıkılışların ve bölünmelerin hikâyesidir. Osmanlı, Çin ya da Rusya gibi imparatorluklar kendine daha güvenli sınırlar bulmak için sürekli genişlemek zorunda kalmıştır. Ne kadar toprak ele geçirirseniz geçirin sonunda imparatorluğunuzu yani yuttuğunuz halkları yönetemez hale gelirsiniz. Ya birileri er ya da geç kapınıza gelip, aynı gaddarlıkla sizi yok eder ya da isyanlar tamamen dağılmaya yol açabilir. Eğer iyi kontrol edilmezse bu yıkım felaket sonuçlar doğurabilir. Bu yüzden, makaleye şu cümle ile başladık; “Uzun süre bölünmüş bir imparatorluk birleşmeli; uzun süre birleşik kalmış olan ise bölünmelidir. 

Böylece o, var olmaya devam edebilir 10.” 

İmparatorluklar da eninde sonunda yıkılır ancak geride zengin ve kalıcı bir miras bırakırlar. Genellikle çökenin yerini yeni bir imparatorluk alır. Bir imparatorluğun çöküşü tebaa halklar için bağımsızlık anlamına gelmez. Büyük imparatorlukları yok eden faktörlerden biri içteki huzursuzluklar ve isyanlardır. İmparatorlukların büyümesinin önündeki en büyük engel sıradan insanların (halkın) korku nedeni ile liderlerini kontrol etme yeteneği oldu. 

Ancak, din, ırk, dil farkı gözetmeden insanlar paranın etrafında birleşebildiler. İnsanlığı birleştiren “para” ve “devlet” kavramlarının yanında her ne kadar bugün çoğunlukla, ayrımcılık, anlaşmazlık ve savaş kaynağı olarak görülse de “din” insanları birleştiren üçüncü unsurdur. Devlet, hala insan hayatının düzenlenmesi için tek çözüm oldukça, milliyetçilik ve din en büyük insanlık çelişkisi olmaya devam edecektir. 

 İmparatorluklar ve Savaşlar.. 

Tarih sık sık savaşlar ile bölünür ve akmak için yeni bir yön bulur. Ne kadar korkunç olsa da savaşların getirdiği çekişme sayesinde ortaya yeni icatlar çıkar, insanlar toplumlar hakkında daha derin düşünmeye başlar, bazı diyarların yok olması yenilerinin ortaya çıkmasını sağlar. Zorluklar hayatta kalanları daha güçlü yapar, güçlüklerle mücadele için yeni yöntemler, vasıtalar bulunur. Kasabaların birleşmesi ile kültürler melezleşir. Bazen savaşların veya yıkılmaların sonucunda yeni devletler ortaya çıkar. Hala hayatta olmak bazılarını göçe, yeni maceralara ve arayışlara itmiştir. Özetle savaşlar, şiddet ve yıkım getirir ama aynı 
zamanda teknoloji, dil ve fikirleri de yayar. Daha da önemlisi uluslararası düzendeki tıkanıklar ancak büyük savaşlar ile açılabilir. Tıpkı bugün ihtiyacımız olduğu gibi.. Dünya düzeni geçmişte 15 kez tıkanmış ve 11.inde yeni düzen büyük bir savaş sonrası kurulabilmiştir. 

Bugüne kadar insanlar, düşmanlarıyla baş etmek için üç yöntem kullandılar; 
savaşmak, kaçmak ya da düşmanını sevmenin bir yolunu bulmak. 
Savaşmak askerlerin işi idi, işgal edilen ülkenin halkına ise sonraki iki yol kalıyordu. 
Bu üç yöntemin hiçbiri de kayda değer bir başarı sağlamadı ve dünya hala düşmanlıklarla dolu. Düşmanlarla başa çıkma sanatında pek az ilerleme oldu. 

Bir kez düşman saptandıktan sonra propaganda yolu ile düşmanlığın körüklenmesine başvuruldu. Hitler demişti ki11; “Her gerçek milli liderin 
başarısı, başka şeylerin yanı sıra, halkının dikkatini bölmemeyi, bu dikkati tek bir düşman üzerinde yoğunlaştırmayı bilmekten geçer.” Düşmanların birbirilerinin bakış açısını gözlerini kapatmaya yönelten son derece yerleşmiş bir gelenek var. Bu gelenek var oldukça savaşların sonsuz kadar sürmesini engellemek mümkün değildir. 

Düşmanlıkların tarihinden yükselen en kuvvetli ses, düşmanlar arasındaki sessizliktir. 
Sessizlikler kırılabilir. Oysa düşman yaratma endüstrisi, insanın kurduğu en eski ve en verimli endüstrilerden biridir. Hammadde olarak onur kırıklığı ve öfkeden fazlası gerekmez, bunları aşama aşama katılaşmaya bıraktığınızda, nefretlerinin kölesi olmuş düşman üreticileri elde edersiniz. Düşmanlarını kendileri seçemezler se onların yerine başkalarını yapar. İkinci Dünya Savaşından 50 yıl sonra yeni bir milliyetçilik dalgası etnik hareketleri gömülü olduğu yerden çıkardı ve ulus-devletin bütünlüğünün dokunulmazlığına ilişkin modern düşünceye meydan 
okuyor. Geleceğin savaşlarının anahtarı devletlerde değil etnik milliyetçilik ve dini maske edinen terör örgütleri gibi küçük grupların elinde olacak. Ancak, bu işlerin arkasında gene devletler olduğu için Ukrayna.dan itibaren bu tür çatışmaların adına „melez savaş. denilmeye başlandı. 

Askeri tarihçi Quincy Wright, her bir savaşın süresini, kullanılan güçlerin 
büyüklüğünü, savaşa katılanların toplam nüfus içindeki oranını ve savaşta ölenlerin sayısını da dikkate alarak Avrupa.da savaşların aşağıdaki ölçeğe göre artmış olduğunu hesapladı 12; 

12. yüzyıl: 18, 
13. yüzyıl: 24, 
14. yüzyıl: 60, 
15. yüzyıl: 100, 
16. yüzyıl: 180, 
17. yüzyıl: 500, 
18. yüzyıl: 370, 
19. yüzyıl: 120, 
20. yüzyıl, 1945.e kadar: 3080. 

1945-1990 yılları arasında dünyanın çeşitli yerlerinde 160 silahlı çatışma meydana geldi. ABD nin kurulduğu günden beri kara veya deniz kuvvetlerinin aktif bir harekât yapmadığı süre toplam 20 yıldır. İngiltere, 1480-1945 arasında katıldığı 75 savaş ile Avrupa ülkelerinin en çok savaşan ülkesi oldu. İngiltereyi 72 savaşla Fransa ile İspanya (64), Rusya (61) izledi. Yüksek teknolojiye rağmen düşmanlarınızı yok etmek gittikçe güçleşmektedir. 

Geçmişte askerlerin öldürmek istediği düşmandan çok kendilerinden hoşnutsuzlukları, amaçları macera ve şerefti. Kahramanlık hikâyeleri, ganimet ve kadın peşinde yaşanan utançları maskeledi. Savaşanlar, sıradan varoluşun monotonluğu içinde boş yere aradıkları şeyi bulmuşlardı. Sun-Tzu.nun “düşmanı savaşmadan çökertmek başarıların en büyüğüdür” tavsiyesi çoğu kez unutuldu. Düşmanlarına kin duymak, hayatta olumlu hedefler edinmenin değişmez bir ikamesi oldu. Bugünün savaşları ise yüksek teknoloji sayesinde gerçek bir savaşı çok az temsil ediyor ve kahraman bulmak daha da güçleşiyor. Savaş sanatı askerlerin işi olmaktan çok mühendislerin maharetine kalıyor. 

Büyük İmparatorlukların Çöküş Nedenleri.. 

 Hollandalı biyolog ve düşünür Midas Dekkerse göre, (imparatorluklar için) çürüme ve düşüş gerekli idi ve bu yüzden üzülmemeliyiz 13. Ona göre zaten hayat, her şeyin yavaşça ölmesidir. Bu yüzden, toplumsal çürümeyi doğal bir süreç olarak görmeli, ilkellikle görgüsüzlüğü birleştirmemeli, hatta mücadele etmek yerine zevk almalıyız. Bu yüzden, Püritenlerin yolunda gitmeyip, kültürümüzü korumayı da dert etmemeliyiz. 

Tarih boyunca medeniyetler yuvası olan Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika arasında yaşanan güç çekişmeleri pek çok imparatorluğa misafirlik edecek gelişmelere neden olmuştur. Bunlardan en önemlileri içinde gördüklerimizin hikâyelerini özetle anlatalım14; 

- Asur İmparatorluğu; M.Ö. 900-612 arasında var olan dünyanın ilk gerçek 
imparatorluğu olarak çok etnik yapılı bir demografisi vardı. Zirve zamanında toprakları Bereketli Hilal (Mezopotamya, Suriye ve Doğu Akdeniz) ile İran ve Anadolunun bazı kısımlarını kapsıyor hatta Mısıra kadar uzanıyordu. Oldukça gaddar olan imparatorluğun tarihi savaşlarla geçti ve düşmanlarını yenmekten öte tamamen imha etti veya halkını geniş coğrafyasındaki uzak yerlere sürdü. Bu yüzden, Elamlar gibi pek çok eski millet tarihten silindi. Başarılarının sırrı Irakın kuzeyindeki dağlık kesimde bulunan değerli madenleri silah yapımında kullanmaları idi. İmparatorluk sürekli savaşlarla pek çok düşman edinmişti ve 
sonunda 612 de Ninovada koalisyon güçlerine yenilerek tükendiler. 

- Ahameniş Pers İmparatorluğu; M.Ö. 550.de Büyük Kiros tarafından kurulan 
dünyanın ilk büyük küresel imparatorluğudur. Dünya nüfusunun %44.ünü barındırıyordu ve bu oran bir daha aşılamadı. 400 yıl boyunca Ortadoğu, Orta Asya, Güney Asya ve Avrupa nın bazı parçalarına hâkim oldu. Başarının sırrı karmaşık nüfus içinde kültürel ve dini otonomiler 
verilmesiydi. Bu yüzden, çok az isyan çıktı ve Kiros.a “Allah’ın hizmetinde” unvanı verildi 15. 
Pers İmparatorluğu, ticaret için kullanılan pek çok yol sisteminden istifade etti. Standart bir resmi dil kullanıldı, bürokrasisi vardı ve sonraki imparatorluklara pek çok örnek uygulama bıraktı. M.Ö. 330.da Büyük İskender tarafından yıkıldı. Onlardan kalan ders; lüks ve zenginliğe dalan bir imparatorluğun sonunda yumuşak bir topluma dönüşeceği, eylemsiz tüm imparatorlukların çökeceği oldu. Pers İmparatorluğu, yıkıldıktan sonra dünyaya imparatorluk fikrini miras bıraktı. Bu kültür; yol şebekeleri, posta sistemi, imparatorluk için tek dil, belirli 
etnik gruplara özerklik vermek ve bürokrasi olgularını içeriyordu. Pers dini olan Zerdüştlük, Yahudilikten başlayarak İbrahimi dinlere hür irade, cennet ve cehennem gibi temel konseptlerin girmesine etki etti. 

 - Roma İmparatorluğu; Batı dünyası için uzun bir zaman mükemmel bir imparatorluk oldu. Yüzyıllarca hatta Bizans.ı da sayarsak, bin yıldan fazla geniş coğrafyaları elinde tutma başarısı gösterdiler. Bunu sadece zor kullanarak başarmadılar, fethettikleri yerlerdeki halklar Romalı olmak istedi ve karmaşık, şehirli, klasik Roma kültürüne katıldılar. Romalılar, Yunan kültürünü genişlettiler ve mimarisini, felsefesini ve bilimini nesilden nesile aktardılar. 

Hıristiyanlığı kabul etmeleri bu dini küçük bir mezhep olmaktan dünya dini olmaya taşıdı. 
Roma hukuku, Batıdaki tüm hukuk sistemlerini etkiledi. Roma kurumları, modern demokrasilerin yönetim sistemlerine ilham verdi. Roma.yı yıkan Alman kabilelerin işgalinden ziyade sürekli kriz ve sivil savaş sonucu iç bölünmeler ve kavgalar oldu. Doğu Roma ise 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü. 

 - Emevi (Arap) İmparatorluğu (Halifelik); Hz. Muhammed.in ölümünden sonra gelen dört halife Bizanslılar ve Perslilere karşı savaşarak, Roma.dan daha büyük bir İslam Arap İmparatorluğu kurmuşlardı. Bu Arap genişlemesi kısa süreli oldu ama Emeviler, Arap topraklarını hem genişletti hem de pekiştirdi. İslam.ı Ortadoğu.da sürekli bir güç haline getiren Emeviler, M.S. 661 de Muaviye ile iktidarı ele geçirdiler. Ülkeyi Şam dan yönettiler ve halifeliği üzerlerine aldılar. Emevi halifeliği döneminde, imparatorluk Kuzey Afrika ve İspanyadan bugünkü Özbekistan.daki Semerkand.a kadar uzanıyordu. M.S. 750.de Abbasi 
isyanı başarılı oldu ve imparatorluk parçalandı. M.S. 900.de siyasi olarak rakip hanedanların ortaya çıkması ile düşüş süreci başladı. 1258.de Moğolların başkent Bağdat.ı tahrip etmesi ile çöktü. Abbasiler yüzyıl kadar etkili olarak ülkeyi yönettikten sonra kurdukları medeniyet yeni gelenlere yenik düştü. Bölünen parçaları üzerinde Türkler, Persliler ve Berberiler tarafından 
pek çok sultanlık, krallık ve emirlik kuruldu. Arap İmparatorluğunun en büyük mirası bugün nüfusu bir milyardan fazla olan İslam dini oldu. 



Tablo 2: Son 1000 Yılda Neler Oldu? 

 - Moğol İmparatorluğu; Moğollar, savaşları kazanıp barışı kazanamadıkları için bir yerde sürekli yerleşemediler. Kendilerinden çok daha güçlü ve nüfusça büyük düşmanlarını yenerek dünyanın en büyük ve sürekli kara imparatorluğunu kurdular. Kurucusu Timuçin, 1206 yılında Cengiz Han adını aldı. Başlangıçta Çin.in parçalarını işgal etmekle meşgul olan Moğollar, komşuları olan ve İran, Afganistan ve Orta Asya yı kontrol eden Harzemşahlargönderdikleri elçilerinin öldürülmesinden sonra intikam için yüzlerini Batıya döndüler. Tüm dünyada toplam iki milyon Moğol olmasına rağmen, Orta Asya dan Orta Doğu, Rusya ve Çin e kadar geniş bir imparatorluk kurdular. Sadece Japonya ve Mısırda Memlüklü topraklarını işgal edemediler. Çok az nüfuslarına rağmen düşmanları na karşı büyük ve mobil bir ordu kurdular, sürülerini yanlarında taşıdılar ve at kanı içerek hayatlarını idame ettirdiler. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder