LÜBNAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
LÜBNAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2020 Cuma

Adb Irak İşgali 3 YILI

Adb Irak İşgali 3 YILI 




İşgalin 3. Yılında Pandora'nın Kutusundan Çıkanlar,

Mete Çubukçu,


Irak’ın durumu ile ilgili yapılacak değerlendirmeler artık “wishful thinking”i aşmış durumda. Durum tahminlerimizin ötesinde bir vehamet içeriyor.
Çünkü, reel politikacıların, düşünce kuruluşlarının ya da Amerikan politikasını yürütenlere yön verenlerin stratejilerinin iflas ettiğini söylemek 
“niyet beyanından”, “biz söylemiştik” ten öte bir şey.

Tabii ki Irak’ın işgalini hâlâ başarı olarak görenler, savunanlar var. Ama hiçbir aklı selim sahibi -ki buna neoconların fikir babaları, neocon politikayı 
dışarıdan destekleyenler de dahil- Irak’taki içler acısı durumu inkar edemiyor.
ABD Dışişleri Bakanı Rumsfeld “Irak’ta her şey yolunda” diyor kaçınılmaz olarak. İşgal destekçileri ise ondan öteye giderek Irak’ta “neleri başardıklarını” 
sıralıyorlar. Ama onların reel politik bakış açısıyla 3. yılda geriye dönüp baktığımızda önümüze çıkan manzara ve rakamlar onların bile içinden 
çıkamayacakları bir bilançoyla karşı karşıya geldiklerini ortaya koyuyor.
Amerika’nın Irak’ı işgalini destekleyenler, işgalin yolunda gitmemesini 3 yıldır olmadık bahanelerle savunanlar, geriye dönüp baktıklarında savunmalarını 
genelde 4 noktada topluyorlar;

1. İşgal Saddam Hüseyin gibi bir diktatörü devirmiştir.
2. Çağdışı bir rejim yıkılmıştır.
3. Saddam Hüseyin sonrası Irak bölgede tehdit olmaktan çıkmıştır.
4. Demokrasiye geçilerek seçimler yapılmıştır.

ABD yönetiminin 3. yıldaki en önemli ikilemi şudur: “Irak’tan çekilirsek iç savaş çıkar ve kontrolü kaybederiz”; Irak’tan çekilmedikçe işgale karşı direniş yükselecek ve kaos artacaktır. Önümüzdeki dönemde Amerikan politikacılarının en temel tartışma konusu bu olacaktır.

Çekilme: Ortadoğu’yu yeniden işgale kalkışan güçlerin her şeye rağmen Irak’tan kısa vadede çekileceklerini beklemek hata olur. Nitekim Bush bile 2009 yılına kadar Irak’ta kalacaklarını saklamıyor. Tüm başarısızlığa rağmen çekilme ABD İmparatorluğu’nun prestij ve morali açısından kaldıracağı bir durum değil. Üstelik, İran gibi yeni bir hedefin (Amerika’ya kafa tutacak Irak’tan çok farklı bir ülkenin) yanı başında durduğu coğrafyayı hemen boşaltması beklenemez. Bazılarının iddia ettiği ve çoğunlukla komplo-kaos teorisine dayanan “ABD’nin bölgedeki kriz üzerinden politikasını yürüteceği ve dolayısıyla Irak’taki kaos ortamının bilinçli olarak körüklendiği” tezinin hiçbir dayanağı mevcut değil. Çünkü Irak’taki durum kontrol altına alınmadıkça Amerikan kamuoyu tepkisinin giderek arttığı görülmektedir. Üstelik, Irak’taki petrolü bir an önce kontrol altına alıp dünya piyasalarına sürmek ve piyasalar üzerinde daha etkin bir kontrol sağlamak isteyen ABD ve küresel şirketler için Irak işgalinin umulduğu gibi gitmemesi uzun vadede kendilerinin aleyhine dönecek bir silah gibi durmaktadır. Bush yönetiminin, İran ve Suriye üzerindeki baskısını arttırması belli bir politikanın ürünüdür ama askerî olarak Irak’ın kontrol altına alınamaması ABD’nin bilinçli bir politikası değildir.

İç Savaş: Ancak, ABD’nin Irak’tan çekildikleri takdirde “bir iç savaşın yaşanacağı” tehdidini ve medya aracılığıyla bu dezenformasyonu yayarak özellikle uluslararası kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı bilinmektedir. Bu dezenformasyondan Türkiye kamuoyu da nasibini almaktadır. Irak’ta var olan koşullarda zaten bir iç savaş yaşanmaktadır. Yaşanan iç savaşın derinleşmemesi, kitleselleşmemesi, şimdilik bazı Şii (Sadr gibi) ve Sünni (Sünni Ulema Birliği) liderlerin çabalarına bağlı olup kısa süre sonra bu çaba da sonuçsuz kalma ihtimaline sahiptir.
İşgali savunanların bir diğer argümanı ise her şeye rağmen Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmış olmasıdır. İşte bu sav birbirini ile ilişkisiz iki gerekçenin bir arada savunulmasıdır. Tarihi, geçmişi, insanları, doğal kaynakları ile yok olmaya doğru giden bir ülkenin işgali Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.

Seçim: Irak’ta seçim yapmayı bile başarı sayanlar, indirgemeci bir mantıkla demokrasiyi sadece seçimlerle özdeşleştirmektedir. Oysa seçim demokrasinin sadece bir unsurudur. Üstelik Irak seçimleri ülkeyi birleştirmeye değil bilakis parçalanmaya yaklaştırmış, tüm etnik ve dinî gruplar sadece kendilerini temsil edenlere oy vermiştir. Bu da Irak’ı iç sınırları çizilerek üç saflı hale getirmiştir. İyad Allavi’nin liderliğindeki laik ve farklı grupların oluşturduğu cephe Meclis’te 25 sandalye kazanmış dahi olsa bu birliktelik sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü Iraklı Araplar mezheplerine, Kürtler etnik kimliklerine göre hareket etmektedir.

Ordu: Bu saflaşma askerî olarak de netleşmiş ve Irak ordusu ve polisi olarak algılanan güçler aslında Şii ve Kürtlerin kendi güvenlik güçleri olup her grup kendi içinde silahlı olarak da bölünmüştür. Üstelik Irak ordusu denilen yapı içinde barınan Ölüm Mangaları özellikle Bağdat civarında Saddam Hüseyin’i aratmayan toplu katliamlara imza atmaktadır. Bu ölüm timlerinin birçoğu yönetimde hakim olan Şii grupların içinden çıkarken, hükümetin kontrolü ve bilgisi dahilindedir. Sayıları 100 bin civarında olan Irak Ordusunun, karşısında ise 30-40 bin militan ve 100 bine yakın milisin bulunduğu bir direnişçi bloku söz konusudur.
Anayasa: Anayasadaki muğlak ifadeler de ileride karşımıza çıkacak çok parçalı, her grubun kendi yorumuna göre yön vereceği ve parçalanmayı hızlandıracak bir metin olarak durmaktadır. Hem adem-i merkeziyetçi hem de gevşek bir federatif yapıyı öngören Anayasa kendi içinde çelişkili maddeler ve ifadelerle dolu olup uygulanması neredeyse imkansız gibidir. Aralık ayında yapılan bir seçimin sonucunda hâlâ bir hükümetin kurulamamış olması da ülkenin tüm bu saydığımız segmentlere ayrılmasının bir sonucudur.

Bu ayrışmanın sonucunu şimdiden görmekteyiz. Ancak Amerikan işgali devam ettiği sürece kaosun derinleşeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Irak’ta Kürtler hariç diğer gruplar bir an önce işgalin sona ermesini temel koşul olarak öne sürmektedir.

Yeni Aktörler: Tüm bunların yanı sıra Irak’ın mevcut durum dolayısıyla bölgede ortaya çıkan yeni aktörlerin yol açacağı yeni oluşumların önümüzdeki dönemde nasıl davranacaklarının hâlâ belirsiz olmasını gösterebiliriz. Çünkü önümüzdeki yıllarda bölgenin geleceğinde rol oynayacak yeni bileşenler ortaya çıkmıştır:

1. Bölgede, Pakistan’dan başlayarak, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Bahreyn, Suudi Arabistan’a uzanan bir çizgide ortaya çıkan Şii Kuşağı,

2. Irak, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt Kuşağı,

3. Arap kimliğinin yitirilmesinden sonra Irak’ta ortaya çıkan İran etkisi.

Bu üç önemli gelişme Türkiye’yi içine alan bir eksende (sadece Kürt ekseni ile değil) etki yaratma kapasitesine bağlı olup yine sadece Türkiye’nin kendi inisyatifi ile politika oluşturabileceği ya da aşabileceği bir durum değildir. Her ne kadar kadar AKP hükümeti bütün bölgedeki hükümetler ve kendine yakın hareketler (Hamas gibi) üzerinde etki kurup bölgesel bir aktör olmaya soyunsa da yukarıda saydığımız üç argüman nedeniyle Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak kendi başına bu rolü üstlenebilecek bir durumda değildir. AKP hükümeti başından itibaren yürüttüğü dış politika üzerinden iç politika yürütme yeteneğini yitirmiş gibi görünürken, konjonktürel olarak Irak’ın işgali ve Avrupa Birliği üzerinden yaratmaya çalıştığı ve bir oranda da başardığı olumlu rüzgarın hızından yorulmuştur. AB rüzgarı bir yana konacak olursa, AKP hükümetinin Ortadoğu’ya yönelik perspektifinin olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Hükümet, danışmanları aracılığı ile bir “Osmanlı uzlaşması” benzeri orta çaplı emperyal bir hülya ve anakronik bir hareket tarzıyla mı hareket etmektedir, yoksa Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, iflas etmiş ve uygulaması çok tartışılır hale gelen Büyük Ortadoğu Projesi üzerinden mi? Ya da görece bağımsız bir tavır mı takınacaktır. Örneğin, olası bir İran krizinde ne yapılacağı bilinmemektedir. Özellikle de medyaya yansıyan ve Irak işgali öncesi 25 milyar üzerinden yapılan ve rakam çok yüksek bulunarak reddedilen “at pazarlığı” sonrası.

Olası bir kriz sırasında Türkiye’nin önceliği tabii ki kendi Kürtlerinden kaynaklı olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve onun hemen yanı başındaki İran Kürtleri olacaktır. Bu yüzden işgalin 3. yılında Türkiye kendi Kürtlerine yönelik gerekli açılımları yapmak zorundadır. Zira işgal Kürt meselesini sadece Türkiye’nin kendi iç meselesi olmaktan çıkarmış ve yine Irak Kürtleri’ni de aşmıştır.
Bu yüzden bir Şii ekseni Türkiye’yi dolaylı olarak etkileyecek bile olsa Kürt ekseninde Türkiye’ye doğrudan muhatap olacaktır. Irak’ı işgal etmeyerek ve asker göndermeyerek onurlu bir tavır sergileyenlerin aksine, işgale bulaşılmadığı için hâlâ üzülenleri de unutmadan önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin anahtar ülke konumunda olacağını hatırlatmakta da yarar var.

Vaatler ve Gerçekler

1 Haziran 2003’te George Bush “Irak’ı söz verdiğimiz gibi özgürleştirdik. Ülkeyi temsil eden bir hükümet kurulmasını sağlayacağız. Amacımız kendi sorunlarını kendi çözecek, kendi güvenliklerini sağlayacak geçişi sağlamaktır” derken muhafazakar kanadı temsil eden gazetecilerden George Will Mart 2006’da şunları söylüyor: “İşgalden 3 yıl sonra ortada bir Irak ulusu var mı bilemiyoruz. 2 seçim ve bir anayasa referandumunun ardından Irak hâlâ bir hükümete sahip değil”.
İç savaş korkusu büyürken Şii Başbakan İbrahim Caferi, Şii ölüm mangaları ile ilintili olduğu için kabul görmüyor. Uzlaşma hükümetinin kurulması zor görünüyor.
8 Nisan 2003 tarihindeki Bush ve Blair’in ortak açıklamasından: “ Irak’ın geleceği Iraklılara aittir. Yıllar süren diktatörlüğün ardından Irak özgürleşti. Biz de Irak halkının kendi geleceğine karar verecek demokratik ve barışçıl bir ortamı yaratmakla yükümlüyüz.”

Yanıtı 2006’nın Mart ayındaki Uluslararası Af Örgütü’nün raporundan: “Irak hükümeti vatandaşlarına hayatlarını korumak için gerekli olan asgari güvenceleri sağlayamaz durumda olup işkence kadın erkek ayrımı gözetmeden devam etmektedir. 14 bin mahkum kaynağı belirsiz suçtan cezaevlerinde yatmaktadır”.
Irak’ta Saddam Hüseyin sonrası ifade özgürlüğünün sınırlarının genişlediği iddia ediliyor. Bu doğru. Ancak, bunun doğru olması önümüzdeki tabloyu görmememize engel değil. Örneğin, işgal güçlerinin aleyhine yazıp çizmek hapse girmek, gazete ve TV’nizin kapanmasıyla eşanlamlı. Ülkede yükselen İslamcı dalga (Şii-Sünni) günlük yaşamı ciddi bir şekilde etkilemekle kalmayıp, Irak’ın İslamlaşma sürecine de katkıda bulunuyor. Irak hiç olmadığı kadar seküler kurallardan uzaklaşırken günlük yaşamın küçük ama önemli ayrıntılarında kadınlara yönelik büyük baskılar göze çarpıyor. Ülkenin yetişmiş kuşakları özellikle üniversite öğretim üyeleri ve aydınlar öldürülüyor, ülkeden kaçmaya zorlanıyor. Sadece 2005 yılında öldürülen öğretim üyesi sayısı 300. İşgalin hemen ardından başlayan yağmalama karşısında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in manidar açıklaması Irak’taki “özgür” ortam açısından önemliydi: “Irak’a özgürlük getirdik. Bunun içinde adam öldürme ve soygun yapma da var”.

Beyaz Saray Sözcüsü Ari Fleischer, tarih 18 Şubat 2003: “Irak Afganistan’ın tersine zengin bir ülkedir. İnanılmaz zengin kaynaklar da Irak halkına aittir. Bu yüzden Irak kendi kaynakları ile kendisini yeniden yapılandırma yeteneğine sahiptir”.

Sözcünün 3 yıl önceki bu yorumuna cevap olmasa da Irak’taki son durumu işgal güçlerinin mühendislerinin komutanı Tuğgeneral William McCoy şöyle özetlemektedir: “ABD’nin Irak’ı yeniden yapılandırmak gibi bir niyeti hiçbir zaman olmadı. Sadece başlangıçta böyle bir niyetten söz edilirdi”.

Irak bugün benzin ithal eden bir ülke konumumdadır. Bağdat’ta benzinciler önünde kuyruklarda saatlerce benzin almak için bekleyebilirsiniz. Türkiye sınırındaki tankerler her gün binlerce ton işlenmiş benzini Irak’a taşımaktadır. Irak’ın petrol ihracı Saddam döneminden daha azdır. 

Çünkü rafineriler derinişçilerin saldırıları nedeniyle işletilememektedir. 

Güvenliğin sağlanamamasından dolayı yıkılan rafineriler ve altyapı inşa edilememiştir. Kısa vadede de petrolün ekonomiye katkısı daha azalacaktır.

30 Kasım 2005 George Bush’un Amerikan Deniz Akademisi’ndeki konuşmasından: “ Irak güvenlik kuvvetleri ayağa kalkmış ve Irak halkının güvenini kazanmıştır. Artık teröristlere yönelik bilgi akışı da sağlanmıştır”.

Uluslararası Af Örgütü’nün 2006 Raporu’ndan:

“Irak’ta güvenlik kuvvetlerinin göreve gelmesinin ardından işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak yüzlerce rapor mevcuttur. Durum Irak yönetiminin insan hakları ihlallerinin görmezden geldiğini ve güvenlik kuvvetlerinin bu durumun içinde olduğunu göstermektedir.”

Yeni Irak ordusu en tartışmalı konulardan biridir. Çünkü bu oluşum Irak ordusu olmaktan çok Şii ve Kürt ordusu şeklindedir. Ordunun 60 taburu Şiilerden 3 tanesi de Kürtlerden oluşmaktadır. 45 civarında da Sünni taburu mevcuttur. Irak ordusu ve polisi denilen güç, mezhepler ve etnik gruplar arasında bölüşülmüş ve büyük bir kısmı ölüm mangaları olarak anılmaya başlanmıştır. Örneğin, başkent Bağdat’ta Şii güvenlik güçlerinin Sünnilere yönelik kaçırma, işkence ve öldürme eylemleri artık gizlenemez hale gelmiş, toplu ölümler ve toplu mezarlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ordu mensubu Sünnilerin de direnişçilerle dirsek temasında olduğu, eski Baasçıların orduya sızdığı ve istihbarat taşıdığı iddia edilmektedir.
Üçüncü yılda saymaya çalıştığımız birkaç enstantane işgalin boyutlarını ve Irak’a nelere mal olduğunu ortaya koyması açısından anlamlıdır. Bu işgal sadece bir ülkenin yok oluşunu ilan etmekle kalmayıp, etkilerini içinde Türkiye’nin de bulunduğu bir coğrafyada önümüzdeki dönemlerde gösterecektir.

Tek çıkar yol sonuna kadar işgallere uzak durmak ve “hayır” diyebilmektir. Aksi takdirde dünyanın emperyal güçlerin küresel kapitalizmi ayakta tutmak için uyguladıkları araçlardan biri olan savaş ve şiddet uzun vadede tüm insanlığı içinden çıkılmaz bir noktaya götürecektir. Bugünü kurtarma adına hareket edenler bu sarmaldan tek başlarına çıkamayacaklardır.

METE ÇUBUKÇU

https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-204-nisan-2006/2388/isgalin-3-yilinda-pandora-nin-kutusundan-cikanlar/3370


***

29 Nisan 2020 Çarşamba

ABD nin Terörizm Ülke Raporları 2016 ve Türkiye

ABD  nin Terörizm Ülke Raporları 2016 ve Türkiye 




Hazırlayan: Oktay BİNGÖL
Emekli Tuğ General, Doç. Dr. MSE Bşk. 
ABD’nin Terörizm Ülke Raporları 2016 ve Türkiye 

Giriş., 

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yıllık olarak hazırlanan Terörizm Ülke Raporların dan 2016 yılı verilerini ve değerlendirmelerini kapsayanı 19 Temmuz 2017 tarihinde açıklanmıştır.1 

Rapor, Yedi Bölümden oluşmaktadır: 

1 Country Reports on Terrorism 2016, US Department of State, https://www.state.gov/j/ct/rls/crt/2016/index.htm 

• Stratejik Değerlendirme, 

• Ülke Raporları (Altı kısımdan oluşmaktadır: Afrika, Doğu Asya ve Pasifik, Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Güney ve Orta Asya ile ABD kıtası), 

• Terörizmi destekleyen ülkeler, 

• Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Terörizm ile Küresel Mücadele 

• Terörist Güvenli Bölgeler, 

• Yabancı Terör Örgütleri (Tablo 1), 

• Mevzuat İhtiyaçları ve Anahtar Terimler. 


Raporun Türkiye için önem taşıyan bölümlerinde yer alan tespit ve değerlendirmeler müteakip bölümlerde sunulmaktadır. 

Türkiye Terörizm Raporu., 

Türkiye Terörizm Raporu, 2’nci Bölüm 3’üncü Kısım’da yer almaktadır. Raporda, PKK, TAK, IŞİD ve DHKP-C’nin Türkiye’de terör eylemeleri yaptığı, Hükümetin bu örgütlere ilaveten ülke içinde faaliyet gösteren Türkiye’deki Hizbullah, TKP/ML ve TİKKO, MLKP gibi çok sayıda örgütü terör örgütü olarak ilan ettiği ifade edilmektedir. Türkiye’nin PKK bağlantısı nedeniyle Suriye’de PYD ve askerî kanadı YPG’yi terör örgütü olarak kabul ettiği belirtilmekte, bu cümlenin ardından Türkiye’nin HAMAS’ın siyasi lideri Halid Meşal ile diplomatik işbirliğine devam ettiği vurgulanmaktadır. Bu şekilde, ABD’nin terör örgütü olarak ilan ettiği Hamas’a Türkiye’nin desteği öne çıkarılırken ABD’nin PYD/YPG ile işbirliği normalleştirilmeye çalışılmaktadır. 

Raporda, kendi isteğiyle ABD’de “sürgünde” yaşayan "din adamı" Fetullah Gülen’in dini hareketinin Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu’nun 26 Mayıs 2016’da aldığı kararla terör örgütü olarak kabul edildiği ve FETÖ olarak adlandırıldığı ifade edilmektedir. Türkiye’de Hükümetin Gülen Hareketi'nin 15 Temmuz 
darbe girişimini planladığı ve yönettiğini iddia ettiği, FETÖ’nün Körfez İşbirliği Örgütü ve İslam İşbirliği Örgütü tarafından terör örgütü olarak kabul edildiği belirtilmektedir. Raporda Türkiye’nin FETÖ hakkındaki işlemlerine yer verilmekle birlikte terimler tırnak içinde kullanılarak ve iddia olduğu belirtilerek ABD yönetiminin Türkiye’nin kararlarına şüphe ile yaklaşıldığına işaret edilmektedir. Bölüm içinde FETÖ yerine Gülen Hareketi teriminin tercih edilmesi, FETÖ ile ilgili paragrafta 15 Temmuz sonrası OHAL ilanı ile kamu görevlerinden ihraçların ve tutuklamaların fazlalığına vurgu yapılması dikkat çekmektedir. 

Raporda dikkat çeken diğer bir konu, Türkiye’de terörizmin geniş tanımına ve ABD’nin ifade ve toplanma özgürlüğü olarak gördüklerinin Türkiye’de suç olarak kabul edilmesine yönelik eleştiridir. Türkiye’de yetkililerin, siyasi muhalifleri, gazetecileri ve aktivistleri etkisizleştirmek için mevcut yasaları geniş olarak yorumladıkları öne sürülmektedir. 20 Temmuz 2016’dan beri devam eden OHAL nedeniyle şüphelilerin adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, mahkemelerin yetersiz delillerle tutuklamalar yaptığı diğer bir eleştiridir. 

Raporda Türkiye’nin IŞİD ile 2016 yılındaki mücadelesine özel bir vurgu olduğu görülmektedir. 
Ayrıca Türkiye’nin aldığı sınır güvenlik tedbirleri, radikalleşmenin önlenmesi yönündeki çabaları, uluslararası terörizmin finansmanının kesilmesine yönelik girişimleri ile uluslararası işbirliğine olumlu vurgular öne çıkmaktadır. 

Yabancı Terör Örgütleri., 

Raporun 6’ncı bölümünde ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği 61 örgüt sıralanmaktadır. Bu örgütler içinde El kaide ve IŞİD bağlantılı olanlar çoğunluğu oluşturmaktadır. Türkiye’den PKK ve DHKP-C listede yer alırken FETÖ, PYD/YPG, TKP/ML TİKKO ve Türkiye’deki Hizbullah yer almamaktadır. 

Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul etmediği başta HAMAS olmak üzere çok sayıda örgüt ABD listesinde yer almaktadır. 

Teröre Destek Veren Ülkeler., 

Raporun 3’üncü bölümünde İran, Sudan ve Suriye’nin teröre destek veren ülkeler olduğu ifade edilmektedir. 

İran’ın; Suriye, Irak, Lübnan, Filistin ve Bahreyn’deki gruplara; Sudan’ın; Abu Nidal, Filistin İslami Cihadı, Hamas ve Hizbullah’a; Suriye’nin ise 2011’den itibaren ülke içindeki yandaş terör gruplarına destek verdiği ve El Kaide bağlantılı gruplara zaman zaman ılımlı davrandığı ifade edilmektedir. 

Teröristler İçin Güvenli Bölgeler 

Raporun 5’inci bölümünde teröristler için güvenli bölgeler olarak; Somali, Mali, Yemen, Suriye, Irak, Mısır, Lübnan, Libya, Pakistan, Afganistan, Kolombiya, Venezüella ve Filipinler’in tespit edilmiş bölgeleri dikkat çekmektedir. 

Rapora İlişkin Değerlendirme 

ABD’nin raporunda kendisinin ve yakın müttefiklerinin ulusal güvenliğine ve ABD’nin ülke dışındaki tesis ve personeline tehdit teşkil eden gruplara ağırlık verdiği, bu kapsamda El Kaide ve bağlantılı grupların öncelik aldığı görülmekte dir. ABD’nin terörizmle uluslararası mücadelede sıklet merkezinin, içinde etkin olarak yer aldığı uluslararası kuruluşların kararlarına diğer ülkelerin uymasını ve 
işbirliği yapmasını sağlamaya yönelik olduğu, bu kapsamda terörizmin finansmanını kesmeyi ve personel teminini engellemeyi sağlayacak tedbirlere öncelik verildiği görülmektedir. 

ABD’nin, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer silahların terör örgütleri tarafından kullanılmasını öncelikli bir tehdit olarak görürken, siber teröre ağırlıklı vurgu yapmamasının, siber savunma/taarruz kapasitesine duyduğu güveni yansıttığı düşünülmektedir. 

Türkiye ile ABD arasında terörizm kavramı, terör örgütü tanımı ve cezai tedbirler konusunda önemli farklılıklar olduğu rapora da yansıtılmıştır. Bu kapsamda önümüzdeki dönemde FETÖ ve PYD/YPG’nin terör örgütü olarak kabul edilmesinde bir ilerleme yaşanmasının zor olduğu kıymetlendirilmektedir. 


Tablo 1. ABD'nin Yabancı Terör Örgütleri Listesi-2016 

1. Abdallah Azzam Brigades (AAB) 
2. Abu Nidal Organization (ANO) 
3. Abu Sayyaf Group (ASG) 
4. Al-Aqsa Martyrs Brigade (AAMB) 
5. Ansar al-Dine (AAD) 
6. Ansar al-Islam (AAI) 
7. Ansar al-Shari’a in Benghazi (AAS-B) 
8. Ansar al-Shari’a in Darnah (AAS-D) 
9. Ansar al-Shari’a in Tunisia (AAS-T) 
10. Army of Islam (AOI) 
11. Asbat al-Ansar (AAA) 
12. Aum Shinrikyo (AUM) 
13. Basque Fatherland and Liberty (ETA) 
14. Boko Haram (BH) 
15. Communist Party of Philippines/New People’s Army (CPP/NPA) 
16. Continuity Irish Republican Army (CIRA) 
17. Gama’a al-Islamiyya (IG) 
18. Hamas 
19. Haqqani Network (HQN) 
20. Harakat ul-Jihad-i-Islami (HUJI) 
21. Harakat ul-Jihad-i-Islami/Bangladesh (HUJI-B) 
22. Harakat ul-Mujahideen (HUM) 
23. Hizballah 
24. Indian Mujahedeen (IM) 
25. Islamic Jihad Union (IJU) 
26. Islamic Movement of Uzbekistan (IMU) 
27. Islamic State of Iraq and Syria (ISIS) 
28. Islamic State’s Khorasan Province (ISIS-K) 
29. ISIL-Libya 
30. ISIL Sinai Province (ISIL-SP) 
31. Jama’atu Ansarul Muslimina Fi Biladis- Sudan (Ansaru) 
32. Jaish-e-Mohammed (JeM) 
33. Jaysh Rijal Al-Tariq Al-Naqshabandi (JRTN) 
34. Jemaah Ansharut Tauhid (JAT) 
35. Jemaah Islamiya (JI) 
36. Jundallah 
37. Kahane Chai 
38. Kata’ib Hizballah (KH) 
39. Kurdistan Workers’ Party (PKK) 
40. Lashkar e-Tayyiba (LeT) 
41. Lashkar i Jhangvi (LJ) 
42. Liberation Tigers of Tamil Eelam (LTTE) 
43. Mujahidin Shura Council in the Environs of Jerusalem (MSC) 
44. Al-Mulathamun Battalion (AMB) 
45. National Liberation Army (ELN) 
46. Al-Nusrah Front (ANF) 
47. Palestine Islamic Jihad (PIJ) 
48. Palestine Liberation Front – Abu Abbas Faction (PLF) 
49. Popular Front for the Liberation of Palestine (PFLP) 
50. Popular Front for the Liberation of Palestine-General Command (PFLP-GC) 
51. Al-Qa’ida (AQ) 
52. Al-Qa’ida in the Arabian Peninsula (AQAP) 
53. Al-Qa’ida in the Indian Subcontinent (AQIS) 
54. Al-Qa’ida in the Islamic Maghreb (AQIM) 
55. Real IRA (RIRA) 
56. Revolutionary Armed Forces of Colombia (FARC) 
57. Revolutionary People’s Liberation Party/Front (DHKP/C) 
58. Revolutionary Struggle (RS) 
59. Al-Shabaab (AS) 
60. Shining Path (SL) 
61. Tehrik-e Taliban Pakistan (TTP) 


www.merkezstrateji.com 
bilgi@merkezstrateji.com 
Analiz@merkezstrateji.com 
Tlf.: +90 3122362199 
GSM: +90 5332303018 

http://merkezstrateji.com/


***

12 Şubat 2020 Çarşamba

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN BÖLÜM 2

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN  BÖLÜM 2



Mısır’ın 1972 yılında Sovyet danışmanları göndermesi, İsrail’in savaş ihtimaline dair varsayımının zayıflamasına neden olmuştur. Ancak bu tarihlerde, Sovyet silah satışı, tezat oluşturacak şekilde artmıştır. Zeira ve Aman, savaş ihtimalinin dillendiren Mossad’a karşı üstün konumlarını sürdürmüşlerdir. CIA, 24 Eylül’de Mısır’ın yaptığı tatbikatın geçmiş zamanlardaki tatbikatlarla karşılaştırıldığında farklılıklar gösterdiğini iletmiştir (Buckwalter, 2002).  26 Eylül 1973’te Savunma Bakanı Moşe Dayan ve İsrail  Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Komutanı İzak Hofi’nin, Suriye’nin yığınağı konusundaki endişelerini iletmelerine rağmen, Aman, Suriye’nin Mısır olmadan savaşmayacağını ve Mısır’ın da savaş açmayacağını bildirmiştir. Zeira, 1 Ekim 1973’te, Tahrir 41 adlı tatbikatla ilgili Genelkurmay toplantısında bilgi vermiş ve bunun taarruz için bir gizlenme ya da aldatma olabileceğini kabul etmemiştir. 3 Ekim’de yapılan toplantıya ise Zeira yerine Tuğgeneral Aryeh Şalev katılmıştır. Hazırlanan raporda, Suriye cephesinde tank, top sayılarındaki artış belirtilmiş, ancak Elazar ve Dayan’ın dillendirdikleri endişelere rağmen, Aman raporunun sonucu ağır basmıştır. Raporda, yığınağın savunma amaçlı olduğu ve saldırı ihtimalinin zayıf olduğu belirtilmiştir. 5 Ekim 1973 tarihinde, Aman’ın görüşü, savaşın ihtimal dışı olduğu yönündedir. Bunun ana nedeni, Arapların zayıf olarak nitelendirilmeleridir. Mısır’ın yanıltma amaçlı tatbikatı, Aman şefi Zeira tarafından savaş hazırlığı olarak algılanmamıştır. Mısır ve Suriye’nin bu aldatma başarısında, iki ülkede savaş planını bilenlerin sayısının az olması gelmektedir. Savaş planını bilenler, devlet başkanları, savunma bakanları, genelkurmay başkanları, istihbarat başkanları, hava kuvvetleri ve kara kuvvetleri komutanlarıdır. Aman’ın değerlendirmelerini zayıflatan unsur ise, hava fotoğraflarıyla belgelenen Sovyet ailelerinin Mısır’ı terk etmeleridir (Black, Morris, 1999:252-259).

Aman’ın 1973 Savaşı’ndaki istihbarat başarısızlığının nedenleri, Arapların gücünü küçümsemesi, istihbarat bilgilerini paylaşmaması, saldırı ihtimaline dair verileri gizlemesi (Bar-Joseph, Levy, 2009: 484) olarak sıralanmaktadır. Elazar, Aman’ın kendilerini Arap birliklerinin yerleri, Mısırlıların kanalda kurdukları köprü sayısı ve iki zırhlı Mısır tugayının doğu kıyısına geçiş zamanı konusunda bilgilendiremediğini ifade etmiştir. Aman, Sovyet yapımı sagger (tanksavar) silahları konusunda da orduyu yeteri kadar bilgi verememiştir. Aman ayrıca, Irak askerî gücünün Golan tepelerine ulaşmasını engelleyebilecek bilgiyi orduya verememiştir (Black, Morris, 1999:263-264). 

Aman’ın istihbarat konusundaki, tekeli, 1973 savaşındaki başarısızlığın temel nedenidir. Bu nedenle, Mossad’ın uyarılarına gereken önem verilmemiştir. Ayrıca, Yona Bandman ve Ali Zeira’nın otoriter tutumları, açık ve hoşgörülü bir tartışma ortamını engellemiş ve istihbarat başarısızlığına yol açmıştır (Bar Joseph, Levy, 2009:469). 

Aman şefi Eli Zeira’nın başarısızlığının bir nedeni de Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın damadı Eşref Marvan’dan gelen bilgilere aşırı güvenmesidir. Son elde edilen bilgiler, Marvan’ın “çift taraflı ajan” olduğu yönündedir. Marvan, Temmuz 1973’te, savaşın başlayabileceği bilgisini vermiştir. Ancak, Zeira, Marvan’ın kendisini aldattığına inanmıştır (Bar-Joseph, Levy, 2009:482-3). 
 Agranat Komisyonu, savaş sonrası İsrail’in pozisyonunu değerlendirdiğinde iki ana konuyla karşılaştığını, belirtmiştir. İsrail, Mısır’ın hava üstünlüğü problemini çözmeden saldırmasını beklememiştir. Ayrıca, Mısır olmadan Suriye’nin saldırı olasılığı olmadığı kabul edilmiştir (Buckwalter, 2002). 30 Ocak 1975 tarihinde yazılan son Agranat Komisyonu Raporunda Aman’ın savaşın ilk 3 günündeki başarısızlıkları anlatılmıştır. Komisyon, Aman şefi Zeira, yardımcısı Aryeh Şalev, Yarbay Yona Bendman, Subay David Gedaliah’ın görevlerinden alınmalarını tavsiye etmiştir. Komisyon ayrıca istihbaratta Aman’ın tekelinin kırılmasını da tavsiye etmiştir. Mossad içinde büyük bir araştırma dairesi kurulmuştur. Aman’ın askerî istihbarata ağırlık vermesi, kararına varılmıştır. Aman, yeniden yapılandırılmış, içerisinde coğrafi birimler kurulmuştur. Coğrafi birim şeflerinin kendi bölgelerindeki askerî, teknolojik, siyasi ve ekonomik istihbarattan sorumlu olmalarına karar verilmiştir. Küçük rütbeli subayların fikirlerini açıklamalarına olanak verilmesine karar verilmiştir. Değerlendirme raporlarını açık olması, kesinlik içermemesi ve fazla değerlendirme yapılmaması, uygun görülmüştür. Dronlar satın alınmış, elektro-optik alan gözetleme birimi kurulmuştur. Aman’ın üç bölge komutanlığı; kuzey, orta ve güney, merkez komutanlıklarını dengeleyecek şekilde güçlendirilmiştir. Aman şefinin iş yükü azaltılmış ve ona yardımcı olacak şef istihbarat subayı görevlendirilmiştir (Black, Morris, 1999:265-268).

Aman, savaşın yakınlığın işaret eden sinyaller ve bunlar arkasındaki gürültüleri birbirinden ayıramamıştır. İstihbaratı değerlendirme ve yorumlama görevinin siyasetçilere bırakılması sonucu ortaya çıkmıştır. Yom Kippur Savaşı’nın ardından istihbarat değerlendirmelerinde, kuşkuya daima yer verilmesi gerekliliği anlaşılmıştır. Arap ülkelerinin ordularının büyüklüğü ve otoriter rejimleri, İsrail’in daima tetikte olması sonucunu ortaya koymuştur (Black, Morris, 1999:268-269).
Aman, Yom Kippur Savaşı’nın ardından, Enver Sedat’ın barış girişimi konusunda yeterli bilgiye sahip olmamıştır (Black, Morris, 1999:273-275; Kahana, 2005:263). 1975-76 yıllarında gerçekleşen Lübnan Savaşı’nda, Aman ve Mossad’ın orduya gerekli istihbaratı sağlayamadığı, ileri sürülmektedir. Mossad, Lübnan’daki Hristiyan lider Beşir Cemayel’le sıkı ilişkiler kurmuştur (Ostrovsky, 1994:55).

Aman ve Mossad, İran Devrimi’nin gerçekleşeceği konusunda fikir birliğine sahip olmuşlar ancak tam olarak ne zaman vuku bulacağını tahmin edememişlerdir. Uri Bar-Joseph, İran Devrimi konusundaki İsrail istihbaratının bu öngörüsünü övmüş ve Amerikan istihbaratıyla karşılaştırıldığında, önemli bir başarı olduğunu belirtmiştir. İsrail istihbarat örgütleri,  İran kültürünü tanımakta ve Fars dilini iyi bilmektedirler. Bu yetenekler, İsrail istihbaratının, İran konusunda daha başarılı olmasına neden olmuştur (Pascovich, 2013a:93).

1980’li Yıllar

1980’lerde Mossad, Sudan’da eğitim alan Filistinlilerle ilgili bilgi toplamıştır. Mossad, Şabak ve Aman’ın araştırmaları sonucunda, bu yapının başında Mısırlı Ayman El Zevahiri’nin olduğu anlaşılmıştır. Enver Sedat suikastı sonrasında tutuklanan ve daha sonra serbest bırakılan Zevahiri, Sudan’da yaşamaktaydı ve, Ladin’le yakın işbirliği içindeydi. Bu dönemde Ladin, Sudan’da inşaat firmalarına sahipti ve bu firmalardan bir tanesinin ismi “El Kaide” idi. Mossad, bu örgütlenmeyle ilgili daha çok bilgi toplamak ve gerekirse önleyici faaliyetlerde bulunmakla görevlendirilmiştir. Başbakan İzak Rabin, küresel cihadın büyüyen tehdidi konusunda kamuoyunu uyaran konuşmalar yapmıştır (Shpiro, 2012:240-241).
1981 ve 1982 yıllarında, Celile’ye Barış Operasyonu öncesinde, Mossad, Maruni Hristiyanların gücünü abartmıştır. Aman daha doğru bir değerlendirme yapmıştır. Maruni Hristiyanların güçsüz olduklarını ve yeni bir düzen kuramayacaklarını görmüş ve Lübnan’a askerî müdahaleden kaçınılmasını tavsiye etmiştir (Kahana, 2005:263). 
Aman ve Şabak, 1987 yılında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin ayaklanmasını doğru değerlendirememişlerdir (Turquie diplomatique, 2013, Kahana, 2005:263; Pascovich, 2013b:16). İstihbarat örgütlerinin, Filistin halkının sosyo-ekonomik sorunları ile ilgili istihbarı verilerinin eksiklikleri olduğu görülmüştür (Pascovich, 2013b:16).

1990’lı yıllar

Temmuz 1988’de Aman, Irak’ın Kuveyt’e saldırabileceği uyarısında bulunmuştur. Ancak saldırının kesin tarihi konusunda önceden tespitte bulunamamıştır. 1 Ağustos’ta ise Irak’ın Kuveyt’e saldıracağını bildirmiş ancak kesin tarih vermemiştir (Black, Morris, 1999:412-421). Aman, Kuveyt’in işgalini haber veremediği için eleştirilmiştir. Aman, ayrıca Irak’ın İsrail’e scud füzesi fırlatmasının düşük bir ihtimal olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, Irak’ın Kuveyt’e saldırması olayında, İsrail istihbaratının başarısız olduğu belirtilmektedir (Kahana, 2005:264).

İsrail istihbarat örgütleri, 1993 yılında gerçekleştirilen Oslo Barış Görüşmelerini önceden tahmin edememişlerdir. Aman, 1996 yılında Suriye’nin Golan Tepelerindeki askerî hareketliliğini savaş hazırlığı olarak değerlendirmiş, ancak bu doğru çıkmamıştır. İsrail istihbarat örgütleri, Ağlama Duvarına giden Kudüs Tüneli’nin açılmasının, Filistin ayaklanmalarına yol açabileceğini tahmin edememişlerdir (Kahana, 2005:264).  

2000’li yıllar

İsrail istihbarat örgütleri, İsrail’in tek taraflı olarak Lübnan’dan ayrılmasına Hizbullah’ın askerî tepkisini abartmış ve Güney Lübnan’da bir askerî güç bulundurulmasını tavsiye etmişlerdir (Kahana, 2005:264).  Başbakan Barak, Aman’ın bu istihbaratını bertaraf etmek ve orduyu Güney Lübnan’dan çıkarmak için yoğun çaba sarf etmiştir. Barak’ın bu durumu aşmasında İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin eski Genelkurmay Başkanı ve Aman’ın eski şefi olması etkili olmuştur (Bar-Joseph, 2010:510).

2000 yılında El Aksa İntifadası (II. İntifada) başladığında, Aman bu durumun sorumluluğunun Yaser Arafat’a ait olduğu bilgisini vermiştir. Bu bilgi kamuoyu ve İsrail Silahlı Kuvvetleri tarafından kabul edilmiştir. Yıllar sonra bu tahminin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Aman’ın verdiği bu istihbarat İsrail  Silahlı Kuvvetleri İkinci İntifada’ya karşı yoğun askerî güç kullanmasına neden olmuştur (Bar-Joseph, 2010:510). Aman, şiddetin tırmanmasına yol açmıştır. 

2000 yılının Ocak ayında Filistin Ulusal Yönetimi’nin bulunduğu bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin tümü, İsrail'in iç istihbarat örgütü Şabak’tan Aman’a geçmiştir. Bu durum, bölgede güvenlik algısının değiştiğinin bir göstergesidir. El Aksa İntifadası ile Şabak’ın insani istihbaratına ihtiyaç duyulmuştur. 2000 yılının Eylül ayından itibaren, Aman ve Şabak Filistinlilerle ilgili istihbarat yükünü paylaşmaktadırlar. İnsani istihbarat son derece önemlidir; Şabak Batı Şeria ve Gazze’de bilgi ağı oluşturmuştur. Aman’ın ileri teknoloji ürünü aletleriyle telefonların dinlemesi kolay olmuş, ancak argo konuşmaların anlaşılması konusunda güçlük çekilmiştir. Şabak ve Aman, Batı Şeria’da sıkı bir işbirliği içindedirler. Ancak, Güney Lübnan’da, Hizbullah’la ilgili bu tür işbirliği içine girmemişlerdir (Jones, 2003:276-7)

Son dönemde, İsrail istihbaratına başlıca iki konuda eleştiri yöneltilmiştir. 

İlk eleştiri, İsrail İstihbarat örgütlerinin, 11 Eylül olayını tahmin edememiş olmalarıdır (Kahana, 2005:264). Ancak, dünyanın en büyük istihbarat yapılanmasına sahip olan ABD bu saldırıların yerini ve zamanını kestirememiştir, bu nedenle bu eleştiri haklı değildir. İkinci eleştiri, İsrail istihbaratının 11 Eylül saldırılarının Irak ile bağlantılı olduğu (Fuerza, 2013) ve Irak'ın. konvansiyonel olmayan silah kapasitesini abarttığı (Kahana, 2005:264). yönündedir. Irak'a müdahaleye kadar giden bu olayda, ABD istihbarat örgütlerinin devletin karar birimlerini nasıl yanılttığı ancak müdahaleden sonra anlaşılabilmiştir. Bu ortamda, İsrail'den ABD'nin bölgeye müdahalesini önleyecek bir tutum izlemesini beklememek gerekir. Bu durum olsa olsa, İsrail'in ABD'ye karşı uyguladığı bilgi harekâtı kapsamlı bir operasyon olarak değerlendirilebilir.
İsrail Silahlı Kuvvetleri Mayıs 2000’de, Lübnan’ı terk etmeden hemen önce, Hizbullah’ın füze kapasitesini, bu füzelerin saklandığı yerleri öğrenmiştir. Söz konusu füzelerin Hayfa’yı vurabileceği bilgisine sahip olmuştur. Aman, füzelerin, Hizbullah mensuplarının evlerinde gizlendiğini öğrenmiştir. Bu bilgilere, Aman’ın Ünite 8200 adlı sinyal istihbaratı birimi ve İsrail Hava Kuvvetleri keşif gücünün çalışmaları neticesinde ulaşılmıştır. Bekaa vadisinde, 220 orta menzilli füzenin bulunduğu değerlendirmesi yapılmıştır (Lambeth, 2011). 

Aman, Ocak 2006’da 130 sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor, Hizbullah’ın savaş planından bahsetmektedir. Raporda, Hizbullah’ın orta menzilli füzelerinin yerleri açıklanmıştır. Ancak, dosya yüksek düzeyde gizli olarak sunulduğundan, Aman Araştırma Birimi’nin dışında görülmesi engellenmiştir (Lambeth, 2011:150).

12 Temmuz 2006’da Aman, 100 İran Devrim Muhafızının, Lübnan’da Hizbullah adına bulunduğunu haber vermiştir. Aman, Hizbullah’ın 500 Fecir-3 ve Fecir-5 orta menzilli füzelerinin ve 20-30 tane uzun menzilli Zellal7 füzelerinin bulunduğunu bildirmiştir. ABD istihbaratı da İran’ın Hizbullah’a 100-200 milyon dolar tutarında yardımda bulunduğu bilgisini iletmiştir. Savaş öncesi Hizbullah askerî gücünü, 3500 kişiden 5000 kişiye çıkarmıştır. Aman Araştırma Biriminin başında bulunan Yossi Baidatz kamuoyuna, Hizbullah’ın elinde yüzden fazla 25-45 mil menzile sahip İran yapımı Fecir-3 ve Fecir-5 orta menzilli füzelerinin ve uzun menzilli Zellal7’lerin bulunduğunu bildirmiştir (Lambeth, 2011:15, 92). 
Aman, 2000’li yılların ortalarından itibaren Hizbullah’ın elindeki uzun ve orta menzilli füzelerin ve füze fırlatma depolarının yerlerini bulmaya çalışmıştır. Bunun yanında, Hizbullah’ın önemli liderlerinin yerlerini tespit etmeye çalışmıştır. Örgütün yeraltı silah depolarının ve sığınaklarının yerlerini belirlemek için uğraş vermiştir. Minyatür sinyal istihbarat aletleri ve İsrail Hava Kuvvetleri, bu konuda yardımcı olmuşlardır (Lambeth, 2011:92). 

2006 Savaşı’nın ilk saldırılarında, İsrail Hava Kuvvetleri’nin (İHK) açıklamalarına göre, Fecir füzelerinin yüzde 50’si yok edilmiştir. İHA'lara sahip olan ve onları istihbarat için kullanan Aman’dı. Daha sonra bu görev, İHK’ya verilmiştir. İHA’lar 2000 yılından sonra yoğun olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Ofeq, Eros A ve B uyduları, Aman ve İHK’ya kaliteli resimler sunmayı sürdürmektedirler (Lambeth, 2011:110,121) Aman, uydu ve sinyal istihbaratını kontrol etmektedir (Henriksen, 2007:15). Bu durum Aman’a büyük bir istihbarı güç vermektedir. 
Winograd Komisyonu, 2. Lübnan Savaşı ile ilgili bir rapor hazırlamıştır. Bu raporda, Aman’ın Hizbullah konusunda, siyasetçiler ve askerî görevlilere, geniş ve güçlü bir istihbarat sağladığı vurgulanmaktadır. Ancak bu raporda, taktiksel düzeyde verilen istihbarat konusunda belirsizliklerin olduğu açıklanmıştır. Hizbullah’ın asker kaçırma eylemlerine gireceği ve ülkenin kuzeyinde artan çatışma olasılığına karşı tedbir alınması gerekliliği konusundaki Aman şefi Aharon Zeevi Farkash’ın mektubu, 18 Aralık 2005 tarihinde,  Başbakan Ariel Şaron’a ve mektubun kopyaları da Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı’na iletilmiştir (Bar-Joseph, 2007). Aman ve İHK, 2006 Savaşında iletişim frekanslarının bozulmasını sağlamışlardır (Lambeth, 2011:242).
Aman, Lübnan Savaşı öncesinde Hizbullah’ın İsrail askerlerini kaçıracağına dair istihbaratı sunmuştur. Hizbullah’ın elinde çoğunluğu kısa-menzilli 10 binden fazla füze bulunduğu bilgisini iletmiştir. Aman, olası bir İsrail saldırısında, Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyine binlerce füze atabileceğini, bu füzelerin Hayfa ve hatta Tel Aviv’e bile ulaşabileceği tahmininde bulunmuştur. Ancak, Aman’ın vermiş olduğu istihbarat, bu kısa menzilli füzelerin konuşlandırılmasını engelleyecek kadar kapsamlı bir istihbarat olmamıştır. Bunun yapabilmenin yolu Güney Lübnan’ın kara kuvvetleri ile işgal edilmesinden geçmekteydi. Nasrallah, savaştan iki ay önce, 12 bin kısa menzilli füzeye sahip olduklarını duyurmuştur. Uzun, orta ve kısa menzilli füzeleri yanında Hizbullah’ın elinde İran’ın verdiği Ebabil İHA’ları bulunmaktaydı. Ebabil İHA’ları 450 km. menzile ve 40-50 kg. patlayıcı taşıyabilme kapasitesine sahiptir. Aman, Hizbullah elinde bulunan kısa menzilli füzelerin sayısının 10 bin ila 16 bin arasında olduğu bilgisini vermiştir. Ancak bu değerlendirmede rakamlar arasındaki fark oldukça fazla olarak nitelendirilmiştir. Buna göre, günde 150-200 roketin fırlatılması beklenmiştir. Aman’ın sahip olduğu görüntü ve sinyal istihbaratı, füzelerin yerinin tespit edilmesini sağlayamamıştır, bu nedenle füzeler yok edilememiştir. Ayrıca, Aman, Hizbullah’ın elinde C-802 gemisavar füzesinin bulunduğuna dair kesin bir istihbarata sahip olmamıştır. Bu konudaki uyarısı İsrail Donanma Komutanlığı tarafından ciddiye alınmamıştır. Aman, Hizbullah’ın elindeki  tanksavar silahların sayısını var olandan daha düşük olarak, karar-alıcılara sunmuştur  (Bar Joseph, 2007:585-591). 

12-13 Temmuz 2006 tarihinde, Hizbullah’ın elindeki 40 tane insansız hava aracı ve uçak yok edilmiştir. İlk raporlara göre, çok sayıda uzun-menzilli ve orta-menzilli füze, 18 tane fırlatma rampasının (toplam sayı: 19-21) tahrip edildiği belirtilmiştir. Amerikalı bir yetkili ise, ilk üç günde, İHK’nın, Hizbullah’ın elindeki silahların %7’sini tahrip ettiğini belirtmiştir (Bar Joseph, 2007:586).  
Aman’ın 8200 numaralı Sinyal ünitesi, Hizbullah ve Hamas liderleri arasındaki iletişimde, şifreli konuşmaları çözmüş ve Hizbullah ve Hamas arasındaki işbirliğini açığa çıkarmıştır. Hamas ve Hizbullah’ın, özellikle işgal edilmiş topraklardaki terörist faaliyetlerde ortak hareket ettikleri anlaşılmıştır. Aman’ın, özellikle 2006 Lübnan Savaşı’ndaki en önemli zayıflığı Hizbullah liderleri ve Hizbullah’ın komuta ve kontrol sistemlerine sızamamış olmasıdır. Bu savaşta, hiçbir üst düzey Hizbullah lideri ortadan kaldırılamamıştır. Bu durumda, İsrail üst düzey siyasi karar alıcılarının bu yöndeki tavsiyelerinin rol oynadığı da düşünülmektedir (Bar Joseph, 2007:586).  

Aman, savaştan çok önce Hizbullah’ın elindeki kısa menzilli Katyuşa füzelerinin Lübnan-İsrail sınırı arasına yerleştirildiğini tespit etmiştir. Ancak savaş sırasında, fırlatıcıların tam yerini gösterememiştir. Bu nedenle, İHK, birkaç istisna dışında bu hedefleri vuramamıştır. Kısa-menzilli füzelerin yer değiştirmesi kolaydır. Bu olayda Aman ve İHK suçlanmıştır ancak askerî uzmanlar kısa-menzilli füzelerin yok edilmesi için kara harekâtına ihtiyaç duyulduğunu, belirtmişlerdir. Ancak bilindiği gibi, bu harekâtta, İsrail hava kuvvetleri asıl yükü üstlenmiştir. Savaş sonrası, İsrail’in kara ordusunun güçlendirmesinin gerekli olduğu fikri güçlenmiş ve bu yönde askerî planlar yapılmıştır. Aman, Litani nehri ve uluslararası sınır arasındaki bölgede geniş kapsamlı bir kara harekâtının yapılmasını sağlayacak bilgileri verememiştir. Bu konudaki bilgiler hem yetersiz hem de eski olarak değerlendirilmiştir. Aman, son ana kadar kara kuvvetlerine bu bilgileri vermemiş ve metal kutularda saklanmasını sağlamıştır. Ancak kutular açıldığında resim ve haritaların 2002 yılından kaldığı ve bütçe kısıntıları nedeniyle güncellenmediği ortaya çıkmıştır. Aman’ın kara kuvvetlerine verdiği bilgilerin niteliği, savaş öncesi bir kara harekâtının yapılmayacağı yönünde beklentiden kaynaklan maktadır. Bu savaşta İHK’nın asıl yükü üstleneceği ve donanma ve özel kuvvetlerin, onu destekleyeceğinin tahmin edildiği, anlaşılmaktadır (Bar Joseph, 2007:589-92). 

İsrail’in Mayıs 2000’de Lübnan’dan ayrılmasının ardından, Hizbullah pek çok yeraltı tüneli ve sığınağı inşa etmiştir. Böylelikle savaşçılarını ve silahlarını saklama imkânına sahip olmuştur. Bu sığınak ve depoların tam yerleri, hiçbir Hizbullah mensubu tarafından tam olarak bilinmemektedir. Asia Times’ın haberine göre her Hizbullah biriminin sadece üç sığınağın yerini bilmesine izin verilmiştir. En önemli sığınak ve silah deposu, Lübnan tepelerinde 40 metre derinlikte olandır. 600 ayrı silah deposu, Litani bölgesinin güneyine yerleştirilmiştir (Bar Joseph, 2007:590). 

Aman, savaş öncesi tüm istihbarat tekniklerinden faydalanmıştır. Gözlem, sinyal ve insan istihbarat teknikleri yanında Nasrallah’ın kamuoyuna yaptığı konuşmalara da dikkat edilmiştir. Mossad ve Aman arasında üst düzey bir işbirliği gerçekleştirilmiştir (Bar Joseph, 2007:593).
  
Aman’ın başarısızlığı, Hizbullah’ın farklı yapısından, örgütün komuta ve kontrol sistemine nüfuz edilememesinden ve Aman’ın bu savaş konusundaki eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. İnsani istihbarat konusunda, Hristiyan Maronilerden faydalanılmamıştır. Aman yüksek düzey teknolojik istihbarat yöntemlerini kullanmıştır, ancak bunlar faydalı olmamıştır (Bar Joseph, 2007).
Aman, Hizbullah’a nüfuz edememiş, insani istihbaratı kullanamamıştır. Hizbullah, İran Devrim Muhafızları’nın eğitimi sayesinde profesyonelleşmiştir. Örgüt içerisindeki bölümlendirme sayesinde gizli bilgilerin, düşmanın eline geçmesi önlemiştir. Hizbullah üyeleri, İsrail kendilerini sürekli izliyor ve dinliyor gibi yaşamaya alışmışlardır. Hizbullah, yüksek teknolojiyle haberleşme yönteminden kaçınmaktadır. Bunun yanında, İsrail hakkında bilgi edinmek için Suriye’de bulunan sinyal istasyonları kullanılmış ve İsrail sinyal ünitelerinin frekanslarının kısmi olarak bozulması sağlanmıştır (Bar Joseph, 2007:594-95).  

Aman’ın Barış İstihbaratı

Filistin ve İsrail arasındaki sorun, İsrail’in 1947 yılında 181-II sayılı BM kararı ile tarif edilen sınırlardan daha fazla bir alanı kapsayacak şekilde kurulmasıyla başlamıştır. 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı ile İsrail, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etmiştir. İşgal edilen yerlere Yahudilerin yerleşmesi, sorunun büyümesine yol açmıştır. Filistinliler ve İsrailliler arasındaki çatışma, Siyonizm-Arap milliyetçiği arasındaki çatışma olarak tanımlanmaktadır. İsrail, 1967 yılı öncesindeki sınırlara dönülmesini kabul etmemektir (Bayraktar, 2012:262).

1980’li yıların sonunda başlayan ve özellikle 1990’lar sonrası gerçekleştirilen Aman’ın istihbarı faaliyetleri, barış istihbaratı olarak nitelendirilmiştir. Aman’ın çalışma alanının büyük kısmını, “Filistin’le ilgili barış için istihbarat” teşkil etmektedir. Bu kapsamda, Aman görevlileri, Filistin Millî Misakı, yani Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Kuruluş Belgesini, incelemişlerdir (Pascovich, 2013b).

1993 yılında Prensipler Antlaşması olarak bilinen Oslo Antlaşması, Washington’da imzalanmıştır. Bu antlaşma, mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsü, sınırlar ve Yahudi yerleşim yerlerinin geleceği ile ilgili hükümler içermemektedir (Bayraktar, 2012:263). Bu antlaşma kapsamında Filistin’de beş yıl içerisinde geçici bir yönetim kurulması onaylanmıştır. Filistin’in nihai statüsünün, beş yılın sonunda belirlenmesi ise karara bağlanmıştır. 
Şimon Perez, 1992 yılındaki Oslo Barış Görüşmelerinde, askerî istihbaratı, orduyu ve ABD’yi sürecin dışına çıkarmış ve Filistin Hükümeti ile gizli barış görüşmeleri yürütmüştür. Ancak, daha sonra, İsrail halkının şüphelerini ortadan kaldırmak amacıyla, Aman yeniden barış sürecinin içine dahil edilmiştir. 1993 Oslo görüşmeleri sırasında, FKÖ, İsrail’in yaşam hakkını kabul etmiştir. Bunun yanında, Oslo görüşmelerinin yazılı olmayan prensibine göre Arafat, İsrail’in çekildiği yerlerde terörizmin ortadan kaldırılmasını kabul etmiştir. CIA, 1980’lerin sonunda, FKÖ ile ilişkisini düzeltmeye başlamıştır. CIA, Oslo Barış antlaşmalarının ardından yeni Filistin Yönetimi’nin güvenlik birimlerinin yapılandırılması, eğitilmesi konularında yardımcı olmaya başlamıştır (Shpiro, 2012). 

Barış Antlaşması’nın ardından Filistinli mültecilerin Batı Şeria ve Gazze’ye dönmeleriyle, Aman, Şabak ve Mossad’ın yetki alanları karışmış; örgütler finans kaynaklarını ve kontrol alanlarını kaybetmemek için rekabete girmişlerdir (Newton, 2011:124). 

Netanyahu’nun 1996 yılındaki ilk başbakanlığı döneminde, hükümet ve istihbarat servisleri arasında gergin bir ilişki kurulmuştur. Netanyahu, siyasal tecrübeden yoksun olarak iktidara gelmiştir. Bunun yanında, siyasal tecrübelerinden yararlanacağı yardımcılar yerine kendisine genç yardımcılar seçmiştir. Netanyahu ve tüm ekibi, Oslo Barış Sürecine karşı bir tutum sergilemişlerdir. Bu ekip, Yaser Arafat’ı terörist olarak görmeye devam etmiş; Oslo Barış Sürecine destek veren, Aman, Mossad, Şabak’a da şüpheyle yaklaşmışlardır. (Uri- Bar, 2013: 358). 

Netanyahu, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, Aman, Mossad ve Şabak’ın, “barış süreci” ile ilgili isteklerinden hoşlanmamış; onlarla görüşmeleri azaltmıştır. Gönderilen istihbarat raporlarını okumamış, hatta geleneğin tersine Filistinlilerle diplomatik ilişkilerde, askerî yetkililerin yer almasını engellemiştir. (Pascovich, 2013b:19). 

İsrail İstihbarat Topluluğu, halk arasında apolitik olmakla ünlenmiştir. Ancak Netanyahu’nun başbakanlığının ilk döneminde bu ünleri yara almıştır. Bu dönemdeki baskılardan muaf tutulan Mossad şefi Dr. Uzi Azad olmuş; Dr. Azad, 1997-99 yılları arasında, Netanyahu’nun dış politika danışmanı ve 2009-2011 yılları arasında millî güvenlik danışmanı olarak görev yapmıştır. 1996-2001 yılları arasında Askerî İstihbarat Araştırma Biriminin ve tüm istihbarat değerlendirme lerinin başında bulunan Gilad, fikirlerini daha rahat ifade etmiş; barış sürecindeki çıkmazın, Netanyahu’nun politikalarının bir ürünü olduğunu ve bu durumun öncelikle Suriye ve diğer Arap devletleriyle savaşa yol açabileceğini, savunmuş tur (Bar-Joseph, 2013). 

1995-1998 yıları arasında Aman’ın başında bulunan Moşe Ya’alon’un Arafat’ı terörist olarak nitelendirilmesi (Jones, 2003:277) emekli olmuş diğer istihbarat uzmanları tarafından Netanyahu’nun baskılarına boyun eğmesi olarak nitelendirilmiştir. Şabak Şefi Ami Ayalon da, Gilad gibi, Netanyahu’nun politikalarının ve yeni yerleşimlerin,  intifadaya yol açabileceğini, ileri sürmüştür. Netanyahu’nun yardımcıları, daha önce İsrail donanmasına da komuta eden Ayalon’un hükümetin politikalarına sadık olmadığını ve bulunduğu görevi hak etmediğini belirtmişlerdir. Netanyahu, muhalefet liderleriyle görüşen İsrail Savunma Gücü’nün komutanını görevden almış; istihbarat örgütlerinin, diplomatik görüşmelere katılmasına, izin vermemiştir. Bu bağlamda, Netanyahu, istihbarat tahminlerini değiştirmeyi başaramamıştır (Bar-Joseph, 2013). 
1999 yılında, İsrail Savunma Gücü ve Aman’ın, Ehud Barak’la fikir anlaşmazlığına düştüğü bilinmektedir. Barak, İsrail askerî güçlerinin Lübnan’dan çekilmesini istemiştir. Aman, askerî güçlerin bir kısmının bölgede kalmasını tavsiye etmiştir (Shpiro, 2012).

 Son dönemde ise en önemli konu, İran’ın nükleer silahlanmasıdır. İstihbarat örgütlerinin görüşlerinin aksine, Netanyahu, İran’a karşı askerî bir müdahaleden yanadır. Mossad’ın eski başkanlarından Meir Dagan, böyle bir müdahalenin, son derece aptalca, olduğunu vurgulamaktadır. Mossad Başkanı Tamir Pardo da İran’ın, İsrail’in  varlığına ciddi bir tehdit sayılamayabileceğini, belirtmektedir. Bu görüşler, siyasi baskılara rağmen, henüz değiştirilmemiştir (Bar- Joseph, 2013:359-360).

11 Eylül olaylarından sonra, Amerikan istihbarat servislerinin yeterlilikleri konusunda tartışmalar yapılmaya başlamıştır. Amerikan terörle müdahale uzmanlarının, İslami terörizm konusunda, İsrailli meslektaşlarının tecrübelerinden yararlanmaları gerektiği belirtilmiştir. Aman, Mossad ve Şabak’ın yöntemlerinin, Amerikalı istihbarat örgütlerinin yöntemlerinden çok üstün olduğu, öne sürülmüştür.  İsrail istihbarat görevlileri, bölgenin farklı dillerini öğrenmekte ve bölgenin kültürünü tanımaktadırlar. İstihbarat teknikleri ve psikoloji konusunda eğitimden geçmektedirler (Schindler, 2005:706). 

Aman’ın Geleceği

Aman, çok önemli siyasal kararların alınmasında etkili olan bir örgütlenmedir. Aman, istihbarat örgütleri içinde en tepede olduğunu ileri süren uzmanlar bulunmaktadır (Jones, 2003:275). Aman’ın lider konumu, kamuoyunun görüşünü şekillendirmede, ona büyük bir güç sağlamaktadır. Aman siyasal olarak son derece etkin bir konumdadır. Aman şefi ve Araştırma Biriminin başkanı, millî güvenlikle ilgili tüm kabine toplantılarına katılmaktadırlar (Bar-Joseph, 2010: 509).

Aman ve diğer istihbarat örgütlerinin eğitim durumlarına değinmek önemli olacaktır. Aman’ın analizcileri kariyerleri süresince en azından Ortadoğu ile ilgili bir lisans derecesine sahip olmaktadırlar. Bazı durumlarda lisans derecesinde sahip olmayanlara da rastlanmaktadır. Araştırma Birimindeki analiz kariyerleri kısadır ve yetersiz sayıda Yüksek lisans derecesine sahip olan görevlileri bulunmaktadır. Çok kısa sürelerde rotasyon olması, belli alanlarda uzmanlaşmayı engellemektedir. Mossad da bu durumun tersine, görevliler, uzmanlık alanlarında Yüksek Lisans ve doktora yapmakta ve standard rotasyonları beş senede bir yapılmaktadır. Pek çok durumda,  aynı sahada iki dönem kalarak uzmanlıklarını arttırmaktadırlar (Bar Joseph, 2010: 520).  
İstihbarat örgütlerinin Aman’ın operasyonlarındaki başarısızlıklar ve askerî ve siyasi konularda ayrım yapılması gerekliliği nedeniyle, devletle ilgili faaliyetlerinin kademeli olarak sonlandırılması gündemdedir. Aman’ın Araştırma Bölümü’nün sol örgütlerle ilgili çalışmalar yaptığı belirtilmektedir. Sol örgütlerin, Batı’da İsrail karşıtı aktivitelerde bulundukları ve böylelikle İsrail devletinin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açtıkları ileri sürülmektedir (Pascovich, 2013b:228). 

Aman’ın geleceğiyle ilgili üzerinde durulması gereken diğer konu, dindar Yahudileri sahada görevlendirilmesidir. Bu durum, istihbarat etiği ve dinin çatışmasına yol açabilecektir (Shpiro, 2007a)

Sonuç

Başbakan Ben Gurion, 1948 yılında, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir; İsser Beeri, askeri istihbarattan sorumlu olmuştur. Mart 1949’da, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Başlangıçta, askeri istihbarat, sadece Arap ülkelerinden bilgi toplamakla görevlendirilmiştir; 1950’den sonra ise Arap olmayan devletlerle ilgilenilmiştir. Devletin ilk kurulduğu yıllarda, askeri istihbaratın görev ve yetkileri tam olarak belirlenememiştir. 1953 yılında, askeri istihbarat bölümü, İsrail Silahlı Kuvvetleri İstihbarat Şubesi ya da diğer adıyla Aman olarak yapılandırılmıştır. Aynı dönemlerde, Ben Gurion, askeri istihbaratın güçlendirilmesi kararını almıştır. Aman, İsrail dışında oluşturduğu yapılanma sayesinde sanayi casusluğu gerçekleştirmiştir.

Aman, 1950’li yıllarda, Arap ordularına karşı yapılacak olan bir savaşa hazırlanmak amacıyla ülkeye girmeye çalışan Araplar, sınırlardaki köylüler ve muhbirlerden yararlanmış; onlardan değerli bilgiler elde etmiştir. Aynı dönemde, Dr. Ne’eman tarafından geliştirilen bilgisayar teknolojisi, verilerin depolanması ve yeniden değerlendirilmesini sağlamıştır. Esir düşen Arap subaylar ve Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler, önemli haber kaynakları olmuşlardır. Böylelikle, Aman, 1956 Sina saldırısı öncesinde, Arap orduları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmuştur; medyayı kullanarak dezenformasyon faaliyetlerinde bulunmuştur. ABD istihbarat örgütleri, fotoğraf, radar ve gözlem istihbaratı konusunda İsrail istihbarat örgütlerini desteklemişlerdir. 

1967 yılı Mayıs ayında, Aman, Arap ülkelerinden kaynaklanan bir savaş beklentisinin bulunmadığını açıklamıştır. Bu değerlendirme doğru çıkmamış olsa da Aman’ın savaş sırasındaki istihbaratı başarılı bulunmuştur. Savaş sırasında, Aman, insani istihbarat ve hava fotoğraflarından yaralanmış ve ordunun zaferine katkıda bulunmuştur; savaş sürecinde ve sonrasında Aman, Arap ordularının yapılarını, silahlarını ve personelinin niteliğini öğrenmiştir. Aman ajanları aynı tarihlerde, nükleer tesisleri için gerekli olan uranyumun ele geçirilmesi için başarılı operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. 1968-70 yılları arasında, İsrail, Arap ülkelerine hava saldırıları düzenlemiştir; Aman, orduya hedeflerin yerlerini bildirmiştir. Aman’ın siyasallaşması, Altı Gün Savaşları’nın ardından yoğunlaşmıştır. İsrail, bu dönemde, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgal etmiştir. 1967 yılında elde edilen zafer, İsrail’in stratejik derinliğini arttırmıştır.
Aman’ın geçmişi ve operasyonları incelendiğinde, 1973 Yom Kippur Savaşı’nda gelen istihbaratların iyi değerlendirilememesi, ana sorun olarak görülmektedir. Aman; savaş öncesinde Mısır ve Suriye arasında artan haberleşme trafiğine, tatbikatlar, seferberlik, köprü inşa faaliyetleri ve yetkili ağızlar ve istihbarat kaynaklarından gelen bilgilere rağmen, savaşın çıkmayacağı değerlendirmesinde bulunmuştur. Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın damadı Eşref Marvan’ın savaş ihtimalini dillendirmesine rağmen, Aman şefi, Zeira, pek çok kez gelen benzer istihbaratlar ve savaş çıkmaması nedeniyle, bu istihbarata güvenememiştir. Aman, Mısır’ın hava kuvvetlerinin güçsüz olduğuna ve Suriye olmadan savaşa girmeyeceğine inanmıştır. Yakın zamanda, İsrail’de seçimlerin yapılacak olması, savaş hazırlığına kaynak aktarılmasının önünde önemli bir engel olarak görülmüştür. Mossad, belirtilen dönemde, savaş ihtimalini duyurmuştur. Ancak, Aman, siyasal süreçte daha etkin olmuştur. 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından, Aman faaliyetlerinin askeri istihbaratla sınırlandırması kararı gündeme gelmiştir.

Aman, İran devriminin gerçekleşeceği ve Irak’ın Kuveyt’e saldırabileceği gibi tutarlı değerlendirmelerde bulunmuştur. İkinci İntifadanın başlayacağı tespitinde bulunamamıştır; sorumluluğun Arafat’ta olduğu değerlendirmesini yaparak, askeri güç kullanımının önünü açmıştır. Oslo Antlaşması’nın ardından, Filistinli mültecilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne dönmeleri ileAman, Şabak ve Mossad’ın yetki alanları karışmıştır; örgütler yetki alanları ve finansal kaynaklarını kaybetmemek için rekabet içine girmişlerdir.

Aman, 2006 yılında, Lübnan Savaşı’nda, Hizbullah liderlerinin komuta ve kontrol sistemlerine sızamamıştır; bu savaş esnasına geniş kapsamlı bir kara harekatının yapılmasını sağlayacak istihbari bilgileri verememiştir. Aman, istihbarı sorunlarını, 2009 ve 2014 Gazze operasyonlarında çözmeye çalışmıştır
İsrail’in tehdit algısı yüksektir. İsrail’in tehdit algıladığı bölgeler; Filistin toprakları olan Batı Şeria, Gazze yanında İran, Suriye, Lübnan ve Mısır’dır. Tehdit algısının sürmesi, ülkenin güvenliği için, istihbarat birimlerine olan ihtiyacın devam ettiğini ve yakın gelecekte değişmeyeceğini göstermektedir. Bu bağlamda İsrail’in, İsrail Silahlı Kuvvetleri ve askeri istihbarat örgütü Aman’a olan bağımlılığı sürmektedir; her iki örgütlenme de karar alma süreçlerinde etkin konumlarını korumaktadır. Askeri istihbarat örgütü Aman, ileri teknoloji ürünü teçhizatları kullanmakta ve güçlenmektedir.

İsrail’in savunulmasını zorlaştıran stratejik derinlik sorunu bilinen bir olgudur. Aman’ın erken ikaz ve ihbar kabiliyetinin yüksek olması bir gerekliliktir. Arap Baharı, İsrail’in tehdit, tecrit ve güvensizlik algısının artarak devam etmesine yol açmıştır. Filistin sorunun çözülememiş olması ve İsrail’in dünya kamuoyuna duyurduğu terörist saldırılar, Aman’ın güçlenmesini ve siyasal arenada daha etkili bir aktör olmasını sağlamaktadır. İsrail'in askerî istihbarata barış zamanında da ihtiyaç duyduğu, açıktır. İsrail'in, askerî istihbarat yapılanmasını, sadece savaşta değil, barış ortamında da etkin bir şekilde kullanması; saldırgan, güvenlikçi politikalarının ve güçlü güvensizlik algısının ürünüdür. Mevcut sorunlarını çözmede çatışmacı tutumunu terk etmediği sürece, İsrail’in bu tür aygıtlara olan ihtiyacı azalmayacaktır.

Aman, bilgi teknolojilerini yaygın ve etkin olarak kullanmayı sürdürmektedir; sigint, elint, humint, muharebe sahası istihbaratı, biyografik istihbarat, hedef istihbaratı, teknik istihbarat, stratejik istihbarat, istihbarat operasyonu gibi istihbaratın bütün alanlarında faaliyet göstermektedir. Aman, bu kapsamda ülkedeki diğer istihbarat ve güvenlik yapılanmaları ile sıkı bir iş birliği içindedir;  komuta, kontrol, muhabere, keşif, gözetleme, erken ikaz ve ihbar sistemlerinin faaliyetlerini bütünleştirmiştir. ABD ile askeri savunma ve istihbarat alanında yakın ilişkisi sürmektedir. 

İsrail, düşük yoğunluklu çatışma ortamına rağmen, sürekli savaş halindeymiş gibi istihbarat faaliyetlerini sürdürmektedir. Özellikle Arap Baharının beraberinde getirdiği gelişmeler, istihbaratın önemini arttırmıştır. 2006 Lübnan Savaşı’nda, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin kara harekatındaki başarısızlığı, istihbaratın güçlendirilmesinin gerekliliğini ortaya koymuştur. 2014 yılının Temmuz ayında başlayan Koruyucu Hat Operasyonu, bunun testi niteliğindedir.

İran’ın dış politika parametreleri, İsrail tarafından öngörülebilir olarak nitelendirilmemektedir; bu belirsizlik, askeri istihbaratın önemini arttırmaktadır. İran ve Batı arasındaki işbirliği, İsrail’in yalnızlaşması ve bu bağlamda işlerini kendisinin çözmesi anlamına gelmektedir. 

ABD ve İsrail istihbaratları arasında işbirliği sürmektedir.  ABD, İsrail’in yanında olacağı sözünü pek çok durumda verse de iki devletin bazı durumlarda farklı siyasal hedef ve yol haritalarının olabileceği görülmektedir. Suriye konusunda, ABD ve İsrail’in işbirliği bilinmektedir; İsrail farklı tarihlerde Suriye’yi bombalamıştır. Lübnan, İsrail için önemli bir risk unsuru olmayı sürdürmektedir. Lübnan’da Hizbullah’ın varlığı öncelikli güvenlik sorunlarından biridir. Suriye savaşı, Hizbullah militanlarının  savaş tecrübesini arttırmıştır. 
Aman’ın siyasal konulardan elini çekip, sadece askerî konularla ilgilenmesi yönündeki görüşlere rağmen, bu durumun gerçekleşmesi yakın gelecekte mümkün görülmemektedir. İsrail, demokratik bir ülke olarak nitelendirilmesine rağmen, siyaset ve ordunun birbirlerinden ayrılmayan, bütüncül yapısından dolayı eleştirilmektedir. Güvenlikçi politikalar, askeri istihbaratın, karar alma süreçlerindeki gücünü parlatmaktadır. Modern İsrail devletinin güvenlik anlayışı, Yahudilikten etkilenmektedir; Kudüs, El Halil gibi bölgelerin sürekli gözlemlenmesi ve İsrail devletinin elinden çıkmaması üzerine kurgulanmıştır.
İsrail askeri istihbaratı, teröre karşı savaşta ve demokratik düzenin korunmasında tam yetkilidir. Yüksek tehdit algısı, Aman’a verilen bu olağanüstü yetkilerin kötüye kullanılması sonucunu doğurabilmektedir. İsrail’e yönelik tehditlerin yoğunluğu ve sayısı arttıkça, Aman’ın siyasi şekillendirmelerden uzaklaştırılması mümkün değildir. Aman, siyasi arenada sözü dinlenir bir kurum olmayı sürdürmektedir. Arap medyasını şekillendiren ajanları ile olayları kendi istediği şekle sokmayı başarmaktadır. Aman, elde ettiği bilgileri sınıflandırma ve depolamada başarılıdır. Dinleme cihazları ile düşmanlarının en büyük sırlarının ortaya çıkarılmasında uzmanlaşmıştır. Barış sürecinin devamının sağlanması konusunda, Aman son derece etkili bir aktördür. Aman, ordunun gücü ve teknolojik üstünlüğü ile kendini geliştirmeyi sürdürecektir.

Kaynakça

Akşam (06.08.2014). İsrail Ordusu: 64 askerimiz öldü. http://www.aksam.com.tr/dunya/israil-ordusu-64-askerimiz-olduruldu/haber-329832 (Erişim: 11.08.2014).
Anadolu Ajansı. (2014, 4 Mart). İsrail’in Güvenliği ABD’nin Öncelikli Konusu. http://www.aa.com.tr/tr/dunya/296252--israil-in-guvenligi-abd-nin-en-oncelikli-konusu (Erişim: 28.03.2014).
Anadolu Ajansı. (2014, 6 Şubat). İsrail sözlerimi çarpıtmamalı. http://www.aa.com.tr/tr/haberler/283868--esat-yine-de-kazanamiyor (Erişim: 28.03.2014).
Bar-Joseph, U. (2007). Israel’s Military Intelligence Performance in the Second Lebanon War. International Journal Of Intelligence and Counterintelligence, 20, 583-601.
Bar- Joseph, U. (2010). Military Intelligence as the National Intelligence Estimator: The Case of Israel. Armed Forces & Society, 36 (3), 505-525.
Bar-Joseph, U. (2013). The Politicization of Intelligence: A Comparative Study. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 26, 347-369. 
Bar Joseph, U, Levy, J. S. (2009).Conscious Action and Intelligence Failure. Political Science Quarterly, 124 (3), 461-488.
Bayraktar, Bora. (2012). Barış Çalışmaları Perspektifinden İsrail-Filistin Sorunu. İçinde Atilla Sandıklı (Ed.) Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri. İstanbul: Bilgesam, 249-277.
BBCTürkçe. (13.03.2014). İslami Cihad’la İsrail Arasında yeniden ateşkes. http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/03/140313_gazze.shtml (Erişim 31.03.2014).
Beres, Louis Rene. (2014). Like two scorpions in a Battle: Could Israel and Nuclear Iran coexist in the Middle East. Israel Journal of Foreign Affairs, 8(1), 23-33.
Buckwalter, D. T. (2002). The 1973 Arab-Israeli War. İçinde David E. Williams (Ed.) Case Studies in Policy Making and Implementation (ss.119-138). RI: Naval War College.
Bursadabugün. (14.03.2014). Sınırda Gerginlik.
  http://www.bursadabugun.com/haber/sinirinda-gerginlik-387478.html (Erişim: 27.03.2014).
Fuerza, Z. F. (2013). Master of Deception: Zionism, 9/11 and the War on Terror Hoax. Zion Crime Factory .
Giannoulis, A. (2011, October). RIEAS Research Paper: Intelligence Failure and the importance of Strategic Forthsight to the preservation of National Security, no:155, Athens.
Haber7.(11.07.2014). Erdoğan: İsrail’le mümkün değil. http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1178919-erdogan-israille-mumkun-degil(Erişim: 11.07.2014).
Haaretz. (19.03.2014). Netanyahu orders IDF to prepare for possible strike on Iran during 2014. http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/1.580701 (Erişim 27.03.2014).
Henriksen, T.H. (2007). The Israeli Approach to Irregular Warfare and Implications for the US. Florida: Joint Special Operations University.
Hürriyet. (23.03.2014). İsrail Cenin Kampını Bastı 3 Ölü. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26065157.asp (Erişim: 27.03.2014).
Hürriyet. (19.03.2014). Netanyahu: Bizi inciteni, bizde incitiriz. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26037920.asp (Erişim: 27.03.2014).
Hürriyet. (11.03.2014). İsrail’den Türkiye’ye sürpriz mesaj. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25981981.asp (Erişim: 28.03.2014).
İslami Analiz. (13.03.2014). İslami Cihad İsrail İstihbatratını Gafil Avladı. http://islamianaliz.com/haber/yedioth-ahronot-islam-cihad-israil-istihbaratini-gafil-avladi/2723/#sthash.yoakOKJs.dpuf (Erişim: 28.03.2014).
Jones, C. (2003). One Size Fits All: Israel, Intelligence and the al-aqsa Intifada. Studies in Conflict & Terrorism, 26, 273-288.
Kahana, E. (2005). Nalyzing Israel’s Intelligence Failures. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 18, 262-279.
Lambeth, B. S. (2011). Air Operations in Israel’s War Against Hezbollah. Pittsbourg: RAND
Milli Gazete. (05.11.2013). İsrail Askeri İstihbarat Başkanından itiraf! http://www.milligazete.com.tr/haber/Israil_Askeri_Istihbarat_Baskanindan_itiraf/296534 (Erişim: 31.03.2014).
Newton, A. (2011). The ‘Talking Cure’: Intelligence, Counter-Terrorism Doctrine and Social Movements. Intelligence and National Security, 26(1), 120–131.
Ostrovsky, V. (1994). Other Side of Deception. New York: Harper Collins Publishers.
Pascovich, E. (2013a). Intelligence Assessment Regarding Social Developments: The Israeli Experience, International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, 26(1), 84-114.
Pascovich, E. (2013b). Military Intelligence and Controversial Political Issues: The Unique Case of Israeli Military Intelligence. Intelligence and National Security, April, 1-35.
Radikal. (21.10.2013). 10 Mossad ajanına 10 Predatörle Yanıt. http://www.radikal.com.tr/turkiye/10_mossad_ajanina_10_predatorla_yanit-1156405 (Erişim: 28.03.2014). 
Sabah. (2014, 23 Mart). İsrail’in Hizbullah Endişesi. http://www.sabah.com.tr/NewYorkTimes/2014/03/23/israilin-hizbullah-endisesi (Erişim: 28.03.2014).
Schindler, J. R. (2005). Defeating the Sixth Column: Intelligence and Strategy in the War on Islamic Terrorism. Orbis, Fall, 695-712.
Shpiro, S. (2006). No Place to Hide: Intelligence and Civil Liberties in Israel. Cambridge Review of International Affairs, 19 (4).
Shpiro, S. (2007a). Speak No Evil: Intelligence Ethics in Israel. Paper presented at 2007 ISA Annual Conference, Chicago. 
Shpiro, S. (2007b). Intelligence Ethics in Israel. İçinde Michael Murphy Andregg (Ed.) Intelligence Ethics: The Definitive Work of 2007(ss.3-10). Minnesota: Center for the Study of Intelligence and Wisdom.  
Shpiro, S. (2012). Israeli Intelligence and al-Qaeda. International Journal of Intelligence and CounterIntelligence,25, 240-259.
Star. (19.03.2014). Latif Erdoğan: Cemaati İsrail eğitiyor. http://haber.stargazete.com/politika/latif-erdogan-cemaati-israil-egitiyor/haber-857612 (Erişim: 28.03.2014).
Star. (19.03.2014). İsrail Ordusu Suriye’yi vurdu. http://haber.stargazete.com/dunya/flas-flas-israil-ordusu-suriyeyi-vurdu/haber-857636 (Erişim: 28.03.2014).
Solportal. (22.03.2014). Hizbullah Angajman kurallarını değiştiriyor. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/hizbullah-angajman-kurallarini-degistiriyor-haberi-89821 (Erişim: 28.03.2014).
Solportal. (19.03.2014). İsrail ve Cihadçılar birlikte saldırdı. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/israil-ve-cihadcilar-birlikte-saldirdi-haberi-89637 (Erişim: 28.03.2014).
Sondakika. (27.02.2014). İsrail İnsan Hayatını Hiçe Sayıyor. http://www.sondakika.com/haber/haber-insan-hayati-hice-sayiliyor-5725033/ (Erişim: 28.03.2014).
Taner, B. Ö. (2012). From Allies to Frenemies and Inconvenient Partners: Image Theory and Turkish-Israeli Relations. Perceptions,17(3), 105-129.    
Timeturk. (18.03.2014). İsrail’de 6. Negev Konferansı. http://www.timeturk.com/tr/2014/03/17/israil-de-6-negev-konferansi.html (Erişim: 28.03.2014).
Timeturk. (18.03.2014). İsrail Ordusu Mescid-i Aksa’ya girdi. http://www.timeturk.com/tr/2014/03/18/israil-ordusu-mescid-i-aksa-ya-girdi.html (Erişim: 28.03.2014).
Turquie diplomatique. (2013). İstihbarat ve Mitler: İsrail’in Gizli Savaşları sayı:58, http://www.trdiplo.com/66-istihbarat-ve-mitler-israil-gizli-savaslari-trdiplo.aspx (Erişim: 28.03.2014).
Türkiye. (15.03.2014). Mescid-i Aksa’ya İsrail Ablukası. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/141301.aspx (Erişim: 28.03.2014).
Weiss, L. (2013). The Lavon Affair: How a false-flag operation led to war and the Israeli bomb. Bulletin of Atomic Scientists, 69(4), 58-68.
Yesevi, Ç.G. (2014
Yesevi, Ç.G. (2014a) Koruyucu Hat: Kara Operasyonu Tecrübesi ve Silah Ticareti. 21. Yüzyıl Dergisi, 70, Ekim.
Yesevi, Ç.G. (2014b). İsrail Silahlı Kuvvetleri. Milli Güvenlik ve Askeri Bilimler 1(2), 123-170.
Yakındoğuhaber. (05.11.2010). İsrail askeri istihbaratından dört cephede savaş öngörüsü. http://www.ydh.com.tr/HD8395_israil-askeri-istihbaratindan-dort-cephede-savas-ongorusu.html  (Erişim: 28.03.2014).


Çağla Gül YESEVİ, 



***

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN BÖLÜM 1

İsrailin Güvensizligi ve İsrail Askeri İstihbaratı, AMAN  BÖLÜM 1



İsrail’in Güvensizliği ve İsrail Askerî İstihbaratı
Çağla Gül YESEVİ*
*Yrd. Doç. Dr., İstanbul Kültür Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 
c.yesevi@iku.edu.tr
Makalenin Geliş Tarihi: 
12.07.2014 Kabul Tarihi: 21.09.2014
Milli Güvenlik ve Askeri Bilimler dergisi 
Sonbahar 2014 Cilt 1 Sayı 4


Özet;

İsrail’in güvensizliği kurulduğu yıldan beri değişmeden devam etmektedir. Başbakan Ben Gurion, 1948 yılında, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir; İsser Beeri, askeri istihbarattan sorumlu olmuştur. Mart 1949’da, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Başlangıçta, askeri istihbarat, Arap ülkelerinden bilgi toplamakla görevlendirilmiştir; 1950’den sonra ise Arap olmayan devletlerle ilgilenilmiştir. Devletin ilk kurulduğu yıllarda, askeri istihbaratın görev ve yetkileri tam olarak belirlenememiştir. 1953 yılında, askeri istihbarat bölümü, İsrail Silahlı Kuvvetleri İstihbarat Şubesi ya da diğer adıyla Aman olarak yapılandırılmıştır. Bu çalışma kapsamında İsrail’in değişmeyen tehdit algısı üzerinde durulmuştur. İsrail’in istihbarat kültürüne değinilmiş;. İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı bir istihbarat örgütü olarak şekillendirilen Aman’ın tarihi, başarıları ve başarısız operasyonları incelenmiştir. 

Giriş

İsrail’de yayımlanan Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, 2010 yılı sonuna kadar İsrail Askerî İstihbarat Servisi şefi olarak görev yapan Amos Yadlin, 2010 yılı sonunda, İsrail’in bir sonraki savaşının dört cephede olacağı öngörüsünde bulunmuştur. Yadlin, İsrail’in çatışacağı güçlerin; İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas olduğunu açıkça itiraf etmiştir. General Yadlin, İran’ın nükleer kapasiteye sahip olduğunu ve ilk silahının ardından ikincisini yapmaya koyulacağını öne sürmüştür. Yadlin, 2010 yılında, Suriye’nin silah kapasitesini 2009 yılına nispetle iki katına çıkardığını, belirtmiştir. Bu açıklama, Suriye’nin önemli bir tehdit olarak algılandığını göstermektedir. Eski Askerî İstihbarat şefi Yadlin, Hamas’ın güçlendiğini ve Hizbullah’ın uzun ve orta menzilli füzeler edindiğini, eklemiştir. Yadlin, bu dört cephede savaşabilecek kapasitede bir ordularının bulunduğunu vurgulamış ve özellikle İsrail Hava Kuvvetleri’nin, tüm düşmanlarını yok edebilecek kapasitede olduğunu duyurmuştur (Yakındoğu haber, 05.11.2010). Eski Aman şefinin bu tehdit algısı, İsrail’deki siyasal ve askerî karar alıcılar tarafından paylaşılmaktadır. Bu durum, düşman cepheler hakkında yapılan istihbaratın önemini arttırmaktadır. Arap Baharının ardından, İsrail’in tehdit algıladığı cephelere Mısır da eklenmiştir.

İsrail Devleti, Yahudi soykırımı sonrasında savaşların içinde kurulan bir devlettir. İsrail Devleti’nin ana amacı, kurulmasından itibaren devletin bağımsızlığını ve bekasını korumak olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri, devletin karar alma sürecinde daima etkili bir unsur olmuştur. Aman, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin askerî istihbaratıdır ve elindeki ileri teknoloji ürünü sistemler ile dış tehditlere karşı faaliyet göstermektedir. Aman, ordunun diğer birimlerinden farklı, bağımsız bir yapılanmaya sahip olmuştur.
İsrail’in komşularıyla çatışmaları sürmektedir. İsrail’in şu anda pek çok cephede düşük yoğunluklu savaşın içinde olduğu açıktır. Bu durum Aman’a daha fazla iş düştüğünü göstermektedir. 

İsrail'in Güvenliğe Yönelik Tehdit Algısı 

İsrail’in uzunluğu, 470 km. en büyük genişliği ise 135 km’dir. Yüzölçümü, Lübnan dışında tüm komşularından küçüktür. Bu durum, ülkenin derinlikte savunma, stratejik tesislerini ülke derinliklerine yayma imkanlarını son derece kısıtlamaktadır. Özellikle doğu-batı istikametindeki derinliğin az olması stratejik seviyede hassasiyet yaratmaktadır (Yesevi, 2014b). İsrail'in komşularıyla olan ilişkileri gergin ve istikrarsızdır; bu durum İsrail’in dışlanmışlık ve güvensizlik algısını güçlendirmektedir. İsrail devletinin kuruluş yıllarından bu zamana kadar asker ağırlıklı ve güvenlikçi yaklaşımlar hakim olmuştur. Bu gergin durum, Filistin örgütlerinin saldırılarıyla beslenmektedir. İsrail’in kıyılar dışında her tarafının hasım ülkelerle çevrilmiş olmasının yarattığı endişeler ve Filistin ile iç içe geçmiş coğrafyasının sıkışmışlığı nedeniyle, erken ikaz ve ihbar kabiliyeti yüksek, istihbaratın her alanında etkin faaliyet icra edebilecek güçlü bir askerî istihbarat yapılanmasına olan ihtiyacı sürmektedir. İsrail askerî istihbarat örgütü, Aman, uzun süredir düşük yoğunluklu çatışma ortamında yaşayan İsrail'de savaş ortamı istihbarat faaliyetlerinin tamamını icra etmeye devam etmektedir. 
İsrail’in tehdit algıladığı dört ana cephe bulunmaktadır. Bunlar; Filistin, İran, Suriye ve Lübnan’dır. Arap Baharının ardından Mısır’daki istikrarsız durum, İsrail’in güvenliğini olumsuz etkilemektedir. İsrail-Filistin barış sürecinin başarısızlığı ve Mavi Marmara olayı Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur. 2010 yılı sonunda konuşan eski Genelkurmay Başkanı ve eski Savunma Bakanı Şaul Mofaz, Gazze ve Lübnan’ın güneyindeki sükûnetin güvenilir bir durum olmadığını, Ortadoğu’nun yakın gelecekte çok kanlı bir savaşa şahit olacağı öngörüsünde bulunmuştur. Bu öngörüler, doğru çıkmıştır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın, barış konusunda anlaşmaları gerektiğini belirten Mofaz, Batı Şeria’nın yüzde 92’sini kapsayan geçici sınırlar içerisinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının iyi bir çözüm yolu olduğunu savunmuştur (Yakındoğu haber, 05.11.2010).

Filistin

İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, 2014 yılının ilk aylarındaki hareketliliğini incelemek bile İsrail Devleti’nin ve İsrail halkının güvensizliğini ve tehdit algısının yoğunluğunu ve bu bağlamdaki saldırganlığını anlamak açısından önem arz etmektedir. 
Gazze’deki ablukanın sürmesi, İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmelerinin temel eksenlerinden birini oluşturmaktadır. Batı Şeria kentlerindeki kuşatma, gıda ve sağlık malzemelerinin halka ulaşmasına engel olmaktadır. Filistin ve İsrail’in eşit güçler olarak uluslararası arenada yer almadıkları açıktır. Bu durum, Filistin Özerk Yönetimi’nin yarı-askerî birlikler dışında, askerî güce sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, devletin tekelinde olması gereken güç kullanımı yetkisi, başka grupların elindedir (Bayraktar, 2012: 258).
İsrail, Mart ayında, Cenin kampına girerek, Hamas’ın askerî kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları üyesi Hamza Ebu el Heyca’yı gözaltına almak için kampa baskın düzenlemiştir. Heyca ve olayı protesto eden 2 kişi öldürülmüş; Batı Şeria’daki Filistin Hükümet Sözcüsü İhab Besicu, bu baskının,  silahsız Filistinlilere karşı İsrail güçlerinin, günlük uyguladığı ihlaller kapsamında olduğunu belirtmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Raportörü Richard Falk,  İsrail’i Filistinlilere yönelik “etnik temizlik yapmakla” suçlamış ve 1996 yılından beri 11 bin Filistinlinin Doğu Kudüs’ten ayrılmaya zorlandığını açıklamıştır (Hürriyet, 23.03.2014).
2014 yılının Mart ayında İsrail ve İslami Cihad arasındaki çatışmalar sürmüştür. İsrail Silahlı Kuvvetleri, İsrail'in 65 roket saldırısına hedef olduğunu ve Gazze'ye 36 hava saldırısı düzenlediğini duyurmuştur (BBCTürkçe, 13.03.2014).  Bu olay, basında İsrail’in istihbarat başarısızlığı olarak yer almıştır. İsrail’deki askerî kaynaklar, İslami Cihad’ın gerçekleştirdiği füze saldırısının 20 dakika sürdüğünü, İslami Cihad’ın üyeleri arasındaki iletişimin, lojistik atılımlarının gözlemlenemediğini ve füze saldırılarına karşı gerekli teyakkuzun sağlanamadığını, belirtmişlerdir (İslami Analiz, 13.03.2014).
Uluslararası Af Örgütü hazırladığı 'İsrail'in, Kudüs'te uyguladığı aşırı şiddet' başlıklı 74 sayfalık raporda, İsrail'in insan hayatını hiçe saydığı ve Filistinli sivillerin ölümüne yol açtığı öne sürülmektedir; Uluslararası Af Örgütü, İsrail'in, Filistinlilere karşı insanlık ve savaş suçu işlediğini belirtmektedir. Raporda, sivillere karşı işlenen suçlarda, İsrail askerlerinin ve polislerinin planlı eylemlerde bulunduklarının tahmin edildiği ifade edilmektedir. Örgüt, İsrail'e tüm silah satışının durdurulmasını talep etmiş; İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor ise, raporun tek taraflı, ayrımcı ve ırkçı şekilde hazırlandığını duyurmuştur (Sondakika, 27.02.2014). 
Filistin’de Hamas ve El-Fetih arasındaki uzlaşmanın ardından, Başbakan Rami el-Hamdallah başkanlığında görevine başlayacak olan hükümet, İsrail tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu hükümetin içerisinde Hamas’ın bulunmasına İsrail şiddetle karşı çıkmaktadır. 2014 yılının Haziran ayında Batı Şeria’da kaçırılan 3 Yahudi yerleşimcinin öldürülmesine karşılık bir Filistinli çocuğun yakılarak öldürülmesi, olayların büyümesine yol açmıştır. İsrail, daha önce kaçırılan asker Gilad Şalit’in teslim edilmesi karşılığında serbest bıraktığı Filistinli tutukluları ve pek çok üst düzey Filistinliyi, Yahudi yerleşimcilerin bulunması için gözaltına almıştır. Hamas’ın askerî kanadı İzzettin Al Kassam Tugayı İsrail topraklarına kısa menzilli füzeler atmıştır. İsrail Silahlı Kuvvetleri hava saldırısında bulunmuş ve Gazze’yi toplarla vurmuştur. İsrail, nefsi savunma söylemiyle, Gazze’deki tünelleri imha etmek ve Hamas’ın bölgedeki etkinliğini azaltmak için 7 Temmuz’da, Gazze’ye havadan ve denizden saldırılara başlamıştır. Operasyonlar, 17 Temmuz’da kara harekâtı ile sürmüştür. Ateşkesin ardından elde edilen son verilere göre, 2000’den fazla Filistinli yaşamını yitirmiştir ve ölenlerin dörtte biri çocuktur. İsrail’in yağdırdığı bombalar sonucunda camiler, okullar, Birleşmiş Milletlere ait binalar ve sivil yerleşim yerleri vurulmuştur. Unicef’e göre vurulan 30 bin evden 10 bin tanesi yıkılmış durumdadır. 1.8 milyonluk Gazze’de altyapı tamamen tahrip edilmiştir, bölgeye elektrik ve su verilememektedir. 
İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Gazze saldırılarında, 66 İsrailli asker, 5 İsrailli sivil ölmüştür. Koruma Hattı operasyonu boyunca Hamas tarafından 3356 roket atıldığı, bunlardan 475’inin İsrail’e düştüğü açıklanmıştır. Atılan roketlerin 116 tanesinin Demir Kubbe savunma sistemi tarafından havada imha edildiği duyurulmuştur.  İsrail ordusu Hamas’a ait 32 tünelin imha edildiğini açıklamıştır. Aynı açıklamada, Hamas’a ait 10 bin roketin üçte birinin operasyonda imha edildiği vurgulanmıştır (Akşam, 06.08.2014). Bu operasyonun üç amacı bulunmaktadır. Birincisi, 2006 Lübnan Savaşı’ndaki hezimeti unutturup, İsrail ordusunun kara kuvvetlerinin gücünü kanıtlamaktır. İkinci amacı, İsrail’in ürettiği silahlarını deneme imkanına kavuşması ve dünya silah ticaretindeki yerini güçlendirmektir.  En alttaki ve daha zayıf amaç ise, İsrail halkının güvenliğini tesis etmek ve Hamas’ı cezalandırmaktır (Yesevi, 2014a).  

İran

İsrail, Batı ile İran arasında devam eden görüşmelere rağmen, İran’ı potansiyel bir tehdit olarak algılamayı sürdürmektedir. İran’ın nükleer programıyla ilgili rasyonel davranıp davranmayacağı siyasal ve akademik olarak tartışılmaktadır. İran’ın sahip olduğu nükleer silahları, terörist gruplarla da paylaşabileceği öne sürülmektedir. İran füzelerinin hedefi vurma yeteneğinin düşük olduğu ve konvansiyonel olmayan silahlarının füze saldırısında etkili olmayacağı da tartışmalarda gündeme gelmektedir.  İsrail’in, İran’a dair en önemli umudu, rejim değişikliğidir (Beres, 2014).  
İran’ın politikaları, İsrail tarafından öngörülebilir olarak nitelendirilmemektedir. Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne  İran’ın nükleer tesisine yapılacak muhtemel bir saldırı için hazırlanması konusunda emir vermiş durumdadırlar. Böyle bir operasyon için İsrail savunma bütçesinden 2.9 milyar dolar ayrılması kararlaştırılmıştır. Binyamin Netanyahu, Şubat 2014’te gerçekleşen AIPAC konferansında, P5+1 ülkeleri ve İran arasında yapılan görüşmelerin kendilerini bağlamadığını, İran’ın uranyumu zenginleştirmeye devam etmesinin, baraj kapaklarının açılması anlamına geleceğini belirtmiştir. İsrail’in bu durumu engellemek istediğini açık bir dille ifade edilmiştir. Savunma Bakanı Ya’alon, Tel Aviv Üniversitesi’ndeki konuşmasında, ABD desteği konusundaki fikirlerinin değiştiğini, İsrail’in tek taraflı bir saldırıyı düşünebileceğini, vurgulamıştır. ABD’nin böyle bir saldırıda öncü olması gerektiğine inanan Ya’alon, Obama Hükümeti’nin, İran’la görüşmelere başlamasının bunu engelleyeceğini belirtmiştir. İsrail’in, bu konuda tek başına olduğunu eklemiştir (Haaretz, 19.03.2014). İsrail’in uluslararası arenada yalnızlaştığını hissetmesi, saldırganlığının artmasına yol açacaktır. 
CNN televizyonunda "The Lead with Jake Tapper" programına konuk olan Kerry: 
İsrail onun güvenlik ihtiyaçlarına her zaman destek olacağımızı anlamalı. Ancak hiç kimse, barış sürecine karşı oldukları ya da iki devleti beğenmedikleri için, yaptıklarımızı ya da söylediklerimizi çarpıtmamalı. Yılmayacağım. Başkan Obama'nın Ortadoğu'da barışı sağlama çabasına gösterdiği bağlılıkta geri çekilmeyeceğim" diye konuşmuştur. (Anadolu Ajansı, 06.02.2014).
Bu konuşma, ABD’nin İsrail’in yanında olacağını, ancak artık farklı siyasal hedeflerin varlığını ortaya koymaktadır.

İsrail, 5 Mart 2014’te Türk mürettebata sahip olan Klos-C gemisinin, İran tarafından Gazze’ye silah taşıdığını duyurmuş ve Kızıldeniz’de seyreden gemi durdurularak Eliat limanına çekilmiştir. Netanyahu, Türk mürettebata sahip olan gemiye giderek basın açıklamasında bulunmuş ve Türkiye ile eskisi gibi ilişkilerinin iyi olmasını istediklerini belirtmiştir. Netanyahu’ya göre, bu operasyon, İsrail gizli servislerinin geminin rotasını ve yükünü ortaya çıkartmalarıyla başarıya ulaşmıştır. Netanyahu, operasyonda, ABD istihbaratının yardımına minnettar olduğunu duyurmuştur. Gemideki silahların, İsrail’i yok etmek amacıyla gönderildiği açıklanmıştır. Netanyahu, gemideki silahların İran tarafından yüklendiğini ve geminin İranlılar tarafından finanse edildiğini açıklamıştır. Netanyahu, İran’ın değişmediğini bir kez daha vurgulamaktadır. Ona göre, güler yüzlü Ruhani, İran’ın gerçek lideri değildir. İran’ın gerçek lideri, dini lider Ali Hamaney’dir. Netanyahu, İran’ın Suriye’de toplu cinayetlere devam ettiğini, Lübnan’da ve Gazze’de teröre destek verdiğini belirtmektedir. 

Netanyahu: 

Cinayet sevkiyatını biz yakaladıktan sonra sadece birkaç soluk kınama duydum. Dünya güçleri İran rejimi ile gülen yüzlerle el sıkışırken biz de Eilat'ta bu füzeleri boşaltıyorduk. Biz Kudüs yakınlarında birkaç ev ya da bir balkon yapsak, dünyanın İsrail'i kınadığını görüyoruz. İsrail devletine karşı koro halinde uluslararası kınama duyuyoruz.

Netanyahu, bu silahların Hamas’ın eline geçmesi halinde Tel Aviv ve Herzilya'yı vurabilmesinin mümkün olacağını, belirtmiştir. Ayrıca Netanyahu, İran’ın elindeki füzelerin Avrupa’yı hatta Amerika’yı bile vurabileceğini iddia etmiş; İran’ın tek amacının nükleer silah geliştirmek olduğunu vurgulamıştır. Akabe Körfezi'ndeki Eilat askerî limanında sergilenen mühimmat ise 160 kilometre menzile sahip M 302 tipi 40 roket, 400 bin 7,62 kalibrelik AK-47 Kalaşnikof mermisi ve 122 mm kalibrelik 181 adet havan topundan oluşmaktadır (Hürriyet, 11.03.2014).
Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi (AIPAC) toplantısında konuşan John Kerry, İsrail’in İran ile ilgili endişelerini azaltmayı hedeflemiştir. İsrail’in güvenliğinin ABD’nin öncelikli konusu olduğunu, İran’ın nükleer silah edinmesini engelleyeceklerini ve bu konuda gözlerinin tamamen açık olduğunu belirtmiştir. İran’la görüşmelerin açık uçlu olmadığını ve İran’ı test ettiklerini eklemiş; 2013 yılı sonunda imzalanan antlaşma ile, İran’ın tesislerinin incelenebileceğini, vurgulamıştır. İran’ın verdiği sözleri yerine getirmemesi halinde, yaptırımların arttırılmasını destekleyeceklerini belirtmiştir. Kerry, İran’ın nükleer programının barışçıl olduğunu ispatlaması gerektiğini, ifade etmektedir. Aynı toplantıda Kerry, İsrail için tek yolun demokratik ve Yahudi bir İsrail devleti olduğunu anlatmış, İsrail’e karşı yapılan boykotlara karşı olduğunu eklemiştir. İsrail-Filistin barış görüşmelerinin olumlu sonuçlanması halinde, İsrail’in Avrupa’ya yaptığı ticaretten fazlasını Filistin’le yapacağını, belirtmiştir (Anadolu Ajansı, 04.03.2014). 

Suriye, 

İsrail’in Suriye’den kaynaklanan tehdit algısı, Hafız Esad döneminden beri sürmektedir. Arap Baharı, İsrail tarafından bir demokratikleşme süreci olarak algılanmamıştır. İsrail’in çoklu-tehdit algısı yoğunlaşmıştır. Suriye’de üç yıldır süren iç savaş ve istikrarsızlık İsrail’i rahatsız etmektedir. İsrail savaş uçakları farklı tarihlerde Suriye’yi bombalamışlardır (Star, 19.03.2014). Bu operasyonların ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, politikalarının net olduğunu, kendilerini inciteni, inciteceklerini duyurmuştur. İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon "Suriye Devlet Başkanı Esad, İsrail'e düşman taraflarla işbirliği yapmaya devam etmesi halinde bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğini" belirtmiştir. Ya’alon, Jeruselam Post gazetesine demeç vermiş ve yaşananlardan dolayı Esad’ın sorumlu olduğunu açık bir dille ifade etmiştir. Mart ayında vuku bulan İsrail-Suriye geriliminin ardından konuşan İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, Suriye yönetiminden karşılık gelmesi halinde daha fazla misilleme yapacaklarını vurgulamıştır. Askerî İstihbarat şefi Amos Yadlin gerilimi daha fazla tırmandırma niyetlerinin olmadığını belirtmiştir (Solportal, 19.03.2014).

Lübnan, 

Suriye Savaşı’nın şiddetlenmesi ve İran’ın maddi ve manevi desteği İsrail-Hizbullah çatışmasının yoğunlaşmasına neden olmaktadır. İsrail, 2014 yılının Mart ayında, Cebel Dov bölgesinde askerî devriye aracının hedef alınmasının ardından Lübnan sınırındaki Kiryat Shmona yerleşim birimi ve Suriye sınırındaki Golan Tepeleri'nin yer aldığı alanları, kapalı askerî bölge olarak ilan ettiğini duyurmuştur. Sınır bölgelerine takviye birlikler yerleştirilmiştir. İsrail topçu birlikleri, Lübnan’ın sınır bölgelerine ateş açmıştır. Bu saldırılarda, İsrail, Lübnan sınırındaki Hizbullah mevzilerini hedef aldığını açıklamıştır (Bursadabugün, 14.03.2014).

Hizbullah, Lübnan’da İsrail’e karşı kurulmuş bir örgüttür. Hizbullah üyeleri Suriye’de savaşmaktadır. Bu savaşta yer alan bir taraf olması Hizbullah’ın savaş deneyimini ve kendine güveninin arttırmıştır. Hizbullah’ın Suriye’de 4-5 bin askerî olduğu sanılmaktadır. Askerî yetkililere göre, son iki yılda İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin eğitimi güney çöllerinden, arazi yapısı Lübnan ve Suriye'ye daha çok benzeyen kuzeyde bulunan Celile bölgesine kaydırılmıştır. Uluslararası Terörle Mücadele Enstitüsü'nden Ely Karmon, Suriye'deki Esad hükümetini korumak için mücadele etmenin, Hizbullah'ın varlık sebebi hâline geldiğini belirtmiştir. Hizbullah İran'dan sağlanan silahları başkent Şam'a getirmiştir. Karmon, örgütün her zaman Suriye'nin stratejik çatısına ihtiyaç duyduğunu ifade etmiştir (Sabah, 23.03.2014). 

İsrail, 2012 yılından, Suriye’nin yaşadığı iç savaş sonucu zayıflamasını, Lübnan’a yönelik bir saldırı için fırsat olarak görmektedir. İsrail, Hizbullah’ın, Suriye’de savaşarak deneyim kazandığının farkındadır. Bunun etkilerini silmek için askerî anlamda hazırlık yapmaktadır. Ayrıca, İsrail, Suriye’deki militanlarla yakın işbirliğine geçmeye çalışmaktadır (Solportal, 22.03.2014). Bu konuda Türkiye ile istihbarat alanında işbirliği yapılması gündemdedir.

Mısır,

İsrail, Mübarek rejimine karşı yapılan darbeden memnun olmamış, radikal islami bir rejimin Mısır’da kurulması tehdit algısının yoğunlaşmasına neden olmuştur. İsrail’ın, Mısır’la ilgili güvenlik kaygıları sürmektedir. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Mısır'ın yaşadığı sorunların üstesinden gelmesinin, İsrail'in çıkarına olduğunu belirtmiştir. Mısır’la işbirliğinin sürmesini istediklerini belirtmektedir. İsrail’in önceliği Negev çölünün kaçakçıların ve teröristlerin arenasına dönmesine izin verilmemesidir. İsrail, Mısır’ın güçlü olmasından ve toprak bütünlüğünü sağlamasından yanadır (Timeturk, 18.03.2014). 

Türkiye

İsrail, 1991 Körfez Savaşı’nda “stratejik ortak” olarak tanımlanmıştır. 2008 yılındaki Suriye-İsrail dolaylı barış görüşmeleri, Türkiye’nin nezaretinde gerçekleştirilmiştir. 2009 yılındaki “Davos olayı” ilişkilerin gidişatını olumsuz yönde etkilemiştir. Taner’in (2012) belirttiği gibi Mavi Marmara olayından sonra, iki ülke birbirlerini ortak olarak görmemektedirler. Taner, Türkiye İsrail arasındaki ilişkiyi, dost gibi görünen düşman, düşman gibi görünen dost olarak betimlemektedir. Bu ilişkide değişen imaj algısı, önem kazanmaktadır. Türkiye, İsrail’i güvenilmez bir ortak olarak tanımlamaktadır. Mavi Marmara gemisine düzenlenen saldırı sırasında İsrail Askerî İstihbarat Başkanı olan Amos Yadlin, Mavi Marmara’da yaşananları, büyük bir hata olarak nitelendirmektedir. 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen olayda, 9 Türk vatandaşı ölmüş, İsrail’le ilişkiler ikinci Kâtiplik seviyesine indirilmiştir (Milli gazete, 05.11.2013).
Son dönemde üzerinde en çok durulan konusu ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, İran’daki İsrail ajanlarını ifşa ettiğine dair haberlerdir. Washington Post yazarı David İgnatius, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, iki ülke ilişkilerinin kötü olduğu dönemde, İsrail’in istihbarat sırlarını, İran’a ilettiğini, yazmıştır. Türk yetkililer, bu haberlerin, İsrail tarafından sunulduğunu öne sürerken, İsrail tarafı, bunun İsrail-Türkiye ilişkilerini bozmak için ortaya atıldığını öne sürmektedirler. İddialara göre, bu olayın sonucunda İsrail, 10 insansız hava aracının, ABD tarafından Türkiye’ye teslimatını engellemiştir (Radikal, 21.10.2013). 
Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyri, İsrail-Filistin barışıyla yakından ilgilidir. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği saldırıları sert bir dille kınamaktadır. Başbakan Erdoğan, İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulüm bitmeden Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmeyeceğini duyurmuştur (Haber7, 11.07.2014).
İsrail İstihbarat Kültürü ve İsrail İstihbaratının Gelişim Süreci
Yahudilerin istihbarat geleneğinin uzun yıllara dayanan bir geçmişi bulunmaktadır. İstihbaratı kuran ve yöneten kişinin Hz. Musa olduğu bile öne sürülmektedir. Ayrıca, ilk teröristler olarak da nitelendirilen, Roma hâkimiyetine karşı ayaklanan Yahudi militanlar, Zealotlar’ın İsrail gizli servisi ve ordusunun kurucusu olan Haganah’ın öncülü olduğu savunulmaktadır. Yıllarca başka ülkelerin istihbarat servislerinden gelen bilgilere bağlı olarak hareket eden Yahudiler, bunun zararını görmüşler ve İsrail devleti kurulur kurulmaz haber alma örgütünün yapılandırılması için gerekli çalışmaları başlatmışlardır. (Deacon, 1999: 11-14).

Richard Deacon (1999: 15-17), 19. yüzyılda Almanya ve Rusya’da yaşayan Yahudiler arasındaki en yaygın mesleğin casusluk olduğunu belirtmektedir. Avrupa genelinde Yahudilerin casusluk faaliyetlerine ilgi duydukları görülmektedir. Bu durumun Yahudiler açısından olumsuz sonuçları olmuştur.  Fransa’da aynı dönemde açık bir Yahudi düşmanlığı görülmüştür. Albay Dreyfus olayı, bunun en açık göstergesidir. Fransız ordusunda görevli olan Yüzbaşı Dreyfus, 1894 yılında, askerî sırları Almanlara satmakla suçlanmıştır. Rusya’daki Yahudi düşmanlığı ise, imparatorluk sınırlarında yaşayan Yahudilerin devrimcilere yakınlaşmasına neden olmuştur. Ancak bir süre sonra sadece Çar taraftarları arasında değil, devrim yanlıları arasında da Yahudi aleyhtarlığı artmıştır. Böylelikle, Yahudiler, çift taraflı ajanlar olarak kendilerini ve çıkarlarını korumaya çalışmışlardır. Azeff olayı, Rusların hafızalarına kazınan bir casusluk olayıdır. Azeff, hem Çarlık Rusya’sının üst düzey yöneticilerini öldürmüş, hem de bu suikastlar sırasında kendisiyle beraber olan devrimcilerin yakalanmasını sağlamıştır.

İsrail’in, siyasal sistemiyle ilgili önemli bir eleştiri, ülkenin kurulduğu ilk günden beri, siyaset ve ordunun birbirinden ayrılamadığı gerçeğidir. İsrail halkı, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin, halkın ve devletin ordusu olma özelliğini koruması konusunda hemfikirdir.  Bu nedenle,  İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin rollerinin ve aktivitelerinin, siyasi karışıklık ve siyasi eğilimlerden uzak tutulması amaçlanmaktadır. Bu fikir, İsrail’in ilk Başbakanı ve Savunma Bakanı Ben Gurion tarafından, tasarlanmıştır. Ancak, işler kurgulandığı gibi gitmemiş, ordu ve siyaset birbirinden ayrılamamıştır. Bu durum, İsrail’in tarihi ve coğrafyasının niteliği ile ilintilidir.  Altı Gün Savaşları, Batı Şeria ve Gazze’nin işgali ve bu olaylar sonucunda gerçekleşen barış süreci, İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin aktivitelerinin siyasetten arındırılmasını imkânsız hale getirmiştir (Pascovich, 2013b).

Modern İsrail devletinin güvenlik anlayışını, Yahudiliğin etkilediği bilinen bir gerçektir. Filistin topraklarında bulunan Kudüs, El Halil ve benzer yerlerin Yahudilerin kontrolü altında bulunması önem arz etmektedir. Yahudiler arasında barış anlayışında toprağın kutsallığını ön planda tutanlar bulunmaktadır. Bu görüşü savunan Yahudi Yerleşimleri Konseyi, Judea, Samaria (Batı Şeria) ve Gazze’den çekilmenin, Yahudi Devleti’nin yıkılmasına yol açabileceğini savunmuştur. Ayrıca yine aynı görüşü dini referanslarla savunan Haham Shlomo Goren, Yahudilerin bu topraklardaki yerleşimleri boşaltmalarının dinen yasak olduğunu duyurmuş ve askerlerin bu yöndeki emirlere uymamalarını önermiştir. İnsan hayatının kutsallığı, İsrail Devleti’nin güvenlik anlayışını etkileyen diğer unsurdur. Buna göre, insan hayatının korunması, kutsal yerlere sahip olma amacından daha üstündür (Bayraktar, 2012: 251-252).
İsrail Devleti, istihbarat servislerine teröre karşı savaşta ve demokratik düzenin korunması konusunda, yüksek yetkiler tanımıştır. Verilen bu yetkiler arasında yakalama, sorgulama, özel hayatın gizliliğine tecavüz, insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, yok edilmesi ve suikastlar düzenlemesi de bulunmaktadır. Yasalar ve düzenlemeler, istihbarat servislerinin sahip oldukları bu yetkilerin kötüye kullanımını engellemeye çalışmaktadır ancak İsrail Devleti’nin ve halkının hissettiği yüksek tehdit algısı çoğu zaman buna engel olmaktadır (Shpiro, 2007a).

İsrail’in istihbarat yapılanması, ABD için öncelikli öneme haiz olmuştur. İsrail istihbarat örgütleri ve ABD’nin istihbarat örgütleri arasında sıkı bir işbirliği günümüzde de devam etmektedir. ABD, İsrail’le istihbarat paylaşımında bulunmakta ve İsrail’i yeni teknoloji ürünlerle ve finansal olarak desteklemeyi sürdürmektedir.   

Aman’ın Tarihsel Geçmişi ve Görev Tanımı

Israil’in istihbarat örgütleri, devletin kurulmasıyla oluşturulmuşlardır. Başlangıçta, askerî olarak İsrail Silahlı Kuvvetleri; içişleri ile ilgili Başbakanlık Ofisi ve siyasi-harici işlerle ilgili Dışişleri Bakanlığı, istihbarat konusunda görevlendirilmişlerdir. Askerî istihbaratın en önemli görevleri, düşman ordularının gücü, yetenekleri, endüstriyel destek gücü, düşman ülkelerin siyasal yapıları, halkların askerî çatışmaya dayanabilme kapasiteleri ile ilgili bilgi toplamaktır (Bar-Joseph, 2010:511). 

Agaf HaModi'in (Aman) İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne  bağlı askerî istihbarat servisidir; Agaf Ha Modi’in, bilgi bürosu anlamına gelmektedir. Şabak ve Mossad, görece bağımsız haber alma servisleri olarak yapılandırılırken, Aman, İsrail Silahlı Kuvvetleri’ne bağlıdır (Shpiro, 2006). 7 Haziran 1948 tarihinde, Ben Gurion, istihbarat birimlerinin yapılandırılmasına karar vermiştir. Büyük Isser lakaplı Isser Beeri, askerî istihbarattan sorumlu olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbaratının başında bulunan Isser Beeri, istihbarat konusundaki tüm gücü elinde tutmaya çalışmıştır. (Black, Morris, 2011: 75-77).

1949 yılında Beeri’nin olaylı bir şekilde görevden alınmasının ardından, Mart ayında İsrail Savunma kuvvetleri İstihbarat şubesi kurulmuş ve başına Chaim Herzog getirilmiştir. Binyamin Gibli ise yardımcı olarak atanmıştır. Herzog, yeni kurulan birimin, iç güvenlik ve karşı istihbarata bakmayacağını, ordu içinde saha güvenliğini sağlayacağını vurgulamıştır (Black, Morris, 2011: 60-65).
Chaim Herzog, askerî istihbaratın görevinin, İsrail’i ani bir Arap ordusunun saldırısı karşısında uyarmak olduğunu açıklamıştır. Başlangıçta, askerî istihbarat, Arap ülkelerinde istihbarat toplamakla görevlendirilirken, dış siyasal servis, özellikle Avrupa ülkelerinde istihbarat toplamakla görevlendirilmiştir. Ancak, askerî istihbaratın büyüyen gücüyle 1950 yılından sonra, görev dağılımının çizgileri değişmiş ve askerî istihbarat Arap olmayan ülkelerde de faaliyet göstermeye başlamıştır (Bar-Joseph, 2010:511). 1949 yılında, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat birimi, Paris’te şube açmıştır, 1950 yılının sonunda tüm Avrupa başkentlerinde, ofis açmıştır. Bu dönemde, askerî istihbaratın ve siyasi dairenin yetki alanları tam olarak belirlenmemiştir. (Black, Morris, 2011: 75-77).
İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisi için en büyük tehdit kaynağı, Arap orduları olmuştur. Mossad, Şabak ve polisin, ona yardımcı olmasına karar verilmiştir. Bu bağlamda, Arap ordularının niyetleri, güçleri, kapasiteleri ve stratejilerinin öğrenilmesi ana görev tanımı olmuştur. İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisi elemanları, günlük, haftalık, aylık olarak bölge ve ülke gözetleme, izleme ve değerlendirme raporları hazırlama görevini üstlenmişlerdir. 1950 yılında, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat servisinin başına Binyamin Gibli gelmiş ve 1953 yılında bölümün adı, İsrail Silahlı Kuvvetleri istihbarat şubesi ya da Aman olarak değiştirilmiştir (Black, Morris, 2011:95-96).
İsrail istihbarat örgütleri, Başbakan Ben Gurion’un talimatıyla, 1952-53 yılları arasında yeniden yapılandırılmışlardır. İstihbarat örgütleri arasında işbirliği ve bilgi alışverişi olması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yeni yapılanmada askerî istihbaratın güçlendirilmesi ve öneminin artmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda 1953 yılında Aman bünyesinde Araştırma Bölümü kurulmuş ve Yom Kippur Savaşı’nın ardından bir bölüm haline getirilmiştir. 1970 yılından sonra, Aman, sadece İsrail Silahlı Kuvvetleri’nin istihbarat servisi olarak değil, tüm hükümetin ve ülkenin savunma gücü olarak görev yapmaya başlamıştır. Aman, İsrail dışında oluşturduğu örgütlenme ile dünya çapında sanayi casusluğunu gerçekleştirmiş ve ülkeye büyük faydalar sağlamıştır. Dünyadaki pek çok istihbarat servisinin aksine, Aman'ın askerî istihbarat faaliyetlerinin kapsamlı olarak; biyografik istihbarat, sinyal/elektronik ve insan istihbaratı (sigint, elint, humint) faaliyetleri de dahil olmak üzere, barış zamanında da sürmüştür.. Bu durumun ana nedeni içinde bulunduğu düşük yoğunluklu çatışma ortamının yarattığı endişelerdir. Bir başka ifadeyle, İsrail'in güvensizliği, Aman'ın güçlenmesinin başlıca gerekçesi haline gelmiştir. Aman Araştırma Bölümü, İsrail devletinin iç işleri haricinde tüm istihbarat alanlarında araştırma ve değerlendirme faaliyetlerinde bulunmuştur. Aman, askerî konulardaki istihbaratın yanında, diğer ülkelerin liderlerinin niyetleri ve barış konusunda istihbarat faaliyetleri üzerinde de çalışmalarını yürütmüştür. Mossad ve Aman arasında askerî güçlerin lojistik ve savunma faaliyetleri konusunda kuruluşlarından beri süregelen bir işbirliği mevcuttur. Aman, İsrail’in diğer istihbarat örgütleri arasında belirli bir üstünlüğe sahip olmuştur. Bu üstünlük, özellikle, 1973 yılına kadar sürmüştür. Aman’ın, 1973 Yom Kippur Savaşı’nın gerçekleşeceği konusundaki istihbarat eksikliği, önemli bir başarısızlık olarak görülmektedir (Pascovich, 2013b; Uri Bar, 2007; Giannoulis, 2011:13; Deacon, 1999:65-67). 

Aman’ın ilgi Alanları, Hedefleri ve Operasyonları

Aman’ın siyasal alana müdahalesi, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni işgali ile yoğunlaşmıştır. Altı Gün Savaşları öncesinde, bu bölgeler, Ürdün ve Mısır’ın kontrolü altında bulunmaktaydı. Savaşın ardından, İsrail Silahlı Kuvvetleri bölgeyle daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Bölgenin ilhak edilmemesi ve bölgede yaşayan Filistinlilerin, İsrail vatandaşlığına geçmemiş olmaları nedeniyle, Batı Şeria ve Gazze dış tehdit olarak değerlendirilmiştir (Pascovich, 2013b). Aman, Arap ülkeleri başta olmak üzere pek çok farklı yerde askerî istihbarat için gerekli olan bilgileri toplamak için çalışmalarını sürdürmüştür.

1950’li Yıllar

Aman, 1950'li yıllarda,  istihbarat yeteneği sayesinde Cezayirli isyancılar hak¬kında bilgi toplamış ve bu bilgileri Fransızlara iletmiştir (Turquie diplomatique, 2013). Aman’ın özel görev subayları, 1950’li yıllarda, Bedevilerden entelektüellere kadar toplumun her kesiminden ajanı istihdam etmişlerdir. 1949-1956 yılları arasında İsrail  Silahlı Kuvvetleri ve Aman’ın en büyük çabası, Arap saldırganlar yani fedailere karşı önlemler almak ve Arap ordularına karşı yapılacak ikinci bir savaşa hazırlanmak olmuştur. Aman, hasım devletlere yönelik bilgi derleme faaliyetlerinde ülkeye sızmaya çalışırken yakalanan Arapları, sınırlarda yaşayan köylüler ve muhbirlerden, istifade etmişlerdir. Aman, istihbarat toplayan devriyeleri ile bilgi akışını sağlamıştır. Telefon ve telsiz dinlemeleri, önemli verilerin toplanmasına katkıda bulunmuştur.   1956 yılı ortalarında, Aman’ın topladığı bilgiler, Mısır ve Suriye yanında Ürdün’ün de Fedayin grubuna yardım ettiğini doğrulamıştır (Black, Morris, 2011:101, 111-117).

1954 yılında, Aman’a katılan Dr. Yuval Ne’eman, askerî istihbaratta, bilgisayar teknolojisinin yaygın ve etkin olarak kullanılmasını sağlamıştır. O dönemde, askerî istihbarat büyük oranda, haber kaynaklarının gönderdikleri raporlara dayanmıştır. Ne’eman, Suriye ve Mısır’dan gelebilecek ani bir saldırının ihtimal dâhilinde olduğunu öngörmüştür. Bu nedenle, askerî istihbaratta “anında bilgi” kavramına önem vermiştir. Böylelikle, 1960’lı ve 1970’li yıllarda, Aman’ın yetki ve faaliyet sahası genişlemiştir. Aman, istihbaratçılardan aldığı raporlar yanında, bilgisayar teknolojisini kullanmıştır. Ne’eman, bilgisayar teknolojisinin yardımıyla, düşmanın deniz ve hava kuvvetlerinin yerlerini doğru olarak tespit etmeyi amaçlamıştır. Bunun yanında, İsrail’in nükleer silaha sahip olması için faaliyetlerde bulunmuş ve Fransızların desteğiyle Dimona nükleer santralini devreye sokmuştur (Deacon, 1999:133-137).

1948 Arap-İsrail Savaşı’nın ardından Aman, Mısır’da “uyuyan hücreleri” kullanmaya başlamıştır. Mısır’da yaşayan Yahudiler, gizli olarak terörist saldırılar için eğitilmişlerdir. 1954 yılında meydana gelen ve Lavon olayı olarak adlandırılan olay, bir istihbarat başarısızlığı olarak bilinmektedir. Lavon, o dönemin savunma bakanının ismidir. Sekiz Mısırlı Yahudi’ye, Aman tarafından Mısır’da Batılılara ait yerleri bombalamaları emri verilmiştir. Bu görevin nedeni, olayın sonucunda Müslüman Kardeşler ve Komünist Parti’nin suçlanmalarını sağlamak ve Nasır rejimine olan güveni sarsmaktı. Aman Şefi Binyamin Gibli’ye göre, Susannah Operasyonu’nun amacı Mısır rejimine Batı’nın desteğini azaltmaktı. Önce İskenderiye postanesi ve ardından Kahire ve İskenderiye’de bulunan altı ayrı yer bombalanmıştır. Saldırılarda 39 Mısırlı hayatını kaybederken, olayın failleri Mısır güvenlik güçlerince yakalanarak öldürülmüştür. Olaylar büyümüş; Mısır ve Sovyetler Birliği arasında silah antlaşması yapılmış ve bu antlaşma, İngiltere ve ABD’nin Asvan Barajı’nın yapımı için verdikleri krediyi geri çekmelerine neden olmuştur. Ardından, Nasır kanalı kamulaştırmış, İsrail, Fransa ve İngiltere’nin ortak askerî operasyonu Nasır’ı iktidardan indirmeyi hedeflemiştir. Fransa, bu olaydan sonra, İsrail’in nükleer gücünü kurmasına yardımcı olmuş ve nükleer İsrail’i yaratmıştır (Weiss, 2013).

1956 yılında Aman, Sina saldırısı öncesinde, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan orduları hakkında tabur ve bölük düzeyinde son derece ayrıntılı bilgilere sahip olmuştur. 1956 Savaşı’nda Aman’ın ikinci büyük başarısı, Arap medyasını yerleştirdiği ajanları sayesinde, dezenformasyon faaliyetleri yürüterek beklenen hedefin Mısır değil Ürdün olduğu bilgisini yaymasıdır. Hatta, Irak’ın Ürdün topraklarına girdiğine dair yalan haberlerin yayılmasını sağlamıştır. 29 Ekim 1956’da İsrailli paraşütçüler Sina’ya inmişlerdir. ABD’nin bile bu harekâttan haberi olmamıştır. Aman’ın bu olaydaki üçüncü önemli başarısı ise, savaş sırasında yakalanan esirlerden son derece önemli bilgiler elde etmesi ve daha sonra kullanılmak üzere bilgisayar ortamında arşivlemesidir (Black, Morris, 1999:120-121). Aman personeli, Mısırlı askerleri, sorgulamaktan ziyade sohbet ortamı sağlayarak esirlerin kendileriyle ilgili pek çok bilgiyi tereddüt etmeksizin vermesine imkân sağlamıştır.  Böylelikle subayların görev yerleri, uzmanlıkları, karakterleri ve psikolojik durumlarıyla ilgili pek çok bilgi bilgisayarlara depolanmıştır. Bilgi bankaları, sabit ve gezici gözlem istasyonları, istihbarat konusunda diğer ülkelerin önüne geçmelerine olanak tanımıştır. Aman görevlileri, insan yaşamayan alanlar ve çöllerde bulunan telefon kablolarına cihaz yerleştirerek, düşman ülkelerin askerî bilgilerine ulaşmayı başarmışlardır. Fotoğraf, radar ve gözlem istihbaratı konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nin istihbarat örgütleri, İsrail istihbarat örgütlerini desteklemişlerdir (Deacon, 1999:133-137).

1960’lı yıllar ve Altı Gün Savaşı, 

14 Şubat 1960 tarihinde, Mısır ordularını Sina Çölü’ne nakletmiştir. Aman, söz konusu bu konuşlandırmayı ancak dört gün sonra fark edebilmiştir. İsrail Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçmiş ve yedek kuvvetler silah altına alınmıştır (Kahana, 2005:262; Bar-Joseph, 2010:514). 

Bu dönemde, Aman ve Mossad arasında bir fikir ayrılığı meydana gelmiştir. Mossad, Alman bilim adamlarının, Mısır’ın füze programını desteklediğini, öne sürmüştür. Ancak, bu görüş, Aman tarafından kabul edilmemiştir. Almanya’nın İsrail’e soykırım tazminatlarını ödemesi bunda etkili olan bir unsurdur (Paskovich, 2013b:13-14). Aman yetkilileri, İsrail hükümetinin isteği doğrultusunda davranmışlardır. Başlangıçta, Aman da Mossad gibi Mısır’ın füze tehdidini ciddiye almıştır. Şimon Peres yönetiminin baskısı, Aman’ın fikrinin bir gecede değişmesine neden olmuştur. Aman, daha önceki fikirlerinin aksine, Alman bilim adamlarının, kimyasal ve biyolojik silahlarla ilgili bir çalışmasının bulunmadığı yönünde beyanat vermiştir (Black, Morris, 1999:173).
Mossad şefi Meir Amit ve Aman şefi Aharon Yariv, 1964 yılında görevlerine başladıklarında, Birim 188’in Aman’dan Mossad’ın kontrolüne geçmesine karar vermişlerdir. Birim 188, Arap ülkelerine casus yerleştirme ve yönetme görevini yürütmüştür. Böylelikle, Mossad, Arap ülkelerindeki Arap ve İsrailli ajanların sorumluluğunu üstlenirken, Aman sadece düşman ülkelerdeki Arap ajanlardan sorumlu hale gelmiştir. Bu değişiklik, ordunun sivil örgütlenmenin kendilerine yeterince bilgi vermediği yönündeki eleştirisinin ardından gerçekleşmiştir (Black, Morris, 1999:195).

1966 yılının sonbaharında,  Aman, Yemen Savaşı’nın ardından Mısır’ın askerî bir operasyona girişmeyeceğine inandığını açıklamıştır. Ancak, Aman bu konuda yanılmıştır. Mayıs 1967’de Mısır, Birleşmiş Milletler gücünün, Sina Çölünden ayrılmasını talep etmiş ve ardından ordusunu Sina Çölüne nakletmiştir (Kahana, 2005:263). 

Aman, Mayıs 1967’de Mısır ve Ürdün harekâtlarını yanlış değerlendirmiştir (Black, Morris, 1999:411). Aman, 1966-67 döneminde, bazı teknik düzenlemeler nedeniyle, yıllık değerlendirmesini yapamamıştır. 1967 yılı Mayıs ayında yapılan toplantıda, bir yıl sonra bir savaş beklemediğini, kesin bir dille açıklamıştır. Aman şefi Aharon Yariv, 14-16 Mayıs’ta Mısır kuvvetlerinin Sina’ya gireceğini tahmin edemediklerini, ifade etmiştir. Aman, 15-30 Mayıs 1967 tarihleri arasında, Nasır’ın Sina’ya girişini, BM Acil Durum gücünün geri çekilişini, ve boğazın kapatılmasını tahmin edememiştir  (Black, Morris, 1999:183,189). 1966-67 döneminde, Aman, İsrail’in Suriye üzerinde artan askerî baskısının Mısır’a etkisini ve Nasır’ın savaşa giden tutumunu, anlayamamıştır. Ancak, savaş sırasındaki istihbaratı, önemli ve başarılıdır (Bar-Joseph, 2007:583).
Richard Deacon (1999:184), Altı Gün Savaşı’nda elde edilen zaferin, İsrail istihbarat örgütlerine ait olduğunu ileri sürmektedir. 1956 Savaşı sonrasında, Araplara karşı kısa sürecek ama etkin sonuçları olacak bir savaşın, Arap-İsrail sorunun çözebileceği sonucuna varılmıştır. Altı Gün Savaşı’nda elde edilen zaferin, Mossad ve Aman’a ait olduğu öne sürülmektedir. Bu savaşta İsrail’in Humint’ten yani insana dayalı istihbaratından sonraki en önemli başarısı, Air-Photint yani hava fotoğraflarıdır. Ayrıca, Sigint adı verilen sinyal istihbaratı, düşmanın telsiz mesajlarının ve telefonlarının dinlenmesini sağlamıştır. Aman, 1967 savaşı sonunda yenilen üç Arap ordusunun yapılarını, silahlarının ve personelinin niteliğini öğrenme fırsatına kavuşmuştur. Aman görevlileri, savaşta ele geçirilen gizli belgeleri uzun süre incelemişler ve son derece önemli bilgiler elde etmişlerdir (Black, Morris, 1999:197, 200).

1967 Altı Gün Savaşı, Arap devletlerini ve özellikle Mısır Devlet Başkanı Nasır’ı utandıran bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. Savaşın ardından Nasır istifasını sunmuş ancak Mısır halkının desteği sonucunda istifasını geri çekmiştir. Cemal Abdul Nasır’ın 1970 yılında kalp krizinden hayatını kaybetmesinin ardından yerine geçen Enver Sedat’a göre, İsrail’le savaşın ve barışın olmadığı düzen kabul edilemezdi.  İsrail ise, 1967 savaşı ile geniş sınırlara ulaşmış ve stratejik bir derinliğe sahip olmuştur. İsrail, bu dönemde ve sonrasında 3 ana askerî amaca sahip olmuştur. İlk hedefi, küçük kara ordusu ve ilk saldırıyı engelleyecek kapasiteye sahip düzenli ve üstün teknolojiyle donatılmış güçlü hava kuvvetleri ile sınırlarını korumaktır. İkinci hedefi, saldırıya karşı koyacak iyi eğitimli ve hızlı şekilde mobilize olabilecek yedek kara kuvvetlerinin bulundurulmasıdır. İsrail’in üçüncü hedefi ise, sınırlardaki birliklerin ve yedeklerin harekete geçmesini sağlayacak yeterli erken uyarı sisteminin yapılandırılmasıdır. Ancak, Ekim 1973’teki savaşta bu üç temel amacın gerçekleştirilmesi konusunda başarısızlık yaşanmıştır. Bu savaşta en önemli başarısızlık, stratejik ikaz ve ihbar sisteminin bulunmayışı olarak açıklanmaktadır  (Buckwalter, 2002).

Mossad ve Aman ajanları, Altı Gün Savaşları’nın ardından, Dimona nükleer tesisindeki faaliyetlerine devam edebilmek için uranyum ve plütonyum arayışına girmişlerdir. Bu amaçlarını 1968 yılının sonunda, gerçekleştirmişlerdir. Batı Alman bandıralı bir gemi uranyum yüküyle Antwerp’ten ayrılmış, İtalya’ya gitmesi gerekirken Rotterdam’dan, Almanya’ya geri dönmüştür. Yolda geminin yükünün boşaltıldığı ve personelinin değiştirildiği anlaşılmıştır (Deacon, 1999: 231). Böylelikle, nükleer tesis için gerekli olan materyal İsrail tarafından ele geçirilmiştir.

Aman üzerindeki istihbarı görevlerin arttığı görülmüştür. Altı Gün Savaşları’nın ardından Aman ve Şabak arasında yeni bir görev dağılımı yapılması Aman’ı rahatlatmıştır. Bu savaşla işgal edilen yerler, iç istihbaratın görev sahasının genişlemesine neden olmuştur. Aman, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinli ajanları Şabak’a devretmiştir (Black, Morris, 1999: 208). 

1970’li yıllar ve Yom Kippur Savaşı, 

1967 Altı Gün Savaşları’nda elde edilen zaferin ardından Aman, Arap ordularının toparlanmak ve yeniden silahlanmak için bir yıl ya da bir buçuk yıla ihtiyaç duyacaklarını öngörmüştür. Bu öngörüyü haklı çıkaracak şekilde, 1968 yılında, Mısır’ın askerî gücü resmi rakamlara göre savaş öncesi durumundan daha üstün hale gelmiştir. Aman, cephe boyunca farklı yerlerde kurduğu dinleme cihazları ile Arap askerî istihbarat servislerini dinlemiştir. 1968-70 yılları arasında İsrail, hava saldırıları düzenlemiştir. Bu döneme yıpratma savaşı adı verilmiştir. Aman, İsrail komandoları ve havacılarına hedeflerin yerlerini bildirerek yardımcı olmuştur. Aman, Mısır cephesini havadan gözetleyen pilotları korumak için İHA (İnsansız Hava Araçları)  geliştirmiştir. Daha sonra, uzun menzilli ve kameralı 'dron'lar geliştirmeyi başarmıştır (Black, Morris, 1999:239-240). 

Aman, Yom Kippur Savaşı öncesinde, Mısır ve Suriye’de haberleşme trafiğinin arttığını, köprü inşa faaliyetlerinin gerçekleştirildiğini, mayınlı arazilerin temizlendiğini, tespit etmiştir. Ancak, savaşın çıkmayacağı sonucuna varmıştır. Hükümet yetkilileri, Mossad’ın istihbarat kaynaklarından pek çok uyarı almışlardır. Nasır’ın damadı Eşref Marvan, Mısır savaş planı da dahil olmak üzere pek çok doğru bilgiyi, İsrail’e vermiştir. Ancak, Aman şefi Zeira, Marvan’ın durumunu sorunlu bulmuştur. Marvan’ın savaşın başlayacağına dair verdiği son dakika istihbaratı, İsrail’i tamamen sürpriz bir saldırıdan korumuştur (Bar Joseph, Levy, 2009:483). 

13 Eylül 1973 yılında Suriye-İsrail çatışması, Suriye’nin 12 uçağına karşı 1 İsrail uçağının düşürülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu olayın ardından, Aman misilleme beklentisinde olduğunu bildirmiştir. Ancak, Mısır ve Suriye’nin kuvvet konuşlandırmaları normal olarak nitelendirilmiştir. 25 Eylül 1973’te Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail Başbakanı Golda Meir’le acil bir görüşme yapmayı istemiş, Suriye’nin savaş hazırlığında olduğunu ve Mısır’ın Suriye birlikleriyle birlikte hareket edeceğini iletmiştir. Başbakan Golda Meir, bu haberi Aman’ın araştırmasını istemiştir. Aman şefi Eli Zeira, Kral Hüseyin’in Enver Sedat’ın yanında yer aldığını ve İsrail’e blöf yaptığını ileri sürmüştür. Kral Hüseyin’in uyarısı Golan tepelerinde İsrail’in gücünün arttırılmasını sağlamış, ama Meir’in ertesi gün Avrupa’ya yapacağı ziyareti engellememiştir. 28 Eylül’de, Sovyetler Birliği’nden göçen Yahudileri taşıyan Moskova-Viyana seferini yapan tren, Suriye’de örgütlenmiş olan Filistinli bir örgüt tarafından ele geçirilmiştir. Örgüt üyeleri, Sovyet Yahudileri için Schonau Kalesi’nde hazırlanan transit merkezinin kapatılmasını talep etmişlerdir. Kendisi de bir Yahudi olan Avusturya Şansölyesi, rehineleri kurtarmak için örgütün isteklerini kabul etmiştir. Bu olay, Başbakan Golda Meir’ın ülkeye dönmesinin gecikmesine neden olmuştur. Meir, 3 Ekim 1973’e kadar ülkesine dönememiştir (Buckwalter, 2002).

Mısır, 27 Eylül 1973’te, seferberlik ilan ederek yedek kuvvetlerin 7 Ekim’e kadar hizmet vereceklerini duyurmuştur. Mısır, 1973 yılı boyunca 23 kez yedek kuvvetlerini seferberliğe çağırmıştır. 30 Eylül’de, İsrail tarafını yanıltmak için yedek kuvvetlerinin küçük bir kısmını terhis etmiş, ancak yedek kuvvetlerin büyük kısmı askerî hizmetlerine devam etmişlerdir. Aman, insan istihbarat (Humint) unsurlarının uyarılarına rağmen, bu ve benzeri hareketlilikler genel durum olarak nitelendirmiştir. İsrail’i asıl yanıltan daha önce savaş çıkacağı konusunda sürekli aldıkları istihbaratlar ve bunlar sonucunda savaş çıkmaması olmuştur (Buckwalter, 2002).

6 Ekim 1973 yılında, 13:55’te başlayan Yom Kippur Savaşı’nın gelen pek çok istihbarata rağmen öngörülememiş olması, Aman açısından bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta baskına uğranılmış olması devletin diğer kurumlarının olduğu gibi Aman'ın da sorgulanmasına neden olmuştur. Yom Kippur Savaşı ile ilgili istihbarat bilgileri yanlış yorumlanmıştır. İstihbarat örgütlerinin yönetim kademesinde sorunlar baş göstermiştir. Bu dönemde hükümet çevrelerinden, Aman ve Mossad’a yönelik yoğun eleştiriler gelmiştir. Aman’ın istihbarat başarısızlığının nedenleri araştırılmıştır. Aman’ın lider kadrosunun sık sık değiştirilmesi,  Aman personelinin kendilerini güvende hissetmemelerine neden olmuştur. Aman şefi Tümgeneral Eliyahu Zeira, 1973 yılında göreve getirilmiştir. Aman’a bağlı görev yapan subaylar, Mısır’ın savaş hazırlığı yaptığını iletmişler, ancak Zeira onlarla aynı kanıda olmamıştır. Moşe Dayan anılarında, 1973 yılının Ekim ayı başlarında, Aman’ın Mısırlıların tatbikat düzenlediğini ilişkin bilgi verdiğini ancak Aman tarafından bu durumun savaş hazırlığı olarak değerlendirilmediğini açıklamıştır. Mossad, 1973 yılında, Norveç’in Lillihammer şehrinde masum bir kişiyi terörist sanarak öldürmüştü. Mossad’ın bu başarısızlığının ardından Mossad’dan gelen raporlara gereken önemin verilmemeye başlanmıştır; Mossad ve Aman arasındaki eşgüdüm bozulmuştur.  NSA ve CIA’dan gelen istihbaratlara da gereken önem verilmemiştir. ABD hükümeti, şüpheleri olmasına rağmen, kesin olarak Mısır’ın bir savaş başlatacağına inanmamıştır. 5 Ekim 1973, saat 18:00’de Mısır ve Suriye saldırısının başlayacağına dair gelen istihbaratlara rağmen, Aman şefi Zeira, bu görüşü kesinlikle reddetmiştir. Yom Kippur Savaşı’nda yapılan en büyük hata, Aman’a gelen bilgilere, Şabak ve Mossad’a gelen bilgilere göre, daha çok önem verilmesidir. Diğer üzerinde durulması gereken konu ise, istihbarat birimlerine yazılı raporlar gelmesi ancak fotoğraf ve haritaların eksik kalmasıdır (Deacon, 1999:281-290). 

Aman şefi Zeira, Yom Kippur Savaşı’nı incelemek için kurulan Agranat Komisyonu’na verdiği ifadesinde, istihbarat kaynağının kendilerine pek çok kez Mısır saldırısı hakkında bilgi verdiğini, orduyu alarma geçirdiklerini, ancak saldırının gerçekleşmediğini belirtmiştir. Zeira, kaynağın kendilerini, 6 Ekim tarihinde “bugün” dediğini eklemiştir. Aslında, Aman, 1973 yılı ortalarında, Mısır ve Suriye’nin savaş planını öğrenmiş, ancak ordu Arapların kullandığı farklı taktiklerden dolayı bunu anlayamamıştır. Eylül 1970’de, Enver Sedat, İsrail’le savaş planını açıklamış ancak İsrail tarafından ciddiye alınmamıştır.  1967’deki zaferle İsrail, stratejik derinlik kazanmıştır. Aman, Mısır’ın hava kuvvetlerinin güçsüz olduğuna ve Suriye’nin Mısır olmadan İsrail’le savaşmayacağına dair güçlü inançlara sahip olmuştur (Black, Morris, 1999: 243-246). 
İsrail’de seçimlerin yakın olması, savaş hazırlığına kaynak aktarılmasını güçleştirmiştir. Araplar, hava üstünlüğü problemini uzun-menzilli uçaklar değil, Sovyet yapımı SAM ve Scud füzeleriyle çözmüşlerdir. 1973 yılında, Mısır’ın elinde bulunan SAM füzeleri, kara kuvvetlerinin korunmasını sağlamıştır.  Hava gücü üstünlüğünün İsrail’in düşündüğü kadar belirleyici olmadığı anlaşılmıştır. Mısır ve Suriye’nin işbirliği gerçekleşmiştir (Buckwalter, 2002). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***