IRAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IRAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2021 Cuma

Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…

 Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…



Ali ERALP:

Bazı arkadaşlarım küresel proje uyarısı yapıyor bana. Ülkenin küresel tehlikelerle karşı karşıya olduğunu vurguluyor…

Ben bu konuya 20 yıl önce, 1999 yılında, Cumhuriyet gazetesinde, tam sayfa yayınlanan bir makalemle dikkat çekmiştim. 

Daha sonra da Çetin Yetkin ağabeyin çıkardığı “Müdafaa-i Hukuk” dergisinde aynı konuyu ele almıştım. İmamoğlu’nu topluma “Hain” tanıtan bazı kişilere ve çevrelere de bu makalede yanıt veriyorum:

“Yıllardır bu ulusun başına bir "küreselleşme", bir "Yeni Dünya Düzeni" belâsı sardırıldı. Cumhuriyet devrimleri unutuldu.
Amerika'nın öncülük ettiği bu "uluslararası soygun" projesi, tüm insanlığı tutsak almayı hedefleyen bu köleleştirme ideolojisi" ön plâna çıkarıldı.
Sovyetlerin yıkılışı ile dünya düzeninin de Amerika'nın güdümünde tek kutuplu bir yapıya dönüşmesi, bu çabalan iyice kolaylaştırdı.
Bütün bu oluşumların sonucunda ırkçı, dinci dalgalar yükselirken, devrimci rüzgârlar yavaşladı.

Hatta bazı solcular bile, "Artık tarihsel koşullar değişti" gerekçesiyle bu küreselleşme akımına omuz verdiler. Sosyal ve ulusal devlet kavramının 
anlamını yitirdiğini öne sürerek, uluslararası sermayenin dayattığı bu ideolojiyi baş tacı ettiler. Öylesine benimsediler ki bu yeni (!) düşünceyi, işi, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, Kemalist devrimin tüm kazanımlarını yadsımaya kadar vardırdılar…”
(Küreselleşme, Eğitim Ve Duyarsızlık, Cumhuriyet, 22 Kasım 1999)
   1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır bugün. Ülkemiz ABD, AB ve yerli uşakları tarafından kuşatılmıştır. 
Birliğimiz, bütünlüğümüz, üniter yapımız yok edilmek istenmektedir.
Sevr gündemde dir. Ordu, yargı, tüm ulusumuz ateş altındadır. Vatanımız ateş altındadır.
Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır.
Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. 
Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.
ABD’nin hedefinde ulus devletler vardır. Çünkü ulus devlet demek bağımsızlık demektir. Ülke çıkarlarını korumak demektir.
Ulus devletlerin parçalanıp, devletçiklere dönüşmesi Amerika’nın dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Uluslar parçalanmalı, etnik, dinsel, cemaatler temelinde yeniden düzenlenmelidir.
Bu amaçla ilk girişim Irak’ta gerçekleştirilmiştir. Sıra Türkiye, İran ve Suriye’dedir. Asya’nın merkezine, kalbine doğru bir yürüyüş… Kafkasların işgali ve yenidünya imparatorluğu…
Bu bir dünya egemenliği savaşımıdır. BOP planı hayata geçirilmeye çalışılmaktadır
Amerika ve yerli uşaklarının ülkemizde istedikleri gibi at koşturup, saltanatlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’nin de Irak ve Yugoslavya gibi parçalanması gerekmektedir.
Çünkü bir düşmanı yok etmenin en kestirme yolu mezhepleri, dinleri, etnik grupları birbirine düşürerek, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamaktır. 
Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da ve şimdi Suriye’de yapılan budur. Türkiye’de de bu oyun sahnelenmektedir.

Bu bir “Böl, Yönet” oyunudur.

Yoksul ülkelerin bazı işbirlikçi Eşbaşkanları da bu oyunda figüran rolündedirler. Görevlerini büyük bir çaba ve bağlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadırlar…
Çünkü onlar da bu planın bir parçasıdırlar. Bu savaşım, ABD ile birlikte onların da “var olma” ya da “yok olma” savaşımıdır. Gelecekleri buna bağlıdır.
Ortadoğu’dan ABD’nin elini eteğini çekip, kendi ülkesine dönmesi, yani emperyalizmin yenilgiye uğraması, onun işbirlikçilerinin de yok olması demektir. 
O zaman ne Talabani kalır, ne Barzani ne de Öcalan… O zaman AKP’nin esamisi (ad) bile okunmaz…
Bu açılımlar, saçılımlar, Ergenekon’lar ABD’nin Yeni Dünya Düzenini oluşturmak için yapılmaktadır.
Kürt açılımı bir ABD açılımıdır. Kürt açılımı, Ergenekon tertibi bir ABD tasarımıdır.
Bu tasarımın temelinde, çatısında, her noktasında Amerika vardır. Demokrasi, kardeşlik, özgürlük, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kulağa hoş gelen sözler bu gerçekleri gizlemek içindir.

Kürt açılımı, Lozan’ın yadsınmasıdır. Sevr’dir.

(Emperyalizm, Malta sürgünleri ve Ergenekon, 08.02.2010 - Müdafaa-i Hukuk Dergisi)

Şimdi de gelelim günümüze: Bu “Küresel proje” uyarısı karşısında, bir değerli arkadaşıma verdiğim yanıtımı buraya yeniden alacağım:
“Sevgili Serap, küresel projeyi de görelim, Türkiye'nin şu anda içine düştüğü bataklığı da... Öncelikle vatanımızı yobazların, din satıcılarının elinden kurtaralım. Onlara MHP gibi koltuk değnekliği yapmayalım ve asla AKP genel başkanının bir BOP EŞBAŞKANI olduğunu unutmayalım.

Elbette yanlış yolda yürüyenlere, yanlış çizgi izleyenlere eleştirilerimiz olacaktır. Ki ben bunu makalelerimde defalarca yaptım. Yapıyorum. 
Ama ÖNCELİKLERİ iyi belirlemek gerekir... Her şeyin bir zamanı var...”
Bu açıdan bakılınca, ben şu anda ülkemizi bataklığa çeviren AKP ve onun uygulamalarına tek laf etmeyip, İmamoğlu’nu ve CHP’yi “Hainlikle” suçlayanları, seçimlerde “tarafsız” kalarak Binali Yıldırım’ın değirmenine su taşıyanları kınıyorum.
Din tüccarları, yobazlar, yalancılar, talancılar ve daha önemlisi BOP EŞ BAŞKANLARI ile antiemperyalist mücadele verilemez diyorum.

(alieralp37@gmail.com)
***

4 Aralık 2020 Cuma

Adb Irak İşgali 3 YILI

Adb Irak İşgali 3 YILI 




İşgalin 3. Yılında Pandora'nın Kutusundan Çıkanlar,

Mete Çubukçu,


Irak’ın durumu ile ilgili yapılacak değerlendirmeler artık “wishful thinking”i aşmış durumda. Durum tahminlerimizin ötesinde bir vehamet içeriyor.
Çünkü, reel politikacıların, düşünce kuruluşlarının ya da Amerikan politikasını yürütenlere yön verenlerin stratejilerinin iflas ettiğini söylemek 
“niyet beyanından”, “biz söylemiştik” ten öte bir şey.

Tabii ki Irak’ın işgalini hâlâ başarı olarak görenler, savunanlar var. Ama hiçbir aklı selim sahibi -ki buna neoconların fikir babaları, neocon politikayı 
dışarıdan destekleyenler de dahil- Irak’taki içler acısı durumu inkar edemiyor.
ABD Dışişleri Bakanı Rumsfeld “Irak’ta her şey yolunda” diyor kaçınılmaz olarak. İşgal destekçileri ise ondan öteye giderek Irak’ta “neleri başardıklarını” 
sıralıyorlar. Ama onların reel politik bakış açısıyla 3. yılda geriye dönüp baktığımızda önümüze çıkan manzara ve rakamlar onların bile içinden 
çıkamayacakları bir bilançoyla karşı karşıya geldiklerini ortaya koyuyor.
Amerika’nın Irak’ı işgalini destekleyenler, işgalin yolunda gitmemesini 3 yıldır olmadık bahanelerle savunanlar, geriye dönüp baktıklarında savunmalarını 
genelde 4 noktada topluyorlar;

1. İşgal Saddam Hüseyin gibi bir diktatörü devirmiştir.
2. Çağdışı bir rejim yıkılmıştır.
3. Saddam Hüseyin sonrası Irak bölgede tehdit olmaktan çıkmıştır.
4. Demokrasiye geçilerek seçimler yapılmıştır.

ABD yönetiminin 3. yıldaki en önemli ikilemi şudur: “Irak’tan çekilirsek iç savaş çıkar ve kontrolü kaybederiz”; Irak’tan çekilmedikçe işgale karşı direniş yükselecek ve kaos artacaktır. Önümüzdeki dönemde Amerikan politikacılarının en temel tartışma konusu bu olacaktır.

Çekilme: Ortadoğu’yu yeniden işgale kalkışan güçlerin her şeye rağmen Irak’tan kısa vadede çekileceklerini beklemek hata olur. Nitekim Bush bile 2009 yılına kadar Irak’ta kalacaklarını saklamıyor. Tüm başarısızlığa rağmen çekilme ABD İmparatorluğu’nun prestij ve morali açısından kaldıracağı bir durum değil. Üstelik, İran gibi yeni bir hedefin (Amerika’ya kafa tutacak Irak’tan çok farklı bir ülkenin) yanı başında durduğu coğrafyayı hemen boşaltması beklenemez. Bazılarının iddia ettiği ve çoğunlukla komplo-kaos teorisine dayanan “ABD’nin bölgedeki kriz üzerinden politikasını yürüteceği ve dolayısıyla Irak’taki kaos ortamının bilinçli olarak körüklendiği” tezinin hiçbir dayanağı mevcut değil. Çünkü Irak’taki durum kontrol altına alınmadıkça Amerikan kamuoyu tepkisinin giderek arttığı görülmektedir. Üstelik, Irak’taki petrolü bir an önce kontrol altına alıp dünya piyasalarına sürmek ve piyasalar üzerinde daha etkin bir kontrol sağlamak isteyen ABD ve küresel şirketler için Irak işgalinin umulduğu gibi gitmemesi uzun vadede kendilerinin aleyhine dönecek bir silah gibi durmaktadır. Bush yönetiminin, İran ve Suriye üzerindeki baskısını arttırması belli bir politikanın ürünüdür ama askerî olarak Irak’ın kontrol altına alınamaması ABD’nin bilinçli bir politikası değildir.

İç Savaş: Ancak, ABD’nin Irak’tan çekildikleri takdirde “bir iç savaşın yaşanacağı” tehdidini ve medya aracılığıyla bu dezenformasyonu yayarak özellikle uluslararası kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı bilinmektedir. Bu dezenformasyondan Türkiye kamuoyu da nasibini almaktadır. Irak’ta var olan koşullarda zaten bir iç savaş yaşanmaktadır. Yaşanan iç savaşın derinleşmemesi, kitleselleşmemesi, şimdilik bazı Şii (Sadr gibi) ve Sünni (Sünni Ulema Birliği) liderlerin çabalarına bağlı olup kısa süre sonra bu çaba da sonuçsuz kalma ihtimaline sahiptir.
İşgali savunanların bir diğer argümanı ise her şeye rağmen Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmış olmasıdır. İşte bu sav birbirini ile ilişkisiz iki gerekçenin bir arada savunulmasıdır. Tarihi, geçmişi, insanları, doğal kaynakları ile yok olmaya doğru giden bir ülkenin işgali Saddam Hüseyin’in devrilmesi ile haklı gösterilmeye çalışılmaktadır.

Seçim: Irak’ta seçim yapmayı bile başarı sayanlar, indirgemeci bir mantıkla demokrasiyi sadece seçimlerle özdeşleştirmektedir. Oysa seçim demokrasinin sadece bir unsurudur. Üstelik Irak seçimleri ülkeyi birleştirmeye değil bilakis parçalanmaya yaklaştırmış, tüm etnik ve dinî gruplar sadece kendilerini temsil edenlere oy vermiştir. Bu da Irak’ı iç sınırları çizilerek üç saflı hale getirmiştir. İyad Allavi’nin liderliğindeki laik ve farklı grupların oluşturduğu cephe Meclis’te 25 sandalye kazanmış dahi olsa bu birliktelik sembolik olmaktan öteye gidemeyecektir. Çünkü Iraklı Araplar mezheplerine, Kürtler etnik kimliklerine göre hareket etmektedir.

Ordu: Bu saflaşma askerî olarak de netleşmiş ve Irak ordusu ve polisi olarak algılanan güçler aslında Şii ve Kürtlerin kendi güvenlik güçleri olup her grup kendi içinde silahlı olarak da bölünmüştür. Üstelik Irak ordusu denilen yapı içinde barınan Ölüm Mangaları özellikle Bağdat civarında Saddam Hüseyin’i aratmayan toplu katliamlara imza atmaktadır. Bu ölüm timlerinin birçoğu yönetimde hakim olan Şii grupların içinden çıkarken, hükümetin kontrolü ve bilgisi dahilindedir. Sayıları 100 bin civarında olan Irak Ordusunun, karşısında ise 30-40 bin militan ve 100 bine yakın milisin bulunduğu bir direnişçi bloku söz konusudur.
Anayasa: Anayasadaki muğlak ifadeler de ileride karşımıza çıkacak çok parçalı, her grubun kendi yorumuna göre yön vereceği ve parçalanmayı hızlandıracak bir metin olarak durmaktadır. Hem adem-i merkeziyetçi hem de gevşek bir federatif yapıyı öngören Anayasa kendi içinde çelişkili maddeler ve ifadelerle dolu olup uygulanması neredeyse imkansız gibidir. Aralık ayında yapılan bir seçimin sonucunda hâlâ bir hükümetin kurulamamış olması da ülkenin tüm bu saydığımız segmentlere ayrılmasının bir sonucudur.

Bu ayrışmanın sonucunu şimdiden görmekteyiz. Ancak Amerikan işgali devam ettiği sürece kaosun derinleşeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Irak’ta Kürtler hariç diğer gruplar bir an önce işgalin sona ermesini temel koşul olarak öne sürmektedir.

Yeni Aktörler: Tüm bunların yanı sıra Irak’ın mevcut durum dolayısıyla bölgede ortaya çıkan yeni aktörlerin yol açacağı yeni oluşumların önümüzdeki dönemde nasıl davranacaklarının hâlâ belirsiz olmasını gösterebiliriz. Çünkü önümüzdeki yıllarda bölgenin geleceğinde rol oynayacak yeni bileşenler ortaya çıkmıştır:

1. Bölgede, Pakistan’dan başlayarak, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Bahreyn, Suudi Arabistan’a uzanan bir çizgide ortaya çıkan Şii Kuşağı,

2. Irak, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürt Kuşağı,

3. Arap kimliğinin yitirilmesinden sonra Irak’ta ortaya çıkan İran etkisi.

Bu üç önemli gelişme Türkiye’yi içine alan bir eksende (sadece Kürt ekseni ile değil) etki yaratma kapasitesine bağlı olup yine sadece Türkiye’nin kendi inisyatifi ile politika oluşturabileceği ya da aşabileceği bir durum değildir. Her ne kadar kadar AKP hükümeti bütün bölgedeki hükümetler ve kendine yakın hareketler (Hamas gibi) üzerinde etki kurup bölgesel bir aktör olmaya soyunsa da yukarıda saydığımız üç argüman nedeniyle Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak kendi başına bu rolü üstlenebilecek bir durumda değildir. AKP hükümeti başından itibaren yürüttüğü dış politika üzerinden iç politika yürütme yeteneğini yitirmiş gibi görünürken, konjonktürel olarak Irak’ın işgali ve Avrupa Birliği üzerinden yaratmaya çalıştığı ve bir oranda da başardığı olumlu rüzgarın hızından yorulmuştur. AB rüzgarı bir yana konacak olursa, AKP hükümetinin Ortadoğu’ya yönelik perspektifinin olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Hükümet, danışmanları aracılığı ile bir “Osmanlı uzlaşması” benzeri orta çaplı emperyal bir hülya ve anakronik bir hareket tarzıyla mı hareket etmektedir, yoksa Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, iflas etmiş ve uygulaması çok tartışılır hale gelen Büyük Ortadoğu Projesi üzerinden mi? Ya da görece bağımsız bir tavır mı takınacaktır. Örneğin, olası bir İran krizinde ne yapılacağı bilinmemektedir. Özellikle de medyaya yansıyan ve Irak işgali öncesi 25 milyar üzerinden yapılan ve rakam çok yüksek bulunarak reddedilen “at pazarlığı” sonrası.

Olası bir kriz sırasında Türkiye’nin önceliği tabii ki kendi Kürtlerinden kaynaklı olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ve onun hemen yanı başındaki İran Kürtleri olacaktır. Bu yüzden işgalin 3. yılında Türkiye kendi Kürtlerine yönelik gerekli açılımları yapmak zorundadır. Zira işgal Kürt meselesini sadece Türkiye’nin kendi iç meselesi olmaktan çıkarmış ve yine Irak Kürtleri’ni de aşmıştır.
Bu yüzden bir Şii ekseni Türkiye’yi dolaylı olarak etkileyecek bile olsa Kürt ekseninde Türkiye’ye doğrudan muhatap olacaktır. Irak’ı işgal etmeyerek ve asker göndermeyerek onurlu bir tavır sergileyenlerin aksine, işgale bulaşılmadığı için hâlâ üzülenleri de unutmadan önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin anahtar ülke konumunda olacağını hatırlatmakta da yarar var.

Vaatler ve Gerçekler

1 Haziran 2003’te George Bush “Irak’ı söz verdiğimiz gibi özgürleştirdik. Ülkeyi temsil eden bir hükümet kurulmasını sağlayacağız. Amacımız kendi sorunlarını kendi çözecek, kendi güvenliklerini sağlayacak geçişi sağlamaktır” derken muhafazakar kanadı temsil eden gazetecilerden George Will Mart 2006’da şunları söylüyor: “İşgalden 3 yıl sonra ortada bir Irak ulusu var mı bilemiyoruz. 2 seçim ve bir anayasa referandumunun ardından Irak hâlâ bir hükümete sahip değil”.
İç savaş korkusu büyürken Şii Başbakan İbrahim Caferi, Şii ölüm mangaları ile ilintili olduğu için kabul görmüyor. Uzlaşma hükümetinin kurulması zor görünüyor.
8 Nisan 2003 tarihindeki Bush ve Blair’in ortak açıklamasından: “ Irak’ın geleceği Iraklılara aittir. Yıllar süren diktatörlüğün ardından Irak özgürleşti. Biz de Irak halkının kendi geleceğine karar verecek demokratik ve barışçıl bir ortamı yaratmakla yükümlüyüz.”

Yanıtı 2006’nın Mart ayındaki Uluslararası Af Örgütü’nün raporundan: “Irak hükümeti vatandaşlarına hayatlarını korumak için gerekli olan asgari güvenceleri sağlayamaz durumda olup işkence kadın erkek ayrımı gözetmeden devam etmektedir. 14 bin mahkum kaynağı belirsiz suçtan cezaevlerinde yatmaktadır”.
Irak’ta Saddam Hüseyin sonrası ifade özgürlüğünün sınırlarının genişlediği iddia ediliyor. Bu doğru. Ancak, bunun doğru olması önümüzdeki tabloyu görmememize engel değil. Örneğin, işgal güçlerinin aleyhine yazıp çizmek hapse girmek, gazete ve TV’nizin kapanmasıyla eşanlamlı. Ülkede yükselen İslamcı dalga (Şii-Sünni) günlük yaşamı ciddi bir şekilde etkilemekle kalmayıp, Irak’ın İslamlaşma sürecine de katkıda bulunuyor. Irak hiç olmadığı kadar seküler kurallardan uzaklaşırken günlük yaşamın küçük ama önemli ayrıntılarında kadınlara yönelik büyük baskılar göze çarpıyor. Ülkenin yetişmiş kuşakları özellikle üniversite öğretim üyeleri ve aydınlar öldürülüyor, ülkeden kaçmaya zorlanıyor. Sadece 2005 yılında öldürülen öğretim üyesi sayısı 300. İşgalin hemen ardından başlayan yağmalama karşısında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in manidar açıklaması Irak’taki “özgür” ortam açısından önemliydi: “Irak’a özgürlük getirdik. Bunun içinde adam öldürme ve soygun yapma da var”.

Beyaz Saray Sözcüsü Ari Fleischer, tarih 18 Şubat 2003: “Irak Afganistan’ın tersine zengin bir ülkedir. İnanılmaz zengin kaynaklar da Irak halkına aittir. Bu yüzden Irak kendi kaynakları ile kendisini yeniden yapılandırma yeteneğine sahiptir”.

Sözcünün 3 yıl önceki bu yorumuna cevap olmasa da Irak’taki son durumu işgal güçlerinin mühendislerinin komutanı Tuğgeneral William McCoy şöyle özetlemektedir: “ABD’nin Irak’ı yeniden yapılandırmak gibi bir niyeti hiçbir zaman olmadı. Sadece başlangıçta böyle bir niyetten söz edilirdi”.

Irak bugün benzin ithal eden bir ülke konumumdadır. Bağdat’ta benzinciler önünde kuyruklarda saatlerce benzin almak için bekleyebilirsiniz. Türkiye sınırındaki tankerler her gün binlerce ton işlenmiş benzini Irak’a taşımaktadır. Irak’ın petrol ihracı Saddam döneminden daha azdır. 

Çünkü rafineriler derinişçilerin saldırıları nedeniyle işletilememektedir. 

Güvenliğin sağlanamamasından dolayı yıkılan rafineriler ve altyapı inşa edilememiştir. Kısa vadede de petrolün ekonomiye katkısı daha azalacaktır.

30 Kasım 2005 George Bush’un Amerikan Deniz Akademisi’ndeki konuşmasından: “ Irak güvenlik kuvvetleri ayağa kalkmış ve Irak halkının güvenini kazanmıştır. Artık teröristlere yönelik bilgi akışı da sağlanmıştır”.

Uluslararası Af Örgütü’nün 2006 Raporu’ndan:

“Irak’ta güvenlik kuvvetlerinin göreve gelmesinin ardından işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak yüzlerce rapor mevcuttur. Durum Irak yönetiminin insan hakları ihlallerinin görmezden geldiğini ve güvenlik kuvvetlerinin bu durumun içinde olduğunu göstermektedir.”

Yeni Irak ordusu en tartışmalı konulardan biridir. Çünkü bu oluşum Irak ordusu olmaktan çok Şii ve Kürt ordusu şeklindedir. Ordunun 60 taburu Şiilerden 3 tanesi de Kürtlerden oluşmaktadır. 45 civarında da Sünni taburu mevcuttur. Irak ordusu ve polisi denilen güç, mezhepler ve etnik gruplar arasında bölüşülmüş ve büyük bir kısmı ölüm mangaları olarak anılmaya başlanmıştır. Örneğin, başkent Bağdat’ta Şii güvenlik güçlerinin Sünnilere yönelik kaçırma, işkence ve öldürme eylemleri artık gizlenemez hale gelmiş, toplu ölümler ve toplu mezarlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ordu mensubu Sünnilerin de direnişçilerle dirsek temasında olduğu, eski Baasçıların orduya sızdığı ve istihbarat taşıdığı iddia edilmektedir.
Üçüncü yılda saymaya çalıştığımız birkaç enstantane işgalin boyutlarını ve Irak’a nelere mal olduğunu ortaya koyması açısından anlamlıdır. Bu işgal sadece bir ülkenin yok oluşunu ilan etmekle kalmayıp, etkilerini içinde Türkiye’nin de bulunduğu bir coğrafyada önümüzdeki dönemlerde gösterecektir.

Tek çıkar yol sonuna kadar işgallere uzak durmak ve “hayır” diyebilmektir. Aksi takdirde dünyanın emperyal güçlerin küresel kapitalizmi ayakta tutmak için uyguladıkları araçlardan biri olan savaş ve şiddet uzun vadede tüm insanlığı içinden çıkılmaz bir noktaya götürecektir. Bugünü kurtarma adına hareket edenler bu sarmaldan tek başlarına çıkamayacaklardır.

METE ÇUBUKÇU

https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-204-nisan-2006/2388/isgalin-3-yilinda-pandora-nin-kutusundan-cikanlar/3370


***

14 Kasım 2020 Cumartesi

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 6

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 6



“Kürt sorunu”nun tarihsel ve mantıksal bütünlüğü içindeki anlatımında, İngiltere, ABD ve İsrail’in emperyalist hesaplarına uygun olarak tutarlı politikalar izlediklerini görüyoruz. Tarihsel süreç içinde açıklanmasında zorluk çekilen tek nokta, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından son derecede sakıncalı olan bu süreci engellemek için hiçbir ciddi girişimde bulunmamış olmasıdır. Hatta engellemek şöyle dursun, Türkiye sürecin her aşamasında ona katkıda bulunmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesine dayanan temel dış politika stratejisini terk ederek kendisini ekonomik, siyasal ve askeri olarak Batı’ya tek yanlı bağımlı kılan politikaları benimseyen Türkiye, 1980 yılından itibaren de küresel kapitalizmin yörüngesine mutlak olarak girmiştir. Bunun sonucunda, aralarında “Kürt sorunu”nun da bulunduğu öncelikli dış politika sorunlarının tümünde başarısız olunmuş ve ağır bedeller ödenmiştir. Eğer son 60 yıldaki, özellikle de son 25 yıldaki stratejik tercihler köklü bir biçimde değiştirilmez, bu bağlamda Batı’ya tek yanlı bağımlılık durumuna son verilerek Atatürkçü dış politika stratejisine geri dönülmezse, bundan 15 yıl sonra Mîsâk-ı Millî sınırlarımızdan ödün verme noktasına geldiğimizi hep birlikte göreceğiz. 

KAYNAKÇA 

Yayınlanmamış Arşiv Belgeleri 

Public Record Office (İngiliz Devlet Arşivi) 
FO (Foreign Office) Dışişleri Bakanlığı’nın 371 serisinde sınıflanan 3384, 3385, 3407, 
3411, 4149, 4159, 4191, 4192, 5232 sayılı dosyaları. 
CAB (Cabinet Papers) Kabine tutanaklarından 21, 27 ve 42 serisinde sınıflanan dosyalar. 
India Office Records - Library (Hindistan Bakanlığı Arşivi) 
L/P-S (Library/Political and Secret) Hindistan Bakanlığı’nın 10 ve 11 serisinde sınıflanan 105, 142, 151 ve 781 sayılı dosyaları. 
Yayınlanmış Belgeler 
Council Special Report No. 15 “Generating Momentum for A New Era in US – Turkey 
Relations,” by Steven A. Cook and Elizabeth Sherwood-Randall, June 2006, 
Council on Foreign Relations Press, Washington D.C., http://www.cfr.org/ 
publication/10796. 
Diplomacy in the Near and Middle East: A Documentary Record (1914-1956), Derleyen J. C. 
Hurewitz, Vol. II, New York, D. Van Nostrand Co., Inc., 1958. 
Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, Ed. by E. L. Woodward, Rohan Butler, First 
Series, Vol. IV, 1919, London, Her Majesty’s Stationary Office, 1952. 
The Institute for Advanced Strategic and Political Studies, Study Group on A New Israeli 
Strategy Toward 2000, “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm,” 
http://www.iasps.org/strat1.htm. 

Anılar 

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk/Söylev, C.I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1981. 
Ryan, Andrew, The Last of the Dragomans, London, 1951. 
Wilson, Arnold Talbot, Mesopotamia, 1917-1920: A Clash of Loyalties (A Personal and Historical Record), London, Oxford University Press, 1931. 

Kitaplar 

Arı, Tayyar, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 1.B., İstanbul, Alfa Yayınları, 2004. 
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3, 1.B., Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1957. 
Bush, Britain Cooper, India and the Arabs (1914-1921), Los Angeles, University of California Press, 1971. 
Fromkin, David, A Peace to End All Peace: Creating the Modern Middle East (1914-1922), London, Penguin Boks Ltd., 1991. 
Kaymaz, İhsan Şerif, Mezopotamya’da Emperyalist Kapışma ve Yerleşme, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2006. 
Kaymaz, İhsan Şerif, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, İstanbul, Otopsi Yayınları, 2003. 
Longrigg, Stephen Hemsley, Iraq 1900 to 1950: A Political, Social and Economic History, 3rd Pr., Beirut, Oxford University Press, 1968. 
McDowall, David, A Modern History of the Kurds, Nerw York, I. B. Tauris and Co., Ltd. 1997. 
Nachmani, Amicam, Israel, Turkey and Greece: Uneasy Relations in the East Mediterranean, London, Frank Cass, 1987. 
Nevakivi, Jukka, Britain, France and the Arab Middle East (1914-1920), London, Athone Press, 1969. 
Sachar, Howard Morley, A History of Israel: From the Rise of Zionism to Our Time, New York, 2000. 
Stivers, William, Supremacy of Oil: Iraq, Turkey and the Anglo-American World Order (19181939), 
London / Ithaca, Cornell University Press, 1982. 
Temperley, H. W. V., A History of the Peace Conference of Paris, Vol. VI, London, Henry Frowde 
and Hodder and Stoughton, 1924. 
Yergin, Daniel, The Prize, New York, Simon and Schuster, 1991. 

Makaleler 

Abdelhadi, Magdi, “Israelis Train Kurdish Forces,” BBC World, Middle East, September 
20, 2006, http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5364982.stm. 
Barron, Andrea, “U.S. and Israeli Jews Express Suport for Kurdish Refugees,” Washington 
Report on Middle East Affairs, May-June 1991. 
Barzani, Saywan, “Defense of A Thesis: The Iraqi Kurdistan Question, 1991-2005,” Roj 
Bash! January 13, 2006, http://northerniraq.info/blog/?p=35. 
Berzenci, Sa’di, “Irak Kürdistanı’nda Mevcut Durum Hakkında Görüş,” Avrasya Dosyası, 
C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 193-216. 
Bhadrakumar, M. K., “Turkey not done with the Kurds,” Asia Times, June 12, 2007, http:// 
www.atimes.com/ atimes/middle_east/if12ak05.html. 
Blumenthal, Sidney, “The Neo-cons’ Next War,” Salon.com., August 3, 2006, http://www. 
salon.com/opinion/ blumenthal/2006/08/03/mideast/index_np.html. 
Brook, Kevin Alan, ““The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” http://maviboncuk.
blogspot.com/2004/05/genetic-bonds-between-kurds-and-jews.html; 
http://christianparty.net/ jewsdna.htm. 
Buruma, Ian, “How to Talk About Israel,” New York Times, August 31, 2003, http://www. 
nytimes.com/2003/08/31/magazine/31ANTISEMITISM.html?ex=1377662400&e 
n=7a8cfb612d5fffa2&ei=5007&partner=USERLAND. 
Dizard, John, “How Ahmad Chalabi Conned to Neo-cons,” Salon.com., May 4, 2004, 
http://archive.salon.com/news/feature/2004/05/04/chalabi/index_np.html. 
Doğan, Yalçın, Milliyet, 3.2.1993. 
Glass, Charles, “Welcome to Kurdistan (While It Lasts),” The Independent, 23.11.2004, 
http:// news.independent.co.uk. 
Kaymaz, İhsan Şerif, “Arap-Kürt Karşıtlığı Temelinde Irak’ın Parçalanmasına Giden Yol ve Türkiye,” Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri Dergisi, 
C. I, Sayı 1 (Haziran 2005), s. 7-31. 
Kwiatowski, Karen, “Israel Makes Its ‘Clean Break,’” Anti-War.com., July 15, 2006, http:// 
www.antiwar.com/orig/kwiatkowski.php?articleid=9306. 
Ledeen, Michael, “The War won’t End in Baghdad,” Wall Street Journal, Opinion Journal, 
September 4, 2002, http://www.opinionjournal.com/editorial/feature.html?id= 
110002213. 
Levy, Daniel, “Ending the Neo-Conservative Nightmare,” Haaretz, 04.08.2006, http:// 
www.haaretz.com/hasen/spages/746312.html. 
Makiya, Kanan, “A Model for Post-Saddam Iraq,” American Enterprise Institution, October 
3, 2002, http://www.benadorassociates.com/article/140. 
Mearsheimer, John and Stephen Walt, “The Israel Lobby,” London Review of Boks, Vol. 28, 
No. 6, 23.03.2006, http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html. 
Minasian, Sergey, “The Israeli-Kurdish Relations,” 21st Century, No 1 (2007), http:// 
www.noravank.am/file/article/256_en.pdf. 
Özdağ, Ümit, “Kuzey Irak ve PKK,” Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 81-104. 
Öznur, Hakkı, “İsrail Kürt İlişkisinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 (15 Temmuz 2004), s. 32-44. 
Prince, James A., “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 570 (January, 1993). 
Rubin, Michael, ”The Other Iraq,” Jarusalem Report, 31.12.2001, http://www.barzan.com. 
Tolan, Sandy and Jason Felch, “Beyond Regime Change,” L. A. Times, December 1, 
2002, http://www.globalpolicy.org/security/issues/iraq/2002/ 1201beyond.htm. 
Vest, Jason, “The Men from JINSA and CSP,” The Nation, September 2, 2002, http://www. 
thenation.com/doc/ 20020902/vest. 
Whitaker, Brian, “Playing Skittles with Saddam,” Guardian Unlimited, September 3, 2002, 
http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/ 0,4273,4493638,00.html. 
Yinon, Oded, “A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties,” Kivunim, No 14 (February 
1982) in “The Zionist Plan for the Middle East,” Translated and Edited by Israel 
Shahak, Association of Arab-American University Graduates, Inc., Belmont, 
Massachusetts, 1982, Special Document No. 1, http://www.geocities.com/alabasters_
archive/zionist_plan.html. 
Harita-1: 1904 yılında Theodor Hertzl’in, 1947’de Haham Fischmann’ın Tanımlamalarına göre “vaat edilmiş ülke”nin sınırları 
Harita-2: İran’a yapılacak olası bir saldırının planı 
Harita-3: Irak’ın parçalanması 

DİPNOTLAR;

1 İhsan Şerif Kaymaz, Musul Sorunu: Petrol ve Kürt Sorunları ile Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, İstanbul, Otopsi Yayınları, 2003, s. 29-30. 
2 CAB 42/2; CAB 27/1: Hirtzel note, 14.3.1915. 
3 CAB 27/1; CAB 42/3/12; L/P-S/11/105, P.1745/16: Report of the Committee on Asiatic Turkey, 
   30.6.1915; William Stivers, Supremacy of Oil:Iraq, Turkey and the Anglo-American World Order (19181939), 
   London / Ithaca, Cornell University Press, 1982, s. 22-23; David Fromkin, A Peace to End 
   All Peace: Creating the Modern Middle East (1914-1922), London, Penguin Boks Ltd., 1991, s. 141142; 
   Britain Cooper Busch, Britain, India and the Arabs (1914-1921), Los Angeles, University of 
   California Press, 1971, s. 45-48; Jukka Nevakivi, Britain, France and the Arab Middle East (19141920), 
   London, Athone Press, 1969, s. 18-25. 
4 Diplomacy in the Near and Middle East: A Documentary Record (1914-1956), Derleyen J. C. Hurewitz, 
   Vol. II, New York, D. Van Nostrand Co., Inc., 1958, s. 18-22; H. W. V. Temperley, A History of the 
   Peace Conference of Paris, Vol. VI, London, Henry Frowde and Hodder and Stoughton, 1924, s. 16; 
5 Arnold Talbot Wilson, Mesopotamia, 1917-1920: A Clash of Loyalties (A Personal and Historical Record), 
   London, Oxford University Press, 1931, s. 8; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III/3, 1.B., Ankara, 
   Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1957, s. 115; Stephen Hemsley Longrigg, Iraq 1900 to 
   1950: A Political, Social and Economic History, 3rd Pr., Beirut, Oxford University Press, 1968, s. 91; 
   İhsan Şerif Kaymaz, Mezopotamya’da Emperyalist Kapışma ve Yerleşme, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2006, s. 127-129. 
6 Daniel Yergin, The Prize, New York, Simon and Schuster, 1991, s. 183. 
7 CAB 21/119: Paper by Admiral Sir Edmond J. W. Slade on the Petroleum Situation in the British Empire, 29.7.1918; CAB 21/119: 
   Admiralty Memorandum for the Imperial War Cabinet,  R. E. Wemyes, 30.7.1918/G.T. 5267; CAB 21/119: Admiralty Memorandum on the reported oil 
    fields of Mesopotamia and part of Persia, 2.8.1918/G.T. 5313. 
8 Kaymaz, Musul Sorunu…op.cit., s. 59-78. 
9 FO 371/3411, 167860/155461: Sykes Memorandum for Crowe, 30.9.1918. 
10 FO 371/3407: Toynbee to Sykes, London, 22.10.1918. 
11 CAB 27/24, Eastern Committee minutes of 37th meeting, 29.10.1918; CAB 27/38, “Reconstruction of Arabia,” Note by Lt. Col. Lawrence, 4.11.1918, Eastern Committee, 2207. 
12 FO 371/3384, W-44/183424: Wilson to Montagu, Baghdad, 27.10.1918/9177; FO 371/3384, W-44/183449; L/P-S/10/781, P.4779; Air 20/512: Wilson to Montagu, Baghdad, 30.10.1918/9267; 
    FO 371/3385, W-44/203520; L/P-S/10/781, P.5516: Wilson to Montagu, Baghdad, 7.12.1918/10806; Wilson, op.cit., s. 116, 123, 127-132, 134, 143-144; Busch, op.cit., s. 274-275; Nevakivi, op.cit., s. 136. 
13 FO 371/4149: Note by Political Officer, Sulaimaniyah, in regard to the political status of Kurdistan. 
14 L/P-S/11/142, P.5421-A: “Memorandum Respecting the Settlement of Turkey and the Arabian Peninsula,” by Political Intelligence Department, 
    Foreign Office, 21.11.1918. 
15 L/P-S/11/151, P.2408: Statement by the British Government for the Peace Conference Concerning the Settlement of the Middle East, 7.2.1919. 
16 FO 371/5232, E.15721/2719/44: “General Staff Desiderata Regarding Territorial Adjustments, (A.) Former Turkish Empire in Asia” 19.2.1919 Annexure to the memorandum by the Secretary of State for War, Winston S. Churchill, December 10, 1920. 
17 FO 371/4191, ME 44/89705/3050: Wilson to Montagu, Baghdad, 13.6.1919/6666, Enclosure to the minutes of the Interdepartmental Committee on Eastern Affairs, 1822, 16.6.1919. 
18 Documents on British Foreign Policy, 1919-1939, Ed. by E. L. Woodward, Rohan Butler, First Series, Vol. IV, 1919, London, Her Majesty’s Stationary Office, 1952, No. 192, s. 735-736: Webb to Foreign 
    Office, Constantinople, 19.81919/1676; FO 371/4192, ME 44/112202/3050, Noel’s note, 5.8.1919. 
19 Kaymaz, Musul..., op.cit., s. 101-106. 
20 İbid., s. 106-110. 
21 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk/Söylev, C.I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1981, s. 157 185; FO 371/4159, ME 44-A/131054/521: Robeck to Curzon, Constantinople, 19.9.1919/1830 R.; 
    DBFP, I/IV, op.cit., No. 616, s. 920-923; Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, London, 1951, s. 140-141. 
22 FO 371/4191, ME 44/16747/3050: G. Picot to M. Sykes, Paris, 12.1.1919. 
23 Kaymaz, Musul...,op.cit., s. 121-139. 
24 Ibid., s. 189-197. 
25 Ibid., s. 197-202, 311-325, 361-362. 
26 Ibid., s. 244-292, 303-311, 379-597. 
27 İhsan Şerif Kaymaz, “Arap-Kürt Karşıtlığı Temelinde Irak’ın Parçalanmasına Giden Yol 
     ve Türkiye,” Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Güvenlik Stratejileri 
     Dergisi, C. I, Sayı 1 (Haziran 2005), s. 22. 
28 İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım. 
29 Sergey Minasian, “The Israeli-Kurdish Relations,” 21st Century, No 1 (2007), s. 21-22, 
     http://www.noravank.am/file/article/256_en.pdf; 
     Oded Yinon, “A Strategy for Israel in the Nineteen , Eighties,” Kivunim, No 14 (February 1982) in “The Zionist Plan for the Middle East,” Translated 
     and Edited by Israel Shahak, Association of Arab-American University Graduates, Inc., Belmont, Massachusetts, 1982, Special Document No. 1, 
     http://www.geocities.com/alabasters_archive/zionist_plan.html. 
30 Howard Morley Sachar, A History of Israel: From the Rise of Zionism to Our Time, New York, 2000, s. 398-399. 
    (İsrail’in bu hava operasyonuna “Operation Ali Baba”(Ali Baba Operasyonu) adı verilmiştir. 
31 Minasian, loc.cit., s. 18-19. 
32 Victor Ostrovsky, By Way of Deception: A Davastanding Insider’s Portrait of the Mossad, Toronto, Staddard, 1990’dan aktaran Minasian, loc.cit., s. 22. 
33 Idem. 
34 Ibid., s. 22-24; Amicam Nachmani, Israel, Turkey and Greece: Uneasy Relations in the East Mediterranean, London, Frank Cass, 1987, s. 15; 
David McDowall, A Modern History of the Kurds, Nerw York, I. B. Tauris and Co., Ltd. 1997, s. 320, 331. (1997’deki İslâm devriminden sonra işgal edilen 
Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nde bulunan belgeler, CIA ve Mossad’ın Kürtleri kışkırtma yönündeki eylemlerini ortaya koyan belgeleri açığa çıkarmıştı.) 
35 Kaymaz, loc.cit., s. 22-23. 
36 Andrea Barron, “U.S. and Israeli Jews Express Suport for Kurdish Refugees,” Washington Report on Middle East Affairs, May-June 1991, s. 64. 
37 Israel Shahak, “Open Secrets: Israeli Nuclear and Foreign Policies,” www.abbc.com/historia/shahak/opensec/ 07.htm’den aktaran Minasian, loc.cit., s. 25. 
38 Congressional Quarterly Weekly Report, Vol. 49, No. 15 (April 13, 1991), s. 933; No. 16 (April 20, 1991), s. 1009-1011’den aktaran Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 
    1.B., İstanbul, Alfa Yayınları, 2004 , s. 447-448. 
39 James A. Prince, “A Kurdish State in Iraq,” Current History, Vol. 92, No. 570 (January, 1993), s. 17-22. 
40 Yalçın Doğan, Milliyet, 3.2.1993. 
41 Sa’di Berzenci, “Irak Kürdistanı’nda Mevcut Durum Hakkında Görüş,” Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 193-216; Ümit Özdağ, “Kuzey Irak ve PKK,”  Avrasya Dosyası, C. 3., S. 1 (İlkbahar 1996), s. 81-104. 42 Arı, a.g.e., s. 445-468. 
43 Minasian, loc.cit., s. 25. 
44 Rapor, The Institute for Advanced Strategic and Political Studies (=Gelişmiş Stratejik ve Politik Çalışmalar Enstitüsü) adlı Amerikan think-tank kuruluşuna 
     bağlı Study Group on A New Israeli Strategy Toward 2000 (=2000’e Doğru Yeni İsrail Stratejisi Üzerine Çalışma Grubu) tarafından hazırlanmıştı ve 
     “A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm,” (=Yeni Bir Fırsat: Devletin Güvenliği İçin Yeni Bir Strateji) başlığını taşıyordu. 
    (http://www.iasps.org/strat1.htm.) 
45 Sidney Blumenthal, “The Neo-cons’ Next War,” Salon.com., August 3, 2006, http://www.salon.com/opinion/ blumenthal/2006/08/03/mideast/index_np.html; 
    John Dizard, “How Ahmad Chalabi Conned to Neo-cons,” Salon.com., May 4, 2004, 
    http://archive.salon.com/news/feature/2004/05/04/chalabi/index_np.html. 
46 Jason Vest, “The Men from JINSA and CSP,” The Nation, September 2, 2002, 
    http://www.thenation.com/doc/ 20020902/vest; Daniel Levy, “Ending the Neo-Conservative Nightmare,” Haaretz, 04.08.2006, 
    http://www.haaretz.com/hasen/spages/746312.html. 
47 Blumenthal, loc. cit. 
48 Ian Buruma, “How to Talk About Israel,” New York Times, August 31, 2003, 
     http://www.nytimes.com/2003/08/31/magazine/31ANTISEMITISM.html?ex=1377662400&en=7a8cfb612d5fffa2&ei=5007&partner=USERLAND; Karen Kwiatowski, “Israel Makes Its ‘Clean Break,’” Anti-War.com., July 15, 2006, 
     http://www.antiwar.com/orig/kwiatkowski.php?articleid=9306; Brian Whitaker,“Playing Skittles with Saddam,” Guardian Unlimited, September 3, 2002, 
     http://www.guardian.co.uk/Archive/Article/ 0,4273,4493638,00.html; John Mearsheimer and Stephen Walt, “The Israel Lobby,” London Review of Boks, Vol. 28, No. 6, 23.03.2006, 
     http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html; Sandy Tolan and Jason Felch, “Beyond Regime Change,” L. A. Times, December 1, 2002, 
     http://www.globalpolicy.org/security/issues/iraq/2002/ 1201beyond.htm. 
49 Tolan – Felch, loc.cit.; Kanan Makiya, “A Model for Post-Saddam Iraq,” American Enterprise Institution, October 3, 2002, 
     http://www.benadorassociates.com/article/140.
50 Tolan – Felch, loc.cit. 
51 Michael Ledeen, “The War won’t End in Baghdad,” Wall Street Journal, Opinion Journal, September 4, 2002, 
     http://www.opinionjournal.com/editorial/feature.html?id=110002213. 
52 Tolan – Felch, loc. cit. 
53 Arı, op.cit.., s. 508-509. 
54 Minasian, loc.cit., s. 26. 
55 Idem. 
56 Magdi Abdelhadi, “Israelis Train Kurdish Forces,” BBC World, Middle East, September 20, 2006, 
     http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5364982.stm. 
57 Minasian, loc.cit., s. 27. 
58 Minasian, loc.cit., s. 28. 
59 “United Front of the Eastern (Iranian) Kurdistan” (=Doğu Kürdistan [İran Kürdistanı] Birleşik Cephesi) ‘ni oluşturan başlıca örgütler şunlardı: 
    “Democratic Party of Iranian Kurdistan” (İran Kürdistan Demokratik Partisi), “Organization for the Struggle of Iranian Kurdistan” (=İran Kürdistanı 
     Mücadele Örgütü), “Revolutonary Union of Kurdistan” (=Kürdistan Devrimci Birliği). 
60 Minasian, loc.cit., s. 28. 
61 Council Special Report No. 15 “Generating Momentum for A New Era in US – Turkey Relations,” by Steven A. Cook and Elizabeth Sherwood-Randall, June 2006, Council on Foreign Relations 
     Press, Washington D.C., http://www.cfr.org/publication/10796. 
62 M. K. Bhadrakumar, “Turkey not done with the Kurds,” Asia Times, June 12, 2007, 
     http://www.atimes.com/ atimes/middle_east/if12ak05.html. 
63 Idem. 
64 Michael Rubin,”The Other Iraq,” Jarusalem Report, 31.12.2001, http://www.barzan.com; Hakkı Öznur, 
    “İsrail Kürt İlişkisinin Tarihsel Arkaplanı,” 2023, S. 39 (15 Temmuz 2004), s. 32-44. 
65 Ariella Oppenheim, “The Y Chromosomes Pool of Jews as Part of the Genetic Landscape of the Middle East,” The American Journal of Human Genetics, No 69 (5), November 2001, s. 10951112; Tamara Traubman, “Study Finds Close Genetic Connections Between Jews, Kurds,” Ha’aretz, 21 November 2001’den aktaran Minasian, loc.cit., s. 15-16; Kevin Alan Brook, ““The Genetic Bonds Between Kurds and Jews,” 
     http://maviboncuk.blogspot.com/2004/05/geneticbonds-between-kurds-and-jews.html; http://christianparty.net/ jewsdna.htm. 
     http://www. washingtoninstitute.org/media. 
66 Kaymaz, loc.cit., s. 27-28. 
67 Saywan Barzani, “Defense of A Thesis: The Iraqi Kurdistan Question, 1991-2005,” Roj Bash! January 13, 2006, http://northerniraq.info/blog/?p=35. 
68 Nuri Talabani, Arapların artık Kürtleri de İsrailliler gibi görmeye başladığını söylerken, aslında tüm bölge halklarının Kürtlere yönelik bakış açılarını yansıtıyor. 
Charles Glass, “Welcome to Kurdistan (While It Lasts),” The Independent, 23.11.2004, http:// news.independent.co.uk. 

Akademik Bakış 
Cilt 1, Sayı 1 
Kış 2007 
İhsan Şerif Kaymaz 
Emperyalizmin “Kürt” Kartı 


***

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 5

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 5


Emperyalizmin Kürt Kartı, İhsan Şerif Kaymaz,Kürt sorunu,emperyalizm,İngiltere,İsrail,Irak,Türkiye,ABD,Suriye,



İsrail, bu amaçla Erbil’de büyük ve modern bir havaalanı inşa etmiştir. (Harita-2) 


ABD ve İsrail, Şah döneminde (1950’lerden 1970’lere kadar) yaptıkları 
uygulamanın aynısını, fakat tam ters yöne gerçekleştirmektedirler. O zaman 
Kürtleri kullanarak Irak içlerinde terörist eylemler düzenlemek için İran topraklarından yararlanıyorlardı. Şimdi İran’a karşı Irak topraklarından yararlanmaktadırlar. Değişmeyen, tek şey Kürtlerin kullanılıyor olmasıdır. 
Son dönemde Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye yönelik olumsuz yansımaları PKK terörünün tırmanışa geçmesinde kendisini göstermiştir. 
Terör tırmanırken, Türk Ordusu’nun kayıpları da giderek artmaktadır. 
Terörist saldırılar, genellikle Kuzey Irak’ta üslenen gruplarca gerçekleştirilmekte, 
Türkiye’nin terör üslerinin ortadan kaldırılması yönündeki istemleri ise, sağır kulaklardan dönmektedir. ABD’nin bu konuda etkisiz kalması, bu ülkenin yetkili organlarınca, Irak’taki Amerikan işgaline karşı süre giden direnişe dayandırılmakta dır. Irak’ta zor durumda bulunan ABD, yalnızca Kuzey Irak’taki Kürtlerin desteğine sahiptir; PKK’ya karşı askeri bir operasyon düzenleyerek bu tek destek noktasını da yitirmeyi göze alamaz denmektedir.61 

İran, Kuzey Irak’ta kendisi için tehdit oluşturan yapılanmaya karşı gerekli önlemleri almış, askeri müdahale ile sınırda belli bir güvenlik koridoru oluşturmuş tur. Türkiye ise, tüm kayıplarına karşın bunu bir türlü yapamamıştır. Askeri kanatla hükümet arasındaki bir tür “kedi-fare oyunu”62 yüzünden aylardır süren müdahale söylentilerinin içi bir türlü doldurulamamıştır. Hükümet, Batı’nın, 
kendisi için yaşamsal olduğunu düşündüğü maddi desteğini yitirmekten çekinmektedir. 

Öte yandan asker kanadının da bazı kaygıları olduğu anlaşılmaktadır. 
Kuzey Irak’a yönelik bir askeri operasyonun anlamı, sınırın 3-5 kilometre 
içini hedef alan sınırlı bir müdahale değildir. Türkiye, sıcak takip hakkını kullanarak, bunu zaten her zaman yapmaktadır. Sorun, daha derin bir harekâtın 
Batı tarafından tolore edilmeyeceği endişesidir. 

Türkiye, 1983-1997 yılları arasında 36 kez Kuzey Irak’a yönelik sınırötesi 
operasyon yapmıştır. Hatta 1997 yılında 50 bin askerle sınırın 200 kilometre 
içine kadar girilmişti. Fakat o zaman koşullar çok farklıydı. Bağdat’ta, 
Kürt irredentist ulusçuluğuna gem vurulması gerektiği konusunda Ankara ile 
aynı görüşte olan Saddam Hüseyin yönetimi vardı. ABD, Türkiye ile arasındaki 
NATO ittifakını bugünkünden çok daha fazla önemsiyordu. Irak, dünyanın 
bir numaralı gündem maddesi değildi. Bugün, Bağdat’ta merkezî otorite diye 
adlandırılabilecek bir yönetim yoktur; ülke fiilen işgal altındadır. Kuzey Irak’ta 
de facto Kürdistan yönetimi iş başındadır. ABD ve İsrail başta olmak üzere tüm 
Batı’nın desteğine sahip olan bu yönetim, PKK’nın arkasında durmaktadır. 
Soğuk Savaş dönemindeki ve 1990’lardaki önceliklerini büyük ölçüde değiştirmiş 
olan ABD’nin stratejik hesapları içinde Kürtlerin ağırlığı ciddi olarak artmış bulunmaktadır. Türkiye’nin ise, her ne olursa olsun Batı’dan kopamayacağı 
ve denetim altında tutulacağına kesin olarak inanılmaktadır. Bir sonraki 
adım, Kerkük’ün Kürdistan özerk yönetimi sınırları içine dâhil edilmesi 
olacaktır. Türkiye’nin karşı çıkışlarına bakılmaksızın, bu süreç de kararlılıkla 
uygulanmaktadır. Kerkük’ün zengin petrol yataklarına da bu yolla el koyma 
beklentisi, ABD ve İsrail’in gözünde Kürtlerin değerini daha da arttırmaktadır. 
Fakat hepsinden önemlisi, tıpkı 90 yıl önce İngiliz emperyalistlerinin gördüğü 
gibi, ABD-İsrail ikilisi de Kürt ulusçuluğunu, bölgeye yönelik en güçlü potansiyel jeo-stratejik silah olarak görmektedir. Bu silahı kullanarak, kritik Türk-Arap-İran üçgenini denetim altında tutabileceklerini hesaplamaktadırlar. ABD ve İsrail, nihai amaçlarının bağımsız Kürdistan yaratmak olduğu gerçeğini açığa vurmaktan özenle kaçınmaktadırlar. Bu arada, bir yandan terör konusunda Türkiye’ye umut verici mesajlar gönderirken, bir yandan da PKK’ya el altından silah ve lojistik destek sağlamaktadırlar. Irak’taki varlığının uzun süreli olacağını hesaplayan ABD, burada Kore modelini uygulayarak 14 kalıcı askeri üs kurmayı tasarlamaktadır. Kürt medyasına göre bu üslerden 3 tanesi Kuzey Irak’ın Kürt bölgelerinde -Erbil, Dohuk ve Süleymaniye’de-kurulacaktır.63 Bu ise, ABD’nin Türkiye’deki İncirlik üssüne olan gereksinimini büyük ölçüde ortadan kaldıracak bir gelişmedir. Türk Ordusu’nun sınır ötesi operasyon yapacağı söylentileri artınca, iki Amerikan uçağı Türkiye-Irak sınırını “yanlışlıkla” ihlal etti. Bu, Amerikan diplomasisinin ince bir uyarısıydı. “Sınırı geçersen karşında beni bulursun” denmek isteniyordu. Bundan kısa bir süre sonra, yıllardır sözde Ermeni soykırım savlarına karşı çıkan ve bu konuda Amerikan Kongresi’ndeki girişimleri sürekli olarak etkisiz kılan ABD’deki en büyük Yahudi lobi kuruluşu AIPAC, Ermeni soykırım savlarını tanıdığını açıkladı. 
Türkiye’nin İsrail nezdindeki yoğun girişimleri sonucunda AIPAC, açıklamasını 
geri çekti ve Türkiye’ye bu konuda herhangi bir yaklaşım değişikliği bulunmadığı güvencesi verildi. Kuşkusuz ne AIPAC’ın İsrail hükümetinden, ne de İsrail’in ABD’den bağımsız hareket etmesi söz konusu değildir. Yani bu da yine ince bir diplomasi oyunuydu. Türkiye’ye “uyumlu” davranmazsa nelerin olabileceği anımsatılıyordu. 

Türkiye tüm bu uyarıları dikkate almayıp, Kuzey Irak’a kapsamlı bir müdahalede 
bulunsaydı, bu stratejik bir hata olurdu. Bir yıl önce Güney Lübnan’a müdahale eden İsrail Ordusu’nun Hizbullah direnişini kıramadığı ve hedeflerine tam olarak ulaşamadığı gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Kaldı ki, Kuzey Irak’a müdahale eden Türk Ordusu, karşısında yalnız gerilla güçlerini değil, yıllardır Amerikalı ve İsrailli uzmanlarca eğitilip silahlandırılan düzenli “Kürt Ordusu”nu bulabilirdi. Türk Ordusu, kendisini Kürtlerin, Arapların, İranlıların, Amerikalıların, İsraillilerin dahil olduğu bir büyük bataklığın içinde bulabilirdi. Olasılıkla bu, Kuzey Irak’taki de facto Kürdistan devletinin resmen tanınması sürecini kısaltan bir gelişme olurdu. Resmen tanıma için zaten fırsat kollayan Batılılar, bunu bir fırsat olarak değerlendirebilirlerdi. 

Sonuç: 

Bölgeyi Bekleyen Gelecek Bağımsız “Kürdistan” devleti projesinin gerçek sahibi ve mimarı, başından beri İsrail’dir. İsrail, “peripheral strategy” adını verdiği temel stratejisi içinde önemli bir yer tutan Kürdistan stratejisini daha 1930’larda, İsrail devleti kurulmadan önce oluşturmuş, o zamandan beri de başarıyla uygulayarak bugün gelinen noktaya ulaşmıştır. Kürdistan tasarısının, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını hedef almadığını düşünmek saflık olur. Kuzey Irak’ta kurulacak bir 
devlet, hiç kuşku yok ki, daha uzun dönemli bir planın ilk halkasını oluşturacaktır. 
Gelecekte Ortadoğu için suyun petrolden çok daha büyük bir stratejik değer kazanacağı da, Ortadoğu’nun su kaynaklarının Doğu Anadolu’da bulunduğu 
da, gelecekte bu kaynakları denetleyebilen gücün, tüm Ortadoğu’yu denetleyeceği de bir sır değildir. Nitekim İngiliz istihbarat uzmanlarının bu saptamayı daha 90 yıl önce yapmış olduklarını gördük. Bu bağlamda, İsrail’in, GAP bölgesinden bol miktarda toprak satın alması elbette bir rastlantı değildir. 

İsrail’in Kürtlere ilgisi ne yenidir; ne de amaçsızdır. İsrail’in Kürtlere ve 
Kürt coğrafyasına duyduğu ilgi, uzun vadeli stratejisinin bir gereğidir. 64 
İsrailli, Alman ve Hintli genetik uzmanlarından oluşan bir araştırma ekibince yapılan kapsamlı bir araştırmanın sonuçları 2001 yılında açıklanmıştır. 
Ekibin başında Hebrew Üniversitesi profesörlerinden Ariella Oppenheim 
ve Marina Feurman bulunuyordu. Araştırma raporunda Yahudilerle Kürtler 
arasındaki genetik benzeşmenin, Yahudilerle Araplar arasındaki genetik yakınlıktan daha fazla olduğu ileri sürülüyordu.65 Oysa Araplarla Yahudilerin 
aynı etnik kökenden -Sami kökünden- geldikleri ve konuştukları dillerin de 
-Arapça ve İbranice- Semitik dil grubundan olduğu bilinmektedir. Kürtler ise 
İranî dilinin lehçelerini konuşmaktadırlar. Dolayısıyla araştırmanın inandırıcılığı 
ve bilimsel geçerliliği son derece tartışmalıdır. Tarihte ırkçılıktan en fazla zarar görmüş halk olan Yahudilerin, ırksal köklerini araştırmak, Kürtlerle aralarında ırksal bir yakınlık kurmak ve bunu tam da bu dönemde yapmak gereksinimini duymuş olmaları dikkat çekicidir. Bu “bilimsel” araştırmanın arkasında geleceğe ilişkin siyasal hesapların bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Bugün Kuzey Irak’ın yönetsel denetimi görünüşte IKDP ve IKYB’nin elindedir. Ancak bu gruplar, ekonomik, siyasal ve askeri olarak ABD ve İsrail’in 
güdümü altındadırlar. Barzani ve Talabani, Batılı velinimetlerinin istek ve beklentileri doğrultusunda hareket ederek özerklik ve bağımsızlık yönünde ortak 
savaşım verdikleri görüntüsünü yaratmaya çalışsalar da, aralarında geçmişe 
dayanan derin bir düşmanlık bulunmaktadır. IKDP’nin daha feodal ve gelenekçi, 
IKYB’nin daha seküler bir anlayışa sahip olmasının yarattığı farklılık bir yana, ancak aşiret örgütlenmesinin yapısal zaaflarıyla açıklanabilecek aşılması olanaksız güvensizlik ve çekememezlikler, koşulların zorladığı ve Batılıların elbirliğiyle teşvik ettiği aldatıcı işbirliği görüntüsünün altında gizlenmeye çalışılmaktadır.66 

Kuzey Irak’ın 1991 yılından bu yana süregelen hukuksal statüsünün uluslararası hukukta bir karşılığı bulunmamaktadır. Resmen bir mandat ya da himaye durumundan söz edilemez. Ama bölge 16 yıldır Bağdat’taki merkezî yönetime de bağlı değildir. 1991 yılında Turgut Özal’ın girişimiyle oluşturulan ve yine uluslararası hukukta hiçbir tanımı olmayan “güvenli bölge”nin ilan edilmesinden bu yana, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin özerkliği günden güne güçlenmiş ve ortaya de facto bir devlet çıkmıştır. 2003 yılındaki Amerikan işgali, Kürtlerin 1991 yılından beri elde ettikleri kazanımları konsolide etmiştir. Bugün Kuzey Irak’ta, kendi hükümetine, meclisine, ordusuna, polis gücüne ve devlet olmanın gerektirdiği tüm simgesel ve kurumsal altyapıya sahip bir örgütlenme vardır. 

Bu, aslında bağımsız bir devlettir. Tek gereksinimi, bunu resmen ifade edebilmesini sağlayacak şekilde uluslararası tanınma koşulunun yerine getirilmesidir. Bunu gerçekleşmesi ise, yalnızca bir zaman sorunudur.67 
Bununla birlikte, Kürtlerdeki toplumsal örgütlenmenin yapısını ve niteliğini iyi bilenler, bağımsız bir Kürt Devleti’nin kendi gücüyle ayakta kalması olasılığının son derece zayıf olduğunun ayrımındadırlar. Kürtlerin, kendi aralarında birlik ve bütünlük oluşturmaları kolay değildir. Daha 1918 yılında Arnold T. Wilson tarafından yapılan bu saptama halen geçerliliğini korumaktadır. Aşiret ilişkileri üzerine siyasi bir kurumlaşma yapılandırılamaz. Tarihin hiçbir döneminde, başka hiçbir etnik gruba, kendi siyasi yapılarını oluşturabilmeleri için 20. yüzyılda, özellikle de son 15 yılda Kürtlere verilen destek çapında bir destek verilmemiştir. Buna karşın Kürtler, aralarındaki anlaşmazlıkları aşarak kendi ayakları üzerinde durmayı başaramamışlardır. Bugünkü yapı, varlığını bütünüyle ABD askeri korumasına borçludur. Amerikan koruması kalktığı anda Kuzey Irak’taki “devlet” kâğıttan bir kale gibi birdenbire yıkılacaktır. O zaman Kürtler, onları “hain” kimliğiyle damgalamış olan diğer bölgesel güçlerle ilişkilerinde çok zor bir durumda kalacaklardır.68 

Bu gerçeği bildikleri için ABD ve İsrail, süreci kendi inisiyatifleri altında sonuçlandırmaya kararlı görünmektedirler. Başlangıçta Irak’ta göstermelik bir 
federasyon kurulsa bile, bu zorlama ve geçici bir yapılanma olacaktır. Amerikan işgali, Irak’ın toprak bütünlüğünü fiilen ortadan kaldırmıştır. Atılacak son adım, bu durumun resmen kabul ve ilan edilmesidir. (Harita-3) Bu adım atıldığında bölge, İsrail Devleti’nin kurulmasının yol açtığından çok daha büyük bir çatışma ve kaos ortamına sürüklenecektir. Çünkü İsrail Devleti’nin karşısında esas itibariyle yalnızca Araplar vardı. “Kürdistan” Devleti’nin karşısında ise, tüm bölge güçleri yer alacaktır. Ortaya çıkacak çatışma ve kaostan tüm bölge halkları zarar görecektir. Fakat kuşkusuz en ağır bedeli yine Kürtler ödeyecektir. Ama emperyalizme güvenilemeyeceği konusunda tarihten ders almayanların bu aymazlıklarının bedelini er geç ödemeleri kaçınılmazdır. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Emperyalizmin “Kürt” Kartı., BÖLÜM 4

Emperyalizmin “Kürt” Kartı.,  BÖLÜM 4


Emperyalizmin Kürt Kartı, İhsan Şerif Kaymaz,Kürt sorunu,emperyalizm,İngiltere,İsrail,Irak,Türkiye,ABD,Suriye,


Kuzey Irak seçimlerinden 1 ay sonra, Haziran 1992’de, Irak Ulusal Kongresi 
Viyana’da ikinci toplantısını yaptı ve aralarında Barzani ile Talabani’nin 
de bulunduğu 8 kişilik bir heyeti Amerikan yönetimiyle görüşmelerde bulunmak 
üzere Washington’a gönderme kararı aldı. Heyet, 29 Temmuz 1992’de 
ABD Dışişleri Bakanı James Baker tarafından kabul edildi. İzleyen yıllarda, 
Amerikan yönetimiyle Kürt liderler arasındaki görüşmeler sık sık yinelendi. 
Üstelik bu süreçte Barzani, Talabani ve diğer Kürt temsilcileri ABD’ye Türkiye 
Cumhuriyeti’nin verdiği kırmızı pasaportlarla giriş yaptılar. 
Kuzey Irak’ta Türkiye’nin desteğiyle kurulan de facto Kürdistan Devleti, 
yine Türkiye’nin yardım ve desteğiyle kurumsallaşma olanağı buldu. 10 yılı 
aşkın süreyle Türkiye toprakları, “insani yardım” adı altında Kuzey Irak’a ulaştırılan ve nitelikleri çok tartışmalı olan yardım malzemelerinin geçirildiği ana 
güzergâh olarak kullanıldı. BM Güvenlik Konseyi’nin 1995’te aldığı 986 sayılı 
karar çerçevesinde Irak’ın petrol satışından elde ettiği gelirden Kuzey Irak’taki 
Kürt gruplara ayrılması şart koşulan % 15’lik bölüm ve Amerikan Kongresi’nin 
1998’de kabul ettiği “Irak’ı Özgürleştirme Yasası” çerçevesinde ABD’nin Iraklı 
muhaliflere yaptığı 97 milyon dolarlık maddi yardım, Türkiye toprakları kulla-
nılarak Kuzey Irak’taki Kürt gruplarına ulaştırıldı. Ayrıca bu gruplar, Türkiye ile 
yaptıkları sınır ticaretinden de önemli miktarda gelir elde ediyorlardı. “Çekiç 
Güç / Keşif Gücü” bünyesinde faaliyet gösteren Amerikan-İngiliz uçaklarının 
bu Kürt gruplarına, görev tanımlarıyla bağdaşmayacak biçimde bazı yardımlarda 
bulunduklarına ilişkin spekülasyonlar da hiç eksik olmadı.40 
Diğer yandan, Kuzey Irak’ta yaratılan ortam, burada üslenen PKK’nin 
Türkiye’ye yönelik eylemlerini daha kolay örgütlemesine olanak sağladı. Türkiye, 
1984’te Irak ile yaptığı anlaşmaya dayanarak, Kuzey Irak’a birkaç kez askeri 
operasyon düzenledi. Ama bir yandan PKK’nin üslenip örgütlenmesi için 
uygun ortamın hazırlanmasına katkıda bulunulurken, diğer yandan PKK’ya 
yönelik operasyonlar düzenlemenin inandırıcılığını elbette tarih sorgulayacaktır. 

1992’deki parlamento seçimlerinin üzerinden 2 yıl bile geçmeden, 
IKDP ile IKYB yanlıları arasında çatışma çıktı. Bu koşullarda parlamento 
ve hükümet faaliyetleri elbette sona erdi yani de facto yönetim çöktü. 1994 
Haziranı’nda, Türkiye devreye girerek, tarafları Silopi’de bir araya getirdi ve 
-her nedense- uzlaşmalarını sağlamaya çalıştı. Ancak Silopi görüşmelerinden 
sonuç alınamadı. Ağustos ayında, İran’ın desteklediği Talabani’ye bağlı 
peşmergeler, IKDP’nin yönetim merkezinin bulunduğu Erbil’i ele geçirdiler. 
Bundan sonra çatışmalar daha da şiddetlendi. ABD’nin devreye girmesiyle 
görüşme trafiği yeniden başlatıldı. 1995 Temmuz’unda Lizbon’da, aynı yılın 
Eylül’ünde Dublin’de bir araya gelen taraflar anlaşmaya varamadılar. Ekim 
ayında bu kez İran’ın girişimiyle Tahran’da masaya oturan IKDP ve IKYB’nin 
anlaşmaları yine mümkün olmadı.41 
1996 Temmuzu’nda hiç beklenmedik bir olay yaşandı. Irak Cumhuriyet 
Muhafızları, düzenledikleri bir operasyonla Erbil’deki IKYB denetimine son 
verdiler. Bölgede kuş uçurtmayan Çekiç Güç’e bağlı uçakların Cumhuriyet 
Muhafızları’nın Erbil’e kadar gelip, IKYB’yi kentten çıkardıktan sonra geri dönmelerine göz yummaları yeni soru işaretleri yarattı. Erbil’de yeniden denetim 
sağlayan IKDP peşmergeleri, kısa bir süre sonra IKYB’nin yönetim merkezi 
olan Süleymaniye’yi de ele geçirdiler. IKYB yanlısı Kürtler kitle halinde İran 
sınırına doğru kaçmaya başlayınca, ABD bir kez daha devreye girdi ve 23 Ekim 
1996’da taraflar arasında ateşkes antlaşması imzalanmasını sağladı. Antlaşma 
ile olayların başlangıcındaki duruma geri dönüldü. Böylece 2 yıldan uzun 
süren ve binlerce insanın ölümüne yol açan çatışmalar son buldu. 
Aralarındaki çatışmaya son veren Kürt gruplar, yine Türkiye’nin önayak 
olmasıyla, 1996 yılı Aralık ayında Ankara’da barış masasına oturdularsa 
da sonuç alamadılar. Bunun üzerine, yine ABD devreye girdi ve Barzani ile 
Talabani’yi 1998 Eylülü’nde Washington’da bir araya getirdi. Fakat antlaşma 
sağlanamadı. 2003 Martı’nda ABD müdahalesi gerçekleştiğinde, Kuzey Irak’ta 
iki siyasal ve yönetsel birim bulunuyordu. Erbil IKDP’nin, Süleymaniye ise 
IKYB’nin yönetim merkeziydi.42 
Bu arada dünya, bir başka olaya daha tanık oldu. Kuzey Irak’taki karşıt 
Kürt grupları arasındaki çatışmanın yarattığı kargaşa sırasında, çok sayıda 
özel eğitilmiş Kürt’ün ABD adına bölgede casusluk yaptıkları anlaşıldı. Amerikalılar, deşifre olan bu insanları, Türkiye üzerinden Pasifik Okyanusu’ndaki 
Guam Adası’na götürdüler. Kuzey Irak’ta Kürt Devleti’nin kurulması sürecinde 
kendilerinden yararlanıldığı anlaşılan bu insanların daha sonra ABD tarafından 
hangi amaçlarla kullanıldıkları bilinmiyor. Ama izleyen yıllardaki çeşitli 
Amerikan operasyonlarında ve 2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi sırasında bu 
casus Kürtlerin kullanıldığını tahmin etmek güç olmasa gerektir. 

ABD ve İsrail’in Kuzey Irak Kürtlerine verdiği desteğin bir kez daha açığa 
çıkmasının Türkiye’de yarattığı rahatsızlık karşısında, dönemin İsrail Başbakanı 
Benjamin Netanyahu, 1997 Mayıs ayında PKK terörünü kınayan bir açıklama yapma gereğini duydu. Bu açıklamanın yapılmasındaki asıl amaç, PKK terörüne destek veren Suriye’ye karşı Türkiye’yi İsrail’in yanına çekmekti. 
Ancak açıklama Türkiye’yi tatmin etmedi. Bunun üzerine, daha somut adımlar 
atılmasını gerekli gören İsrail, 1998 yılında Güney Lübnan’daki terör kamplarına 
karşı düzenlediği ve “Grapes of Wrath”(=Gazap Üzümleri) adını verdiği 
operasyon sırasında Bekaa Vadisi’ndeki PKK kamplarını da vurdu. 1999’da 
ise, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yerinin belirlenmesinde Türk istihbaratına 
gerekli bilgileri sağlayarak, yakalanmasına yardımcı oldu. Böylece Kuzey 
Irak’taki eylemlerinin Türkiye’yi hedef almadığını kanıtlamaya çalıştı.43 

6. De Facto Kürdistan Devletinin Tanınmasına ve Orta-Doğu’nun Siyasi Haritasının Değiştirilmesine Doğru (2003-2007) 

İsrail’in Türkiye’yi teskin etmeye yönelik girişimleri, bölgedeki uzun vadeli 
güvenlik önceliklerinin değiştiği ve bu öncelikler içinde Kürtlerin taşıdığı 
önemin azaldığı anlamına gelmiyordu. Bölgenin siyasi haritasının, İsrail’in 
güvenlik çıkarlarına uygun olarak yeniden çizilmesi sürecinde Türkiye’nin hareketsiz kalmasının sağlanması amaçlanıyordu. Nitekim 1996 tarihinde Başbakan Netanyahu’ya sunulan bir rapor, gelecekte neyin planlandığını ortaya 
koyuyordu.44 Raporu hazırlayanlar arasında Bush yönetiminde Pentagon’un 
kilit isimleri arasında yer alacak olan Richard Perle, James Colbert, Douglas Faith, 
David Wurmser gibi isimler bulunuyordu. Bunların tümü, kısaca neo-cons olarak adlandırılan Amerikan yeni muhafazakârlarının temsilcileriydi. 

Evanjelik Hıristiyanlar, İsrail adına faaliyet gösteren dış politika uzmanları ve 
lobiciler ile aşırı sağcı politikacılardan oluşan yeni muhafazakârlar, 1990’ların 
başında Yahudi bilim adamı Bernard Lewis tarafından geliştirilen ve daha 
sonra Büyük Ortadoğu (ya da Genişletilmiş Ortadoğu) Projesi adını alacak 
olan bir tasarıma uygun olarak, Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak istiyorlardı. 
İşte 1996 yılında Netanyahu’ya sunulan rapor, bu yönde atılmış bir ilk adım olması bakımından önem taşıyordu. Raporun içeriği kısaca, Ortadoğu’ya yönelik olarak uygulanması öngörülen yeni bir Amerikan-İsrail emperyal planını yansıtıyordu. 

Buna göre, 

1) İsrail’in Filistin sorununu Araplarla görüşmeler yoluyla ve “toprak karşılığı barış” (=land for peace) formülüne göre çözmesini öngören Oslo süreci terk edilmeli ve Filistinlilerin İsrail’in koşullarını kayıtsız şartsız kabul etmeleri sağlanmalıydı. 

2) İsrail topraklarını hedef alan terör eylemlerine karşı, Filistin topraklarında “sıcak takip hakkı” (right of hot pursuit) kullanılmalıydı. Lübnan’a, özellikle bu ülkedeki Suriye hedeflerine ve Hizbullah mevzilerine karşı silahlı müdahalede bulunulmalıydı. 

3) Suriye üzerinde, kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle baskı kurulmalı, bu ülkedeki rejim değiştirilmeli, Suriye’nin geriletilmesi, çevrelenmesi ve zayıflatılması sağlanmalıydı. Golan Tepelerinin geri verilmeyeceği açıkça ortaya konmalıydı. 

4) Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi görevden uzaklaştırılmalı ve Irak devleti 
yeniden yapılandırılmalıydı. Bu ülkede Haşimi hanedanının yeniden iş başına 
getirilmesi ve bu yolla Necef’teki Şii merkezinin denetim altına alınması durumunda, Güney Lübnan’daki Şiilerin İsrail karşıtı eylemlerinin önüne geçilebileceği belirtilmekteydi. 

5) İsrail, klâsik güç dengesi politikasına geri dönmeli ve bunun gereği olarak Türkiye ve Ürdün ile yakın işbirliği yapmalıydı.45 

Özetle raporda Ortadoğu’daki “düşman” rejimlerin silahlı kuvvetler kullanılarak 
değiştirilmesi, bölgeye yönelik olarak genel bir destabilizasyon ve çevreleme 
politikasının uygulanması ve bölgenin savaş ortamına sürüklenmesi öngörülüyor du.46 Netanyahu, önce rapordaki önerilere uygun bir politika izlemeye yeltendi. Ama Clinton yönetiminin uyarısıyla Filistinlilerle görüşme sürecine geri döndü.47 Ancak ABD’de 2000 yılında yapılan tartışmalı başkanlık seçimlerinden sonra kurulan George W. Bush yönetimi, raporun hazırlayıcılarının tümünü Pentagon’un kilit noktalarına getirdi. Artık raporun sahibi İsrail değil, doğrudan doğruya ABD idi.48 

Amaç, Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak, dolayısıyla bölgenin haritasını 
yeniden çizmekti. Bu yapılırken iki temel hedef gözetilecekti: 

1) Petrol ve doğal-gaz akışının denetlenmesi; Batı’nın endüstri merkezlerine sürekli ve güvenli enerji akışının sağlanması; 

2) İsrail’in bölgesel askeri gücünün pekiştirilmesi ve güvenliğinin sağlanması. Bölgedeki birçok ülkenin rejimleri değiştirilecek, olasılıkla yeni bazı devletler kurulacak, eskileri yeniden tanımlanacaktı. 

Yeni muhafazakârların önde gelen uzmanlarına göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Ortadoğu’da ele geçirilen bu en büyük tarihsel fırsat iyi değerlendirilmeliydi.49 
   Bu düşünceye uygun olarak,  Sykes-Picot Antlaşması’ndan bu yana, Ortadoğu’yu hedef alan en geniş kapsamlı ve iddialı proje uygulamaya kondu. Bahane ise hazırdı: 11 Eylül saldırısı. “Tarihsel fırsat” ifadesini kullananların bundan anladıkları şey öncelikle Irak’ın, piyasa değeri 30 trilyon doların üzerinde hesaplanan zengin petrol varlığına el konacak olmasıydı. Başkan Yardımcısı Dick Chaney’in 2002 yılında açıkladığı yönetim raporunda, enerji güvenliğinin Amerikan dış politikasında merkezî bir yer tuttuğu belirtiliyor ve “Körfez bölgesinin ABD’nin uluslararası enerji politikasının odağını oluşturduğu” özellikle vurgulanıyordu.50 
Öte yandan yine aynı raporda, Amerikan yönetiminin dış politika öncelikleri arasında birinci sırayı İsrail’in güvenliği konusunun oluşturduğu görülüyordu. Yahudi devletine yöneltilebilecek her türlü tehdit kararlılıkla bertaraf edilecekti. 
Amerikan işgal güçleri plan gereği önce Afganistan ve Irak’a yerleştiler. 
Bundan sonra, neo-conların önde gelen kalemleri sıranın Suriye ve İran’da 
olduğunu yazmaya başladılar. Onlara göre, teröre karşı yürütülen savaş Suriye 
ve İran’ı içine alacak şekilde genişletilmeli, Şam ve Tahran’daki terörist 
devletler de tepelenmeliydi.51 

Bu iki hedefe karşı kullanılabilecek en stratejik hareket noktası ise, Kuzey Irak’tı. Hareketin önde gelen isimlerinden Pearle ve Wurmser, daha 1998 yılında Yahudi Forward gazetesine verdikleri demeçlerde, Kuzey Irak’taki uçuşa ve dalışa yasak bölgenin sınırlarının genişletilmesi ve İsrail, Ürdün, Orta ve Kuzey Irak ile Türkiye’nin birbirine bağlanması gerektiğini söylüyorlardı.52 

Böylece, -Afganistan ve Irak’ın da denetim altına alındığı düşünülürse- Suriye ve İran bütünüyle çevrelenmiş olacaktı. Ortadoğu’nun siyasi haritasının yeniden çizilmesi tasarlanırken Kuzey Irak’a özel bir önem verildiği anlaşılıyordu. 

Tasarıyı hazırlayıp uygulamaya koyanların, Türkiye’nin ulusal duyarlılıklarını 
gözetmek gibi bir kaygı taşımadıkları, 2003 yılının başlarında yaşanan 
tezkere bunalımı sırasında bir kez daha ortaya çıkmıştır. ABD Türkiye’den, kuzeyde ikinci bir cephe açmasına olanak tanınmasını ve Türkiye topraklarında 
kendisine kara ve hava üsleriyle çeşitli havayolu, liman ve ulaşım kolaylıkları 
sağlanmasını istemiştir. Türkiye ise, karşılığında şu taleplerde bulunmuştur: 

1) Türk Ordusu sınır güvenliğini sağlayabilmek amacıyla Kuzey Irak’ta doğrudan 
ve bağımsız olarak operasyon yapabilmelidir; 

2) Barzani ve Talabani’ye bağlı peşmergelere verilmesi öngörülen silahların dağıtımı Türkiye’nin denetiminde yapılmalı ve operasyon bittikten sonra bu silahlar yine Türkiye’nin denetiminde toplanmalıdır; 

3) Kuzey Irak’taki Amerikan askerlerinin görevi, bölgedeki Türk birlikleriyle 36. paralelin güneyindeki Amerikan birlikleri arasında bağlantıyı sağlamakla sınırlı olmalıdır; 

4) Katar’daki komuta merkezinde Amerikalı komutanla birlikte bir Türk komutan da görev yapmalıdır; 

5) Türkiye’de, Katar’dakine eş ikinci bir harekât merkezi kurulmalı ve bunun da 
başına birer Amerikalı ve Türk komutan atanmalıdır. Türk isteklerinden özellikle 
ilk ikisi Amerikan tarafınca kabul edilmeyince anlaşma sağlanamamıştır. 
Ama gerek dünya medyası, gerekse bizim bilinen medyamız, sanki anlaşmazlık 
ekonomik konulardan çıkmış gibi bir izlenim yaratmaya çalışmışlardır. İşgal 
operasyonu başladıktan sonra ABD, Türkiye’yi Kuzey Irak’a girmemesi konusunda 
uyarmıştır. Ama aynı ABD, Türkiye’den, Amerikan füze ve uçaklarının 
geçmesi için hava sahasını açmasını istemekten de geri kalmamıştır.53 
2003 müdahalesi, Kuzey Irak’ta 1991’de Türkiye’nin hatasıyla kurulan 
ve yine Türkiye’nin yıllarca süren hatalarıyla gelişip serpilen özerk Kürt yapılanmasının daha da güçlenmesi sonucunu doğurmuştur. Buna bağlı olarak, 
başından beri çok güçlü temeller üzerinde kurulmasına özen gösterilen İsrail
Kürt ilişkilerinin, bundan sonra daha da güçleneceği ve bu durumun İsrail’i, 
başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkeleri ile ilişkilerini yeniden tanımlamaya 
yönelteceği anlaşılmaktadır.54 Nitekim 2004 yılında IKDP lideri Mesud 
Barzani ve IKYB lideri Celal Talabani ile görüşen İsrail Başbakanı Ariel Şaron, 
Iraklı Kürtlerle gayet iyi ilişkiler içinde oluklarını ve bu ilişkilerini daha da geliştireceklerini kamuoyu önünde ilan etti.55 
Bundan sonra, gerçekten de ilişkilerin özellikle güvenlik boyutunda hızla geliştiğine tanık olundu. İsrailli askeri uzmanların peşmergeleri düzensiz milis gruplarından düzenli orduya dönüştürürülecek şekilde eğittikleri ortaya çıktı.56 

Gerçi hem Barzani, hem de Talabani haberi yalanladılar; buna karşın haberin doğru olduğundan kimsenin kuşkusu bulunmamaktadır. İsrail hükümeti, Türk hükümetine resmi güvence vererek, eğer İsrailli uzmanlar Kuzey Irak’taki Kürtlere askeri eğitim sağlıyorlarsa bile, bunun İsrail devletinin inisiyatifiyle gerçekleşme diğini, peşmergelere askeri eğitim verenlerin bireysel olarak hareket eden İsrailliler olabileceğini öne sürdü.57 Elbette bu güvence inandırıcı olmaktan çok uzaktı. İsrail’in, sayıları 75 binle 100 bin arasında değişen peşmergeleri düzenli ordu haline getirmek için Kuzey Irak’ta büyük bir askeri eğitim merkezi kurduğu ve amacının, hem İran’a karşı gerçekleştirilecek olası bir müdahalede, hem Irak içindeki Şii ve Sünni İslâmî unsurların etkisizleştirilmesinde bu güçten yararlanmak olduğu biliniyor.58 Fakat böyle bir gücün, bir kere oluşturulduktan sonra, Türkiye’ye karşı da kullanılmayacağını düşünmek gerçekçi olur mu? Nitekim Kuzey Iraklı Kürt liderlerin Türkiye’ye karşı giderek pervasızlaşan tehditkâr söylemlerinin ardında ABD ve İsrail’den aldıkları doğrudan/dolaylı destek kadar, askeri güçlerinin giderek büyümekte oluşundan duydukları güven duygusu da vardır. İran sorunu ciddiyet kazandıkça, “Kürt sorunu”nun giderek daha çok ısınacağı ve Türkiye’nin ABD ve İsrail’le olan ilişkilerinin bundan olumsuz etkileneceği anlaşılmaktadır. İran’a müdahale olasılığı gün geçtikçe ağırlık kazanmaktadır. 

Bunun en önemli göstergesi, ABD ve İsrail’in İran’a karşı “Kürt kartı”nı açıkça kullanmaya başlamış olmalardır. İran’daki çeşitli ayrılıkçı Kürt örgütleri Mossad ve CIA’nın girişimleriyle 2006 yılının Mart ayında Kuzey Irak’ın Erbil kentinde “Doğu Kürdistan (İran Kürdistanı) Birleşik Cephesi” adı altında birleştirilmişlerdir.59 “Birleşik Cephe”nin amacının, Tahran yönetimine karşı silahlı savaşım vermek olduğu açıklandı. Kısa adı PJAK olan örgüt, lojistik merkez olarak Kuzey Irak topraklarını kullanmakta ve ABD ile İsrail’in sağladığı maddi ve askeri destekten yararlanarak İran içlerinde çeşitli terörist eylemler düzenlemektedir.60 ABD ve İsrail, doğrudan değil, örtülü şirketler ve örgütler aracılığıyla, ama büyük bir kararlılıkla Kuzey Irak’taki askeri, siyasi ve ekonomik etkinliklerini artırmaya çalışmaktadırlar. Bu amaçla Kuzey Irak’a, ileride İran’a karşı kullanmak düşüncesiyle önemli alt-yapı yatırımları yapmaktadırlar. 


***