Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof.Dr.Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2020 Cuma

ABD NİN SURİYEDE YENİ ARAYIŞLARI DEYRİZOR PLANI

ABD NİN SURİYEDE YENİ ARAYIŞLARI DEYRİZOR PLANI



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
27 Ekim 2019 

ABD’nin Suriye için yeni arayışları, Deyrizor Planı..1 


     Türkiye‟nin Barış Pınarı Harekâtı, YPG/PKK‟yı bertaraf etmekten çok Suriye‟nin kuzeyinde bir Arap Hilali oluşturma gayretinden öteye gidemedi. 
Aslında Suriye‟de olacaklar konusunda örtülü bir ABD-Rusya planı var ve bu Soçi Mutabakatı‟na da yansıdı. Soçi Mutabakatı‟nda yazılı olmayan bir 
(gayriresmi) uzlaşma ile İdlib bölgesinde gelişmeler bekleniyor1. Soçi Mutakatı, Rusya‟nın Suriye sahnesindeki stratejisinin önünü açtı. YPG/PKK‟yı 
kontrollerine almak için adımlar atıyorlar. Bu arada işin ABD cephesinde ilginç gelişmeler yaşanıyor. Önce Trump, “Petrolü garanti altına aldık” dediğinde 
ciddiye almadık; “Suriye’deki petrol işlerine yaramaz, öyle olsa idi oraya çoktan bir Amerikan şirketi gelirdi” diye düşündük. Ama ABD içinde özellikle 
Kongre ve Dış İşleri Bakanlığı arasındaki tartışmaları izlerken yeni bilgiler öğrendik. Bir de aşağıdaki haritayı görünce bu olasılığı sorgulamaya karar verdik. 
Ama önce ABD‟deki dış politika anlayışındaki değişim ve Kürtlere nasıl baktıkları ile işe başlayalım. Trump’ın muhafazakar milliyetçiliği.. ABD dış politika 
ile anlayışında Trump ile başlayan bir değişim yaşanıyor. Amerikan dış politikacı kurucuları sayılan Washington, Jefferson, Hamilton gibi başkanların 
geliştirdiği bir tür “milliyetçilik” esasına dayanır. Kurucuların devlet yönetiminde dayandığı temel esaslar şunlardı; hukukun üstünlüğü, bireysel özgürlük, 
serbest teşebbüs, eşitlik ve sınırlı devlet. Dış politika devletin çıkarlarını sağlamalıydı ve Amerika, (dünyayı düzenleme rolü olan) “istisnai ülke” idi. 
Bu tüm ABD devlet başkanlarının aynı dış politikayı izlediği anlamına gelmiyor. Diğerleri bu temellere bağlı kalmışlardır ama konjonktüre uygun bir dış 
politika izlemişlerdir. Ülkenin kurucusu George Washington, o dönemde Avrupa‟nın güç çekişmeleri karşısında “yalnızcılık” politikasına başvurmuş, 
ittifaklara girmemiştir. William McKinley, emperyalizme başvurmuş ve Asya‟daki çıkarları için Pasifikte‟ki Filipinleri işgal etmişti. 

Woodrow Wilson ile büyük bir kırılma yaşandı; Birinci dünya Savaşı ile birlikte ulus-devlet batıyordu, çare “uluslararasıcılık” olmalıydı. 

Trump‟ın uyguladığı dış politika da “muhafazakâr milliyetçilik” ya da sadece “milliyetçilik” esasına dayanmaktadır2. Trump, ne savaş ne de yalnızcılık 
yanlısıdır. Trump‟ın oyun planı; şartlar istediği duruma gelene kadar ya baskı yapmak ya da gerginliği azaltmaktır. Öncelikle ABD‟nin çıkarını korumakta 
kararlı olduğunu göstermekte, eğer karşı tarafla bir ortak noktada buluşursa anlaşmaktadır. Trump‟ın anladığı dış politika da budur; büyük jeopolitik 
rekabetin olduğu ortamda baskı ve işbirliği karışımı bir formül uygulamak3. ABD‟nin Türkiye ile ilgili dış politikası da buna benzerdir. Her seferinde 
yaptırım tehdidi ile gelmekte, alabileceklerini görmekte, daha fazla gidemediği yerde geri çekilmektedir. Diğer ülkelere uygulanacak yaptırımlar, 
tarihsel olarak ABD Maliye ve Hazine Bakanlıklarının en önemli projesidir ve bunlar özellikle kurgulanır. Örneğin İran ile nükleer program anlaşması 
yapıldığında Obama yönetimi, İran‟ın ülke dışındaki paralarını bloke etme kabiliyetlerini caydırıcılık için yeterli görüyordu. 

    ABD için artık ittifaklar yok vekiller var.. 

    İttifak kurmak, 19. yüzyıl Avrupa‟sından kalma bir gelenektir. Artık NATO gibi sağlam resmi ittifaklar bile çalışmıyor. Strateji oyununun kendi tarafında 
artık „müttefikler‟ değil, „rica edenler‟ ve „vekil güçler‟ var4. Çünkü dostları korumak çok pahalı, vekil güçler için ise parasını öde, işin bitince sırtını dön 
yeterli. Önemli olan vekil güçlerin bunu bilmesidir. ABD, zaten Suriye‟de sonsuza değin kalamayacaktı. Bunu sadece YPG/PKK değil, diğer Kürtler de 
biliyordu ama kendilerini buna mecbur hissettiler. YPG/PKK‟nin Esat ve Rusya tarafına geçiş süreci yani „özgürlük savaşçısı‟ iken Esat ve Rusya tarafına 
katılmaları bir hafta bile sürmedi. Ama Esat biliyor ki, ihanet genetik bir alışkanlıktır. İttifaklar konusuna dönecek olursak; bu yeni mantıkla 
ABD; Güney Kore, Japonya, Filipinler ve Suudi Arabistan ile ilgili yükümlüklerinden kurtulmaya çalışıyor. ABD‟ye rica eden veya yalvaranlar karşılığını 
ödemeli ve bu sonsuza değin sürmemeli yani yakın bir çıkış zamanı olmalı. ABD için, Kuzeye karşı Güney Kore, Rusya‟ya karşı Polonya, Çin‟e karşı 
Filipinler ve Türkiye‟ye karşı PKK tek taraflı bir rica-yalvaran ilişkisidir. Strateji üretmek bakımından tembel olan Avrupa ise hala romantizmle yaşıyor. 
Ama yukarıda anlattıklarımızdan en çok ders alması gereken hala ABD‟nin kuklası olmakla hayatta kaldığını sanan Arap ülkeleri ve nihayet Orta Doğu‟yu 
tek başına yönettiğini sanan İsrail‟dir. Artık Amerikalılar, daha önce Afganistan ve Irak‟ta yaptıkları gibi, uzun zaman alacak zaferler yerine kolay çıkışı 
olan başarıları seçecekler. Gerçekçi sonuçlar için maddi çıkar sağlayacak, sınırlı savaşlar tercih edilecek. Aksi takdirde Amerikan kanının akması ve para 
kaybı söz konusudur. Bunları sağlamanın yani Amerikan kanı akmamasının ve de ucuza getirmenin yolu ise fantezi peşindeki vekil güçleri kendi yerine 
kullanmaktır5. Müttefiklik ise dostluğu çağrıştıran eski bir romantik söylemdir. ABD’nin Kürtlere bakışı.. ABD‟de Kürt hayranları; Kürtlerin hala devlet 
kuramamış, mazlum bir millet olduğu hikâyesi ile işe başlıyor. Orta Doğu‟da yaşayan 30 milyon Kürt‟ün yaklaşık yarısı Türkiye‟de yaşıyormuş. 
CIA‟ya göre Türkiye‟de 14.5 milyon, İran‟da 6 milyon, Irak‟ta 5-6 milyon, Suriye‟de ise 2 milyondan az Kürt yaşamaktadır. 1.2 milyon civarında Kürt‟ün 
iç savaş esnasında Suriye‟yi terk ettiği tahmin ediliyor. Dört ülkedeki Kürtler homojen değildir; Irak‟rakiler Sorani, Türkiye‟deki Kurmanji lehçesi konuşur 
ve tercüman olmadan anlaşamazlar. Hepsinin derdi kendisinin lider olduğu kendi devletini kurmak olduğundan aralarında anlaşamazlar. 

Büyük Kürdistan sadece eşkıya başı Apo‟nun hayalidir ama bu sadece PKK‟nın söylemi olarak kalmıştır. Suriye‟deki YPG/PKK‟yı savunan Amerikalılar 
Suriye‟nin kuzeyinde kurdukları Suriye Demokratik Güçleri‟nin (SGD) tamamının YPG/PKK olmadığını iddia ediyorlar. PKK‟dan türeyen YPG‟nin monolitik bir yapı olmadığını, ilerici ve ılımlı olduğunu, PKK‟nın Soğuk Savaş‟tan kalma Marksizmini paylaşmadığını söylüyorlar. Üstelik 70 bin kişinin  katili PKK, uzun zamandır sivillere saldırmıyor muş 6. Bu mantığa göre, El Kaide, Amerikan askerlerini öldürdüğü zaman terörist olmuyor. Bombalamaları yapan Özgürlük Şahinleri denen grup, aslında PKK‟dan kopan bir grupmuş, onların Suriye‟de bir kolu yokmuş. Ne yazık ki Suriye, Irak, İran ve Türkiye‟de yaşayan Kürtler, bu ülkelerin meşru rejimlerini hedef alan büyük devletlerin kuklası oldular ve İran senaryosu için de onları gene sahada kanları akıtılacak. 

Yeni bir vekil güç görevi onları bekliyor.

   ABD ve YPG/PKK İlişkileri.. 

ABD Özel Kuvvetleri ve CIA, Suriye‟nin kuzeyindeki Kürt yoğunluklu bölgede 2012 yılında çalışmaya başladı. 
2014 yılında ise IŞİD ile mücadele görüntüsü altında bu yapılar açıktan faaliyet göstermeye yöneldi. ABD, Suriye topraklarında asker bulundurmak için 
IŞİD ile mücadele bahanesi ile YPG/PKK‟yı vekil güç seçti ve İsrail ile birlikte yarı özerk bir Kürt bölgesi oluşturdu. SDG, ABD Özel Kuvvetleri tarafından 
eğitildi, donatıldı ve maaşları ödendi. 

Bu yapının içinde sözde IŞİD‟in uyuyan hücrelerini yok etmek için özel anti-terör birimleri (Kürtçesi; Yekîneyên Antî Teror ) kuruldu7. İsrail, 3.84 milyar dolar değer değerinde petrol satın alarak, Kürt bölgesini finanse etti8. İşin ilginç yanı, 
2015 yılında Irak‟ın kuzeyinde Barzani‟nin çaldığı petrol Türkiye üzerinden Ceyhan Limanı yolu ile denizden İsrail‟e gidiyordu. 

ABD‟nin YPG/PKK‟ya sağladığı silah, araç ve diğer askeri teçhizat konusunda uzun bir liste var. 

Şekil: 

SDG’nin Suriye’deki Yapılanması Barış Pınarı Harekâtı öncesi ABD Dış İşleri Bakanlığı ve PYD arasında görüşmelerle ilgili önemli bilgilere vakıf oluyoruz. 

Örneğin görüşmelerde ABD tarafının PYD‟yi Türkiye‟nin desteklediği gruplarla işbirliğine zorladığı, ABD‟nin İslamcı savaşçı kartına yeniden sarılmak istediği anlaşılıyor. ABD, PYD‟yi Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki Suriye Görüşmeler Komisyonu ve muhaliflerin olduğu bölgelerde faaliyet gösteren sivil savunma örgütü Beyaz Helmetler ile temas kurmaya zorluyor. Jeffrey‟in büyük ölçüde YPG/PKK‟dan oluşan SDG yapısının Arap kısmı ile ile ilgili İran karşı bir güç oluşturmak için çeşitli planlar üzerinde çalıştığı ortaya çıkıyor 9. Nitekim Kürt kartını Rusya‟nın elinde almak için Mazlum Kobani (Gerçek adı; Ferhat Abdi10), Washington‟a davet edildi. 

James Jeffrey, Trump‟ın IŞİD ile mücadeleden sorumlu büyükelçisi olarak, son gelişmeler üzerine eleştirilmeye başlanmıştı. Eleştirilerden en önemlisi 
öncesinde Türkiye‟nin harekâtını küçümsemesi ve Suriyeli Kürtlere çekilmeleri konusunda yanlış mesaj verdiği üzerine idi. Washington‟a giden PYD heyetinin başı ise kendilerine “IŞİD yenilgiye uğratılana ve Suriye’de siyasi çözüme ulaşana kadar ABD’nin Suriye’den çıkmayacağı” sözü verdildiğini söyledi. 

Hatta “Türkiye’nin harekâtının başlamasına bir gün kala bile hava sahasının Türklere kapalı olacağını sanıyorduk” dediler. Jeffrey ise Kongre Dış İlişkiler 
Komitesin‟de yaptığı tanıklık görüşmesi esnasında Türkiye‟nin harekâtı esnasında YPG/PKK‟ya koruma söz vermediklerini söyledi. Jefrrey, Türkiye‟nin 
ABD askerlerini caydırıcı görmediklerini, zaten onların görevinin de Kürtleri korumak olmadığını açıkladı. PYD tarafı ise çekilmelerini Türkiye‟nin harekât 
yapmaması şartı ile kabul etmiş olduklarını öne sürüyor. Deyrizor Planı’na nasıl gelindi?.. ABD‟nin Suriye‟deki gelişmeler konusunda hem Türkiye hem 
de Suriyeli Kürtler ile yaptığı görüşmelerin merkezinde eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey var. 

Jeffrey, geçen Aralık ayında ABD-Türkiye Çalışma Grubu içinde iken de ABD‟nin Kürtlerle ilişkisinin “taktiksel ve geçici” olduğunu söylemişti. 

Belki de en doğru cümleleri Bush dönemi danışmanlarından Michael Doran söyledi 11; “Rus ve İranlıların kullandığı vekil gücü ödünç aldık, stratejik olarak aptallık, herkes biliyor ki biz eninde sonunda oradan ayrılacağız ama Türkler hep orada kalacak.” Ancak, ABD‟deki savaş meraklısı danışman timleri Suriye‟de kalmak istiyor. Ortada bir Deyrizor Planı var. Bu işi kotarmak için hem Güney Suriye‟de özel bir üs olan ve PYD kontrolü dışındaki El-Tanf seçildi ve kuzeydeki Amerikan askerleri buraya çekiliyor. James Jeffrey, Kongre‟de yaptığı tanıklık görüşmesin de; ABD‟nin Suriye‟den İran‟ı çıkarma görevinin devam ettiğini, Trump yönetiminin PYD kontrolündeki alanda Suriyeli Kürtlerden ayrı bir İran karşıtı güç hazırlama planları yaptığını açıkladı12. ABD‟nin ürettiği, yaşattığı ve kontrol ettiği IŞİD, askeri operasyonlarının da terörle mücadele görüntüsü için korkuluğu olmaya devam edecek. Savunma Bakanlığı‟nın Suriye‟nin güneyinde Irak ve Ürdün sınırlarına yakın bölgeleri işgal hazırlığı yaptığı konuşuluyor13. 

Üstelik kuzeyden tüm Amerikan askerlerini çekilmediği Pentagon‟un hava üssünde bazılarının kaldığı biliniyor14. ABD uçakları, taarruz helikopterleri ve silahlı drone‟ları Türkiye sınırı dâhil Suriye hava sahasında uçmaya, İsrail‟e de hedef göstermeye devam ediyor. El-Tanf her ne kadar Ürdün‟e yakın olsa da Deyrizor üzerinden Irak ve Rmelian askeri hava üssüne bağlantı kurulabilir. Ancak asıl destek bölgesi Türkiye‟nin güvenli bölgedeki varlığı ile kurulabilir. Deyrizor tamamen bir Arap bölgesi, bu bölge yöneticileri Esat ve İranlılardan çok çektiğini iddia ederek ABD‟ye sıcak mesajlar veriyor. Deyrizor Planı uygulanabilir mi?.. Söz konusu plan için Jeffrey‟in ekibinin uzun zamandır çalıştığı belirtiliyor. Merak edilen bu yapının YPG/PKK olmadan nasıl teşkil edileceği. Eski Özel Temsilci Brett McGurk, bu gücü ikmal etmenin zorluğundan bahsetti. Akla gelen çözüm ise Arap muhaliflerin bu bölgeye uzanması için bir kordidor açılması ya da Irak ve Ürdün üzerinden destek sağlanması. Jeffrey, SDG‟nin Arap kolundan hem Esat hem IŞİD karşıtı bir güç oluşturma planı yapıyor15. Plana göreİ ABD, Deyrizor‟daki petrol bölgesini Kürtler değil Arap muhaliflerle kontrol edecek. 

Buradaki Arapları savaşçıya dönüştürmek için eğitilmiş YPG/PKK elemanlarının kullanılması bile düşünülüyor. Trump, 23 Ekim‟de YPG/PKK‟nın başı Mazlum Abdi ile görüştükten sonra, “Belki Kürtlerin ‘Petrol Bölgesi’ne doğru ilerlemeye başlama zamanıdır” açıklaması yaptı. Böylece, petrol sahaları ile Kürtleri memnun edilmesi ve IŞİD tehlikesinin kullanılması amaçlanıyor. 


Harita: 

Deyrizor Planı Trump, Suriye‟den çekilme ile ilgili olarak “Petrol nerede ise orada küçük bir Amerikan unsuru kalacak” demişti. Trump‟ın petrolü garanti altına aldık ve IŞİD ile mücadeleye devam açıklaması bunun örtüsü ama buradaki petrol ve doğal gazın fazla bir ekonomik değeri olmadığı biliniyor. Öte yandan, Suriye devleti kendi servetinin bu şekilde gasp edilmesini sineye çekmeyecektir. 

Suriye ordusunun bölgeye intikali sürüyor. Amerikan güçlerine ikmal hattı olarak çalışan Semelka (Fiş Habur) sınırının Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi halinde petrol sahasındaki askerlerin lojistik sorunu da başlayacaktır16. Uzun süre hava ikmaline bel bağlayarak orada kalamazlar. Türkiye de epey zamandır Irak‟ın kuzeyi ve Suriye arasındaki geçişleri kapatacak bir koridor peşinde. Türkiye için Küetlerin petrol gelirine sahip olması terörün finansmanıdır. 

ABD‟nin Irak‟tan Suriye‟yi vurması ise bu ülkeyi de karıştırabilir. Sonuç; ABD’nin İran senaryosu yaklaşıyor.. Trump, sonsuz savaşlara son vermek isterken, 
İran karşıtı cephe Suriye‟nin güneydoğusunda uzun süreli bir kalış planlıyor. ABD‟de hala Cumhuriyetçilerin çoğunluğu ve pek çok Demokrat, Suriye‟ de Esat‟ın gitmesini ve rejim değişikliğini, Amerikan kuklası bir yönetimin gelmesini destekliyor. Aynı şey İran için masadan sahaya iniyor. 

ABD, İkinci Dünya Savaşı‟ndan beri gündemi sürekli savaş olan bir güvenlik ekibinin danışmanlığında yönetiliyor. ABD‟nin Türkiye ile çıkarları söz konusu 
olduğunda Kürt devleti fantezisi ile kandırdığı PYD‟yi bırakıp, Suriye‟den çıkması kaçınılmazdı, mesele bunun ne zaman olacağı idi. 

ABD, Kürtlerden ümidi kesip İran‟a karşı da savaştırmak üzere bölgedeki muhalif Arap cihatçı unsurlarla da yoluna devam edebilir. 

Belki de buna Esat‟ı düşürmekten ve Arap muhaliflerden vazgeçmeyen Türkiye ile beraber karar verildi. Görünen o ki, barışa yaklaştık denilirken, 
başka planların gereği olarak, yeni bataklıklara çekileceğiz. 

DİPNOTLAR;

1 Nauman Sadiq, Why Did Trump Give the Green Light to Turkish Intervention in Northern Syria? Framed by Russia? Global Research, (October 23, 2019).
2 Colin Dueck, Age of Iron: On Conservative Nationalism, Oxford University Press, (2019).
3 James Jay Carafona, Trump Prepares America for a Great-Power Competition, Heritage Foundation, (October 24, 2019).
4 Salvatore, The United States Has Supplicants, Not Allies, National Interest, (October 26, 2019).
5 Gil Barndollar, America Was Always Going to Dump the Kurds, RealClearDefense, (October 23, 2019).
6 Michael Rubin, Turkey's Syria Policy Could Lead to Its Own Destruction, American Enterprise Institute (October 21, 2019).
7 Joseph Fitsanakis, US Special Forces’ Secrets Fall into Hands of Russians as Kurds Side with Syria, True Republica, (October 25, 2019). 
8 Sarah Abed, The Kurds: Washington’s Weapon of Mass Destabilization in the Middle East, The Rabbit Hole, (October 23, 2019).
9 Matthew Petti, Exclusive: Inside the State Department's Meltdown with the Kurds, National Interest, (October 22, 2019).
10 Mazlum Kobani haricinde Mazlum Abdi, Şahin Çilo gibi pek çok kod ismi kullanmakta, ancak gerçek isminin Mustafa olduğu bilinmektedir.
11 Michael Rubin, Turkey Is No Ally of the United States, American Enterprise Institute, (October 23, 2019).
12 Matthew Petti, Trump Team Member James Jeffrey Spars With Kurdish Diplomat, Reason, (October 23, 2019).
13 Gordon Lubold, U.S. Weighs Leaving More Troops, Sending Battle Tanks to Syria, Wall Street Journal, (October 25, 2019). 
14 Stephen Lendman, US Reoccupation of Northern Syria? Turkish Aggression Halted? CRG, (October 25, 2019).
15 Matthew Petti, Inside the Iran Hawks' Hijacking of Trump's Syria Withdrawal Plan, National Interest, (October 21, 2019).
16 Fehim Taştekin, Kürtlere petrol görevi mi? Ne sefillik! Gazete Duvar, (25 Ekim, 2019).

***

ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ

 ÜÇÜNCÜ NÜKLEER ÇAĞ





Üçüncü nükleer çağ..
Prof.Dr.Sait Yılmaz
28 Kasım 2018


Giriş

ABD yönetimi 1987’de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan (INF ) çekilmeyi ve anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesini istiyor . ABD başkanı Donald Trump, kararının gerekçesini ‘Rusya ve Çin sürekli silahlanırken biz buna müsaade edemeyiz’ şeklinde açıkladı. ABD, INF anlaşmasından çekilme kararını henüz resmen hayata geçirmedi. Amerikalılar, Rusların hem START hem de INF Anlaşmalarını ihlal ettiklerini iddia ediyorlar. 2010 yılında imzalanan ve 2021 yılında yenilenecek Yeni START (Stratejik Silahlar) Anlaşması’na göre, her iki tarafın elinde ancak 1.500 (konuşlu) stratejik savaş başlığı olabilir. 

Amerikalılara göre, Ruslar 1.550 adet sınırına rağmen her çeşit nükleer envanterlerini geliştiriyorlar. 

Gene Amerikalılar, olası bir savaşta Rus tehdidinin nükleer seyir (cruise) füzeler ile destekleneceğini ve ‘ilk kullanan’ olma stratejisi izleyeceklerini iddia ediyorlar. 

Bu iddialar, Amerikalıların nükleer silahlarını modernize etme, artırma yanında füze, denizaltı ve savaş uçakları gibi nükleer silah atma platformlarını geliştirme gerekçesi olarak sunuluyor. Nükleer silahların azaltılması konusunda yakın zamanda tekrar bir işbirliği veya silahlanmadan vazgeçme olasılığı gözükmüyor ama nükleer kabiliyetleri artırma çalışmaları hızla devam ediyor. Putin ise Nükleer Armageddon’dan (Kıyamet Savaşı) bahsediyor. 

Gelinen durum Soğuk Savaş döneminden daha kötü. Neler oluyor ve olabilir? 

Anlatalım. 

Üçüncü nükleer çağ..

Nükleer silahlanma gayretlerini üç ayrı döneme ayırabiliriz. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanması ile başlayan ilk dönemde nükleer silahlar, Doğu ile Batı arasındaki muhtemel bir çatışmanın korkutucu unsurları idi. Önceleri Amerikalılar, nükleer silahları savaşta daha fazla insanı yok etmek için ‘topçunun takviyesi’ rolünde gördüler. Bu dönemin önemli bir virajı 1962 yılında yaşanan Küba Krizi oldu ve nükleer savaşın kazananının olmayacağı düşüncesi yani nükleer silahtan kullanmaktan uzak durulması gereği kafalara iyice yerleşti. Artık nükleer silahlar ‘caydırıcılık’ vasıtası idi. Tarafların elindeki nükleer silahlar ‘karşılıklı caydırıcılık’ içinde siyasi kararların yumuşamasına da etki etti. 

Örneğin, 

Sovyetlerin Berlin Duvarı’nı inşası veya Çekoslovakya’yı işgali gibi çatışmalar geri plandaki nükleer silah endişesi ile daha fazla tırmanmadan bir noktada durdu. Nükleer caydırıcılık sadece nükleer savaşı değil, konvansiyonel savaşı da önledi. Soğuk Savaş süresince taraflar vekilli savaşlara ve silahlanma yarışına ağırlık verdiler.

TÜRK UÇAK GEMİSİ TAMAM SIRADA NÜKLEER SİLAH MI VAR

İkinci nükleer çağ, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile başladı ve Soğuk Savaş’ın son döneminde imzalanan anlaşmaların gereği ve genel iyimserlik havası içinde taraflarca nükleer silah envanterleri önemli ölçüde azaltıldı. Ancak, Rusya tarafında nükleer silahlar, eski Sovyet gücüne ulaşmanın ve dünya gücü kalmanın bir garantisi olarak görülmeye devam etti. Rusya’nın elde kalan ortaklıkları da onun nükleer gücünden cesaret alıyordu. 1998 yılında Hindistan ve Pakistan tarafından yapılan nükleer testler bu çağın yeni zorluklarının habercisi oldu. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT ) Anlaşması’na aykırı olmasına rağmen ABD ve Rusya’yı hedef almayan bu iki yeni nükleer güç çok fazla tepki almadı. Bununla beraber, Hint nükleer silahları 1950 sonrası gelişen düşmanlık nedeni ile Çin için tehdit ya da caydırıcılık teşkil ediyor. Böylece caydırıcılık iki taraflı olmaktan çıkıp, çok taraflı hale geldi. 11 Eylül 2001 saldırıları ise devlet dışı aktörlerin nükleer silah kullanma olasılığını da gündeme taşıdı. Bu dönemde, nükleer silahların artık stratejik seviyede bir caydırıcılık unsuru olmaktan öteye terörizm vasıtası olma ihtimali istihbarat teşkilatlarını alarma geçirdi.

Üçüncü nükleer çağın başlangıç noktası, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi oldu. Rusya, gördüğü tepkiler üzerine Avrupa güvenlik sisteminin bir parçası olmaktan ve NATO üyeliğinden ayrıldı. Daha da önemlisi 1989’dan tam 25 yıl sonra tekrar NATO için bir tehdit kabul edilmeye başlandı ve ittifakın çarkları son dört yıldır Rus tehlikesine yönelik olarak dönüyor. 1990 sonrasında konvansiyonel kabiliyetlerinin ABD’nin çok gerisinde olduğunun farkında olan Ruslar, ikinci çağda nükleer kabiliyetlerine dayalı bir savunma anlayışını korumuşlardı. Şimdi ise konvansiyonel gücü sınırlı olan Rusya’nın nükleer gücü komşuları için ciddi bir endişe konusudur. Çünkü Ruslar, nükleer kabiliyetlerini konvansiyonel savaşta kullanmanın hesaplarını yapıyorlar. Sovyet etki dönemine dönmek isteyen Ruslar, İsveç ve Polonya üzerinde uçurdukları nükleer kabiliyetli bombardıman uçakları ile mesaj veriyorlar. Batı ise önceki iki çağdan alınan derslerden üçüncü çağa yönelik bir nükleer strateji geliştirmeye çalışıyor; hem konvansiyonel bir savaşın hem de devlet dışı bir aktörün tehdidini önleyecek bir strateji . Diğer yandan Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programları, Üçüncü Çağ’da nükleer silahların rolü konusunda yeni tartışmalar başlattı. 



Harita: INF Anlaşmasına Göre Rus Orta Menzil Nükleer Silah Etki Sahası
 
Nükleer stratejik ortamdaki değişimler..

Bugünün stratejik ortamı 30 yıl öncesinden çok farklı. Soğuk Savaş sonrası nükleer silahlar konusundaki trendleri şu şekilde sıralayabiliriz ;
- ABD ve Rusya, nükleer savaş başlık sayısını azaltmaktaydı. Her ikisi de, 1991 yılından beri stoklarını %75 azalttı.
- Ruslar 1990’ların sonundan itibaren nükleer silah atma sistemlerini modernize etmeye başlarken, ABD ise kendi sistemleri için araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ciddi fonlar ayırmaya başladı. ABD bir nükleer atma sistemini son olarak 1994’de kurarken, Ruslar en son yeni bir sistemi 2016’da kurdular.
- ABD’ye göre kendi nükleer modernizasyon programı Yeni START Anlaşması’na uygun olarak 1.550 kurulu savaş başlığı sınırları içinde yürümektedir. Gene Amerikalılara göre Ruslar, bu sınırı 2011’de aştılar. 
- ABD, Avrupa’daki ‘stratejik olmayan’ nükleer silah sayısını 1970’lerdeki yaklaşık 7.000’den bugün 180’e düşürdü. Sovyetler Birliği döneminde bu miktar yaklaşık 20.000 civarında idi. Bugün ise Ruslarda 2.000-4.000 civarında bulunduğu iddia ediliyor. Dolayısı ile ABD, Rusları azaltma yönündeki kendi trendini izlememekle suçluyor.

- Amerikalılar, Rusların her yıl daha akıllı ve etkili nükleer savaş başlıkları üretirken, kendilerinin yeni kabiliyetler inşa etmediğini iddia ediyorlar. Hatta 1980’lerden beri yeni bir nükleer başlık, 1990’ların başından beri ise hiçbir yeni başlık üretmediklerini söylüyorlar. Rusların, kilotondan daha düşük ve taktik nükleer silah üreterek, Batının Avrupa’daki olası müdahalelerini önlemeye niyetinde oldukları düşünülüyor.

Bu iddialara dayanarak ABD, Rus nükleer kabiliyetlerine bir reaksiyon olarak yeni bir strateji ihtiyacı arayışındadır. Sadece Rusya’ya karşı değil Çin’e yönelik olarak da nükleer gücünün modernize edilmesi ve caydırıcı seviyeye ulaştırılması hedefleniyor.
Gelinen stratejik ortamda Batılı güçleri kendine tehdit olarak gören, ekonomisi ve askeri gücü yetersiz Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler, güç konumunu nükleer silahlarla takviye etmeye çalışıyor. Yani anlayış; konvansiyonel gücün zayıf ve ABD gibi bir ülke ile başın belada ise nükleer güç edineceksin. Öte yandan Ruslar ilave olarak, nükleer silahları konvansiyonel güçlerinin yanında onları tamamlamak için yani konvansiyonel savaş içinde kullanmak istiyor. Silahsızlanma anlaşmalarının gereği olan şeffaflık yani bilgi paylaşımını reddediyor. Kırım’ın işgalinin ardından Moskova, Kasım 2014’de, nükleer emniyet ile ilgili yıllık Rusya-ABD Zirvelerine katılmayacağını açıkladı. Bir ay sonra ise Rus nükleer atıkları ile ilgili Nunn-Lugar Kanunu diye bilinen ikili işbirliği programından çekildiğini beyan etti. Amerikalılara göre Ruslar, INF aleyhine Avrupa’ya yeni sistemler kuruyorlar ve bu nedenle Doğu Avrupa’daki Amerikan nükleer silahları önemini koruyor. Buna Asya Pasifik’te güce susayan Çin’in arayışları da eklenince, ABD’ye göre nükleer silahlardan arınmış bir dünya hayali artık masada bir konu değildir. 

ABD, gerçekte ne yapmak istiyor?

INF, 1991’deki uzun menzilli stratejik nükleer silahlara ilişkin START anlaşmasına paralel olarak, menzili 500-5.000 km. arasında olan yerde konuşlu kısa ve orta menzilli balistik ve seyir (cruise) füzelerinin elimine edilmesini öngörüyordu. Bazılarına göre Trump’ın INF’den çekilme niyeti sadece Rusları yeni bir anlaşma için zorlamaya yöneliktir . Ancak, INF’nin reddi ABD için Rusya’ya karşı artık kuvvetli bir baskı vasıtası olacak çünkü Doğu Avrupa’nın özellikle Ukrayna’nın Rus sınırlarına yakınlığı kısa ve orta menzil için en çok Rusları tehdit ediyor. ABD, 2010’lu yılların başından itibaren Rusları sık sık INF Anlaşması’nı ihlalle suçlamaya başlamıştı. INF’nin ABD’ye diğer bir yararı da Çin, Kuzey Kore ve İran’a yönelik sınırlamaların da ortadan kalkması olacak. Özetle nükleer çılgınlığın önü tamamen açılıyor. Amerikalılara göre INF Anlaşması’nın diğer bir imzacısı olan Çin anlaşmayı halen %95 oranında ihlal etmiş durumdadır . Öte yandan ABD’nin Çin ile Güney Çin Denizi’nde beklenen savaşında kullanacağı ASB  (Hava-Deniz Muharebe) Konsepti) ile Çin’in A2/AD  önleme konsepti INF düzenlemeleri içinde uygulanamaz. Ancak, ABD’nin unuttuğu bir şey var; INF’den çekilmek Rusların da bu tür silahları sınırsızca hem Avrupa’ya hem de ABD kıtasına karşı kullanılması imkânı sağlayacak. Halen hem ABD hem de Rusya, parasının çoğunu stratejik bombardıman, karada konuşlu kıtalararası balistik füzeler, denizaltıdan atılan balistik füzeler ile hipersonik uçan aletler ve uydusavar sistemler gibi yeni projelere harcıyorlar . ABD ve Rusya arasında bir nükleer anlaşma olmadan diğer ülkeleri de durdurmak mümkün olmayacaktır. Özetle sınırsız bir yeni nükleer silahlanma yarışı içine sürükleniyoruz. 

Bugün NPT’ye dâhil olmayan Hindistan, Pakistan ile NPT dâhilindeki Çin daha fazla nükleer silah yapmaya devam ederken, ABD ve Rusya ise elindekileri modernize etmeye odaklanmış durumdalar . INF’nin kalkması Washington’a Rusya’ya karşı daha yakın ve saldırgan vasıtalar sağlayacak. ABD, Doğu Asya’da gemileri ve denizaltıları dışında da Çin’i nükleer füzelerle kuşatabilecek. Trump, INF’den çekilerek ABD’nin nükleer envanterini geliştirmenin önünü açacak. ABD yönetiminin nükleer silahlanmaya kamu desteği sağlamak için medyada propaganda teması “daha güvenli ülke” . Ama bu Rusların da işine gelecek. Putin, askeri gücünü ancak nükleer gücü ile ayakta tutabileceğinin ve bu şekilde Rus çıkarlarını ve gündemini sürdürebileceğinin, bunun da kendi varlığını meşru kılmanın en önemli sahnesi olduğunun farkında. Nitekim Putin, şimdi bir konferanstan diğerine gidip korku senaryoları anlatıyor. 

Nükleer yol, Rusları tekrar süper güç konumuna getirecek. Bu işten en çok uzun zamandır yeni silah satışına ve projelerine susamış savunma sanayi ve silah şirketleri karlı çıkacak. Eğitime ve sağlığa harcanacak paralar şimdi sınırsızca onlara gidecek. Nükleer savaşın kazananın olmayacağı yönünde Soğuk Savaş döneminde öğrenilen dersler unutulmuş durumda. Trump, silahların kontrolü ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda ise diğer konularda olduğu gibi kendini işin ustası ve ülke çıkarlarını koruduğu varsayımı ile hareket ediyor. 

Sonuç..

Eğer nükleer silahlanmayı durduramazsak, bu sefer Soğuk Savaş’taki gibi şanslı olmayabiliriz. ABD yeni nükleer stratejisinin gerekçelerine inandırmak için hikâyeler düzerken, NATO içinde yeni strateji tartışmalarını başlatarak, her zaman olduğu gibi başta İran olmak üzere kendi tehdidini diğerlerine satmak istiyor. Nitekim Temmuz 2016’daki NATO’nun Varşova Zirvesi’nin ana gündem konularından birisi ‘yeni nükleer strateji’ oldu. Avrupa’nın öte yakasındaki Rusların nükleer kabiliyetli savaş uçakları, denizaltıları komşu ülkelere yönelik tehdidin ana kaynağıdır. Caydırıcılık ve karşı koymak için ABD’den çok bizlerin yeni stratejilere ihtiyaç var. Bizim gibi ülkelere düşen, hava savunma sistemleri yani denizden ya da havadan atılacak bu savaş başlıklarını ve atma vasıtalarını vuracak kabiliyetleri edinmektir. Nükleer savunma, füze savunması ile birlikte ele alınmalıdır. İsrail gibi ABD savunma garantisine sahip olmadığımıza ve Rusya’nın ise en yakın potansiyel tehdit olduğunu göz önüne alırsak, kendi milli hava savunma sistemimizi geliştirmek için oldukça yolumuz olduğunu ve ABD tarafından NATO içinde 70 yıldır uyutulmaya devam ettiğimizi söyleyebiliriz. En iyi savunma, ‘taarruz’ olduğuna göre belki de kendi nükleer silahımızı yapmamızın zamanı gelmedi mi? Türkiye’nin nükleer stratejisi kendi askeri hedeflerine uygun, daha çok taktik seviyede olmalıdır; bunun için de bazı fikirlerimiz var..

DİPNOTLAR;

1  INF: Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty.
2  Marwan Salamah, Do Treaties Eliminate Nuclear Wars? South Front, (October 26, 2018).
3  NPT: Non Proliferation Treaty.
4  Karl-Heinz Kamp, Welcome to the Third Nuclear Age, Federal Academy for Security Policy, (May 2, 2016).
5  Matthew Costlow, Washington’s Imaginary Nuclear Arms Race, National Institute for Public Policy, (May 13, 2016).
6  Martin Pengelly, Trump promise to leave nuclear deal could be bargaining move, Corker says, The Guardian, (October 22, 2018). 
7  John Lee, Trump was right to pull out of arms treaty, but not because of Russia, CNN, (October 22, 2018).
8  ASB: Air Sea Battle.
9  A2/AD: Anti Access / Anti Denial.
10  Uri Friedman, Trump Hates International Treaties. His Latest Target: A Nuclear-Weapons Deal With Russia, Atlantic, (October 24, 2018).
11  Heather Hurlburt, Russia Violated an Arms Treaty. Trump Ditched It, Making the Nuclear Threat Even Worse, Foreign Polcy, The Intellgencer, (October 26, 2018).
12  Sarah Rainsford, INF treaty: Putin shrugs off Trump’s nuclear arms move, BBC, (October 26, 2018).

***

Yunanistan Dayak istiyor..

Yunanistan Dayak istiyor.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 

13 Haziran 2020 
 Türkiye ve Yunanistan’ın, birbirlerini algılamasında tarihin payı oldukça önemlidir. 

Yunanistan bağımsızlığını, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazanmıştır. Yunanistan için, bu bağımsızlık, dış güçlerin desteğiyle de olsa, 500 küsur yıllık boyunduruk altında yaşamanın bir sonucu olarak, “büyük efendiye” karşı verilmiş ve kazanılmış bir savaştır. Yunanlılar için bağımsızlık savaşı olarak nitelendirilen bu hareket, Türkiye açısından, bir başkaldırı, bir isyandır. Osmanlı toprak bütünlüğünü bölen bir girişimdir. Bugün ise bölgenin (Akdeniz, Ege ve Balkanlar) kaynaklarının kimin tarafından etkin olarak kullanılacağı, yani bir potansiyel 
rakip olma durumu da söz konusudur. Bu çerçevede, iki ülke arasındaki ilişkiler, adeta sıfır toplamlı (Zero Sum) yani, bir tarafın karı, diğer tarafın tam kaybı anlayışı ile yürümektedir. 

Türkiye ile Yunanistan arasında bölgesel rekabetin ötesinde birikmiş ve sürekli artan egemenlik sorunları bulunmaktadır ve bunlar karşılıklı büyük tavizler verilmezse ancak bir savaş ile çözülebilir. 

 Yunanistan; 

 - Ege Denizi’ni Yunan Gölü haline getirmek istemektedir. Ege’deki adaların 
karasuları, kıta sahanlığı ve hava sahası mesafelerini tek taraflı olarak aldığı kararlar ile genişleterek, egemenlik alanını Türkiye aleyhine artırmak istemektedir. Ege ve Girit bölgesinde herhangi bir anlaşma ile kendilerine verilmemiş yaklaşık 120 adaya son 10 yıldır yerleşmeye çalışmaktadır. Doğu Ege Adaları’nı uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırmıştır. 

 - Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak (Enosis) istemektedir. Doğu Akdeniz’de 
Türkiye’yi güneyden kuşatmak ve bölgedeki enerji kaynaklarına Türkiye aleyhine sahip olmak için diğer ülkeler ile anlaşmalar yapmaktadır. Ege’den sonra Doğu Akdeniz’i de Yunan Gölü haline getirme gayretlerine karşı yeni bir Casus Belli (savaş nedeni) ilan edilebilir. 

 - İstanbul’da Ekümeniklik adı altında yeni bir Vatikan kurmak isterken, son on yıldır Türkiye’deki Rum vakıfları önemli tavizler kopardılar ama Batı Trakya’daki Türklerin durumunda hiçbir iyileşme olmadı. Küçük Asya dediği Batı Anadolu’yu ele geçirme ve Karadeniz’de Rum Pontus devleti kurma hayalinden vazgeçmeyen Yunanistan; Türkiye aleyhine başka ülkelerle savunma işbirliği anlaşmaları yapmakta, terörü desteklemektedir. 

NATO ve AB içindeki konumunu Türkiye aleyhine kullanmaktadır. 
Bunlar kadar önemli bir husus, Türkiye’nin son 20 yıldır özellikle Ege Denizi’ndeki 
gelişmeler konusunda sessiz kalmasına, Türkiye’de ki Rumlara sürekli taviz verilirken Batı Trakya Türkleri için karşılık alınmamasına bir anlam veremiyoruz; 

- Yunanistan, kendisine anlaşmalarla verilmemiş adalar yanında Türkiye’ye ait bazı adaları da sahiplendi. 
- Ege’de 12 mili ilan etmese de fiilen uyguluyor. 
- Kuzey Ege adalarının sadece kullanımı kendisine verildiği halde Taşoz Adası 
etrafında (bize ait olması gereken bölgede) petrol çıkarıyor. 
- Doğu Ege Adaları ve Oniki Adaların silahlandırılması devam ediyor. 
- Rum Vakıfları tekrar eski gelir kaynaklarına kavuştu ve şimdi Rum varlığını 
Türkiye’de canlandırmak, Üç İstanbul için canla başla çalışıyorlar. 

Bunlar birer taviz midir? Taviz ise neyin karşılığıdır, bilmek istiyoruz. 

İki ülke sorunlarının çözümsüzlüğü ve gittikçe daha da karmaşık hale gelmesinde, hem Türkiye hem de Yunanistan açısından, diğer tarafın görüşlerini yanlış veya eksik algılama, çözümsüzlüğün derinleşmesinde önemli bir paya sahiptir. Özellikle Yunanlı politikacılar, iki ülke arasındaki uyuşmazlığı kendi iç politika amaçlarının gerçekleşmesinde bir araç olarak görme eğilimindedirler. Ayrıca, bu çözümsüzlüğü artıran bir başka etken olarak taraflar arasındaki iletişim eksikliğinin olumsuz etkilerinden de söz edilebilir. 

Yunanistan’ın Türkiye’ye bakışı.. 

 Yunanistan’ın, Türkiye’ye bakışını şekillendiren tarihsel birkaç dönüm noktasından bahsetmek mümkündür. İlk olarak, Yunan halkı, çok uzun bir süre, Bizans’ın sonunu getiren Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altında yaşamıştır. Yunanlılar, Osmanlı egemenliğini, tarihlerinde kara bir sayfa olarak algılamakta ve barış içinde birlikte yaşandığı düşüncesini asla kabul etmemektedirler. 

 İkinci nokta, Yunanistan’ın, bugüne kadar Türklere karşı hiçbir savaşı tek başına 
kazanamamış olmasıdır1. Yunanistan’ın bağımsızlığı ve kuruluşu büyük güçlerin desteğiyle gerçekleşmiştir. 1897’de Teselya Savaşı’nı kaybetmiş, 1922 yılında Anadolu’da yenilmişlerdir 2. Tarihten gelen, “büyük efendiye” sürekli yenilgi psikolojisi, Yunan halkının bilinç altına yerleşmiş ve son 50 yılda yaşanan krizlerde, talep edilen sonuç elde edilemeyince, “Türkiye’ye karşı yine yenildik”, “Türkler kazandı” gibi söylemlerle hep kendini göstermiştir. 

 Üçüncü unsur, Yunanlıların tabiriyle “Küçük Asya Felaketi”dir. Kurtuluş Savaşı ’nda, Yunan ordusunun yenilmesi ve Anadolu’da yasayan pek çok Rum’un Yunanistan’a kaçmak zorunda kalması, Yunan halkında “Türkler tarafından yurdumuzdan kovulduk” söyleminin yer etmesine sebep olmuştur 3. Ayrıca, bu mağlubiyet, Yunanistan açısından, uluslararası alanda da ciddi bir prestij kaybı sayılmıştır4. Bu da, Türkiye’ye karşı zaten mevcut olan düşmanca görüşleri bir kat daha arttırmıştır. 
 Dördüncü noktanın, “1974 Kıbrıs Barış Harekâtı” olduğunu söylemek mümkündür. 
Yunanistan, 1974 yılında Kıbrıs’ı kaybettiğini düşünmektedir. Çünkü Kıbrıs’ı daima kendi adası olarak algılamış, bu savında Kıbrıslı Rumlardan da destek bulmuştur. 1974 yılı, Kıbrıs temelinde, Yunanistan’a Türkiye karşısında bir yenilgi daha getirmiştir. Öte yandan, Barış Harekâtı, Yunanlılarda, Türkiye’nin Kıbrıs’ta olduğu gibi ilerleyen dönemde başka topraklar da alabileceği düşüncesini uyandırmıştır. Bu çerçevede Atina, Ege Adaları’nın silahtan arınmış statüsünü bozmuş ve uluslararası alanda “Türk tehdidi”, “Ankara’nın yayılmacı emelleri” ve “Türkiye’nin toprak talebi olduğu 5” yönündeki söylemine sarılmıştır. 

Yunanistan açısından, negatif yargının ana teorisi konumunda olan “Megali İdea 
(Büyük Ülkü)” temelde, “İstanbul, Yunanistan’ın ikinci başkentidir” söylemini taşıyan ideoloji, olarak Yunanistan’da hala destekçi bulmaktadır. 

Yunanistan, Ege, Adriyatik, Akdeniz ve Balkanlar’daki konumu açısından önemli bir ekonomik coğrafyada bulunmaktadır. Bu bağlamda ele alındığında, Adriyatik hariç, deniz bölgelerindeki en güçlü rakibi şüphesiz Türkiye’dir. Türkiye’nin, bağımsızlığını ilan etmesiyle Batı’nın siyasi, ekonomik ve sosyal modelini benimsemesi, Yunanistan’ın, I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni ekonomik ve siyasi sistemde “alternatifsiz” olma özelliğini kaybetmesini sağlamıştır. 
Bu çerçevede Yunanistan, kendisinden daha büyük bir coğrafyaya ve ekonomik potansiyele sahip Türkiye’nin varlığıyla bölgedeki kaynakları sınırsız  kullanamayacağını anlamış ve bunu engellemenin yollarını aramıştır. 
İşte Türk tehdidi, bu engelleme çabaları temelinde kendini göstermektedir. Bölgedeki pay savaşlarında “aslan payını” alamayarak bölüşmek durumunda kalınması, Atina’yı son derece rahatsız etmektedir. Bu çerçevede, Doğu’dan gelen tehdit söylemi, bölgedeki dengelerin değişmesini pek arzulamayan Batı ülkelerinin, dikkatini buraya yöneltme amacından başka bir şey değildir 6. 

 Askeri Dengeler.. 

 Türkiye, coğrafi büyüklüğü, nüfusu ve askeri gücü çerçevesinde Yunanistan’dan 
tedirginlik duymamakta ve enerjisini bu yöne kanalize etmemektedir7. Özetle, Türkiye’nin Yunanistan’dan daha önemli sorunları vardır. Yunanistan, Türkiye’de sürekli konuşulan bir gündem maddesi olamamıştır. Yunanistan, Türk dış politikası için önemlidir ama odağında değildir. Bununla birlikte, Yunanistan’ın, AB üyeliği çerçevesinde ve vetolar nedeniyle son 20 yılda Türkiye’de daha çok gündeme geldiği kesindir. Sonuç olarak Türkiye, Yunanistan’ı bir tehdit olarak görmese de bir sorun olarak algılamaktadır8. 

 İki ülke Ege’de kıta sahanlığının paylaşımı ve egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş adacıklar konusunda iki kez sıcak savaşın eşiğine gelmiştir. İki durumda da Yunanistan’ın Ege’deki hak iddialarına yönelik tek taraflı eylemlerine Türkiye’nin itirazı ve misilleme girişimleri sonucunda gerginlik tırmanmış, üçüncü tarafların araya girmesiyle ikili diyalog tekrar tesis edilebilmiştir. 

 Soğuk Savaş sonrası döneminin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden yapılandırılan 
Yunanistan Silahlı Kuvvetleri; Kara, Deniz ve Hava olmak üzere toplam üç kuvvetten oluşmaktadır. Kara Kuvvetleri, bir ordu, dört kolordu, Adalar Yüksek Askeri Komutanlığı (ASDEN) ve Atina Askeri Komutanlığı’ndan (ASDİS) müteşekkildir. Son yıllarda yapılan yeniden yapılanma ile birlikte Tümenler mevcut yapıda tutulmakla birlikte, mekanize tugay yapıları ana kuvvet unsuru haline geldi. 
 Yunan askeri birlikleri her an Türkiye ile savaşılabilir düşüncesiyle 
konuşlandırılmıştır 9. Yaşadığı büyük ekonomik krize rağmen silahlanmaktan, Türkiye aleyhine provokasyon ve tehditten vazgeçmemektedir. 

Yunanlı yazar Aleksis Heraklides, savaş jeopolitiği çerçevesinde Türkiye’deki nüfus artışının ve ekonomik gelişmelerin bu ülkeyi yayılmacı olmaya zorlayacağından Yunanistan’ın önlem olarak ilk vuruşu yapmasının şart olduğunu düşündüğünü belirtmektedir 10. 

Yunanistan askeri stratejisinin “savunmada yeterlilik (defensive sufficiency)”, “esnek mukabele (flexible response)” ve “Yunan-Kıbrıs ortak savunma alanını etkin bir şekilde kapsama kabiliyeti” olarak üç ana unsur etrafında tanımlanmaktadır 11. 

Türk Silahlı Kuvvetleri; Kara, Deniz ve Hava olmak üzere üç kuvvetten oluşmaktadır. 

TSK, 514.850 asker sayısı ile Avrupa’nın en büyük ve dünyanın sekizinci büyük ordusu durumundadır. Türk Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı dört ordu, 10 kolordu, altı tümen ve 50 tugay bulunmaktadır. Asker, tümen ve tugay sayıları ile bunların kullandıkları savaş teçhizatları göz önüne alındığında konvansiyonel silah kuvvetleri açısından Türkiye’nin Yunanistan karsısında açık bir farkla üstün olduğu söylenebilir. Bu üstünlük de Yunanistan’da tedirginlik ve endişeyle karşılanan diğer bir hususu oluşturmaktadır. 

 Sonuç; Savaş ihtimali.. 

Olası bir Türk - Yunan savaşı sırasında savaşın niteliğinin genel olarak hızlı ve kara savaşından daha fazla, kesin sonuç almaya yönelik, hava kuvvetlerinin ağırlıklı olarak kullanılacağı ve füze sistemlerinin büyük önem taşıyacağı açıktır. Türkiye’nin gücü ne oranda büyük olursa olsun, kimi dışsal nedenlerden dolayı kısa süreli olması büyük bir ihtimal olan ve istenmeyen bir Türk - Yunan savaşı sırasında karşı tarafa en kısa süre içerisinde en fazla kaybı verdirebilecek olan taraf, savaşın olası galibi olarak çıkacaktır. Böylesi bir durumda, Ege Denizi’ndeki Yunan adalarının çokluğu ve dağınıklığı, Türk kıyılarına yakınlığı, bu adalara stratejik bir önem kazandırmakta ve Türkiye açısından ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğü yönünden sürekli olarak göz önünde bulundurulması gereken bir faktör 
olarak değerlendirilmektedir. 

Yunanistan yaptığı provokasyonlarla savaşı başlatan tarafın Türkiye olmasını 
hedeflemektedir. Çünkü Yunan savunması Kıbrıs’ta olduğu gibi askeri güce değil, 
uluslararası alanda çıkarılacak yaygaraya dayanmaktadır. Yunanistan’ın hesapları içinde büyük ağabeylerinin çok geçmeden yardıma geleceği, masa başında kazanacakları hesabı vardır. Yanlış hesapları şudur; Türkiye’nin en fazla birkaç adayı alarak duracağı. Türkiye, 1974’den ders almıştır; bu sefer işi yarım bırakmayacaktır. Yunanistan’ın diğer önemli bir hesap hatası ise Türkiye’nin bugünlerde bir oldu-bittiyi kabul edecek kadar meşgul ve zayıf durumda olduğu inancıdır. Nitekim Yunanistan bu dönemde özellikle Ege’de bir oldu-bitti 
yaratmaya çalışabilir. Yunan tahrikleri bunun işaretleri olarak da görülmelidir. 

Özetle, 

Türkiye büyük bir devlet olmanın vakuru ile hareket ederken, Yunanistan dayak istiyor. 

Umarız, Yunanlılar yanlış hesaptan erken dönerler. 

DİPNOTLAR;

1 Thanos Veremis, Theodoros Kouloumbis, Elliniki Eksoteriki Politiki, Dilimmata Mias Neas Epohis, ELİAMEP 
I. Sideris Yayınları, (Atina, 1997), 44. (Kitabın adı: Yunanistan’ın Dış Politikası, Yeni Bir Dönemin Açmazları). 
2 Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Bilgi Yayınevi, (Ankara, 1992). 
3 Herkül Millas, Türk-Yunan İlişkilerine Bir Önsöz, Tencere Dibin Kara, Kavram Yayınları, (İstanbul, 1995), 99. 
4 Aksu: a.g.e., (2001), 146. 
5 Aleksis Heraklides, Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, Türk-Yunan İlişkilerinde Çıkmazlar ve 
Çözüm Yolları, (Çev.) M. Vasilyadis &H.Milas, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2003), 38-40. 
6 M.Fatih Tayfur, Akdeniz’de Bir Adanın Kalın Uçlu Bir Kalemle Yazılmış Hikâyesi: Kıbrıs, (Der.) O. Türel: Akdeniz’de Bir Ada, KKTC’nin Varoluş Hikâyesi, İmge Kitabevi, (Ankara, 2002),143. 
7 S.Gülden Ayman, Neo-Realist Bir Perspektiften Soğuk Savas Sonrası Yunan Dış Politikası: Güç Tehdit ve İttifaklar, SAEMK, Araştırma Projeleri Dizisi 7/2001, Ankara Üniversitesi Basımevi, (Ankara, 2001), 43. 
8 Millas: a.g.e., (1995), 60. 
9 Aksu: a.g.e., (2001), 290. 
10 Heraklides, a.g.e., (2001), s.71-72. 
11 Ayman: a.g.e., (2001), ss.37. 

***

Türk-Rus ilişkileri dönüm noktasında..

Türk-Rus ilişkileri dönüm noktasında.. 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
02 Şubat 2019 



 Giriş.. 
Çok önemli eşikler yaklaşana kadar Türkiye ile ilgili makale yazmaktan kaçınıyoruz. 
Ama yaşanan bilgi kirliği içinde neler olduğunu kendi dilimizle topluma anlatma sorumluluğu hissediyoruz. Bu yüzden, çok fazla detaya inmeden olanları anlatmaya çalışacağız. 
Hâlihazırda Türkiye, üç konuda köşeye sıkışmış durumda; 

 - Ekonomik darboğaz. 
 - ABD ve Rusya ile ilişkileri. 
 - Suriye’de beklenen gelişmeler. 
 Bunların hepsi birbiri ile iç içe ve çok yakında önemli gelişmelere ve hatta Rusya ile önemli bir gerilime yol açabilir. Hatta bu gelişmeler Mart ayı sonrasında Türkiye’nin iç ve dış politikasında yeni açılımların habercisi olabilir. Ne demek istiyoruz, anlatalım. 
 Türk Ekonomisi dış politika tercihlerimizi zorluyor.. 
Türkiye’nin şu anki güncel dış borcu 408 milyar dolar ve bu borcu çevirebilmesi yani borcu borç ile kapatabilmesi ve diğer acil ihtiyaçları için kısa vadede 50 milyar dolara ihtiyacı var. Bu parayı temin edecek dış adresler artık azaldığı için (ilgili bakan her ne kadar algı yönetimi dese de) IMF’nin kapısı çalındı. IMF’nin ise önce siyasi sonra teknik istekleri var. 

Siyasi istekler şu şekilde sıralanıyor; 

 - Tarafını seç; hem Batı ittifakının nimetlerinden yararlanıp, hem Rusya ile hareket edemezsin. 
 - Suriye odaklı başta olmak üzere Kürtlerle (YPG/PKK) barış süreci başlat, 
 - Doğu Akdeniz’de Batılı enerji şirketlerinin faaliyetlerini engelleme, 
 - Kıbrıs’ta çözümün yanında ol (Türkiye’nin çözümsüzlüğü istediğini iddia ediyorlar). 

 Bunların yanında teknik istekler ise istikrar paketi ve yapısal dönüşüm kapsamında tedbirlerin uygulanması yani IMF’nin ekonomik acı reçetesi anlamına geliyor. Burada en dikkat çekici konu ise Batılı şirketlerin Türkiye’nin elinde kalanları da yağmalaması için doların acilen devalüe edilmesi. IMF’nin resmi beklentisi şu an doların 10.21 TL civarına çıkarılması. Ekonomistler ise bunun 8-10.5 TL arasında olmasını bekliyorlar. 
 Türkiye bunlara ‘hayır’ demiyor sadece seçim sonrasına bırakılmasını istiyor ama 
paranın yarısını hemen istiyor. IMF ise ‘stand-by anlaşması yapılmadan para yok’ diyor. 
Türkiye’nin seçim öncesi böyle bir anlaşma imzalaması beklenmiyor. 
 
Özetle, Türk ekonomisi seçim öncesi dönemde ayakta durmaya çalışırken Mart sonrası için iyi sinyaller vermiyor. Ekonomimizin asıl sorunu üretmeyen yani tüketime dayalı olması. 
Her ne kadar ‘ihracatımız yerinde’ yani azalmadı diye övünülse de ithalat geriye gitti çünkü döviz yok. Bunun anlamı dışarıdan ithal edilen ara mala diğer adı ile montaj sanayiye dayalı ihracatımız da her an çökebilir. Son iki üç aydır pansuman paralar ile döviz rahatladı. Ancak, elde döviz rezervi azalınca şirketler büyük projelerden çıkmaya hazırlanıyor. 

Türk-ABD ilişkileri nasıl ilerliyor? 

 Türk-ABD ilişkileri çok çalkantılı ve öngörülemez şartlarda devam ediyor. Bunun 
temel sebeplerinden birisi Amerikan yönetiminin kendi içindeki derin çatlaklar. Trump yönetimi ile ABD istihbarat ve güvenlik aygıtı farklı politikalar peşinde. Hatta Trump’ın en yakın çalışanları bile başına buyruk hareket ediyor. 

Yani karşımızda tek bir ABD yok. 

Eskiden ABD ile yapılan görüşmelerde bütüncül bir yaklaşım ile paket halinde anlaşılırdı. 
Şimdi ise bir konuda anlaşsak bile diğer konular da sorunlar devam ediyor. Hatta belirli bir konuda bile ABD’nin ne yapmaya çalıştığını anlamak çok zor. Örneğin Suriye konusundaki gelişmelere bakalım; 
 - Önce Trump, ‘Suriye’den çekileceğiz’ dedi. 
 - Sonra ABD içinde Kürtler konusunda tepki alınca ‘Türkiye’yi ekonomik olarak 
ezeriz’ ifadesini kullandı. 
 - Yakın zamanda ise ‘(Kürtleri korumak için) Suriye’de tampon bölge kuracağız’ 
açıklaması yaptı. 
 Peki, ABD Suriye’de ne yapmak istiyor? 
 - Suriye’de Kürt kartını İran’a karşı kullanmak için hala YPG/PKK’nın hamisi rolünü oynamaya devam etmek istiyor. 
 - Türk-Rus ilişkilerinin ne kadar kırılgan olduğunun farkında ve yakından izleyerek, 
Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istiyor. Nitekim IMF’ye başvurmamız ona bu fırsatı verdi. 

 ABD, Suriye’de Türkiye’den iki şey istiyor; 

 - Kürtleri Esat ve Ruslara bırakma, doğrudan görüş ve Kürt özerkliğini legalize et. 
 - Rusya ile ilişkilere son ver, Suriye’de taraf değiştir. 
 ABD, Türkiye ve Rusya ilişkilerini izlerken şu sonuca vardı; Türkiye iki büyük güç 
arasında bir denge sağlayamıyor sadece Rusya ile ilişkilerini ABD’ye karşı şantaj olarak kullanıyor. Türk-Rus ilişkileri bir ittifak değil, çeşitli paketlerden oluşuyor. 

Bu Paketler; 

 - Rusya’nın müsaadesi ve izni ile önce Fırat Kalkanı bölgesine, 
 - Daha sonra Afrin bölgesine girilmesini ve 
 - Soçi Anlaşması kapsamında İdlib’teki cihatçıların (Sünni savaşçı) temizlenmesini içeriyordu. 

 Bunların hepsi Suriye’nin bütünlüğünü kapsayan bir genel siyasi barış planını 
destekleyecekti. Nitekim Rusya uzun zamandır paket anlaşmalar gereği, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Afrin Bölgelerinden çıkmasını ve buraları Esat’a teslim etmesini istiyor. 

Örneğin 

(Rus medyasının iddiasına göre) Türkiye, Afrin bölgesinde üç haftada 10 km. ilerleyemeyince Ruslar, YPG/PKK’yı Tel-Rıfat’a çektiler ve böylece Türkiye bir haftada boşalan bölgeye yerleşti. Ardından Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Türkiye’nin Afrin’den artık çekilmesi gerektiği açıklaması gelmişti. 

 Durumu yakından izleyen ABD yönetimi, işte bu noktada Türk-Rus ilişkilerinin bir 
ittifak olmadığını ve ne kadar kırılgan olduğunu gördü. Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini ABD’ye karşı şantaj olarak kullandığını anladı. 
 Burada bir ara bilgi vermeden geçmeyelim. Trump’ın Fırat’ın doğusu konusunda ani çekilme kararının arkasında Kaşıkçı olayı nedeni ile yaşadığı şantaj etkili olmuştu. Bu şantajın diğer ucunda Suudi Arabistan daha da özelde Prens Salman vardı. Salman o dönemden beri boş durmuyor, Türkiye aleyhinde elinden geleni yapıyor. 

 - YPG/PKK bölgesine her ay milyarlarca dolar yardım gönderiyor. 
 - İdlib bölgesindeki cihatçıları Türkiye’ye karşı ayaklandırdı ve Suudilerin adamları İdlib’in %70’ini ele geçirdi. Yani bu bölgeyi temizlememiz ya da yeni bir etki bölgesi yaratmamız artık çok zor gözüküyor. 
 - Başta İsrail, ABD ve Almanya olmak üzere yabancı istihbarat servislerine büyük 
paralar ödeyerek Ankara aleyhinde 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili belge ve kayıt topluyor. 

 Ortadoğu’da ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleri bir tarafta; Rusya, İran, Türkiye ve Katar ise diğer tarafta bulunuyor. Türkiye ve Katar, Sünni olmakla birlikte Müslüman Kardeşleri yakınlığı nedeni ile diğer taraftaki Sünnilerden ayrılıyorlar. 

 YPG/PKK üzerine oyunlar.. 

 Rusya, Türkiye ve İran’ı Astana’da bir araya getiren ve bugüne kadar işbirliğini devam ettiren Astana Süreci’ndeki ortak mantık şu idi; Suriye konusu ülkenin toprak bütünlüğü içinde çözülecek ve üç ülke bu barışın garantörü olacaktı. 
 Rusların bu ortak mantık çerçevesinde Türkiye’den beklentileri şunlar; 

 - Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerini terk et. 
 - Soçi Anlaşması’nda söz verdiğin gibi İdlib’i yabancı savaşçılardan temizle. 
 - Fırat’ın doğusu seni ilgilendirmez, burası Esat’ın sorunudur. 

Son isteğini desteklemek için Ruslar, Türkiye ile Suriye yönetimi arasında yapılan 
Adana Mutabakatı’nı gündeme getirdi. Mutabakat 1998’de yapılmıştı ve Aralık 2010’da yenilenmiş, Nisan 2011’de yani Türkiye, Suriye’ye müdahil olmadan birkaç ay önce yürürlüğe girmişti 1. Peki, mutabakat neden önemli? Anlatalım. 

1 Söz konusu dokumana ulaşmak için; 
   https://tr.scribd.com/document/391746593/Syrian-Turkish-Adana-Agreement 

- Mutabakat ile Suriye yönetimi de PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor ve 
önlemek için elinden gelen her şeyi yapacağını vaat ediyor. 
- Mutabakat’ın gizli olan maddelerinden sonuncusuna göre; eğer Türkiye, Suriye’nin aldığı tedbirlerden tatmin olmazsa Suriye sınırı boyunca karşı toprakların 5 km. derinliğinde bir bölgeye müdahale edebilir ve güvenlik kuşağı kurabilir. 
 Ruslar, bu mutabakatı göstererek ‘Siz Fırat’ın doğusuna müdahale etmek yerine 
Kürtlerin Esat ile anlaşmasına izin verin çünkü Esat zaten YPG/PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor ve bu öncelikle onun yükümlülüğü’ diyorlar. 
Özetle, Suriye’de Rusya kendi çözümünü Türkiye’ye dayatıyor. Türkiye’nin başından beri Fırat’ın doğusuna girmek gibi bir niyeti olmadığı zaten belli ve girmeyeceği bekleniyor. 

Çelişki Suriye’nin bütünlüğünü savunan Türkiye’nin hem kontrol altına aldığı bölgelerden çekilmemesi hem de Esat ile görüşmeye bir türlü yanaşmaması. Geçen zamanda içinde Türkiye’nin Suriye politikaları YPG/PKK meselesini ABD, Rusya ve Suriye’nin de meselesi haline getirdi. 

Rusya ve ABD’nin Suriye’deki nihai barış ile ilgili bir gizli planları olduğunu 
biliyoruz. Anlaşamadıkları nokta Kürtlere istediklerini vermek değil, bunu kimin vereceği yani kimin hamileri kalacağı. Ruslar bu yönde yakın zaman önce Hmeymim askeri üssünde YPG/PKK liderleri ile bir araya geldi ve Esat rejimi ile anlaşmasını sağlamaya çalışıyorlar. 

ABD ise YPG/PKK’lılara ‘Sakın Esat’a gitmeyin’ diyor. İki arada kalan YPG/PKK, 
kendilerine bağımsızlık bile vereceğini söyleyen ABD’ye yakın ama Ruslar da ‘Eğer Esat ile anlaşmazsanız sizi Türkiye’ye bırakırız’ şantajını yapıyor. 

ABD, YPG/PKK’yı İran senaryosu çerçevesinde kullanmak için elinde tutmak istiyor. 
Bu yüzden, Fırat’ın doğusundan çekilmeyecek, ABD güvenlik aygıtı buna izin vermeyecek. 
ABD’nin çekilmesi ancak Türkiye’nin Esat ile Kürtlerin geleceği konusunda anlaşması ile mümkün olabilir. Bu nedenle, ekonomi üzerinden şantaja devam ediyorlar. Trump’ın danışmanı Bolton ve senatör Lindsay Graham’ın Ankara ziyaretlerinin amacı buydu ve Amerikan kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda oyunun adını koydular; ‘Kürtleri ezdirmeyeceğiz.’ 

Büyük hesaplaşma öncesi Türk-Rus ilişkileri.. 

 Türk-Rus ilişkileri sadece Suriye özelinde değil, çok boyutlu olarak önemli sorunlar yaşıyor. Genel çerçevede Türk-Rus ilişkileri özellikle geçen Mayıs ayından beri oldukça sıkıntılı ve karşılıklı güven sıfır seviyesinde. Suriye ile ilgili yukarıda sıraladığımız talepleri sorunların sadece bir kısmı. Ruslara göre, Ankara Suriye’de hiçbir sözünü yerine getirmedi. 

Ruslar, Türkiye’nin Suriye’de girdiği bölgelerden gerçekten çıkacağını sanıyordu ama öyle olmadı. 
 Ruslar, Ankara-Washington gelişmelerini yakından izliyor ve acele tepki vermek 
istemiyorlar. Ancak, ABD ile ilişkilerimizden rahatsızlar, ne konuştuğumuzun peşindeler. 
Ruslar, Türkiye’nin Rus kartını ABD’ye karşı şantaj olarak kullandığını düşünüyor. Üstelik Türkiye ekonomik soruları nedeni ile gittikçe ABD ve Batıya kayıyor. 

Öte yandan; 

 - Ruslardan S-400 ya da benzeri bir silah sistemi alacağımızı ama şifrelerini ABD’ye teslim edeceğimizi düşünüyorlar. 
 - Türkiye hala Akkuyu nükleer santral projesi için gerekli parayı bulamadı. 
 - Ruslar enerji hattını Karadeniz’e döşediler ama Türk Akımı II için hala ticari bir anlaşma yok. 

 Rusların büyük planı (Avrasyacılık), Türkiye ve İran’ı bir potada kontrolünde tutmak, bunu diğer Türk Cumhuriyetlerine reklam olarak kullanmak ve böylece Rus realizmi gereği her coğrafyada çıkarlarını maksimize etmektir. 

 ABD’nin planı ise Türkiye’yi karşı ittifaktan koparmak ve İran planına dâhil etmek. Suudiler ise Ankara’nın Arap dünyası liderliği planına son vermek istiyor. Türkiye’nin Şii İran ve Rusya ile aynı tarafta uzun süre kalmayacağı öngörülüyor ve büyük hesaplaşma çok uzak değil. Bu hesaplaşma sanıldığı gibi taraflar arasında değil, Türkiye ve Rusya arasında yaşanacak. 

  Rusya, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri konusunda kendisine dürüst davranmadığını 
düşünüyor. İlave olarak aşağıdaki üç konuda Türkiye’nin Rusya’ya ihanet ettiğini algılıyor. 
 - Ekümenikliğini kabul etmediği halde İstanbul’daki Rum kilisesinin Ukrayna 
kilisesini kendisinden koparmasına izin vermesi (kilise birliğini bozması). 
 - Kerç Boğazı sorununda Ukrayna yanında yer almamız ve bu ülkeye insansız hava aracı satmamız. (Ruslar bu konuda; ‘Savaşın bitmesine yardımcı olmayacak’ açıklaması ile yetindiler). 
 - NATO’nun Karadeniz’deki Rusya aleyhine faaliyetlerine gönülden destek vermeye başlamamız. 
 
   Burada Rusya ile ilişkilerimiz konusunda bir öz eleştiri yapalım. Ruslar, NATO üyesi olsa da güçlü bir Türkiye’nin kendi çıkarlarına da hizmet edeceğini görecek kadar realistler. 

Ancak biz, ABD ile olduğu gibi Rusya ile de ilişki kurmayı bir türlü öğrenemedik. Ruslar hakkındaki temel bazı hususları bile hala Soğuk Savaş mantığından kurtulamayan Batılı kaynaklardan öğreniyoruz. Rusya konusunda ne uzmanlarımız ne de kurumsal diyalog kanallarımız var. İşte bu yüzden yani kurumsal diyalogun geliştirilmesi için İstanbul’da Türk-Rus Yüksek İstişare Kurulu’nu teşkil ettik 2. 

2 İnternet adresinden kurul ile ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz; https://www.rebtek.org/yuksek-istisare-kurulu/ 

 Sonuç..
 
 Makalemizi daha fazla uzatmadan sonuca gelelim. Kötüye giden ekonomik şartları bir kez daha Türkiye’yi çok önemli bir eşikte Batıya yanaşmaya ve Ruslara sırtını dönmeye zorluyor. Eğer ilişkilerimiz tersine dönerse, Ruslar; turizm, nükleer santral ve ekonomik yaptırımlar ötesinde çok daha radikal yaptırımlara başvurabilirler. Örneğin, Türkiye’nin derhal Suriye’de bulunduğu bölgelerden çıkmasını talep edebilir, Suriye hava sahasını kapatabilir ve Esat rejimi ile birlikte İdlib’e harekâta ve hava saldırılarına başlayabilirler. 

 Ankara’ya tavsiyemiz ise 2011’den beri aynı; Türkiye’nin güçlü bir Suriye’ye ihtiyacı var ve bunun çaresi Esat ile anlaşmak. Bu hem ABD’nin bölgeden çekilmesini hem de Rusları tatmin edecek bir çözümü sağlar. Böylece Suriye ile birlikte çözüm konusunda ABD kartını ve Rusya üzerinden ilişkiyi devreden çıkarıp, YPG/PKK’nın elimine edilmesi ve diğer çıkarlarımız konusunda ortak bir yol haritası izleyebiliriz. 

Unutmayın, biz Suriye ile komşuyuz. 


***

14 Kasım 2020 Cumartesi

Amerikan seçimleri neleri değiştirecek?

 Amerikan seçimleri neleri değiştirecek




Prof.Dr.Sait Yılmaz 

08 Kasım 2020 

ABD’de henüz tamamlanan seçimler gene kaotik bir ortam oluşturmuş gibi gözükse de, Joe Biden’ın kazandığı artık belli. Bu seçimler, ABD tarihinde son 120 yılın en yüksek katılım oranına sahip. Bu yüzden, kazanan da kaybeden de tarihi oy sayılarına ulaştı. 

Demokratlar 74 milyon oy alırken, Cumhuriyetçilerin oyu 70 milyonda kaldı. Tabii ki Amerikan seçmeni Trump ve Biden’a bizim baktığımız gibi bakmıyor. Oyların bu kadar yakın olmasının nedeni, liderler ile ilgili temel bakış açılarına ya da parametrelere ilişkin. Trump, görevi süresince iç politikaya yönelik popülist politikalar izledi, şirketlerin istediği vergi indirimini yaptı, dışarıda ise ABD yükümlülüklerinden kaçınma ve daha az para harcama yönünde bir eğilim gösterdi. ABD halkı ekonomi politikaları için Trump’ı daha çok tercih ederken, Obama döneminde tökezlenen sağlık kanunu, Trump’ın pandemi yönetimindeki performansı ve Mineapolis’te bir siyahinin öldürülmesi sonrası başlayan ve 
uzun süre devam eden olaylar nedeni ile Biden’ı tercih etti. ABD’nin dış politikası, Trump’ın ideolojik atamaları ve geleneksel kürtaj tartışmaları başkan seçiminde etkili olmadı. 
Sonuçta, Trump; daha çok orta halli ve fakir kesimler ile beyaz evanjelikler ve 
ırkçılardan oy aldı. Hatta geçen seçim büyük tepki gördüğü Latinler bile Trump’a daha çok oy verdi. Biden ise daha eğitimli kesim ve gençlerin oyunu topladı. 
Trump, ideolojik olarak ekonomi milliyetçisi idi ve başlangıçta arkasında olan güçler ayrışınca Siyonistlerin elinde kaldı ve bu durum, özellikle İsrail lehine politikalar geliştirmesine neden oldu. Trump, devlet teamüllerini genellikle unuttu, ülkeyi kutuplaştırması nedeni ile ABD demokrasisi geriye gitti. Nihayetinde işine gelmeyenleri değiştirmeye, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere devleti ele geçirmeye çalıştı. Ona muhalefet eden başını Wall Street, Pentagon ve istihbaratın çektiği adresler alternatif ya da derin bir devlet yapısı oluşturarak; ya Trump’ın başını belaya sokmaya çalıştılar ya da dediklerini pratikte yapmadılar. 

77 yaşındaki Biden ise ömrünün 47 yılını politikada geçirmiş, Obama döneninde iki dönem başkan yarımcılığı yapmış tecrübeli biri olmasına rağmen defoları ve gafları çok. Biden’a yöneltilen genel eleştiri, doğru dürüst hiçbir vizyonunun olmaması ve ortaya çıkan problemlere hep geçici çözümler önermesi. Eski Savunma Bakanı Robert Gates, 2014 yılında yazdığı hatıralarında Biden’ın son 40 yılda hemen her dış politika ya da ulusal güvenlik konusunda yanlış karar verdiğini yazdı. Biden, Obama döneminde daha çok Ortadoğu’da Irak, İran, Mısır, Suriye ve Libya arasında ABD politikalarının arka planını yönetmeye çalışmıştı. 

Peki, yeni başkan Joe Biden ne yapacak? 

Aslında ABD’deki iki parti de bir paranın iki yüzü gibi, aynı adrese hizmet ediyorlar; 

Yeni Dünya Düzeni peşindeki Küresel Sermaye. Trump ile aralarındaki güç savaşı ve ayrışmalarının kaynağını daha önce yazmıştık. Küresel sermayenin has adamı olan Biden, Trump’ı sevmeyen derin devletin istediği kişi. Biden, her şeyden önce “ABD’nin eski gücüne kavuşması” mottosu ile Amerikan hegemonyasını yeniden kurgulamaya girişecek. Bununla birlikte, ilk 100 günde ülke içinde daha çok pandemi, işsizlik ve vergi sorunları ile uğraşması gerekecek. 
Biden, Savunma Bakanlığı ve istihbaratın sözünü daha çok dinleyecek, ulusal güvenlik danışmanlarını daha çok dikkate alacak ve Trump döneminde sekteye uğrayan projelere destek verecek, yeni askeri maceralardan kaçınmayacak. 

Bunun Türkiye için de önemli olumsuz sonuçları olacak. 

Önce Biden’dan dış politikada neler bekliyoruz, bundan bahsedelim. 

Asıl ve uzak hedef Çin olacak, bu kapsamda Uygur meselesi de dâhil, ekonomi ve güvenlik kapsamında daha sıkı politikalar bekleyebiliriz. Amerikan güvenlik ve savunma sistemi uzun vadede Çin ile büyük bir savaş için hazırlık yapıyor. 

Rusya ile ilişkiler daha iyi olmayacak, Biden Rusya’ya baskıyı artıracak. 
En dramatik değişiklik İran konusunda; Obama döneminde yapılan ve Trump tarafından rafa kaldırılan nükleer program anlaşmasına dönülmesi bekleniyor. 
Bu gelişme, en çok İsrail’i rahatsız edecek. Biden, Arap-İsrail anlaşmalarına destek verdiğini açıklasa Batı Şeria’nın işgali yani bölgenin İsrail’e verilmesi konusunda aynı düşünmüyor. 

Biden, Obama döneminin sonuna doğru West Point’te yaptığı bir konuşmada Suudi Arabistan’ı kast ederek, “Dünyanın en iğrenç ve karanlık rejimi bizim müttefikimiz” demişti. 

Biden’ın Suudi diktatörlüğüne iyi bakmadığı biliniyor ve muhtemelen Yemen’de Suudi savaşına verdiği desteği de kesecek. 

Biden’ın ABD’nin geleceğini tümden değiştirecek bir vizyona sahip olmadığı biliniyor, daha çok “restorasyon” adamı olarak, kurumların ve lobilerin sözünü dinleyecek biri olarak görülüyor. Bu yönü özellikle NATO ve Avrupa Birliği tarafından önemli bulunuyor. 

Biden’ın başkan olduğu ABD’nin Türkiye ile ilişkilerine gelince.. 

Ankara, ABD’deki ikili yönetiminden birincisi ile yani Trump ile özel ilişkiler kurmuş, kendi gündemi üzerinden doğrudan pazarlıklar yapmıştı. Ama arkadaki derin devlet bundan memnun değildi. Örneğin Trump, üç kere Suriye’den çıkma kararı aldı ama Savunma Bakanlığı ve istihbarat bu kararları bir şekilde sulandırıp, sahada kalmaya devam etti. 

Önümüzdeki dönemde ikili ilişkilerde en sıkıntılı bölge Suriye ve YPG/PKK konusu 
olacak. ABD derin devleti için PKK uzun vadeli bir stratejinin parçası ve çok emek verdikleri bu projeden vazgeçmek istemiyorlar. 

Bu konuya paralel olarak, Türkiye’deki demokrasi ile ilgili yakın zamanda bizzat 
Biden’ın yaptığı eleştiriler, dış politika konularını etkileyecek bir gündem oluşturabilir. 

Özellikle S-400 ve F-35 gibi konular ile birlikte, Türkiye’nin Batı müttefikliği NATO 
içinde de tartışmaya açılabilir. 

Halen zaten Doğu Akdeniz, Yunanistan ve Kıbrıs konularında Türkiye aleyhine olan ABD politikaları daha da kötüye gidebilir. 

ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da yeni yapılanma gayretleri de Türkiye ile 
ilişkilerinde yeni sayfalar açabilir. 


Bununla beraber, her ABD başkanı seçilmeden önce Türkiye aleyhine sarf ettiği sözlere rağmen seçildikten sonra, ülkesinin çıkarları yönünde Ankara ile iyi ilişkilere önem vermiştir. 

ABD ile Türkiye ilişkilerinin yeni dönemde belirli bir süre daha da sertleşse de uzun dönemde belirli bir istikrara kavuşacağı beklenmelidir. 

Bu iyileşmede Ankara’nın performansı da etkili olacaktır. 
 
 ***

21 Ekim 2020 Çarşamba

Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri..

 Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri.. 

Prof.Dr.Sait Yılmaz, Trumpın Suriyeden çekilme kararı, etkileri, 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
28 Aralık 2018 


Giriş 

Beyaz Saray sözcüsü Sarah Sanders, geçen Çarşamba günü ABD.nin Suriye.deki 2 bin özel kuvvetler mensubunu iki-üç hafta içinde çekeceğini açıklamıştı. Trump ise tweeter mesajı ile bu çekilmenin gerekçesini, sahada bulunma nedenleri olan IŞİD.in yenilmesi olarak açıkladı. Trump.ın kararı sonrası ABD.nin Suriye.deki anti-terör koalisyonu özel elçisi Brett McGurk tepki olarak istifa etti. Görev süresi 28 Şubat 2019.da biteceği halde Trump ile süregelen anlaşmazlıkları nedeni ile yakın zaman önce istifade eden Savunma Bakanı James Mattis de bu kararın Suriye.yi Rusya ve İran.a bırakmak olduğu gerekçesi ile itirazını dile getirdi. 

Bir askeri kurala göre; “eğer yenilgiye gidiyor ve zararını azaltmak istiyorsan, en kısa yol zaferini ilan edip, süratle çekilmelisin” der. Nitekim Trump.ın Suriye.den çekilme kararı Lyndon Johnson.ın Vietnam ile ilgili kararına benzetildi; zaferi ilan et ve çekil. ABD, geçmişte Kore ve Vietnam.dan olduğu gibi Lübnan (1982-1984) ve Nikaragua.dan da çekilmek zorunda kaldı. ABD.nin çekilmesi hiçbirinde zafer değildi ve geride hiçbir caydırıcılığı kalmadı. Bu makalede, Trump.ın Suriye.den çekilme kararını neden ve nasıl verdiğini açıklamaya çalışacağız. 

ABD’nin Suriye’den çekilmesi ne anlama geliyor? 

 ABD.nin Suriye.ye askeri müdahalesi 2011 yılında içlerinde Türkiye-Suudi Arabistan ve Katar.ın içinde bulunduğu ittifak içinde öncelikle Halep ve Şam.ı hedef alan vekilli savaşın desteklenmesi ile başladı. Ancak, Esat düşürülemeyince ve Rusya devreye girince, Ekim 2015.de sözde IŞİD ile mücadele için Suriye.nin kuzeyindeki bölgenin işgaline başlandı. Böylece ABD.nin Suriye stratejisi CIA destekli rejim değişikliğinden IŞİD ile sahada askeri mücadeleye kaydı. Suriye.de Rakka ve diğer önemli petrol bölgeleri, yeni vekil güç YPG/PKK kullanılarak ele geçirildi. Yakın zamana kadar ABD Savunma Bakanlığı, Suriye.nin kuzeyindeki yapının güvenliği için 30-35 bin asker göndermekten bahsediyordu. 

Amerikalılara göre; Suriyenin kuzeyindeki varlıklarının stratejik amaçları şunlardı 1; 

 - Esat.ın bu bölgedeki petrol bölgelerini tekrar ele geçirmesini önlemek. 
 - İran.ın Hizbullah ve Akdeniz sahili ile ulaşımını kesmek. 
 - Sahada tek güvenilir vekil güç olarak gördüğü YPG/PKK.yı korumak ve bunu 
yaparken Türkiye.nin kırmızı çizgilerine uyması için etkilemek. 
 - Suriye.nin geleceğine ilişkin masada verilecek kararı Rusya, İran ve Türkiye.ye 
bırakmamak, ABD.nin çıkarlarını korumak. 

 Trump, seçilmeden önce Suriye.deki savaşı gereksiz görüyor ve Suriye'de 5 trilyon doların boşa harcandığını söylüyordu. Trump, daha Nisan 2018.de Suriye.den birlikleri yakından çekeceğini söylemişti. Ancak, Pentagon generalleri ile tartışmalardan sonra sözde IŞİD ile savaşa bir süre daha zaman verdi. Sekiz ay sonra bu kararı tekrar verdiğinde başta Savunma Bakanı Mattis ve diğer generaller onu vazgeçirmek için epeyce uğraştılar. Savunma Bakanı James Mattis ve Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 
uzun süre Suriye.de kalmak niyetindeydiler. Nitekim geçen ay Türkiye sınırına Amerikan gözetleme noktaları kurulacağı açıklanmıştı. Yönetimin yeni-muhafazakâr Suriye özel elçisi James Jeffrey ise yakın zaman önce uçuşa yasak bölge oluşturulmasından bahsediyordu. 



Pentagon.un kalma gerekçesi, aksi takdirde Suriye.nin Rusya ve İran.ın elinde kalacağı, Türklerin de ABDnin hamisi olduğu Kürt bölgesine harekât yapacağı idi. 
 ABD gazeteleri, Trumpın Suriye.den sonra Afganistan.dan 14 bin askerin çekilmesi emrini verdiğini yazdı. ABDnin Afganistan.dan çekilmesi de bir sürpriz değil. Ülkenin yarısını işgal etmiş Taliban ile Suudi Arabistan ve BAE.nin de dâhil olduğu gizli görüşmeler uzun süredir devam ediyordu. Bu görüşmelerin gündeminde ABD.nin çıkarlarının garanti altına alınması ve Körfez ülkelerinden bir gücün güneyde Amerikalıların yerini alması bulunuyor 2 Nisan 2019 da Afganistan.da seçim var ve yeni Afgan başkanının Rusya ve İrandan uzak durması isteniyor. 

 Diğer yandan ABD ordusunun önemli sorunları bulunmaktadır. ABD.nin halen 150 ülkedeki 800.den fazla denizaşırı üssünde 170 bin askeri var ve bunların 40 bin kadarı örtülü işlerle meşgul. Mevcut askeri gücün bir kısmı beklemede diğer kısmı ise rotasyon görevinde. 

Sürekli farklı bölgelere görevler Kara Kuvvetlerini yordu. Deniz Kuvvetleri.nin bakıma ve dinlenmeye ihtiyacı var. Hava Kuvvetleri.nde ise sürekli uzak görevlerden dolayı hazırlık seviyesi düştü. Askerler kadar özel askeri şirketler de bu sonsuz savaş döngüsünden sonuç alınamayacağını görüyor. Çin ve Rusya ile savaşa hazırlanan ABD askeri gücü sürekli kan kaybederken, Ortadoğu.da gittikçe daha hassas hale geliyordu ve bir çıkış stratejisine ihtiyaç vardı 3. 


ABD, savaşlardaki teknolojik üstünlüğü olan hava ve füze savunması, siber ve uzay 
operasyonları, yüzey ve denizaltı gemilerine karşı savaş, uzun menzilli kara ateşleri ve elektronik savaş üstünlüğünü kaybediyor4. Bunun anlamı, 22 trilyon dolar bütçe açığı olan ABD.nin savunma ve teknoloji konularına daha çok bütçe ayırması demek 5. Trump’ın çekilme kararı ve tepkiler.. 
 
Trump.ın çekilme kararını alırken ne Dışişleri Bakanlığı.na ne Kongre.ye ne de 
Savunma Bakanlığı.na danışmadı yani Suriye ve Afganistan.dan çekilme kararlarını yalnız başına verdi. Trump, bu kararla en çok kendi partisi içindeki yeni-muhafazakârlar ve onların başın çeken eski Savunma Bakanı James Mattis ile karşı karşıya geldi. 2004.de Felluce.deki katliamdan sorumlu olan 6 ve Afganistan.daki savaşta “İnsan öldürmeyi eğlenceli bulduğunu söyleyen” Mattis.in lakabı “Çılgın Köpek” idi. Mattis.in istifası Suriye.deki ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Belçika.nın dâhil olduğu savaş ittifakının da sonu oldu. Trump.ın 
dünyaya bakışı, masrafları mümkün olarak azaltacak şekilde diplomasiden ziyade ekonomiye odaklı. Yeni-muhafazakârlar ise oldukça müdahaleci eğilimi ve dünyanın her neresinde (kendilerine göre) demokrasi tehlikede ise oraya müdahale etmenin bir görev olduğu kadar bir hak olduğunu düşünüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının arkasındaki nedenler şu şekilde sıralanıyor; 

- Türkiye.den ABD.nin Fırat.ın doğusundaki YPG/PKK yapılanması ile süregelen 
muhalefeti ve baskısı neticesinde iki ülkenin askeri olarak karşı karşıya gelmesinin istenmemesi, 
 - ABD.nin İran ile bir savaşa hazırlanması nedeni ile Suriye ve Irak.ta İran güçlerin saldırısından kaçınmak istemesi, bu yüzden Irak.taki 5.200 Amerikan askerini de çekebileceği. Bununla da kalmayıp, geçen Çarşamba Abu Dabi.de Pakistan, Suudi ve BAE temsilcileri ile Afganistan.dan ABD askerlerinin çekilmesini görüşmesi. 

 - Trump, Suriye.den çekilen güçleri yerine Suudi Arabistan ve BAE.den askerler 
göndermesi konusunda anlaşmış olabilir. Nitekim geçtiğimiz haftalarda bu ülkelerden bazı askeri temsilcilerin Fırat.ın doğusuna ziyaretlerde bulunduğu söyleniyor. Ancak, bu güçlerin sahada yalnız kalan YPG/PKK.yı destekleme görevi de alabileceği konuşuluyor. 
 Savunma Bakanlığı ise Trump.n kararını boşa çıkarmak için IŞİD.in tamamen yok edilmediği, köklerine döndüğü ve bölgeden temizlenmesinin yıllar alacağını iddia ediyorlar. 
Pentagon.a göre IŞİD.in ana siyasi ve ekonomik unsurları hala Suriye ve Irak.ta yaşamaya devam ediyor. ABD çekilmesinin bu terör ağını yeniden yapılanmaya götüreceğini ve IŞİD 2.0.ın ortaya çıkacağını savunuyorlar 7. 

 Trump.ın çekilme kararları ile ABD istihbaratı kadar Savunma Bakanlığı ile de hatta en yakın danışmanları ile ters düştü. Trump.ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, daha dört ay önce Amerikan birliklerinin Suriye.de İran birlikleri ve vekil güçleri olduğu sürece kalacağını söylemişti. Trump yönetiminin rejim değişikliği politikaları Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından yönetiliyor ama Suriye kararına kızdıkları kesin 8. 

ABD.nin Yemen.de de dört yıl Suudiler ile birlikte bombalamaya devam ederken, ateşkese gitmesi, dünya genelinde askeri görümünün düşük profile inmesi anlamına geliyor. Aslında ABD ve Suudi stratejisi, BM kararları ile Yemen.de önce karşı tarafı silahsızlandırmaya sonra da kolayca yutmaya dayanıyor 9. 
 Trump.ın kararı sağ kanadın şahin Senatörleri Lindsey Graham ve Marco Rubio ile Hollywood liberalleri tarafından kınandı. ABD.nin Suriye.den çekilmesinin bir güç boşluğu yaratacağını iddia ediyorlar. 

 Rockefeller tarafının CFR başkanı Richard Haas.tan geldi. Haas, ABD.nin Suriye.de kalması gerektiğini ve yoksa meydanın Rusya ve İran.a kalacağını söyledi.  ABD.deki İsrail lobisi ise Türkiye.nin müdahalesinin İsrail.in güvenliği için önemli olan İran.ın Suriye.ye uzanan kolunu kesmeyeceğini düşünüyor10. 




 İsrailin Haaretz gazetesine göre, ABD yönetimi Netenyahu.ya çekilme niyetini bildirirken, bölgedeki gelişmeleri etkilemek için başka yöntemleri olduğundan bahsetti. Bu yöntemlerin başında ABD.nin özellikle Katar.daki üslerden hava saldırılarına devam edebileceği gösteriliyor 11. Buna uçak gemilerinden yapılacak füze saldırıları ile örtülü operasyonlar eklenebilir. 
 Sahadaki YPG/PKK teröristlerinin sözcüsü İlham Ahmed ise ABD.nin çekilme 
kararını arkadan bıçaklanmak olarak yorumladı. 

 ABD’nin Çekilmesi sonrası Suriye.. 

 Suriye.den çekilmenin arkasında Türkiye.nin özellikle İran senaryosu karşısında 
YPG/PKK.dan çok daha önemli bir müttefik görüldüğü yorumu yapılıyor12. ABD.nin çekilmesi halinde Türkiye.nin boşluğu dengeleyeceği, Rusya ve Suriye.de kalan IŞİD.I temizleyebileceği diğer bir gerekçe olarak sunuluyor. Bir Beyaz Saray yetkilisinin açıklamasına göre, Türkiye; ABD birlikleri çekildiğinde IŞİD.i bitirme işinin sorumluluğunu almaya söz verdi 13. Bu, ABD için kendileri için çekildikten sonra güç boşluğu kalmayacağı garantisi anlamına geliyor. Trump.ın Suriye.den çekilme kararı sonrası Türkiye.nin harekâtını ertelemesi ABD birliklerinin çekilmesi için beklemeye bağlanıyor ve bunun yaklaşık bir ay alacağı hesaplanıyor 14. Ancak, ABD.li yetkililer Suriye.den çekilmenin 60-100 gün sürebileceğini söylüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının her ne kadar Türkiye.yi 
ABD.ye yaklaştıracağı düşünülüyorsa da Ruslarla kuvvetli ilişkisini bitirmesi beklenmiyor. 

Trump.ın Türkiye.ye Patriot satışına izin vermesinin arkasında ise seçim kampanyasına en çok yatırım yapanlardan olan askeri-sanayiyi memnun etmek var ama önce Patriot almamıza ikna etmesi lazım 15. 

 ABD.nin Suriye.deki askeri stratejisi “en az zayiat, en az masraf” üzerine 
kurulmuştu ve Suriyeli Kürtler aranan mayın eşeği idi. Kürtleri eğitmek ve onları 
kullanarak toprak kazanmak, IŞİD bahanesi ile Rusların ve İranlıların bölgeye girişini hava saldırıları tehdidi ile önlemek harekât planının esası idi. Trump; Esat.ın gitmesinin, İran ve Rusya.ya rağmen bölgede kalmanın riskini ve masrafını artık taşımak istemedi. ABD çekilmesi, Suriye.de süregelen rejim değişikliği beklentisinin de sonu demek. Trump.ın Suriye.den birlikleri çekmesi, Körfez İşbirliği Konseyi.ndeki müttefiklerinin Suriye.ye yönelik gülünç planlarının sonu demek16. 

 Trumpın çekilme kararına karşı çıkanlar IŞİD ya da onun devamının geri döneceği korkusunu yayıyorlar. Nitekim geçen hafta Doha.da yapılan BM Terörle Mücadele Ofisi başkanı Vladimir Volonkov.un açıklamasına göre; dünya genelinde hala 20 bin IŞİD militanı var. IŞİD.in Suriye ve Irak.ta yerel bağlarının ve finansal şebekesinin devam ettiği iddia ediliyor. Yani IŞİD, Sünni gruplar içinden tekrar bir intikam savaşı başlatabilir. 

Özetle herkes yeni savaşlardan bahsederken, yıktıklarını görmezden geliyor, kimse Ortadoğu.nun gerçek sorunlarına el atmak istemiyor. Trump.ın çekilme kararı Suriye.yi daha hızlı barışa ve bölgeyi gerçek sorunlarla yüzleşmeye götürebilir. 

 Trump.ın kararı Suriye.deki özel askeri şirketler ve komşu Irak.taki ABD askerlerin çekilmesi ile ilgili bir şey söylemiyor. Suriye.nin kuzeyinde 200-300 kadar CIA ajanı olduğu biliniyor 17. 

Ancak, bunlar YPG/PKK.yı desteklemeye yetmez.  ABD.nin arkasından İngiltere ve Fransa.da 400-500 kişilik özel kuvvetlerini çekmek zorunda kalabilir. 
Fransanın Suriyenin kuzeyinde 200 özel kuvvetler elemanı ve 3 CAEASAR Obüsü bulunuyor 18. 
 
Sonuç 

 II. Dünya Savaşı bittiğinden beri ABD.nin gerçek bir düşmanı olmadı; kendi yarattığı düşmanlar ile hegemonyasını sürdürmeye devam ediyor19. Bu hayali düşmanlara karşı ortak bir savunma çerçevesi içinde kendine müttefikler buluyor, askeri operasyonlarını meşru hale getiriyor. 

Şimdi askerler kendilerine savaşacak yeni canavarlar bulmak zorunda. Suriye.deki Amerikan askeri varlığı son dört yılda, eğit-donat ile terörist üreten bir ülke olmaktan, Suriye.nin kuzeyine sıkışmış iki bin özel kuvvetler mensubu ile; sözde terörist avcısı, İran düşmanlarının sığınağı ve YPG/PKK.nın hamisi bir güç haline gelmişti. Amerikalı askerlerinin görevi Türkleri Fırat.ın doğusuna sokmamaya indirgenmişti. ABD, bundan sonra şunu diyecek; “İşte çekildim, görelim bakalım bensiz ne yapacaksınız?” ABD, artık İran.ın Suriye.de çekilmesi, Türkler ile Kürtler arasında barışı koruma oyunu ve Esat.a masada baskı yapmakla meşgul olacaktır 20. 

Şimdiki aşama ABD ve onun müvekkili YPG/PKK.nın işgal ettiği Suriye.nin üçte 
birlik bölümüne ne olacağıdır. Muhtemelen Rusya.nın Esat kontrolünde bir Suriye.de Kürtlere „de facto. özerklik vereceği bir vizyon kabullenilecektir. Türkiye, İran ve İsrail.in kırmızı çizgilerinin nasıl hayata geçirileceği ise gündemi işgal edecek. Türkiye.nin olası harekâtının Rusya ve Esat güçleri ile koordineli olması, petrol bölgesi olan Deyrizor.a ulaşmadan durması, buranın Esat güçlerine bırakılması bekleniyor21. Öte yandan Türkiye.nin Fırat.ın doğusuna yapacağı harekât Rusya destekli Esat güçlerinin de İdlib.e bir harekâta başlamasına yol açabilir. Türkiye neyi planlıyorsa bir an önce Şam ile de arasını düzeltmeli ve 
koordine etmelidir. Fırat.ın doğusundaki Kürtler ise şimdi önce Esat.a sonra Rusya ve İran.a sığınmak peşindeler. Nitekim YPG/PKK, hemen Şam.a bir delegasyon gönderdi. 

Bundan sonra onların verebileceği özerklik derecesine razı olacaklar. 

DİPNOTLAR;

1 Nikolas K. Gvosdes, Trump's Tricky Syria Drawdown Plan, U.S. Naval War College, (Dec 21, 2018). 
2 Masud Wadan, U.S. Forces Withdraw From Afghanistan. Secret Negotiations with the Taliban. .Huge 
Political Change on the Horizon., Global Research, (December 27, 2018). 
3 Kerby Davis, Syria is a Distraction from Great Power Competition, jgas, (December 27, 2018). 
4 David C. Gompert, Astrid Stuth Cevallos, Christina L. Garafola, War With China: Thinking Through the 
Unthinkable, Rand Corporation, (2016). 
5 United States Government Accountability Office (GAO), National Security: Long Range Emerging Threats 
Facing the United States as Identified by Federal Agencies, (December 2018.) 
6 New York Times, (Feb. 4, 2005). 
7 Aykan Erdemir, John Lechner, Trump’s Gifts to Turkey Repeat Mistakes and Set Bad Precedents, 
    cdn.defenseone. (December 20, 2018). 
8 Preston Business Review, Win for Turkey, loss for Kurds, election rhetoric for Trump – experts on US pullout 
   from Syria, (December 20, 2018). 
9 Julia Kassem, The Trump Administration Isn’t Ending the Wars in Syria or Yemen — It’s Only Shifting (and 
   Fighting Over) Strategy, Global Research, (Dec 21, 2018). 
10 Ben Cohen, Trump’s New Embrace of Turkish President Erdogan Decried by Top US Jewish Leaders, 
    Algemeiner, (December 24, 2018). 
11 Bill Van Auken, Trump’s Syrian Withdrawal Order Sparks Political Firestorm in Washington, (Dec 21, 2018). 
12 Robert Merry, 2019: Donald Trump vs. the Elites? National Interest, (December 21, 2018). 
13 Josh Lederman, White House says Erdogan promised Trump he'd finish off ISIS in Syria, NBC News, (Dec 23, 2018). 
14 Louisa Loveluck, Turkey’s Erdoğan Delays Operation against Kurdish Forces in Syria, Washington Post, (December 21 2018). 
15 Boris Djuric, The Role of Turkey in the US Defense Secretary's Resignation, Newswire, (December 22, 2018). 
16 Gil Barndollar, Donald Trump Is Ready to Shed the Syria Problem, Center for the Study of Statesmanship, (Dec 20, 2018). 
17 Federico Pieraccini, Trump Pulls Troops Out of Syria in Desperate Attempt to Save His Presidency, Causing Geopolitical Earthquake, Strategic Culture Foundation, (December 26, 2018). 
18 South Front, France Plans to Replace the US in Syria, Alongside Proxy Forces from Saudi Arabia and UAE, (December 24, 2018). 
19 Stephen Lendman, Mattis Out as Trump Regime War Secretary, CRG, (Dec 21, 2018). 
20 Daniel R. DePetris, The Dangers of Military Mission Creep in Syria, Washington Examiner, (December 20, 2018). 
21 Elijah J. Magner, Trump Is Leaving Behind a Trap for Russia, Turkey and Iran in Syria, Global Research, (December 27, 2018). 


***