Etkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Etkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2020 Çarşamba

Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri..

 Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri.. 

Prof.Dr.Sait Yılmaz, Trumpın Suriyeden çekilme kararı, etkileri, 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
28 Aralık 2018 


Giriş 

Beyaz Saray sözcüsü Sarah Sanders, geçen Çarşamba günü ABD.nin Suriye.deki 2 bin özel kuvvetler mensubunu iki-üç hafta içinde çekeceğini açıklamıştı. Trump ise tweeter mesajı ile bu çekilmenin gerekçesini, sahada bulunma nedenleri olan IŞİD.in yenilmesi olarak açıkladı. Trump.ın kararı sonrası ABD.nin Suriye.deki anti-terör koalisyonu özel elçisi Brett McGurk tepki olarak istifa etti. Görev süresi 28 Şubat 2019.da biteceği halde Trump ile süregelen anlaşmazlıkları nedeni ile yakın zaman önce istifade eden Savunma Bakanı James Mattis de bu kararın Suriye.yi Rusya ve İran.a bırakmak olduğu gerekçesi ile itirazını dile getirdi. 

Bir askeri kurala göre; “eğer yenilgiye gidiyor ve zararını azaltmak istiyorsan, en kısa yol zaferini ilan edip, süratle çekilmelisin” der. Nitekim Trump.ın Suriye.den çekilme kararı Lyndon Johnson.ın Vietnam ile ilgili kararına benzetildi; zaferi ilan et ve çekil. ABD, geçmişte Kore ve Vietnam.dan olduğu gibi Lübnan (1982-1984) ve Nikaragua.dan da çekilmek zorunda kaldı. ABD.nin çekilmesi hiçbirinde zafer değildi ve geride hiçbir caydırıcılığı kalmadı. Bu makalede, Trump.ın Suriye.den çekilme kararını neden ve nasıl verdiğini açıklamaya çalışacağız. 

ABD’nin Suriye’den çekilmesi ne anlama geliyor? 

 ABD.nin Suriye.ye askeri müdahalesi 2011 yılında içlerinde Türkiye-Suudi Arabistan ve Katar.ın içinde bulunduğu ittifak içinde öncelikle Halep ve Şam.ı hedef alan vekilli savaşın desteklenmesi ile başladı. Ancak, Esat düşürülemeyince ve Rusya devreye girince, Ekim 2015.de sözde IŞİD ile mücadele için Suriye.nin kuzeyindeki bölgenin işgaline başlandı. Böylece ABD.nin Suriye stratejisi CIA destekli rejim değişikliğinden IŞİD ile sahada askeri mücadeleye kaydı. Suriye.de Rakka ve diğer önemli petrol bölgeleri, yeni vekil güç YPG/PKK kullanılarak ele geçirildi. Yakın zamana kadar ABD Savunma Bakanlığı, Suriye.nin kuzeyindeki yapının güvenliği için 30-35 bin asker göndermekten bahsediyordu. 

Amerikalılara göre; Suriyenin kuzeyindeki varlıklarının stratejik amaçları şunlardı 1; 

 - Esat.ın bu bölgedeki petrol bölgelerini tekrar ele geçirmesini önlemek. 
 - İran.ın Hizbullah ve Akdeniz sahili ile ulaşımını kesmek. 
 - Sahada tek güvenilir vekil güç olarak gördüğü YPG/PKK.yı korumak ve bunu 
yaparken Türkiye.nin kırmızı çizgilerine uyması için etkilemek. 
 - Suriye.nin geleceğine ilişkin masada verilecek kararı Rusya, İran ve Türkiye.ye 
bırakmamak, ABD.nin çıkarlarını korumak. 

 Trump, seçilmeden önce Suriye.deki savaşı gereksiz görüyor ve Suriye'de 5 trilyon doların boşa harcandığını söylüyordu. Trump, daha Nisan 2018.de Suriye.den birlikleri yakından çekeceğini söylemişti. Ancak, Pentagon generalleri ile tartışmalardan sonra sözde IŞİD ile savaşa bir süre daha zaman verdi. Sekiz ay sonra bu kararı tekrar verdiğinde başta Savunma Bakanı Mattis ve diğer generaller onu vazgeçirmek için epeyce uğraştılar. Savunma Bakanı James Mattis ve Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 
uzun süre Suriye.de kalmak niyetindeydiler. Nitekim geçen ay Türkiye sınırına Amerikan gözetleme noktaları kurulacağı açıklanmıştı. Yönetimin yeni-muhafazakâr Suriye özel elçisi James Jeffrey ise yakın zaman önce uçuşa yasak bölge oluşturulmasından bahsediyordu. 



Pentagon.un kalma gerekçesi, aksi takdirde Suriye.nin Rusya ve İran.ın elinde kalacağı, Türklerin de ABDnin hamisi olduğu Kürt bölgesine harekât yapacağı idi. 
 ABD gazeteleri, Trumpın Suriye.den sonra Afganistan.dan 14 bin askerin çekilmesi emrini verdiğini yazdı. ABDnin Afganistan.dan çekilmesi de bir sürpriz değil. Ülkenin yarısını işgal etmiş Taliban ile Suudi Arabistan ve BAE.nin de dâhil olduğu gizli görüşmeler uzun süredir devam ediyordu. Bu görüşmelerin gündeminde ABD.nin çıkarlarının garanti altına alınması ve Körfez ülkelerinden bir gücün güneyde Amerikalıların yerini alması bulunuyor 2 Nisan 2019 da Afganistan.da seçim var ve yeni Afgan başkanının Rusya ve İrandan uzak durması isteniyor. 

 Diğer yandan ABD ordusunun önemli sorunları bulunmaktadır. ABD.nin halen 150 ülkedeki 800.den fazla denizaşırı üssünde 170 bin askeri var ve bunların 40 bin kadarı örtülü işlerle meşgul. Mevcut askeri gücün bir kısmı beklemede diğer kısmı ise rotasyon görevinde. 

Sürekli farklı bölgelere görevler Kara Kuvvetlerini yordu. Deniz Kuvvetleri.nin bakıma ve dinlenmeye ihtiyacı var. Hava Kuvvetleri.nde ise sürekli uzak görevlerden dolayı hazırlık seviyesi düştü. Askerler kadar özel askeri şirketler de bu sonsuz savaş döngüsünden sonuç alınamayacağını görüyor. Çin ve Rusya ile savaşa hazırlanan ABD askeri gücü sürekli kan kaybederken, Ortadoğu.da gittikçe daha hassas hale geliyordu ve bir çıkış stratejisine ihtiyaç vardı 3. 


ABD, savaşlardaki teknolojik üstünlüğü olan hava ve füze savunması, siber ve uzay 
operasyonları, yüzey ve denizaltı gemilerine karşı savaş, uzun menzilli kara ateşleri ve elektronik savaş üstünlüğünü kaybediyor4. Bunun anlamı, 22 trilyon dolar bütçe açığı olan ABD.nin savunma ve teknoloji konularına daha çok bütçe ayırması demek 5. Trump’ın çekilme kararı ve tepkiler.. 
 
Trump.ın çekilme kararını alırken ne Dışişleri Bakanlığı.na ne Kongre.ye ne de 
Savunma Bakanlığı.na danışmadı yani Suriye ve Afganistan.dan çekilme kararlarını yalnız başına verdi. Trump, bu kararla en çok kendi partisi içindeki yeni-muhafazakârlar ve onların başın çeken eski Savunma Bakanı James Mattis ile karşı karşıya geldi. 2004.de Felluce.deki katliamdan sorumlu olan 6 ve Afganistan.daki savaşta “İnsan öldürmeyi eğlenceli bulduğunu söyleyen” Mattis.in lakabı “Çılgın Köpek” idi. Mattis.in istifası Suriye.deki ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Belçika.nın dâhil olduğu savaş ittifakının da sonu oldu. Trump.ın 
dünyaya bakışı, masrafları mümkün olarak azaltacak şekilde diplomasiden ziyade ekonomiye odaklı. Yeni-muhafazakârlar ise oldukça müdahaleci eğilimi ve dünyanın her neresinde (kendilerine göre) demokrasi tehlikede ise oraya müdahale etmenin bir görev olduğu kadar bir hak olduğunu düşünüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının arkasındaki nedenler şu şekilde sıralanıyor; 

- Türkiye.den ABD.nin Fırat.ın doğusundaki YPG/PKK yapılanması ile süregelen 
muhalefeti ve baskısı neticesinde iki ülkenin askeri olarak karşı karşıya gelmesinin istenmemesi, 
 - ABD.nin İran ile bir savaşa hazırlanması nedeni ile Suriye ve Irak.ta İran güçlerin saldırısından kaçınmak istemesi, bu yüzden Irak.taki 5.200 Amerikan askerini de çekebileceği. Bununla da kalmayıp, geçen Çarşamba Abu Dabi.de Pakistan, Suudi ve BAE temsilcileri ile Afganistan.dan ABD askerlerinin çekilmesini görüşmesi. 

 - Trump, Suriye.den çekilen güçleri yerine Suudi Arabistan ve BAE.den askerler 
göndermesi konusunda anlaşmış olabilir. Nitekim geçtiğimiz haftalarda bu ülkelerden bazı askeri temsilcilerin Fırat.ın doğusuna ziyaretlerde bulunduğu söyleniyor. Ancak, bu güçlerin sahada yalnız kalan YPG/PKK.yı destekleme görevi de alabileceği konuşuluyor. 
 Savunma Bakanlığı ise Trump.n kararını boşa çıkarmak için IŞİD.in tamamen yok edilmediği, köklerine döndüğü ve bölgeden temizlenmesinin yıllar alacağını iddia ediyorlar. 
Pentagon.a göre IŞİD.in ana siyasi ve ekonomik unsurları hala Suriye ve Irak.ta yaşamaya devam ediyor. ABD çekilmesinin bu terör ağını yeniden yapılanmaya götüreceğini ve IŞİD 2.0.ın ortaya çıkacağını savunuyorlar 7. 

 Trump.ın çekilme kararları ile ABD istihbaratı kadar Savunma Bakanlığı ile de hatta en yakın danışmanları ile ters düştü. Trump.ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, daha dört ay önce Amerikan birliklerinin Suriye.de İran birlikleri ve vekil güçleri olduğu sürece kalacağını söylemişti. Trump yönetiminin rejim değişikliği politikaları Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından yönetiliyor ama Suriye kararına kızdıkları kesin 8. 

ABD.nin Yemen.de de dört yıl Suudiler ile birlikte bombalamaya devam ederken, ateşkese gitmesi, dünya genelinde askeri görümünün düşük profile inmesi anlamına geliyor. Aslında ABD ve Suudi stratejisi, BM kararları ile Yemen.de önce karşı tarafı silahsızlandırmaya sonra da kolayca yutmaya dayanıyor 9. 
 Trump.ın kararı sağ kanadın şahin Senatörleri Lindsey Graham ve Marco Rubio ile Hollywood liberalleri tarafından kınandı. ABD.nin Suriye.den çekilmesinin bir güç boşluğu yaratacağını iddia ediyorlar. 

 Rockefeller tarafının CFR başkanı Richard Haas.tan geldi. Haas, ABD.nin Suriye.de kalması gerektiğini ve yoksa meydanın Rusya ve İran.a kalacağını söyledi.  ABD.deki İsrail lobisi ise Türkiye.nin müdahalesinin İsrail.in güvenliği için önemli olan İran.ın Suriye.ye uzanan kolunu kesmeyeceğini düşünüyor10. 




 İsrailin Haaretz gazetesine göre, ABD yönetimi Netenyahu.ya çekilme niyetini bildirirken, bölgedeki gelişmeleri etkilemek için başka yöntemleri olduğundan bahsetti. Bu yöntemlerin başında ABD.nin özellikle Katar.daki üslerden hava saldırılarına devam edebileceği gösteriliyor 11. Buna uçak gemilerinden yapılacak füze saldırıları ile örtülü operasyonlar eklenebilir. 
 Sahadaki YPG/PKK teröristlerinin sözcüsü İlham Ahmed ise ABD.nin çekilme 
kararını arkadan bıçaklanmak olarak yorumladı. 

 ABD’nin Çekilmesi sonrası Suriye.. 

 Suriye.den çekilmenin arkasında Türkiye.nin özellikle İran senaryosu karşısında 
YPG/PKK.dan çok daha önemli bir müttefik görüldüğü yorumu yapılıyor12. ABD.nin çekilmesi halinde Türkiye.nin boşluğu dengeleyeceği, Rusya ve Suriye.de kalan IŞİD.I temizleyebileceği diğer bir gerekçe olarak sunuluyor. Bir Beyaz Saray yetkilisinin açıklamasına göre, Türkiye; ABD birlikleri çekildiğinde IŞİD.i bitirme işinin sorumluluğunu almaya söz verdi 13. Bu, ABD için kendileri için çekildikten sonra güç boşluğu kalmayacağı garantisi anlamına geliyor. Trump.ın Suriye.den çekilme kararı sonrası Türkiye.nin harekâtını ertelemesi ABD birliklerinin çekilmesi için beklemeye bağlanıyor ve bunun yaklaşık bir ay alacağı hesaplanıyor 14. Ancak, ABD.li yetkililer Suriye.den çekilmenin 60-100 gün sürebileceğini söylüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının her ne kadar Türkiye.yi 
ABD.ye yaklaştıracağı düşünülüyorsa da Ruslarla kuvvetli ilişkisini bitirmesi beklenmiyor. 

Trump.ın Türkiye.ye Patriot satışına izin vermesinin arkasında ise seçim kampanyasına en çok yatırım yapanlardan olan askeri-sanayiyi memnun etmek var ama önce Patriot almamıza ikna etmesi lazım 15. 

 ABD.nin Suriye.deki askeri stratejisi “en az zayiat, en az masraf” üzerine 
kurulmuştu ve Suriyeli Kürtler aranan mayın eşeği idi. Kürtleri eğitmek ve onları 
kullanarak toprak kazanmak, IŞİD bahanesi ile Rusların ve İranlıların bölgeye girişini hava saldırıları tehdidi ile önlemek harekât planının esası idi. Trump; Esat.ın gitmesinin, İran ve Rusya.ya rağmen bölgede kalmanın riskini ve masrafını artık taşımak istemedi. ABD çekilmesi, Suriye.de süregelen rejim değişikliği beklentisinin de sonu demek. Trump.ın Suriye.den birlikleri çekmesi, Körfez İşbirliği Konseyi.ndeki müttefiklerinin Suriye.ye yönelik gülünç planlarının sonu demek16. 

 Trumpın çekilme kararına karşı çıkanlar IŞİD ya da onun devamının geri döneceği korkusunu yayıyorlar. Nitekim geçen hafta Doha.da yapılan BM Terörle Mücadele Ofisi başkanı Vladimir Volonkov.un açıklamasına göre; dünya genelinde hala 20 bin IŞİD militanı var. IŞİD.in Suriye ve Irak.ta yerel bağlarının ve finansal şebekesinin devam ettiği iddia ediliyor. Yani IŞİD, Sünni gruplar içinden tekrar bir intikam savaşı başlatabilir. 

Özetle herkes yeni savaşlardan bahsederken, yıktıklarını görmezden geliyor, kimse Ortadoğu.nun gerçek sorunlarına el atmak istemiyor. Trump.ın çekilme kararı Suriye.yi daha hızlı barışa ve bölgeyi gerçek sorunlarla yüzleşmeye götürebilir. 

 Trump.ın kararı Suriye.deki özel askeri şirketler ve komşu Irak.taki ABD askerlerin çekilmesi ile ilgili bir şey söylemiyor. Suriye.nin kuzeyinde 200-300 kadar CIA ajanı olduğu biliniyor 17. 

Ancak, bunlar YPG/PKK.yı desteklemeye yetmez.  ABD.nin arkasından İngiltere ve Fransa.da 400-500 kişilik özel kuvvetlerini çekmek zorunda kalabilir. 
Fransanın Suriyenin kuzeyinde 200 özel kuvvetler elemanı ve 3 CAEASAR Obüsü bulunuyor 18. 
 
Sonuç 

 II. Dünya Savaşı bittiğinden beri ABD.nin gerçek bir düşmanı olmadı; kendi yarattığı düşmanlar ile hegemonyasını sürdürmeye devam ediyor19. Bu hayali düşmanlara karşı ortak bir savunma çerçevesi içinde kendine müttefikler buluyor, askeri operasyonlarını meşru hale getiriyor. 

Şimdi askerler kendilerine savaşacak yeni canavarlar bulmak zorunda. Suriye.deki Amerikan askeri varlığı son dört yılda, eğit-donat ile terörist üreten bir ülke olmaktan, Suriye.nin kuzeyine sıkışmış iki bin özel kuvvetler mensubu ile; sözde terörist avcısı, İran düşmanlarının sığınağı ve YPG/PKK.nın hamisi bir güç haline gelmişti. Amerikalı askerlerinin görevi Türkleri Fırat.ın doğusuna sokmamaya indirgenmişti. ABD, bundan sonra şunu diyecek; “İşte çekildim, görelim bakalım bensiz ne yapacaksınız?” ABD, artık İran.ın Suriye.de çekilmesi, Türkler ile Kürtler arasında barışı koruma oyunu ve Esat.a masada baskı yapmakla meşgul olacaktır 20. 

Şimdiki aşama ABD ve onun müvekkili YPG/PKK.nın işgal ettiği Suriye.nin üçte 
birlik bölümüne ne olacağıdır. Muhtemelen Rusya.nın Esat kontrolünde bir Suriye.de Kürtlere „de facto. özerklik vereceği bir vizyon kabullenilecektir. Türkiye, İran ve İsrail.in kırmızı çizgilerinin nasıl hayata geçirileceği ise gündemi işgal edecek. Türkiye.nin olası harekâtının Rusya ve Esat güçleri ile koordineli olması, petrol bölgesi olan Deyrizor.a ulaşmadan durması, buranın Esat güçlerine bırakılması bekleniyor21. Öte yandan Türkiye.nin Fırat.ın doğusuna yapacağı harekât Rusya destekli Esat güçlerinin de İdlib.e bir harekâta başlamasına yol açabilir. Türkiye neyi planlıyorsa bir an önce Şam ile de arasını düzeltmeli ve 
koordine etmelidir. Fırat.ın doğusundaki Kürtler ise şimdi önce Esat.a sonra Rusya ve İran.a sığınmak peşindeler. Nitekim YPG/PKK, hemen Şam.a bir delegasyon gönderdi. 

Bundan sonra onların verebileceği özerklik derecesine razı olacaklar. 

DİPNOTLAR;

1 Nikolas K. Gvosdes, Trump's Tricky Syria Drawdown Plan, U.S. Naval War College, (Dec 21, 2018). 
2 Masud Wadan, U.S. Forces Withdraw From Afghanistan. Secret Negotiations with the Taliban. .Huge 
Political Change on the Horizon., Global Research, (December 27, 2018). 
3 Kerby Davis, Syria is a Distraction from Great Power Competition, jgas, (December 27, 2018). 
4 David C. Gompert, Astrid Stuth Cevallos, Christina L. Garafola, War With China: Thinking Through the 
Unthinkable, Rand Corporation, (2016). 
5 United States Government Accountability Office (GAO), National Security: Long Range Emerging Threats 
Facing the United States as Identified by Federal Agencies, (December 2018.) 
6 New York Times, (Feb. 4, 2005). 
7 Aykan Erdemir, John Lechner, Trump’s Gifts to Turkey Repeat Mistakes and Set Bad Precedents, 
    cdn.defenseone. (December 20, 2018). 
8 Preston Business Review, Win for Turkey, loss for Kurds, election rhetoric for Trump – experts on US pullout 
   from Syria, (December 20, 2018). 
9 Julia Kassem, The Trump Administration Isn’t Ending the Wars in Syria or Yemen — It’s Only Shifting (and 
   Fighting Over) Strategy, Global Research, (Dec 21, 2018). 
10 Ben Cohen, Trump’s New Embrace of Turkish President Erdogan Decried by Top US Jewish Leaders, 
    Algemeiner, (December 24, 2018). 
11 Bill Van Auken, Trump’s Syrian Withdrawal Order Sparks Political Firestorm in Washington, (Dec 21, 2018). 
12 Robert Merry, 2019: Donald Trump vs. the Elites? National Interest, (December 21, 2018). 
13 Josh Lederman, White House says Erdogan promised Trump he'd finish off ISIS in Syria, NBC News, (Dec 23, 2018). 
14 Louisa Loveluck, Turkey’s Erdoğan Delays Operation against Kurdish Forces in Syria, Washington Post, (December 21 2018). 
15 Boris Djuric, The Role of Turkey in the US Defense Secretary's Resignation, Newswire, (December 22, 2018). 
16 Gil Barndollar, Donald Trump Is Ready to Shed the Syria Problem, Center for the Study of Statesmanship, (Dec 20, 2018). 
17 Federico Pieraccini, Trump Pulls Troops Out of Syria in Desperate Attempt to Save His Presidency, Causing Geopolitical Earthquake, Strategic Culture Foundation, (December 26, 2018). 
18 South Front, France Plans to Replace the US in Syria, Alongside Proxy Forces from Saudi Arabia and UAE, (December 24, 2018). 
19 Stephen Lendman, Mattis Out as Trump Regime War Secretary, CRG, (Dec 21, 2018). 
20 Daniel R. DePetris, The Dangers of Military Mission Creep in Syria, Washington Examiner, (December 20, 2018). 
21 Elijah J. Magner, Trump Is Leaving Behind a Trap for Russia, Turkey and Iran in Syria, Global Research, (December 27, 2018). 


***

5 Aralık 2019 Perşembe

Kapitalist Ötesi Toplum Siyasal Partilerin, Sosyal Gruplarına Etkileri.,

Kapitalist Ötesi Toplum Siyasal Partilerin, Sosyal Gruplarına Etkileri.,





Peter F. DRUCKER
İnkılap Kitabevi, Ankara,1997
Kapitalist Ötesi Toplum Siyasal Partilerin, Sosyal Gruplarına Etkileri.,

KİTABIN ÖZETİ.,

   Drucker bu eserinde, dünya ekonomik ve politik düzeninin kapitalizmden ayrılarak, henüz adlandırılmayan bir sisteme doğru gittiğini anlatmıştır. Elbette, hayatı boyunca büyük şirketleri ve çok ulusluluğu savunduğu iddia edilen Drucker, bu sistemin Neo-Komünizm veya Sosyalizm değil de, bilgi ve enformasyon sermayeli ve eğitimle desteklenen bir sistem olacağını öngörmektedir. 

   Bu sistemde, geçmiş zamanların emeğe ve üretime dayalı "mavi yakalı" toplumun hızla değişen teknolojiden, sosyal ve politik buhranlardan ve de elbetteki küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olan "kültür birleşiminden" etkilenerek, yazarın değişi ile "gözlerin açılması" ve değişimin kendisi içinde hızla bir ilerleme gösterdikleri savunulmaktadır. Bu konuda farklı yorumlar yapılabilmesinin yanı sıra, Drucker'ın emeği ve işgücünü fazla önemsememesi ve bu "Kapitalist Ötesi Toplum" için kurduğu mantık zincirinde, sermaye olarak nitelendirdiği "bilgi"yi tek başına ve yalın tutması, onu kullanacak güç hakkında soru işaretleri oluşturmaktadır. Bu sermaye, neredeyse, organik bir yaşam formu olarak nitelendirilmekte ve onu kullanacak insan bir parça gözardı edilmektedir. Drucker, insan faktörünü tamamen de yadsımadan, okullarda verilecek eğitim ile bu sermaye için her ne kadar da bir "kullanıcı" tanımı yapsa da onu oluşturacak ve geliştirecek etkenler hakkında çok fazla bilgi vermemektedir. 
   Fütürist olarak tanımlayabileceğim Drucker, mutlaka tecrübe ve birikimlerinden yararlanarak bu öngörüde bulunmuş ve de mantıklı bakıldığı zaman, insan faktörünün gözönüne alınması, değişimin gücü, global anlamda kültür birleşmeleri gibi etkenlerin de katkıları ile bu öngörüsü için sağlam temeller oluşturmuştur. 
   Bilgi çağının en "hızlı" zamanlarına denk gelen benim kuşağım için "Kapitalist Ötesi Toplum"u kabul etmek çok da zor değildir. Okuduğumuz korku romanlarını anımsatır ilk kapitalist düzen (İngiltere, maden ocakları, tersaneler, vs.) ile komünizm (tek tip, Sibirya, baskıcı ve özgürlüksüz bir toplum, vs.) hikayelerinden (!) sonra, birlikte büyüdüğümüz teknolojik ve enformatik devrim mutlaka bizi etkilemiş ve gelişim için kendilerini vazgeçilmez olarak göstermişlerdir. Bu kesinlikle işler bir mantıktır. Tıkanan ekonomik ve politik sistemleri aşmanın, onları değiştirmenin, küreselleşen bir dünyada, kamuoyunu bütün bir dünya haline getirmenin yolu olarak alternatifsiz bulunan bilgi, her türlü -izm'in yerine almaya aday tek güç olarak gözükmektedir. Esas önemli olan ise, (elbette bütün izm'ler kötü değildir, hatta en kötüsünün içinde mutlaka doğru bir taraf vardır. Önemli olan, bunu kabullenebilme yetisi ve becerisidir.) "bilgi"yi doğru zaman, doğru şekil ve doğru insanların kullanılıp, bunu bir maya haline getirmeleridir. İşte o zaman bu maya ile barışık, kollektif, verimli ve varlıklı toplumlar haline gelebiliriz. 

Kapitalist ötesi toplum, hem bilgi toplumu hem de kuruluşlar toplumudur. Aydınların kuruluşa bir alet olarak ihtiyacı vardır. Yöneticiler ise bilgiye, kuruluş performansı için gerek duymaktadırlar. Bunların birbirlerini dengeledikleri zaman ortaya yaratıcılık ve düzen, başarı ve tatmin çıkar.

Kapitalist ötesi toplumda bir çok kişi aynı anda bu iki kültürde yaşıyor olacaktır ve de herkes bu iki kültürü anlamaya hazırlıklı olmalıdır. Kesin olan tek bir şey vardır: En büyük değişiklik bilgide olacaktır. Bilginin biçiminde içeriğinde, anlamında, sorumluluğunda ve eğitimli insan için taşıdığı anlamda kendini gösterecektir.

18. yüzyıl sonlarında gerçek anlamda ismiyle beraber telaffuz edilen kapitalist toplumda iki sosyal sınıf hakimdi: üretim olanaklarına sahip olan ve onların kontrolünü ellerinde tutan kapitalistler ve Marx'ın "proleter"leri olan işçiler. Proleterlerin ilk defa varlıklı orta sınıf haline geçmesi, Marx'ın öldüğü 1883 yılında başlayıp, tüm gelişmiş ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonunda doruk noktasına erişmiş olan "Prodüktivite Devrimi" ile beraber olmuştur. Ama sonra "Yönetim Devrimi"nin gelmesi ile, imalat sanayiindeki mavi yakalılar, sayı güç ve mevki açısından hızla gerilemeye başlamışlardır. 2000'li yıllarda geleneksel işçilerin, tüm emek gücü içerisinde altıda biri hatta sekizde biri aştığı hiçbir gelişmiş ülke kalmayacaktır. Ama yeni ve farklı bir topluma geçmiş olduğumuz ancak Marksizmin bir ideoloji olarak, Komünizmin de bir sistem olarak çöküşünden sonra kesinlikle belli olmuştur. Ne var ki bunları çökerten güçler, Kapitalizmin modasının geçmesine de yol açmaktadır.
Çoktan başlamış olan toplum, Kapitalist ötesi bir toplumdur. Bu toplumun, serbest piyasayı ekonomik entegrasyonun tek kanıtlanmış mekanizması olarak kullanacağı kesindir. Kapitalizmin bazı kurumları varlıklarını sürdüreceklerdir ama, bankalar gibi, daha farklı roller oynayacaklardır. Esas ağırlık merkezi ise, son 250 yıla hakim olanlardan, siyasal partilerin, sosyal grupların, sosyal değer sistemlerinin, kişisel ve siyasal taahhütlerin şimdiye kadar tanımladığından farklı olacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, hiçbir şeyin ötesi kalıcı değildir, uzun ömürlü bile değildir. İçinde yaşadığımız dönem, bir değişim dönemidir. Gelecekteki toplumun nasıl birşey olacağı, hatta "bilgi toplumu" olup olamayacağı bile, gelişmiş ülkelerin kapitalist ötesi döneme gösterecekleri tepkilere bağlıdır. O ülkelerin önde gelen aydınlarına, iş dünyası liderlerine, siyasal liderlerine ama en çok da bizlere bağlıdır. Tek kesin olan "geleceği biçimlendirecek günler"in bu günler olduğudur.

Kapitalist ötesi toplumda, siyasal yapıdaki ye politikadaki değişimler de toplumdaki ye sosyal yapıdaki değişimler kadar büyüktür. Ayrıca tüm dünyaya da yayılmış durumdadır. Siyasal yapıda da, politikada da yine bir "ötesi" çağı geçmekteyiz. Bu seferki de "egemen devlet ötesi" çağdır.

Dünya tarihindeki son 400 yıl boyunca yer alan siyasi hamleler hep ulus-devleti aşıp, onun yerine transnasyonal bir siyasal sistem kurmak yönünde olmuştur. Bu transnasyonal sistem, bir sömürge imparatorluğu da olabilir, bir süper devlet de. Bu 400 yıl boyunca ne zaman yeni bir güç belirse, hemen ulusal sınırlarını aşıp bir imparatorluk haline gelmeye çalışmıştır. Aslında imparatorlukları doğuran, ulus-devlet değildi. Ulus-devletin kendisi zaten transnasyonal dürtülere bir cevap olarak doğmuştu. Ama ulus-devlet, imparatorlukların ve süper devletlerin yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren tek siyasal gerçek olmasına rağmen, son 100 yıl içerisinde o da kendini değiştirip mega-dev/et haline dönüşmüştür.
Ulus-devletten mega-devlete dönüş 19.yy'ın son çeyreğinde başlamıştı. Mega-devlete doğru atılan ilk adım, Bismarck'in 1880'lerde sosyal devlet kavramını ortaya atması ile oldu. Bismarck'ın amacı, hızla yükselen sosyalizm dalgasına karşı ayakta durabilmekti. Bismarck hükümeti, siyasal bir kurum olarak görülen hükümeti, sosyal bir kurum haline getirmiştir. 1920'lerde ve 30'Iarda komünistler, faşistler ve Naziler sosyal kurumları devraldı ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra mevcut yapı hızla değişti. Devlet "sağlayıcı" olmaktan çıkıp "yönetici" konumuna geldi.

19. yy sonlarında ulus-devlet artık ekonomik bir kurum haline çevrilmekteydi. 

İlk adımlar ABD'de atılmıştı. Bu yüzyılın en orijinal siyasi icatlarından biri olan ve başlangıçta çok da başarılı olan bu devlet düzenlemeleri, kesinlikle "bozulmamış kapitalizm" ile "sosyalizm" arasında bir "üçüncü yol" olarak görüldü, ayrıca kapitalizmin ve teknolojinin 18. yüzyıl sonlarında gerçek anlamda ismiyle beraber telaffuz edilen kapitalist toplumda iki sosyal sınıf hakimdi: üretim olanaklarına sahip olan ve onların kontrolünü ellerinde tutan kapitalistler ve Marx'ın "proleter"leri olan işçiler. Proleterlerin ilk defa varlıklı orta sınıf haline geçmesi, Marx'ın öldüğü 1883 yılında başlayıp, tüm gelişmiş ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonunda doruk noktasına erişmiş olan "Prodüktivite Devrimi" ile beraber olmuştur. Ama sonra "Yönetim Devrimi"nin gelmesi ile, imalat sanayiindeki mavi yakalılar, sayı güç ve mevki açısından hızla gerilemeye başlamışlardır. 2000'li yıllarda geleneksel işçilerin, tüm emek gücü içerisinde altıda biri hatta sekizde biri aştığı hiçbir gelişmiş ülke kalmayacaktır. Ama yeni ve farklı bir topluma geçmiş olduğumuz ancak Marksizmin bir ideoloji olarak, Komünizmin de bir sistem olarak çöküşünden sonra kesinlikle belli olmuştur. Ne var ki bunları çökerten güçler, Kapitalizmin modasının geçmesine de yol açmaktadır.

Ekonomi elbette ki piyasa ekonomisi olarak kalacaktır, hem de bir dünya pazarı ekonomisi olacaktır. Ama dünya ekonomisi bir piyasa ekonomisi olarak kalıp, piyasanın kurumlarını korurken, içeriği büyük ölçüde değişmiş bulunmaktadır. Eğer hala "kapitalist" ise artık "enformasyon kapitalizmi" sözkonusudur. Geleneksel kaynakların, yani emeğin, toprağın ye sermayenin getirisi giderek azalmaktadır. Servet kazanan kaynaklar ancak enformasyon ve bilgidir.
Kaynakların verimi konusunun ise kapitalist ötesi toplumun ekonomisinde en önemli konu olacağına işaret eden durumlar vardır. Kaynakların verimi, çevreyle ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin altında yatan şeydir.


***

2 Eylül 2019 Pazartesi

Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri

Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri

 
Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri

2018 itibariyle Genç Demokratlar Vakfı bünyesinde kurulan “İnovatif stratejik Ar-Ge Merkezi” (İNOSAM) tarafından düzenlenenYeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri ve Protestanlaşan Gençlik Üzerine Bir İnceleme” başlıklı 1. Yuvarlak Masa Toplantısı 27 Mayıs 2018 tarihinde DESAM (Demokrasi ve Eğitim Stratejik Araştırmalar Merkezi) Ankara - Kızılay ofisinde gerçekleştirildi.
İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı tarafından yönetilen oturum yurtdışı ve şehir dışından katılan uzman ve akademisyenlerin iştirakiyle gerçekleşti. Toplantı nihayetinde DESAM Genel Sekreteri Dr. Hasan Türkeli tarafından sunulan özet rapor bilgilerinize saygıyla takdim olunur.
‘Yeni Küreselleşmenin Türk Eğitim Sistemi Üzerindeki Etkileri ve Protestanlaşan Gençlik Üzerine Bir İnceleme
Küreselleşme, bilişim çağı, yapay zekâ ve dijital devrimin etrafını sardığı insanlık ailesinin yaşadığı büyük değişim ve dönüşümden giderek daha hızlı bir şekilde etkilenen Türk toplumunun bu yenidünya karşısındaki çaresiz kafa karışıklığı artan bir ivmeyle devam ediyor. Bu kafa karışıklığı yenidünyanın içinde doğmuş / yaşayan kesimlerin bile alışkanlık kazanabileceği/çözümleyebileceği bir durum değil çünkü henüz kimse çözemeden/alışamadan bu dünya yine değişmiş olacak ve değişmeye devam edecek.
Bu değişim bilgi ve eğitime ulaşmada da kökten farklılıklara ve evrimlere neden oluyor. Yenidünyada bilgi ve eğitime ulaşma neredeyse tamamen zahmetsiz/parasız hale geliyor. Eğitim ve bilgi akışı mekân –sınır tanımadan saniyeler içinde gerçekleşiyor. Herhangi bir bilgi – eğitim datası – görüntü – video – haber sanallaştığı anda sınırsız sayıda bire bir kopya edilebiliyor. Bu yüzden çok rahat bir şekilde dijital devrimin eğitim sistemlerini de allak bullak ettiğinden bahsedebiliriz. İnternetin eğitim sistemlerindeki kaldıraç etkisi bütün eğitim disiplin, felsefe ve ilkelerinde alışılmışın çök ötesinde bir hareketlenme ve yenilik başlatmıştır. Bu büyük değişim eğitimi de arz-talep dengesi üzerine oturttuğu gibi eğitimdeki yaklaşım, davranış ve söylemleri de yeni baştan oluşturmaya devam etmektedir.
Bu kadar hızla değişen dünyada hemen her konuda ‘sorun bu, çözüm de şudur’ demek mümkün değildir. Amacımız dünyadaki değişimi anlamak ve belki de bizim için en önemlisi bu değişimi Türk toplumu lehine olumlu mecralara çekip kaçınılmaz olan olumsuz yanlarından korumaya çalışmak olacaktır.
Bunun için özel bir bakış açısıyla (Teknopedagog, teknososyolog, teknopsikolog edasıyla) bir birinin içine geçmiş siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, pedagojik alanları iyi etüt edip Türkiye’nin derin yapılarının ve insanımızın doğasının bütün karmaşasının içerdiği değerli bilgileri, bizi geleceğe götüren dinamikleri analiz ederek, öngörülerimizi güncellemeye, analizlerimizi birleştirmeye dönük bir çalışma yaptık. Yoksa bu yenidünyayı öngörmek hiç kolay bir iş olmadığı gibi öngörüler üzerinden net konumlanmak kimsenin harcı da değildir. Çabamız Türkiye’nin atması gereken adımları anlamaya ve analitik silo oluşturmaya çalışmaktan ibarettir…
MİLLİ EĞİTİM TANIMINDAKİ ZİHİNSEL PARÇALANMIŞLIK KIRILMALIDIR!
Türk toplumu arasında Milli Eğitim Sistemi; kimileri için otoriter, vesayetçi, kimileri için laik-dinsiz, kopyacı kimileri için ilkel, hantal ve kırtasiyeci, kimileri için piyasacı, kapitalist, kimileri için baskıcı, İslamcı, mezhepçi, kimileri için faşist, ırkçı, kimileri için şövenist, militarist, partizan, kimileri için derin, pragmatist yahut, sığ ve sahipsiz...
Türkiye bu zihinsel parçalanmışlığın çözümü için eğitimde duyulan yeniden yapılandırma ihtiyaçlarının gereklerini yerine getirmelidir. Demokratik bir Türkiye için en başta eğitim sisteminin demokratikleştirilmesine ihtiyaç vardır. Bilgi ve kültür toplumunu hedefleyen bir Türkiye’nin en başta eğitim sistemini tüm basamaklarıyla tamamen parasız, adil ve eşitllikçi fırsatlar sunan aydınlanmacı, halkçı, bağımsızlıkçı, bilimsel, nitelikli ve kati surette özgün/milli bir forma kavuşturması gerekmektedir.
Aksi yöntemler sorunu kronikleştiren politikaları, ayrışmaları ve uygulamaları art arda devreye sokacaktır. Çünkü eğitim sistemi yahut Türkiye’deki haliyle sistem anarşisi siyasi bakışı, felsefeyi, ekonomiyi ve toplumsal davranışları hazırlayan, yaygınlaştıran ve derinleştiren başlıca amildir.
TÜRKİYE’DE HİÇBİR ŞEY EĞİTİM KADAR İDEOLOJİK OLMADI!
Bu itibarla eğitim sistemi Türkiye’nin en çok tartışılan alanlarından birisi olma vasfını hiçbir zaman kaybetmedi. Türkiye’de hiçbir konuya da eğitim kadar ideolojik yaklaşılmadı. Cumhuriyeti kuran kadro, son Osmanlı'dan devir aldıkları anlayışla, eğitim sistemini yeni insan tipi yetiştirmenin en önemli aracı olarak görmüştü. Bu alışkanlığın devamı olarak tüm iktidarlar ve dahi ideolojik merkezler toplumsal hayat içerisinde ikbal / siyasi gelecek kazanmak amacıyla eğitim devrim/reformlarına/yatırımlarına özel ve yoğun bir gayretle sarılmaya devam etmektedirler.
Bugün dahi eğitimi konuşmaya başladığımız da önümüze çıkan en büyük engel, siyaset/ideolojiler üzerinden konuşma mecburiyetidir. Bu nedenle tartışılması gereken konuları yeterince bilimsel/akılcıl ve pedagojik temelde dünyanın/ülkenin reel ihtiyaçları bağlamında konuşamıyor ve düşünsel / siyasi çeşitlilik içerisinde çıkış yollarını objektif /nesnel bir akılla pek üretemiyoruz.
Böylece her iktidar değişikliğinde üzerinde oynanan bir eğitim politikası Türkiye’nin makûs talihi olmuş; hatta aynı partinin iktidarlarında dahi farklı hükümet ve milli eğitim bakanları bile eğitim politikalarını sürekli olarak değiştirmiştir.
Batı merkezli bir çözümsel vizyonunda ciddi bir problem olduğu tecrübesiyle evrensel değerler ile demokratik, bilimsel, eleştirel, nitelikli eğitimin amaçlanması durumunda özgün bir eğitim sistemi başarılabilecektir. Türkiye’de temel sorunlardan birisi de otoriter, etnosantrik, normatif, insan haklarına dayanmayan eğitim politikalarıdır.
DÜNYANIN VE TÜRKİYE’NİN GEREKLERİNE UYGUN EĞİTİM SİSTEMİ İNŞA ETMELİYİZ!
Dijital teknoloji ve buna bağlı olarak sürekli gelişen, değişen araçlar, yaşam kültür ve değerleri artık yaşamımızın geri dönülmez bir gerçeği haline gelmiştir. Günümüzde çocuk ve gençlerin online varlıklarında görülen kitlesel artışa karşın (dünyadaki her 3 internet kullanıcısından biri çocuk), onlara dijital dünyanın gereklerine uygun bir eğitim sistemi sağlamada Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve Üniversiteler yetersiz hatta biçare kalmaktadır. Eğitim sistemine yön veren politikacılar ve eğitim bürokrasisi günümüz gençliğinin evrilme hızına ayak uyduramadığı gibi onları anlama ve kavramakta hatalı davranmakta ve dahi hatalarını anlamada çok ciddi öğrenme güçlüğü de çekmektedirler.
Dijitalleşen dünyanın değerleri olan özgürlük, kendini ifade etme ve bağımsızlık gibi evrensel değerlere entegre olmaya çalışan Türk gençliği, yöneticiler tarafından zararlı düşüncelere ve tehlikeli fikirlere sahip olmak gibi bir suçlamayla karşı karşıyadır. Türk Eğitim Sisteminin genetiğindeki; otoriteye bağımlı, bürokrasiye itaat eden, kendini ifade hakkını büyüklerine bırakan, sorgulamayan gençlik anlayışı beklentisi kırılmalıdır. Eğitim sistemindeki bitmeyecek sorunlar yumağı, çatışma ve kan uyuşmazlığının temel nedenlerinden birisi de bu genetik koddur.
GENÇLİK FARKLILIKLARI ZENGİNLİK OLARAK GÖRÜYOR!
Günümüz gençliği farklı kültürlerin/inançların ve yaşam tarzlarının bir arada bulunduğu sosyal çevrelerde doğup büyümektedir. Gençlik farklı siyasi görüşlerle karşı karşıya geliyor olsa da aralarındaki farklılıkları hoşgörü ile karşılayarak, onların beğenilen yönlerini örnek alarak kendi yaşam pratiği haline getirerek, öğrenmektedir. Bu nedenle siyasi otoritelerin militarist, tek tip, türdeş ve itaatkâr bir gençlik yetiştirme yönündeki çok yönlü çabaları büyük bir ters tepkiye neden olmaktadır.
Nitelikli okullardan, proaktif şehir kültüründen mahrum yetişen gençlerin bir bölümü gelenekçiliğe sarılmaya ya da geleneksel ve modern değerler arasında gidip gelmeye devam etse de, gençlerin büyük bir bölümü evrensellikle örtüşmeyen idelojilere, fasit gelenekçiliğe, her tür baskıya ve otoriterleşmeye karşı çıkıyor. Özellikle Y kuşağı ve yine özellikle genç kadınlar özel yaşam alanları başta olmak daha özgür bir çevre, daha özgür bir toplum ve daha özgür bir Türkiye’de/dünyada yaşamak istiyor.
POLİTİKACILAR İLE GENÇLİK ARASINDAKİ AYRIŞMA GİDERİLMELİDİR!
Dogmatik/ötekileştirici slogan ve söylemleri kullanan politikacılar genç kuşakları kendine bağlamaya ne kadar çabalasa da istediği sonucu elde etmesi mümkün değildir. Dünyanın teknoloji ve bilişimde büyük sıçramalar yaşadığı günümüzde gençlik ve siyaset, toplumsal ve kültürel açıdan giderek derinleşen bir kuşaklar arası ayrışma sürecinin içine girmiştir.
Kimi politikacılar gençliği kendi doğru bildikleri yoldan yürümeye zorlamayı, gözetim, denetim ve baskı altında tutmayı bırakmadıkları takdirde gençlerden uzaklaşmaya hatta gençlerle karşı karşıya gelmeye devam edeceklerdir.
GENÇLİK TRENDLERİ DE KÜRESELLEŞİYOR!
Hatta bu dip tepkiselliklerinin yansıması olarak gençler: kahveler yerine kafeleri; yeni düşünce akımlarını ve değerleri yansıtan sembollerle donatılmış mekânları; değişik kültürleri çağrıştıran eşyalar ve süslemeleri, hayvan ve doğa dostu firmaları; iyi tarım ürünleri kullanan, ev yemekleri ya da vejetaryen yemekler sunan küçük lokantaları; giyimde aynılaştıran pazar anlayışına karşı çıkarak özgünlük ve farklılık vurgusu veren dükkânları; devletin ve otoritelerin müdahale edemediği melez müzik ve düşünce akımlarını tercih ediyorlar. Özellikle üniversitelerde okuyan gençler tepkilerini daha çok sembolik olarak ve dolaylı yollardan, teknolojik bir protesto kültürü çerçevesinde ortaya koymaya başlamışlardır.
GENÇLER YABANCI DÜŞMANLIĞI VE ÖTEKİLEŞTİRMEYE TEPKİLİ!
Gençler yabancı düşmanlığına karşı derinden tepki gösterdiği gibi hatta yabancı birey ve kültürlerle tanışmak, paylaşımda bulunmak istiyor.
Özgürlük, kendini sakıntısız ifade etme ve kendini gerçekleştirme gibi evrensel ve çağdaş idealler gençler için daha pozitif ve gerçekçi geliyor. Nitelikli okullarda/üniversitelerde okuyan gençlerin bir bölümü siyasi ve geleneksel otoritelerin görüş ve değerlerini beğenmedikleri gibi küçümseme yoluna da gitmeye başlamıştır.
Siyasilerin özel yaşam alanlarına yönelik müdahaleleri, tek tip kültür yaratma çabaları, evrensel ve çağdaş değerlerden kopuk idelojileri, internet kısıtlamaları gençleri tedirgin etmektedir. Kimi siyasetçilerin içerisinin ve dışarısının hain/düşmanlarla çevrili olduğu yönündeki söylemleri ve hatta rakiplerine karşı hakaret/aşağılama/kavgacı tavırları gençlerin büyük bölümü tarafından olumsuz karşılanmaktadır.
Gençler eskimiş, erkek egemen, ideolojik siyasete ve siyaseti meslek edinmiş parti temsilcilerine karşı kuşkucu ve daha eleştirel bir duruş sergilemektedir. Siyasi liderlerin tartışmalarının sıradanlığından rahatsızlık duyuyor, sorunlarını ve eleştirilerini alışılagelmiş siyasi dilin ve tarzın dışına çıkarak ifade etmeye çalışmaktadırlar.
EVRENSEL BİR İDEOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜ OLAN YENİ BİR SİYASETİ İNŞA ETMELİYİZ!
Politikacılar arasındaki kutuplaştırma ve çatışmaya dayalı siyasetin yarattığı düşmanlık ve belirsizlik ortamı gençlerin gelecek kaygılarını artırmaktadır. Gençler arasında yaygınlaşan; devlette hatta özel şirketlerde bile ancak torpil ve iltimas kanalıyla iş/terfi bulunabildiği inancı, gençlerin gözünde mevcut düzeni kayırmacılıkla özdeşleştirmiştir. Bu nedenle kimi siyasilerin slogan ve eskimiş ideolojik kavramlar etrafında biçimlenen hamasi hitaplarındaki gençlik anlayışı gençler arasında yeterince karşılık bulmamaya artarak devam etmektedir.
Eğitimli gençler bağımsız düşünme, geleneksel değerleri ve otoriteleri sorgulama, yeni fikirlere açık olma yetilerini daha çabuk geliştirmektedir. Geleneksel toplumun temel dayanağı olan ataerkilliği, üniversite eğitimi hızla aşındırmaktadır.
Bu itibarla mevcut partiler ve politikacılar gençleri heyecanlandıran yeni bir gelecek vizyonuna ve toplumu bir arada tutan evrensel bir ideolojik üstünlüğe sahip bir siyaset inşa etmek zorundadır.
Y KUŞAĞI OTORİTEYE MEYDAN OKUMAYA DAHA HIZLI ve GÜÇLÜ DEVAM EDECEK!
Kadrolaşma, müfredat değişikliği, eğitim sistemine yapılan günübirlik müdahaleler Y kuşağına mensup gençler arasındaki küreselleşmenin yol açtığı benzeşmeden, çoğullaşmadan ötürü otoriteye meydan okuma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Dahası özgürlüğüne düşkün olan Y kuşağı gençleri, bir lider ya da topluluğun onlara büyük misyonlar, emir ve telkinler dayatmasından rahatsızlık duymaktadır.
Tespittir ki gençler mevcut siyasilerin çoğuna göre daha eğitimlidirler. Eğitimin öneminin toplumsal ve ekonomik yaşamda bu denli arttığı bir dönemde, gençlerin eğitim sistemine güvenini sağlamlaştıran proje ve parti programlarına çokça ilgisi vardır. Temelsiz eğitim reformları ve partilerin ideolojik tutumu gençler için hayati bir kritere sahip olan eğitimde adil rekabet ilkesinin ortadan kalktığı inancını güçlendirmeye devam edecektir.
Gençlerin, okul bitirmenin, çok çalışmanın, uzmanlığın değerini ve karşılığını gerçek hayatta yaşatan bir sistem manifestosunu duymaya acilen ihtiyacı vardır.Aksi halde mevcut eğitim sistemi gençlerin zihniyetini, olaylara bakış açısını ve değerlerini olumsuz anlamda değiştirmeye devam edecektir.
GENÇ MİLLETVEKİLİ ADAYLARI GÖSTERMEK YETERLİ ÇÖZÜM DEĞİL!
Dünyadaki ve Türkiye’deki reel köklü toplumsal değişimlerin yarattığı yeni gençliği ve yeni toplumsal dinamikleri; genç milletvekili adayları gösterme gibi yüzeysel önlemlerle, IQ’sü düşük manipülasyonlarla, ayrıştırıcı propaganda ve torpil vaadleriyle durdurmak pek mümkün olamayacaktır.
İlkokuldan başlayarak sürekli olarak onursuz bir yarış/eleme sistemiyle terbiye edilmeye çalışılan çocuk ve gençlerimiz her yıl değiştirilen sınav sistemlerinin yanında, okul/yazı sisteminin değiştirilmesine kadar oradan da ders kitapları/müfredata kadar vb. uzanan yüzlerce oynamalarla gerçeklikten uzaklaşmışlardır.
Eğitimin niteliğinden/efektivitesinden ziyade şekilsel reformlarla ve yoğun bilgi kirliliği/kafa karışıklığı/hatalı sınav soruları ve başarısız sonuçlarıyla boğuşan öğrenciler/ebeveynler nezdinde kim ne kadar soru çözecek ve hangi okula girecekten öteye gitmeyen bir eğitim sistemi enkazıyla karşı karşıya kalınmıştır.
ÖĞRETMENLER MOTİVE EDİLMEDEN YAPILAN EĞİTİM REFORMLARI BAŞARILI OLAMAZ!
Ak Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin geçmişte olduğundan daha büyük eğitim bütçesine, daha fazla okula, dersliğe, öğretmene, öğrenciye, araç gerece sahip olduğu bir vakıadır. Ancak bu paralelde daha bilimsel, demokratik, kaliteli, daha başarılı, dünya ile daha fazla bütünleşmiş bir eğitim sistemi inşasında yeterince mesafe kazanılamamıştır. Akıllı tahtalarla, tabletlerle, projeksiyon cihazlarıyla, yeni okul binalarıyla ve her il ve ilçeye üniversiteler/yüksek okullar açarak altyapı güçlendirilmiş fakat aynı bazda sonuç/çıktı elde edilememiştir.Öğretmenler/eğitimciler ikna ve motive edilmeden ve kazanılmadan yapılan en iyi reformlar dahi başarısız olmaya mahkûmdur.
Eğitim sisteminde yaratılan sürekli değişim/gerilim ortamı eğitim bileşenlerinin birbirlerine, eğitim kurumlarına ve devlete duydukları güveni hızla sarsmaya başlamıştır. Araştırmalar eğitim bileşenlerinin eskisine göre daha mutsuz/umutsuz hale geldiğini göstermektedir.
Okullar tek tip/ideolojik insan yetiştiren toplumsal mühendisliğin aracı/evirim hapishanesi yerine evrensel ölçütler içerisinde bilginin, kültür ve etiğin kuşaklar boyunca aktarılmasını sağlayacak yol ve yöntemlerin öğretildiği yaşam/insanlık neşesi saçan mekânlar haline getirilmesi bugün Türk toplumunun genelinin en güçlü arzusu haline gelmiştir.
DERİN BİR EĞİTİM TARİHİNE SAHİP TÜRKİYE’NİN KOPYA EĞİTİM REFORMLARI OLMAMALI!
Eğitim politikaları ve okulların sürekli olarak deneme yanılma talimhanesine dönüştüğü; derin ve güçlü bir eğitim tarihi olan Türkiye’nin kopya ve özentili eğitim reformları yerine özgün bir felsefe ile klasik eğitim anlayışını modern eğitim anlayışıyla gelenek temeli üzerinde yükselmesi gerektiği toplumun her kesiminin söylemlerinde ortak temenni haline gelmiştir.
Özelde siyasallaşan ideolojilerin egemenliğinde, genelde ise konjonktürel/sıkışık bir Araf’ta bulunan Türk Eğitim sistemi aslında kendi gibi olamama ve buna karşın olmayı hedeflediği gibi yapamama depresif ruh hali içerisinde kıstırılıp kalan politik mahkûmiyetten demokratik/bilimsel bir insicamla derhal kurtarılmayı beklemektedir.
Toplumun kimi kesimleri “Evrim/Atatürk/Cihat/Din Dersi” gibi tabular üzerinden tartışılan eğitimin sorunlarını bilimsel ve akılcıl bir zemine taşıma çabalarını artırmıştır. İyi insan, iyi vatandaş, iyi birey olma yolunda çocukları hayata hazırlayan bir eğitim sistemi özlemi büyümüştür. Eğitimi konuşurken tabular, yasaklar, fakat’lar ve ama’larla masaya oturarak Türkiye’nin zaman ve enerji kaybetmesine neden olan katı ideolojik kesimlerin mevzi kazanmasına müsaade edilmemelidir.
Türkiye sınavcı, ezberci, dershaneci (özel ders ve merdiven altı dershaneler astronomik oranda artmaya devam etmektedir), dizginsiz, kuralsız ve piyasacılığa dayalı eğitim politikalarını terk etme konusunda daha kararlı ve güçlü politikalar irade edilmelidir. Aksi takdirde: eğitimin niteliğini ve bilimselliğini neoliberal rekabet ilişkilerine kurban etmeye, gençliği deist bir yaşam kültürüne savurmaya müsaade edilmiş olunacaktır.
Örnekle; eğitim sisteminin dogmatik siyasi/kültürel genetik kodları kadınları ataerkil ev ve aile ile özdeşleştirmiş, 12 yıllık zorunlu eğitim yasasına rağmen kız çocuklarının eğitime katmada yüksek başarıyı sağlayamamış / kadınlara yönelik şiddetin eğitim ve istihdamda fırsat eşitsizliğinin artmasının en etkin kaynağı olmaya devam etmiştir.
Politikacıların eğitim sisteminin sorunlarını çözme yöntemi, kendine özgü bir gelenek ve ideolojik anlayış doğrultusunda öğrencileri denetleme ve eğitimcileri baskı altına alma yönünde olmuştur. Hâlbuki çözüm, özgürleşen eğitim bileşenlerinin öz denetimlerini geliştirmelerine destek veren düzenlemelerle revize edilmesidir.
İSLAMLAŞMA ADINA YAPILAN HAMLELER DEİST/PROTESTAN TOPLUM YARATIYOR!
Gelenekselleşmiş iddialara göre; içki, kumar, fuhuş, uyuşturucu, eşcinsellik ile boğuşan Batı gençliği/dünyası çürümüş, çöküşün ve yok oluşun eşiğine gelmiştir. Yok oluşun eşiğindeki Batı dünyası çağdaşlaşma, demokrasi, insan hakları, eşitlik ve bilim kılıfını Türk ve İslam toplumlarına dayatarak Müslümanların ahlaki ve manevi çöküşünü hazırlamaktadır.
Bu kötü gidişata DUR! deme ve büyük bir manevi kalkınmayı başlatma iddiasındaki politikacılarımız memleketi batı değerleri ve kültürünün etkisinden kurtararak hızla kalkındıracak ve geçmişte olduğu gibi büyük bir dünya gücü haline getirecektir.
Ancak milli/manevi, geleneksel/kültürel değerleri çağcıl bir pozitiflikle güçlendirilmediği gibi aynı paralelde bilimin, aklın, evrensel normların da başat edilmesi sürekli olarak ihmal edilmiştir.
Lakin başta resmi kurumların verileri olmak üzere mevcut bulgulara göre Türkiye’nin ve genelde İslam dünyasının manevi kalkınma gerçekleştirmek bir yana İslamlaşma adına yapılan reform ve devrimler yüzünden büyük bir toplumsal çöküntü/çürüme ve protestanlaşma içine sürüklenmiştir. Batı ülkelerinde yaşayan Türk ve İslam soylu gençliğin de/nüfusun da uyuşturucu, fuhuş, kumar, kriminal suçlar v.b.’lere katılım oranı nüfus yüzdesi baz alınarak incelendiğinde diğer kesimlere göre daha fazla olmuştur.
Mevcut /ilkel din eğitimi ve manevi kalkınma hamleleri gençliğin din anlayışını dejenere/dezenforme ve asimile etmiştir. Özellikle son yıllarda ülkemizde ve Türk diasporası arasında boşananların, intihar edenlerin, depresyon sorunu yaşayanların, uyuşturucu kullananların, suç işleyenlerin, içki ve sigara kullananların ve saldırıya uğrayanların sayıları tedirgin edici düzeylerde katlanarak artmaya devam ettiği rakamlarla ortadadır. Toplumun genelinde dayanışma zayıflamıştır. Bireylerin yasa dışı eylemlerde bulunma eğilimi artmıştır. Türkiye manevi diriliş bir yana deist/Protestan yaşam formuyla büyük bir sosyal çöküntü içine sürüklenmiştir.
Araştırmalar Türkiye’de her dört kişiden birinin depresyonda olduğunu, antidepresan ilaç kullanımının 5 kat arttığını, ruh sağlığı hastanelerinin tam kapasite ile dolduğunu, son on beş yılda 45 bin kişinin intihar sonucu yaşamını yitirdiğini ortaya koymaktadır.
Doğrudan ve dolaylı madde bağımlılığına dayalı ölüm oranları sürekli yükselmektedir. Uyuşturucu kullanımı rutin olarak bir önceki yıllara göre sürekli artmaktadır. Uyuşturucu kullanma yaşı 11’e kadar düşmüştür. Uyuşturucu bağlantılı suçlardan cezaevlerinde bulunanların sayısı son 15 yılda 6 kat artmıştır. Uyuşturucu bağımlılarının yarıya yakını işsizdir.
Türkiye’nin zaaflarını kaşımak ve ülkeyi bölmek, güçsüzleştirmek dış güçler diye tabir edilen aktörlerin temel görevidir ve uluslararası rekabetin kuralıdır. Eğitimli millet ve hafızası güçlü bir eğitim sistemi ise bunun en güçlü panzehiridir. Türkiye’nin başta bölgesine olmak üzere tüm çağdaş dünyaya rol model olarak sunacağı en değerli varlığı batının çoktan tedavülden kaldırdığı kopya ve taklit bir eğitim sistemi değil, özgün, bilimsel, demokratik ve çağcıl bir eğitim sistemi olacaktır.
TÜRKİYE TEKRARI OLMAYAN BİR SAVAŞTA!
Başat küresel güçler bütün dünyada toplumları ve özellikle gençliği protestanlaştırma/sekülerleştirme/dünyevileştirme gayesiyle yani yeni dünya düzenine uygun bir dünya mühendisliği için dinleri kullanarak/dindarlaştırma kılıfı altında başta eğitim ve kültür politikaları olmak üzere sosyal, siyasal, ekonomik tüm siyasaları dönüştürme çabası içine girmişlerdir. Bu toplum mühendisliği projesinde önceden hiç bu kadar tansiyon çıkmamıştı. Çok boyutlu baskı/destek ve gölgeleme diplomasisi her yerde, her ülkede, her kanalda. Türkiye’de, Yunanistan’da, İran’da, Suudi Arabistan’da, Afrika’da... Yeni Dünya Düzenini kurmak/kurdurmamak adına herkes herkesle savaş içinde. Yenidünyanın yönetişimi için atılan adımlar çok zorlu ve sancılı.
Kavga ortada. Etrafımız ateş çemberi. Ve biz de bu kavganın içindeyiz. Tekrarı olmayan maçtayız. Liyakat ve basiretle yaklaşmak, akılla davranmak zorundayız. Sen-ben yok, BİZ varız, demeliyiz. İktidarı ve muhalefetiyle bakmalı, yekvücut haykırmalıyız.
EĞİTİMDE EVRENSEL ve MİLLİ BİR VİZYONEL BAKIŞ AÇISI YAKALAMALIYIZ!
Son yıllarda kadınlara yönelik şiddet yüzde 1.400 oranında artmıştır. Kadınlar hemen her gün namus, töre gibi sebeplerle yakınları tarafından öldürülmektedir. Bu tür şiddete en çok maruz kalanlar eğitim ve gelir düzeyi düşük olan kadınlardır.
Türkiye’deki çatışmacı ortam siyasi şiddeti, aile içi şiddeti, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti, holigan şiddetini, hastane, okul ve trafikteki şiddeti her geçen gün tırmandırmaktadır. Evde, iş yerinde, trafikte, sokakta, saldırı, dövme, öldürme vakaları gün geçtikçe çoğalmaktadır.
Son dönemde Türkiye’de en çok işlenen suçların kapkaç, hırsızlık, dolandırıcılık ve yaralama olduğu görülmektedir. Şantaj, yaralama, cinsel taciz ve gasp gibi suçları işleyenlerin oranı kat kat artmıştır. Çocuk ceza infaz kurumu ve eğitim evine girenlerin sayısı üç kat artmış, en yüksek oranda suç işleyen iki kesimin ilkokul mezunu gençler olduğu görülmüştür.
Resmi verilere göre cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunanların sayısı 2002 yılında 59.429 iken, 2015’te (15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde) 177.262’ye ulaşmış, yüzde 200 oranında artmıştır. Adalet kurumuna ve kolluk kuvvetlerine güvenleri sarsılan bireyler kendi intikamlarını kendileri alma yoluna gitmektedir.
Özetle Türkiye önümüzdeki süreçte ivedilikle bu sorunlarına dikkatle yaklaşarak eğitim alanında evrensel değerler sistemine ve kendi özgünlüğüne dayanan vizyonel bir bakışı geliştirmek zorundadır. Aksi halde asimile olmuş bir toplum ve dönüştürülmüş İslami değerleri yaşayan bir üst bağımlılışma süreci ortaya çıkacaktır.
Türkiye’nin özündeki kültür ve medeniyeti, batısındaki rasyonel geleneği ve ekonomik üretkenliği ve proaktif barış ve adalet arayışını birlikte içselleştirerek tarih sahnesine taşıma kabiliyetini eğitimle başarabilir. Demokrasi, insan hakları, kadın ve çocuk hakları, çevre gibi jenerik tüm başlıklarda gelişmiş standartları yukarıya taşıyan bir Türkiye eğitimle ortaya çıkacaktır. Türkiye’de eşitlikçi, adaletli ve demokratik bir hayat alanı inşasında temel referans güçlü ve çağdaş bir eğitim sistemi olacaktır.
EĞİTİM YÖNETİMİNDE UZMANLIK, EHLİYET VE LİYAKAT TEMEL İLKEMİZ OLMALIDIR!
Eğitim rejimimizin temeli uzmanlık, ehliyet ve liyakat olmalıdır. Halkçı, nitelikli, bilimsel, tarafsız, ehil, dürüst, etkin ve eşitlikçi, adil, çağdaş, inovatif ve verimli bir eğitim sistemi oluşturamamamızın en önemli ayaklarından birisi de işte uzmanlık ve liyakatin değil sadakate ve yandaşlığa dayalı patronaj sisteminin eğitimdeki gücünü kıramamamızdır.
Eğitimde patronaj sisteminin sonucudur ki önü alınması imkânsız bir şekilde ülkenin her tarafında ve her eğitim birim ve kurumunda kadro ve terfi konularında yetenek ve liyakatin göz ardı edilmesinin önü kesilememiştir. Eğitim bürokrasisini sarmalayıp kuşatan patronajcı kayırmacılık ve kollamacılık eğitimi içten içe kemirmekte ve çürütmektedir.
Eğitim yönetiminin partizanlaşmasına asla müsaade verilmemelidir. Yetenekli, uzmanlık sahibi ve göreve layık kimselerin partili olmasına bakılmaksızın değerlendirildiği bir Türk Eğitim sistemi inşasına mecburiyet ve mahkûmiyetimiz bulunmaktadır.
Eğitim sisteminin partileşmesi, siyasallaşması eğitimde var olan uzmanlık, birikim ve deneyimden öğrencilerin yararlanmasını engellemek demektir.
EĞİTİM YÖNETİMİNDE AŞIRI MERKEZİLEŞMEYİ KIRMALIYIZ!
Aksi takdirde eğitimin verimliliği, hizmet kalitesi ve sorun çözme kapasitesi her geçen gün zayıflayarak, eğitim bileşenleri arasındaki karşılıklı güveni, iş birliğini ve risk alma kapasitesini azaltır. Eğitim camiasında örgüt kültürü, bir kurumsal kültür oluşturularak sağlanabilir. Örgüt kültürünün gelişmemesi eğitim yönetiminin aşırı merkezileşmesine de yol açar. Bu da eğitim camiasının özgüven kaybına neden olur.
Bu durumda eğitim yöneticileri, okul idarecileri dâhil, rutin işlerini yürütürken dahi merkezin vereceği olası tepkileri hesaplamak zorunda kalır. Eğitimde merkeziyetçi sistem, eğitim yöneticilerini sadakat gösterisine, göze girme ve başkalarını gözden düşürme yarışına sürüklenir.
Eğitimcilerin çalışma arzusu zayıflarken, sorumluluk almaktan kaçınma eğilimi öne çıkar. Her konunun yukarıdan belirlenmesi ve merkezi denetimin yarattığı korku atmosferi inisiyatifi, girişimi ve yaratıcılığı boğarak zamanla öldürür.
Sürekli yukarıyı kollama, yanlış yapma veya cezalandırılma korkusu eğitimcilerin risk taşıyan işlerden geri durmalarına neden olur. Yapılacak işleri ertelemelerine ve sorumluluğu başkalarına yıkacak yöntemler aramalarına yol açar. Sonuçta merkezileşme sorunlara yönelik çözümcü iş yapma ve önemli sorunlara çözüm üretme kapasitesini sürekli düşürür.
EĞİTİMİ YÖNETEN ÜLKEYİ DE YÖNETİR!
Demokrasi ile yönetilen ülkelerde yönetimin kalitesi büyük ölçüde eğitim bürokrasisinin kalitesi ile ölçülmektedir. Eğitim yöneticilerinin kalitesi ise kadrolarda yetenek ve uzmanlığa, yani liyakate göre değerlendirilir. Oysa Türk eğitim sisteminde kişiselleşme, merkezileşme, partizanlık, liyakatin kaybolması ve örgüt kültürünün tahribatı yüzünden eğitim kurumlarının çalışma ve hizmet kalitesi sürekli düşmekte ve hizmetlerin maliyeti yükselmektedir.
Genetiğiyle ve kökleriyle oynanmış Türk eğitim sistemi sayesinde vatandaşlar çağdaş ve etkin devletin ne olduğunu ve neler yapması gerektiğini anlamaktan dahi uzak, sığ bir anlayış ve arayış içinde bocalamaktadır. Toplumdaki bölünmeleri ve ayrışmaları yumuşatan bir devlet tarafgirliğinin (ki buna çokça ihtiyacımız vardır) inşası için de eğitim ilk başvurulacak sistemdir. Bu itibarla eğitim sistemi siyasi ve toplumsal bütünleşmeyi ve meşruiyeti sağlayan unsurların başında gelmektedir. Eğitim sistemi eşitlikçi, adil ve nitelikli değilse toplumsal istikrar, kalkınma ve refah artışı da sağlanamaz. Hukuk devleti ve demokrasiyi yaşatmak mümkün olmaz.
TÜRKİYE EĞİTİM PARASINI NİCELİKTEN ÇOK NİTELİĞE HARCAMALIDIR!
Küresel neoliberalizm ile birlikte yalnızca Türk eğitim sistemi değil aslında dünya eğitim sistemleri de, bilimsel, parasız, nitelikli, eşitlikçi, kamusal eğitim anlayışından uzaklaşarak paralı ve piyasacı eğitim sistemlerine doğru dönüştürüldü. Neoliberal ekonomik sistem içerisinde küreselleşen dünyanın tüketim toplumu yaratma çabasının kurbanı oldu gençlik. Türkiye çok daha abarttı bunu.
TÜRKİYE EĞİTİM PARASINI NİTELİKLİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEYE HARCAMALIDIR!
Türkiye eğitim parasını nitelikten daha çok niceliğe harcadı. Türkiye UNICEF raporuna göre refah koşullarına yönelik ‘eğitim kalitesi’ kategorisinde sonuncu sırada. Türkiye eğitim bütçesinin çoğunu öğretmen yetiştirme ve inovasyon politikalarına ayırmalıdır. Tüm reformlara rağmen Türk eğitim sistemi halen ezberci ve sınavcı bir formda ilerliyor. Uygulamalı eğitim ve deney yok denecek kadar az.Bilgiyi içselleştiren bir eğitim sistemi kuramadık, kuramıyoruz. Çünkü müfredat ve kitaplar bilgi odaklı. Kavram ve keşfetme odaklı değil. Çocuklar dersleri ve konuları karşılaştırma, analiz ve değerlendirme yaparak anlamlandıramıyor.
ÖĞRENME ÖZGÜR EĞİTİM SİSTEMLERİNDE OLUR!
Okullarımızda gerçek öğrenmeyi yapamıyoruz. Bunu üniversitelerde de yapamıyoruz. Üniversitelerimizin çoğu lise ayarında. Nasıl okullarda öğretmen anlatıyor, öğrenciler dinliyorsa, üniversitelerde mantık ve tüm insicam aynı. Eğitim sistemimizin, eğitim bürokrasisi ve bunların sirayeti nedeniyle öğretmenlerimizde otoriter. Bu özgüvensizlikten kaynaklanan bir durum. Özgüvensizlik nedeniyle sorgulamaya izin verilmiyor. Otorite varsa sorgulama ve öğrenme olmaz.
Baskı ve otoritenin olduğu yerde sevgisizlik ve örselenmişlik vardır. Bizim müfredatımız ve kitaplarımızda doğruculuk ve kesinlikcilik hâkimdir. Doğruculuk ve kesinlikcilik varsa sorgulamaya, fikir üretmeye, hayal kurmaya ve hatta düşünceni söylemeye gerek kalmaz. Bu nedenle çocuklarımız okulu pek sevmiyor. OECD ülkeleri arasında okul devamsızlığında Türkiye birinci. Okullarımız vatandaşın gözünde bir kamu binasından başka bir şey değildir. Okullarımız sivilleştirilmelidir.
TÜRKİYE’NİN YAŞADIĞI SORUNLARIN SORUMLUSU DA SUÇLUSU DA EĞİTİM SİSTEMİDİR!
Türkiye'nin ciddi sorunlarla boğuştuğu ve ciddi değişim yaşadığı bir süreçte en fazla sesini duyurması ve çözümüne katkıda bulunması gereken üniversitelerin, rahatsızlık verecek derecede sessiz kalmasının nedeninin YÖK’ün yapısında aranması gerekiyor. Üniversitelerimizin psikoloji, siyaset bilimi, mühendislik, teknoloji, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, sosyoloji ve benzeri kürsülerinden Türkiye'nin sorunlarının çözümüne dair çıt çıkmıyor.
Türkiye'de herkes konuşuyor ancak en fazla konuşması gereken, muasır Türkiye'ye katkıda bulunması gereken, Türkiye'nin önündeki engelleri aşması için rehberlik yapması gereken üniversiteler ve bilim insanları hiç konuşmuyor. En etkin taşıyıcı olması gereken üniversitelerimizin özgürlüğü, adaleti sağlamada öncü rol üstlenmesi gerekir. Türkiye'de, üniversitelere olağanüstü yatırım yapıldığı bir süreçte bilgi noksanlığını ideolojiyle dolduran, mesuliyetsiz bir özgürlük talep eden üniversitelere değil gerçeği arayan ve etkin sosyal rol üstlenen üniversitelere ihtiyaç var.
Öğrenci, öğretmen ve velilerin tüm eğitim bileşenlerinin okulla ilgili ciddi sorun ve kaygıları bulunuyor. Okullar etrafına yaşam zenginliği/sevinci veremiyor. Okullarımız kitap okuma alışkanlığı ve etiği de veremiyor, aşılayamıyor. Öğrenci, veli, öğretmen herkes hem sistem anarşisi, eşitsizlik ve adaletsizliklerle hem de sınav derdiyle uğraşıyor. Okullarımız ve üniversitelerimizde gençler keşif yapma, araştırma, sorgulama, özgürce seçme, bilim yapma yerine var olma, ayakta kalma mücadelesiyle meşgul. Bu nedenle gelişmeyi yeterince yakalayamıyoruz. Eğitimi meslek kazanma ve işe girme aracı olarak görüyoruz. Bu yüzden tersine beyin göçü evresini ancak temenniden öteye geçmeyen laflarla başlatabiliyoruz.
Terör, yoksulluk, adaletsizlik, ayrımcılık, küresel ısınma, fırsat eşitsizliği, çevre kirliliği, nüfus artışı, kültür, siyasi yozlaşma, trafik terörü, deprem gibi sorunların çözümünde üniversitelerin sessiz kalmasına tahammül edilmemelidir.Üniversiteler kendilerini bu sorunların dışında tutamaz. Üniversitelerimiz sokaktaki insan içinde çözüm üretmelidir. Üniversitelerimiz bulundukları il ve ilçe için dünyaya açılan birer pencere olmalıdır. Üniversiteler gerektiğinde toplumla, yöneticilerle ve iktidarlarla ters düşen fikirler ortaya koyar, onları eleştirir. Aksi halde toplumsal ilerleme olmaz. Aksi halde özgür üniversite de olmaz. Türkiye’nin yaşadığı beyin göçü sorununun sorumlusu ve suçlusu da, tersine bir beyin göçü politikası vizyon ve becerisi olmayan da YÖK’tür.
EN BAŞTA EĞİTİM HEDEFLERİMİZİ BELİRLEMELİYİZ!
Eğitim bilgilendirmeden daha çok özgürleştirmedir. Türkiye’nin eğitimin anlamını tekrar tanımlamaya, güçlü ve özgün bir eğitim felsefesi oturtmaya ve her şeyden çok çok daha önce 2023 – 2053 - 2071 eğitim hedeflerini belirlemeye ihtiyacı vardır. Bilimin, aklın ve kadim medeniyetimizin ışığında ve ortak akılla, konsensusla hazırlanacak bir yol haritasına ihtiyaç vardır…
Yaşamakta olduğumuz küresel ve bölgesel sorun/sarsıntılara rağmen Türkiye heyecan verici bir potansiyele sahiptir. Milli özgüvenimizi yineleyerek en başta eğitim alanında daha uzun vadeli ve derinlikli hedefler ortaya koyarak başarabiliriz.
Cumhuriyetimizin 100. yılına yönelik hedefleri en başta eğitim alanında ortaya koymalıyız. Buna göre 2023 yılına tüm dünyada marka olmuş bir eğitim sistemi hedefimiz olmalıdır. Değişimin çok boyutlu ve hızlı bir şekilde yaşandığı, rekabetin yoğunlaştığı ve belirsizliklerin arttığı günümüz Türkiye’sinde, kaliteli ve çağdaş bir eğitim sistemi, geçmişte olduğundan çok daha gerekli hale gelmiştir. Böylesine riskli bir süreçte, eğitim sistemimiz her alanı detaylı ve stratejik bir perspektifle belirlemeye odaklı olmalıdır. Eğitim sistemindeki bütün göstergeler, vahim durumumuzun, ancak bütün partilerin birlikte adım atmaları halinde düzelme yoluna girebileceğini göstermektedir…

Güncelleme Tarihi: 19 Haziran 2018, 20:18