Yeni Dünya Düzeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni Dünya Düzeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2021 Cuma

Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…

 Küresel ABD Projeleri ve 23 Haziran Seçimi…



Ali ERALP:

Bazı arkadaşlarım küresel proje uyarısı yapıyor bana. Ülkenin küresel tehlikelerle karşı karşıya olduğunu vurguluyor…

Ben bu konuya 20 yıl önce, 1999 yılında, Cumhuriyet gazetesinde, tam sayfa yayınlanan bir makalemle dikkat çekmiştim. 

Daha sonra da Çetin Yetkin ağabeyin çıkardığı “Müdafaa-i Hukuk” dergisinde aynı konuyu ele almıştım. İmamoğlu’nu topluma “Hain” tanıtan bazı kişilere ve çevrelere de bu makalede yanıt veriyorum:

“Yıllardır bu ulusun başına bir "küreselleşme", bir "Yeni Dünya Düzeni" belâsı sardırıldı. Cumhuriyet devrimleri unutuldu.
Amerika'nın öncülük ettiği bu "uluslararası soygun" projesi, tüm insanlığı tutsak almayı hedefleyen bu köleleştirme ideolojisi" ön plâna çıkarıldı.
Sovyetlerin yıkılışı ile dünya düzeninin de Amerika'nın güdümünde tek kutuplu bir yapıya dönüşmesi, bu çabalan iyice kolaylaştırdı.
Bütün bu oluşumların sonucunda ırkçı, dinci dalgalar yükselirken, devrimci rüzgârlar yavaşladı.

Hatta bazı solcular bile, "Artık tarihsel koşullar değişti" gerekçesiyle bu küreselleşme akımına omuz verdiler. Sosyal ve ulusal devlet kavramının 
anlamını yitirdiğini öne sürerek, uluslararası sermayenin dayattığı bu ideolojiyi baş tacı ettiler. Öylesine benimsediler ki bu yeni (!) düşünceyi, işi, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, Kemalist devrimin tüm kazanımlarını yadsımaya kadar vardırdılar…”
(Küreselleşme, Eğitim Ve Duyarsızlık, Cumhuriyet, 22 Kasım 1999)
   1923 Devrimi ve Kemalist Cumhuriyet yoğun bir saldırı ile karşı karşıyadır bugün. Ülkemiz ABD, AB ve yerli uşakları tarafından kuşatılmıştır. 
Birliğimiz, bütünlüğümüz, üniter yapımız yok edilmek istenmektedir.
Sevr gündemde dir. Ordu, yargı, tüm ulusumuz ateş altındadır. Vatanımız ateş altındadır.
Bütün bu baskıcı uygulamalar, programlar Amerika’nın yeryüzüne egemen olma ve ülkelerin enerji kaynaklarını talan etme planının bir parçasıdır.
Ortadoğu haritası ve Türkiye yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bin yıldır bir arada yaşayan insanların arasına etnik, dinsel düşmanlık tohumları ekilerek, uluslar yapay ayrılıklar temelinde bölünmek istenmektedir. 
Bütün bu sinsi, karanlık planlar “özgürlük, demokrasi” perdesinin arkasına sığınılarak yapılmaktadır.
ABD’nin hedefinde ulus devletler vardır. Çünkü ulus devlet demek bağımsızlık demektir. Ülke çıkarlarını korumak demektir.
Ulus devletlerin parçalanıp, devletçiklere dönüşmesi Amerika’nın dış politikasının temelini oluşturmaktadır. Uluslar parçalanmalı, etnik, dinsel, cemaatler temelinde yeniden düzenlenmelidir.
Bu amaçla ilk girişim Irak’ta gerçekleştirilmiştir. Sıra Türkiye, İran ve Suriye’dedir. Asya’nın merkezine, kalbine doğru bir yürüyüş… Kafkasların işgali ve yenidünya imparatorluğu…
Bu bir dünya egemenliği savaşımıdır. BOP planı hayata geçirilmeye çalışılmaktadır
Amerika ve yerli uşaklarının ülkemizde istedikleri gibi at koşturup, saltanatlarını sürdürebilmeleri için Türkiye’nin de Irak ve Yugoslavya gibi parçalanması gerekmektedir.
Çünkü bir düşmanı yok etmenin en kestirme yolu mezhepleri, dinleri, etnik grupları birbirine düşürerek, kendi kendilerini yok etmelerini sağlamaktır. 
Yugoslavya’da, Irak’ta, Afganistan’da ve şimdi Suriye’de yapılan budur. Türkiye’de de bu oyun sahnelenmektedir.

Bu bir “Böl, Yönet” oyunudur.

Yoksul ülkelerin bazı işbirlikçi Eşbaşkanları da bu oyunda figüran rolündedirler. Görevlerini büyük bir çaba ve bağlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadırlar…
Çünkü onlar da bu planın bir parçasıdırlar. Bu savaşım, ABD ile birlikte onların da “var olma” ya da “yok olma” savaşımıdır. Gelecekleri buna bağlıdır.
Ortadoğu’dan ABD’nin elini eteğini çekip, kendi ülkesine dönmesi, yani emperyalizmin yenilgiye uğraması, onun işbirlikçilerinin de yok olması demektir. 
O zaman ne Talabani kalır, ne Barzani ne de Öcalan… O zaman AKP’nin esamisi (ad) bile okunmaz…
Bu açılımlar, saçılımlar, Ergenekon’lar ABD’nin Yeni Dünya Düzenini oluşturmak için yapılmaktadır.
Kürt açılımı bir ABD açılımıdır. Kürt açılımı, Ergenekon tertibi bir ABD tasarımıdır.
Bu tasarımın temelinde, çatısında, her noktasında Amerika vardır. Demokrasi, kardeşlik, özgürlük, “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” gibi kulağa hoş gelen sözler bu gerçekleri gizlemek içindir.

Kürt açılımı, Lozan’ın yadsınmasıdır. Sevr’dir.

(Emperyalizm, Malta sürgünleri ve Ergenekon, 08.02.2010 - Müdafaa-i Hukuk Dergisi)

Şimdi de gelelim günümüze: Bu “Küresel proje” uyarısı karşısında, bir değerli arkadaşıma verdiğim yanıtımı buraya yeniden alacağım:
“Sevgili Serap, küresel projeyi de görelim, Türkiye'nin şu anda içine düştüğü bataklığı da... Öncelikle vatanımızı yobazların, din satıcılarının elinden kurtaralım. Onlara MHP gibi koltuk değnekliği yapmayalım ve asla AKP genel başkanının bir BOP EŞBAŞKANI olduğunu unutmayalım.

Elbette yanlış yolda yürüyenlere, yanlış çizgi izleyenlere eleştirilerimiz olacaktır. Ki ben bunu makalelerimde defalarca yaptım. Yapıyorum. 
Ama ÖNCELİKLERİ iyi belirlemek gerekir... Her şeyin bir zamanı var...”
Bu açıdan bakılınca, ben şu anda ülkemizi bataklığa çeviren AKP ve onun uygulamalarına tek laf etmeyip, İmamoğlu’nu ve CHP’yi “Hainlikle” suçlayanları, seçimlerde “tarafsız” kalarak Binali Yıldırım’ın değirmenine su taşıyanları kınıyorum.
Din tüccarları, yobazlar, yalancılar, talancılar ve daha önemlisi BOP EŞ BAŞKANLARI ile antiemperyalist mücadele verilemez diyorum.

(alieralp37@gmail.com)
***

1 Ocak 2021 Cuma

Tarihin Sonundan Sonra - Dünya Düzeni, Çok Kutupluluk ve Türkiye

Tarihin Sonundan Sonra - Dünya Düzeni, Çok Kutupluluk ve Türkiye
     

Editör,                            
Aralık 2019, Sayı: 304, 
Sayfa: 1  

Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılmasından sonra Batı’nın dünya egemenliğine yaklaştığı tek kutuplu bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu da küreselleşmenin bir dünya ideolojisine dönüşmesinin başlangıcı olmuştur. Fukuyama, “Tarihin Sonu” teziyle, Batı’nın diğer ülkeler üzerindeki kati zaferini ilan etmiştir. Gerçek hâkimiyet, ABD ve müttefiklerinin tekeline gimiştir. Soğuk Savaş sonrasında kurulan düzen, bir merkezi küresel iktidar, bir de çevredeki diğer tüm ülkeler olmak üzere tek kutuplu bir dünya olarak tasarlanmıştı. “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan bu düzen Doğu blokunun tasfiyesinin tamamlandığı 1991 yılında ABD Başkanı W. Bush tarafından o ünlü nutkuyla dünyaya deklare edilmişti. Bush söz konusu konuşmasında özet olarak, “Siz ey tüm insanlık, gözünüz aydın olsun, artık hepimiz tek bir “dünya toplumu”yuz. Sistemimizin adı liberalizmdir. Bunun üç sacayağı vardır, bunlar: siyasi yapılarda demokrasi, sosyal hayatta insan hakları, ekonomide serbest piyasadır. Artık bundan sonra mutlu bir yaşam için herkes bu ilkelere uyacaktır. Uymada zorlananlara hep birlikte yardım edeceğiz.” Bu gelinen nokta aynı zamanda tarihin sonuydu. İnsanlık tarihi değişik aşamalardan geçerek hep bir hedefe doğru koşturmuştu ki bu hedef liberalizmdi. Artık kimse bundan farklı yeni bir sistem beklentisinde olmamalıydı.

Aslında ‘büyük yeni dünya düzeni’ ölü doğmuştu. Öngördüklerinden hiçbiri gerçekleşmedi. ABD’nin, dünyanın büyük kısmını fiili ve potansiyel savaş alanlarına çevirmesinde de görüldüğü üzere dünya, liberalizm söylemi ile asla bağdaştırılamayacak gelişmeler yaşadı. Şimdilerde tek kutuplu yapı etkinliğini yitirmekte, artık kutupların ortadan kalktığı bir dünya düzeni ortaya çıkmaktadır. Farklı güç merkezleri oluşmaktadır. Çok kutupluluk ve onun beraberinde getirdiği jeopolitik anlayış, 21. yüzyıl stratejik düşüncesinin asıl meselesidir. Söz konusu olan çok kutupluluk, hâlen oluşum aşamasında olup, belirli bir istikamette ilerleyen, ancak henüz tamamlanmamış bir tasavvurdur.

Mevcut dünya düzeninin temsilcisi olan ABD ve yedek parçası olan AB ve dünyanın değişik ülkelerindeki yandaş kesimler ciddi tökezlemeler yaşamaktadırlar. Mesela ABD hâlen birçok Ortadoğu ülkesiyle oldukça güçlü ilişkilere sahiptir. Ancak Ortadoğu’nun önemi göz önünde bulundurulduğunda, bölgedeki güç dengesinde kayda değer gelişmeler olduğu açıktır, dolayısıyla bu durumun küresel ölçekte ABD aleyhine sonuçlarının olduğunu/olacağını ve küresel sistemin her geçen gün daha da belirgin bir biçimde çok kutuplu bir dünyaya evrildiğini söylemek mümkündür.

Dünya düzeninin yapısını ve tabiatını değiştiren daha derindeki gelişmeler sürecinde engeller kadar fırsatlar da bulunmaktadır.
Mevcut durum karşısında Türkiye tarihsel misyonunu üstlenmek, gerektiği yerde herkesle iş birliği yapmanın yanında bağımsız bir özne olmak zorundadır. Bu tür büyük gelişmeler olmadan önce Türkiye’deki aydınlar ve kanaat üretenlerin
de bu konuda ikna edilmesi gerekeceği açıktır. Zira bu konuda Türkiye’nin önündeki en önemli engellerden birisi aydınlarının, dar bir mantığın kıskacında mahsur kalmış, dolayısıyla derin bir aşağılık kompleksi içinde olmalarıdır. Bununla birlikte hamleler yapan Türkiye, Soğuk Savaş ile iki kutuplu dünyanın müesses nizamının bir parçası olan NATO’nın üyesi ve Batı’nın stratejik yapısının bir parçası olarak kalmaya devam etmektedir. Yetmişinci yıldönümünü kutlayan NATO başlangıçta Sovyet yayılmacılığına karşı Atlantik’in iki yakasını korumak amacıyla kurulmasına rağmen, Sovyetler dağıldıktan sonra da varlığını devam ettirmiş ve kendisine yeni bir düşman belirlemiştir. Bu düşman hiç şüphesiz İslâmî hareketlerdir!

Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, hatta daha etkili bir biçimde 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ortaya çıkan jeopolitik eğilimler ‘liberal demokrasilerin insanlık tarihinin nihai noktası olduğu’na dair iddianın özellikle İslâm dünyasını yakından ilgilendirdiği açık. 

Çünkü bu iddia İslâm’ın 21. yüzyıla söz söyleyemeyeceği veya alternatif olamayacağı anlamına geliyordu. 
Müslümanlara önerilen, kamusal iddialarından uzaklaşmış ve sadece mistik bir tecrübe veya manevi bir tatmin vasıtası olarak kodlanmış bir din dilini benimsemeleridir. Günümüzün siyasi gerçekleri, özellikle Türkiye’nin geleceği açısındanküresel ufukta bir dizi yeni kararlar almaya işaret ediyor.

İşte tam bu noktada Türkiye, küresel liberal ideoloji ile İslâmî değerleri arasındaki ihtilafı/çatışmayı her geçen gün daha derinden hissetmektedir. Bugün gelinen noktada şu soru gündeme alınmalıdır: Türkiye’nin, şekillenmekte olan çok kutuplu dünyadaki yeri neresi olmalıdır? Uluslararası ilişkilere ve dünya düzenini etkileyen genel eğilimlere yakından bakıldığında Türkiye artık küresel iktidara itaat etme zorunluluğunu kırıp şartları gözeterek meseleleriyle ilgili kararları kendisi vermeye, bağımsız bir ülke olmaya çalışmaktadır. Artık ne Washington ne de Brüksel Türkiye’nin “çantada keklik” olduğunu düşünebilir ki, bu da Ankara’ya dış politikada yaratıcı faaliyetlerde bulunma konusunda daha geniş bir siyasi alan sağlamaktadır. Böylesi bir mücadeleden sonra en iyisini ümit etmek mümkün olacaktır. Süreç içinde bu durum, Türkiye’nin bölgesel ve küresel itibarını yükseltecektir.

Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle.

Umran

http://umrandergisi.com.tr/tarihin-sonundan-sonra-dunya-duzeni-cok-kutupluluk-ve-turkiye-cn6942.html
***

20 Ekim 2020 Salı

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 4


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,


Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) 

2012 yılında İstanbul'da Azerbaycan ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma ile 
Azerbaycan'ın Şahdeniz II alanından bir yılda 16 milyar metreküp gazı Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması planlanan bir proje gerçekleştirilmiştir. Projenin, %20 payı BOTAŞ'a ve %80’i Azerbaycan petrol şirketi olan SOCAR’a aittir. Boru hattının başlangıç kapasitesinin yıllık 16 milyar metreküpe ulaşması bekleniyor. Yaklaşık 6 milyar metreküp Türkiye'ye, geri kalanı ise Avrupa'ya teslim edilecek.30 

Ayrıca, Irak’ın kuzeyinde yer alan doğal gaz sahaları için saha geliştirme, üretim, gaz işleme ve boru hattı yapımını içeren kapsamlı bir proje geliştirilmiştir. Proje ile Irak doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya transit taşınması ile iki ülke arasında bir doğal gaz koridoru geliştirilmesi amaçlanmaktadır.31

SONUÇ 

Günümüzde Türkiye ekonomisi, gelişmekte olan ülkeler kategorisinde üst sıralarda yer almaktadır. Nüfus bakımından yeterli işgücüne sahip olması, nüfus yoğunluğu nun genç ve dinamik özellikte olması ve temel refah verilerinin yeterli düzeyde gelişmişlik göstermesi ile yükselmeye de devam etmektedir. Bu özellikler ve jeo-stratejik konumu ile Türkiye diğer alternatiflerine göre daha ayrıcalıklı konumdadır. 

Türkiye Soğuk Savaşın bitmesi, Doğu Blok'unun dağılmasından sonra bölge içerisinde rahat bir nefes almaya başladı. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması siyasi açıdan önemli avantajlara sahip olmasını sağlamıştır. Türkiye içerisinde bulunduğu bölge siyaseti sayesinde uluslararası ilişkilerde öne çıkmaya başlamıştır. Türkiye'yi öne çıkaran olgular yalnızca jeopolitik konumu değildir. Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nin de etkisi oldukça fazladır. Öyle ki bu devletlerin Türk asıllı olmaları din, dil, ırk ve tarih gibi ortak birliklerinin olması bu devletler ile gerçekleştirilebilecek her türlü işbirliğine zemin hazırlamakta, karşılıklı siyasi ve ekonomik çıkarlar açısından güvenilirlik sağlayacaktır. Bugünkü gelinen nokta da gösterilen somut gelişmeler ile Azerbaycan ve Kazakistan başta olmak üzere Türkmenistan ve Özbekistan ile yakın ilişkiler içerisine girilmektedir. Bu devletlerin bölgede etkin bir güç durumda olan, başta Rusya olmak üzere Çin, ABD ve AB gibi dışarıdan baskı unsurlarının kendi sistemlerini kurmaya çalıştıkları ve adına ''Yeni Dünya Düzeni'' dedikleri sömürgeciliğin sevimli gösterilen diplomatik boyutlu politikalarına boyun eğdirilmek durumda kalmaları oldukça üzücü bir durumdur. Bu nedenle 
Türkiye'nin daha gerçekçi ve gözle görünür adımlar atarak bölgeye yönelmesi ve bu şekilde politikalar geliştirmesi gerekmektedir. 

Yıllar boyunca Rus egemenliği altında Sibirya bölgesinde bulunan Türk devletleri, Çin kontrolünde ki Doğu Türkistan, Irak'ın Türk bölgesi olan Kerkük ve İran' da Türklerin yoğun şekilde yaşadıkları bölgelerde çıkarların petrol ve doğal gaz rezervleri dünya yüzdesinin önemli bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Genel olarak Türk Dünyası dünya petrol rezervlerinin yüzde 20'sine, doğal gaz rezervlerinin yüzde 50'sinden fazlasına sahip konumdadır. Ancak petrol üretiminin yüzde 18'i, doğal gaz üretiminin ise yüzde 30'luk kısmı Türk Dünyası topraklarında 
gerçekleşmektedir. Özellikle bir Türk gölü olan Hazar havzası Türk Dünyasının Basra Körfezi konumundadır. Hazar denizine kıyısı olan başta Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın petrol ve doğal gaz açısından dünyanın önemli ülkeleri arasında yer alıyor olması bu ülkeler adına sevindirici bir durumdur. 

Fakat gerçek anlamda bağımsız ve güçlü bir devlet olabilmenin en önemli koşulu ekonomik anlamda bağımsız olabilmektir. Bu koşulu sağlayabilmeleri için, 
ülkelerin Rusya'dan geçerek uluslararası pazarlara çıkan tüm ihraç yolları ve sanayi alanında ki bağımlılıklarına yeni ve güvenilir bir alternatif bulmaları gerekmektedir. Aksi takdirde Rusya hala kendisini Sovyetler, bu ülkeleri de doğal uzantısı olarak görmeye devam edecektir. 

Türk Cumhuriyetlerinin tam olarak hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlıklarına 
kavuşabilmeleri için kendi petrol ve doğal gaz boru hatlarına sahip olmaları gerekmektedir. 

Bunun içinde en doğru alternatif Doğu-Batı Enerji Koridoru'nun merkez noktası durumunda Türkiye hattıdır. Tengiz-Bakü-Ceyhan projesi ile Azerbaycan ve Kazakistan'ın doğal kaynaklarının uluslararası pazarlara kesintisiz yollardan ulaşmasını sağlayarak Rusya'ya olan bağımlılığını bir ölçüde azaltmaktadır. Aynı şekilde Türkmen gazının da alternatif güzergah olarak Hazar denizinin altından Türkiye kanalıyla uluslararası pazarlara çıkışının sağlanması Türkmenistan'a da ekonomik anlamda nefes aldıracak bir projedir. Bu güzergah içerisinde bir 
diğer önemli durum da işgal altında bulunan Azerbaycan topraklarının geri kazanılması ve Rusya-İran protokolüyle Türkiye'nin, Türk Dünyası ile olan bağlantısının kesilmesini amaçlayan bu projeye bir son verilmesidir. Nitekim Türkmen gazının bağımsızlık mücadelesine Ermeni işgali altında ki Dağlık Karabağ' ın da bağımsızlığıyla yeni bir boyut getirerek dünyaya tam anlamıyla Türk petrol ve gaz ihracının yapılması, tam bağımsız Türk Dünyası'nın imzası olacaktır. 

Bu durum sonucunda; Türkiye enerji kaynakları bakımından stratejik çeşitliliğe sahip olacak, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan petrol ve doğal gaz ihracatında doğal alternatiflere kavuşmuş olacak ve Doğu-Batı Enerji Koridoru ile Türk Dünyası ülkeleri, Avrasya’nın stratejik öneme sahip, bölgede söz sahibi devletleri konumuna geleceklerdir. Bu konumları ile gelecekte uluslararası siyasete yön veren, petrol ve doğal gazla sınırlı olmayan, her alanda yetkin ve söz sahibi yumuşak güç unsuru bir ülkeler topluluğu olacaklardır. 

KAYNAKÇA 

Akbulut Hakan, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. (08 Nisan 2015) 
Aktan Coşkun Can ve İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, 
 http://www.canaktan.org/ekonomi/cok-uluslu/aktan-makale.pdf , s.15 (15 Mart 2015) 
Ateş Zafer, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
Aybar Sedat ve Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri 
Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve New York, 24 Mart 2014 
Azerbaijan International, SOCAR Section, Summer, 1996 
Bartold Vasily Viladimiroviç , “Türkistan ve Türkler”, Çeviren D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
Bayar Fırat, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
Baycaunova Saule, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) s.252-275. 
Ertuna Özer, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
http://www.iea.org/ (27 Şubat 2015). 
NARULA Rajneesh ve John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Yeni Gerçeklikler, 
 Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y.2008, C.13, S.2 s.415-443 
OAPEC http://oapecorg.org/index.html. (27 Şubat 2015). 
ÖZTÜRK Feza, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, 
 http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa (25 Şubat 2015). 
Oğan, Sinan. “Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizliği Örneği”, Ağustos 2003. 
 http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_04.html (05 Mart 2015). 
Pamir Necdet, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının 
Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 2006, s.14 
Pamir Necdet, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji 
Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
Rzayeva Gulmira, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Ararştırmaları Merkezi, (2012) 
Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 TPAO, Petrol ve Doğal Gaz Boru Hattı Raporu 
http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 (07 Mart 2015) 
UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and 
Export Competitiveness, 
http://unctad.org/en/docs/wir2002_en.pdf , New York: United Nations, s.151. (24 Şubat 2015) World Energy Outlook 2012, 
https://www.iea.org/newsroomandevents/speeches/weo_launch.pdf , Paris, OECD/IEA, 2012. 
Yalçınkaya Alaeddin, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 (03 Mart 2015) 
Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, 
Paris, 1998, s.254. 

DİPNOTLAR;

1 Özer Ertuna, Kapitalizmin Son Direnişi, Alfa yayınları, 2005, İstanbul. 
2 Rajneesh NARULA – John H. DUNNING, Endüstriyel Kalkınma, Küreselleşme ve Çokuluslu Şirketler: Gelişmekte Olan Ülkeler 
   İçin Yeni Gerçeklikler, Çev. Hidayet Keskin, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2008, 
   C.13, S.2 s.415-443 
3 Feza ÖZTÜRK, Küreselleşme-Yeni Dünya Düzeni, http://www.mfa.gov.tr/kuresellesme-yeni-dunya-duzeni.tr.mfa 
4 UNCTAD (2002), World Inwestment Report 2002: Transnational Corporations and Export Competitiveness, New York: United 
   Nations, s.151. 
5 Coşkun Can Aktan - İstiklal Y. Vural, Globalleşme Sürecinde Çokuluslu Şirketler, s.15 
6 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, Çokuluslu Türk Şirketleri Araştırma Raporu, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu 
   (DEİK), Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü, New York Columbia Üniversitesi Vale Center Columbia (VCC), İstanbul ve 
    New York, 24 Mart 2014 
7 Kalkınmış Asya-Pasifik ülkeleri Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda’dır. 
8 Sedat Aybar, Utku Ören KHÜ, Barış Sazak DEİK, “a.g.m.” 
9 Fırat Bayar, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, S: 32, (2009), s.34 
10 V.V. Bartold : “Türkistan ve Türkler”, Çev. D. Ahsen Batur: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 28-36. 
11 OAPEC ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://oapecorg.org/index.html. 
12 Uluslararası Enerji Ajansı ile ilgili ayrıntılı ve güncel bilgi için bkz. http://www.iea.org/ 
13 World Energy Outlook 2012, Paris, OECD/IEA, 2012. 
14 International Energy Agency, Turkey-1997 Review, OECD Basım Merkezi, Paris, 1997. 
15 Hakan Akbulut, Enerji Diplomasisi, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa. 
16 Alaeddin Yalçınkaya, Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatlar›, Bağlam Yayınları, Ankara, 1998, s.70 
17 Necdet Pamir, Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin Enerji Güvenliğine Etkileri, 
    Türkiye’nin Çevresindeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Güvenlik Politikalarına Etkileri Sempozyumu, Harp Akademileri, İstanbul, 
    2006, s.14 
18 Saule Baycaunova, Kazakistan Petrol ve Gazının Türk ve Rus Dış Politikalarında Önemi, Avrasya Dosyası, Cilt:6 sayı:2 (2000) 
     s.252-275. 
19 Yusifzade, Khoshbakht., “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Azerbaijan International, SOCAR 
     Section, Summer, 1996 
20 Caspian Oil and Gas, International Energy Agency, Paris, 1998, s.254. 
21 Necdet Pamir, ‘’a.g.m’’. 
22 Necdet Pamir, “Orta Asya ve Kafkasya’da Güvenlik Arayışları Sürecinde Enerji Kaynaklarının Rolü”, İdris Bal(edit). 21.Yüzyılda 
Türk Dış Politikası, Ankara 2004, s.514 
23 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
24 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
25 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 
26 Zafer Ateş, Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam 1 Eksik, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, s:23 
27 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
28 TPAO, http://www.tpao.gov.tr/tp2/sub_tr/sub_icerik.aspx?id=146 
29 Sinan Oğan, Mavi Akım Projesi: Bir Enerji Stratejisi ve Stratejisizlik Örneği, Stradigma Strateji ve Analiz E-Dergisi, sayı 7, (2003) 
30 Gulmira Rzayeva, Burcu G. Punsmann ve M. Mete Göknel, Tanap Raporu, Hazar Strateji Enstitüsü, Enerji Araştırmaları Merkezi, (2012) 
31 Sektör Raporu, BOTAŞ, 2013 

 
****

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 3


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,Enerji Profili,

Türk Dünyası Enerji Profili 

Türk Dünyası coğrafyasında petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bir bölümü Hazar havzasında bulunmaktadır. Hazar'ın böyle bir potansiyele sahip olması beraberinde birçok soruna da zemin hazırlamaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Hazar havzasında kıyısı olan devletler arasında, kaynakların sahipliği, yatırımcı teşviki ve vergilendirme gibi hakların hangi ülkeler tarafından kullanılacağı tartışması devam etmektedir. 

Bu hukuki statü sorunu genel olarak iki farklı görüşe sahiptir. Hazar'ın bir göl olduğunu iddia eden İran ve Rusya bir tarafta, deniz olduğunu kabul eden Azerbaycan ve Kazakistan bir taraftır. 
Türkmenistan’ın tutumu belirsizlik göstermektedir. Hazar deniz olarak kabul edildiğinde bütünü ulusal bölgelere ayrılacak, göl olarak kabul edildiği takdirde kıyısı olan ülkeler belli bir uzaklığa kadar özel alanlara sahip olacak, ortada kalan kısımda ortak alan olarak kullanılacaktır.16 Bu konuda Kazakistan ve Rusya arasında 1998 yılında imzalanan bir anlaşma ile Hazar Denizi’nin dibi ulusal bölgelere ayrılmış fakat yüzey kısmı herkesin kullanımına sunulması 
kararlaştırılmıştır. 

Türk Dünyası enerji jeopolitiği belirleyen etkenler arasında yer alan petrol rezervi en yüksek olan ülke Kazakistan’dır. 

Bu durum Kazakistan'ın ekonomi ve siyaseti için de büyük bir taşımaktadır. 

Hazar Bölgesi Ham Petrol Rezervleri17 



*Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Orta Asya da Sovyetler Birliği'nden ayrılan ülkeler arasında Rusya Federasyonundan sonra ikinci en büyük petrol üreticisi olan Kazakistan, Petrol sektöründe ki dev yatırımcılar tarafından ilgi ile takip edilmekte ve ülkenin petrol sahalarına büyük yatırımlar yaparak sahaların kapasitesi geliştirilerek dünya pazarına entegre olmak için projeler geliştirilmektedir.18 

Aynı durum Azerbaycan içinde geçerlidir. Rusya ve Kazakistan’dan sonra üçüncü sırada gelen Azerbaycan da aynı dönemlerden geçmiştir. Birliğin dağılması ve yeni devletlerin ortaya çıkışından sonra piyasanın öncüleri ile Azerbaycan arasında 1994 yılında ''Asrın Mukavelesi'' adı verilen petrol anlaşmasının imzalanmış ve bu durum ülkenin dünya ile entegrasyonu konusunda ilk ciddi adım olarak yorumlanmıştır.19 

Petrolün yanı sıra zengin doğal gaz kaynaklarına da sahip olan Hazar havzası, Türk Dünyası Enerji jeopolitiğinin vazgeçilmez coğrafyasıdır. Rusya ve İran'dan sonra en geniş doğal gaz rezervlerine sahip olan Türkmenistan’ın yıllık doğalgaz tüketimi 10milyar metreküptür. Bu oranın yüzde 55'i sanayi yüzde 35'i de elektrik sektöründe kullanılmaktadır. Ülkede faaliyette bulunan elektrik santrallerinin toplamı 6 ve bu santrallerin 5'i doğalgaz ile çalışmaktadır.20 


Hazar Bölgesi Doğalgaz Rezervleri 21 



 *Yalnızca Hazar kenarındaki bölgeler dahil edilmiştir. 

Türk Dünyasının önemli bir devleti olan Özbekistan da dünyanın en büyük 8. doğal gaz üreticisidir. 

Aynı zamanda petrol tüketimini de büyük ölçüde karşılayacak üretime sahiptir. 
Ancak Özbekistan petrol ihracatı yapan bir konumda değildir. Dünyanın sayılı gaz üreticilerinden birisi olmasına rağmen ihraç ettiği ülkelerin başında Ukrayna, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi tamamı eski Sovyetler Birliği üyesi ülkeler gelmektedir. 

Özbekistan’ın tek petrol ihraç yolu Rusya üzerinden Özbekistan rafinelerine petrol ürünleri taşımak üzere inşa edilen hattın tersidir. 

Bunun yanı sıra Türkmen ve Özbek petrolünü, Afganistan üzerinden Pakistan'a ulaştırmayı hedefleyen ''Orta Asya Petrol Boru Hattı'' projesinin gerçekleşmesi durumunda yeni bir imkana kavuşmuş olacaktır.22 

Türkiye 

Türkiye toplam enerji tüketiminin yüzde 90'ını petrol, doğalgaz ve kömürden sağlamakta büyük çoğunluğunu ithal ederek sağlamaktadır. 
Toplamda 43,1 milyon ton ham petrol, 6,2 milyar metreküp doğal gaz rezervine sahiptir.23 Yukarıda belirtilenlerin ışığında Türkiye’nin Türk Dünyası Enerji Profili içerisinde ki rolü üretimden ziyade transfer alanındadır. 
Ülkemizin enerji kaynakları tüketimi içerisinde en büyük paya yüzde 35 ile doğal gaz sahiptir. Başta Rusya Federasyonu olmak üzere Azerbaycan, İran, Cezayir ve Nijerya’dan doğal gaz ithal etmekteyiz. İran, Rusya, Suudi Arabistan ve Irak'tan da petrol ithalatı gerçekleştirilmektedir.24 Bunların yanı sıra 2003 yılından yapılan anlaşma ile 2007 yılından itibaren Yunanistan'a doğal gaz ihracatı yapmaktayız.25 

Türkiye’nin enerji alanında ki üretim, ihracat ve ithalat verileri göz önünde 
bulundurulduğunda, ülkede sektörün gelişmeye açık bir potansiyel oluşturduğu net bir şekilde görülmektedir. Bu verilere enerji profili açısından ülkemizin bir diğer önemli sektörü olan transfer projelerini de eklediğimiz de piyasa etkinliği daha da belirginleşecektir. 

Tengiz-Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesi (BTC) 

Azerbaycan ve Türkiye arasında 1991 yılından itibaren yapılması planlanan, yapımına 2003 yılında başlanılan ve 2006 yılında da açılışı yapılan proje ile Azerbaycan petrolünün Türkiye'ye ve batı pazarlarına ulaştırılması sağlayan projedir. BTC yıllık 50 milyon ton varil kapasiteye sahiptir. Bu projeye 2006 yılında Kazakistan’ın da katılması ile hem Türk Dünyası hem de Enerji piyasası açısından çok büyük önem taşımaktadır.26 

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı 

Bu proje ile Azerbaycan doğal gazının Gürcistan üzerinden Türkiye'ye taşınması 
amaçlanmaktadır. 2001 yılında yapılan anlaşma ile 15 yıl süreli yılda 16 milyar metreküp doğal gaz alımı tasarlanmıştır. 2010 yılı içinde toplam 6,8 milyar m³ gaz taşınmış olup, bu miktarın 4,4 milyar m³’ü BOTAŞ’a satılmıştır. Projenin ana hedefi ikinci aşamada bölgede üretilecek doğal gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir.27 

Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı 

Türkmen gazının uygun güzergah üzerinden Türkiye'ye Avrupa pazarlarına ihracını hedefleyen bir projedir. 1991 yılında yapılması planlanmış ancak çeşitli sebeplerden dolayı faaliyete geçirilememiştir. Hazar geçişli ismini Hazar Denizi'nin altından döşenecek bir boru hattıyla Azerbaycan'a ve Türkiye'ye taşınması sonrası Avrupa'ya ulaştırması düşüncesinden almaktadır.28 

Mavi Akım 

Mavi Akım Projesi, Türkiye ve Rusya arasında yapılan üçüncü doğal gaz alım 
anlaşmasıdır. Rus doğalgazının Karadeniz’in altından Türkiye'ye 25 yıl süreli yılda 16 milyar m³ doğal gaz taşınması kararlaştırılmıştır. Anlaşma süresince Rusya'dan toplam 365 milyar metreküp doğal gaz alınması planlanmıştır. Mavi Akım Projesi'nin en önemli özelliği Rusya Federasyonu ile daha önce yapılan iki anlaşmadan farklı olarak herhangi bir geçiş ülkesi ile muhatap olmaksızın, doğrudan Türkiye'ye doğal gaz verecek olmasıdır.29 


GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 2


Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,
Enerjinin Ekonomi Politiği,

Yeni Dünya Düzeni İçerisinde Türk Dünyası 

Yeni düzen oluşurken Türkiye’nin de bu sistemin içerisine jeostratejik konumu ile dolaylı olarak entegre olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukarıda detaylı olarak verilen bilgiler ışığında da sistemin içerisinde ki pay ve oranlarını belirtilmiştir. Bu süreç özellikle siyasi yapının değiştiği 1980 yılı ve sonrasında başlamıştır. Yeni yapı ile birlikte ekonomik sistem kendini yenilemiş serbest piyasa ekonomisi ve teşvik sistemi, dış ticaretin, faizin ve sermaye dolaşımının serbestliği ile yeni bir döneme geçiş yapılmıştır. Ekonomik boyutunun yanı sıra jeostratejik konumundan kaynaklı siyasi olarak da önemli bir rol üstlenmektedir. Avrasya’nın merkezinde olmasından dolayı Akdeniz, Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Orta Asya ve Orta 
Doğu gibi merkezi noktaların hem birbirleriyle hem de Avrupa ile bağlantılarının sağlanması durumunda bölgesel bir güç odağı konumundadır. 

Türkiye’nin bu konumu sayesinde önemli bir güç odağı olmasının birçok getirisi vardır. 

Bu durumun sonuçları kendini özellikle enerji alanında göstermektedir. Komşu olduğu bölgelerin dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olması ve bu kaynakların Doğu-Batı istikametinde taşınması konusunda iktisadi açıdan en kısa ve en az maliyetli güzergahı sunmaktadır. Türkiye’nin katkılarıyla Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi’nin gerçekleştirilmesi, bölgesel olduğu kadar küresel anlamda da ekonomik sonuçlar doğuracaktır.9 

Günümüzde aynı gelişmeler ışığında Orta Asya ve Kafkasya’da da değişimler 
yaşanmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan devletler içerisinde, serbest piyasa ve ekonomik özgürlüklerine kavuşan Türk Cumhuriyetleri de aynı süreçlerden geçmiş bulunmaktalar. Yeni kurulan devletlerin hızlı bir şekilde ulus bilinci oluşturma ve devletin vazgeçilmezi olan millet olgusunu oluşturarak ekonomik anlamda gelişmelere başlanmıştır. Enerji rezervleri sayesinde hem ekonomik özgünlüklerini kazanmış hem de dünyada ki güç odağı devlet ve uluslar üstü kurumların ilgi odağı haline dönüşmüşlerdir. 

Özellikle 19.yy ve 20.yy'lar da İngiltere ve Rusya’nın Orta Asya üzerinde 
politik baskı ve kontrol uygulama çalışmalarına günümüzde İran ve Çin'in de dahil olduğunu görmekteyiz. Bölgenin jeopolitik konumu ve enerji rezervleri büyük devletlerin gözlemi altında ve bölge üzerinde yoğun bir nüfuz mücadelesine sahne olmaktadır. Bölgede etkin olan dış odakla üç güç merkezi Rusya, Çin ve İran Türk cumhuriyetlerini çevrelemekte ve baş güç odaklarının bölgeye müdahil olmasına engel olmaktadırlar. Ancak Azerbaycan ve Kazakistan’ın daha sonra da Özbekistan’ın merkeze dahil olmaları dengeleri değiştirmeye başlamıştır. 
Türkiye’nin içerisinde olmayan hiçbir oluşumun bölgeye ve bölge halklarına yarar 
sağlamayacağı aşikardır. Ancak bu oluşumun ne tür bir örgütlenme olacağı konusunda somut adımlar atılamamaktadır. Halihazırda bölgede faaliyet gösteren oluşumlardan en etkilisi ''Şangay İşbirliği Örgütü'' , ''Bağımsız Devletler Topluluğu'' ve ''Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’dür. Fakat Türkiye bu oluşumların hiçbirinde bir etkinliğe sahip değildir. Tarih boyunca Orta Asya Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur. Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler ve yerleşik hayata teşkil etikleri büyük 
şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de gelişiminde yararlı olmuşlardır.10 Türkiye bölgesel bir aktör olarak öncelikle Türk devletleri ile işbirliği modelleri geliştirmek durumundadır. 

Enerjinin Ekonomi Politiği, 

Günümüzde enerji politikalarını anlayabilmek için öncelikle enerji jeopolitiğini incelemek gerekmektedir. Enerji jeopolitiği hem ülkeler hem de bölgesel dengeleri oluşturan önemli faktörlerdendir. Devletlerin güç durumlarını ve hükümet politikalarını önemli ölçüde etkilemektedir. 

Enerjiye ulaşım, devletlerin teknolojik yöntemleri, ham madde erişimi ve bu erişim araçlarının kullanımı, uluslararası alanda meşru gösterme gibi durumların yanı sıra; her durumda kaynaklara erişimi sağlamak gibi çıkar mücadeleleri ve bu süreçlerin getirisi karşısında alınan önlemler ve uygulanan yöntemlerin hepsi enerji eko-politiğinin zorlu parçalarıdır. 

19.yy ikinci yarısında ortaya çıkan petrol yeni keşiflere, endüstrisinin gelişmesine ve yeni bir ticari faaliyet alanına sebep olmuştur. Ülkeler kendi altyapılarını oluşturmuş gelişme sürecinde uluslaşma akımı ile kaynaklarını millileştirmeye gidilmiştir. Ülkelerin yanı sıra petrol şirketleri de kendilerine bir taban oluşturarak varlıklarını, konumlarını sağlamlaştırarak sürdürmeye çalışmışlardır. 20.yy başlarından itibaren savaşların hem varlık sebebi hem de yürüteci konumuna gelmiştir. Dünya sahnesinde ki önemi arttıkça uğrunda savaşlar verilmeye 
başlanmıştır. 1950'lerde Dünya da petrolün üretim merkezi ABD'den Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya kaymış ve fiyatı alternatiflerine (kömür, linyit vb.) göre daha da ucuzlamıştı. Bununla beraber piyasaya çıkan yeni petrol ürünleri ile petro-kimya sanayisi de gelişmekteydi. Petrol artık Dünyanın yeni kalkınma ve itici gücünü oluşturmaktaydı. 

Enerjinin bir savaş sebebi olması ve bugünkü enerji coğrafyaları üzerinde yaşanan sıkıntıların temeli ilk olarak 1960 yıllarda petrolün bir silah olarak kullanılmasını öngören ve sonucunda İsrail'in Mısır'a saldırmasıyla alevlenen devamında Arap-İsrail savaşlarının yaşanması durumudur. Arap milliyetçiliğinin yaygınlaştığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan bu yeni dönem ile batı karşıtı tutumlar sonucunda petrolün, İsrail ve onu destekleyen ABD ye karşı 
bir koz olarak kullanılmasıyla beraber Petrol Krizi sürecine girilmiş ve bu süreci ''Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı''nı (Organization of Arap Petroleum Exporting Coutries - OAPEC) kullanarak şekillendirmişlerdir.11 Bu süreç karşısında artan petrol fiyatları karşısında çoğunluğu ''Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü'' (Organisation for Economic Co-operation and Development-OECD) üyesi ülkeler olan gelişmiş Batılı ülkeler, 1973 Arap petrol ambargosu benzeri gelişmelere karşı güvenliklerini sağlamak amacıyla ''Uluslararası Enerji Ajansı''nı 
(International Energy Agency - IEA) kurdular.12 Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre, mevcut koşullar altında küresel enerji talebinin 2035 itibarıyla bugünkü seviyesine oranla yüzde 50’den fazla artması beklenmektedir.13 

Avrupa’nın enerji tüketiminin 2020 itibarıyla yüzde 70'inin yabancı kaynaklarca karşılanıyor olması beklenmektedir. 

Bu bağlamda 2030’da Avrupa’da ki gaz tüketiminin de yüzde 85’i ithal ediliyor olacaktır. 
Bu gelişmeler ışığında ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, Körfez Savaşının çıkması ve yeni petrol ve doğal gaz rezervlerinin ortaya çıkışı yeni bir Enerji ekonomi politiğinin de oluşturulmasına sebep olmuştur. Bu durum, Türkiye’nin dünyada ki toplam petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 70'inin bulunduğu bölgede yer alması, jeopolitik konumu dolayısıyla doğu-batı koridoru ile Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkasya'da ki petrol ve doğal gazı Avrupa’ya aktarımda potansiyel hat olması, OECD ülkeleri arasında en yüksek elektrik üretimi artışına sahip olması14 ve kendi bölgesi içerisinde bir enerji terminali olma iddiası ile çok büyük bir önem taşımaktadır.15 

***

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

GELİŞEN DÜNYA DÜZENİ İÇERİSİNDE TÜRK DÜNYASI ENERJİ KORİDORU., BÖLÜM 1

Hakan Beyaz,Türk Dünyası, Küreselleşme, Enerji Politikası,küreselleşme,Yeni Dünya Düzeni,Çok Uluslu Şirketler,Petrol Boruhattı,Doğalgaz Boruhattı,

Hakan Beyaz 
Özet; 

Sistemli olarak gelişmekte olan dünya da etkin bir güç olabilmek ya da mevcut 
konumu koruyabilmek için sistemin bir parçası olmak zorunluluk haline gelmiştir. 
Mevcut sistemin küreselleşme ve çokuluslu şirketler olarak geliştiği süreçte bölgesel hareketliliğin, siyasi ve kültürel alandaki etkinliğinin ekonomik alandan daha düşük olduğu açıktır. Bu sebeple Türk dünyasında etkinliğin ve yükselişin ekonomik anlamda olması gerekmektedir. Türk Cumhuriyetlerinde çıkarılan petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarımı bu düşüncenin temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada küreselleşme sürecinin teorik açıklamaları, dünyada ki enerji politikaları ve gelişmekte ki düzen içerisinde ki rolü ve Türk dünyasının bu sürecin neresinde olması gerektiği analitik olarak ortaya koymaya çalışacağım. 

Giriş 

20.yy son çeyreği önemli gelişmelere sahne olmuştur. Soğuk savaşın sona ermesi 
Sovyetler Birliğinin kendini fesih etmesi, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması gibi gelişmeler sonucunda dünya üzerinde yeni bir sistem ortaya çıkmak durumunda kalmıştır. Gelişen teknoloji ve popüler kültürün de etkisiyle yeni pazar arayışlarını daha da kolay hale getirecek bu sistem ''Küreselleşme'' olarak (karşımıza çıkmaktadır)adlandırılmıştır. Bu gelişmeler ışığında dünya üzerinde ki güç odakları da yerini yavaş yavaş büyük devletlerden çok uluslu şirketlere devretmiştir. Birçok ülkede, birden fazla alanda faaliyet gösteren bu şirketler, sağlamış oldukları istihdam, sosyal projeler ve ekonomik anlamda ki gelişmişlik  sayesinde birçok dünya ülkesinden daha zengin ve etkin bir konum kazanmışlar dır. Bu tür şirketlerin iş kollarından en önemlileri teknoloji, petrol ve doğal gazdır. 

 Belli başlı zengin ülkeler, gelir-gider dengesi arasındaki farklılıklarını koruyabilmek için yeni bir tür işbirliği ve yeni bir tür ekonomik düzen kurmak zorundadır. İşte kurulmakta olan bu düzen ''küreselleşme'' düzenidir.1 
Bu yeni sistem. ''Yeni Dünya Düzeni''nin yürüteci haline gelmektedir. Nitekim özellikle yeni teknolojilerin bulunması ve uygulanmasıyla ve pazar tabanlı 
kapitalizmin de etkisiyle, bunların yanında küreselleşmeyle gelen ekonomik değişikliklerle ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin pazarlık güçlerinde değişimler yaşanmakta, bu değişimler birbiriyle bağlantılı olarak gerçekleşmekte dir.2 

Yeni Dünya Düzeni 

Siyasi krizler ve ekonomik çıkmazlar içerisinde çıkar yol bulma çabası içerisinde giren büyük devletler, 80'li yıllardan itibaren farklı bir piyasa düzeni inşa etme yoluna gitmişlerdir. 

Bu yeni kapitalist düzen için birçok farklı propaganda yürütmüşler ve bunun içerisinde en uygun olanı küreselleşme olarak benimsetmişler dir. Bunun neticesinde de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere başka bir seçenek bırakmamışlardır. 
Her ne olursa olsun, günümüzde küreselleşme, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler 1945 yılında kurulduğunda, uluslararası ilişkileri belirleyen temel aktörlerin devletler olduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktu. Sadece devletler, uluslararası ilişkileri etkileyebilecek kaynaklara sahipti. Oysa günümüzde, uluslararası ilişkileri ve dünya ekonomisini zaman zaman 
devletlerden çok daha fazla etkileyen yeni aktörler ortaya çıkmıştır. Çokuluslu şirketler, hükümet dışı örgütler, medya kartelleri, araştırma ve düşünce (think-tank) kuruluşları, hatta bazı devletlerin yıllık GSMH’sinden daha fazla şahsi serveti bulunan bireyler ve yatırımcı konsorsiyumlar son 10 yıl içerisinde oluşan uluslararası sistemin yeni aktörleri olarak ön plana çıkmışlardır.3 

Küreselleşme aslında tam olarak ülke sınırlarının ortadan kalktığı bir sistem değildir. 

Ülkeler ucuz iş gücü için gerekli görülmektedir. Ancak, bu durum ulus kavramına da uzaktır. 

Uluslararası şirketler maliyeti düşürmek için mevcut ülke ve işçileri kullanırken pazar olarak gelişmekte olan ülkeleri seçmektedirler. Üretim maliyetlerini en alt seviyeye düşürmek için bazı üçüncü dünya ülkeleri tercih ediliyorsa da bu durum şirketlerin merkezinin bulunduğu ülkelerde istihdam sorununa neden olduğundan bu konuda farklı yöntemler izlemek durumunda kalınmıştır. 

Çok Uluslu Şirketler 

Yeni dünya düzenin oluşturulması ve küreselleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte daha etkin bir rol alan çokuluslu şirketler, bu durumu biraz da sermayelerinin sağlam oluşu ve gelişen teknolojiyi en iyi şekilde uygulamalarına borçludur. 
Net bir tanım yapmak gerekirse; üretim, araştırma, yatırım, strateji, politika ve karar alma işlemlerinin belli bir ülkede olan genel merkezi tarafından belirlenen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve şubeler aracılığıyla koordine edilen büyük işletmelerdir. Günümüzde özellikle uluslararası ticaret alanında etkin bir konuma sahiptirler. Bu konumlarının sayesinde uluslararası alanda bir çok yönden ve bir çok farklı kurum ve kuruluşlarla yoğun etkileşim içerisindedirler. Bu ayrıcalığın farkında olan uluslar üstü işletmeler kendilerini bu yöne doğru hızlı bir şekilde geliştirme çabası içerisine girerek, dünya üzerinde her açından söz sahibi olma pozisyonuna gelmek istemektedirler. Günümüzde bu duruma paralel olarak bu tür oluşumların sayısı ve etkinliği büyük bir artış göstermektedir. Çok uluslu şirketlerin ev sahibi ülkeye yaptığı katkıların en önemlisi ihracat rekabet 
gücünü arttırmasıdır.4 

Çok uluslu şirketler herhangi bir ülkede yatırım yaparken beraberinde 
sermaye, teknoloji ve yönetim bilgisi getirir; ev sahibi ülke dünya çapında pazarlara kolayca erişme olanağına sahip olan çokuluslu şirkete mal ve hizmet tedarik eden yerli firmalar sayesinde bölgesel ve global piyasalara erişim olanağına kavuşabilir. Yerli firmalar, yaparak öğrenme süreci sonrasında ihraç ürünlerinin çeşitlenmesini sağlarlar. Çokuluslu bir şirketin herhangi bir ülkede yatırım yapması halinde çokuluslu şirketin ev sahibi ülkeye getirdiği sermaye, bilgi ve beceri ile teknoloji ölçüsünde ev sahibi ülkenin reel milli gelirinde artış olur. Ev sahibi ülkenin vergiler yoluyla elde ettiği ek gelirler ile toplumun elde ettiği dolaylı faydalar çokuluslu şirketin elde ettiği getiriden daha yüksekse çokuluslu şirketin doğrudan ekonomik etkileri ev sahibi ülke lehine gelişir.5 

Yeni dünya düzeninin vazgeçilmez bir parçası olan bu sistem içerisinde ülkemizin de toplam yabancı varlığı 36,7 milyar Amerikan doları, yurtdışı satışları 23,4 milyar Amerikan doları ve istihdam ettikleri yurtdışı işgücü 115.539 kişiye ulaşan 29 Türk çokuluslu şirketi bulunmaktadır. İlk en büyük beş şirket toplam piyasanın %58’ini diğer bir deyişle 21,4 milyar Amerikan dolarını kontrol etmektedir. 

En büyük on şirket ise toplam yabancı varlığın %70’inden biraz daha fazlasını (toplam 26,4 milyar Amerikan dolarını) kontrol etmektedir.6 

Yurtdışında 426 iştiraki olan bu yirmi dokuz çokuluslu şirketin iştiraklerinin 326’sı Avrupa ve Orta Asya’da, 53’ü Ortadoğu ve Afrika’da, 31’i Doğu Asya, Güney Asya ve Kalkınmış Asya-Pasifik’te7 ve 16’sı ise Kuzey ve Güney Amerika’da faaliyet göstermektedir.8 

Çokuluslu şirketlerin küreselleşmeyle paralel olarak devam eden bu gelişmeleri 
ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda topluma sağlayacağı katkıların ve oluşacak türlü fırsatların yanı sıra yine aynı çeşitlilikte tehlikeli durumların da oluşabileceği gerçeğine karşı da bir takım önlemlerin alınmasında faydalı bir gereklilikte bulunmaktadır. 


***

17 Mayıs 2020 Pazar

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI  KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ 




Tolga Çikrıkci
* Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi.


Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası sistemde büyük bir dönüşüm başlamış ve bu dönüşüm 11 Eylül terör saldırıları ile büyük bir ivme kazanmıştır.

Tehdit algılarının değişmesi ile bölgesel ve ulusal güvenlik anlayışı da dönüşüme
uğramış ve Karadeniz'in güvenlik unsurları da farklılaşmıştır. Önemi temelde
jeopolitik konumundan kaynaklanan Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla uluslararası toplumun ve devletlerin gündeminde yer almaktadır.
Uluslararası ilişkileri anarşi ve çatışma ortamı olarak betimleyen realist teori,
güvenlik kavramını da bu temel anlayış üzerinden şekillendirmiştir. Bu anlayış
içerisinde devletlerin güvenliği, askeri güç ve ulusal çıkarlar ekseninde sıkıştırılmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik unsurları bağlamında realist teorinin güvenlik anlayışı büyük ölçüde eleştirilir hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı realizmin güvenlik kavramına yaklaşımını ortaya koymak ve bu doğrultuda Soğuk Savaş sonrası evrimleşen güvenlik algısını Karadeniz örneği üzerinden açıklamaktır.
Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.

1. Giriş

Günümüzde, uluslararası alanda, üzerinde en çok tartışma bulunana kavramlardan birisi de güvenliktir. Kavram üzerinde tam bir uzlaşının olmamasının asıl nedeni, uluslararası ilişkilerin doğası gereği yerleşik bir uluslararası sistemin bulunmamasıdır.
Diğer bir deyişle uluslararası sistemin olaylar neticesinde değişime uğraması, tehdit algısı ile şekillenen güvenlik anlayışının değişmesine ve bu bağlamda güvenlik kavramının sınırlarının da değişime uğramasına sebep olmaktadır.
İki kutuplu bir yapıya dayanan Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yapay sınırları ortadan kaldırarak uluslararası ilişkilere farklı bir boyut kazandırmıştır. Daha geçirgen, çok yönlü ve daha dinamik olan bu yeni boyut, yukarıda değinildiği gibi “güvenlik” kavramının nasıl algılanması gerektiği konusunda da tartışmaları gündeme getirmiştir.

Bunun sebebi, güvenliğin kimin güvenliği olduğu, hangi boyutta güvenlik olduğu,
güvenliğin tanımlanmasında esas unsur olan tehdidin ne olduğu gibi soruların,
meselelere taraf olanlar tarafından farklı cevaplandırılabilecek olmasıdır. Ancak bir sonuca ulaşabilmek için, güvenliğin anlam ifade etmesi ve bu anlamın hassas olarak tanımlanması gerekmektedir.1

Uluslararası ilişkilerin üç temel paradigmasından Realizm güvenlik kavramını
düşünce sisteminin doğası gereği askeri güvenlikle ilişkilendirerek açıklamakta dır. Güvenlik kavramının dönüşüme uğraması neticesinde uluslararası sistemi düzenleme konusunda temel olarak güç ve güç dengesi kavramları üzerinden hareket eden Realizm, Soğuk Savaş’ın bitimiyle yaşanan değişimi öngörme ve inceleme konusunda eleştirilere maruz kalmıştır. Realizm etrafında toplanan bir kısım yazar, teorinin temel aldığı güç dengesinin ancak savaşlar yoluyla değişebileceğini belirtmektedir. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin savaş olmadan çözülmesi bu paradigmaya yöneltilen eleştirileri daha da artırmıştır.

İki kutuplu sistemin ardından değişen jeopolitik ve jeoekonomik unsurlar neticesinde bölgelerin değeri ve önemi de değişime uğramıştır. Karadeniz Bölgesi de Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik konusunda en çok adı geçen bölgelerinden birisi haline gelmiştir. Bu anlamda Realizmin güvenliğe bakışı ile nispeten yeni bir mücadele alanı olan Karadeniz’in güvenliği arasında bir bağlantı oluşmuştur.
Karadeniz hem doğal kaynaklar (petrol, doğalgaz) hem de bu kaynakların nakliyatı için çok önemli bir merkez konumunda bulunmaktadır. Bölge, Orta Asya ve Hazar Havzası’nda bulunan enerji kaynaklarının2 Avrupa’ya aktarılmasında yeni boru hatlarının bölgeden geçmesi nedeniyle daha da önemli bir duruma gelmiştir. Bu bağlamda 21. yüzyıl uluslararası çekişmelerinde Karadeniz’in önemi açıkça görülmektedir. Zira bu çekişmelerin odak noktalarından biri de enerji ve bu anlamda enerji kaynaklarının kontrolü ve enerji güvenliğidir.

Bu çalışmada Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından değişen güvenlik algısı
ekseninde uluslararası ilişkilerin temel paradigmalarından realizmin güvenlik anlayışı ve bu bağlamda Karadeniz’in güvenliği ele alınmaktadır. Çalışmanın temel amacı “Karadeniz’in Güvenliği” konusu üzerinden realist teorinin güvenlik anlayışının günümüz güvenlik algısı ile karşılaştırmasını yapmaktır.

2. Realist Teori ve Güvenlik

Uluslararası ilişkilerin kuramsal tartışmaları temelde üç paradigma yani, realizm,
idealizm ve rasyonalizm etrafında seyretmektedir. Değişen uluslararası sistem, bu paradigmaların bakış açılarına eklemlenen eleştiriler neticesinde yeni kuramların doğmasına yol açar. Söz konusu üç temel paradigma sırasıyla klasik felsefenin Hobbesçu, Kantçı ve Grotiusçu geleneklerine dayanır3. Bu üç gelenek birbirini şekillendirmektedir. Yani esasen Realist düşüncenin karşısında olan görüş İdealizm ekolünü oluşturmuş; bunların bazı yönlerini olumlayan ve bazı yönlerine de karşı çıkan bir görüş olarak da Rasyonalizm şekillenmiştir denilebilir. Ancak Soğuk Savaş döneminin hakim ekolü realizm, sistemin değişme uğraması neticesinde en çok eleştiriye maruz kalan kuramlar bütünü olmuştur.

Realizmde devlet, uluslararası ilişkilerin tek ve hakim aktörüdür. Bu aktör, Hobbes’un görüşlerinden esinlenen Morgenthau’nun da vurguladığı üzere yalnız çıkarları doğrultusunda hareket eder4. Bunun yanında uluslararası ilişkiler ya da uluslararası sistem bir anarşi hali olarak görülmektedir. Buradaki anarşi, bir üst otoritenin yokluğunu ifade ederken aynı zamanda egemen devletlerarasındaki çatışma ortamına da işaret etmektedir. Bu anlamda uluslararası ilişkiler tam bir doğal savaş halidir.

Böylesi bir ortamda düzenden, işbirliğinden ya da uluslararası toplumdan bahsetmek neredeyse imkansızdır. Bu haliyle uluslararası ilişkiler Hobbes’un belirttiği gibi bir doğa halini yansıtmaktadır. Doğa hali kavramı, Hobbes’un toplum ya da devletin oluşumunu açıklamak için oluşturduğu bir kavramdır. Kavram, bu noktada insanların toplum halinde devlet benzeri bir oluşuma itaat etmeye başlamadan önce yaşadıkları varsayılan durumu göstermektedir. 

Bu yaşam şeklinde yapı gereği, hukuk ve adalet yer almamakta dolayısıyla hakim durum savaş ve çatışma olmaktadır5. Bu noktada devletlerin içerisinde bulundukları ortam güvenliksiz bir ortamdır. Güvenlik ulusal güvenliğe işaret etmektedir ve ancak devletin kendi bekasını sağlama konusunda gücünü artırmasıyla sağlanabilecektir.

Görüldüğü gibi realizm güvenliği doğal olarak güç ile ifade etmektedir. Diğer
devletlere göre daha baskın yeterli bir güce sahip olan devlet daha güvenli olacaktır.

Bu düşünceye göre askeri kaynaklar güvenliğin sağlanmasında esas çözüm yoludur.6

Soğuk Savaşı genel hatlarıyla şekillendiren düşünce de budur. Realist yaklaşımla
Soğuk Savaş döneminde ekonomik faktörlerin çözümlenmesi göz ardı edilmiş ve
siyasi/güvenlik konularının incelenmesine askeri güç ekseninde ağırlık verilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki Realist geleneğin içerisinde farklı yaklaşımlar da söz konusudur. Örneğin E.H. Carr’dan gelen ekonomik faktörlerin uluslararası ilişkilerdeki önemine vurgu yapan realist bir bakış açısı da mevcuttur7.

Hobbesçular, içinde yaşadığımız şiddete eğilimli dünyanın ötesine geçmenin mümkün olmadığına inanır8. Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığı realizmin bu düşüncesini yükselten en büyük örnek olmuştu. Bu bağlamda Soğuk Savaş Dönemi boyunca temel düşünce ekolü olan Realizm ekseninde dönemin birçok yazarı da, savaşı devletlerarası ilişkilerin yapı özelliği olarak değerlendirmiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitişi ile dengeler tamamen değişmiş ve Kantçı bakış açısını olumlar nitelikte bir uluslararası ortam doğmuştu. Baylis’in belirttiği gibi bu “Yeni İdealizm” barışçıl bir küresel toplumun gelişmesine yönelik daha iyimser görüşleri yansıtmaktaydı9. Bu ortam içersinde realizme yöneltilen eleştiriler daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki realizmin Soğuk Savaş’la birlikte tarihe gömüldüğünü ileri sürenler bile olmuştur10.
Günümüzde ulaştığımız düzeyde ülkelerin iç dinamiklerini devletlerarası ilişkiler söz konusuyken de göz ardı edemeyeceğimiz açıktır. İç ve dış faktörleri birbirinden net bir şekilde ayıran realist bakış açısı, günümüzde en çok bu noktada eleştiri almaktadır.

Uluslararası sistemin sürekli değişim göstermesi gibi uluslararası ilişkilerin temel
paradigmalarının güvenlik konusuna farklı yaklaşmaları, güvenlik konusunda birçok yazar ve akademisyenin de konu ile ilgili farklı görüşlere sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Zira uluslararası sistemin şartları değiştikçe güvenlik kavramı içerisinde öncelik verilen hususların sırası değişmekte, güvenliği etkileyecek yeni tehditler ortaya çıkmaktadır. Yeni Dünya düzeninde tehdit algısının artık birçok boyutu vardır. 1990 öncesi tehdit güçlü ordulardan, bu ordulara sahip devletlerden kaynaklanmakta iken, bugün ulaştığımız noktada insan kaçakçılığından terörizme, saldırgan milliyetçilikten kökten dinciliğe kadar çok boyutlu bir hale gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak, devletler arasında yatay olarak yeni ilişkiler oluşmakta, bölgesel ve alt-bölgesel işbirliği girişimleri çoğalmakta, devlet dışı faktörler, yerel makamlar, sivil toplum ve özel sektör ön plana çıkmaktadır. Bu durum Soğuk Savaş döneminin parlak realist bakışını yalnızca askeri boyuta önem vermesi bakımından oldukça eksik bırakmaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından jeopolitiği en çok etkilenen bölgelerden
birisi de Karadeniz Bölgesi’dir. Bu anlamda güvenliğe yeni eklenen girdileriyle
Karadeniz’in güvenliği konusu “Eski Realizm”in güvenliğe yaklaşımı bağlamında
incelenebilecek örnek bölgelerden birisini teşkil etmektedir.

3. Değişen Güvenlik Anlayışı ve Karadeniz’in Güvenliği

“Değişen güvenlik anlayışı” ifadesinin temel dayanak noktası, iki kutuplu sistemin yani Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası sistemdir. Bilindiği gibi ortaya çıkan bu yeni uluslar arası sisteme Yeni Dünya Düzeni adı verilmektedir.11 
Bu yeni yani günümüz uluslararası sisteminin temel özellikleri; çok merkezlilik ve Amerika Birleşik Devletleri’nin başat güç olarak konumlandırılması dır.12

Mackinder’in Kalpgah teorisi 13, Mahan’ın Deniz Hakimiyet Teorisi, Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisi de özlerinde Karadeniz Bölgesi yer almaktadır ve buraya hakim olan güç, Dünya Adasına hakim olacaktır düşüncesini barındırmaktadır. Bu bağlamda jeopolitik teoriler ekseninde, Karadeniz’in bugün sahip olduğu konum uluslararası ilişkiler açısında büyük stratejik önem arz ettiği açıktır.

Karadeniz’in siyasi tarihine baktığımızda 19. yüzyılın başlarına kadar Türk ve Rus
hakimiyetinde kaldığını; daha sonra I. ve II. Dünya savaşları sırasında İngiliz ve
Alman nüfuzuna maruz kaldığını görmekteyiz. Günümüzde ise bölge, Amerika
Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun etki alanı halindedir.
Tarihi süreçlerde Karadeniz Bölgesi, bu süreçlerin güvenlik anlayışları ekseninde
farklı farklı nitelendirilmiştir. Başka bir ifadeyle Karadeniz Bölgesi’nin devletlerin
algısındaki stratejik konumu çeşitli aşamalardan geçmiştir. Özetle bu aşamalar şu şekildedir14:

1) Soğuk Savaş Öncesi Dönem: Geçiş Bölgesi
2) İki Kutuplu Dönem (Soğuk Savaş Dönemi): Çevre Alan
3) Soğuk Savaş Sonrası Dönem (Günümüz): Merkez Bölge


Soğuk Savaş dönemi sonrasındaki “Yeni Dünya Düzeni”’nde uluslararası ilişkilerde ideolojik etmenlerin öneminde nispeten bir azalma olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bunun yanında jeopolitik 15 etmenlerin öneminde ise ideolojik etmenlere nazaran bir artış olduğu göze çarpmaktadır 16.

Karadeniz’in en önemli coğrafi karakteristiği Akdeniz, Kafkaslar, Balkanlar ve
Ortadoğu gibi birçok komşu alana büyük ölçüde açılmasıdır. Bu alanlardan Balkanlar ve Kafkaslar Avrupa’nın art alanında en çok sorunlu olan alt bölgesel alanlardır.17
Ortadoğu ise şiddet saçan kürsel bölgenin merkezidir ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahiptir 18.

Karadeniz Bölgesi sınırları üzerinde en çok farklı görüşü barındıran bölgelerden
birisidir. Karadeniz Bölgesi’ni sınırlandırırken Karadeniz-Hazar Havzası (Black-
Caspian Seas Region), Karadeniz-Akdeniz Bölgesi (Black-Mediterranean Seas
Region), Tuna-Karadeniz Bölgesi, Büyük Karadeniz (Greater BlackSea), Geniş
Karadeniz (Wider Black Sea) ve NATO’nun genişleme dalgası ile anılır olan Baltık- Karadeniz Güvenlik Alanı (Baltic-Black Sea Zone of Security); ifadelerinin kullanılır olması bölgeyi sınırlandırmanın zorluğundan ileri gelmektedir.19
Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği, bölgenin taşıdığı özellikler bakımından günümüzde uluslararası sistemin başat güçlerinin politik çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir.

ABD için Karadeniz ve çevresi, küresel politikasının Avrasya bölümünün önemli bir halkasını oluşturmaktadır. ABD için Karadeniz’in önemi bölgenin tekrardan RF’nin kontrolü altına girmemesi ve Ortadoğu ile Orta Asya’nın kontrolü ve geleceği açısından önem taşımaktadır.

AB için ise Karadeniz ve çevresi, küresel bir aktör olma yolunda önemli bir geçiş
coğrafyası ve gelecekte yüzleşmek zorunda kalacağı sorunları bugünden çözümlemesi gereken bir alandır. Avrupalıların geçen yüzyılda “Yakın Doğu” olarak nitelendirdikleri bölgeler artık Avrupa’nın içerisindedir. 2007’deki son genişlemenin ardından, Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olması ile birlikte AB Karadeniz’e kıyıdaş bir aktör olmuştur. Hatta daha AB Karadeniz’e kıyıdaş olmadan evvel hem Avrupalı hem de Amerikalı araştırmacı ve politikacılar Orta Doğu ve Orta Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kuşak bölgenin varlığından söz etmeye başlamış ve burası “Karadeniz Bölgesi” ya da “Geniş Karadeniz Bölgesi” olarak anılmaya başlamıştır.

Bu kapsamda Karadeniz ülkeleri Avrupa’nın doğuya kara yolu ile açılmasında yegane coğrafyayı kaplamaktadırlar. Karadeniz’de etkili olmayan bir Avrupa’nın uzun vadede Orta Asya ve Ortadoğu’da etkili olmasının pek mümkün olmayacağı
değerlendirilmektedir. Diğer yandan Doğu’nun ekonomik olarak yükselişi AB’yi bu coğrafyaya kesintisiz ve ekonomik yoldan yakın olmaya zorlamaktadır.
Bu coğrafyayı AB için önemli kılan bir diğer nenden ise bu coğrafyanın enerji
merkezlerine ulaşımında bir geçiş koridoru olmasıdır. AB’nin enerjiye bağımlılığı her geçen gün artmakla beraber bugün Avrupa dünyanın en büyük gaz ve petrol
ithalatçısıdır. Bugünkü enerji tüketiminin %50’sini ithal etmektedir ve 2020 yılında bu rakam %70’lere kadar yükselecektir. AB’de artan bu enerji ihtiyacını Rusya, Körfez ve Kuzey Afrika’dan karşılayacak, Avrupa’nın başkentleri RF’nin ve Suudi Arabistan’ın baskısını daha çok hissedecektir. Bu bakımdan güvenli bir Karadeniz sistemi enerji tedarik problemine ciddi bir alternatif oluşturması açısından önemlidir.20

Aynı zamanda Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri boyunca devam eden
donmuş çatışma alanları ve Kuzey Kafkasya, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez oluşturmaktadır. Bu merkezler bir taraftan ülkelerin reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi yasadışı trafik ile tehdit etmektedir.

Görüldüğü gibi 10-15 sene önce uluslararası arenada çok az gündeme gelen
Karadeniz son yıllarda büyük güçlerin öncelikli ilgi alanlarından birisi olmuştur. Daha somutlaştıracak olursak, Karadeniz’in dünya gündeminde bu kadar yer almasını sağlayan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir;

Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması, bu dağılma sonrası batıdan
doğuya doğru genişlemeye devam eden AB ve NATO’nun Karadeniz’e kadar
genişlemeyi tamamlamış olması ve Karadeniz’i kapsayacak şekilde Güney
Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak
istemesi, Karadeniz ülkelerinin, RF’nin orta vadede ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda toparlanması sonrası tekrar eski nüfuz alanına dönmek isteyebileceği ihtimalinin olması nedeniyle, NATO ve AB üyeliğini kendilerinin gelecekteki siyasi, ekonomik ve askeri güvenliğinin en önemli güvencesi olarak görmeleri,
11 Eylül 2001 saldırısı sonrası ABD’nin “terör” merkezlerini yok etmeye yönelik
başlattığı askeri harekat içinde Karadeniz’in bulunduğu özel konum,
ABD’nin olası bir İran harekatı ve Avrupa-Atlantik dünyası dışında kalan Beyaz
Rusya ile RF’nin askeri hareketlerini kontrol altında tutmak için, Karadeniz’i “askeri üs, radar istasyonları ve casus uçakları ile izleme merkezi” olarak değerlendirmek istemesi, 11 Eylül saldırısı sonrası, gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olabilecek enerji kaynakları arayışı, RF-Ukrayna doğalgaz krizinin ardından, enerji güvenliğinin dünyada hayli önem kazanması.

2004 yılı Nisan ayında NATO’nun yeni iki üyesi konumuna gelen ve 1 Ocak
2007’den itibaren de AB üyesi olan Bulgaristan ve Romanya ise kendi güvenliğini
bölgesel olmakta ziyade Avrupa-Atlantik eksenine oturmuşlardır. Bu iki ülke gerek RF’nin etkisinden bir an önce tamamıyla kurtulmak, gerek Karadeniz’de RF
karşısında etkin bir güç olabilmek ve gerekse Karadeniz ve çevresinde bulunan
sorunların çözümünde RF baskısını azaltmak için ABD, AB gibi güç aktörlerini
bölgeye çekme çabası içerisine girmiştir.

Söz konusu nedenler, Karadeniz’i ister istemez giderek Batı ile Doğu arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezi durumuna getirmektedir.21 Karadeniz Bölgesi’nin güvenlik unsurları açısından bakıldığında, realizmin askeri güvenliği öne alan güvenlik anlayışının bugün kısmen geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Zira Karadeniz Soğuk Savaş sonrası dönemin önemli bir mücadele alanı haline gelmiş ve bölgenin güvenliği tüm kıyıdaş devletlerin güvenliği konusunda hayati bir önem taşımaya başlamıştır.

Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri donmuş çatışma alanları ile meşgul olur iken Kuzey Kafkasya silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez haline gelmiştir.

Mevcut güç boşluğundan yararlanmak isteyen odaklar bir taraftan ülkelerin
reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi uyuşturucu trafiği gibi yasadışı işler ile tehdit etmekte, sahip oldukları teknoloji ve silahları ABD
düşmanlarına satma niyetleri ABD için bir tehlike oluşturmaktadır. Bir iddiaya göre de Londra sokaklarında satılan uyuşturucunun % 80’i Karadeniz üzerinden
gelmektedir.22

Bu yönden bakıldığında realizmin güvenlik anlayışının Karadeniz’in güvenliği
örneğinde eksik kaldığı görülmektedir. Çünkü günümüz uluslararası ilişkilerinde,
yukarıda da belirtildiği gibi, tehditler çeşitlenmiş ve güvenlik yalnızca askeri
kapasitenin yükseltilmesi neticesinde sağlanabilecek bir olgu olmaktan çıkmıştır.
Sınıraşan suçlar ekseninde tehditler küresel bir hal almış ve devletlerarası işbirliği tehditlerin giderilmesinde elzem bir yöntem haline gelmiştir. Bu noktada realizme yöneltilen eleştiriler haklı bir zemine oturmaktadır denilebilir.

4. Sonuç Yerine

Güvenlik algısının dönüşümü, yaşanılan olaylar neticesinde ortaya çıkan doğal
süreçtir. Ancak kendiliğinden gelişmeyen; stratejik analiz ekseninde ilerleyebilecek olan süreç, devletlerin ya da güvenliğin derinleşmesi neticesinde buna eklenen diğer aktörlerin uyumlaşma ve uyumlaştırma kabiliyetleridir. Bu kabiliyeti belirleyen ölçütler, bahsi geçen analiz biriminin gücü ile doğru orantılıdır. Teknolojik kapasite, jeopolitik konum, istihbarat, askeri kapasite, ekonomik büyüklük, homojenlik vb. unsurlar ise bu gücü belirleyen öğelerdir.

Soğuk Savaşın sona ermesiyle Avrasya, sınırsal ve politik olarak değişikliklere
uğramıştır. Doğu-Batı ayrımı üyeleri birbiri üzerine bindirmeli birçok coğrafi alana ayırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Karadeniz Bölgesi Doğu-Batı arasında stratejik öneme sahip bir koridor haline gelmiştir.

Jeopolitik konumu en fazla değişen bölgelerden birisi Karadeniz olup, bölge Soğuk Savaş sonrasında jeopolitik olarak güçlenme ve aynı zamanda tehdit altında olma çelişkileri yaşamaya başlamıştır. Diğer bir deyişle 19. yüzyılda oynanan “Büyük Oyun”un hayat alanının bir bölümü olan Karadeniz Bölgesi, 20. yüzyılın sonunda bir kez daha dikkatleri üzerine çekmiş ve bölgenin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır.

Karadeniz’in hem jeostratejik hem de jeoekonomik öneme sahip bir coğrafyada yer alması, bölge dışı aktörlerin bu coğrafyaya olan ilgisinin artmasına sebep olmuş, bu durum da bölgede jeopolitik bir rekabeti başlatmıştır. Bölge devletlerinin birçoğunun “zayıf devlet” olması ise, bu jeopolitik rekabetin devletlerin güvenliği üzerinde daha çok hissedilmesine sebep olmuştur. 

Bu kapsamda mevcut çatışma alanları, ülkelerin yönetim değişikliklerinin yaşandığı süreçler, enerji nakil hatlarının seçimi bu rekabetin en yoğun hissedildiği kritik konular olmuşlardır.

Mackinder’in jeopolitik kalpgahında merkezi bir yerde bulunan, aynı zamanda
Huntington’ın medeniyetlerin ayrıştığı hat diye ifade ettiği Karadeniz, birçok etnik ve politik sorunuyla beraber Avrupa tarihinin ve Türk-Rus ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.23

Bugün için Karadeniz yerel stratejik önemi olan bir bölgeden ziyade yükselen bir
jeopolitik ekseni ifade etmektedir. Bu jeopolitik eksen bölge dışı aktörler ve bölge ülkeleri tarafından farklı derecelerde farklı önemlerde olmakla birlikte; ABD ve AB’nin bölgeye yönelik çıkarlarının büyük oranda uyuştuğu değerlendirilmektedir.

Soğuk Savaş dönemin sağladığı güvenlik yapısı içerisinde bir barış denizi olarak
kalmayı başarmış Karadeniz, özelikle 11 Eylül saldırıları sonrası büyük güç
odaklarının dikkatini çekmeye başlamıştır.

Günümüzde, başta Rusya Federasyonun yakın çevre politikasına engel olmak ve
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin gerçekleşmesine katkıda bulunak maksadıyla,
Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki anti demokratik yönetimleri değiştirmek, enerji nakil hatlarını kontrol etmek, ülkelerin ekonomik gelişmelerine katkıda bulunmak, Kitle İmha Silahları (KİS) yayılımı ve yasadışı faaliyetleri önlemek gerekçelerine dayanarak Karadeniz’de bir şekilde varlık göstermeyi hedeflemiş tir. Yapılan inceleme göstermiştir ki, yakın tarih içerisinde bir barış denizi olarak kalan, Soğuk Savaş dönemi dahil herhangi bir çatışmaya sahne olmayan Karadeniz’in güvenliğinin yine Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerce sağlanması bölgedeki huzur ve dengelerin devamı için en uygun şartları sağlayacaktır. Kıyıdaş olmayan güçlerin Karadeniz’e girişi özellikle RF faktörü dikkate alındığında mevcut barışı bozabilecektir. Ayrıca, kıyıdaşlar haricinde Karadeniz’e girecek diğer deniz unsurlarının temelde tonaj ve kalış sürelerini kısıtlayan Montreux Sözleşmesi’nin bu kapsamda aşındırılmaya çalışılması, diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler güvenlik çıkarlarına büyük darbe indirecektir.24 

Bu nedenle anılan sözleşmenin değiştirilmesine yönelik hiçbir şart kabul edilmemelidir.

Realizm uluslararası sitemi devletlerin kendi güvenliklerini komşuları pahasına
sağlamaya çalıştığı katı bir alan olarak değerlendirmektedir. Buna bağlı olarak
devletlerararası ilişkiler, devletlerin sürekli olarak birbirinden faydalanmaya çalıştığı bir güç mücadelesi olarak görülmektedir. Karadeniz’in yukarı da sayılan özellikleri neticesinde, realizmin güvenlik konusundaki yaklaşımlarını olumlar nitelikte bazı unsurlar göze çarpmaktadır. Zira askeri güvenlik Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği için halen birinci basamakta yer almaktadır. Ancak genel resme bakıldığında Karadeniz Bölgesi’nin küresel tehdit unsurlarından etkilenen bir bölge olduğu açıktır. Realist teorinin güvenlik anlayışında bu unsurları göz ardı etmesi ve temel aktör olarak yalnızca devletleri kabul etmesi, onun zayıf karnını oluşturmaktadır. 

Zira bölgede oluşturulan, KEİT, Blacksea Harmony gibi işbirliği unsurları teorinin bu zayıf yönünü somutlaştıran örnekleri teşkil etmektedirler.

KAYNAKÇA

ALKAN Akın, 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara, 2006

ARI Tayyar, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999,

ASMUS Ronald; Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”,
Policy Review, No:125, June/July 2004, 
http://www.hoover.org/publications/policyreview/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)

AYDIN Mustafa, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU
Enlargement”, IIS Occcasional Papers, No. 53, Paris, Haziran 2004.

BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde
Çatışmadan Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala,
Ursula Oswald Spring, Necati Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset
Bilimi 44, Ekim 2012, s.153-166.

BP Statistical Review of World Energy, June 2012,
http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_pu
blications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_revi
ew_of_world_energy_full_report_2012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)

BRZEZİNSKİ Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun
Kocabıyık, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998.

BUZAN Barry, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991

ÇİKRIKCİ Tolga, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”,
III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum
Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.241-252.

ÇÖRTEN Burcu, Güncel Karadeniz Jeopolitiği, Karadeniz Stratejik Araştırma ve
Uygulama Merkezi, Giresun Üiversitesi Yayınları, Giresun, 2009.

DEMİR Sertif, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, ss. 19-50.

Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm
Tartışması”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, ss.57-88.

İLHAN Suat, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971.

İŞCAN İsmail Hakkı, “ Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş
Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2, (Yaz 2004), ss. 47-79.

KANBOLAT Hasan, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html,
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)

KARABULUT Bilal, “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler:
Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, 
Güz 2009, ss.1-11.

KARAMAN Oğuz, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006.

MACKINDER Halford John, “The Geographical Pivot of History”, Democratic
Ideals and Reality, National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194

MORGAN Patrick, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional
Orders: Building Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M.
Morgan, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 1997.

SANDIKLI Atilla, “Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor
No:27, Ocak 2011.

SEZER Duygu Bazoğlu, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”,
http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2013)

SÖNMEZOĞLU Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 2000.

YURDUSEV A. Nuri, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik,
Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 15-56.

DİPNOTLAR;

1 Patrick Morgan, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional Orders: Building
   Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M. Morgan, Pennsylvania, The
   Pennsylvania State University Press, 1997,s.22.
2 Hazar Denizi petrol rezervleri, İran Körfezi ile aynı düzeyde olmasa da, 21. Yüzyıl için kayda değer
   bir enerji kaynağı olması bakımından oldukça önemlidir. Ortadoğu ve Hazar Havzası 2012 yılı
   verilerine göre Dünya petrol rezervinin %55.9 ‘una ve doğalgaz rezervinin ise %74.4’üne sahiptir. BP
   Statistical Review of World Energy, June 2012,
   http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistic
al_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2
012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)
3 Çalışmanın iki temel ayağından birini oluşturan realist teori, Hobbesçu geleneği ifade etmektedir. Bu
   yüzden bazı noktalarda realist teori, realizm ya da Hobbesçu gelenek kavramları birbirlerinin yerine
   kullanılmıştır.
4 Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması”, Devlet
   Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.73- 74.
5 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde
Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.44.
6 Barry Buzan, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991, s.1-3 (Aktaran: Akın Alkan, 21.
Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.4.)
7 Eralp, a.g.m. s.81.
8 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan
Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, Ursula Oswald Spring, Necati
Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset Bilimi 44, Ekim 2012, s.153.
9 Baylis, a.g.m., s.154.
10 Eralp, a.g.m., s.85.
11 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999, s.103.
12 Uluslararası ilişkiler alanındaki akademik çalışmaların büyük çoğunluğunda Amerika Birleşik
Devletleri süper güç olarak nitelendirilmektedir. Süper güç kavramı sarsılmaz bir askeri güce,
ekonomik ve teknolojik önderliğe işaret etmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün içinde
bulunduğu durum buna örnek teşkil etmemektedir. Örneğin bu yeni dönemde Çin, Japonya, Hindistan,
Brezilya ve Almanya gibi önemli güç merkezleri karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Çin’in 21. yüzyılın
ortaları itibarıyla ABD’nin bu konumu sarsabilecek şekilde yükselmekte olduğu açıktır. Yakın bir
zaman diliminde yeni bir süper gücün ortaya çıkabileceği öngörülen bir durumda ABD’yi süper güç
olarak konumlandırmak anlam karmaşasına neden olmaktadır. Bu yüzden ABD için başat güç
nitelendirmesi daha uygun olacaktır.
13 Bkz. Halford John Mackinder, “The Geographical Pivot of History”, Democratic Ideals and Reality,
National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194.
14 Sertif Demir, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, s.21.
15 Jeopolitik, insanlığı mekan faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplindir. Politik
düzeyde bugün ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler.(
Suat İlhan, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971, s. 61.) Jeopolitik; dünya
coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik
düzeyde hareket tarzı araştırması yapar. Bugünkü ve gelecekteki politik güç ve hedef ilişkisini coğrafi
gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma koşul ve aşamalarını belirler. Jeopolitik;
coğrafya, tarih, teknoloji ve siyaset verilerini zamanın ruhuna uygun olarak analiz ederek milli güç
unsurlarının en etkin bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlayacak milli politikaların
belirlenmesi ve uluslararası siyasi faaliyetlerin yürütülmesi sanatı ve bilimidir.( Atilla Sandıklı,
“Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor No:27, Ocak 2011, s.1-2.)
Jeopolitik konum, coğrafi konumun değeri ile birlikte dünya ve bölge güç merkezlerine göre, yani
dünyanın politik yapısına göre ülkenin ya da analiz biriminin bulunduğu yeri açıklamaktadır. Soğuk
Savaş sonrası yaşanan gelişmelerle birlikte ülkelerin fiziki coğrafyalarında herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Kısaca coğrafi konumda bir değişiklik olmamıştır. Değişen, coğrafyayı aktifleştiren ülke
güçleri, uluslararası birlikler ve anlaşmalardır. Yani evrensel değerdeki güç odakları ile bölge
güçlerinin etkinliği değişmiştir. Global ve bölgesel güç merkezlerinde meydana gelebilecek bu türde
değişiklikler söz konusu ülkenin ya da bölgenin jeopolitik konumunu ve bu konumun uluslararası
ilişkilerde ifade ettiği stratejik değeri değiştirebilmektedir.( İsmail Hakkı İşcan, “ Uluslararası
İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2,
(Yaz 2004), s.50.)
16 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.701.
17 Duygu Bazoğlu Sezer, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”, s.1.
    http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2012)
18 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık, Sabah
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.51.( Aktaran: Alkan, 2006, s.17.)
19 Alkan, a.g.e., s.17.
20 Ronald Asmus & Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”, Policy review No.125. 
     http://www.hoover.org/publications/policy-review/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)
21 Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
    http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html, 
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)
22 Oğuz Karaman, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006, s.6.
23 Mustafa Aydın, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region After EU Enlargement” ISS Occasional Paper, June, No:53, Paris, Haziran 2004. s.5.
24 Tolga Çikrıkci, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”, III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.243.



***