Realizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Realizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2020 Cuma

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? BÖLÜM 4

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?  BÖLÜM 4



   11 Eylül tarihinde Amerikan imparatorluğunun ekonomik gücünü simgeleyen İkiz Kulelere ve askeri gücünü simgeleyen Pentagon'a yapılan terörist saldırılar Amerikan dış politikasını daha da sertleştirmiştir. Her ne kadar hegemonyayı sürdürme arayışı içerisinde stratejik coğrafyalara sert askeri müdahalelerde bulunulsa da Amerikan dış politika karar vericileri idealist söylemleri hiçbir 
zaman ağızlarından düşürmemişler ve idealist söylemler ile realist amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır. 

Oğul Bush tarafından 2002 tarihinde yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi adlı belgede şu noktalar ön plana çıkartılıyordu; ABD özgürlüğe öncelik veren adil bir barış için çalışmaktadır...
ABD ulusal güvenlik stratejisi ayrıcalıklı bir Amerikan enternasyonalizmi üzerine kuruludur...
Amerikan değerleri çıkarlarının bütününü yansıtır...ABD'nin tarihsel sorumluluğu saldırılara cevap vermek ve dünyayı kötülüklerden arındırmaktır.46 
Oğul Bush Beyaz Saray'da Amerikan ordu gazilerine yaptığı bir konuşmasında dinleyicilere şöyle sesleniyordu; Irak halkını Saddam'ın elinde köleliğe teslim edemeyiz.47 
Diğer konuşmalarında da Bush'un ağzından idealist söylemler eksik olmuyordu; Irak'ta herhangi bir emelimiz yoktur amacımız Iraktaki tehdidi ortadan kaldırmak ve ülkenin yönetimini yeniden Irak halkına devretmektir.(19.03.2003)... 
Biz Irak halkının dostuyuz... Bu savaş bir kurtuluş savaşıdır, işgal değil. 
Bu idealist söylemlerin arkasında Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışan realist bir amaç tabiki vardır. 
Carter döneminde ulusal güvenlik danışmanlığı görevinde bulunan ve hala Amerikan dış politikası açısından en önemli 2 isimden biri olan Zbigniew Brzezinski (diğeri Henry A. Kissinger'dır) 2003 yılındaki bir makalesinde Amerika'nın bölgedeki çıkarlarının ne olduğunu ve amacını söylüyordu; 
''Bölgenin (Orta Doğu bölgesi kastedilmekte) enerji kaynaklarına ilişkin veriler, ABD'ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Ortadoğu'yu kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. 

Bu bölgeye egemen olmak ABD'ye başka bir stratejik manivela da sağlamaktadır: 

Bu, ekonomileri, bölgeden güvenli petrol akışına bağlı olan Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücüdür. Bu bölge o kadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir.''48 
ABD, 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak gibi jeopolitik ve jeo-ekonomik önemi yüksek coğrafyalara saldırarak yaşamsal çıkar alanı ( the sphere of vital interest) olarak tanımladığı bölgelere siyasi ve askeri olarak yerleşmiş, hegemonyasının devamlılığı için elzem olan enerji kaynaklarını ve bunların dünya pazarlarına ulaşmasını sağlayan enerji nakil hatları yollarını kontrol etmeye çalışmıştır. Hegemonyanın sürdürülebilir olması için enerji kaynaklarının ve nakil hatları 
üzerinde bulunan coğrafyaların kontrolü olmazsa olmazdır. 

Küreselleşme süreci ile birlikte ise serbest pazar ekonomisi teşvik edilerek bunun tüm insanlığın çıkarlarına ve refahına olacağı belirtiliyor ve idealist bir iddia ortaya atılıyor. Fakat diğer taraftan Uluslararası ticaret alanında engellerin kaldırılması ve serbest pazar ekonomisine geçilmesi halinde bu durumdan en çok Amerikan ekonomisinin faydalanacağı şeklinde realist bir politika hesabı da yapılıyor. Kissinger'a göre küreselleşme Amerikan emperyalizminin diğer bir adıdır. Ayrıca, en iyi ve gerçekte en akla uygun seçim tüm dünya için Amerikan stili bir ekonomik ve siyasal önceliklerin uyarlanmasıdır.49 

2008 yılında Beyaz Saray'ı devralan ABD'nin ilk siyahi başkanı Barack Obama ile birlikte Amerikan dış politikası oğul Bush döneminden farklı gelişmeye başlamıştır. Obama Irak Savaşı'nı ve ABD'nin tek yanlı politikalar izlemesini eleştirerek çok taraflılığa ve işbirliğine vurgu yapmıştır. Rusya, Çin, Avrupa Birliği ve Japonya gibi güçler ile işbirliği içinde hareket etmenin dünyadaki sorunların çözümü için önemli olduğunu belirtmiştir. Tıpkı Nixon'un 1971 yılındaki açıklamalarına benzer olan Obama'nın bu söylemleri Amerikan dış politikasındaki idealist unsurları yansıtmış tır. 
Fakat 2008 ekonomik krizi ile birlikte Amerikan ekonomisinin zorlanması, Irak Savaşı sonrası dünyadaki iyiliksever hegemon/imparatorluk( the benevolent empire) algısının değişmesi ve anti-Amerikanizmin yükselişe geçmesi, yeni küresel güç merkezlerinin Rusya, Çin gibi ve yeni bölgesel güç merkezlerinin Türkiye, Brezilya, Hindistan gibi ortaya çıkması ve ABD'nin dünya jeopolitiğindeki hareket serbestisinin azalması gibi nedenlerden dolayı sorunlarla baş etmenin ve bu ülkeler ile rekabetin maliyetini ABD'nin kaldırabileceği bir seviyede tutmaya çalışması Amerikan dış politikasındaki realist unsurları yansıtmıştır. 

Obama, ABD'nin azalmakta olan güç kaynaklarını içeride ve dışarıda yeniden dağıtarak yeni şekillenmekte olan Amerikan sonrası dünyaya ülkesini hazırlamaya çalışmıştır. Obama tarihsel olaylardan şu sonucu çıkarmış gibi durmaktadır; doğal sınırlarına ulaştıktan sonra dengeli ve kontrollü bir şekilde geri çekilen imparatorluklar için enerjisini yeniden toparlayıp emperyal yeni bir sıçrama yapma ihtimali bulunmaktadır. 

Amerikan dış politikasında idealizm- realizm ilişkisine verilecek son güncel örnek ise İran ile anlaşmaya varılan nükleer mutabakattır. Bu olayda, bir taraftan İran'ın nükleer silahlara sahip olmasının engellenmesi ve nükleer yayılmanın önlenmesi amaçlanırken ki bu idealist bir dış politikayı yansıtır diğer taraftan ise nükleer silahlara sahip olan bir İran ile Basra Körfezi'nde rekabetin zor olacağını bilmesi ve bunun önüne geçmeye çalışması realist bir dış politikayı yansıtır. 

İDEALİZM-REALİZM İLİŞKİSİNE DAİR SÖYLEMLER 

• Geleneksel Amerikan idealizmi ile küresel güvenliğin yeni gerçeklerini ilgilendiren ağırbaşlı pragmatizmin birleştirilmesi gerekir.50 
• Amerikan dış politikasında idealizm ve realizm benzerlikler taşımaktadır.51 
• Amerikan idealizmi her zamanki gibi elzemdir. Geleneksel Amerikan idealizmi, Amerikan çıkarlarının uygun bir tanımını sağlamak için günümüz realitelerinin dikkatli bir değerlendirilmesiyle birleştirilmelidir.52 
• Devlet adamının nihai ikilemi değerler ile çıkarlar arasında ve ara sırada barış ve adalet arasında denge kurmasıdır.53 
• Realizm ve idealizm birbirlerine alternatif olarak görülmemelidir. Realist bir güç politikası anlayışı ideallerin hizmetinde kullanılmalıdır.54 
• 1940'lı yıllardan itibaren ABD iki büyük stratejiyi izlemektedir. Birincisi realizm odaklı ikincisi ise idealizm.55 
• Daha en başından idealizm ve materyalizmin çifte cazibesi Amerika’yı tanımlayan bir unsur oldu.56 
• Wilson idealizmi ile jeopolitik realizm birleştirilmelidir.57 
• Anglo-Sakson gelenek, idealleri konuşmak ve savunmak ama gerçeklere göre hareket etmektir. 
ABD, çıkarlarını idealleri ve değerleri görüntüsü altında gizlemektedir.58 
• Günümüzde Amerikan Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan John Kerry 2004 yılında girdiği Başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı iken şöyle diyordu; ''Dış politikamız sadece idealizm ve realizmin birleştiği zamanlarda azamete kavuşmuştur.''59 

SONUÇ YERİNE 

Amerika Birleşik Devletleri 1776 tarihinden bu yana önce Avrupalı sömürgeciler den bağımsızlığını kazanmış ardından bir zamanlar kendisini sömüren Avrupalı devletlere rüştünü ispat etmiş daha sonra kendi kıtasından başlayarak tüm dünyaya genişlemiş ve emperyalist yayılma yapmış en nihayetinde ise tüm dünya sistemi üzerinde etkili olmuş ve onu şekillendirmiştir. 

Birbirlerinin 'kurucu ötekileri' olan idealizm ve realizm Amerikan dış politikasında ilginç bir şekilde çatışmadan ziyade işbirliği içerisinde hareket etmektedir. Amerikan dış politikasına yön veren esas teori realizm olmakla birlikte Amerikan dış politika karar vericileri Amerikan çıkarlarını tüm dünyanın çıkarlarıymış gibi idealizm ile ifade etmişler ve eylemlerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. 
  Son olarak şunu belirtmek gerekir ki, Amerikan dış politikasının ana amaçları bellidir ve bu amaçlara ulaşabilmek için Amerikan dış politikasına yön veren beyinler hem idealizm hem de realizmden faydalanarak akıllı bir güç stratejisi uygulamaktadırlar. Amerikan dış politikasında idealizm ve realizm el ele kol kola işbirliği içinde yürümektedir... 

DİPNOTLAR;

1 Gültekin Sümer, Dış Politika Stratejileri ve Türkiye Neresinde?, İkinci Adam Yayınları, İstanbul, 2013, s.27. 
2 Emin Gürses, ''ABD Dış Politikasında Realizm ve İdealizm'', Jeopolitik, Mayıs, 2002 
3 Ramazan Gözen, ''Uluslararası Sistemde ABD'', Ramazan Gözen(ed.), Amerikan Dış Politikası, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:2609, s.11. 
4 Gözen, a.g.e., s.13. 
5 William Blum, Emperyalizmin En Ölümcül Silahı Demokrasi Yalanı, çev. Ekin Duru, İstanbul, Say, 2013, s.351. 
6 Anthony Best et al., 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, çev. T. Ulaş Belge, Ankara, Siyasal, 2012, s.153. 
7 Best, a.g.e., s.153. 
8 Haluk Gerger, ABD Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Ceylan Yayınları, 4. Baskı, 2007, s.520. 
9 Füsun Türkmen, Kırılgan İttifaktan Model Ortaklığa: Türkiye-ABD İlişkileri, İstanbul, TİMAŞ, 2012, s.25. 
10 Hegemonya, bir devletin Uluslararası sistemdeki hakim konumunu korumak için diğer devletleri kendi taleplerine zor yolu ile ya da gönüllü olarak uymalarını sağlamak olarak tanımlanabilir.. Marksist literatürde hegemonya kavramı çok önemli bir yer tutmaktadır. Bkz. Robert Cox, ''Gramsci, Hegemony and International Relations'', (ed.)S.Gill, Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge University Press, 1993, p.62. 
11 Anıl Çeçen, ''A.B.D. Süper Güç Olarak Kalabilir mi?'', Avrasya Dosyası ABD Özel Sayısı, Cilt:6, Sayı:2, Yıl:2000, s.235. 
12 P. R Viotti, M. V. Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism and Beyond, third ed., Allyn and Bacon, Boston, 1999, p.8. 
13 (ed.) Mehmet Şahin, Osman Şen, Uluslararası İlişkiler Teorileri Temel Kavramlar, Ankara, Kripto, 2014, s.6. 
14 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış politika, Bursa, MKM, 9. Baskı, s.104. 
15 Wilson'un başkanlığı sırasında ABD Milletler Cemiyeti' nin kurulmasına liderlik etmiş fakat Kongre'de hala etkili olan Monroe Doktrini zihniyeti ve çeşitli diğer sebeplerden dolayı ABD Milletler Cemiyeti' ne üye olmamıştır. ABD'nin 
Cemiyete üye olmaması sebebi ile şu yorum yapılmıştır; ''MC sakat doğmuştur.'' Bkz. Anthony Best et al, 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, çev. T. Ulaş Belge, Ankara, Siyasal, 2012 
16 Emre Çıtak, '' Uluslararası İlişkilerde Gerçekçilik'', (ed.) Mehmet Şahin, Osman Şen, Uluslararası İlişkiler Teorileri Temel Kavramlar, Ankara Kripto, 2014, s.30-31. 
17 Çıtak, a.g.e., s.32. 
18 Edward H. Carr, The Twenty Years Crisis, Macmillan, London, 1946, p.76. 
19 Anarşi; Uluslararası sistemde egemen devletlerin üstünde hiçbir gücün olmadığını anlatan terimdir. Devletleri yaptıkları eylemler sonucunda ödüllendirecek veya cezalandıracak üst bir otoritenin olmadığına işaret eder. Anarşi kavramının sosyal inşacı bir yorumu için Bkz. Alexander Wendt, ''Anarchy is what States Make of it: The Social  Construction of Power Politics'', International Organizations, Volume 46, Number: 2, Spring 1992, p.391 - 425. 
20 Gürses, a.g.m., s.x. 
21 Carr, a.g.e., p.42. 
22 Füsun Türkmen, ''ABD'nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim'', Doğu Batı, Cilt:8, Sayı:32, 2005, s.158. 
23 Muhittin Ataman, Özkan Gökcan, ''Bush Dönemi Amerikan Dış Politikası: Bir Aşırı Yayılmacılık Denemesi'', Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt:7, Sayı:2, Yıl 2012, s.201. 
24 Henry Kissinger, Amerika'nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?, çev. Tayfun 
Evyapan, Ankara, METU Press, 2002, s.12. 
25 Gürses, a.g.m., s.x. 
26 Gürses, a.g.m., s.x. 
27 Gözen, a.g.e., s.14. 
28 Gözen, a.g.e., 
29 Best, a.g.e., s.63. 
30 Gözen, a.g.e., s. 
31 Gürses, a.g.m., s.x. 
32 Best, a.g.e., s.243. 
33 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, çev. Birtane Karanakçı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 13. Baskı, 2013, s.428. 
34 Türkmen, a.g.e., s.65. 
35 ''Rewiev of Current Trends: U.S Foreign Policy'', Top Secret, PPS/23, Washington, February 28, 1948 
36 Best, a.g.e., s.252. 
37 Emin Gürses, ''NATO ve Genişletilmiş( Büyük) Ortadoğu Projesi: Hattı Kontrolden Sathı Kontrole'', Jeopolitik, Ocak, 2004 
38 William A. Williams, The Tragedy of American Diplomacy, New York, Delta, 1962, p.167-168. 
39 Türkmen, a.g.e., s.68. 
40 S. E. Ambrose, Rise to Globalism: American Foreign Policy since 1938, Penguin, 1993, p.217-218. 
41 Kissinger, a.g.e., s.225. 
42 Gürses, Amerikan Dış..., s.x. 
43 Ambrose, a.g.e., p.382. 
44 Excerpts from Pentagon's Plan: ''Prevent the Emergence New Rival'', New York Times, March 8, 1992 
45 Anthony Lake, ''The Limits of Peacekeeping'', New York Times, February 6, 1994 
46 The National Security Strategy of the United States of America, The White House, Washington, September, 2002 
47 BBC World, 28 March 2003 
48 Zbigniew Brzezinski, ''Hegemonic Quicksand'', National Interest, Winter 2003/ 4, p.6. 
49 Henry Kissinger, Does America Need A Foreign Policy? Toward A Diplomacy 21st Century, Simon& Schuster, New York, London, 2001, p. 252. 
50 Zbigniew Brzezinski, Tercih: Küresel Hakimiyet mi? Küresel Liderlik mi?, çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılap, 2005, s.18. 
51 Martin Griffiths, Realism, Idealism& Internatioanal Politics, Routledge, London&New York, 1992, p.2. 
52 Henry Kissinger, Diplomacy, Simon& Schuster, New York, p.836. 
53 Kissinger, Amerika'nın Dış..., s.260. 
54 Jack Snyder, ''Imperial Temptations'', The National Interest, Spring 2003, p.40. 
55 G. John Ikenbery, '' America's Imperial Ambition'', Foreign Affairs,81(5), p.45-47. 
56 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon Amerika ve Küresel Güç Buhranı, çev. Sezen yalçın, A. Taha Orhan, İstanbul, TİMAŞ, 2. Baskı, 2013, s.53. 
57 Madeleine Albright, '' Madam Secretary: A Memoir'', New York, Macmillan, 2003, p.505. 
58 John Mearsheimer, The Tragedy of Great Power Politics, New York: W.W. Norton & Company, p.x. 
59 Aktaran Jack Synder, 'One World Rival Theories'', Foreign Policy, N:145, Nowember- December 2004, p.54. 

***


AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? BÖLÜM 3

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?  BÖLÜM 3


  Amerikan dış politikası, idealizm,realizm,Gültekin Sümer, MUSTAFA KOCAKENAR,Strateji,

      'Amerika Amerikalılarındır' felsefi düşüncesinden ilham alan Monroe Doktrini, hem ABD'nin kendisi için hem de Amerika kıtasındaki İspanya'dan bağımsızlığını kazanmakta olan sömürgeler için geliştirilmiş bir projeydi. 'Eski Dünya'yı temsil eden Avrupa sistemi 'Yeni Dünya' Amerika'da ne kadar az temsil edilirse ABD o kadar güvende olur düşüncesi ve Avrupa'nın Amerika kıtasından geri çekilmesi ile oluşacak güç boşluğunun ABD tarafından doldurularak yayılmanın  gerçekleştirilmeye çalışılması realist dış politik zihniyeti yansıtmıştır. 
Monroe Doktrini'ndeki en temel idealist unsur ise cumhuriyetin herkes için krallıklardan daha iyi olduğu, küçük devletlerin geniş bir coğrafyayı kontrol eden imparatorluklardan daha yararlı ve kabul edilebilir olduğu anlayışıydı.26 
Monroe Doktrini ile birlikte ABD jeopolitik etki alanı olarak tüm Amerika kıtasını belirlemiş ve realist yayılmacı dış politika hedeflerini idealize etmiştir. ABD, Meksika'nin İspanya'dan bağımsızlık mücadelesine destek vererek idealist bir dış politika izlemiş fakat daha sonra kendisi Meksika'ya savaş açarak topraklarını genişletmiş yani realist dış politika izlemiştir. 

1. Dünya Savaşı ile birlikte ABD geleneksel Avrupa işlerine karışmama stratejisini terkederek savaşa müdahil olmuştur. Başkan Wilson Kongre'de 2 Nisan 1917 tarihinde yaptığı konuşmada ABD'nin Almaya'ya savaş açması gereğinin nedenlerini şöyle açıklıyordu; ''Almanya insanlığa karşı savaş açmıştır, insan yaşamı tehlike altındadır, demokrasinin gelişmesi için güvenli bir dünyaya ihtiyaç vardır.''27 
Wilson'un bu söylemleri idealist unsurları içerisinde barındırmaktadır. 
Wilson'un bu idealizm dolu konuşması ABD'nin savaşa sadece ideal değerleri gerçekleştirmek için girdiği anlamına gelmemektedir. Amerika kıtasından Avrupalı güçleri gönderen ABD için sıra Avrupa kıtasını dizayn etmeye gelmişti ve artık Amerikan çıkar alanı genişlemişti. Başkan Wilson tarafından açıklanan self- determinasyon (kendi kaderini tayin etme) hakkı ile Avrupa imparatorluklarının bazıları için ( Osmanlı, Avusturya- Macaristan) Amerikan çıkarlarına uygun bir 
şekilde tasfiye planı hazırlanmıştır. Burada da ABD realist dış politikasına self determinasyon söylemi ile idealist bir kıyafet giydirmiştir. 

Wilson, 8 Ocak 1918 tarihinde Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmada 14 maddeden oluşan idealist prensiplerini ortaya atmıştır. Bu ideallerin barışçıl bir dünya düzeni kurmak amacı haiz olduğunu kabul etsek bile bunun ABD'nin ekonomik, ticari, siyasi ve küresel sistem üzerindeki Amerikan çıkarlarından bağımsız olduğunu düşünemeyiz.28 

Özellikle denizlerde serbest dolaşım ve uluslararasındaki bütün ekonomik engeller kaldırılmalı, serbest ticarete izin verilmelidir prensipleri dönemin en güçlü donanma ve ekonomik gücüne sahip ABD'nin çıkarları için ortaya atılmış prensiplerdir. Dolayısıyla Amerikan dış politikasında idealizm retoriği ile reel çıkarlar ilişkisi çok güçlüdür. 

Birinci Dünya Savaşı'na son veren Versailles Anlaşması ile Almanya'ya dayatılan şartlar, savaştan kalan sorunların çözümünü ertelemekten başka hiçbir işe yaramıyordu. 1929 yılındaki Büyük Buhran'ın da etkisi ile Alman halkı iyice aşırıcılığa kayıyor ve Nazi lideri Hitler 1933 yılında Alman Şansölyesi olarak statükoya meydan okuyordu. Aynı zamanlarda Faşist lider Mussolini 
önderliğindeki İtalya ve Asya kıtasının büyük gücü Japonya'da revizyonist güçler arasındaydı ve 'Asya Asyalılarındır' diyordu.. 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve savaşları engellemesi arzu edilen Milletler Cemiyeti ise olayları sadece izlemekle yetiniyordu. Çünkü Milletler Cemiyeti'nin işi küçük devletlerin işlerini düzenlemekti. Büyük devletler ancak kendi işlerine hizmet edeceğini 
bildikleri durumda MC'ye başvuruyorlardı.29 

Bu ortamda 2. Dünya Savaşı'na giden yolun taşları döşeniyordu. 

Hitler'in 1939'da Polonya'yı işgali ile '2. Büyük Paylaşım Savaşı' da başlamıştı. Savaşın başlarında ABD geleneksel çizgisinde devam ederek tarafsızlığını ortaya koymuştu fakat İngiltere'yi silah bakımından desteklemekten de geri durmuyordu. Franklin D. Roosevelt 1941 yılında şöyle diyordu; 

''ABD Demokrasinin en büyük silah deposudur.''30 

   1941 yılında Japonya'nın Pearl Harbor baskını ile birlikte Amerikan çıkarlarına ciddi saldırılar başlamıştı. Faşizmin ve Nazizmin Washington için önemli birer tehdit olaya başlaması ABD'nin Monroe Doktrini'nin genişletilmiş yorumuna uygun olarak kendi 'çıkarlarını savunmak' ve 'dünyayı otoriter rejimlerden korumak ' çabası öne çıktı. Bu çabada hem idealist hem de realist argümanlar bir arada bulunmaktadır. Bir taraftan insani kaygılar öne sürülürken, diğer taraftan ulusal çıkarlar korunmaya ve yeni çıkar alanları yaratılmaya çalışılıyor.31 
    2. Dünya Savaşı bittiğinde Almanya harap, Fransa galip devletler tarafından dışlanmış ve Britanya artık Avrupa kıtasında başrolü oynayamayacak duruma düşmüşken, eski kıta üzerinde yalnızca iki güç ABD ve SSCB etkilerini baskın bir şekilde hissettirebilirlerdi.32 

Böylelikle de 1991 yılına kadar sürecek olan iki kutuplu 'Soğuk Savaş' dönemi başlamış oluyordu. 
2. Dünya Savaşı sonrasında ABD bir daha geri dönmemek üzere dünya meselelerine ve farklı kıtalara angajman siyaseti (engagement policy) izlemeye başlamıştır. Zaten geleneksel büyük güçler ortadan silinirken, ABD süreki olarak onların arkalarında bıraktığı boşluğu dolduruyordu; bir numara haline geldikten sonra, kendi kıyıları hatta kendi yarıküresi içine sıkışıp kalamazdı.33 
Artık çıkar alanları genişlemişti ve buna uygun olarak yeni bir dış politika stratejisine ve yeni bir doktrine ihtiyacı vardı. 

   2. Dünya Savaşı sonrası ABD'nin karşısına konumlanan Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den talepleri ( boğazlarda üs ve Kars, Ardahan'ın SSCB'ye bırakılması) ve 1947 yılında Yunanistan'da komünistlerin kralcılara karşı savaşı ile başlayan iç savaş ABD yönetimi tarafından Sovyetlerin güneye iniş çabası olarak algılanmıştır. Başkan Truman bu gelişmeler karşısında kongrede yaptığı konuşmada Türkiye ve Yunanistan'a yardım edilmesi gerektiğini söylemiştir. Truman Doktrini olarak anılan bu konuşma ile Türkiye ve Yunanistan'a 400 milyon dolarlık askeri yardım yapılmıştır. 
Truman Doktrini demokrasileri koruma söylemi ile idealist, Amerikan çıkarlarını koruma söylemi ile ise realist bir içeriğe sahipti. Eski Amerikan dışişleri bakanı Dean Acheson'a göre; ''olay Yunanistan ve Türkiye'nin çok ötesindedir. Eğer bu iki kilit ülke kaybedilirse komünizm İran'dan Hindistan'a kadar yayılacaktır.''34 
   2. Dünya Savaşı ile küresel hegemon koltuğunu Britanya'dan alan ABD, Batı Avrupa'daki ekonomik pazarları komünist Sovyetlere kaptırmamak için entellektüel fikir babalığını Spykman'ın yaptığı 'Kenar Kuşak' teorisini dış politikasının ana stratejisi haline getirmiş ve Moskova'ya karşı 'çevreleme politikasını' (containment policy) yürürlüğe koymuştur. 

    24 Şubat 1948 tarihinde Marshall'a Amerikan dış politikası konusunda bir rapor ileten Siyaset Planlama biriminde görevli George F. Kennan raporunda şöyle diyordu; ''Biz insan hakları, yaşam standartlarının yükseltilmesi, demokratikleşme gibi belirsiz ve Uzak Asya için gerçek olmayan amaçlar konusunda konuşmayı bırakmalıyız. İdealist sloganlar ile ne kadar az ilgilenirsek o kadar iyidir.''35 

Başka bir yazısında ise Kennan şöyle diyordu; ''Sovyetler Doğu Avrupa'yı tamamen elde etse de tatmin olmayacak ve Batı Avrupa'ya da yayılmaya çalışacaktır. ABD komünizm tehdidini ciddiye almalı ve ona karşı savunma yöntemlerinde pısırık davranmamalıdır.''36 
      Truman döneminde dışişleri bakanlığı yapmış olan George C. Marshall ABD'nin refahının Avrupa ekonomisinin yeniden toparlanmasına bağlı olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine Avrupa'nın ekonomik açıdan Amerikan çıkar alanı içerisinde tutulması için 1947 tarihinde Marshall Planı gündeme getirilmişti. Bu planın amacı Avrupa ekonomilerinin ABD hegemonyası altında canlandırılması ve böylece buralarda meydana gelebilecek olası radikalleşmenin önüne geçerek 

Sovyet blokuna doğru kaymaları engellemekti.37 Hazırlanan Marshall Planı ile Avrupa ekonomisinin toparlanması için 13 milyar dolar yardım Avrupa 
ülkelerine sağlanmıştır. 

 Dean Acheson'un 1944 yılında söyledikleri ABD'nin neden Avrupa ekonomilerini canlandırmaya çalıştığının kanıtı niteliktedir; ''Bu bir pazar meselesidir... Kapitalist bir sistemde hükümet yabancı pazarlar aramak zorundadır. Aksi halde ekonomik ve sosyal sistemimiz üzerinde çok kapsamlı etkileri olabilecek... kötü durumlara düşebiliriz.''38 

Yani ABD Marshall Planı sayesinde hem kendine yeni pazarlar yaratarak realist bir dış politika izlemiş hem de bozulan Avrupa ekonomilerini ayağa kaldırarak idealist bir dış politika takip etmiştir. 

Kominform'un kurucularından Andrei Jdanov şöyle diyordu; ''Truman Doktrini ve Marshall Planı ABD'nin Avrupa'yı boyunduruğu altına alma projesinin somut göstergeleridir.''39 

1960'lı yıllarda Kuzey Vietnam Güney Vietnam'ı ilhak etmeye çalışınca ABD Vietnam'a askeri müdahale etme kararı almış ve binlerce askerini bölgeye sevketmiştir. ABD'nin bu küçük ülkeye bu kadar önem vermesinin nedeni, eğer komünistler Vietnam'ı ele geçirirse bu 'domino etkisi' yaratarak tüm Asya'ya yayılır ve Asya pazarı kendisine kapatılır algılamasıydı. Sovyetlere karşı çevreleme - tahdit politikasını Güney Asya'da da uygulayan başkan Lyndon Johnson şöyle diyordu; ''eğer bugün Kızılları Güney Vietnam'da durdurmaz isek yarın Hawaii'de öbür gün San Francisco'da olacaklar.''40 

Kissinger'a göre ise Başkan Johnson Güney Vietnam'daki komünistlerin yönetimi ele geçirmelerini önlemeye çalışırken ulusal bir çıkarı değil, ahlaki bir görevi yerine getirdiği konusunda ısrar etti. 

Çünkü kendinden önce başkalarını düşünmek Amerikan dış politikasının temelini oluşturur.41 
Diğer devletlerin çıkarları söz konusu iken Amerika'nın ahlakının ve sorumluluklar ının olduğu zaten Amerikan dış politikasının en temel meşrulaştırma söylemidir. 
1971'de Richard Nixon, ABD, Avrupa, Sovyetler Birliği, Çin ve Japonya arasında bir denge kurulursa dünyanın daha güvenli bir yer olacağını söylemişti. İşbirliği anlayışı idealist bir yaklaşımken, Nixon'un 1970'li yıllarda baş gösteren doların gücünü kaybetmesi, petrolde kendi kendine yeterliliğin sona ermesi ve nükleer silahların yayılması gibi nedenler ile bu devletler ile rekabetin maliyetinin yüksekliğine göre dış politikayı yönlendirmeye çalışması realist bir karardır.42 

Reagan döneminde tırmandırılan ekonomik ve askeri rekabet ile Sovyetler iyice köşeye sıkıştırılmış bunun sonucunda ise 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılmıştır. SSCB'nin dağılması ile birlikte ABD sistemdeki tek süper güç kalmış ve dış politikasını SSCB'nin boşalttığı coğrafyalarda oluşan güç boşluğunu doldurma stratejisi üzerine oturtmuştur. 
1990-1991 Saddam'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan Körfez Krizi ABD için beklediği fırsatı yaratmış ve ABD Körfez bölgesine askeri olarak konumlanarak dünyanın jandarmalığı görevine soyunmuştur. Saddam'ın eylemlerinin ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi' nden müdahale kararı alınmış ve realist dış politika idealist söylemler ile birleştirilerek, önceden önlem alınabileceği halde saldırganlığa belirli çıkarlara hizmet etmesi için göz yumulmuştur.43 

Baba Bush savaş sonrasında ''Yeni Dünya Düzeni saldırganlığa karşı sarsılmaz bir şekilde karşı durmak prensibi üzerine kurulmuştur'' diyordu ve Kuveyt ve Irak'ta insan haklarının korunduğunu iddia ediyordu. 
 1992 yılında Amerikan Savunma Bakanlığında görevli Paul Wolfowitz'in hazırladığı Savunma Planlama Kılavuzu basına sızdırıldığında Amerikan dış politikasının Soğuk Savaş sonrası temel amacı da anlaşılmış oluyordu. Raporda; ''ABD'nin birinci amacının Sovyet coğrafyasında ya da başka bir yerde ABD'ye rakip yeni 
bir alternatif güç merkezinin ortaya çıkmasını, herhangi bir düşmanca gücün küresel bir güç olmasına yardımcı olabilecek değerde kaynakların bulunduğu bölgeleri kontrol altına almasını engellemeye odaklanılmalıdır'' deniyordu.44 

ABD 1990lı yıllar boyunca çeşitli bölgelere insani müdahale (humanitarian intervention) adı altında operasyonlar düzenlemiştir. Bosna, Kosova ve Somali gibi yerlere insanların hayatlarının korunması için müdahale edilmesi elbette ki idealist bir yaklaşımı simgeliyordu fakat Clinton döneminde ulusal güvenlik danışmanlığı görevinde bulunan Anthony Lake şöyle diyordu; ''Açık olalım. Barışı korumak Amerikan dış politikasının ya da savunma politikalarının merkezinde değildir. Silahlı kuvvetlerimizin esas misyonu barış operasyonlarını organize etmek değil fakat savaşları kazanmaktır.''45 

Bu açıklama idealist söylem altında yapılan müdahalelerin altındaki jeopolitik Amerikan çıkarlarının hayata geçirilmesinin sağlanmaya çalışıldığı yani realist dış politika geliştirildiğinin en açık kanıtıdır. 

***

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? BÖLÜM 2

 AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?  BÖLÜM 2


 Amerikan dış politikası, idealizm,realizm,Gültekin Sümer, MUSTAFA KOCAKENAR,Strateji,

İdealizm, kökenleri çok öncelere dayanmakla birlikte Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra akademik literatürde kendine önemli bir yer bulmuştur. 'The war to end all wars' ( Tüm savaşları bitirecek savaş) terimi 1. Dünya Savaşı sonrası literatüre girmiştir. Bu terimde, bu savaşın büyük bir yıkıma yol açtığı fakat daha sonrasında büyük savaşların yapılmaması için bir zorunluluk olduğu fikri hakimdir. İdealizm işte bu noktada teori olarak bir şablona oturtulmaya başlanmıştır. 

İnsan doğasının iyiliği temel varsayımından hareket ile idealizme göre insanların kötü davranış göstermeleri insanların kötülüğünden kaynaklanmıyor, kötü kurumsal ve yapısal düzenlemeler insanları kötü olmaya itiyor.14 
Bu düşünceden esinlenen zamanın devlet adamları, ABD Başkanı Wilson gibi, Milletler Cemiyeti (League of Nations) örgütünün kuruluşuna liderlik ederek 15 çevresel koşulları değiştirmeye çalışmışlardır. 
İdealistler normatif değerler üzerinde yoğunlaşmış ve dünyanın ne olması gerektiği üzerine kafa yormuşlardır. 
Realizm ise 2. Dünya Savaşı'na giden süreçte idealizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Realistler insan doğasının kötülüğü ve bencilliği varsayımdan hareket ederek idealizmi ve idealistleri ütopist olmakla suçlamışlardır. Realistlere göre dünyanın gerçekte ne olduğu değil de ne olması gerektiği ile ilgilenen idealistler, Uluslararası ilişkilerin gerçek doğasını anlamakta yetersizdirler ve beyhude 
bir çaba içerisindedirler. 
Realizm dünyayı olduğu gibi kabul etmek üzerine kuruludur. Uluslararası ilişkilerde, Uluslararası sistemin değerler, idealler ya da olması istenilenler yerine sistemin ana unsurları olan devletlerin amaçlarını ve çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik davranışları doğrultusunda şekillendiğini ileri sürer. 1919-1939 arasında hüküm süren idealizmin insan doğasının iyiliğine ve gelişimine yaptığı vurgu, 
savaşların nedenlerinin araştırılması ile önlenebileceğine olan güveni, devletlerin 
pek çok ortak çıkarı paylaştıkları iddiası 16 realizmi idealizmin karşıtına konumlandırmıştır. 
   İdealizme göre devletler, kendi çıkarlarını dünya çıkarlarının arkasına koyabilirlerdi. 
Realistler, Uluslararası toplumda her zaman başat güçlerin olduğunu ve bu güçlerin kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi sunmaya çalıştıklarını, böylece de herkesin çıkarlarına olabilecek bir yapının olamayacağını savunarak idealizmin en önemli varsayımlarından birine meydan okumuştur.17 
Çünkü realist düşünürler açısından herkesin çıkarına olan mutlaka birinin çıkarları ile çatışır. 
Bir uluslararası ilişkiler kuramı olan fakat takipçileri açısından bir 'Uluslararası politika dini' gibi algılanan realizmin önemli peygamberlerinden İngiliz Edward H. Carr' a göre, ''hegemonyacı güçler insanlık için en iyi olanın kendileri için de en iyi olacağı düşüncesini tersine çevirerek, kendileri için en iyi olanın insanlık için de en yararlı olacağı söylemine dönüştürmektedirler.''18 
 İdealistlere göre, olması gereken ideal bir yapılanmanın önünde ne tür engellerin bulunduğunun anlaşılması ile dış politika açıklanabilir. Realistlere göre ise, dış politikada karar veren merciler açısından her ne kadar yasalar, kurallar ve ahlak anlayışları mevcutsa da, Uluslararası siyasi sistemin anarşik 19 bir yapısından 
hareket ile analiz yapmak doğru bir yol olarak görülür.20 
Realizm etiği siyasetin bir fonksiyonu olarak görürken, idealizm siyaseti etiğin bir fonksiyonu olarak değerlendirir.21 
İlk kez Thomas Jefferson ve Alexander Hamilton gibi 18. yüzyıl Amerikan siyasetçi ve düşünürleri arasında patlak veren idealizm- realizm tartışması, Amerikan dış politikası açısından günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır.22 
Jefferson'un düşünceleri etrafında toplanan idealist politika yapıcılar, dış politikanın demokrasi mücadelesinden ve mirasından vazgeçilmeden hukukun ve ahlakın hakimiyeti altında yapılması gerektiğini savunmaktadırlar. Hamilton'un düşünceleri etrafında toplanan realist politika yapıcılar ise dış politikanın insancıl, barışçıl veya ideolojik düşünceler yerine ulusal çıkara göre yapılması gerektiğini savunmaktadırlar.23 
Amerikan dış politikası kendi değerlerini dünyaya yaymak için mi yani 'idealist mi' yoksa reelpolitik çıkarlarını gerçekleştirmek ve geliştirmek için mi yani 'realist mi' olmalıdır? 
ABD'nin kurucu babaları tarafından tartışılan bu konu günümüz Amerikan dış politikasına yön veren isimler tarafından da tartışılmaktadır. Nixon dönemi ulusal güvenlik danışmanı ve eski ABD dışişleri bakanı Henry A. Kissinger 2001 tarihinde şöyle diyordu; ''Amerikan dış politikasını değerlerin mi yoksa çıkarların mı idealizmin mi yoksa realizmin mi yönlendireceğine odaklanılmalı.''24 

Bu tartışmalar güncelliğini her daim devam ettirse de George Washington ve ondan sonraki başkanlar açısından realizm kötü, şeytanca fakat kaçınılmaz olarak içinde yaşanılması zorunlu ortam anlamında güçlü ve 'Amerikan olmayan dünya' ile bir arada yaşamayı sürdürmenin formülasyonu olarak algılanmıştır.25 
Beşinci Amerikan Başkanı James Monroe tarafından 1823 yılında bir başkanlık mesajı yayınlanmış ve bu mesaj tarihe Monroe Doktrini olarak geçmiştir. Neredeyse 1. Dünya Savaşı'na kadar 'Amerikan dış politikasının anayasası' olarak algılanan bu doktrin, Amerikan dış politikasındaki idealizm - realizm ilişkisini anlamak açısından çok yerinde bir örnek olaydır. 

***

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? BÖLÜM 1

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ: 
ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ?  BÖLÜM 1


 Amerikan dış politikası, idealizm,realizm,Gültekin Sümer, MUSTAFA KOCAKENAR,Strateji,


MUSTAFA KOCAKENAR* 
* Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 
TASAM Stajyeri 


Giriş 

Bu çalışmanın amacı Amerikan dış politikasında idealizm ve realizm kuramlarının ne şekilde etkili olduğunu, çatışma mı işbirliği mi içinde ilişki kurduğunu analiz etmektir. Çalışma üç kısıma ayrılmıştır. 

Birinci kısımda Amerikan dış politikasının genel kodları incelenecektir.
İkinci kısımda örnek olaylar üzerinden Amerikan dış politikasında idealizm - realizm ilişkisi gösterilecektir. 
Üçüncü kısımda ise Amerikan dış politika karar merciinde bulunmuş diplomatlar ve akademisyenlerin idealizm-realizm ilişkisine dair söylemleri üzerinde durulacaktır. Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılacaktır. Çalışmanın en temel argümanı Amerikan dış politikasında idealizm ve realizmin el ele kol kola işbirliği içinde olduğudur. 

Amerikan Dış Politikasının Genel Kodları 

Devletler varoluşlarını devam ettirebilmek başta olmak üzere çıkarlarını kollamak ve de Uluslararası politikada daha nüfuzlu bir konuma gelebilmek için dış politika oluşturmaya giderler. Bu bağlamda dış politikayı, bir devletin dış dünyadaki çıkarlarını kollamak ve Uluslararası politikada daha güçlü ve prestijli bir konuma yükselmek için sergilediği bir tutum olarak tanımlayabiliriz.1 

Devletlerin(ya da ülkelerin) dış politikalarının belirlenmesinde takip edilen sürecin her bir devletin içinde bulunduğu dahili (domestic) ve harici (external) koşullara göre şekillendiği açıktır. Siyasi, ekonomik ve toplumsal koşullar, yaşanılan coğrafyanın durumu(imkanlar, dayatmalar vs.) bölgesel - uluslararası gelişmeler ve yapılanmalar arasında tanımlanan ekonomik, askeri vs. güvenlik anlayışı 
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış politika algılamalarındaki farklılaşmaları kaçınılmaz kılar. 

Farklı şartların, ülkelerin karşılıklı ilişkilerindeki beklentilerinde de belirleyici bir rol oynayacağı yadsınamaz. Bu beklentiler bir ülkenin dış politikasının oluşturulması sürecini değişik düzeylerde etkiler.2 

Yapısal gerçekçi teoriye göre devletler Uluslararası sistemdeki güç dağılımlarına (distribution of power) göre dış politik davranışlarını belirlerler. Bu bağlamda Uluslararası sistemde bulunan büyük güçler saldırgan ve yayılmacı dış politika stratejileri izlerken, orta ve küçük büyüklükteki devletler savunmacı dış politika stratejileri takip etmektedirler. 

Büyük güçler güç maksimizasyonu ile ilgilenirken, orta ve küçük büyüklükteki devletler güvenlik maksimizasyonu ile meşguldürler. 

 1776 tarihinde T. Jefferson'un kaleminden çıkan Bağımsızlık Bildirgesi ile Amerikan Bağımsızlık Savaşı da başlamış oluyordu. Birleşik Devletler, 13 İngiliz sömürgesinin Bağımsızlık Savaşı ile bağımsızlığını kazanmış daha sonrasında ise diğer Avrupalı güçlerin sömürgelerini ele geçirmesi ile genişleyerek topraklarını büyütmüştür. 

ABD'nin yayılmasının ve genişlemesinin yolları arasında;

(1) İşgal 
(2) İlhak 
(3) Satın alma ve 
(4) Devir gibi yöntemler vardır.3

    Kuruluşundan beri ABD'nin takip ettiği dış politika yayılmacıdır. ABD'nin yayılmacılığı sadece askeri güce dayalı realist politika üzerinden değil ABD'nin savunduğu değerler, inanışlar, kurumlar ve 'Yeni Ulus' imajı ile idealist politika üzerinden de gerçekleşmiştir. ABD'nin askeri ve ekonomik gücü ile savunduğu idealler/ idealizm ABD'nin dünyaya yayılmasında başrol oynayan faktörlerdendir.4
'Amerikan İstisnacılığı' (American Exceptionalism) Amerikan dış politik kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Bu inanışa göre Amerikan değerleri, kültürü, inanışları evrensel özellikler taşımaktadır. 

ABD'nin geçmişte ve günümüzdeki diğer uluslardan ve devletlerden farklı ve ayrıcalıklı olduğu, çünkü 'aşkın bir amaca' sahip olduğu bu anlayışta ön plandadır. Amerikan siyasal kültüründe ABD'nin davası tüm insanlığın davasıdır anlayışı günümüzde de hakim konumunu sürdürmektedir. 

Oğul Bush döneminde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Condoleezza Rice'nın şu sözleri Amerikan İstisnacılığı'nın Amerikan dış politikasındaki önemini açıklar niteliktedir; ''ABD tarihte hep doğru tarafta olduğundan ulusal güvenliğini sağlarken 'Uluslararası yasa ve kuralları' ya da 'BM gibi kurumları' göz önünde bulundurmak zorunda değildir.''5

Amerikan dış politik kültüründe etkili olan diğer bir inanış ise 'Kaçınılmaz Kader' (Manifest Destiny) anlayışıdır. Bu anlayışa göre Amerikalı yerleşimcilerin kaderlerinde kıtanın tamamına yayılmaları gerektiği yazmaktadır. ABD bulunduğu kıtada doğal yayılma hakkına sahiptir, Tanrı'nın bahşettiği bu hakkı onun elinden almak Tanrı'ya isyan etmektir. Brook Adams 1895 yılında yayınlanan Law of Civilization and Decay adlı kitabında ''ABD yeni yüzyılda genişlemeye devam 
etmezse çöküş dönemine girecektir. Beyaz ırk ve İngilizce konuşan halklar doğuştan üstün durumdadırlar''diye yazıyordu.6 Bir başka düşünür ''Anglo-Sakson uygarlığının nimetlerini Amerika yaymakla yükümlüdür.'' diyordu.7 Bu anlayış Amerikan yayılmacılığının temelini oluşturmuş ve meşruiyetini sağlamıştır. 
Edward Said'in şu sözleri 'Kaçınılmaz Kader' ve 'Amerikan İstisnacılığı' inanışları nın Amerikalılarca nasıl içselleştirildiğini gözler önüne sermektedir; ''ABD, Amerikalıların seçilmiş bir halk, Amerikan düzen ve devletinin de Tanrı'nın yeryüzüne indirdiği eşsiz bir deneyim olduğu, bunun yeryüzüne yayılmasının insanoğlunun hayrına bir ilahi misyon olduğu inancını içselleştirerek ortaya çıktı. 

Daha sonra bu ilahi misyonun yerine getirilebilmesi için gerekli Tanrısal güce sahip olunduğuna inanıldı. Amerikan hayat tarzına karşı olanların yok edilmesi vacip... insanlık düşmanı şeytanlar olduğuna hükmedildi.'' 8 
   Amerikan dış politikasını etkileyen dört düşünce bulunmaktadır. 
(1) dış politikada önceliğin ekonomik olduğu görüşüne dayanan Hamiltonculuk 
(2) Amerika'nın ahlaki değerlerinin dünyaya örnek olması gerektiği görüşüne dayanan Wilsonculuk 
(3) Amerikan devriminin ilkelerinin ve ülke içi demokrasisinin güvenlik politikasından daha değerli olduğu görüşüne dayanan Jeffersonculuk 
(4) vatanseverlik ve militarizme dayanan Jacksonculuk. 9 
Amerikan dış politikası makro perspektifte incelendiğinde kuruluşundan beri süreklilik içeren stratejiler ile sürdürülmüştür. Mikro perspektifte incelendiğinde ise amaç bakımından olmasa da araç bakımından farkılılıklar gözlemlenmektedir. D. Eisenhower, Nixon, Ford, R. Reagan ve oğul Bush gibi Cumhuriyetçi ontolojiye sahip olan başkanlar dönemlerinde güç politikaları yani realizm ön plana çıkarken, Kennedy, Carter, Clinton ve Obama gibi Demokrat ontolojiye sahip olan başkanlar döneminde güç göreceli olarak daha arka planda kalmış idealizm ön plana çıkmıştır. 

1776-2000'ler arası Amerikan dış politikası incelendiğinde ABD'nin küresel hakimiyet/imparatorluk stratejisinin adım adım gerçekleştiğini görmek mümkündür. 'Küresel güç olmanın yolu bölgesel güç olmaktan geçer' mottosundan hareket ile ABD, 19. yüzyılda Monroe Doktrini ile birlikte 'Amerika 
Amerikalılarındır' diyerek kendi coğrafyası üzerinde hegemonyasını 10 sağlamlaştırarak,  
1. İmparatorluğunu kurmuştur. 20. yüzyılın ortalarında, 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Normandiya Çıkarması, Kenar Kuşak Teorisi ve kurulan paktlar (NATO, CENTO ve SEATO) sayesinde Batı Avrupa ve Ortadoğu gibi önemli coğrafyalar üzerinde hegemonya kurarak kademe kademe küresel güç olma yolunda 2. imparatorluğunu kurarak önemli bir adım atmıştır. Soğuk Savaş sonrası ve 21. yüzyılda ise 'Satranç Tahtası' jeopolitik teorisi ile birlikte dünya anakarasının merkezi Avrasya coğrafyasında egemen olmak isteyerek 3. ve küresel Amerikan imparatorluğunu kurmaya gayret etmektedir. Kurulan ilk iki imparatorluğun devamlılığının sağlanabilmesi için üçüncü imparatorluğun kurulmasının elzem olduğunu Amerikan dış politikasına yön verin beyinler 
çok iyi bilmektedirler. ABD'nin dünya üzerindeki jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik önemi yüksek coğrafyalara yayılması ve oralarda nüfuz elde etme arayışının arkasında siyasi ve ekonomik alan kazanma isteği yatmaktadır. Siyasi ve ekonomik alan kazanılmadan hegemonya sağlanamaz ve sürdürülemez. 
Günümüz açısından bakıldığında ise Amerikan dış politikasının üç amacı bulunmaktadır. Birinci amacı, kendi merkezi hegemon konumunu korumaktır. İkinci amacı, buna uygun bir 'Yeni Dünya Düzeni' oluşturmaktır. Üçüncü amacı ise bu iki amacı önleyebilecek bir başka yeni alternatif gücün ortaya çıkışını önlemektir.11 ABD'nin en temel dış politik amacı ise küresel hegemon gücünü mümkün olan en uzun döneme kadar genişleterek devam ettirmektir. 

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA İDEALİZM REALİZM İLİŞKİSİ 

Amerikan dış politikasında idealizm ve realizm ilişkisini örnek olaylar üzerinden incelemeden önce Uluslararası ilişkiler teorilerinin dış politika analizinde neden önemli olduğunu ve Uluslararası ilişkiler kuramlarının kurucu babaları olan idealizmin ve realizmin temel ontolojik ve epistemolojik özelliklerini belirtmek konuyu anlamak açısından oldukça önemlidir. 

Teori, dünyayı daha anlaşılır kılmaya yönelik çalışmadır.12 

Özellikle sosyal bilimler alanında karmaşık olayları açıklayabilmek için gerçekleşmiş bir olayı teori üzerinden okuyarak anlamlandırmaya çalışmak analiz etmeyi kolaylaştıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. 

İşte tam da bu noktada uluslararası ilişkiler teorileri Uluslararası politikayı anlamak açısından çok önemlidir. 

Uluslararası ilişkiler uzmanları açısından irdelenen düşünce şudur; Devletlerin yürüttükleri dış politikalar Uluslararası ilişkiler teorileri ile nasıl açıklanabilirler? Uluslararası ilişkiler teorisi bilmeden Uluslararası politika ya da dış politika analizi yapılabilir mi? Ya da yapılabilse bile yeterli midir? 
Dış politikayı oluşturan unsurlar; güç, ekonomi, üretim ilişkileri, kimlikler, tarihsel süreç, sistemin yapısı, bireyler, siyasi partiler, ideolojiler ve şirketler olarak gösterilebilir. Bu unsurlar şayet sağlıklı analiz edilmez ise kokofoni gibi durabilir. Uluslararası ilişkiler teorileri işte bu kokofoniden senfonik bir eser çıkarmak için gerekli olan en önemli araçlardan biridir.13 



***
 

17 Mayıs 2020 Pazar

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI  KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ 




Tolga Çikrıkci
* Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi.


Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası sistemde büyük bir dönüşüm başlamış ve bu dönüşüm 11 Eylül terör saldırıları ile büyük bir ivme kazanmıştır.

Tehdit algılarının değişmesi ile bölgesel ve ulusal güvenlik anlayışı da dönüşüme
uğramış ve Karadeniz'in güvenlik unsurları da farklılaşmıştır. Önemi temelde
jeopolitik konumundan kaynaklanan Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla uluslararası toplumun ve devletlerin gündeminde yer almaktadır.
Uluslararası ilişkileri anarşi ve çatışma ortamı olarak betimleyen realist teori,
güvenlik kavramını da bu temel anlayış üzerinden şekillendirmiştir. Bu anlayış
içerisinde devletlerin güvenliği, askeri güç ve ulusal çıkarlar ekseninde sıkıştırılmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik unsurları bağlamında realist teorinin güvenlik anlayışı büyük ölçüde eleştirilir hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı realizmin güvenlik kavramına yaklaşımını ortaya koymak ve bu doğrultuda Soğuk Savaş sonrası evrimleşen güvenlik algısını Karadeniz örneği üzerinden açıklamaktır.
Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.

1. Giriş

Günümüzde, uluslararası alanda, üzerinde en çok tartışma bulunana kavramlardan birisi de güvenliktir. Kavram üzerinde tam bir uzlaşının olmamasının asıl nedeni, uluslararası ilişkilerin doğası gereği yerleşik bir uluslararası sistemin bulunmamasıdır.
Diğer bir deyişle uluslararası sistemin olaylar neticesinde değişime uğraması, tehdit algısı ile şekillenen güvenlik anlayışının değişmesine ve bu bağlamda güvenlik kavramının sınırlarının da değişime uğramasına sebep olmaktadır.
İki kutuplu bir yapıya dayanan Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yapay sınırları ortadan kaldırarak uluslararası ilişkilere farklı bir boyut kazandırmıştır. Daha geçirgen, çok yönlü ve daha dinamik olan bu yeni boyut, yukarıda değinildiği gibi “güvenlik” kavramının nasıl algılanması gerektiği konusunda da tartışmaları gündeme getirmiştir.

Bunun sebebi, güvenliğin kimin güvenliği olduğu, hangi boyutta güvenlik olduğu,
güvenliğin tanımlanmasında esas unsur olan tehdidin ne olduğu gibi soruların,
meselelere taraf olanlar tarafından farklı cevaplandırılabilecek olmasıdır. Ancak bir sonuca ulaşabilmek için, güvenliğin anlam ifade etmesi ve bu anlamın hassas olarak tanımlanması gerekmektedir.1

Uluslararası ilişkilerin üç temel paradigmasından Realizm güvenlik kavramını
düşünce sisteminin doğası gereği askeri güvenlikle ilişkilendirerek açıklamakta dır. Güvenlik kavramının dönüşüme uğraması neticesinde uluslararası sistemi düzenleme konusunda temel olarak güç ve güç dengesi kavramları üzerinden hareket eden Realizm, Soğuk Savaş’ın bitimiyle yaşanan değişimi öngörme ve inceleme konusunda eleştirilere maruz kalmıştır. Realizm etrafında toplanan bir kısım yazar, teorinin temel aldığı güç dengesinin ancak savaşlar yoluyla değişebileceğini belirtmektedir. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin savaş olmadan çözülmesi bu paradigmaya yöneltilen eleştirileri daha da artırmıştır.

İki kutuplu sistemin ardından değişen jeopolitik ve jeoekonomik unsurlar neticesinde bölgelerin değeri ve önemi de değişime uğramıştır. Karadeniz Bölgesi de Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik konusunda en çok adı geçen bölgelerinden birisi haline gelmiştir. Bu anlamda Realizmin güvenliğe bakışı ile nispeten yeni bir mücadele alanı olan Karadeniz’in güvenliği arasında bir bağlantı oluşmuştur.
Karadeniz hem doğal kaynaklar (petrol, doğalgaz) hem de bu kaynakların nakliyatı için çok önemli bir merkez konumunda bulunmaktadır. Bölge, Orta Asya ve Hazar Havzası’nda bulunan enerji kaynaklarının2 Avrupa’ya aktarılmasında yeni boru hatlarının bölgeden geçmesi nedeniyle daha da önemli bir duruma gelmiştir. Bu bağlamda 21. yüzyıl uluslararası çekişmelerinde Karadeniz’in önemi açıkça görülmektedir. Zira bu çekişmelerin odak noktalarından biri de enerji ve bu anlamda enerji kaynaklarının kontrolü ve enerji güvenliğidir.

Bu çalışmada Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından değişen güvenlik algısı
ekseninde uluslararası ilişkilerin temel paradigmalarından realizmin güvenlik anlayışı ve bu bağlamda Karadeniz’in güvenliği ele alınmaktadır. Çalışmanın temel amacı “Karadeniz’in Güvenliği” konusu üzerinden realist teorinin güvenlik anlayışının günümüz güvenlik algısı ile karşılaştırmasını yapmaktır.

2. Realist Teori ve Güvenlik

Uluslararası ilişkilerin kuramsal tartışmaları temelde üç paradigma yani, realizm,
idealizm ve rasyonalizm etrafında seyretmektedir. Değişen uluslararası sistem, bu paradigmaların bakış açılarına eklemlenen eleştiriler neticesinde yeni kuramların doğmasına yol açar. Söz konusu üç temel paradigma sırasıyla klasik felsefenin Hobbesçu, Kantçı ve Grotiusçu geleneklerine dayanır3. Bu üç gelenek birbirini şekillendirmektedir. Yani esasen Realist düşüncenin karşısında olan görüş İdealizm ekolünü oluşturmuş; bunların bazı yönlerini olumlayan ve bazı yönlerine de karşı çıkan bir görüş olarak da Rasyonalizm şekillenmiştir denilebilir. Ancak Soğuk Savaş döneminin hakim ekolü realizm, sistemin değişme uğraması neticesinde en çok eleştiriye maruz kalan kuramlar bütünü olmuştur.

Realizmde devlet, uluslararası ilişkilerin tek ve hakim aktörüdür. Bu aktör, Hobbes’un görüşlerinden esinlenen Morgenthau’nun da vurguladığı üzere yalnız çıkarları doğrultusunda hareket eder4. Bunun yanında uluslararası ilişkiler ya da uluslararası sistem bir anarşi hali olarak görülmektedir. Buradaki anarşi, bir üst otoritenin yokluğunu ifade ederken aynı zamanda egemen devletlerarasındaki çatışma ortamına da işaret etmektedir. Bu anlamda uluslararası ilişkiler tam bir doğal savaş halidir.

Böylesi bir ortamda düzenden, işbirliğinden ya da uluslararası toplumdan bahsetmek neredeyse imkansızdır. Bu haliyle uluslararası ilişkiler Hobbes’un belirttiği gibi bir doğa halini yansıtmaktadır. Doğa hali kavramı, Hobbes’un toplum ya da devletin oluşumunu açıklamak için oluşturduğu bir kavramdır. Kavram, bu noktada insanların toplum halinde devlet benzeri bir oluşuma itaat etmeye başlamadan önce yaşadıkları varsayılan durumu göstermektedir. 

Bu yaşam şeklinde yapı gereği, hukuk ve adalet yer almamakta dolayısıyla hakim durum savaş ve çatışma olmaktadır5. Bu noktada devletlerin içerisinde bulundukları ortam güvenliksiz bir ortamdır. Güvenlik ulusal güvenliğe işaret etmektedir ve ancak devletin kendi bekasını sağlama konusunda gücünü artırmasıyla sağlanabilecektir.

Görüldüğü gibi realizm güvenliği doğal olarak güç ile ifade etmektedir. Diğer
devletlere göre daha baskın yeterli bir güce sahip olan devlet daha güvenli olacaktır.

Bu düşünceye göre askeri kaynaklar güvenliğin sağlanmasında esas çözüm yoludur.6

Soğuk Savaşı genel hatlarıyla şekillendiren düşünce de budur. Realist yaklaşımla
Soğuk Savaş döneminde ekonomik faktörlerin çözümlenmesi göz ardı edilmiş ve
siyasi/güvenlik konularının incelenmesine askeri güç ekseninde ağırlık verilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki Realist geleneğin içerisinde farklı yaklaşımlar da söz konusudur. Örneğin E.H. Carr’dan gelen ekonomik faktörlerin uluslararası ilişkilerdeki önemine vurgu yapan realist bir bakış açısı da mevcuttur7.

Hobbesçular, içinde yaşadığımız şiddete eğilimli dünyanın ötesine geçmenin mümkün olmadığına inanır8. Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığı realizmin bu düşüncesini yükselten en büyük örnek olmuştu. Bu bağlamda Soğuk Savaş Dönemi boyunca temel düşünce ekolü olan Realizm ekseninde dönemin birçok yazarı da, savaşı devletlerarası ilişkilerin yapı özelliği olarak değerlendirmiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitişi ile dengeler tamamen değişmiş ve Kantçı bakış açısını olumlar nitelikte bir uluslararası ortam doğmuştu. Baylis’in belirttiği gibi bu “Yeni İdealizm” barışçıl bir küresel toplumun gelişmesine yönelik daha iyimser görüşleri yansıtmaktaydı9. Bu ortam içersinde realizme yöneltilen eleştiriler daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki realizmin Soğuk Savaş’la birlikte tarihe gömüldüğünü ileri sürenler bile olmuştur10.
Günümüzde ulaştığımız düzeyde ülkelerin iç dinamiklerini devletlerarası ilişkiler söz konusuyken de göz ardı edemeyeceğimiz açıktır. İç ve dış faktörleri birbirinden net bir şekilde ayıran realist bakış açısı, günümüzde en çok bu noktada eleştiri almaktadır.

Uluslararası sistemin sürekli değişim göstermesi gibi uluslararası ilişkilerin temel
paradigmalarının güvenlik konusuna farklı yaklaşmaları, güvenlik konusunda birçok yazar ve akademisyenin de konu ile ilgili farklı görüşlere sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Zira uluslararası sistemin şartları değiştikçe güvenlik kavramı içerisinde öncelik verilen hususların sırası değişmekte, güvenliği etkileyecek yeni tehditler ortaya çıkmaktadır. Yeni Dünya düzeninde tehdit algısının artık birçok boyutu vardır. 1990 öncesi tehdit güçlü ordulardan, bu ordulara sahip devletlerden kaynaklanmakta iken, bugün ulaştığımız noktada insan kaçakçılığından terörizme, saldırgan milliyetçilikten kökten dinciliğe kadar çok boyutlu bir hale gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak, devletler arasında yatay olarak yeni ilişkiler oluşmakta, bölgesel ve alt-bölgesel işbirliği girişimleri çoğalmakta, devlet dışı faktörler, yerel makamlar, sivil toplum ve özel sektör ön plana çıkmaktadır. Bu durum Soğuk Savaş döneminin parlak realist bakışını yalnızca askeri boyuta önem vermesi bakımından oldukça eksik bırakmaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından jeopolitiği en çok etkilenen bölgelerden
birisi de Karadeniz Bölgesi’dir. Bu anlamda güvenliğe yeni eklenen girdileriyle
Karadeniz’in güvenliği konusu “Eski Realizm”in güvenliğe yaklaşımı bağlamında
incelenebilecek örnek bölgelerden birisini teşkil etmektedir.

3. Değişen Güvenlik Anlayışı ve Karadeniz’in Güvenliği

“Değişen güvenlik anlayışı” ifadesinin temel dayanak noktası, iki kutuplu sistemin yani Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası sistemdir. Bilindiği gibi ortaya çıkan bu yeni uluslar arası sisteme Yeni Dünya Düzeni adı verilmektedir.11 
Bu yeni yani günümüz uluslararası sisteminin temel özellikleri; çok merkezlilik ve Amerika Birleşik Devletleri’nin başat güç olarak konumlandırılması dır.12

Mackinder’in Kalpgah teorisi 13, Mahan’ın Deniz Hakimiyet Teorisi, Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisi de özlerinde Karadeniz Bölgesi yer almaktadır ve buraya hakim olan güç, Dünya Adasına hakim olacaktır düşüncesini barındırmaktadır. Bu bağlamda jeopolitik teoriler ekseninde, Karadeniz’in bugün sahip olduğu konum uluslararası ilişkiler açısında büyük stratejik önem arz ettiği açıktır.

Karadeniz’in siyasi tarihine baktığımızda 19. yüzyılın başlarına kadar Türk ve Rus
hakimiyetinde kaldığını; daha sonra I. ve II. Dünya savaşları sırasında İngiliz ve
Alman nüfuzuna maruz kaldığını görmekteyiz. Günümüzde ise bölge, Amerika
Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun etki alanı halindedir.
Tarihi süreçlerde Karadeniz Bölgesi, bu süreçlerin güvenlik anlayışları ekseninde
farklı farklı nitelendirilmiştir. Başka bir ifadeyle Karadeniz Bölgesi’nin devletlerin
algısındaki stratejik konumu çeşitli aşamalardan geçmiştir. Özetle bu aşamalar şu şekildedir14:

1) Soğuk Savaş Öncesi Dönem: Geçiş Bölgesi
2) İki Kutuplu Dönem (Soğuk Savaş Dönemi): Çevre Alan
3) Soğuk Savaş Sonrası Dönem (Günümüz): Merkez Bölge


Soğuk Savaş dönemi sonrasındaki “Yeni Dünya Düzeni”’nde uluslararası ilişkilerde ideolojik etmenlerin öneminde nispeten bir azalma olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bunun yanında jeopolitik 15 etmenlerin öneminde ise ideolojik etmenlere nazaran bir artış olduğu göze çarpmaktadır 16.

Karadeniz’in en önemli coğrafi karakteristiği Akdeniz, Kafkaslar, Balkanlar ve
Ortadoğu gibi birçok komşu alana büyük ölçüde açılmasıdır. Bu alanlardan Balkanlar ve Kafkaslar Avrupa’nın art alanında en çok sorunlu olan alt bölgesel alanlardır.17
Ortadoğu ise şiddet saçan kürsel bölgenin merkezidir ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahiptir 18.

Karadeniz Bölgesi sınırları üzerinde en çok farklı görüşü barındıran bölgelerden
birisidir. Karadeniz Bölgesi’ni sınırlandırırken Karadeniz-Hazar Havzası (Black-
Caspian Seas Region), Karadeniz-Akdeniz Bölgesi (Black-Mediterranean Seas
Region), Tuna-Karadeniz Bölgesi, Büyük Karadeniz (Greater BlackSea), Geniş
Karadeniz (Wider Black Sea) ve NATO’nun genişleme dalgası ile anılır olan Baltık- Karadeniz Güvenlik Alanı (Baltic-Black Sea Zone of Security); ifadelerinin kullanılır olması bölgeyi sınırlandırmanın zorluğundan ileri gelmektedir.19
Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği, bölgenin taşıdığı özellikler bakımından günümüzde uluslararası sistemin başat güçlerinin politik çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir.

ABD için Karadeniz ve çevresi, küresel politikasının Avrasya bölümünün önemli bir halkasını oluşturmaktadır. ABD için Karadeniz’in önemi bölgenin tekrardan RF’nin kontrolü altına girmemesi ve Ortadoğu ile Orta Asya’nın kontrolü ve geleceği açısından önem taşımaktadır.

AB için ise Karadeniz ve çevresi, küresel bir aktör olma yolunda önemli bir geçiş
coğrafyası ve gelecekte yüzleşmek zorunda kalacağı sorunları bugünden çözümlemesi gereken bir alandır. Avrupalıların geçen yüzyılda “Yakın Doğu” olarak nitelendirdikleri bölgeler artık Avrupa’nın içerisindedir. 2007’deki son genişlemenin ardından, Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olması ile birlikte AB Karadeniz’e kıyıdaş bir aktör olmuştur. Hatta daha AB Karadeniz’e kıyıdaş olmadan evvel hem Avrupalı hem de Amerikalı araştırmacı ve politikacılar Orta Doğu ve Orta Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kuşak bölgenin varlığından söz etmeye başlamış ve burası “Karadeniz Bölgesi” ya da “Geniş Karadeniz Bölgesi” olarak anılmaya başlamıştır.

Bu kapsamda Karadeniz ülkeleri Avrupa’nın doğuya kara yolu ile açılmasında yegane coğrafyayı kaplamaktadırlar. Karadeniz’de etkili olmayan bir Avrupa’nın uzun vadede Orta Asya ve Ortadoğu’da etkili olmasının pek mümkün olmayacağı
değerlendirilmektedir. Diğer yandan Doğu’nun ekonomik olarak yükselişi AB’yi bu coğrafyaya kesintisiz ve ekonomik yoldan yakın olmaya zorlamaktadır.
Bu coğrafyayı AB için önemli kılan bir diğer nenden ise bu coğrafyanın enerji
merkezlerine ulaşımında bir geçiş koridoru olmasıdır. AB’nin enerjiye bağımlılığı her geçen gün artmakla beraber bugün Avrupa dünyanın en büyük gaz ve petrol
ithalatçısıdır. Bugünkü enerji tüketiminin %50’sini ithal etmektedir ve 2020 yılında bu rakam %70’lere kadar yükselecektir. AB’de artan bu enerji ihtiyacını Rusya, Körfez ve Kuzey Afrika’dan karşılayacak, Avrupa’nın başkentleri RF’nin ve Suudi Arabistan’ın baskısını daha çok hissedecektir. Bu bakımdan güvenli bir Karadeniz sistemi enerji tedarik problemine ciddi bir alternatif oluşturması açısından önemlidir.20

Aynı zamanda Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri boyunca devam eden
donmuş çatışma alanları ve Kuzey Kafkasya, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez oluşturmaktadır. Bu merkezler bir taraftan ülkelerin reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi yasadışı trafik ile tehdit etmektedir.

Görüldüğü gibi 10-15 sene önce uluslararası arenada çok az gündeme gelen
Karadeniz son yıllarda büyük güçlerin öncelikli ilgi alanlarından birisi olmuştur. Daha somutlaştıracak olursak, Karadeniz’in dünya gündeminde bu kadar yer almasını sağlayan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir;

Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması, bu dağılma sonrası batıdan
doğuya doğru genişlemeye devam eden AB ve NATO’nun Karadeniz’e kadar
genişlemeyi tamamlamış olması ve Karadeniz’i kapsayacak şekilde Güney
Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak
istemesi, Karadeniz ülkelerinin, RF’nin orta vadede ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda toparlanması sonrası tekrar eski nüfuz alanına dönmek isteyebileceği ihtimalinin olması nedeniyle, NATO ve AB üyeliğini kendilerinin gelecekteki siyasi, ekonomik ve askeri güvenliğinin en önemli güvencesi olarak görmeleri,
11 Eylül 2001 saldırısı sonrası ABD’nin “terör” merkezlerini yok etmeye yönelik
başlattığı askeri harekat içinde Karadeniz’in bulunduğu özel konum,
ABD’nin olası bir İran harekatı ve Avrupa-Atlantik dünyası dışında kalan Beyaz
Rusya ile RF’nin askeri hareketlerini kontrol altında tutmak için, Karadeniz’i “askeri üs, radar istasyonları ve casus uçakları ile izleme merkezi” olarak değerlendirmek istemesi, 11 Eylül saldırısı sonrası, gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olabilecek enerji kaynakları arayışı, RF-Ukrayna doğalgaz krizinin ardından, enerji güvenliğinin dünyada hayli önem kazanması.

2004 yılı Nisan ayında NATO’nun yeni iki üyesi konumuna gelen ve 1 Ocak
2007’den itibaren de AB üyesi olan Bulgaristan ve Romanya ise kendi güvenliğini
bölgesel olmakta ziyade Avrupa-Atlantik eksenine oturmuşlardır. Bu iki ülke gerek RF’nin etkisinden bir an önce tamamıyla kurtulmak, gerek Karadeniz’de RF
karşısında etkin bir güç olabilmek ve gerekse Karadeniz ve çevresinde bulunan
sorunların çözümünde RF baskısını azaltmak için ABD, AB gibi güç aktörlerini
bölgeye çekme çabası içerisine girmiştir.

Söz konusu nedenler, Karadeniz’i ister istemez giderek Batı ile Doğu arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezi durumuna getirmektedir.21 Karadeniz Bölgesi’nin güvenlik unsurları açısından bakıldığında, realizmin askeri güvenliği öne alan güvenlik anlayışının bugün kısmen geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Zira Karadeniz Soğuk Savaş sonrası dönemin önemli bir mücadele alanı haline gelmiş ve bölgenin güvenliği tüm kıyıdaş devletlerin güvenliği konusunda hayati bir önem taşımaya başlamıştır.

Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri donmuş çatışma alanları ile meşgul olur iken Kuzey Kafkasya silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez haline gelmiştir.

Mevcut güç boşluğundan yararlanmak isteyen odaklar bir taraftan ülkelerin
reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi uyuşturucu trafiği gibi yasadışı işler ile tehdit etmekte, sahip oldukları teknoloji ve silahları ABD
düşmanlarına satma niyetleri ABD için bir tehlike oluşturmaktadır. Bir iddiaya göre de Londra sokaklarında satılan uyuşturucunun % 80’i Karadeniz üzerinden
gelmektedir.22

Bu yönden bakıldığında realizmin güvenlik anlayışının Karadeniz’in güvenliği
örneğinde eksik kaldığı görülmektedir. Çünkü günümüz uluslararası ilişkilerinde,
yukarıda da belirtildiği gibi, tehditler çeşitlenmiş ve güvenlik yalnızca askeri
kapasitenin yükseltilmesi neticesinde sağlanabilecek bir olgu olmaktan çıkmıştır.
Sınıraşan suçlar ekseninde tehditler küresel bir hal almış ve devletlerarası işbirliği tehditlerin giderilmesinde elzem bir yöntem haline gelmiştir. Bu noktada realizme yöneltilen eleştiriler haklı bir zemine oturmaktadır denilebilir.

4. Sonuç Yerine

Güvenlik algısının dönüşümü, yaşanılan olaylar neticesinde ortaya çıkan doğal
süreçtir. Ancak kendiliğinden gelişmeyen; stratejik analiz ekseninde ilerleyebilecek olan süreç, devletlerin ya da güvenliğin derinleşmesi neticesinde buna eklenen diğer aktörlerin uyumlaşma ve uyumlaştırma kabiliyetleridir. Bu kabiliyeti belirleyen ölçütler, bahsi geçen analiz biriminin gücü ile doğru orantılıdır. Teknolojik kapasite, jeopolitik konum, istihbarat, askeri kapasite, ekonomik büyüklük, homojenlik vb. unsurlar ise bu gücü belirleyen öğelerdir.

Soğuk Savaşın sona ermesiyle Avrasya, sınırsal ve politik olarak değişikliklere
uğramıştır. Doğu-Batı ayrımı üyeleri birbiri üzerine bindirmeli birçok coğrafi alana ayırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Karadeniz Bölgesi Doğu-Batı arasında stratejik öneme sahip bir koridor haline gelmiştir.

Jeopolitik konumu en fazla değişen bölgelerden birisi Karadeniz olup, bölge Soğuk Savaş sonrasında jeopolitik olarak güçlenme ve aynı zamanda tehdit altında olma çelişkileri yaşamaya başlamıştır. Diğer bir deyişle 19. yüzyılda oynanan “Büyük Oyun”un hayat alanının bir bölümü olan Karadeniz Bölgesi, 20. yüzyılın sonunda bir kez daha dikkatleri üzerine çekmiş ve bölgenin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır.

Karadeniz’in hem jeostratejik hem de jeoekonomik öneme sahip bir coğrafyada yer alması, bölge dışı aktörlerin bu coğrafyaya olan ilgisinin artmasına sebep olmuş, bu durum da bölgede jeopolitik bir rekabeti başlatmıştır. Bölge devletlerinin birçoğunun “zayıf devlet” olması ise, bu jeopolitik rekabetin devletlerin güvenliği üzerinde daha çok hissedilmesine sebep olmuştur. 

Bu kapsamda mevcut çatışma alanları, ülkelerin yönetim değişikliklerinin yaşandığı süreçler, enerji nakil hatlarının seçimi bu rekabetin en yoğun hissedildiği kritik konular olmuşlardır.

Mackinder’in jeopolitik kalpgahında merkezi bir yerde bulunan, aynı zamanda
Huntington’ın medeniyetlerin ayrıştığı hat diye ifade ettiği Karadeniz, birçok etnik ve politik sorunuyla beraber Avrupa tarihinin ve Türk-Rus ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.23

Bugün için Karadeniz yerel stratejik önemi olan bir bölgeden ziyade yükselen bir
jeopolitik ekseni ifade etmektedir. Bu jeopolitik eksen bölge dışı aktörler ve bölge ülkeleri tarafından farklı derecelerde farklı önemlerde olmakla birlikte; ABD ve AB’nin bölgeye yönelik çıkarlarının büyük oranda uyuştuğu değerlendirilmektedir.

Soğuk Savaş dönemin sağladığı güvenlik yapısı içerisinde bir barış denizi olarak
kalmayı başarmış Karadeniz, özelikle 11 Eylül saldırıları sonrası büyük güç
odaklarının dikkatini çekmeye başlamıştır.

Günümüzde, başta Rusya Federasyonun yakın çevre politikasına engel olmak ve
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin gerçekleşmesine katkıda bulunak maksadıyla,
Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki anti demokratik yönetimleri değiştirmek, enerji nakil hatlarını kontrol etmek, ülkelerin ekonomik gelişmelerine katkıda bulunmak, Kitle İmha Silahları (KİS) yayılımı ve yasadışı faaliyetleri önlemek gerekçelerine dayanarak Karadeniz’de bir şekilde varlık göstermeyi hedeflemiş tir. Yapılan inceleme göstermiştir ki, yakın tarih içerisinde bir barış denizi olarak kalan, Soğuk Savaş dönemi dahil herhangi bir çatışmaya sahne olmayan Karadeniz’in güvenliğinin yine Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerce sağlanması bölgedeki huzur ve dengelerin devamı için en uygun şartları sağlayacaktır. Kıyıdaş olmayan güçlerin Karadeniz’e girişi özellikle RF faktörü dikkate alındığında mevcut barışı bozabilecektir. Ayrıca, kıyıdaşlar haricinde Karadeniz’e girecek diğer deniz unsurlarının temelde tonaj ve kalış sürelerini kısıtlayan Montreux Sözleşmesi’nin bu kapsamda aşındırılmaya çalışılması, diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler güvenlik çıkarlarına büyük darbe indirecektir.24 

Bu nedenle anılan sözleşmenin değiştirilmesine yönelik hiçbir şart kabul edilmemelidir.

Realizm uluslararası sitemi devletlerin kendi güvenliklerini komşuları pahasına
sağlamaya çalıştığı katı bir alan olarak değerlendirmektedir. Buna bağlı olarak
devletlerararası ilişkiler, devletlerin sürekli olarak birbirinden faydalanmaya çalıştığı bir güç mücadelesi olarak görülmektedir. Karadeniz’in yukarı da sayılan özellikleri neticesinde, realizmin güvenlik konusundaki yaklaşımlarını olumlar nitelikte bazı unsurlar göze çarpmaktadır. Zira askeri güvenlik Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği için halen birinci basamakta yer almaktadır. Ancak genel resme bakıldığında Karadeniz Bölgesi’nin küresel tehdit unsurlarından etkilenen bir bölge olduğu açıktır. Realist teorinin güvenlik anlayışında bu unsurları göz ardı etmesi ve temel aktör olarak yalnızca devletleri kabul etmesi, onun zayıf karnını oluşturmaktadır. 

Zira bölgede oluşturulan, KEİT, Blacksea Harmony gibi işbirliği unsurları teorinin bu zayıf yönünü somutlaştıran örnekleri teşkil etmektedirler.

KAYNAKÇA

ALKAN Akın, 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara, 2006

ARI Tayyar, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999,

ASMUS Ronald; Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”,
Policy Review, No:125, June/July 2004, 
http://www.hoover.org/publications/policyreview/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)

AYDIN Mustafa, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU
Enlargement”, IIS Occcasional Papers, No. 53, Paris, Haziran 2004.

BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde
Çatışmadan Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala,
Ursula Oswald Spring, Necati Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset
Bilimi 44, Ekim 2012, s.153-166.

BP Statistical Review of World Energy, June 2012,
http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_pu
blications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_revi
ew_of_world_energy_full_report_2012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)

BRZEZİNSKİ Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun
Kocabıyık, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998.

BUZAN Barry, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991

ÇİKRIKCİ Tolga, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”,
III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum
Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.241-252.

ÇÖRTEN Burcu, Güncel Karadeniz Jeopolitiği, Karadeniz Stratejik Araştırma ve
Uygulama Merkezi, Giresun Üiversitesi Yayınları, Giresun, 2009.

DEMİR Sertif, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, ss. 19-50.

Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm
Tartışması”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, ss.57-88.

İLHAN Suat, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971.

İŞCAN İsmail Hakkı, “ Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş
Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2, (Yaz 2004), ss. 47-79.

KANBOLAT Hasan, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html,
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)

KARABULUT Bilal, “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler:
Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, 
Güz 2009, ss.1-11.

KARAMAN Oğuz, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006.

MACKINDER Halford John, “The Geographical Pivot of History”, Democratic
Ideals and Reality, National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194

MORGAN Patrick, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional
Orders: Building Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M.
Morgan, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 1997.

SANDIKLI Atilla, “Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor
No:27, Ocak 2011.

SEZER Duygu Bazoğlu, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”,
http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2013)

SÖNMEZOĞLU Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 2000.

YURDUSEV A. Nuri, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik,
Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 15-56.

DİPNOTLAR;

1 Patrick Morgan, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional Orders: Building
   Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M. Morgan, Pennsylvania, The
   Pennsylvania State University Press, 1997,s.22.
2 Hazar Denizi petrol rezervleri, İran Körfezi ile aynı düzeyde olmasa da, 21. Yüzyıl için kayda değer
   bir enerji kaynağı olması bakımından oldukça önemlidir. Ortadoğu ve Hazar Havzası 2012 yılı
   verilerine göre Dünya petrol rezervinin %55.9 ‘una ve doğalgaz rezervinin ise %74.4’üne sahiptir. BP
   Statistical Review of World Energy, June 2012,
   http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistic
al_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2
012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)
3 Çalışmanın iki temel ayağından birini oluşturan realist teori, Hobbesçu geleneği ifade etmektedir. Bu
   yüzden bazı noktalarda realist teori, realizm ya da Hobbesçu gelenek kavramları birbirlerinin yerine
   kullanılmıştır.
4 Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması”, Devlet
   Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.73- 74.
5 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde
Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.44.
6 Barry Buzan, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991, s.1-3 (Aktaran: Akın Alkan, 21.
Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.4.)
7 Eralp, a.g.m. s.81.
8 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan
Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, Ursula Oswald Spring, Necati
Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset Bilimi 44, Ekim 2012, s.153.
9 Baylis, a.g.m., s.154.
10 Eralp, a.g.m., s.85.
11 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999, s.103.
12 Uluslararası ilişkiler alanındaki akademik çalışmaların büyük çoğunluğunda Amerika Birleşik
Devletleri süper güç olarak nitelendirilmektedir. Süper güç kavramı sarsılmaz bir askeri güce,
ekonomik ve teknolojik önderliğe işaret etmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün içinde
bulunduğu durum buna örnek teşkil etmemektedir. Örneğin bu yeni dönemde Çin, Japonya, Hindistan,
Brezilya ve Almanya gibi önemli güç merkezleri karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Çin’in 21. yüzyılın
ortaları itibarıyla ABD’nin bu konumu sarsabilecek şekilde yükselmekte olduğu açıktır. Yakın bir
zaman diliminde yeni bir süper gücün ortaya çıkabileceği öngörülen bir durumda ABD’yi süper güç
olarak konumlandırmak anlam karmaşasına neden olmaktadır. Bu yüzden ABD için başat güç
nitelendirmesi daha uygun olacaktır.
13 Bkz. Halford John Mackinder, “The Geographical Pivot of History”, Democratic Ideals and Reality,
National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194.
14 Sertif Demir, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, s.21.
15 Jeopolitik, insanlığı mekan faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplindir. Politik
düzeyde bugün ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler.(
Suat İlhan, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971, s. 61.) Jeopolitik; dünya
coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik
düzeyde hareket tarzı araştırması yapar. Bugünkü ve gelecekteki politik güç ve hedef ilişkisini coğrafi
gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma koşul ve aşamalarını belirler. Jeopolitik;
coğrafya, tarih, teknoloji ve siyaset verilerini zamanın ruhuna uygun olarak analiz ederek milli güç
unsurlarının en etkin bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlayacak milli politikaların
belirlenmesi ve uluslararası siyasi faaliyetlerin yürütülmesi sanatı ve bilimidir.( Atilla Sandıklı,
“Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor No:27, Ocak 2011, s.1-2.)
Jeopolitik konum, coğrafi konumun değeri ile birlikte dünya ve bölge güç merkezlerine göre, yani
dünyanın politik yapısına göre ülkenin ya da analiz biriminin bulunduğu yeri açıklamaktadır. Soğuk
Savaş sonrası yaşanan gelişmelerle birlikte ülkelerin fiziki coğrafyalarında herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Kısaca coğrafi konumda bir değişiklik olmamıştır. Değişen, coğrafyayı aktifleştiren ülke
güçleri, uluslararası birlikler ve anlaşmalardır. Yani evrensel değerdeki güç odakları ile bölge
güçlerinin etkinliği değişmiştir. Global ve bölgesel güç merkezlerinde meydana gelebilecek bu türde
değişiklikler söz konusu ülkenin ya da bölgenin jeopolitik konumunu ve bu konumun uluslararası
ilişkilerde ifade ettiği stratejik değeri değiştirebilmektedir.( İsmail Hakkı İşcan, “ Uluslararası
İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2,
(Yaz 2004), s.50.)
16 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.701.
17 Duygu Bazoğlu Sezer, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”, s.1.
    http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2012)
18 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık, Sabah
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.51.( Aktaran: Alkan, 2006, s.17.)
19 Alkan, a.g.e., s.17.
20 Ronald Asmus & Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”, Policy review No.125. 
     http://www.hoover.org/publications/policy-review/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)
21 Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
    http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html, 
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)
22 Oğuz Karaman, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006, s.6.
23 Mustafa Aydın, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region After EU Enlargement” ISS Occasional Paper, June, No:53, Paris, Haziran 2004. s.5.
24 Tolga Çikrıkci, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”, III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.243.



***