Malazgirt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Malazgirt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mart 2020 Perşembe

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 2

Uygarlıklar, İmparatorluklar ve Savaşlar.. BÖLÜM 2



   Böyle bir orduyu Çinliler bile kuramadılar. İşgal ettikleri yerlerde milyonlarca insanı öldürdüler, sonrasında kısa bir barış ve refah dönemi yaşadılar. Ancak, Moğollar imparatorluklarını yönetemediler. Önce dört hanlığa bölündüler ve zamanla daha da bölünerek, yok oldular. 

 - Selçuklu İmparatorluğu; Orta Asya.dan gelen Türkler önce Horasan.ı, sonra Pers ülkesini ve nihayet Irak.ı işgal ettiler. 1040 yılında Dandanakan Savaşı nda Afganistan ve Doğu İran.daki Gaznelileri yenerek yükselişe geçen Selçuklular, 1055.de Bağdat.taki halifeyi kuklaları haline getirdiler. Selçuklular; Sünni halifeliği, Şii Pers (Büveyh oğulları) hanedanı ve Haçlı seferlerinden korudular. 1071.de Malazgirt te Bizans İmparatorluğu.nu yenen Sultan Alparslan imparatorluğun sınırlarını İstanbul dan Çin sınırına kadar genişletti. 

Selçuklular zamanında Ortadoğu, özellikle Anadolu ve Azerbaycan Türkleşmeye başladı. Sünni İslam, Ortadoğuya hâkim olurken Şiilerin gücü ise azaldı. Selçuklar, Türk olmalarına rağmen Pers (İran) dili ve kültürü etkisi altında kaldılar. İslam dünyasında Arap kültürünün prestiji azaldı. 

Selçukluların güç merkezi İran.da idi ve İran devlet adamlığının pek çok geleneğini kabul ettiler. Fetih coşkuları onları artan şekilde Hıristiyan Avrupa ile çatışmaya götürdü. 

- Osmanlı İmparatorluğu; Türkler tarafından 1299.da Anadolu.da kurulan 
imparatorluk uzun ömrü ve geniş toprakları ile etkileyici bir tarihe sahiptir. Kısa sürede genişleyen imparatorluk 1453.de ele geçirdiği İstanbul.u başkent yaptı ve 1923 yılına kadar yaşadı. Osmanlılar; Sırpları, Bulgarları, Bizanslıları ve Macarları yenerek Balkanları ele geçiren ilk İslam devleti oldular. Bu ilk safhadan sonra doğuya dönerek Anadolu.daki çeşitli beylikleri ve bugünkü Irak.ın büyük kısmını ele geçirdiler. 1514.de Çaldıran Savaşı.nda Pers Safevi Devleti.ni yendiler. Asıl zafer, 1516-1517.de Mısır.da Memlukların yenilmesi oldu. 
Böylece sadece zengin Mısır.dan Suriye.ye kadar olan toprakları kontrol altına alma yanında kutsal şehirler olan Mekke ve Medine.nin bulunduğu Hicaz bölgesi de ele geçirilmiş oldu. Eğer 1529 ve 1683.deki meşhur Viyana Kuşatması.nda başarısız olmasa idi Orta Avrupa.yı da parçalara ayıracaktılar. Osmanlı İmparatorluğu.nun uzun süre yaşama başarısının arkasında pek çok faktör vardı. Bunlardan ilki doğrudan toprak kontrolü yerine yerel yöneticilerle birlikte çalışma ve işbirliği kabiliyeti idi. 19. yüzyıla kadar bu yerel yöneticileri yeterince sıkı bir şekilde kontrol etti. Osmanlının diğer stratejisi askeri gücünün Yeniçeri adı 
verilen, Hıristiyan köle ailelerinin çocuklarının eğitilmesi ile oluşturulması oldu. Devlet idaresinde Bizanslıların ayrıntılı ve başarılı bürokratik uygulamaları kullanıldı. 19. yüzyılın ortalarında düşüşe geçen imparatorluğu, Avrupalı güçler başka bir gücün özellikle Rusya.nın eline geçmesini önlemek için bir süre desteklediler. Osmanlı, esas olarak aşırı coğrafi büyüme ve yeniliklere uyum sağlayamama nedeni ile çöktü. 

 Modernleşme ve Batı Hegemonyası.. 

Küresel gücün merkezi, 1759 ile 1850 yılları arasında Avrupa.ya kaydı. 1900 yılında Avrupalılar dünya ekonomisinin ve topraklarının çoğunu kontrol ediyordu. Hâlbuki 1770.de Avrupalıların, Müslümanlara, Hintlilere ve Çinlilere karşı belirgin bir teknolojik üstünlüğü yoktu. Avrupa.nın böylesi bir potansiyeli geliştirmesinin altında modern bilim ve Kapitalizm yatar. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar pek çok boşluğu olan haritalar yapmaya başladılar. Kırılma noktası, 1492.de Kolomb.un İspanya.dan batıya doğru yelken açarak, Doğu Asya.ya giden yeni bir yol arama macerasına giriştiğinde gerçekleşti. Amerikanın keşfi  Bilimsel  Devrimin temelinde yer alır çünkü Avrupalılara güncel gözlemlerin, geçmiş geleneklerden daha doğru olduğunu öğretmekle kalmamış, onları yeni coğrafyalara, yeni bilgilere ulaşma yolunda hırslandırmış, hatta ateşlemiştir. 

Modern Avrupalılar için imparatorluk kurmak bilimsel bir projeydi, bilimsel disiplini oluşturmak da emperyal bir proje. Avrupalı fatihler, edindikleri yeni topraklara ait bilgiler konusunda yerel halktan bile daha donanımlı olabilmeyi becerdiler. Bu sayede onları yönetebildiler ve kaynaklarını sömüre bildiler. 

Bunu yaparken halkı, onların da yararına çalıştıkları konusunda inandırabildiler. Ne var ki ansiklopediler, beyaz adamın getirdiği iyiliklerinden çok kötülükleri ile ilgili hikâyelerle doludur. Tam üç yüz yıl boyunca Avrupalılar, keşfedip feth ettikleri yerlerden edindikleri zenginlik ve başardıkları bilimsel ilerlemelerle Asya.yı aralarında bölüştüler. İngilizlerin kurguladığı modernite, Batı uygarlığı 
olarak, tüm dünyanın örnek aldığı bir yaşam biçimi olarak genel kabul gördü. Avrupalı olmayan kültürler ancak 20. yüzyılda gerçekten küresel bir vizyon edinebildiler. 

 Modernite, insanı merkeze koyan ve Rönesans, Reform, Aydınlanma süreçleriyle el ele giden bir süreçtir. Aklı mutlaklaştırmış, bireyi merkeze koymuş, dünyanın aklın koyduğu kurallar ile daha iyi bir şekilde yönetileceğine inanmıştır. Modern; batılı, bilimsel, sanayileşmiş ve güçlü; öte yandan da insani, katılımcı ve demokratik anlamına gelmektedir. 
Modernizm ise aklın, aydınlanmanın, modern bilimin ve Batı.nın bir ürünüdür. Avrupa, ''modern'' kültürü temsil etmektedir. Bu kültür; akılla, hukukla kurduğu fizik, kimya, şehir, belediye, sanat, demokrasi haklarını ifade etmektedir. Avrupa modernliğinin doğuşuyla, insanlık dünyadaki gücünü keşfetmiş ve kendine biçtiği bu değeri akıl ve aklın potansiyeline ilişkin yeni bir bilinçle bütünleştirmiştir. Modernite, temel olarak akla uygunluk ve akılcılık ile kaostan kurtulan düzeni ifade etmektedir. Daha fazla akla uygunluğun daha düzene sahip bir toplum yaratacağı varsayımına dayanmaktadır. Modernlikle beyinler ve bedenler kökten 
dönüştürülmüştür. 

 Dünya tarihinin hemen her devrinde tüm uluslararası sistemi ve güç dengelerini kendi değerlerine göre yeniden biçimlendirecek kuvvet, irade ve moral güce sahip olan aktör(ler) ve ilkeler ortaya çıkmıştır. Dünya tarihine bakıldığında 15. yüzyıldan itibaren deniz güçlerinin dünya ticaretinden aldığı pay ile orantılı olarak güç dengesinde öne çıktığı görülmektedir. 15. yüzyılda Portekiz, 16. yüzyılda İspanya, 17. yüzyılda Hollanda bu kategoride sayılabilir. Uzak 
Doğu.dan dönen gemiler Hindistan.dan baharat, Çin.den ipek getiriyordu. Ancak demirin bulunması ile birlikte demir-çelik endüstrisine hâkim olan İngiltere.nin dönemi başladı16. 18. yüzyılda Fransa ile birlikte öne çıkan İngiltere hegemon güç konumunu 1945.lere kadar sürdürmüştür. ABD, ancak 1898 yılındaki İspanya Savaşı sonrasında büyük güç konumuna gelerek hegemonya için yarışa dâhil olmuştur17. 

 İngiliz Hegemonyası.. 

 Modern dünya sisteminin ilk hegemonik gücü İngiltere idi. İngiltere.nin büyük bir güç olarak ortaya çıkışı aslında Napolyonun istemeden verdiği bir hediye idi. Kuzey Amerika.ya yenilen İngiltere.nin o dönemde deniz gücü diğer Avrupa ülkelerinin donanmaları ile kıyaslandığında bir üstünlüğe sahip değildi. Napolyon.un ilk döneminde Fransız donanmasının Trafalgarda yok edilmesi ve Waterloo da kara savaşında yenilmesi, İngilizlere en az birkaç nesil üstünlük imkânı verdi. İngiliz deniz üstünlüğü, 19. yüzyılda önce Kuzey Atlantikte onun küresel bir güç olmasına yol açtı ve Hint ve Pasifik Okyanusuna giden ticaret 
yollarını kontrol etmesini sağladı. Bu ticaret şansının getirdiği ekonomik zorunluluklar, Sanayi Devrimi ile birlikte Avrupa.da siyasi ve askeri liderliğini pekiştirdi. 

 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Birinci Dünya Savaşı.na kadar küresel bir 
imparatorluk olan İngiltere, bu gücünü korumak için kendisine büyük maliyet getirecek Avrupa içi savaşlardan kaçındı. İngiltere, küresel güç olma özelliğini imparatorluğu üzerinde inşa ettiği dört temel faktöre borçluydu 18; 

 - Sanayi Devrimi.nin öncüsü olarak teknolojinin imkânlarını ekonomik gelişme için kullanma yeteneğine sahip olmak. 

 - Dünyanın her tarafındaki denizlerde üstünlük sağlayabilecek kapasitede büyük bir deniz gücüne sahip olmak. 

 - Stratejik ticari amaçlarla Ortadoğu (Aden, Mısır, Kıbrıs) ve Uzakdoğu (Hindistan, Singapur) işgal edilen bölgelerin yanında gözü doymaz İngiliz göçmenlerinin aracılığı ile imparatorluk topraklarına katılan Avustralya ve Kanada gibi bölgelerin İngiliz ekonomik ve siyasi sistemine entegre edilmesi ve son olarak; 

 - Büyük miktarda ham madde ve yiyecek maddesini kendine çeken ve büyük 
miktarlarda demir, tekstil ürünleri ve mamul malları dışarı veren dev bir “körük” gibi çalışan ekonomisi ve bu ekonominin verdiği ticaret hacmi ve mali alanlardaki örgütlenme yeteneği. 

 İngilizler, modern dünyayı kurdular. Montesquieu gibi Fransız Aydınlanması 
düşünürlerinin ilham verdiği temsili demokrasiye dayalı İngiliz kurumları diğer Avrupa devletlerine örnek oldu. ABD.nin kurucu temelleri olan liberalizm, hukukun üstünlüğü, sivil haklar ve ticaret de İngilizlerin mirası idi ve tüm dünyaya yayıldı. Bu olgular, aynı zamanda İngiliz İmparatorluğunun büyümesine vasıta oldu ve finansal üstünlüğü ve deniz gücü ile beslendi 19. Başarısının sebebi ordusunun büyüklüğünden çok teşkilatlanma yetenekleri ve mali kaynaklarında saklı idi. Örneğin, Hindistan.ı para ile satın aldığı Hintli askerlerle işgal etti ve yine maaşlarını ödediği Hintli memurlarla yönetti. Askeri alanda aynı anda çoklu savaşlara girme ve nadiren kaybetme başarısı gösterdi. 

 19. yüzyılda sömürgecilik, Batı sanayileşmesinin ve Kapitalizminin ihtiyacı olan 
başka ülkelere ait kaynakların ele geçirilmesi için savaşları normal karşılıyordu. 1911.de dünyanın en büyük donanmasına sahip olan İngiltere, petrolün bulunması ile gemilerinin yakıtlarını kömürden petrole çevirdi ve petrolün yeni bulunduğu Ortadoğu bölgesi o zamandan beri emperyal güçler için yaşam alanı haline geldi. İngilizler, çıkarları, küresel düzen ve Avrupa sistemi gibi pek çok şeyi birden korumak isterken yorgun düştüler ve kaynaklarını bitirdiler. İngiltere, 1939 yılında dünyanın dörtte birini ve dünya nüfusunun beşte birini kontrol altında tutuyordu. Savaştan kısa bir süre sonra İngiliz adaları dışında ufak tefek 
birkaç yer kaldı ve Kuzey İrlanda.da ayaklanma başladı. İngiltere, Soğuk Savaş yıllarını emperyal güçten geri çekilme süreci olarak geçirdi ve son 20 yıldır Avrupa kıtası ile ABD arasında kendine bir yer bulmaya çalışıyor. 

Tarihçilere göre İngiltere, imparatorluğunu uyumlu olmayan düşünceler içinde kurdu. 

İngiliz tüccarlar dünyayı fethetmek istiyordu. Azalan yün ticaretinin yerini pamuğun almasından endişe ediyorlar ve İngiliz tekstil sanayi için önemli olan materyallerin ılık iklimlerden getirilmesini istiyorlardı20. Bu ihtiyaç, diğer egzotik ticaret eşyaları ile birlikte İngilizlerin Karayip adaları ve Kuzey Amerika.da ticaret üsleri ve koloniler kurmasının nedeni oldu. Deniz kuvvetlerini gelişmesi ise Hindistan ve Asya.da İngiltere için yeni fırsatlar sağladı. 

Bu genişleme sürekli tekrar etti ve 20. yüzyılın başında dünya karasının %22 sini kontrol ediyorlardı 21. 

Bu sadece kontrol etmekle sınırlı değildi, dünya ticareti de elindeydi 
ama Almanya.nın rakip güç olarak ortaya çıkışı çöküşünü hazırladı. Sonuç iki dünya savaşı sonda hegemonyanın ABD.ye devredilmesi oldu. 

 Amerikan Hegemonyası.. 

 1870.lerde başlayan Almanya ve ABD arasındaki küresel rekabet ancak, İkinci Dünya Savaşında Almanya.nın yenilmesi ile sona erdi. ABD.nin yükselerek küresel hegemonyayı ele geçirmesi 1873.ten itibaren İngilizlerin hegemonya yarışında gerilemesi ile başlayan uzun bir süreç sonunda oldu. ABD; iç savaşını sona erdirerek, Almanya ise ulusal birliğini sağlayıp Sedan.da Fransa.yı yenerek istikrarlı bir siyasi yapı oluşturmuşlardı. 1914 yılına kadar olan dönemde ABD; çelik ve otomobil, Almanya ise kimya sektöründe başlıca üretici konumuna 
gelmişti22. Sonuçta, İngiliz hegemonyası inişe geçerken onun halefi olabilmek için yarışan ABD ve Almanya arasındaki mücadeleyi İkinci Dünya Savaşı.nın sonunda ABD kazandı. 

Almanya, uygarlığın çevresinden ABD ve dışından Sovyetlerin merkeze yardıma gelmesi ile yenildi. ABD bu tarihten sonra uyguladığı güvenlik politikaları ile uluslararası sistemde yeni bir yapı oluşturulmasında genellikle inisiyatifi elinde tutan taraf idi. İngilterenin Sovyet tehdidine karşı ABDyi Avrupa.ya davet etmesi ile ABD merkezli dünya gücü ortaya çıktı. 

Amerikan sanayi üssünün yarattığı deniz gücü, 20. yüzyılın başında İngilizleri 
geçmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD hegemonyasının genişlemesi Bretton Woods anlaşmaları yoluyla dolar hegemonyasının kuruluşu ile bağlantılı idi. Dolar, bütün değer Standartlarının istikrarını sağlayacaktı. 1960.lı yıllara gelinirken bu model genişletildi ve mükemmelleştirildi. Bu dünya çağındaki kapitalizm reformunun Altın Çağı idi 23. Modernizm ise, Üçüncü Dünya Ülkelerinin iç politikası bakımından, ABD hegemonyasının sorunsuz bir 
şekilde sürmesini en iyi sağlayacak mekanizmaları saptamak ve bu ülkelerin politika uygulayıcılarına tavsiyeler vermek için kullanıldı. Diğer ülkelerde, istenen siyasi gelişmenin önerdiği sosyal düzenin oluşturulması, ABD müdahale sistemi içinde; devlet-yapma (state-building), ülke-inşası/ulus-yapıcılık (nation-building), kurum-yapma, bürokrasi-yapma gibi rollerin doğmasına yol açtı 24. 

ABD, İngiltere.den miras aldığı strateji gereği her zaman müttefiklere ihtiyaç duydu ve onları bölgesel düşmanlarına karşı kullanmak için takviye etti. Bu müttefiklere ancak kendi kendilerini savunabilecek kadar yardım etti25. Bunun adı, değişmez ABD stratejisi olan „güç dengesi. oldu. Bu ülkeler hegemonya potansiyeli olan ülkelerin çevresinden seçildi. ABD yardımı alan tampon ülkeler için rasyonel strateji kendi gücüne dayanmak ve eğer yapabiliyorsa savunma yükünü diğerlerine yüklemektir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Harry Truman şöyle demişti26; “Dünya tarihinin şimdiki anında hemen her ulus alternatif 
yaşam tarzlarından birini seçmek zorundadır.” Bugün de böyle bir yeni tercihe gidecek dünya düzenine yol alıyoruz. ABD.nin düşman ülkelere yönelik stratejisi „çevreleme. oldu. 

 ABD, özellikle askeri bakımdan dünyanın en güçlü ülkesi olmakla birlikte, bu güç liberalizme dayalı İngiliz hüneri ile kıtasal kaynakları birleştirerek ortaya çıktı. Romalılar gibi cazip bir kültüre sahipti. Moğollar gibi topyekûn yok etme kabiliyeti, Araplar gibi evrensel bir ideolojileri vardı. Persliler gibi farklı kültürleri birleştirebilirdiler ve farklı coğrafyalar arasında bağlantı kurabildiler. Henüz Batı Uygarlığı.nın önceki pek çok uygarlık gibi yoluna devam edip etmeyeceği, dördüncü bir çatışma dönemine girip-girmeyeceği belli değil. 

Ancak, önceki örneklerine bakarak bu çatışmanın değişmez dört kaynağının sınıf çatışması, savaş, irrasyonellik ve hızı azalan gelişme süreci olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreç, diğer uygarlıklara olduğu gibi ya çürüme, gittikçe zayıflama ve sonunda başka bir uygarlık tarafından işgal ile sonuçlanacak ya da yeni bir genişleme dönemi için gerekli şartlar yeniden oluşacaktır. 

 Çin Halk Cumhuriyeti.. 

Çin aslında bir adadır; sadece doğu kanadı denizlerle çevrili olmasına rağmen diğer sınırları dağlar, geçilmez ormanlar ve kullanılamaz kara topraklarından oluştuğundan Çin.i bir kabuk gibi korumaktadır. Çin iki parçaya ayrılabilir; Çin.in kalpgâhı ve etrafındaki Çinli olmayan tampon bölgeler. Çin.in üç ana stratejik güvenlik sorunu bulunmaktadır 27; 
İç Güvenliğin muhafazası, dışarıdan ham madde ithaline bağlı ihracatın sürdürülmesi, tampon eyaletler üzerinde kontrolün devam ettirilmesi. Çin.in iki tampon bölgesinde durum karışıktır. 
Tibet ve Doğu Türkistan.da (Uygur) bazı unsurlar Han Çin.i işgaline karşı kararlı bir şekilde direnmektedir. Çin bu bölgelerin kaybının Hindistan.ın Himalayaların kuzeyine çıkmasına yol açacağından endişe etmektedir. 

 Normal olarak bir güç büyürken, etrafındaki ülkeleri tampon olması için işgal eder; Çin bunu zaten yaptı (Doğu Türkistan, İç Moğolistan, Tibet, Hong-Kong vd.) ve öyle büyük bir toprağa sahip ki, bir yerleri işgal etmeden hegemonyasını geliştirmesi ona büyük bir avantaj sağlamaktadır. Çin, barışçı yükselme stratejisi ile hegemonya heveslerini kamufle etmeye çalışmaktadır. Çünkü geliştirdiği kabiliyetler savunmaya yönelik değil, saldırgandır. 

Her ne kadar uluslararası alanda düşük profil göstermeye dikkat etse de, Çin, yeri geldiğinde komşularına karşı bir şekilde güç kullanmakta tereddüt etmemektedir. Çin.in “barışçı yükselme” stratejisi, Sun-Tzu.nun “savaşmadan kazanma” stratejisinin modern versiyonudur. 

Çin için 19. yüzyıl „utanç yüzyılı. idi ve ülke dış politikası her ne kadar uluslararasıcı ve katılımcı olsa da geri planda Batıya karşı kin ve tarihi düşmanlıklar saklıdır. 

Çin Atasözü “ Ulusal saygı ancak savaş ile kazanılır (guojia zunyan shi da chulai de)” demektedir 28. Son yıllarda kendi politikaları, performansı, kimliği ve kültürünün cazibesine diğer ülkeleri inandırmak için yumuşak gücünü de geliştirmektedir. Çin, siyasi rejimi ne olursa olsun dünyadaki tüm ülkeler ile siyasi dostça ilişkiler ve ekonomi paketleri yolu ile bağlar kuruyor. Ancak Çin, temel çıkarlarına dokunduğunuz anda askeri, diplomatik ve ekonomik yönden zorlayıcı politikalara dönüyor. Bu temel çıkarlar; Tayvan, Sincan, Tibet ve 
komşuları ile olan özellikle deniz egemenlik sorunlarını içeriyor. Çin.in amacı Güney ve Doğu Çin Denizinden başlayarak Batı Pasifik.teki ulaştırma hatlarını kontrol altına almak ve sonra bu kontrolü diğer komşu denizlere yaymak, bunu yaparken de ABD yi bu denizlerden uzaklaştırmak olarak özetlenebilir. 

Var olmak için etrafındaki denizlere bağımlı olan Çin, Ortadoğu petrolüne ABD.den fazla ihtiyaç duymaktadır. Çin.in akıllı stratejik seçimi ekonomik küreselleşmeden kaçınmak yerine kucaklamak ve bu amaçla dünyaya açılmak oldu. Bu kapsamda, kırsal kesimde hanelere sözleşme sistemi uygularken, 14 sahil şehrini dış dünyaya açtı ve ekonomik kurtuluş başladı. Nüfusunun iç bölgelerde yaşayan 900 milyonluk kısmı ortalama 3.000-3.500 dolar yıllık gelire sahiptir. Çin nüfusu hızla yaşlanmaktadır29. Çin, Rusya.nın stratejik endişelerinin merkezinde değildir ve deniz yollarını tehdit etmedikçe de öyle olacaktır. Çin, özellikle İpek Yolu inisiyatifi ile Kazakistan ve Kırgızistan.a gaz boru hatları ve alt yapı projeleri ile girmeye çalışırken, eski etki sahasındaki gücünü yenilemek Rusya.nın baskısı ile karşılaşmakta, Türkiye ise uzun zamandır bölgeden uzak durmaktadır 30. 

 Rusya Federasyonu.. 

 Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Avrupa.da Almanya.nın statüsü üzerine yapıldı. 
Soğuk Savaş.ta ise hedef Sovyetleri caydırmaktı. Bugün ne Almanya tehdit ne de Doğu.dan gelen bir tehdit var. Geçmişte Rusların endişesi Orta Avrupa düzlüklerinden gelecek büyük orduların ülkenin derinliğini işgal etme düşüncesi idi. Bu yüzden, stratejik derinlik düşüncesi ile bu işgali geciktirecek ve böylece kendi savunma konumunu geliştirecek zaman kazandırmak üzere tampon ülkeler düşüncesi ortaya çıktı. Ancak, Sovyetler Birliğinin dağılması ile tampon ülkeleri kaybeden Rusların stratejik konumu 17. yüzyıldan beri en kötü 
duruma düştü. Dış halkadan sonra, iç halkada Baltık ülkeleri de NATO üyesi oldu ve ittifak St. Petersburg.a 150 km. kadar yaklaştı. Ukraynanın da NATO üyesi olması ile güneyden de 400 km. kadar ittifak yaklaşmış olacaktı. Bu yüzden, Ukrayna.nın NATO.ya kaptırılmaması Rusya için hayati bir konudur 31. 

Rusya, SSCB nin dağılması ile nüfusunun üçte birini kaybetti, askeri gücü küçüldü ve etkinliği azaldı. Sovyetler den Rusya.ya miras kalan; ülkenin büyüklüğü, nüfusu, askeri gücü, ekonomik kaynakları, ABD ile rekabet eden bir nükleer kapasite ve BM Güvenlik Konseyinde devamlı bir üyeliktir. Putin ile yeniden toparlanma fırsatını yakalayan Rusya Federasyonunun başarısının sırrı, ulus-devlet yapısına yönelik saldırıları kontrol altına alması ve merkezi yapıyı kuvvetlendirmesi oldu. Rusya.ya yönelik bir konvansiyonel tehdit yoktur. 
Bu yüzden, Rus savunması nükleer caydırıcılığa odaklıdır 32. Bununla beraber, toprak bütünlüğü ancak konvansiyonel kuvvetler ile sağlanabilir. Soğuk Savaş sonundan beri kendine sürekli bir vizyon arayan Rusya, Avrasyacılık konseptine sarıldı. Ancak, enerji ve silahtan başka birbirlerine satacak bir şeyi olmayan ülkelerin, aralarında derin güven sorunları varken, ekonomik ağırlıklı da olsa bir birlik olmaları zordur. 

Sovyetler Birliğinin kabuğundan çıktığından beri Rusya, dünyadaki yerini ve 
kimliğini arıyor. Rusların ilk seçeneği Çin ile stratejik ortaklıktı. Ekonomik olarak birbirlerini tamamlayabilirler di ; Rusların doğal kaynakları vardı ama işgücü azdı, Çin.in ise tersi. Ama pratikte iki ülke derin karşılıklı güvensizliği aşamadı, birbirlerine üstünlük sağlamak kompleksi ortaklığı imkânsız kıldı. Rusya, eski imparatorluğunun yeni bir versiyonunu kurmakla meşguldür 33. Bu yüzden Rusya.nın oyun sahaları öncelik sırasına göre Ukrayna, Orta Asya ve Baltıklardır. Bunları Kafkasya izlemektedir. Rus stratejisinin diğer unsurları Almanyayı yanına çekmek ve Polonya.da ABD varlığına direnmektir. Rusyanın Avrupaya yönelik ana hedefi finansal ve teknolojik ilişkilerini sürdürürken Avrupalı güçleri bölünmüş tutmaktır 34. Tıpkı Çin gibi Rusya da zamana oynamaktadır. 

Bir imparatorluk yaratmak için iki zorunluluk vardır; insan ve ekonomi. 
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Rusya etnik olarak Rus olmayan pek çok halkı bünyesine katmıştır. Bu coğrafi genişlik aynı zamanda nüfusun alt yapı sorunları çözülemediğinden zayıf bir ekonomi yaratmış ama bu durum Rusya.yı asla büyük bir güç olma gayretinden alıkoymamıştır. Nüfusu hızla azalan Rusyanın emperyal geçmişine dönmesinin önündeki en büyük engelde işçi ve asker bulmakta zorlanacak olmasıdır. Bu yüzden, ülkeye gittikçe daha fazla sayıda göçmen işçi çekmektedir. Rus ekonomisi ile bir gün süper güç olabilir ama insan kaynağı olmadan hiçbir ülke küresel güç olamaz. 

Bu nedenle, demografi daha fazla zayıflamadan Putin, Rusya.yı güçlendirmeye çalışıyor. En az bir nesil daha Rusya bugünkü gücünü devam ettirebilir ama sonra ülke bölgesel bir imparatorluğa dönüşecektir. 

 Avrupa Birliği.. 

Avrupa Birliği siyasi nedenlerle kuruldu ama arkasında daha çok ekonomik çıkarlar vardı. Anahtar konu, Almanya ve Fransa.nın ekonomik refah için bir ittifak yapma kararı idi. 
Kendini öncelikle ekonomik bir güç olarak gören Avrupa, egemenliği büyük ölçüde üye devletlere bırakarak üstüne kurduğu ekonomik entegrasyonda başarısız oldu ve çözülüyor. 
Ticaret çıkarları nedeni ile Avrupa nın bölünmesini istemeyen Almanya, diğer ülkelerin sistemde kalabilmesi için bütçelerini ve ekonomi politikalarını kontrol altına alıyor. Paranın değeri kontrol edilerek Avro Bölgesi (Eurozone) ile diğer ülkeler için para politikası tuzakları oluşturuldu. Maastricht Anlaşması ile kabul edilen ortak para Avro, önce durgunluğa 2008 krizi ile birlikte bölünmeye yol açtı. Asıl sorun, siyasi birlik sağlanmadan ekonomik birliğe gitmekti. 

 Coğrafi bir bölge olarak Avrupa, daha dar anlamda Avrupa Birliği, kaçınılmaz olarak düşüş süreci içindedir. Sosyal istikrar, ekonomik güç ve yenilik yapma kabiliyeti hala kuvvetlidir ve etkisi özellikle hemen yakınındaki komşuları üzerinde oldukça fazladır. Ancak diğer bölgeler ile kıyaslandığında, Asya kıtasına yakın kısmı yavaş yavaş etkisini ve konumunu kaybetmektedir. Avrupalılar küreselleşen dünyada böyle bir durumla başa çıkmak için kültürel olarak hazır değiller. Borç krizleri, Avrupa.da bölünmeleri daha da artıracak bir trend başlattı. Birliğin kuzeyi ve güneyi arasında büyük farklılıklar var ve bütün ülkelere uyan 
tek bir model olmadığı gibi egemenlik sorunları da aşılacak gibi değildir 35. 

   AB için muhtemel gelecek projeksiyonlarının hepsi Avrupa.nın kaça bölüneceği ile ilgilidir. Avrupa ne kadar bölünürse bölünsün ekonomik şartlar yeni bir Alman imparatorluğunu dikte etmektedir. 

 Yeni bir Dünya Düzeni ihtiyacı.. 

 Tam anlamıyla küresel bir “dünya düzeni” hiç olmadı. Çin.in imparatoru, İslamın halifesi, Avrupanın ise Kutsal Roma İmparatoru vardı. İmparatorluk kalıtımsal değildi ve seçimi prenslerin oylarına bağlıydı ve bunun için mali bedel öderlerdi. Günümüzde düzen olarak kabul edilen sistem, yaklaşık dört yüzyıl önce Batı Avrupa.da, Almanyanın Vestfalya (Westphalia) bölgesinde öteki kıtaların çoğu katılmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlandı. Evrensel bir yönetim yerine, her bir devlete kendi toprakları üzerinde egemenlik tanındı. Her devlet diğerinin iç yapısı ve dini inancını gerçek olarak kabul 
edecek ve varlıklarına meydan okumaktan sakınacaktı. Avrupa, kendi çok devletli düzenini kurarken, Osmanlı İmparatorluğu bunu bir düzen değil, batıya doğru yayılmak için istifade edilecek bir bölünme kaynağı sayıyordu. 

19. yüzyılda Fransa başbakanı Richelieu, uluslararası düzen konusunda yeni bir 
yaklaşım getirdi. 36  
Devletin kendi başına var olan soyut ve kalıcı bir kurum olduğu fikrini icat 
etti 36. Devletin gerektirdiklerini hükümdarın kişiliği, aile çıkarları ya da dinin evrensel talepleri belirlemez di. Temel yol gösterici, hesaplanabilir ilkelerin izlendiği ulusal çıkardı (raison d.etat). Dolayısıyla uluslararası ilişkilerin temel birimi devlet olmalıydı. Fransa.nın ulusal çıkarı Orta Avrupa.nın birleşmesinin engellenmesinden geçiyordu. 20. yüzyıl ortasına gelindiğinde devlet esaslı uluslararası sistem her kıtaya yerleşmişti; bugün de şu andaki hali ile uluslararası düzenin temel yapı taşı Ulus-Devlet.tir. Asya, Vestfalya sistemine adapte oldu ve alternatif düzen kavramlarına henüz uzak konumdadır. Avrupa Birliği.nin üyeleri devlet egemenliklerinin belirli ölçüde bir üst yapıya devredildiği ( Post-Modern) sisteme geçtiler. 

ABD, Vestfalya sistemini korumakla birlikte, liberal düzen arayışındadır. 

 19. yüzyılda hâkim sınıfın otokratik gücünün artmasına karşılık bulunan çözüm, 
temsilci demokrasi oldu. Böylece Kapitalizm ve devlet daha sağlam bir temel edindi 37. 

İki yüzyıllık Batı hegemonyası bir sona yaklaşırken dünyanın yeniden yapılanması hala bir Batı öyküsü gibi duruyor. Ortak bağların olmaması ya da zamanla unutulması çürüme yapmakta, başlangıçtaki erdemlerini kaybetmekte dir. „İlerleme ruhu. kısa ömürlüdür ve sonsuz çaba gerektirir, bununla beraber „yozlaşma kaynakları. kalıcı ve sayısız olduğu için gerileme ve çöküş kaçınılmaz dır. Ortadoğu ve Afrika.nın pek çok ülkesinde başkentin dışına çıkınca  devlet yok oluyor, meydan kabilelere ve savaş ağalarına kalıyor. Eğitim ve orta sınıf 
(gelişiyor olsa da) asgari düzeyde ve kurumlar çok az. Üstelik dünya nüfusu en çok bu bölgelerde artıyor, bu krizler Batıya göçü hızlandırırken, yeni sorunlara yol açıyor, teröre kaynak sağlıyor. 

 Günümüzde dünya, siyasi parçalanmışlık hâlinde ve ekonomik, siyasi ya da iklimsel türden küresel sorunlar, ülkelerin tek başlarına halledebilecekleri boyutları çoktan aşmış vaziyettedir. Bu yüzden, “bağımsızlık” kavramı iyice gevşiyor. Ülkeler, uluslararası camianın baskısı yüzünden iç meselelerini bile kendi uygun gördükleri biçimde yönetme imkânından uzaklaşıyorlar. Modern dünyada küresel bir dünya düzenine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde tarihleri ve değerleri açısından bağlantısız ve birbirini rakip olarak algılayan yapılar çatışma 
üretmeye devam edecektir. Farklı tarihsel deneyimlere ve değerlere sahip tüm hakların ortak bir düzende nasıl buluşturulacağı alanla ilgili bilim adamlarının çalışması gereken en önemli bilinmeyendir. Özetle, yeni binyılcı beklentilerin başında yeni bir dünya düzeni kurmak geliyor. Binlerce yıldır insanlık bu kaygan yolda binlerce savaş yaşadı ama bugün yeni bir dünya düzeni doğmaya çalışıyor. 

 Disiplin Toplumundan Kontrol toplumuna geçiş.. 

Uygarlıkların çoğunun tarihi, imparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinin öyküsüdür. İmparatorluk sistemlerinde savaşlar genellikle imparatorluğun sınırlarında ya da iç savaş olarak yaşanırdı. Barış, imparatorluk gücünün erişim alanıyla özdeşleştirilirdi. Ancak, Asurlulardan itibaren İskender ve sonraki imparatorluklar büyüdükçe iç çatışmalar kaçınılmaz hale geldi ancak bunlar din, yazı ve felsefede radikal gelişmelerin önünü açtı. Yunan mucizesi, Rönesans, Aydınlanma, Devrimler bu tür radikal gelişmelerin sonunda bilimsel gelişmeler ile birlikte modern dünyanın oluşmasına yardım etti. Söz ve Kılıç arasındaki 
mücadele bugün farklı boyutlarda devam ediyor. Geldiğimiz aşama aşırılıklar çağıdır 38 . 
Gelinen aşırılıklar çağının temel problemleri siyaset (devlet yönetimi) bunalımı, din çıkmazı ve ulus-devletlerin erimesi, dünya üzerinde karanlık ya da yönetilmeyen bölgelerin artmasıdır. 

Bugün etiketler, imajlar, gösterişler yani görgüsüzlük dünyasında yaşıyoruz. 
Medeniyet gelişmiyor, öğrendiklerimiz ve yayılan bilgilerle barbarlığa gidiyoruz. Üstelik barbarlık doğanın gerçek hali imiş gibi romantize ediliyor. Görgüsüzlüğün temelinde ise romantizm değil, medeniyetin karşıtı olan her zaman ve her yerde yaşadığımız ego patlaması var. Geçmişten bugüne her büyük kral, en güzel prensesler, en iyi şairler, en kutsal öğretmenler, bu derinliklerinde çıkmayı bekleyen görgüsüzlüğe, kabalığa yenik düştüler 39. 

Bu yüzden, medeniyet ve medeni olan ters bağlantı içinde olabilir. Medeniyet en üst zirveye çıkabilir ama medeni olan ondan daha uzaklaşmış olabilir. 

Aşırılıklar hem yüksek hem de düşük kültürde miyopluk, sıkılganlık ve ahlaki düşüş getirir. Bu da görgüsüzlüğün ve bayalığın kaynağıdır. Puritenlere göre, tepedeki parlayan şehre ulaşmak için yapmanız ya da sahip olmanız gerekenler; iyi davranış, ölçülü olmak, zekâ, bilgi ve zevkti. Ama bu yolda her gün erdemli olmayı beceremeyebilirsiniz. İtibar merakınızdan çok sosyal kuvvetler sizi yolunuzdan alıkoyabilir. Bu yüzden, gençlerimize aileden çok okulda centilmen lik, kibarlık, kahramanlık, vatanseverlik gibi temel şeyleri aşılamalıyız. İşe ilkel insanları nasıl eğiteceğimizi düşünerek, bunu kurumsallaştırarak başlamalıyız. Toplum içinde aşırılık gösteren kişilerle ilgili çalışmalar doktora tezleri ve 
polisiye araştırmalara dahil edilmelidir. 

 Yeni imparatorluk ambleminde „çift başlı kartal. artık batıya ve doğuya değil, birbirine bakmaktadır. Emperyal kartalın birinci başı, biyo-politik komuta makinesi tarafından inşa edilmiş bir tüzel yapı ve kurulu iktidardır. Bu emperyal makine barış ve düzen peşinde her zaman çelişkilere ve bunalımlara gebedir. Sürekli devinim halinde sisteme yeni düzenlemeler dayatırlar, karışma ve melezleşme süreçleri yanında biçim değişikliklerine de işaret ederler. 
Öteki baş ise uçsuz bucaksız kürselleşmenin üretici ve yaratıcı öznelerinden oluşan bir çokluktur 40. 

İktidar artık doğrudan beyinleri (iletişim sistemleri, enformasyon ağları vb. içinde) ve bedenleri (refah sistemleri, gözetim altındaki etkinlikler vb. içinde) yaşama duyusundan ve yaratma arzusundan otonom bir yabancılaşma durumuna getirerek örgütleyen mekanizmayla çalışır. Ortaya çıkan „kontrol toplumu., ortak ve gündelik pratiklerimizi içsel olarak canlandıran normalleştirici disiplin aygıtlarının güçlendirilmesi ve genelleştirilmesi olarak tanımlanabilir. 

Geleceğin yönetim şekli; „ ağ biçiminde iktidar. olarak tanımlanmaktadır. Focaultun yeni iktidar paradigmasının biyo-politik doğası bu duruma açıklık getirir. Biyo-iktidar, toplumsal hayatı onu izleyerek, yorumlayarak, soğurarak ve yeniden eklemleyerek içeriden düzenleyen bir iktidar biçimidir. Focault.a göre; bu iktidarın en önemli işlevi hayatı bütün yönleriyle kuşatmaktır ve asli görevi de hayatı yönetmektir. Yani biyo-iktidarın işlevi bizatihi hayatın üretimi ve yeniden üretimidir 41. 

Bu arada, sivil toplum örgütleri; silahsız, şiddetsiz ve sınır tanımayan “ Haklı Savaşlar ” verirler. 

Sonuç.. 

Toplumun esasını oluşturan sıradan insanlar ya da bireyler tarih boyunca, seçkinlerin sömürüsüne, yönetimin koyduğu ağır vergilere rağmen bir arada yaşamayı sürdürebilmelerini, ortak mitlere olan inançlara borçluydular. Şimdi yapmaya çalıştığım şey tüm tarih boyunca acı çekmiş ve ezilmiş halkların sözcülüğünü yaparak yöneten ve yönetilenler arasında yeni bir düzen önermektir. Mevcut bir hayali düzeni değiştirmek için ise alternatif bir hayali düzene inanmanız gerekir. Birinci Dünya Savaşı.na sonuna kadar Napolyon, Türk ve Rus imparatorlukları, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte ise Alman, Japon imparatorlukları çökerken, Batının sömürgeci imparatorlukları da arkalarından geldiler. Geçmişten beri üç grup alternatif vardı; 

- İlk olarak, kaos ve imparatorluk arasında bir seçim yapılması; anarşi yada güç üzerinde merkezi tekel. 
- Sonraki seçim, imparatorluk ve milliyetçilik arsında yapıldı; merkezi yönetim ya da bir güç dengesi. 
- Bugün sonuçta milliyetçilik yada entegrasyon arasında bir seçim yapmamız gerekiyor; denge ya da açıklık. 

Kaos, imparatorluklar tarafından evcilleştirildi ve imparatorluklar milliyetçilik 
tarafından yıkıldı; milliyetçilik ise enternasyonalizmin yolunu açabilir. Sürecin sonunda bireyin özgürlüğü var; ilk önce devlet tarafından korunan, sonra ise devletin kendisinden korunan bireyden bahsediyoruz. Ancak, daha fazla dışa açılmak ve özgürlük derken devletin ve milliyetçiliğin sonu gelsin demiyoruz. Günümüzün dünyasının içinde olduğu en büyük tehlike önceki makalelerimde defalarca yazdığım gibi „başarısız devletler. ve „eriyen uluslardır. Ulus-devlet ve Vestfalya ruhuna uygun, diğerlerinin egemenliğine saygılı milliyetçilik hala dünyada gittikçe artan kaosu önlemenin olmazsa olmazıdır. Avrupalılar 
modern dünyayı kurarken Osmanlı.nın çürüyen bedeninden ulus-devletler oydular. Bugün Ortadoğu.da yaşanan krizlerin altında işte bu emperyal dizaynlı, Vestfalya anlayışına göre konum edinememiş, tamamlanmamış devletler yatmaktadır. 

Öte yandan, insanlar dünyanın büyük bölümünde hala tarlasını ekiyor, hayvanlarına bakıyor, dedikodu yapıyor, kavga ediyor, televizyonlara ve sosyal medyaya rağmen bırakın ülkede, en yakındaki büyük kasabada neler olduğun dan haberi olmadan yaşayıp, ölüyor. İlk insandan bugüne onbinlerce yıl geçti ama beden yapımız, gücümüz, hayal kurma, mantık yürütme, iletişim kurma, ellerimizi kullanma, planlama yeteneklerimiz aynı kaldı ama çok da zeki olmadığımızı biliyoruz. Daha bilge hale gelemedik ama birlikte çalışan ve öğrenen yaratıklar olarak bilgiyi depoladık ve kullandık. Kavrama yeteneğimiz ile tıp ve mühendislik alanlarında önemli gelişmeler ile yaşam süremizi ve kalitesini geliştirdik. Bunların hepsi milyonlarca kişinin biriken emekleri sayesinde gerçekleşti. Özetle, tarihi değiştiren şey insanların koşulları değiştirme hırsı oldu. İnsanlar üstün zihin ve iletişim yetenekleriyle bu dünyayı şekillendirme yeteneğini farklı bir boyuta taşıdılar. 

Geçmişin işlerini ve başarılarını toplayıp, üzerine inşa ediyoruz. Yani binlerce yıllık birikimlerin, atalarımızın omuzlarının üzerinde duruyoruz. Elektrik, içilebilir su ve buharlı makineler, devrimsel gelişmelerin ivmesi oldu. Petrol ve doğal gaz çıkardık, trenden sonra araba ve uçak yaptık. Gelinen dijital çağda insan yaşamı karmaşıklaştıkça her şeyin nasıl döndüğünü anlamamıza ihtiyaç azaldı. Bireysel olarak neredeyse hiçbir şey üzerinde kontrolümüz yok. Elimizde kalan tek kaldıraç olarak „siyaset. önemini korumaya devam ediyor. İşe yarar ve mutlu bir yaşam için ihtiyacımız olan imparatorluk kurmak değil, sakin bir düzene ihtiyacımız var. Ancak, böylece aile ve toplum hayatına, ruhsal dünyaya, eğitim ve sanata daha fazla odaklanabiliriz. Aç gözlü ve gözünü hırs bürümüş liderlere değil, bilge adamlara ihtiyacımız var. 

Bu adaletsiz dünyada aslında bütün barışlar silahların gölgesinde yapılmıştır ve 
hukuken geçersizdirler. Dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de imparator müsveddeleri insanları kendi iktidarları için savaştırmaya ve bunun için uygun vasıtalar ve ortamları yaratmaya, büyük anlatılar kullanmaya devam edecekler. Bugün Ortadoğu.daki denklemin bir tarafında din enerjisi ile bir imparatorluk kurma hayali pompalanırken, terazinin diğer tarafındaki oyun kurucu Batının hesabı ise Çin ile yapılacak büyük hesaplaşma öncesi İslam uygarlığının işini bitirmektir. Bu, binlerce yıllık uygarlıklar ve imparatorluklar çekişmesinin 
Armageddon (Kıyamet Savaşı) öncesi sahne hazırlığıdır. Aklımızı başımıza toplamanın zamanıdır. 

Öncelikle ülke kimliğine sahip çıkmalı, ulus-devlet yapımızı sağlam tutmalıyız. 
Böylece var olmaya ve onurlu şekilde, milli kültürümüz içinde yaşamaya devam edebiliriz. 
Her milletin bir altın çağı vardır. Tarihte Türkler ve Çinliler gibi büyük milletler, araya kısa toparlanma dönemleri girse de büyük devlet gibi yaşamaya, dünya tarihini etkilemeye devam etmişlerdir. Her şey vizyon ve kapasite meselesidir. Türkiye, bilim, teknoloji ve sanat çalışmaları ile „uygarlık merkezi. olsun, evrensel olarak Atatürk.ün işaret ettiği yolda zirveye çıksın istiyoruz. İşte bu yüzden, akıl ve fen.i rehber edinmeliyiz. Kapasite ise insan ve ekonomi başta olmak üzere ülkenin birikimi yani ulusal güç demektir. Churcill.in İngilizlere 
vasiyet ettiği gibi insana yatırım yapmalı, sadece bilgili değil medeni insan yetiştirmeliyiz. 

Bilimsel eğitim, sanat ve üretim ekonomisi ile bir türlü havalanmayan bu ülkeyi uçurabiliriz. 

DİPNOTLAR;

1 Bu sözler, “ Üç Krallığın Efsanesi ” İsimli savaş ve strateji üzerine klasik bir Çin romanının girişinde yer alır ve 
   Çin jeopolitiğinin dinamiklerini anlatan en iyi eserlerden biridir. 
2 Edward Gibbon, The History of Decline and Fall of the Roman Empire, Vol.VI, Naxos, (London, 2014), 143. 
3 Carroll Quigley A History Of The World In Our Time, MacMillan, (1966), 5. 
4 Clive Bell,Civilization, Chatto & Windus, (London, 1932). 
5 Michael Hardt & Antonio Negri, İmparatorluk, Çev.:A.Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 2001), 37. 
6 Hardt & Negri, İbid, (2001), 206-207. 
7 Bakınız; Sait Yılmaz, Güç ve Politika, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2010). 
8 Akhilesh Pillalamarri, India's Five Greatest Empires of All Time, National Interest, (May 8, 2015). 
9 George Friedman, Coming to Terms With the American Empire, Geopolitical Weekly, (April 14, 2015). 
10 Luo Guazhong, Romance of the Three Kingdoms, Foreign Language Press, (1995). 
11 Thedore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi, Ayrıntı Yayınları, (İstanbul, 2014), 89. 
12 Quincy Wright, A Study of War, 2nd Edition, The Chicago University Press, (2014). 
13 Midas Dekkers, The Way of All Flesh: A Celebration of Decay, London Harvill Press, (2000) 
14 Akilesh Pillalamarri, The 5 Most Powerful Middle Eastern Empires of All Time, National Interest, (March 27, 2015). 
15 Akilesh Pillalamarri, Disasters of All Time, National Interest, (May 28, 2018). 
16 Şener Üşümezsoy: Dünya Sistemi ve Emperyalizm, İleri Yayınları, (İstanbul, Ekim 2006), s.10. 
17 İlhan Uzgel, Hegemon Güç Kutusu, Ed.B.Oran, Türk Dış Politikası, C.I, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2003), 31. 
18 Paul Kennedy, Rise and Fall of the Great Powers: Economic Change and Military Conflict from 1500-2000, Random House, (1987), 181-186. 
19 Sait Yılmaz, İngiliz Aklı ve Büyük Stratejisi, academia.edu.tr, (Ekim 2015). 
20 Jeremy Black, A Short Histroy of Britain, Social Affairs Unit, (London, 2007), 17. 
21 Mark Fleming-Williams, Britain's Status as a Trading Nation Ties It to Europe, Geopolitical Weekly, (September 8, 2015). 
22 Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları, (İstanbul, 2004), 19. 
23 Kennedy, a.g.e., (1987), 347-437. 
24 Mark Kesselman, Order or Movement? The Literature of Political Development As Ideology, World Politics, (October 1973), 139-154. 
25 George Friedman, U.S. Defense Policy in the Wake of the Ukrainian Affair, Geopolitical Weekly, (April 8, 2014). 
26 Harry S. Truman, Public Papers, U.S. Goverment Printing Office, (Washington D.C., 1947), 176. 
27 George Friedman, The State of the World: Assessing China's Strategy, Stratfor, (March 6, 2012). 
28 Qingguo Jia, Continuity and Change: China’s Attitude toward Hard Power and Soft Power, The Brookings 
     Institution, (December 2010). 
29 Stratfor, In China, an Unprecedented Demographic Problem Takes Shape, (August 21, 2013). 
30 Ryskeldi Satke, Casey Michel and Sertaç Korkmaz, Turkey in Central Asia: Turkic Togetherness? The 
     Diplomat, (November 28, 2014). 
31 George Friedman, Borderlands: The New Strategic Landscape, Geopolitical Weekly, Stratfor, (May 6, 2014). 
32 Benjamin Deison, No, Russia Doesn't Require Buffer States for Its Own Security, University of Notre Dame, 
     (December 3, 2015). 
33 George Friedman, Russia's Strategy, Stratfor, (April 24, 2012). 
34 George Friedman, Putin's Evolving Strategy in Europe, Stratfor, (May 8, 2012). 
35 Rodger Baker, Accounting for Inertia in Geopolitical Forecasting, Geopolitical Weekly, (June 2, 2015). 
36 Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Çev.S.S. Gül, Boyner Yayınları, (İstanbul, 2016). 33. 
37 G. William Domhoff, The Power Elite And State, Aldine De Gruyter, (1990, New York), 24. 
38 Andrew Marr, A History of the World, Pan, (London, 2013), 215. 
39 Aldous Huxley, Vulgarity in Literature, Music At Night, Chatto & Windus, (London, 1949). 
40 Hardt & Negri, a.g.e., (2001), 80-81. 
41 Michael Focault, The History of Sexuality, Trans. Robert Hurley, Vintage, (New York, 1978), 135. 


***