Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Filistin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2020 Çarşamba

Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri..

 Trumpın Suriye’den çekilme kararının etkileri.. 

Prof.Dr.Sait Yılmaz, Trumpın Suriyeden çekilme kararı, etkileri, 



Prof.Dr.Sait Yılmaz 
28 Aralık 2018 


Giriş 

Beyaz Saray sözcüsü Sarah Sanders, geçen Çarşamba günü ABD.nin Suriye.deki 2 bin özel kuvvetler mensubunu iki-üç hafta içinde çekeceğini açıklamıştı. Trump ise tweeter mesajı ile bu çekilmenin gerekçesini, sahada bulunma nedenleri olan IŞİD.in yenilmesi olarak açıkladı. Trump.ın kararı sonrası ABD.nin Suriye.deki anti-terör koalisyonu özel elçisi Brett McGurk tepki olarak istifa etti. Görev süresi 28 Şubat 2019.da biteceği halde Trump ile süregelen anlaşmazlıkları nedeni ile yakın zaman önce istifade eden Savunma Bakanı James Mattis de bu kararın Suriye.yi Rusya ve İran.a bırakmak olduğu gerekçesi ile itirazını dile getirdi. 

Bir askeri kurala göre; “eğer yenilgiye gidiyor ve zararını azaltmak istiyorsan, en kısa yol zaferini ilan edip, süratle çekilmelisin” der. Nitekim Trump.ın Suriye.den çekilme kararı Lyndon Johnson.ın Vietnam ile ilgili kararına benzetildi; zaferi ilan et ve çekil. ABD, geçmişte Kore ve Vietnam.dan olduğu gibi Lübnan (1982-1984) ve Nikaragua.dan da çekilmek zorunda kaldı. ABD.nin çekilmesi hiçbirinde zafer değildi ve geride hiçbir caydırıcılığı kalmadı. Bu makalede, Trump.ın Suriye.den çekilme kararını neden ve nasıl verdiğini açıklamaya çalışacağız. 

ABD’nin Suriye’den çekilmesi ne anlama geliyor? 

 ABD.nin Suriye.ye askeri müdahalesi 2011 yılında içlerinde Türkiye-Suudi Arabistan ve Katar.ın içinde bulunduğu ittifak içinde öncelikle Halep ve Şam.ı hedef alan vekilli savaşın desteklenmesi ile başladı. Ancak, Esat düşürülemeyince ve Rusya devreye girince, Ekim 2015.de sözde IŞİD ile mücadele için Suriye.nin kuzeyindeki bölgenin işgaline başlandı. Böylece ABD.nin Suriye stratejisi CIA destekli rejim değişikliğinden IŞİD ile sahada askeri mücadeleye kaydı. Suriye.de Rakka ve diğer önemli petrol bölgeleri, yeni vekil güç YPG/PKK kullanılarak ele geçirildi. Yakın zamana kadar ABD Savunma Bakanlığı, Suriye.nin kuzeyindeki yapının güvenliği için 30-35 bin asker göndermekten bahsediyordu. 

Amerikalılara göre; Suriyenin kuzeyindeki varlıklarının stratejik amaçları şunlardı 1; 

 - Esat.ın bu bölgedeki petrol bölgelerini tekrar ele geçirmesini önlemek. 
 - İran.ın Hizbullah ve Akdeniz sahili ile ulaşımını kesmek. 
 - Sahada tek güvenilir vekil güç olarak gördüğü YPG/PKK.yı korumak ve bunu 
yaparken Türkiye.nin kırmızı çizgilerine uyması için etkilemek. 
 - Suriye.nin geleceğine ilişkin masada verilecek kararı Rusya, İran ve Türkiye.ye 
bırakmamak, ABD.nin çıkarlarını korumak. 

 Trump, seçilmeden önce Suriye.deki savaşı gereksiz görüyor ve Suriye'de 5 trilyon doların boşa harcandığını söylüyordu. Trump, daha Nisan 2018.de Suriye.den birlikleri yakından çekeceğini söylemişti. Ancak, Pentagon generalleri ile tartışmalardan sonra sözde IŞİD ile savaşa bir süre daha zaman verdi. Sekiz ay sonra bu kararı tekrar verdiğinde başta Savunma Bakanı Mattis ve diğer generaller onu vazgeçirmek için epeyce uğraştılar. Savunma Bakanı James Mattis ve Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 
uzun süre Suriye.de kalmak niyetindeydiler. Nitekim geçen ay Türkiye sınırına Amerikan gözetleme noktaları kurulacağı açıklanmıştı. Yönetimin yeni-muhafazakâr Suriye özel elçisi James Jeffrey ise yakın zaman önce uçuşa yasak bölge oluşturulmasından bahsediyordu. 



Pentagon.un kalma gerekçesi, aksi takdirde Suriye.nin Rusya ve İran.ın elinde kalacağı, Türklerin de ABDnin hamisi olduğu Kürt bölgesine harekât yapacağı idi. 
 ABD gazeteleri, Trumpın Suriye.den sonra Afganistan.dan 14 bin askerin çekilmesi emrini verdiğini yazdı. ABDnin Afganistan.dan çekilmesi de bir sürpriz değil. Ülkenin yarısını işgal etmiş Taliban ile Suudi Arabistan ve BAE.nin de dâhil olduğu gizli görüşmeler uzun süredir devam ediyordu. Bu görüşmelerin gündeminde ABD.nin çıkarlarının garanti altına alınması ve Körfez ülkelerinden bir gücün güneyde Amerikalıların yerini alması bulunuyor 2 Nisan 2019 da Afganistan.da seçim var ve yeni Afgan başkanının Rusya ve İrandan uzak durması isteniyor. 

 Diğer yandan ABD ordusunun önemli sorunları bulunmaktadır. ABD.nin halen 150 ülkedeki 800.den fazla denizaşırı üssünde 170 bin askeri var ve bunların 40 bin kadarı örtülü işlerle meşgul. Mevcut askeri gücün bir kısmı beklemede diğer kısmı ise rotasyon görevinde. 

Sürekli farklı bölgelere görevler Kara Kuvvetlerini yordu. Deniz Kuvvetleri.nin bakıma ve dinlenmeye ihtiyacı var. Hava Kuvvetleri.nde ise sürekli uzak görevlerden dolayı hazırlık seviyesi düştü. Askerler kadar özel askeri şirketler de bu sonsuz savaş döngüsünden sonuç alınamayacağını görüyor. Çin ve Rusya ile savaşa hazırlanan ABD askeri gücü sürekli kan kaybederken, Ortadoğu.da gittikçe daha hassas hale geliyordu ve bir çıkış stratejisine ihtiyaç vardı 3. 


ABD, savaşlardaki teknolojik üstünlüğü olan hava ve füze savunması, siber ve uzay 
operasyonları, yüzey ve denizaltı gemilerine karşı savaş, uzun menzilli kara ateşleri ve elektronik savaş üstünlüğünü kaybediyor4. Bunun anlamı, 22 trilyon dolar bütçe açığı olan ABD.nin savunma ve teknoloji konularına daha çok bütçe ayırması demek 5. Trump’ın çekilme kararı ve tepkiler.. 
 
Trump.ın çekilme kararını alırken ne Dışişleri Bakanlığı.na ne Kongre.ye ne de 
Savunma Bakanlığı.na danışmadı yani Suriye ve Afganistan.dan çekilme kararlarını yalnız başına verdi. Trump, bu kararla en çok kendi partisi içindeki yeni-muhafazakârlar ve onların başın çeken eski Savunma Bakanı James Mattis ile karşı karşıya geldi. 2004.de Felluce.deki katliamdan sorumlu olan 6 ve Afganistan.daki savaşta “İnsan öldürmeyi eğlenceli bulduğunu söyleyen” Mattis.in lakabı “Çılgın Köpek” idi. Mattis.in istifası Suriye.deki ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Belçika.nın dâhil olduğu savaş ittifakının da sonu oldu. Trump.ın 
dünyaya bakışı, masrafları mümkün olarak azaltacak şekilde diplomasiden ziyade ekonomiye odaklı. Yeni-muhafazakârlar ise oldukça müdahaleci eğilimi ve dünyanın her neresinde (kendilerine göre) demokrasi tehlikede ise oraya müdahale etmenin bir görev olduğu kadar bir hak olduğunu düşünüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının arkasındaki nedenler şu şekilde sıralanıyor; 

- Türkiye.den ABD.nin Fırat.ın doğusundaki YPG/PKK yapılanması ile süregelen 
muhalefeti ve baskısı neticesinde iki ülkenin askeri olarak karşı karşıya gelmesinin istenmemesi, 
 - ABD.nin İran ile bir savaşa hazırlanması nedeni ile Suriye ve Irak.ta İran güçlerin saldırısından kaçınmak istemesi, bu yüzden Irak.taki 5.200 Amerikan askerini de çekebileceği. Bununla da kalmayıp, geçen Çarşamba Abu Dabi.de Pakistan, Suudi ve BAE temsilcileri ile Afganistan.dan ABD askerlerinin çekilmesini görüşmesi. 

 - Trump, Suriye.den çekilen güçleri yerine Suudi Arabistan ve BAE.den askerler 
göndermesi konusunda anlaşmış olabilir. Nitekim geçtiğimiz haftalarda bu ülkelerden bazı askeri temsilcilerin Fırat.ın doğusuna ziyaretlerde bulunduğu söyleniyor. Ancak, bu güçlerin sahada yalnız kalan YPG/PKK.yı destekleme görevi de alabileceği konuşuluyor. 
 Savunma Bakanlığı ise Trump.n kararını boşa çıkarmak için IŞİD.in tamamen yok edilmediği, köklerine döndüğü ve bölgeden temizlenmesinin yıllar alacağını iddia ediyorlar. 
Pentagon.a göre IŞİD.in ana siyasi ve ekonomik unsurları hala Suriye ve Irak.ta yaşamaya devam ediyor. ABD çekilmesinin bu terör ağını yeniden yapılanmaya götüreceğini ve IŞİD 2.0.ın ortaya çıkacağını savunuyorlar 7. 

 Trump.ın çekilme kararları ile ABD istihbaratı kadar Savunma Bakanlığı ile de hatta en yakın danışmanları ile ters düştü. Trump.ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, daha dört ay önce Amerikan birliklerinin Suriye.de İran birlikleri ve vekil güçleri olduğu sürece kalacağını söylemişti. Trump yönetiminin rejim değişikliği politikaları Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tarafından yönetiliyor ama Suriye kararına kızdıkları kesin 8. 

ABD.nin Yemen.de de dört yıl Suudiler ile birlikte bombalamaya devam ederken, ateşkese gitmesi, dünya genelinde askeri görümünün düşük profile inmesi anlamına geliyor. Aslında ABD ve Suudi stratejisi, BM kararları ile Yemen.de önce karşı tarafı silahsızlandırmaya sonra da kolayca yutmaya dayanıyor 9. 
 Trump.ın kararı sağ kanadın şahin Senatörleri Lindsey Graham ve Marco Rubio ile Hollywood liberalleri tarafından kınandı. ABD.nin Suriye.den çekilmesinin bir güç boşluğu yaratacağını iddia ediyorlar. 

 Rockefeller tarafının CFR başkanı Richard Haas.tan geldi. Haas, ABD.nin Suriye.de kalması gerektiğini ve yoksa meydanın Rusya ve İran.a kalacağını söyledi.  ABD.deki İsrail lobisi ise Türkiye.nin müdahalesinin İsrail.in güvenliği için önemli olan İran.ın Suriye.ye uzanan kolunu kesmeyeceğini düşünüyor10. 




 İsrailin Haaretz gazetesine göre, ABD yönetimi Netenyahu.ya çekilme niyetini bildirirken, bölgedeki gelişmeleri etkilemek için başka yöntemleri olduğundan bahsetti. Bu yöntemlerin başında ABD.nin özellikle Katar.daki üslerden hava saldırılarına devam edebileceği gösteriliyor 11. Buna uçak gemilerinden yapılacak füze saldırıları ile örtülü operasyonlar eklenebilir. 
 Sahadaki YPG/PKK teröristlerinin sözcüsü İlham Ahmed ise ABD.nin çekilme 
kararını arkadan bıçaklanmak olarak yorumladı. 

 ABD’nin Çekilmesi sonrası Suriye.. 

 Suriye.den çekilmenin arkasında Türkiye.nin özellikle İran senaryosu karşısında 
YPG/PKK.dan çok daha önemli bir müttefik görüldüğü yorumu yapılıyor12. ABD.nin çekilmesi halinde Türkiye.nin boşluğu dengeleyeceği, Rusya ve Suriye.de kalan IŞİD.I temizleyebileceği diğer bir gerekçe olarak sunuluyor. Bir Beyaz Saray yetkilisinin açıklamasına göre, Türkiye; ABD birlikleri çekildiğinde IŞİD.i bitirme işinin sorumluluğunu almaya söz verdi 13. Bu, ABD için kendileri için çekildikten sonra güç boşluğu kalmayacağı garantisi anlamına geliyor. Trump.ın Suriye.den çekilme kararı sonrası Türkiye.nin harekâtını ertelemesi ABD birliklerinin çekilmesi için beklemeye bağlanıyor ve bunun yaklaşık bir ay alacağı hesaplanıyor 14. Ancak, ABD.li yetkililer Suriye.den çekilmenin 60-100 gün sürebileceğini söylüyorlar. Trump.ın Suriye.den çekilme kararının her ne kadar Türkiye.yi 
ABD.ye yaklaştıracağı düşünülüyorsa da Ruslarla kuvvetli ilişkisini bitirmesi beklenmiyor. 

Trump.ın Türkiye.ye Patriot satışına izin vermesinin arkasında ise seçim kampanyasına en çok yatırım yapanlardan olan askeri-sanayiyi memnun etmek var ama önce Patriot almamıza ikna etmesi lazım 15. 

 ABD.nin Suriye.deki askeri stratejisi “en az zayiat, en az masraf” üzerine 
kurulmuştu ve Suriyeli Kürtler aranan mayın eşeği idi. Kürtleri eğitmek ve onları 
kullanarak toprak kazanmak, IŞİD bahanesi ile Rusların ve İranlıların bölgeye girişini hava saldırıları tehdidi ile önlemek harekât planının esası idi. Trump; Esat.ın gitmesinin, İran ve Rusya.ya rağmen bölgede kalmanın riskini ve masrafını artık taşımak istemedi. ABD çekilmesi, Suriye.de süregelen rejim değişikliği beklentisinin de sonu demek. Trump.ın Suriye.den birlikleri çekmesi, Körfez İşbirliği Konseyi.ndeki müttefiklerinin Suriye.ye yönelik gülünç planlarının sonu demek16. 

 Trumpın çekilme kararına karşı çıkanlar IŞİD ya da onun devamının geri döneceği korkusunu yayıyorlar. Nitekim geçen hafta Doha.da yapılan BM Terörle Mücadele Ofisi başkanı Vladimir Volonkov.un açıklamasına göre; dünya genelinde hala 20 bin IŞİD militanı var. IŞİD.in Suriye ve Irak.ta yerel bağlarının ve finansal şebekesinin devam ettiği iddia ediliyor. Yani IŞİD, Sünni gruplar içinden tekrar bir intikam savaşı başlatabilir. 

Özetle herkes yeni savaşlardan bahsederken, yıktıklarını görmezden geliyor, kimse Ortadoğu.nun gerçek sorunlarına el atmak istemiyor. Trump.ın çekilme kararı Suriye.yi daha hızlı barışa ve bölgeyi gerçek sorunlarla yüzleşmeye götürebilir. 

 Trump.ın kararı Suriye.deki özel askeri şirketler ve komşu Irak.taki ABD askerlerin çekilmesi ile ilgili bir şey söylemiyor. Suriye.nin kuzeyinde 200-300 kadar CIA ajanı olduğu biliniyor 17. 

Ancak, bunlar YPG/PKK.yı desteklemeye yetmez.  ABD.nin arkasından İngiltere ve Fransa.da 400-500 kişilik özel kuvvetlerini çekmek zorunda kalabilir. 
Fransanın Suriyenin kuzeyinde 200 özel kuvvetler elemanı ve 3 CAEASAR Obüsü bulunuyor 18. 
 
Sonuç 

 II. Dünya Savaşı bittiğinden beri ABD.nin gerçek bir düşmanı olmadı; kendi yarattığı düşmanlar ile hegemonyasını sürdürmeye devam ediyor19. Bu hayali düşmanlara karşı ortak bir savunma çerçevesi içinde kendine müttefikler buluyor, askeri operasyonlarını meşru hale getiriyor. 

Şimdi askerler kendilerine savaşacak yeni canavarlar bulmak zorunda. Suriye.deki Amerikan askeri varlığı son dört yılda, eğit-donat ile terörist üreten bir ülke olmaktan, Suriye.nin kuzeyine sıkışmış iki bin özel kuvvetler mensubu ile; sözde terörist avcısı, İran düşmanlarının sığınağı ve YPG/PKK.nın hamisi bir güç haline gelmişti. Amerikalı askerlerinin görevi Türkleri Fırat.ın doğusuna sokmamaya indirgenmişti. ABD, bundan sonra şunu diyecek; “İşte çekildim, görelim bakalım bensiz ne yapacaksınız?” ABD, artık İran.ın Suriye.de çekilmesi, Türkler ile Kürtler arasında barışı koruma oyunu ve Esat.a masada baskı yapmakla meşgul olacaktır 20. 

Şimdiki aşama ABD ve onun müvekkili YPG/PKK.nın işgal ettiği Suriye.nin üçte 
birlik bölümüne ne olacağıdır. Muhtemelen Rusya.nın Esat kontrolünde bir Suriye.de Kürtlere „de facto. özerklik vereceği bir vizyon kabullenilecektir. Türkiye, İran ve İsrail.in kırmızı çizgilerinin nasıl hayata geçirileceği ise gündemi işgal edecek. Türkiye.nin olası harekâtının Rusya ve Esat güçleri ile koordineli olması, petrol bölgesi olan Deyrizor.a ulaşmadan durması, buranın Esat güçlerine bırakılması bekleniyor21. Öte yandan Türkiye.nin Fırat.ın doğusuna yapacağı harekât Rusya destekli Esat güçlerinin de İdlib.e bir harekâta başlamasına yol açabilir. Türkiye neyi planlıyorsa bir an önce Şam ile de arasını düzeltmeli ve 
koordine etmelidir. Fırat.ın doğusundaki Kürtler ise şimdi önce Esat.a sonra Rusya ve İran.a sığınmak peşindeler. Nitekim YPG/PKK, hemen Şam.a bir delegasyon gönderdi. 

Bundan sonra onların verebileceği özerklik derecesine razı olacaklar. 

DİPNOTLAR;

1 Nikolas K. Gvosdes, Trump's Tricky Syria Drawdown Plan, U.S. Naval War College, (Dec 21, 2018). 
2 Masud Wadan, U.S. Forces Withdraw From Afghanistan. Secret Negotiations with the Taliban. .Huge 
Political Change on the Horizon., Global Research, (December 27, 2018). 
3 Kerby Davis, Syria is a Distraction from Great Power Competition, jgas, (December 27, 2018). 
4 David C. Gompert, Astrid Stuth Cevallos, Christina L. Garafola, War With China: Thinking Through the 
Unthinkable, Rand Corporation, (2016). 
5 United States Government Accountability Office (GAO), National Security: Long Range Emerging Threats 
Facing the United States as Identified by Federal Agencies, (December 2018.) 
6 New York Times, (Feb. 4, 2005). 
7 Aykan Erdemir, John Lechner, Trump’s Gifts to Turkey Repeat Mistakes and Set Bad Precedents, 
    cdn.defenseone. (December 20, 2018). 
8 Preston Business Review, Win for Turkey, loss for Kurds, election rhetoric for Trump – experts on US pullout 
   from Syria, (December 20, 2018). 
9 Julia Kassem, The Trump Administration Isn’t Ending the Wars in Syria or Yemen — It’s Only Shifting (and 
   Fighting Over) Strategy, Global Research, (Dec 21, 2018). 
10 Ben Cohen, Trump’s New Embrace of Turkish President Erdogan Decried by Top US Jewish Leaders, 
    Algemeiner, (December 24, 2018). 
11 Bill Van Auken, Trump’s Syrian Withdrawal Order Sparks Political Firestorm in Washington, (Dec 21, 2018). 
12 Robert Merry, 2019: Donald Trump vs. the Elites? National Interest, (December 21, 2018). 
13 Josh Lederman, White House says Erdogan promised Trump he'd finish off ISIS in Syria, NBC News, (Dec 23, 2018). 
14 Louisa Loveluck, Turkey’s Erdoğan Delays Operation against Kurdish Forces in Syria, Washington Post, (December 21 2018). 
15 Boris Djuric, The Role of Turkey in the US Defense Secretary's Resignation, Newswire, (December 22, 2018). 
16 Gil Barndollar, Donald Trump Is Ready to Shed the Syria Problem, Center for the Study of Statesmanship, (Dec 20, 2018). 
17 Federico Pieraccini, Trump Pulls Troops Out of Syria in Desperate Attempt to Save His Presidency, Causing Geopolitical Earthquake, Strategic Culture Foundation, (December 26, 2018). 
18 South Front, France Plans to Replace the US in Syria, Alongside Proxy Forces from Saudi Arabia and UAE, (December 24, 2018). 
19 Stephen Lendman, Mattis Out as Trump Regime War Secretary, CRG, (Dec 21, 2018). 
20 Daniel R. DePetris, The Dangers of Military Mission Creep in Syria, Washington Examiner, (December 20, 2018). 
21 Elijah J. Magner, Trump Is Leaving Behind a Trap for Russia, Turkey and Iran in Syria, Global Research, (December 27, 2018). 


***

10 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 2

 ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 2




2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 
Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:
İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı 
oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. 

TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk işadamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı işadamlarının son dönemde sıkça Türk işadamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk işadamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. İşadamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.
Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’dakidevrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona 
erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. Bu durumda da İran 
devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. 

Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış olurdu. Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. 

Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesidir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. 
Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. 

Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya  çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.

İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.
  İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk 
cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve 
ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. 

   Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. 
İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün 
Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği 
yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler 
boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür 
gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin 
başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. 

Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok yanılıyor. 
Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı 
döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş 
yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu 
açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların üstesinden gelerek İran doğalgaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka 
işbirliklerinin de yolunu aradı. İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu 
fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. İran’dan gelen gazın 
kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk ekonomisini vurmaya başladı. 
İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.
İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.
Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 
“ Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, 
öncelik dış taahhütlerinizdedir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de 
siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma 
imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.
İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye 
çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir 
anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep 
engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan 
Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını 
sürdürüyor. 
Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.
Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik 
entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 
Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece 
Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye 
ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. 
Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi 
zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını 
İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde mevzilenmiş durumda.
Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 
Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.


***


ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ

Sedat LAÇİNER

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin 
söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyareti birçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 
Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları 
güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte 
zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke 
bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.
İsrail ve Türkiye Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. 
Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli 
dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm 
bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. 
Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden 
çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.
Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları 
aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari 
ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 
Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.



Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri


Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 
Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.
Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile 
tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 
Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı 
silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde 
ediyorlar. Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. 

Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma 
sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin 
maddi desteği ile sürdürülüyor. Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve 
başarılı bulundu. Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. 
İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise 
İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 
1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 
1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 
İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme 
Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. 
Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 
Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” 
sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 
Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “sizde istihbarat yok, sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz” mealinde sözler söylemişti. 
Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere 
ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen 
daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 
Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 
İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması 
Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan 
etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktansa iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.
Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi 
kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan 
çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. Olanaksız mı? Türkiye başkaları 
için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘kör gözüne’ 
görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

***

12 Şubat 2020 Çarşamba

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN BÖLÜM 2

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN  BÖLÜM 2



Mısır’ın 1972 yılında Sovyet danışmanları göndermesi, İsrail’in savaş ihtimaline dair varsayımının zayıflamasına neden olmuştur. Ancak bu tarihlerde, Sovyet silah satışı, tezat oluşturacak şekilde artmıştır. Zeira ve Aman, savaş ihtimalinin dillendiren Mossad’a karşı üstün konumlarını sürdürmüşlerdir. CIA, 24 Eylül’de Mısır’ın yaptığı tatbikatın geçmiş zamanlardaki tatbikatlarla karşılaştırıldığında farklılıklar gösterdiğini iletmiştir (Buckwalter, 2002).  26 Eylül 1973’te Savunma Bakanı Moşe Dayan ve İsrail  Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Komutanı İzak Hofi’nin, Suriye’nin yığınağı konusundaki endişelerini iletmelerine rağmen, Aman, Suriye’nin Mısır olmadan savaşmayacağını ve Mısır’ın da savaş açmayacağını bildirmiştir. Zeira, 1 Ekim 1973’te, Tahrir 41 adlı tatbikatla ilgili Genelkurmay toplantısında bilgi vermiş ve bunun taarruz için bir gizlenme ya da aldatma olabileceğini kabul etmemiştir. 3 Ekim’de yapılan toplantıya ise Zeira yerine Tuğgeneral Aryeh Şalev katılmıştır. Hazırlanan raporda, Suriye cephesinde tank, top sayılarındaki artış belirtilmiş, ancak Elazar ve Dayan’ın dillendirdikleri endişelere rağmen, Aman raporunun sonucu ağır basmıştır. Raporda, yığınağın savunma amaçlı olduğu ve saldırı ihtimalinin zayıf olduğu belirtilmiştir. 5 Ekim 1973 tarihinde, Aman’ın görüşü, savaşın ihtimal dışı olduğu yönündedir. Bunun ana nedeni, Arapların zayıf olarak nitelendirilmeleridir. Mısır’ın yanıltma amaçlı tatbikatı, Aman şefi Zeira tarafından savaş hazırlığı olarak algılanmamıştır. Mısır ve Suriye’nin bu aldatma başarısında, iki ülkede savaş planını bilenlerin sayısının az olması gelmektedir. Savaş planını bilenler, devlet başkanları, savunma bakanları, genelkurmay başkanları, istihbarat başkanları, hava kuvvetleri ve kara kuvvetleri komutanlarıdır. Aman’ın değerlendirmelerini zayıflatan unsur ise, hava fotoğraflarıyla belgelenen Sovyet ailelerinin Mısır’ı terk etmeleridir (Black, Morris, 1999:252-259).

Aman’ın 1973 Savaşı’ndaki istihbarat başarısızlığının nedenleri, Arapların gücünü küçümsemesi, istihbarat bilgilerini paylaşmaması, saldırı ihtimaline dair verileri gizlemesi (Bar-Joseph, Levy, 2009: 484) olarak sıralanmaktadır. Elazar, Aman’ın kendilerini Arap birliklerinin yerleri, Mısırlıların kanalda kurdukları köprü sayısı ve iki zırhlı Mısır tugayının doğu kıyısına geçiş zamanı konusunda bilgilendiremediğini ifade etmiştir. Aman, Sovyet yapımı sagger (tanksavar) silahları konusunda da orduyu yeteri kadar bilgi verememiştir. Aman ayrıca, Irak askerî gücünün Golan tepelerine ulaşmasını engelleyebilecek bilgiyi orduya verememiştir (Black, Morris, 1999:263-264). 

Aman’ın istihbarat konusundaki, tekeli, 1973 savaşındaki başarısızlığın temel nedenidir. Bu nedenle, Mossad’ın uyarılarına gereken önem verilmemiştir. Ayrıca, Yona Bandman ve Ali Zeira’nın otoriter tutumları, açık ve hoşgörülü bir tartışma ortamını engellemiş ve istihbarat başarısızlığına yol açmıştır (Bar Joseph, Levy, 2009:469). 

Aman şefi Eli Zeira’nın başarısızlığının bir nedeni de Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın damadı Eşref Marvan’dan gelen bilgilere aşırı güvenmesidir. Son elde edilen bilgiler, Marvan’ın “çift taraflı ajan” olduğu yönündedir. Marvan, Temmuz 1973’te, savaşın başlayabileceği bilgisini vermiştir. Ancak, Zeira, Marvan’ın kendisini aldattığına inanmıştır (Bar-Joseph, Levy, 2009:482-3). 
 Agranat Komisyonu, savaş sonrası İsrail’in pozisyonunu değerlendirdiğinde iki ana konuyla karşılaştığını, belirtmiştir. İsrail, Mısır’ın hava üstünlüğü problemini çözmeden saldırmasını beklememiştir. Ayrıca, Mısır olmadan Suriye’nin saldırı olasılığı olmadığı kabul edilmiştir (Buckwalter, 2002). 30 Ocak 1975 tarihinde yazılan son Agranat Komisyonu Raporunda Aman’ın savaşın ilk 3 günündeki başarısızlıkları anlatılmıştır. Komisyon, Aman şefi Zeira, yardımcısı Aryeh Şalev, Yarbay Yona Bendman, Subay David Gedaliah’ın görevlerinden alınmalarını tavsiye etmiştir. Komisyon ayrıca istihbaratta Aman’ın tekelinin kırılmasını da tavsiye etmiştir. Mossad içinde büyük bir araştırma dairesi kurulmuştur. Aman’ın askerî istihbarata ağırlık vermesi, kararına varılmıştır. Aman, yeniden yapılandırılmış, içerisinde coğrafi birimler kurulmuştur. Coğrafi birim şeflerinin kendi bölgelerindeki askerî, teknolojik, siyasi ve ekonomik istihbarattan sorumlu olmalarına karar verilmiştir. Küçük rütbeli subayların fikirlerini açıklamalarına olanak verilmesine karar verilmiştir. Değerlendirme raporlarını açık olması, kesinlik içermemesi ve fazla değerlendirme yapılmaması, uygun görülmüştür. Dronlar satın alınmış, elektro-optik alan gözetleme birimi kurulmuştur. Aman’ın üç bölge komutanlığı; kuzey, orta ve güney, merkez komutanlıklarını dengeleyecek şekilde güçlendirilmiştir. Aman şefinin iş yükü azaltılmış ve ona yardımcı olacak şef istihbarat subayı görevlendirilmiştir (Black, Morris, 1999:265-268).

Aman, savaşın yakınlığın işaret eden sinyaller ve bunlar arkasındaki gürültüleri birbirinden ayıramamıştır. İstihbaratı değerlendirme ve yorumlama görevinin siyasetçilere bırakılması sonucu ortaya çıkmıştır. Yom Kippur Savaşı’nın ardından istihbarat değerlendirmelerinde, kuşkuya daima yer verilmesi gerekliliği anlaşılmıştır. Arap ülkelerinin ordularının büyüklüğü ve otoriter rejimleri, İsrail’in daima tetikte olması sonucunu ortaya koymuştur (Black, Morris, 1999:268-269).
Aman, Yom Kippur Savaşı’nın ardından, Enver Sedat’ın barış girişimi konusunda yeterli bilgiye sahip olmamıştır (Black, Morris, 1999:273-275; Kahana, 2005:263). 1975-76 yıllarında gerçekleşen Lübnan Savaşı’nda, Aman ve Mossad’ın orduya gerekli istihbaratı sağlayamadığı, ileri sürülmektedir. Mossad, Lübnan’daki Hristiyan lider Beşir Cemayel’le sıkı ilişkiler kurmuştur (Ostrovsky, 1994:55).

Aman ve Mossad, İran Devrimi’nin gerçekleşeceği konusunda fikir birliğine sahip olmuşlar ancak tam olarak ne zaman vuku bulacağını tahmin edememişlerdir. Uri Bar-Joseph, İran Devrimi konusundaki İsrail istihbaratının bu öngörüsünü övmüş ve Amerikan istihbaratıyla karşılaştırıldığında, önemli bir başarı olduğunu belirtmiştir. İsrail istihbarat örgütleri,  İran kültürünü tanımakta ve Fars dilini iyi bilmektedirler. Bu yetenekler, İsrail istihbaratının, İran konusunda daha başarılı olmasına neden olmuştur (Pascovich, 2013a:93).

1980’li Yıllar

1980’lerde Mossad, Sudan’da eğitim alan Filistinlilerle ilgili bilgi toplamıştır. Mossad, Şabak ve Aman’ın araştırmaları sonucunda, bu yapının başında Mısırlı Ayman El Zevahiri’nin olduğu anlaşılmıştır. Enver Sedat suikastı sonrasında tutuklanan ve daha sonra serbest bırakılan Zevahiri, Sudan’da yaşamaktaydı ve, Ladin’le yakın işbirliği içindeydi. Bu dönemde Ladin, Sudan’da inşaat firmalarına sahipti ve bu firmalardan bir tanesinin ismi “El Kaide” idi. Mossad, bu örgütlenmeyle ilgili daha çok bilgi toplamak ve gerekirse önleyici faaliyetlerde bulunmakla görevlendirilmiştir. Başbakan İzak Rabin, küresel cihadın büyüyen tehdidi konusunda kamuoyunu uyaran konuşmalar yapmıştır (Shpiro, 2012:240-241).
1981 ve 1982 yıllarında, Celile’ye Barış Operasyonu öncesinde, Mossad, Maruni Hristiyanların gücünü abartmıştır. Aman daha doğru bir değerlendirme yapmıştır. Maruni Hristiyanların güçsüz olduklarını ve yeni bir düzen kuramayacaklarını görmüş ve Lübnan’a askerî müdahaleden kaçınılmasını tavsiye etmiştir (Kahana, 2005:263). 
Aman ve Şabak, 1987 yılında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin ayaklanmasını doğru değerlendirememişlerdir (Turquie diplomatique, 2013, Kahana, 2005:263; Pascovich, 2013b:16). İstihbarat örgütlerinin, Filistin halkının sosyo-ekonomik sorunları ile ilgili istihbarı verilerinin eksiklikleri olduğu görülmüştür (Pascovich, 2013b:16).

1990’lı yıllar

Temmuz 1988’de Aman, Irak’ın Kuveyt’e saldırabileceği uyarısında bulunmuştur. Ancak saldırının kesin tarihi konusunda önceden tespitte bulunamamıştır. 1 Ağustos’ta ise Irak’ın Kuveyt’e saldıracağını bildirmiş ancak kesin tarih vermemiştir (Black, Morris, 1999:412-421). Aman, Kuveyt’in işgalini haber veremediği için eleştirilmiştir. Aman, ayrıca Irak’ın İsrail’e scud füzesi fırlatmasının düşük bir ihtimal olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, Irak’ın Kuveyt’e saldırması olayında, İsrail istihbaratının başarısız olduğu belirtilmektedir (Kahana, 2005:264).

İsrail istihbarat örgütleri, 1993 yılında gerçekleştirilen Oslo Barış Görüşmelerini önceden tahmin edememişlerdir. Aman, 1996 yılında Suriye’nin Golan Tepelerindeki askerî hareketliliğini savaş hazırlığı olarak değerlendirmiş, ancak bu doğru çıkmamıştır. İsrail istihbarat örgütleri, Ağlama Duvarına giden Kudüs Tüneli’nin açılmasının, Filistin ayaklanmalarına yol açabileceğini tahmin edememişlerdir (Kahana, 2005:264).  

2000’li yıllar

İsrail istihbarat örgütleri, İsrail’in tek taraflı olarak Lübnan’dan ayrılmasına Hizbullah’ın askerî tepkisini abartmış ve Güney Lübnan’da bir askerî güç bulundurulmasını tavsiye etmişlerdir (Kahana, 2005:264).  Başbakan Barak, Aman’ın bu istihbaratını bertaraf etmek ve orduyu Güney Lübnan’dan çıkarmak için yoğun çaba sarf etmiştir. Barak’ın bu durumu aşmasında İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin eski Genelkurmay Başkanı ve Aman’ın eski şefi olması etkili olmuştur (Bar-Joseph, 2010:510).

2000 yılında El Aksa İntifadası (II. İntifada) başladığında, Aman bu durumun sorumluluğunun Yaser Arafat’a ait olduğu bilgisini vermiştir. Bu bilgi kamuoyu ve İsrail Silahlı Kuvvetleri tarafından kabul edilmiştir. Yıllar sonra bu tahminin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Aman’ın verdiği bu istihbarat İsrail  Silahlı Kuvvetleri İkinci İntifada’ya karşı yoğun askerî güç kullanmasına neden olmuştur (Bar-Joseph, 2010:510). Aman, şiddetin tırmanmasına yol açmıştır. 

2000 yılının Ocak ayında Filistin Ulusal Yönetimi’nin bulunduğu bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin tümü, İsrail'in iç istihbarat örgütü Şabak’tan Aman’a geçmiştir. Bu durum, bölgede güvenlik algısının değiştiğinin bir göstergesidir. El Aksa İntifadası ile Şabak’ın insani istihbaratına ihtiyaç duyulmuştur. 2000 yılının Eylül ayından itibaren, Aman ve Şabak Filistinlilerle ilgili istihbarat yükünü paylaşmaktadırlar. İnsani istihbarat son derece önemlidir; Şabak Batı Şeria ve Gazze’de bilgi ağı oluşturmuştur. Aman’ın ileri teknoloji ürünü aletleriyle telefonların dinlemesi kolay olmuş, ancak argo konuşmaların anlaşılması konusunda güçlük çekilmiştir. Şabak ve Aman, Batı Şeria’da sıkı bir işbirliği içindedirler. Ancak, Güney Lübnan’da, Hizbullah’la ilgili bu tür işbirliği içine girmemişlerdir (Jones, 2003:276-7)

Son dönemde, İsrail istihbaratına başlıca iki konuda eleştiri yöneltilmiştir. 

İlk eleştiri, İsrail İstihbarat örgütlerinin, 11 Eylül olayını tahmin edememiş olmalarıdır (Kahana, 2005:264). Ancak, dünyanın en büyük istihbarat yapılanmasına sahip olan ABD bu saldırıların yerini ve zamanını kestirememiştir, bu nedenle bu eleştiri haklı değildir. İkinci eleştiri, İsrail istihbaratının 11 Eylül saldırılarının Irak ile bağlantılı olduğu (Fuerza, 2013) ve Irak'ın. konvansiyonel olmayan silah kapasitesini abarttığı (Kahana, 2005:264). yönündedir. Irak'a müdahaleye kadar giden bu olayda, ABD istihbarat örgütlerinin devletin karar birimlerini nasıl yanılttığı ancak müdahaleden sonra anlaşılabilmiştir. Bu ortamda, İsrail'den ABD'nin bölgeye müdahalesini önleyecek bir tutum izlemesini beklememek gerekir. Bu durum olsa olsa, İsrail'in ABD'ye karşı uyguladığı bilgi harekâtı kapsamlı bir operasyon olarak değerlendirilebilir.
İsrail Silahlı Kuvvetleri Mayıs 2000’de, Lübnan’ı terk etmeden hemen önce, Hizbullah’ın füze kapasitesini, bu füzelerin saklandığı yerleri öğrenmiştir. Söz konusu füzelerin Hayfa’yı vurabileceği bilgisine sahip olmuştur. Aman, füzelerin, Hizbullah mensuplarının evlerinde gizlendiğini öğrenmiştir. Bu bilgilere, Aman’ın Ünite 8200 adlı sinyal istihbaratı birimi ve İsrail Hava Kuvvetleri keşif gücünün çalışmaları neticesinde ulaşılmıştır. Bekaa vadisinde, 220 orta menzilli füzenin bulunduğu değerlendirmesi yapılmıştır (Lambeth, 2011). 

Aman, Ocak 2006’da 130 sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, Hizbullah’ın savaş planından bahsetmektedir. Raporda, Hizbullah’ın orta menzilli füzelerinin yerleri açıklanmıştır. Ancak, dosya yüksek düzeyde gizli olarak sunulduğundan, Aman Araştırma Birimi’nin dışında görülmesi engellenmiştir (Lambeth, 2011:150).

12 Temmuz 2006’da Aman, 100 İran Devrim Muhafızının, Lübnan’da Hizbullah adına bulunduğunu haber vermiştir. Aman, Hizbullah’ın 500 Fecir-3 ve Fecir-5 orta menzilli füzelerinin ve 20-30 tane uzun menzilli Zellal7 füzelerinin bulunduğunu bildirmiştir. ABD istihbaratı da İran’ın Hizbullah’a 100-200 milyon dolar tutarında yardımda bulunduğu bilgisini iletmiştir. Savaş öncesi Hizbullah askerî gücünü, 3500 kişiden 5000 kişiye çıkarmıştır. Aman Araştırma Biriminin başında bulunan Yossi Baidatz kamuoyuna, Hizbullah’ın elinde yüzden fazla 25-45 mil menzile sahip İran yapımı Fecir-3 ve Fecir-5 orta menzilli füzelerinin ve uzun menzilli Zellal7’lerin bulunduğunu bildirmiştir (Lambeth, 2011:15, 92). 
Aman, 2000’li yılların ortalarından itibaren Hizbullah’ın elindeki uzun ve orta menzilli füzelerin ve füze fırlatma depolarının yerlerini bulmaya çalışmıştır. Bunun yanında, Hizbullah’ın önemli liderlerinin yerlerini tespit etmeye çalışmıştır. Örgütün yeraltı silah depolarının ve sığınaklarının yerlerini belirlemek için uğraş vermiştir. Minyatür sinyal istihbarat aletleri ve İsrail Hava Kuvvetleri, bu konuda yardımcı olmuşlardır (Lambeth, 2011:92). 

2006 Savaşı’nın ilk saldırılarında, İsrail Hava Kuvvetleri’nin (İHK) açıklamalarına göre, Fecir füzelerinin yüzde 50’si yok edilmiştir. İHA'lara sahip olan ve onları istihbarat için kullanan Aman’dı. Daha sonra bu görev, İHK’ya verilmiştir. İHA’lar 2000 yılından sonra yoğun olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Ofeq, Eros A ve B uyduları, Aman ve İHK’ya kaliteli resimler sunmayı sürdürmektedirler (Lambeth, 2011:110,121) Aman, uydu ve sinyal istihbaratını kontrol etmektedir (Henriksen, 2007:15). Bu durum Aman’a büyük bir istihbarı güç vermektedir. 
Winograd Komisyonu, 2. Lübnan Savaşı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda, Aman’ın Hizbullah konusunda, siyasetçiler ve askerî görevlilere, geniş ve güçlü bir istihbarat sağladığı vurgulanmaktadır. Ancak bu raporda, taktiksel düzeyde verilen istihbarat konusunda belirsizliklerin olduğu açıklanmıştır. Hizbullah’ın asker kaçırma eylemlerine gireceği ve ülkenin kuzeyinde artan çatışma olasılığına karşı tedbir alınması gerekliliği konusundaki Aman şefi Aharon Zeevi Farkash’ın mektubu, 18 Aralık 2005 tarihinde,  Başbakan Ariel Şaron’a ve mektubun kopyaları da Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı’na iletilmiştir (Bar-Joseph, 2007). Aman ve İHK, 2006 Savaşında iletişim frekanslarının bozulmasını sağlamışlardır (Lambeth, 2011:242).
Aman, Lübnan Savaşı öncesinde Hizbullah’ın İsrail askerlerini kaçıracağına dair istihbaratı sunmuştur. Hizbullah’ın elinde çoğunluğu kısa-menzilli 10 binden fazla füze bulunduğu bilgisini iletmiştir. Aman, olası bir İsrail saldırısında, Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyine binlerce füze atabileceğini, bu füzelerin Hayfa ve hatta Tel Aviv’e bile ulaşabileceği tahmininde bulunmuştur. Ancak, Aman’ın vermiş olduğu istihbarat, bu kısa menzilli füzelerin konuşlandırılmasını engelleyecek kadar kapsamlı bir istihbarat olmamıştır. Bunun yapabilmenin yolu Güney Lübnan’ın kara kuvvetleri ile işgal edilmesinden geçmekteydi. Nasrallah, savaştan iki ay önce, 12 bin kısa menzilli füzeye sahip olduklarını duyurmuştur. Uzun, orta ve kısa menzilli füzeleri yanında Hizbullah’ın elinde İran’ın verdiği Ebabil İHA’ları bulunmaktaydı. Ebabil İHA’ları 450 km. menzile ve 40-50 kg. patlayıcı taşıyabilme kapasitesine sahiptir. Aman, Hizbullah elinde bulunan kısa menzilli füzelerin sayısının 10 bin ila 16 bin arasında olduğu bilgisini vermiştir. Ancak bu değerlendirmede rakamlar arasındaki fark oldukça fazla olarak nitelendirilmiştir. Buna göre, günde 150-200 roketin fırlatılması beklenmiştir. Aman’ın sahip olduğu görüntü ve sinyal istihbaratı, füzelerin yerinin tespit edilmesini sağlayamamıştır, bu nedenle füzeler yok edilememiştir. Ayrıca, Aman, Hizbullah’ın elinde C-802 gemisavar füzesinin bulunduğuna dair kesin bir istihbarata sahip olmamıştır. Bu konudaki uyarısı İsrail Donanma Komutanlığı tarafından ciddiye alınmamıştır. Aman, Hizbullah’ın elindeki  tanksavar silahların sayısını var olandan daha düşük olarak, karar-alıcılara sunmuştur  (Bar Joseph, 2007:585-591). 

12-13 Temmuz 2006 tarihinde, Hizbullah’ın elindeki 40 tane insansız hava aracı ve uçak yok edilmiştir. İlk raporlara göre, çok sayıda uzun-menzilli ve orta-menzilli füze, 18 tane fırlatma rampasının (toplam sayı: 19-21) tahrip edildiği belirtilmiştir. Amerikalı bir yetkili ise, ilk üç günde, İHK’nın, Hizbullah’ın elindeki silahların %7’sini tahrip ettiğini belirtmiştir (Bar Joseph, 2007:586).  
Aman’ın 8200 numaralı Sinyal ünitesi, Hizbullah ve Hamas liderleri arasındaki iletişimde, şifreli konuşmaları çözmüş ve Hizbullah ve Hamas arasındaki işbirliğini açığa çıkarmıştır. Hamas ve Hizbullah’ın, özellikle işgal edilmiş topraklardaki terörist faaliyetlerde ortak hareket ettikleri anlaşılmıştır. Aman’ın, özellikle 2006 Lübnan Savaşı’ndaki en önemli zayıflığı Hizbullah liderleri ve Hizbullah’ın komuta ve kontrol sistemlerine sızamamış olmasıdır. Bu savaşta, hiçbir üst düzey Hizbullah lideri ortadan kaldırılamamıştır. Bu durumda, İsrail üst düzey siyasi karar alıcılarının bu yöndeki tavsiyelerinin rol oynadığı da düşünülmektedir (Bar Joseph, 2007:586).  

Aman, savaştan çok önce Hizbullah’ın elindeki kısa menzilli Katyuşa füzelerinin Lübnan-İsrail sınırı arasına yerleştirildiğini tespit etmiştir. Ancak savaş sırasında, fırlatıcıların tam yerini gösterememiştir. Bu nedenle, İHK, birkaç istisna dışında bu hedefleri vuramamıştır. Kısa-menzilli füzelerin yer değiştirmesi kolaydır. Bu olayda Aman ve İHK suçlanmıştır ancak askerî uzmanlar kısa-menzilli füzelerin yok edilmesi için kara harekâtına ihtiyaç duyulduğunu, belirtmişlerdir. Ancak bilindiği gibi, bu harekâtta, İsrail hava kuvvetleri asıl yükü üstlenmiştir. Savaş sonrası, İsrail’in kara ordusunun güçlendirmesinin gerekli olduğu fikri güçlenmiş ve bu yönde askerî planlar yapılmıştır. Aman, Litani nehri ve uluslararası sınır arasındaki bölgede geniş kapsamlı bir kara harekâtının yapılmasını sağlayacak bilgileri verememiştir. Bu konudaki bilgiler hem yetersiz hem de eski olarak değerlendirilmiştir. Aman, son ana kadar kara kuvvetlerine bu bilgileri vermemiş ve metal kutularda saklanmasını sağlamıştır. Ancak kutular açıldığında resim ve haritaların 2002 yılından kaldığı ve bütçe kısıntıları nedeniyle güncellenmediği ortaya çıkmıştır. Aman’ın kara kuvvetlerine verdiği bilgilerin niteliği, savaş öncesi bir kara harekâtının yapılmayacağı yönünde beklentiden kaynaklan maktadır. Bu savaşta İHK’nın asıl yükü üstleneceği ve donanma ve özel kuvvetlerin, onu destekleyeceğinin tahmin edildiği, anlaşılmaktadır (Bar Joseph, 2007:589-92). 

İsrail’in Mayıs 2000’de Lübnan’dan ayrılmasının ardından, Hizbullah pek çok yeraltı tüneli ve sığınağı inşa etmiştir. Böylelikle savaşçılarını ve silahlarını saklama imkânına sahip olmuştur. Bu sığınak ve depoların tam yerleri, hiçbir Hizbullah mensubu tarafından tam olarak bilinmemektedir. Asia Times’ın haberine göre her Hizbullah biriminin sadece üç sığınağın yerini bilmesine izin verilmiştir. En önemli sığınak ve silah deposu, Lübnan tepelerinde 40 metre derinlikte olandır. 600 ayrı silah deposu, Litani bölgesinin güneyine yerleştirilmiştir (Bar Joseph, 2007:590). 

Aman, savaş öncesi tüm istihbarat tekniklerinden faydalanmıştır. Gözlem, sinyal ve insan istihbarat teknikleri yanında Nasrallah’ın kamuoyuna yaptığı konuşmalara da dikkat edilmiştir. Mossad ve Aman arasında üst düzey bir işbirliği gerçekleştirilmiştir (Bar Joseph, 2007:593).
  
Aman’ın başarısızlığı, Hizbullah’ın farklı yapısından, örgütün komuta ve kontrol sistemine nüfuz edilememesinden ve Aman’ın bu savaş konusundaki eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. İnsani istihbarat konusunda, Hristiyan Maronilerden faydalanılmamıştır. Aman yüksek düzey teknolojik istihbarat yöntemlerini kullanmıştır, ancak bunlar faydalı olmamıştır (Bar Joseph, 2007).
Aman, Hizbullah’a nüfuz edememiş, insani istihbaratı kullanamamıştır. Hizbullah, İran Devrim Muhafızları’nın eğitimi sayesinde profesyonelleşmiştir. Örgüt içerisindeki bölümlendirme sayesinde gizli bilgilerin, düşmanın eline geçmesi önlemiştir. Hizbullah üyeleri, İsrail kendilerini sürekli izliyor ve dinliyor gibi yaşamaya alışmışlardır. Hizbullah, yüksek teknolojiyle haberleşme yönteminden kaçınmaktadır. Bunun yanında, İsrail hakkında bilgi edinmek için Suriye’de bulunan sinyal istasyonları kullanılmış ve İsrail sinyal ünitelerinin frekanslarının kısmi olarak bozulması sağlanmıştır (Bar Joseph, 2007:594-95).  

Aman’ın Barış İstihbaratı

Filistin ve İsrail arasındaki sorun, İsrail’in 1947 yılında 181-II sayılı BM kararı ile tarif edilen sınırlardan daha fazla bir alanı kapsayacak şekilde kurulmasıyla başlamıştır. 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı ile İsrail, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etmiştir. İşgal edilen yerlere Yahudilerin yerleşmesi, sorunun büyümesine yol açmıştır. Filistinliler ve İsrailliler arasındaki çatışma, Siyonizm-Arap milliyetçiği arasındaki çatışma olarak tanımlanmaktadır. İsrail, 1967 yılı öncesindeki sınırlara dönülmesini kabul etmemektir (Bayraktar, 2012:262).

1980’li yıların sonunda başlayan ve özellikle 1990’lar sonrası gerçekleştirilen Aman’ın istihbarı faaliyetleri, barış istihbaratı olarak nitelendirilmiştir. Aman’ın çalışma alanının büyük kısmını, “Filistin’le ilgili barış için istihbarat” teşkil etmektedir. Bu kapsamda, Aman görevlileri, Filistin Millî Misakı, yani Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Kuruluş Belgesini, incelemişlerdir (Pascovich, 2013b).

1993 yılında Prensipler Antlaşması olarak bilinen Oslo Antlaşması, Washington’da imzalanmıştır. Bu antlaşma, mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsü, sınırlar ve Yahudi yerleşim yerlerinin geleceği ile ilgili hükümler içermemektedir (Bayraktar, 2012:263). Bu antlaşma kapsamında Filistin’de beş yıl içerisinde geçici bir yönetim kurulması onaylanmıştır. Filistin’in nihai statüsünün, beş yılın sonunda belirlenmesi ise karara bağlanmıştır. 
Şimon Perez, 1992 yılındaki Oslo Barış Görüşmelerinde, askerî istihbaratı, orduyu ve ABD’yi sürecin dışına çıkarmış ve Filistin Hükümeti ile gizli barış görüşmeleri yürütmüştür. Ancak, daha sonra, İsrail halkının şüphelerini ortadan kaldırmak amacıyla, Aman yeniden barış sürecinin içine dahil edilmiştir. 1993 Oslo görüşmeleri sırasında, FKÖ, İsrail’in yaşam hakkını kabul etmiştir. Bunun yanında, Oslo görüşmelerinin yazılı olmayan prensibine göre Arafat, İsrail’in çekildiği yerlerde terörizmin ortadan kaldırılmasını kabul etmiştir. CIA, 1980’lerin sonunda, FKÖ ile ilişkisini düzeltmeye başlamıştır. CIA, Oslo Barış antlaşmalarının ardından yeni Filistin Yönetimi’nin güvenlik birimlerinin yapılandırılması, eğitilmesi konularında yardımcı olmaya başlamıştır (Shpiro, 2012). 

Barış Antlaşması’nın ardından Filistinli mültecilerin Batı Şeria ve Gazze’ye dönmeleriyle, Aman, Şabak ve Mossad’ın yetki alanları karışmış; örgütler finans kaynaklarını ve kontrol alanlarını kaybetmemek için rekabete girmişlerdir (Newton, 2011:124). 

Netanyahu’nun 1996 yılındaki ilk başbakanlığı döneminde, hükümet ve istihbarat servisleri arasında gergin bir ilişki kurulmuştur. Netanyahu, siyasal tecrübeden yoksun olarak iktidara gelmiştir. Bunun yanında, siyasal tecrübelerinden yararlanacağı yardımcılar yerine kendisine genç yardımcılar seçmiştir. Netanyahu ve tüm ekibi, Oslo Barış Sürecine karşı bir tutum sergilemişlerdir. Bu ekip, Yaser Arafat’ı terörist olarak görmeye devam etmiş; Oslo Barış Sürecine destek veren, Aman, Mossad, Şabak’a da şüpheyle yaklaşmışlardır. (Uri- Bar, 2013: 358). 

Netanyahu, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, Aman, Mossad ve Şabak’ın, “barış süreci” ile ilgili isteklerinden hoşlanmamış; onlarla görüşmeleri azaltmıştır. Gönderilen istihbarat raporlarını okumamış, hatta geleneğin tersine Filistinlilerle diplomatik ilişkilerde, askerî yetkililerin yer almasını engellemiştir. (Pascovich, 2013b:19). 

İsrail İstihbarat Topluluğu, halk arasında apolitik olmakla ünlenmiştir. Ancak Netanyahu’nun başbakanlığının ilk döneminde bu ünleri yara almıştır. Bu dönemdeki baskılardan muaf tutulan Mossad şefi Dr. Uzi Azad olmuş; Dr. Azad, 1997-99 yılları arasında, Netanyahu’nun dış politika danışmanı ve 2009-2011 yılları arasında millî güvenlik danışmanı olarak görev yapmıştır. 1996-2001 yılları arasında Askerî İstihbarat Araştırma Biriminin ve tüm istihbarat değerlendirme lerinin başında bulunan Gilad, fikirlerini daha rahat ifade etmiş; barış sürecindeki çıkmazın, Netanyahu’nun politikalarının bir ürünü olduğunu ve bu durumun öncelikle Suriye ve diğer Arap devletleriyle savaşa yol açabileceğini, savunmuş tur (Bar-Joseph, 2013). 

1995-1998 yıları arasında Aman’ın başında bulunan Moşe Ya’alon’un Arafat’ı terörist olarak nitelendirilmesi (Jones, 2003:277) emekli olmuş diğer istihbarat uzmanları tarafından Netanyahu’nun baskılarına boyun eğmesi olarak nitelendirilmiştir. Şabak Şefi Ami Ayalon da, Gilad gibi, Netanyahu’nun politikalarının ve yeni yerleşimlerin,  intifadaya yol açabileceğini, ileri sürmüştür. Netanyahu’nun yardımcıları, daha önce İsrail donanmasına da komuta eden Ayalon’un hükümetin politikalarına sadık olmadığını ve bulunduğu görevi hak etmediğini belirtmişlerdir. Netanyahu, muhalefet liderleriyle görüşen İsrail Savunma Gücü’nün komutanını görevden almış; istihbarat örgütlerinin, diplomatik görüşmelere katılmasına, izin vermemiştir. Bu bağlamda, Netanyahu, istihbarat tahminlerini değiştirmeyi başaramamıştır (Bar-Joseph, 2013). 
1999 yılında, İsrail Savunma Gücü ve Aman’ın, Ehud Barak’la fikir anlaşmazlığına düştüğü bilinmektedir. Barak, İsrail askerî güçlerinin Lübnan’dan çekilmesini istemiştir. Aman, askerî güçlerin bir kısmının bölgede kalmasını tavsiye etmiştir (Shpiro, 2012).

 Son dönemde ise en önemli konu, İran’ın nükleer silahlanmasıdır. İstihbarat örgütlerinin görüşlerinin aksine, Netanyahu, İran’a karşı askerî bir müdahaleden yanadır. Mossad’ın eski başkanlarından Meir Dagan, böyle bir müdahalenin, son derece aptalca, olduğunu vurgulamaktadır. Mossad Başkanı Tamir Pardo da İran’ın, İsrail’in  varlığına ciddi bir tehdit sayılamayabileceğini, belirtmektedir. Bu görüşler, siyasi baskılara rağmen, henüz değiştirilmemiştir (Bar- Joseph, 2013:359-360).

11 Eylül olaylarından sonra, Amerikan istihbarat servislerinin yeterlilikleri konusunda tartışmalar yapılmaya başlamıştır. Amerikan terörle müdahale uzmanlarının, İslami terörizm konusunda, İsrailli meslektaşlarının tecrübelerinden yararlanmaları gerektiği belirtilmiştir. Aman, Mossad ve Şabak’ın yöntemlerinin, Amerikalı istihbarat örgütlerinin yöntemlerinden çok üstün olduğu, öne sürülmüştür.  İsrail istihbarat görevlileri, bölgenin farklı dillerini öğrenmekte ve bölgenin kültürünü tanımaktadırlar. İstihbarat teknikleri ve psikoloji konusunda eğitimden geçmektedirler (Schindler, 2005:706). 

Aman’ın Geleceği

Aman, çok önemli siyasal kararların alınmasında etkili olan bir örgütlenmedir. Aman, istihbarat örgütleri içinde en tepede olduğunu ileri süren uzmanlar bulunmaktadır (Jones, 2003:275). Aman’ın lider konumu, kamuoyunun görüşünü şekillendirmede, ona büyük bir güç sağlamaktadır. Aman siyasal olarak son derece etkin bir konumdadır. Aman şefi ve Araştırma Biriminin başkanı, millî güvenlikle ilgili tüm kabine toplantılarına katılmaktadırlar (Bar-Joseph, 2010: 509).

Aman ve diğer istihbarat örgütlerinin eğitim durumlarına değinmek önemli olacaktır. Aman’ın analizcileri kariyerleri süresince en azından Ortadoğu ile ilgili bir lisans derecesine sahip olmaktadırlar. Bazı durumlarda lisans derecesinde sahip olmayanlara da rastlanmaktadır. Araştırma Birimindeki analiz kariyerleri kısadır ve yetersiz sayıda Yüksek lisans derecesine sahip olan görevlileri bulunmaktadır. Çok kısa sürelerde rotasyon olması, belli alanlarda uzmanlaşmayı engellemektedir. Mossad da bu durumun tersine, görevliler, uzmanlık alanlarında Yüksek Lisans ve doktora yapmakta ve standard rotasyonları beş senede bir yapılmaktadır. Pek çok durumda,  aynı sahada iki dönem kalarak uzmanlıklarını arttırmaktadırlar (Bar Joseph, 2010: 520).  
İstihbarat örgütlerinin Aman’ın operasyonlarındaki başarısızlıklar ve askerî ve siyasi konularda ayrım yapılması gerekliliği nedeniyle, devletle ilgili faaliyetlerinin kademeli olarak sonlandırılması gündemdedir. Aman’ın Araştırma Bölümü’nün sol örgütlerle ilgili çalışmalar yaptığı belirtilmektedir. Sol örgütlerin, Batı’da İsrail karşıtı aktivitelerde bulundukları ve böylelikle İsrail devletinin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açtıkları ileri sürülmektedir (Pascovich, 2013b:228). 

Aman’ın geleceğiyle ilgili üzerinde durulması gereken diğer konu, dindar Yahudileri sahada görevlendirilmesidir. Bu durum, istihbarat etiği ve dinin çatışmasına yol açabilecektir (Shpiro, 2007a)

Sonuç

Başbakan Ben Gurion, 1948 yılında, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir; İsser Beeri, askeri istihbarattan sorumlu olmuştur. Mart 1949’da, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Başlangıçta, askeri istihbarat, sadece Arap ülkelerinden bilgi toplamakla görevlendirilmiştir; 1950’den sonra ise Arap olmayan devletlerle ilgilenilmiştir. Devletin ilk kurulduğu yıllarda, askeri istihbaratın görev ve yetkileri tam olarak belirlenememiştir. 1953 yılında, askeri istihbarat bölümü, İsrail Silahlı Kuvvetleri İstihbarat Şubesi ya da diğer adıyla Aman olarak yapılandırılmıştır. Aynı dönemlerde, Ben Gurion, askeri istihbaratın güçlendirilmesi kararını almıştır. Aman, İsrail dışında oluşturduğu yapılanma sayesinde sanayi casusluğu gerçekleştirmiştir.

Aman, 1950’li yıllarda, Arap ordularına karşı yapılacak olan bir savaşa hazırlanmak amacıyla ülkeye girmeye çalışan Araplar, sınırlardaki köylüler ve muhbirlerden yararlanmış; onlardan değerli bilgiler elde etmiştir. Aynı dönemde, Dr. Ne’eman tarafından geliştirilen bilgisayar teknolojisi, verilerin depolanması ve yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır. Esir düşen Arap subaylar ve Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler, önemli haber kaynakları olmuşlardır. Böylelikle, Aman, 1956 Sina saldırısı öncesinde, Arap orduları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmuştur; medyayı kullanarak dezenformasyon faaliyetlerinde bulunmuştur. ABD istihbarat örgütleri, fotoğraf, radar ve gözlem istihbaratı konusunda İsrail istihbarat örgütlerini desteklemişlerdir. 

1967 yılı Mayıs ayında, Aman, Arap ülkelerinden kaynaklanan bir savaş beklentisinin bulunmadığını açıklamıştır. Bu değerlendirme doğru çıkmamış olsa da Aman’ın savaş sırasındaki istihbaratı başarılı bulunmuştur. Savaş sırasında, Aman, insani istihbarat ve hava fotoğraflarından yaralanmış ve ordunun zaferine katkıda bulunmuştur; savaş sürecinde ve sonrasında Aman, Arap ordularının yapılarını, silahlarını ve personelinin niteliğini öğrenmiştir. Aman ajanları aynı tarihlerde, nükleer tesisleri için gerekli olan uranyumun ele geçirilmesi için başarılı operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. 1968-70 yılları arasında, İsrail, Arap ülkelerine hava saldırıları düzenlemiştir; Aman, orduya hedeflerin yerlerini bildirmiştir. Aman’ın siyasallaşması, Altı Gün Savaşları’nın ardından yoğunlaşmıştır. İsrail, bu dönemde, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgal etmiştir. 1967 yılında elde edilen zafer, İsrail’in stratejik derinliğini arttırmıştır.
Aman’ın geçmişi ve operasyonları incelendiğinde, 1973 Yom Kippur Savaşı’nda gelen istihbaratların iyi değerlendirilememesi, ana sorun olarak görülmektedir. Aman; savaş öncesinde Mısır ve Suriye arasında artan haberleşme trafiğine, tatbikatlar, seferberlik, köprü inşa faaliyetleri ve yetkili ağızlar ve istihbarat kaynaklarından gelen bilgilere rağmen, savaşın çıkmayacağı değerlendirmesinde bulunmuştur. Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın damadı Eşref Marvan’ın savaş ihtimalini dillendirmesine rağmen, Aman şefi, Zeira, pek çok kez gelen benzer istihbaratlar ve savaş çıkmaması nedeniyle, bu istihbarata güvenememiştir. Aman, Mısır’ın hava kuvvetlerinin güçsüz olduğuna ve Suriye olmadan savaşa girmeyeceğine inanmıştır. Yakın zamanda, İsrail’de seçimlerin yapılacak olması, savaş hazırlığına kaynak aktarılmasının önünde önemli bir engel olarak görülmüştür. Mossad, belirtilen dönemde, savaş ihtimalini duyurmuştur. Ancak, Aman, siyasal süreçte daha etkin olmuştur. 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından, Aman faaliyetlerinin askeri istihbaratla sınırlandırması kararı gündeme gelmiştir.

Aman, İran devriminin gerçekleşeceği ve Irak’ın Kuveyt’e saldırabileceği gibi tutarlı değerlendirmelerde bulunmuştur. İkinci İntifadanın başlayacağı tespitinde bulunamamıştır; sorumluluğun Arafat’ta olduğu değerlendirmesini yaparak, askeri güç kullanımının önünü açmıştır. Oslo Antlaşması’nın ardından, Filistinli mültecilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne dönmeleri ileAman, Şabak ve Mossad’ın yetki alanları karışmıştır; örgütler yetki alanları ve finansal kaynaklarını kaybetmemek için rekabet içine girmişlerdir.

Aman, 2006 yılında, Lübnan Savaşı’nda, Hizbullah liderlerinin komuta ve kontrol sistemlerine sızamamıştır; bu savaş esnasına geniş kapsamlı bir kara harekatının yapılmasını sağlayacak istihbari bilgileri verememiştir. Aman, istihbarı sorunlarını, 2009 ve 2014 Gazze operasyonlarında çözmeye çalışmıştır
İsrail’in tehdit algısı yüksektir. İsrail’in tehdit algıladığı bölgeler; Filistin toprakları olan Batı Şeria, Gazze yanında İran, Suriye, Lübnan ve Mısır’dır. Tehdit algısının sürmesi, ülkenin güvenliği için, istihbarat birimlerine olan ihtiyacın devam ettiğini ve yakın gelecekte değişmeyeceğini göstermektedir. Bu bağlamda İsrail’in, İsrail Silahlı Kuvvetleri ve askeri istihbarat örgütü Aman’a olan bağımlılığı sürmektedir; her iki örgütlenme de karar alma süreçlerinde etkin konumlarını korumaktadır. Askeri istihbarat örgütü Aman, ileri teknoloji ürünü teçhizatları kullanmakta ve güçlenmektedir.

İsrail’in savunulmasını zorlaştıran stratejik derinlik sorunu bilinen bir olgudur. Aman’ın erken ikaz ve ihbar kabiliyetinin yüksek olması bir gerekliliktir. Arap Baharı, İsrail’in tehdit, tecrit ve güvensizlik algısının artarak devam etmesine yol açmıştır. Filistin sorunun çözülememiş olması ve İsrail’in dünya kamuoyuna duyurduğu terörist saldırılar, Aman’ın güçlenmesini ve siyasal arenada daha etkili bir aktör olmasını sağlamaktadır. İsrail'in askerî istihbarata barış zamanında da ihtiyaç duyduğu, açıktır. İsrail'in, askerî istihbarat yapılanmasını, sadece savaşta değil, barış ortamında da etkin bir şekilde kullanması; saldırgan, güvenlikçi politikalarının ve güçlü güvensizlik algısının ürünüdür. Mevcut sorunlarını çözmede çatışmacı tutumunu terk etmediği sürece, İsrail’in bu tür aygıtlara olan ihtiyacı azalmayacaktır.

Aman, bilgi teknolojilerini yaygın ve etkin olarak kullanmayı sürdürmektedir; sigint, elint, humint, muharebe sahası istihbaratı, biyografik istihbarat, hedef istihbaratı, teknik istihbarat, stratejik istihbarat, istihbarat operasyonu gibi istihbaratın bütün alanlarında faaliyet göstermektedir. Aman, bu kapsamda ülkedeki diğer istihbarat ve güvenlik yapılanmaları ile sıkı bir iş birliği içindedir;  komuta, kontrol, muhabere, keşif, gözetleme, erken ikaz ve ihbar sistemlerinin faaliyetlerini bütünleştirmiştir. ABD ile askeri savunma ve istihbarat alanında yakın ilişkisi sürmektedir. 

İsrail, düşük yoğunluklu çatışma ortamına rağmen, sürekli savaş halindeymiş gibi istihbarat faaliyetlerini sürdürmektedir. Özellikle Arap Baharının beraberinde getirdiği gelişmeler, istihbaratın önemini arttırmıştır. 2006 Lübnan Savaşı’nda, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin kara harekatındaki başarısızlığı, istihbaratın güçlendirilmesinin gerekliliğini ortaya koymuştur. 2014 yılının Temmuz ayında başlayan Koruyucu Hat Operasyonu, bunun testi niteliğindedir.

İran’ın dış politika parametreleri, İsrail tarafından öngörülebilir olarak nitelendirilmemektedir; bu belirsizlik, askeri istihbaratın önemini arttırmaktadır. İran ve Batı arasındaki işbirliği, İsrail’in yalnızlaşması ve bu bağlamda işlerini kendisinin çözmesi anlamına gelmektedir. 

ABD ve İsrail istihbaratları arasında işbirliği sürmektedir.  ABD, İsrail’in yanında olacağı sözünü pek çok durumda verse de iki devletin bazı durumlarda farklı siyasal hedef ve yol haritalarının olabileceği görülmektedir. Suriye konusunda, ABD ve İsrail’in işbirliği bilinmektedir; İsrail farklı tarihlerde Suriye’yi bombalamıştır. Lübnan, İsrail için önemli bir risk unsuru olmayı sürdürmektedir. Lübnan’da Hizbullah’ın varlığı öncelikli güvenlik sorunlarından biridir. Suriye savaşı, Hizbullah militanlarının  savaş tecrübesini arttırmıştır. 
Aman’ın siyasal konulardan elini çekip, sadece askerî konularla ilgilenmesi yönündeki görüşlere rağmen, bu durumun gerçekleşmesi yakın gelecekte mümkün görülmemektedir. İsrail, demokratik bir ülke olarak nitelendirilmesine rağmen, siyaset ve ordunun birbirlerinden ayrılmayan, bütüncül yapısından dolayı eleştirilmektedir. Güvenlikçi politikalar, askeri istihbaratın, karar alma süreçlerindeki gücünü parlatmaktadır. Modern İsrail devletinin güvenlik anlayışı, Yahudilikten etkilenmektedir; Kudüs, El Halil gibi bölgelerin sürekli gözlemlenmesi ve İsrail devletinin elinden çıkmaması üzerine kurgulanmıştır.
İsrail askeri istihbaratı, teröre karşı savaşta ve demokratik düzenin korunmasında tam yetkilidir. Yüksek tehdit algısı, Aman’a verilen bu olağanüstü yetkilerin kötüye kullanılması sonucunu doğurabilmektedir. İsrail’e yönelik tehditlerin yoğunluğu ve sayısı arttıkça, Aman’ın siyasi şekillendirmelerden uzaklaştırılması mümkün değildir. Aman, siyasi arenada sözü dinlenir bir kurum olmayı sürdürmektedir. Arap medyasını şekillendiren ajanları ile olayları kendi istediği şekle sokmayı başarmaktadır. Aman, elde ettiği bilgileri sınıflandırma ve depolamada başarılıdır. Dinleme cihazları ile düşmanlarının en büyük sırlarının ortaya çıkarılmasında uzmanlaşmıştır. Barış sürecinin devamının sağlanması konusunda, Aman son derece etkili bir aktördür. Aman, ordunun gücü ve teknolojik üstünlüğü ile kendini geliştirmeyi sürdürecektir.

Kaynakça

Akşam (06.08.2014). İsrail Ordusu: 64 askerimiz öldü. http://www.aksam.com.tr/dunya/israil-ordusu-64-askerimiz-olduruldu/haber-329832 (Erişim: 11.08.2014).
Anadolu Ajansı. (2014, 4 Mart). İsrail’in Güvenliği ABD’nin Öncelikli Konusu. http://www.aa.com.tr/tr/dunya/296252--israil-in-guvenligi-abd-nin-en-oncelikli-konusu (Erişim: 28.03.2014).
Anadolu Ajansı. (2014, 6 Şubat). İsrail sözlerimi çarpıtmamalı. http://www.aa.com.tr/tr/haberler/283868--esat-yine-de-kazanamiyor (Erişim: 28.03.2014).
Bar-Joseph, U. (2007). Israel’s Military Intelligence Performance in the Second Lebanon War. International Journal Of Intelligence and Counterintelligence, 20, 583-601.
Bar- Joseph, U. (2010). Military Intelligence as the National Intelligence Estimator: The Case of Israel. Armed Forces & Society, 36 (3), 505-525.
Bar-Joseph, U. (2013). The Politicization of Intelligence: A Comparative Study. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 26, 347-369. 
Bar Joseph, U, Levy, J. S. (2009).Conscious Action and Intelligence Failure. Political Science Quarterly, 124 (3), 461-488.
Bayraktar, Bora. (2012). Barış Çalışmaları Perspektifinden İsrail-Filistin Sorunu. İçinde Atilla Sandıklı (Ed.) Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri. İstanbul: Bilgesam, 249-277.
BBCTürkçe. (13.03.2014). İslami Cihad’la İsrail Arasında yeniden ateşkes. http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/03/140313_gazze.shtml (Erişim 31.03.2014).
Beres, Louis Rene. (2014). Like two scorpions in a Battle: Could Israel and Nuclear Iran coexist in the Middle East. Israel Journal of Foreign Affairs, 8(1), 23-33.
Buckwalter, D. T. (2002). The 1973 Arab-Israeli War. İçinde David E. Williams (Ed.) Case Studies in Policy Making and Implementation (ss.119-138). RI: Naval War College.
Bursadabugün. (14.03.2014). Sınırda Gerginlik.
  http://www.bursadabugun.com/haber/sinirinda-gerginlik-387478.html (Erişim: 27.03.2014).
Fuerza, Z. F. (2013). Master of Deception: Zionism, 9/11 and the War on Terror Hoax. Zion Crime Factory .
Giannoulis, A. (2011, October). RIEAS Research Paper: Intelligence Failure and the importance of Strategic Forthsight to the preservation of National Security, no:155, Athens.
Haber7.(11.07.2014). Erdoğan: İsrail’le mümkün değil. http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1178919-erdogan-israille-mumkun-degil(Erişim: 11.07.2014).
Haaretz. (19.03.2014). Netanyahu orders IDF to prepare for possible strike on Iran during 2014. http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/1.580701 (Erişim 27.03.2014).
Henriksen, T.H. (2007). The Israeli Approach to Irregular Warfare and Implications for the US. Florida: Joint Special Operations University.
Hürriyet. (23.03.2014). İsrail Cenin Kampını Bastı 3 Ölü. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26065157.asp (Erişim: 27.03.2014).
Hürriyet. (19.03.2014). Netanyahu: Bizi inciteni, bizde incitiriz. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26037920.asp (Erişim: 27.03.2014).
Hürriyet. (11.03.2014). İsrail’den Türkiye’ye sürpriz mesaj. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25981981.asp (Erişim: 28.03.2014).
İslami Analiz. (13.03.2014). İslami Cihad İsrail İstihbatratını Gafil Avladı. http://islamianaliz.com/haber/yedioth-ahronot-islam-cihad-israil-istihbaratini-gafil-avladi/2723/#sthash.yoakOKJs.dpuf (Erişim: 28.03.2014).
Jones, C. (2003). One Size Fits All: Israel, Intelligence and the al-aqsa Intifada. Studies in Conflict & Terrorism, 26, 273-288.
Kahana, E. (2005). Nalyzing Israel’s Intelligence Failures. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 18, 262-279.
Lambeth, B. S. (2011). Air Operations in Israel’s War Against Hezbollah. Pittsbourg: RAND
Milli Gazete. (05.11.2013). İsrail Askeri İstihbarat Başkanından itiraf! http://www.milligazete.com.tr/haber/Israil_Askeri_Istihbarat_Baskanindan_itiraf/296534 (Erişim: 31.03.2014).
Newton, A. (2011). The ‘Talking Cure’: Intelligence, Counter-Terrorism Doctrine and Social Movements. Intelligence and National Security, 26(1), 120–131.
Ostrovsky, V. (1994). Other Side of Deception. New York: Harper Collins Publishers.
Pascovich, E. (2013a). Intelligence Assessment Regarding Social Developments: The Israeli Experience, International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 26(1), 84-114.
Pascovich, E. (2013b). Military Intelligence and Controversial Political Issues: The Unique Case of Israeli Military Intelligence. Intelligence and National Security, April, 1-35.
Radikal. (21.10.2013). 10 Mossad ajanına 10 Predatörle Yanıt. http://www.radikal.com.tr/turkiye/10_mossad_ajanina_10_predatorla_yanit-1156405 (Erişim: 28.03.2014). 
Sabah. (2014, 23 Mart). İsrail’in Hizbullah Endişesi. http://www.sabah.com.tr/NewYorkTimes/2014/03/23/israilin-hizbullah-endisesi (Erişim: 28.03.2014).
Schindler, J. R. (2005). Defeating the Sixth Column: Intelligence and Strategy in the War on Islamic Terrorism. Orbis, Fall, 695-712.
Shpiro, S. (2006). No Place to Hide: Intelligence and Civil Liberties in Israel. Cambridge Review of International Affairs, 19 (4).
Shpiro, S. (2007a). Speak No Evil: Intelligence Ethics in Israel. Paper presented at 2007 ISA Annual Conference, Chicago. 
Shpiro, S. (2007b). Intelligence Ethics in Israel. İçinde Michael Murphy Andregg (Ed.) Intelligence Ethics: The Definitive Work of 2007(ss.3-10). Minnesota: Center for the Study of Intelligence and Wisdom.  
Shpiro, S. (2012). Israeli Intelligence and al-Qaeda. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence,25, 240-259.
Star. (19.03.2014). Latif Erdoğan: Cemaati İsrail eğitiyor. http://haber.stargazete.com/politika/latif-erdogan-cemaati-israil-egitiyor/haber-857612 (Erişim: 28.03.2014).
Star. (19.03.2014). İsrail Ordusu Suriye’yi vurdu. http://haber.stargazete.com/dunya/flas-flas-israil-ordusu-suriyeyi-vurdu/haber-857636 (Erişim: 28.03.2014).
Solportal. (22.03.2014). Hizbullah Angajman kurallarını değiştiriyor. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/hizbullah-angajman-kurallarini-degistiriyor-haberi-89821 (Erişim: 28.03.2014).
Solportal. (19.03.2014). İsrail ve Cihadçılar birlikte saldırdı. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/israil-ve-cihadcilar-birlikte-saldirdi-haberi-89637 (Erişim: 28.03.2014).
Sondakika. (27.02.2014). İsrail İnsan Hayatını Hiçe Sayıyor. http://www.sondakika.com/haber/haber-insan-hayati-hice-sayiliyor-5725033/ (Erişim: 28.03.2014).
Taner, B. Ö. (2012). From Allies to Frenemies and Inconvenient Partners: Image Theory and Turkish-Israeli Relations. Perceptions,17(3), 105-129.    
Timeturk. (18.03.2014). İsrail’de 6. Negev Konferansı. http://www.timeturk.com/tr/2014/03/17/israil-de-6-negev-konferansi.html (Erişim: 28.03.2014).
Timeturk. (18.03.2014). İsrail Ordusu Mescid-i Aksa’ya girdi. http://www.timeturk.com/tr/2014/03/18/israil-ordusu-mescid-i-aksa-ya-girdi.html (Erişim: 28.03.2014).
Turquie diplomatique. (2013). İstihbarat ve Mitler: İsrail’in Gizli Savaşları sayı:58, http://www.trdiplo.com/66-istihbarat-ve-mitler-israil-gizli-savaslari-trdiplo.aspx (Erişim: 28.03.2014).
Türkiye. (15.03.2014). Mescid-i Aksa’ya İsrail Ablukası. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/141301.aspx (Erişim: 28.03.2014).
Weiss, L. (2013). The Lavon Affair: How a false-flag operation led to war and the Israeli bomb. Bulletin of Atomic Scientists, 69(4), 58-68.
Yesevi, Ç.G. (2014
Yesevi, Ç.G. (2014a) Koruyucu Hat: Kara Operasyonu Tecrübesi ve Silah Ticareti. 21. Yüzyıl Dergisi, 70, Ekim.
Yesevi, Ç.G. (2014b). İsrail Silahlı Kuvvetleri. Milli Güvenlik ve Askeri Bilimler 1(2), 123-170.
Yakındoğuhaber. (05.11.2010). İsrail askeri istihbaratından dört cephede savaş öngörüsü. http://www.ydh.com.tr/HD8395_israil-askeri-istihbaratindan-dort-cephede-savas-ongorusu.html  (Erişim: 28.03.2014).


Çağla Gül YESEVİ, 



***