Karadeniz Havzası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karadeniz Havzası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2020 Pazar

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ

REALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI VE SOĞUK SAVAŞ SONRASI  KARADENİZ’İN GÜVENLİĞİ 




Tolga Çikrıkci
* Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi.


Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası sistemde büyük bir dönüşüm başlamış ve bu dönüşüm 11 Eylül terör saldırıları ile büyük bir ivme kazanmıştır.

Tehdit algılarının değişmesi ile bölgesel ve ulusal güvenlik anlayışı da dönüşüme
uğramış ve Karadeniz'in güvenlik unsurları da farklılaşmıştır. Önemi temelde
jeopolitik konumundan kaynaklanan Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla uluslararası toplumun ve devletlerin gündeminde yer almaktadır.
Uluslararası ilişkileri anarşi ve çatışma ortamı olarak betimleyen realist teori,
güvenlik kavramını da bu temel anlayış üzerinden şekillendirmiştir. Bu anlayış
içerisinde devletlerin güvenliği, askeri güç ve ulusal çıkarlar ekseninde sıkıştırılmış ve Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik unsurları bağlamında realist teorinin güvenlik anlayışı büyük ölçüde eleştirilir hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı realizmin güvenlik kavramına yaklaşımını ortaya koymak ve bu doğrultuda Soğuk Savaş sonrası evrimleşen güvenlik algısını Karadeniz örneği üzerinden açıklamaktır.
Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.

1. Giriş

Günümüzde, uluslararası alanda, üzerinde en çok tartışma bulunana kavramlardan birisi de güvenliktir. Kavram üzerinde tam bir uzlaşının olmamasının asıl nedeni, uluslararası ilişkilerin doğası gereği yerleşik bir uluslararası sistemin bulunmamasıdır.
Diğer bir deyişle uluslararası sistemin olaylar neticesinde değişime uğraması, tehdit algısı ile şekillenen güvenlik anlayışının değişmesine ve bu bağlamda güvenlik kavramının sınırlarının da değişime uğramasına sebep olmaktadır.
İki kutuplu bir yapıya dayanan Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yapay sınırları ortadan kaldırarak uluslararası ilişkilere farklı bir boyut kazandırmıştır. Daha geçirgen, çok yönlü ve daha dinamik olan bu yeni boyut, yukarıda değinildiği gibi “güvenlik” kavramının nasıl algılanması gerektiği konusunda da tartışmaları gündeme getirmiştir.

Bunun sebebi, güvenliğin kimin güvenliği olduğu, hangi boyutta güvenlik olduğu,
güvenliğin tanımlanmasında esas unsur olan tehdidin ne olduğu gibi soruların,
meselelere taraf olanlar tarafından farklı cevaplandırılabilecek olmasıdır. Ancak bir sonuca ulaşabilmek için, güvenliğin anlam ifade etmesi ve bu anlamın hassas olarak tanımlanması gerekmektedir.1

Uluslararası ilişkilerin üç temel paradigmasından Realizm güvenlik kavramını
düşünce sisteminin doğası gereği askeri güvenlikle ilişkilendirerek açıklamakta dır. Güvenlik kavramının dönüşüme uğraması neticesinde uluslararası sistemi düzenleme konusunda temel olarak güç ve güç dengesi kavramları üzerinden hareket eden Realizm, Soğuk Savaş’ın bitimiyle yaşanan değişimi öngörme ve inceleme konusunda eleştirilere maruz kalmıştır. Realizm etrafında toplanan bir kısım yazar, teorinin temel aldığı güç dengesinin ancak savaşlar yoluyla değişebileceğini belirtmektedir. Ne var ki Sovyetler Birliği’nin savaş olmadan çözülmesi bu paradigmaya yöneltilen eleştirileri daha da artırmıştır.

İki kutuplu sistemin ardından değişen jeopolitik ve jeoekonomik unsurlar neticesinde bölgelerin değeri ve önemi de değişime uğramıştır. Karadeniz Bölgesi de Soğuk Savaş sonrası dönemin güvenlik konusunda en çok adı geçen bölgelerinden birisi haline gelmiştir. Bu anlamda Realizmin güvenliğe bakışı ile nispeten yeni bir mücadele alanı olan Karadeniz’in güvenliği arasında bir bağlantı oluşmuştur.
Karadeniz hem doğal kaynaklar (petrol, doğalgaz) hem de bu kaynakların nakliyatı için çok önemli bir merkez konumunda bulunmaktadır. Bölge, Orta Asya ve Hazar Havzası’nda bulunan enerji kaynaklarının2 Avrupa’ya aktarılmasında yeni boru hatlarının bölgeden geçmesi nedeniyle daha da önemli bir duruma gelmiştir. Bu bağlamda 21. yüzyıl uluslararası çekişmelerinde Karadeniz’in önemi açıkça görülmektedir. Zira bu çekişmelerin odak noktalarından biri de enerji ve bu anlamda enerji kaynaklarının kontrolü ve enerji güvenliğidir.

Bu çalışmada Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından değişen güvenlik algısı
ekseninde uluslararası ilişkilerin temel paradigmalarından realizmin güvenlik anlayışı ve bu bağlamda Karadeniz’in güvenliği ele alınmaktadır. Çalışmanın temel amacı “Karadeniz’in Güvenliği” konusu üzerinden realist teorinin güvenlik anlayışının günümüz güvenlik algısı ile karşılaştırmasını yapmaktır.

2. Realist Teori ve Güvenlik

Uluslararası ilişkilerin kuramsal tartışmaları temelde üç paradigma yani, realizm,
idealizm ve rasyonalizm etrafında seyretmektedir. Değişen uluslararası sistem, bu paradigmaların bakış açılarına eklemlenen eleştiriler neticesinde yeni kuramların doğmasına yol açar. Söz konusu üç temel paradigma sırasıyla klasik felsefenin Hobbesçu, Kantçı ve Grotiusçu geleneklerine dayanır3. Bu üç gelenek birbirini şekillendirmektedir. Yani esasen Realist düşüncenin karşısında olan görüş İdealizm ekolünü oluşturmuş; bunların bazı yönlerini olumlayan ve bazı yönlerine de karşı çıkan bir görüş olarak da Rasyonalizm şekillenmiştir denilebilir. Ancak Soğuk Savaş döneminin hakim ekolü realizm, sistemin değişme uğraması neticesinde en çok eleştiriye maruz kalan kuramlar bütünü olmuştur.

Realizmde devlet, uluslararası ilişkilerin tek ve hakim aktörüdür. Bu aktör, Hobbes’un görüşlerinden esinlenen Morgenthau’nun da vurguladığı üzere yalnız çıkarları doğrultusunda hareket eder4. Bunun yanında uluslararası ilişkiler ya da uluslararası sistem bir anarşi hali olarak görülmektedir. Buradaki anarşi, bir üst otoritenin yokluğunu ifade ederken aynı zamanda egemen devletlerarasındaki çatışma ortamına da işaret etmektedir. Bu anlamda uluslararası ilişkiler tam bir doğal savaş halidir.

Böylesi bir ortamda düzenden, işbirliğinden ya da uluslararası toplumdan bahsetmek neredeyse imkansızdır. Bu haliyle uluslararası ilişkiler Hobbes’un belirttiği gibi bir doğa halini yansıtmaktadır. Doğa hali kavramı, Hobbes’un toplum ya da devletin oluşumunu açıklamak için oluşturduğu bir kavramdır. Kavram, bu noktada insanların toplum halinde devlet benzeri bir oluşuma itaat etmeye başlamadan önce yaşadıkları varsayılan durumu göstermektedir. 

Bu yaşam şeklinde yapı gereği, hukuk ve adalet yer almamakta dolayısıyla hakim durum savaş ve çatışma olmaktadır5. Bu noktada devletlerin içerisinde bulundukları ortam güvenliksiz bir ortamdır. Güvenlik ulusal güvenliğe işaret etmektedir ve ancak devletin kendi bekasını sağlama konusunda gücünü artırmasıyla sağlanabilecektir.

Görüldüğü gibi realizm güvenliği doğal olarak güç ile ifade etmektedir. Diğer
devletlere göre daha baskın yeterli bir güce sahip olan devlet daha güvenli olacaktır.

Bu düşünceye göre askeri kaynaklar güvenliğin sağlanmasında esas çözüm yoludur.6

Soğuk Savaşı genel hatlarıyla şekillendiren düşünce de budur. Realist yaklaşımla
Soğuk Savaş döneminde ekonomik faktörlerin çözümlenmesi göz ardı edilmiş ve
siyasi/güvenlik konularının incelenmesine askeri güç ekseninde ağırlık verilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki Realist geleneğin içerisinde farklı yaklaşımlar da söz konusudur. Örneğin E.H. Carr’dan gelen ekonomik faktörlerin uluslararası ilişkilerdeki önemine vurgu yapan realist bir bakış açısı da mevcuttur7.

Hobbesçular, içinde yaşadığımız şiddete eğilimli dünyanın ötesine geçmenin mümkün olmadığına inanır8. Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığı realizmin bu düşüncesini yükselten en büyük örnek olmuştu. Bu bağlamda Soğuk Savaş Dönemi boyunca temel düşünce ekolü olan Realizm ekseninde dönemin birçok yazarı da, savaşı devletlerarası ilişkilerin yapı özelliği olarak değerlendirmiştir. Ancak Soğuk Savaş’ın bitişi ile dengeler tamamen değişmiş ve Kantçı bakış açısını olumlar nitelikte bir uluslararası ortam doğmuştu. Baylis’in belirttiği gibi bu “Yeni İdealizm” barışçıl bir küresel toplumun gelişmesine yönelik daha iyimser görüşleri yansıtmaktaydı9. Bu ortam içersinde realizme yöneltilen eleştiriler daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki realizmin Soğuk Savaş’la birlikte tarihe gömüldüğünü ileri sürenler bile olmuştur10.
Günümüzde ulaştığımız düzeyde ülkelerin iç dinamiklerini devletlerarası ilişkiler söz konusuyken de göz ardı edemeyeceğimiz açıktır. İç ve dış faktörleri birbirinden net bir şekilde ayıran realist bakış açısı, günümüzde en çok bu noktada eleştiri almaktadır.

Uluslararası sistemin sürekli değişim göstermesi gibi uluslararası ilişkilerin temel
paradigmalarının güvenlik konusuna farklı yaklaşmaları, güvenlik konusunda birçok yazar ve akademisyenin de konu ile ilgili farklı görüşlere sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Zira uluslararası sistemin şartları değiştikçe güvenlik kavramı içerisinde öncelik verilen hususların sırası değişmekte, güvenliği etkileyecek yeni tehditler ortaya çıkmaktadır. Yeni Dünya düzeninde tehdit algısının artık birçok boyutu vardır. 1990 öncesi tehdit güçlü ordulardan, bu ordulara sahip devletlerden kaynaklanmakta iken, bugün ulaştığımız noktada insan kaçakçılığından terörizme, saldırgan milliyetçilikten kökten dinciliğe kadar çok boyutlu bir hale gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak, devletler arasında yatay olarak yeni ilişkiler oluşmakta, bölgesel ve alt-bölgesel işbirliği girişimleri çoğalmakta, devlet dışı faktörler, yerel makamlar, sivil toplum ve özel sektör ön plana çıkmaktadır. Bu durum Soğuk Savaş döneminin parlak realist bakışını yalnızca askeri boyuta önem vermesi bakımından oldukça eksik bırakmaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından jeopolitiği en çok etkilenen bölgelerden
birisi de Karadeniz Bölgesi’dir. Bu anlamda güvenliğe yeni eklenen girdileriyle
Karadeniz’in güvenliği konusu “Eski Realizm”in güvenliğe yaklaşımı bağlamında
incelenebilecek örnek bölgelerden birisini teşkil etmektedir.

3. Değişen Güvenlik Anlayışı ve Karadeniz’in Güvenliği

“Değişen güvenlik anlayışı” ifadesinin temel dayanak noktası, iki kutuplu sistemin yani Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası sistemdir. Bilindiği gibi ortaya çıkan bu yeni uluslar arası sisteme Yeni Dünya Düzeni adı verilmektedir.11 
Bu yeni yani günümüz uluslararası sisteminin temel özellikleri; çok merkezlilik ve Amerika Birleşik Devletleri’nin başat güç olarak konumlandırılması dır.12

Mackinder’in Kalpgah teorisi 13, Mahan’ın Deniz Hakimiyet Teorisi, Spykman’ın Kenar Kuşak Teorisi de özlerinde Karadeniz Bölgesi yer almaktadır ve buraya hakim olan güç, Dünya Adasına hakim olacaktır düşüncesini barındırmaktadır. Bu bağlamda jeopolitik teoriler ekseninde, Karadeniz’in bugün sahip olduğu konum uluslararası ilişkiler açısında büyük stratejik önem arz ettiği açıktır.

Karadeniz’in siyasi tarihine baktığımızda 19. yüzyılın başlarına kadar Türk ve Rus
hakimiyetinde kaldığını; daha sonra I. ve II. Dünya savaşları sırasında İngiliz ve
Alman nüfuzuna maruz kaldığını görmekteyiz. Günümüzde ise bölge, Amerika
Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun etki alanı halindedir.
Tarihi süreçlerde Karadeniz Bölgesi, bu süreçlerin güvenlik anlayışları ekseninde
farklı farklı nitelendirilmiştir. Başka bir ifadeyle Karadeniz Bölgesi’nin devletlerin
algısındaki stratejik konumu çeşitli aşamalardan geçmiştir. Özetle bu aşamalar şu şekildedir14:

1) Soğuk Savaş Öncesi Dönem: Geçiş Bölgesi
2) İki Kutuplu Dönem (Soğuk Savaş Dönemi): Çevre Alan
3) Soğuk Savaş Sonrası Dönem (Günümüz): Merkez Bölge


Soğuk Savaş dönemi sonrasındaki “Yeni Dünya Düzeni”’nde uluslararası ilişkilerde ideolojik etmenlerin öneminde nispeten bir azalma olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Bunun yanında jeopolitik 15 etmenlerin öneminde ise ideolojik etmenlere nazaran bir artış olduğu göze çarpmaktadır 16.

Karadeniz’in en önemli coğrafi karakteristiği Akdeniz, Kafkaslar, Balkanlar ve
Ortadoğu gibi birçok komşu alana büyük ölçüde açılmasıdır. Bu alanlardan Balkanlar ve Kafkaslar Avrupa’nın art alanında en çok sorunlu olan alt bölgesel alanlardır.17
Ortadoğu ise şiddet saçan kürsel bölgenin merkezidir ve dünya enerji kaynaklarının büyük bir kısmına sahiptir 18.

Karadeniz Bölgesi sınırları üzerinde en çok farklı görüşü barındıran bölgelerden
birisidir. Karadeniz Bölgesi’ni sınırlandırırken Karadeniz-Hazar Havzası (Black-
Caspian Seas Region), Karadeniz-Akdeniz Bölgesi (Black-Mediterranean Seas
Region), Tuna-Karadeniz Bölgesi, Büyük Karadeniz (Greater BlackSea), Geniş
Karadeniz (Wider Black Sea) ve NATO’nun genişleme dalgası ile anılır olan Baltık- Karadeniz Güvenlik Alanı (Baltic-Black Sea Zone of Security); ifadelerinin kullanılır olması bölgeyi sınırlandırmanın zorluğundan ileri gelmektedir.19
Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği, bölgenin taşıdığı özellikler bakımından günümüzde uluslararası sistemin başat güçlerinin politik çıkarlarını yakından ilgilendirmektedir.

ABD için Karadeniz ve çevresi, küresel politikasının Avrasya bölümünün önemli bir halkasını oluşturmaktadır. ABD için Karadeniz’in önemi bölgenin tekrardan RF’nin kontrolü altına girmemesi ve Ortadoğu ile Orta Asya’nın kontrolü ve geleceği açısından önem taşımaktadır.

AB için ise Karadeniz ve çevresi, küresel bir aktör olma yolunda önemli bir geçiş
coğrafyası ve gelecekte yüzleşmek zorunda kalacağı sorunları bugünden çözümlemesi gereken bir alandır. Avrupalıların geçen yüzyılda “Yakın Doğu” olarak nitelendirdikleri bölgeler artık Avrupa’nın içerisindedir. 2007’deki son genişlemenin ardından, Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olması ile birlikte AB Karadeniz’e kıyıdaş bir aktör olmuştur. Hatta daha AB Karadeniz’e kıyıdaş olmadan evvel hem Avrupalı hem de Amerikalı araştırmacı ve politikacılar Orta Doğu ve Orta Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kuşak bölgenin varlığından söz etmeye başlamış ve burası “Karadeniz Bölgesi” ya da “Geniş Karadeniz Bölgesi” olarak anılmaya başlamıştır.

Bu kapsamda Karadeniz ülkeleri Avrupa’nın doğuya kara yolu ile açılmasında yegane coğrafyayı kaplamaktadırlar. Karadeniz’de etkili olmayan bir Avrupa’nın uzun vadede Orta Asya ve Ortadoğu’da etkili olmasının pek mümkün olmayacağı
değerlendirilmektedir. Diğer yandan Doğu’nun ekonomik olarak yükselişi AB’yi bu coğrafyaya kesintisiz ve ekonomik yoldan yakın olmaya zorlamaktadır.
Bu coğrafyayı AB için önemli kılan bir diğer nenden ise bu coğrafyanın enerji
merkezlerine ulaşımında bir geçiş koridoru olmasıdır. AB’nin enerjiye bağımlılığı her geçen gün artmakla beraber bugün Avrupa dünyanın en büyük gaz ve petrol
ithalatçısıdır. Bugünkü enerji tüketiminin %50’sini ithal etmektedir ve 2020 yılında bu rakam %70’lere kadar yükselecektir. AB’de artan bu enerji ihtiyacını Rusya, Körfez ve Kuzey Afrika’dan karşılayacak, Avrupa’nın başkentleri RF’nin ve Suudi Arabistan’ın baskısını daha çok hissedecektir. Bu bakımdan güvenli bir Karadeniz sistemi enerji tedarik problemine ciddi bir alternatif oluşturması açısından önemlidir.20

Aynı zamanda Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri boyunca devam eden
donmuş çatışma alanları ve Kuzey Kafkasya, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez oluşturmaktadır. Bu merkezler bir taraftan ülkelerin reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi yasadışı trafik ile tehdit etmektedir.

Görüldüğü gibi 10-15 sene önce uluslararası arenada çok az gündeme gelen
Karadeniz son yıllarda büyük güçlerin öncelikli ilgi alanlarından birisi olmuştur. Daha somutlaştıracak olursak, Karadeniz’in dünya gündeminde bu kadar yer almasını sağlayan başlıca nedenler şu şekilde sıralanabilir;

Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılması, bu dağılma sonrası batıdan
doğuya doğru genişlemeye devam eden AB ve NATO’nun Karadeniz’e kadar
genişlemeyi tamamlamış olması ve Karadeniz’i kapsayacak şekilde Güney
Kafkasya’yı da (“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak
istemesi, Karadeniz ülkelerinin, RF’nin orta vadede ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda toparlanması sonrası tekrar eski nüfuz alanına dönmek isteyebileceği ihtimalinin olması nedeniyle, NATO ve AB üyeliğini kendilerinin gelecekteki siyasi, ekonomik ve askeri güvenliğinin en önemli güvencesi olarak görmeleri,
11 Eylül 2001 saldırısı sonrası ABD’nin “terör” merkezlerini yok etmeye yönelik
başlattığı askeri harekat içinde Karadeniz’in bulunduğu özel konum,
ABD’nin olası bir İran harekatı ve Avrupa-Atlantik dünyası dışında kalan Beyaz
Rusya ile RF’nin askeri hareketlerini kontrol altında tutmak için, Karadeniz’i “askeri üs, radar istasyonları ve casus uçakları ile izleme merkezi” olarak değerlendirmek istemesi, 11 Eylül saldırısı sonrası, gittikçe istikrarsızlaşan Orta Doğu’ya alternatif olabilecek enerji kaynakları arayışı, RF-Ukrayna doğalgaz krizinin ardından, enerji güvenliğinin dünyada hayli önem kazanması.

2004 yılı Nisan ayında NATO’nun yeni iki üyesi konumuna gelen ve 1 Ocak
2007’den itibaren de AB üyesi olan Bulgaristan ve Romanya ise kendi güvenliğini
bölgesel olmakta ziyade Avrupa-Atlantik eksenine oturmuşlardır. Bu iki ülke gerek RF’nin etkisinden bir an önce tamamıyla kurtulmak, gerek Karadeniz’de RF
karşısında etkin bir güç olabilmek ve gerekse Karadeniz ve çevresinde bulunan
sorunların çözümünde RF baskısını azaltmak için ABD, AB gibi güç aktörlerini
bölgeye çekme çabası içerisine girmiştir.

Söz konusu nedenler, Karadeniz’i ister istemez giderek Batı ile Doğu arasındaki nüfuz mücadelesinin merkezi durumuna getirmektedir.21 Karadeniz Bölgesi’nin güvenlik unsurları açısından bakıldığında, realizmin askeri güvenliği öne alan güvenlik anlayışının bugün kısmen geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Zira Karadeniz Soğuk Savaş sonrası dönemin önemli bir mücadele alanı haline gelmiş ve bölgenin güvenliği tüm kıyıdaş devletlerin güvenliği konusunda hayati bir önem taşımaya başlamıştır.

Karadeniz’in kuzey ve kuzeydoğu sahilleri donmuş çatışma alanları ile meşgul olur iken Kuzey Kafkasya silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı için bir merkez haline gelmiştir.

Mevcut güç boşluğundan yararlanmak isteyen odaklar bir taraftan ülkelerin
reformlarını sekteye uğratırken diğer taraftan bölgeyi ve AB’yi uyuşturucu trafiği gibi yasadışı işler ile tehdit etmekte, sahip oldukları teknoloji ve silahları ABD
düşmanlarına satma niyetleri ABD için bir tehlike oluşturmaktadır. Bir iddiaya göre de Londra sokaklarında satılan uyuşturucunun % 80’i Karadeniz üzerinden
gelmektedir.22

Bu yönden bakıldığında realizmin güvenlik anlayışının Karadeniz’in güvenliği
örneğinde eksik kaldığı görülmektedir. Çünkü günümüz uluslararası ilişkilerinde,
yukarıda da belirtildiği gibi, tehditler çeşitlenmiş ve güvenlik yalnızca askeri
kapasitenin yükseltilmesi neticesinde sağlanabilecek bir olgu olmaktan çıkmıştır.
Sınıraşan suçlar ekseninde tehditler küresel bir hal almış ve devletlerarası işbirliği tehditlerin giderilmesinde elzem bir yöntem haline gelmiştir. Bu noktada realizme yöneltilen eleştiriler haklı bir zemine oturmaktadır denilebilir.

4. Sonuç Yerine

Güvenlik algısının dönüşümü, yaşanılan olaylar neticesinde ortaya çıkan doğal
süreçtir. Ancak kendiliğinden gelişmeyen; stratejik analiz ekseninde ilerleyebilecek olan süreç, devletlerin ya da güvenliğin derinleşmesi neticesinde buna eklenen diğer aktörlerin uyumlaşma ve uyumlaştırma kabiliyetleridir. Bu kabiliyeti belirleyen ölçütler, bahsi geçen analiz biriminin gücü ile doğru orantılıdır. Teknolojik kapasite, jeopolitik konum, istihbarat, askeri kapasite, ekonomik büyüklük, homojenlik vb. unsurlar ise bu gücü belirleyen öğelerdir.

Soğuk Savaşın sona ermesiyle Avrasya, sınırsal ve politik olarak değişikliklere
uğramıştır. Doğu-Batı ayrımı üyeleri birbiri üzerine bindirmeli birçok coğrafi alana ayırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Karadeniz Bölgesi Doğu-Batı arasında stratejik öneme sahip bir koridor haline gelmiştir.

Jeopolitik konumu en fazla değişen bölgelerden birisi Karadeniz olup, bölge Soğuk Savaş sonrasında jeopolitik olarak güçlenme ve aynı zamanda tehdit altında olma çelişkileri yaşamaya başlamıştır. Diğer bir deyişle 19. yüzyılda oynanan “Büyük Oyun”un hayat alanının bir bölümü olan Karadeniz Bölgesi, 20. yüzyılın sonunda bir kez daha dikkatleri üzerine çekmiş ve bölgenin tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır.

Karadeniz’in hem jeostratejik hem de jeoekonomik öneme sahip bir coğrafyada yer alması, bölge dışı aktörlerin bu coğrafyaya olan ilgisinin artmasına sebep olmuş, bu durum da bölgede jeopolitik bir rekabeti başlatmıştır. Bölge devletlerinin birçoğunun “zayıf devlet” olması ise, bu jeopolitik rekabetin devletlerin güvenliği üzerinde daha çok hissedilmesine sebep olmuştur. 

Bu kapsamda mevcut çatışma alanları, ülkelerin yönetim değişikliklerinin yaşandığı süreçler, enerji nakil hatlarının seçimi bu rekabetin en yoğun hissedildiği kritik konular olmuşlardır.

Mackinder’in jeopolitik kalpgahında merkezi bir yerde bulunan, aynı zamanda
Huntington’ın medeniyetlerin ayrıştığı hat diye ifade ettiği Karadeniz, birçok etnik ve politik sorunuyla beraber Avrupa tarihinin ve Türk-Rus ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.23

Bugün için Karadeniz yerel stratejik önemi olan bir bölgeden ziyade yükselen bir
jeopolitik ekseni ifade etmektedir. Bu jeopolitik eksen bölge dışı aktörler ve bölge ülkeleri tarafından farklı derecelerde farklı önemlerde olmakla birlikte; ABD ve AB’nin bölgeye yönelik çıkarlarının büyük oranda uyuştuğu değerlendirilmektedir.

Soğuk Savaş dönemin sağladığı güvenlik yapısı içerisinde bir barış denizi olarak
kalmayı başarmış Karadeniz, özelikle 11 Eylül saldırıları sonrası büyük güç
odaklarının dikkatini çekmeye başlamıştır.

Günümüzde, başta Rusya Federasyonun yakın çevre politikasına engel olmak ve
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin gerçekleşmesine katkıda bulunak maksadıyla,
Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki anti demokratik yönetimleri değiştirmek, enerji nakil hatlarını kontrol etmek, ülkelerin ekonomik gelişmelerine katkıda bulunmak, Kitle İmha Silahları (KİS) yayılımı ve yasadışı faaliyetleri önlemek gerekçelerine dayanarak Karadeniz’de bir şekilde varlık göstermeyi hedeflemiş tir. Yapılan inceleme göstermiştir ki, yakın tarih içerisinde bir barış denizi olarak kalan, Soğuk Savaş dönemi dahil herhangi bir çatışmaya sahne olmayan Karadeniz’in güvenliğinin yine Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerce sağlanması bölgedeki huzur ve dengelerin devamı için en uygun şartları sağlayacaktır. Kıyıdaş olmayan güçlerin Karadeniz’e girişi özellikle RF faktörü dikkate alındığında mevcut barışı bozabilecektir. Ayrıca, kıyıdaşlar haricinde Karadeniz’e girecek diğer deniz unsurlarının temelde tonaj ve kalış sürelerini kısıtlayan Montreux Sözleşmesi’nin bu kapsamda aşındırılmaya çalışılması, diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler güvenlik çıkarlarına büyük darbe indirecektir.24 

Bu nedenle anılan sözleşmenin değiştirilmesine yönelik hiçbir şart kabul edilmemelidir.

Realizm uluslararası sitemi devletlerin kendi güvenliklerini komşuları pahasına
sağlamaya çalıştığı katı bir alan olarak değerlendirmektedir. Buna bağlı olarak
devletlerararası ilişkiler, devletlerin sürekli olarak birbirinden faydalanmaya çalıştığı bir güç mücadelesi olarak görülmektedir. Karadeniz’in yukarı da sayılan özellikleri neticesinde, realizmin güvenlik konusundaki yaklaşımlarını olumlar nitelikte bazı unsurlar göze çarpmaktadır. Zira askeri güvenlik Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği için halen birinci basamakta yer almaktadır. Ancak genel resme bakıldığında Karadeniz Bölgesi’nin küresel tehdit unsurlarından etkilenen bir bölge olduğu açıktır. Realist teorinin güvenlik anlayışında bu unsurları göz ardı etmesi ve temel aktör olarak yalnızca devletleri kabul etmesi, onun zayıf karnını oluşturmaktadır. 

Zira bölgede oluşturulan, KEİT, Blacksea Harmony gibi işbirliği unsurları teorinin bu zayıf yönünü somutlaştıran örnekleri teşkil etmektedirler.

KAYNAKÇA

ALKAN Akın, 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara, 2006

ARI Tayyar, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999,

ASMUS Ronald; Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”,
Policy Review, No:125, June/July 2004, 
http://www.hoover.org/publications/policyreview/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)

AYDIN Mustafa, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region after EU
Enlargement”, IIS Occcasional Papers, No. 53, Paris, Haziran 2004.

BAYLIS John, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde
Çatışmadan Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala,
Ursula Oswald Spring, Necati Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset
Bilimi 44, Ekim 2012, s.153-166.

BP Statistical Review of World Energy, June 2012,
http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_pu
blications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_revi
ew_of_world_energy_full_report_2012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)

BRZEZİNSKİ Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun
Kocabıyık, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998.

BUZAN Barry, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991

ÇİKRIKCİ Tolga, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”,
III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum
Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.241-252.

ÇÖRTEN Burcu, Güncel Karadeniz Jeopolitiği, Karadeniz Stratejik Araştırma ve
Uygulama Merkezi, Giresun Üiversitesi Yayınları, Giresun, 2009.

DEMİR Sertif, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz
Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, ss. 19-50.

Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm
Tartışması”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, ss.57-88.

İLHAN Suat, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971.

İŞCAN İsmail Hakkı, “ Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş
Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2, (Yaz 2004), ss. 47-79.

KANBOLAT Hasan, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html,
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)

KARABULUT Bilal, “Küreselleşme Sürecinde Güvenlik Alanında Değişimler:
Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Cilt: 6, Sayı: 23, 
Güz 2009, ss.1-11.

KARAMAN Oğuz, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006.

MACKINDER Halford John, “The Geographical Pivot of History”, Democratic
Ideals and Reality, National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194

MORGAN Patrick, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional
Orders: Building Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M.
Morgan, Pennsylvania, The Pennsylvania State University Press, 1997.

SANDIKLI Atilla, “Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor
No:27, Ocak 2011.

SEZER Duygu Bazoğlu, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”,
http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2013)

SÖNMEZOĞLU Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi,
İstanbul, 2000.

YURDUSEV A. Nuri, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik,
Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, 15-56.

DİPNOTLAR;

1 Patrick Morgan, “Regional Security Complexes and Regional Orders”, Regional Orders: Building
   Security in a New World, (Eds.) David A. Lake and Patrcik M. Morgan, Pennsylvania, The
   Pennsylvania State University Press, 1997,s.22.
2 Hazar Denizi petrol rezervleri, İran Körfezi ile aynı düzeyde olmasa da, 21. Yüzyıl için kayda değer
   bir enerji kaynağı olması bakımından oldukça önemlidir. Ortadoğu ve Hazar Havzası 2012 yılı
   verilerine göre Dünya petrol rezervinin %55.9 ‘una ve doğalgaz rezervinin ise %74.4’üne sahiptir. BP
   Statistical Review of World Energy, June 2012,
   http://www.bp.com/assets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistic
al_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2
012.pdf. (Erişim Tarihi: 03/06/2013)
3 Çalışmanın iki temel ayağından birini oluşturan realist teori, Hobbesçu geleneği ifade etmektedir. Bu
   yüzden bazı noktalarda realist teori, realizm ya da Hobbesçu gelenek kavramları birbirlerinin yerine
   kullanılmıştır.
4 Atila Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması”, Devlet
   Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.73- 74.
5 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik, Uluslararası İlişkilerde
Temel Yaklaşımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s.44.
6 Barry Buzan, People, States and Fear, Great Britain, London, 1991, s.1-3 (Aktaran: Akın Alkan, 21.
Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.4.)
7 Eralp, a.g.m. s.81.
8 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavram”, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan
Güvenliğe, Der: Mustafa Aydın, Hans Günter Brauch, Mitat Çelikpala, Ursula Oswald Spring, Necati
Polat, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 398, Siyaset Bilimi 44, Ekim 2012, s.153.
9 Baylis, a.g.m., s.154.
10 Eralp, a.g.m., s.85.
11 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 1999, s.103.
12 Uluslararası ilişkiler alanındaki akademik çalışmaların büyük çoğunluğunda Amerika Birleşik
Devletleri süper güç olarak nitelendirilmektedir. Süper güç kavramı sarsılmaz bir askeri güce,
ekonomik ve teknolojik önderliğe işaret etmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün içinde
bulunduğu durum buna örnek teşkil etmemektedir. Örneğin bu yeni dönemde Çin, Japonya, Hindistan,
Brezilya ve Almanya gibi önemli güç merkezleri karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Çin’in 21. yüzyılın
ortaları itibarıyla ABD’nin bu konumu sarsabilecek şekilde yükselmekte olduğu açıktır. Yakın bir
zaman diliminde yeni bir süper gücün ortaya çıkabileceği öngörülen bir durumda ABD’yi süper güç
olarak konumlandırmak anlam karmaşasına neden olmaktadır. Bu yüzden ABD için başat güç
nitelendirmesi daha uygun olacaktır.
13 Bkz. Halford John Mackinder, “The Geographical Pivot of History”, Democratic Ideals and Reality,
National Defence University Press, Washington, DC, 1996, pp. 175-194.
14 Sertif Demir, “Karadeniz’in Güvenliğini Yeniden Düşünmek”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı:35, Güz 2012, s.21.
15 Jeopolitik, insanlığı mekan faktörüyle karşılıklı ilişkisi içerisinde inceleyen bir disiplindir. Politik
düzeyde bugün ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler.(
Suat İlhan, Jeopolitikten Taktiğe, Harp Akademileri Yayını, İstanbul, 1971, s. 61.) Jeopolitik; dünya
coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik
düzeyde hareket tarzı araştırması yapar. Bugünkü ve gelecekteki politik güç ve hedef ilişkisini coğrafi
gücü esas alarak inceler, hedefleri ve hedeflere ulaşma koşul ve aşamalarını belirler. Jeopolitik;
coğrafya, tarih, teknoloji ve siyaset verilerini zamanın ruhuna uygun olarak analiz ederek milli güç
unsurlarının en etkin bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını sağlayacak milli politikaların
belirlenmesi ve uluslararası siyasi faaliyetlerin yürütülmesi sanatı ve bilimidir.( Atilla Sandıklı,
“Jeopolitik ve Türkiye, Riskler ve Fırsatlar”, BİLGESAM, Rapor No:27, Ocak 2011, s.1-2.)
Jeopolitik konum, coğrafi konumun değeri ile birlikte dünya ve bölge güç merkezlerine göre, yani
dünyanın politik yapısına göre ülkenin ya da analiz biriminin bulunduğu yeri açıklamaktadır. Soğuk
Savaş sonrası yaşanan gelişmelerle birlikte ülkelerin fiziki coğrafyalarında herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Kısaca coğrafi konumda bir değişiklik olmamıştır. Değişen, coğrafyayı aktifleştiren ülke
güçleri, uluslararası birlikler ve anlaşmalardır. Yani evrensel değerdeki güç odakları ile bölge
güçlerinin etkinliği değişmiştir. Global ve bölgesel güç merkezlerinde meydana gelebilecek bu türde
değişiklikler söz konusu ülkenin ya da bölgenin jeopolitik konumunu ve bu konumun uluslararası
ilişkilerde ifade ettiği stratejik değeri değiştirebilmektedir.( İsmail Hakkı İşcan, “ Uluslararası
İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 2,
(Yaz 2004), s.50.)
16 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.701.
17 Duygu Bazoğlu Sezer, “The Changing Strategic Situation in the Black Sea Region”, s.1.
    http://www.bmlv.gv.at/pdf_pool/publikationen/03_jb00_26.pdf , (Erişim Tarihi: 01.05.2012)
18 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul Dikbaş, Ergun Kocabıyık, Sabah
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.51.( Aktaran: Alkan, 2006, s.17.)
19 Alkan, a.g.e., s.17.
20 Ronald Asmus & Bruce Jackson, “The Black Sea and the Frontiers of Freedom”, Policy review No.125. 
     http://www.hoover.org/publications/policy-review/article/6451 (Erişim Tarihi: 04/05/2013)
21 Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”,
    http://www.denizhaber.com/YAZAR/3765/22/Karadeniz'in-degisen-jeopolitigi.html, 
( Erişim Tarihi: 02.05.2013)
22 Oğuz Karaman, Karadeniz’de Güvenlik Sorunu, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Kocaeli Üniversitesi, 2006, s.6.
23 Mustafa Aydın, “Europe’s Next Shore: The Black Sea Region After EU Enlargement” ISS Occasional Paper, June, No:53, Paris, Haziran 2004. s.5.
24 Tolga Çikrıkci, “Türk Boğazlarının Hukuki Rejimi ve Karadeniz’in Güvenliği”, III. Karadeniz Uluslararası Sempozyumu Karadeniz Yararlanıcıları Sempozyum Bildirileri Kitabı, Giresun Üniversitesi, Yayın No:8, Giresun, 2010, ss.243.



***

24 Şubat 2017 Cuma

ENERJİ GÜVENLİĞİNDE KARADENİZ BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİ VE KIRIM’IN ÖNEMİ




ENERJİ GÜVENLİĞİNDE KARADENİZ BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİ VE KIRIM’IN ÖNEMİ 



Zahit OĞURLU
*Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İliskiler Bölümü Doktora Öğrencisi 
E-mail:zogurlu@gmail.com 



Özet 

Soğuk savas sonrası dönemde Rusya Federasyonu’nun güvenlik ve tehdit algılamasında baslıca belirleyici unsur, Sovyetler Birliği gibi dağılma endisesidir. Bölgede ve Rusya Federasyonu içinde cereyan eden etnik ve dinsel kökenli gerginlikler ve sınır çatısmaları Rusya Federasyonu’nda dağılma korkusunu pekistiren bir unsur olmaktadır. Rusya Federasyonu için sınırların korunması ve ülkesel bütünlüğün muhafazası birinci öncelik olup, devletin varlığı ve geleceğiyle es anlamlı görülmektedir. 

2000 yılında açıklanan ve Rusya’yı “büyük güç” ve modern dünyanın “etkili bir merkezi” olarak tanımlayan yeni “Dıs Politika Kavramı” ile Rusya, bölgede mevcut gerginlik ve çatısmaları durdurmada sorumluluk üstleneceğini ifade ederek bölgenin jandarması rolünü oynamaya devam edeceğini belirtmekte, dolayısıyla da yakın çevrenin Rus “nüfuz alanı” olduğunu ilan etmektedir. 

2000 yılında benimsenen ikinci “Askeri Doktrin”de de, BDT ülkelerinden olusan bölge “ulusal güvenlik sahası” olarak nitelenmekte ve RF çıkarlarını tehdit altında hissettiği her durumda bölgeye askeri müdahalede bulunma hakkını da ilan etmektedir. 

27 Subat 2014 tarihinde Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım’ın Rusya tarafından isgali ve Ukrayna’nın doğusunda devam eden ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi, Rusya Federasyonu’nun yeni “Dıs Politika Kavramı” ve “Askeri Doktrin” kapsamında uygulamalarıdır. 

Rus Parlamentosu Baskanlığı’nın Stratejik ve Jeopolitik konularda Basdanısmanı Aleksandr Dugin’e göre Ukrayna’dan Abhazya’ya kadar tüm Karadeniz kıyısı boyunca Moskova’nın topyekün ve hiçbir surette sınırlanmayan denetimi, Karadeniz sahillerindeki Rus jeopolitiğinin mutlak gerekliliği sayılmaktadır. 

Karadeniz Bölgesi’nin jeopolitiği sadece Rusya Federasyonu için değil diğer Bölgesel Güç olan Türkiye ve Enerji Güvenliği açısından tüm dünya için çok önemlidir. 

Karadeniz Bölgesi ve Türkiye, Ortadoğu’dan sonra dünyanın en önemli hidrokarbon rezervlerine sahip Orta Asya ve Hazar Bölgesi ile Avrupa'daki tüketici pazarları arasında jeostratejik bir konuma sahiptir. 

Bu çalısmada, Karadeniz Bölgesi’nin Jeopolitik Değerlendirmesi ve bölgede meydana gelen son gelismelerin Enerji Güvenliği’ne etkileri incelenecektir. 

Anahtar Sözcükler: Geniş Karadeniz Havzası, Jeopolitik, Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, Kırım, Enerji Güvenliği, Zahit OĞURLU, 

Giriş 

Sochi Olimpiyatlarının bitisinden sadece dört gün sonra, 27 Subat 2014 tarihinde Ukrayna’ya bağlı bir özerk cumhuriyet olan Kırım Rusya tarafından isgal edildi. 

ABD tarafından desteklenen fasist, milliyetçi ve anti-semitist gruplar tarafından mesru Cumhurbaskanı Viktor Yanukovych’in devrilerek yönetime el konması, Rusça konusmanın yasaklanması ve Sivastopol’daki Rus Deniz Üssünün tehdit edilmesi bahanesiyle; ellerinde Rus silahları olan ancak, rütbeleri ve kimliklerini belirten isaretler sökülmüs askerler birkaç saat içinde basta havaalanları olmak üzere tüm kritik bina ve mevkileri isgal ettiler ve Ukrayna Askeri Üslerini abluka altına aldılar. 

Rusya, Ukrayna’nın en zayıf anında darbeyi vurmustu. Ukrayna, Maidan Meydanındaki gösteriler esnasında ölenler için yas tutarken ve yeni bir hükümet olusturmaya çalısırken vurulmustu. Ukrayna parlamentosu da, mevcut gerginliğe rağmen atese körükle gider gibi, Rusça’nın ikinci resmi dil olarak konusulmasını yasaklayan bir karar alarak ve doğu Ukrayna’da yasayan etnik Rus kökenlilerin parlamentoda temsilini sağlayamayarak Rusya’nın müdahalesine adeta yardımcı olmustu.1 

01 Mart tarihinde Rusya Devlet Baskanı Putin tarafından, Rus Parlamentosunun üst kanadından Ukrayna’da askeri güç kullanımı için izin istendi ve bekleneceği gibi izin verildi. 

04 Mart tarihinde Rusya Devlet Baskanı Putin tarafından, kriz hakkında ilk kamuoyu bilgi paylasımı yapıldı, Kırım’da görülen askerlerin Rusya Ordusu mensubu olmadığı, Ukrayna’daki devrim sonucunda Kırım’da yeni bir devlet olusumu gerçeklestiği ve bu yeni devlet ile RF arasında bağlayıcı hiçbir anlasma olmadığı ve bu durumda, 1994 Budapeste Memorandumu’nun artık geçerli olmadığı ifade edildi. ABD, RF ve Dngiltere arasında imzalanan 1994 Budapeste Memorandumuna göre, Ukrayna’da bulunan tüm nükleer silah ve baslıkların RF’ na nakledilmesi karsılığında Ukrayna’nın toprak bütünlüğü garanti ediliyordu. 

16 Mart tarihinde Kırım’da yapılan ve Kırım tatarlarının katılmadığı bir referandum sonucu %96.8 oy çoğunluğu ile halk bağımsızlık istedi. Referandumun ertesi günü Kırım Bölgesel Parlamentosu bağımsızlık ilan etti ve Rusya Federasyonu’na katılmak için müracaat etti. 

21 Mart tarihinde Rusya Devlet Baskanı Putin tarafından, Kırım’ın ilhakını onaylayan yasa imzalandı. Putin tarafından Kırım’ın ilhakını onaylayan yasanın imzalandığı aynı saatlerde Brüksel’de, Ukrayna’nın yeni Basbakanı Arseniy Yatsenyuk tarafından ülkesini Avrupa’ya biraz daha yaklastıran bir Siyasi İsbirliği Anlasması AB ile imzalanıyordu. 

Ukrayna ile bir kriz ve Kırım’ın ilhakı, iktidardaki 15. yılında kisisel popülaritesi azalan Rusya Devlet Baskanı Putin için, kendisini 2018 yılı ve ötesine tasımak için çok iyi bir itici güç sağlıyordu. Kırım, jeopolitik öneminin ötesinde Ruslar için manevi önemi de çok yüksek bir yerdir, çünkü, Rus topraklarını tek bir devlet altında birlestiren Kiev Prensi Vladimir I, hristiyanlığı devlet dini olarak Kırım’da kabul etmisti. 

Putin kendisini Rus dünyasının lideri ve koruyucusu olarak görmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın batı ile yakınlasmasını Slav kardesliğine ihanet olarak görmekte ve Ukrayna’nın Rusça konusan bölgelerini destabilize etme ve bölme çabasını, Rus dünyasını korumak olarak görmektedir. 

6 Nisan tarihinde, Kırım’dakine benzer bir sekilde silahlı sahıslar Donetsk ve Kharkiv’deki hükümet binaları ile Luhansk’daki güvenlik güçlerine ait binaları isgal ettiler. Ukrayna’nın doğu bölgelerindeki üç bölgesel baskentte isgal baslamıstı. Yerel halkın da desteğiyle yollarda barikatlar olusturuluyordu. 

12 Nisan tarihinde, küçük kasabalar dahil, bölgenin tümünde polis ve güvenlik güçlerine ait binalar koordineli bir harekat ile isgal edildi. 

Kırım’da olduğu gibi, isgal esas olarak ellerinde Rus silahları olan ancak, rütbeleri ve kimliklerini belirten isaretler sökülmüs askerler tarafından icra ediliyor, askerler yerel milis güçleri ve sivil halk tarafından destekleniyordu. Birçok polis memuru da taraf değistirerek ayrılıkçı milislerin tarafına geçiyordu. Kırım’da olduğu gibi, RF tarafından, isgali gerçeklestiren askerlerin kendi askerleri olduğu inkar ediliyordu. 

17 Nisan tarihinde İsviçre’nin Cenevre kentinde Rusya Federasyonu, ABD, AB ve Ukrayna arasında, doğu Ukrayna’da yasa dısı olarak isgal edilen binaların bosaltılması ve illegal grupların silahlarını bırakmaları konusunda anlasmaya varıldı. Ancak, kendilerini Donetsk Halk Cumhuriyeti olarak ilan eden grup tarafından anlasmaya uyulmayacağı ve 11 Mayıs tarihinde Donetsk bölgesinin bağımsızlığı için halk oylaması yapılacağı duyuruldu. 

11 Mayıs tarihinde Donbas bölgesini olusturan Donetsk ve Luhansk oblastlarında yapılan referandum sonucunda, Donetsk’de % 89, Luhansk’da % 96 halk çoğunluğu bağımsızlığa Evet dedi. 
Referandum sonuçları Rusya Federasyonu dahil, hiçbir devlet tarafından tanınmadı. 

1 Temmuz tarihinde kendi ilan ettiği tek taraflı ateskesi bitiren Ukrayna ordusu tarafından ayrılıkçılara karsı büyük çaplı bir harekat baslatıldı, 5 Temmuz tarihinde önemli sehirlerden Sloviansk Ukrayna ordusu tarafından geri alındı. Bu, yeni seçilen Devlet Baskanı Poroshenko’ya sunulan sembolik bir zafer idi. 

17 Temmuz tarihinde Malezya havayollarına ait MH17 sefer sayılı yolcu uçağı, Donbas bölgesi üzerinde 10000 metre irtifada uçarken muhtemelen bir füze ile vurularak düsürüldü ve 298 yolcu ve mürettebat hayatını kaybetti. Bu irtifada uçan bir uçak, ancak baska bir uçak veya yerden havaya sofistike bir füze sistemi ile düsürülebilir. Batılı kaynaklara göre, aynı gün uçağın düsürüldüğü bölgede, Rusya’ya ait gelismis Buk yerden havaya füze lançeri tespit edilmisti. 

14 Ağustos tarihinde bir Rus askeri konvoyunun imha edildiği Ukrayna hükümeti tarafından açıklandı. 

21 Ağustos tarihinde NATO uyduları tarafından alınan görüntülerde Donetsk ve Luhansk arasında Krasnodan bölgesinde Rus askeri konvoyu ve topları tespit edildi. 

Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Ukrayna ordusu tarafından yapılan harekat sonucu elde edilen basarılar ve geri kazanımlar, Ağustos ayının sonlarına doğru tersine dönmeye basladı. Bunun nedeni, ayrılıkçı gruplara RF tarafından daha fazla silah ve personel desteği sağlanmasıydı. 

Ukrayna ordusunun harekatı için hayati önem tasıyan Luhansk havaalanı ile Donetsk çevresindeki bir çok kasaba tekrar ayrılıkçı milislerin eline geçti. 

Bölgedeki durumun Ukrayna aleyhine gelismesi, RF Devlet Baskanı Putin ile Ukrayna Devlet Baskanı Petro Poroshenko arasında 5 Eylül tarihinde Minsk’te varılan ateskes anlasmasını sağlayan en önemli faktör oldu. Poroshenko bu anlasmayı imzalayarak, Ukrayna’nın güç kullanarak Rus yanlısı ayrılıkçıları yenemeyeceğini ve kaybedilen toprakları geri alamayacağını kabul etmis oluyordu. 20 Eylül tarihinde, daha önce varılan ateskes anlasması çerçevesinde 9 maddelik bir Memorandum yayınlandı. 

16 Eylül 2014 tarihinde, Ukrayna Devlet Baskanı Poroshenko tarafından ayrılıkçılar tarafından isgal altında tutulan bölgelere özel bir statü tanıyan yeni bir yasal düzenleme onaylandı. Buna göre, önümüzdeki üç yıl için bu bölgelerdeki yerel yönetimlere daha genis yönetim gücü ve büyük suçlara karısmamıs olan ayrılıkçı savasçılara af hakkı tanınıyor, 

Luhansk ve Donetsk’in bazı bölgelerine kendi güvenlikleri için askeri güç olusturma ve kendi yargı memurlarını atama izni veriliyordu. Esasen yeni düzenleme ile, bu bölgelerdeki yerel yönetimlere daha genis özerklik sağlanmıs oluyordu. Ayrıca bu bölgelere, önümüzdeki Parlamento seçimlerine katılmama ve bunun yerine Aralık ayında kendi seçimlerini yapma 
izni veriliyordu. 

Ukrayna’nın Rus yanlısı ayrılıkçılara karsı askeri alandaki kayıpları ve politik alanda daha genis özerklik sağlayan yeni yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, RF açısından büyük bir kazanım elde edildiği ve Ukrayna ve Ukrayna’yı destekleyen batılı güçler için ise büyük bir basarısızlık olduğu görülmektedir. 

Ukrayna’nın tavizlerine Rus yanlısı ayrılıkçıların ve Moskova’nın cevabı ihtiyatlı oldu ve ayrılıkçılar tarafından yeni yasal düzenlemelerin uygulanmasının gözleneceği ve nihai karar haklarını saklı tuttukları belirtildi. 

Ukrayna bu arada batı ile entegrasyonunu güçlendirme anlamında, Avrupa Birliği ile isbirliği anlasmasını ve 2015 sonunda yürürlüğe girecek Serbest Ticaret anlasmasını onaylamıstır. 

Moskova tarafından, Ukrayna-AB Dsbirliği anlasmasının uygulamasının yakından izleneceği bildirilmis, RF Savunma Bakanı Sergei Shoigu tarafından, Ukrayna’ daki kriz ve batılı askeri güçlerin bölgedeki faaliyetleri göz önüne alınarak Kırım’daki Rus kuvvetlerinin güçlendirilmesi gerektiği belirtilmis ancak detay verilmemistir. 

Mart ayında düzenlenen referandumla tek taraflı olarak Ukrayna’dan ayrılarak Rusya’ya katılan Kırım’da Tatar Meclisi’ne 16 Eylül 2014 tarihinde, Rus polisi ve özel kuvvetleri baskın yaptı. Baskın sırasında Tatar Meclisi’nin Kırım’a girmesine izin verilmeyen Meclis Baskanı Rıfat Çubarov’un odasında ve meclisin farklı bölümlerinde aramalar yapıldı. 

Polis baskını, Kırım’da Moskova yanlısı partilerin galip çıktığı pazar günkü yerel seçimlerin ardından geldi. Tatarlar genel olarak seçimleri boykot etmisti. Çubarov, “Seçimler bitti ve yetkililer gerçek yüzlerini gösterdi. Bu korkunç bir yüz” dedi. Çubarov, bundan sonra memnuniyetsizliğini açıklayan her Kırımlının bu durumla karsılasacağını sözlerine ekledi. 

Ukrayna ve Kırım’ın Stratejik Önemi 

Kırım’ın RF tarafından ilhakı aslında acılarla dolu Kırım tarihinin tekerrürüdür. STRATFOR Düsünce Kurulusu’nun Jeopolitik Danısmanı Robert D. Kaplan, “ Coğrafyanın İntikamı (The Revenge of Geography) ” adını verdiği son kitabında2, ülkelerin bulundukları coğrafi konum ve sartların, ülkenin siyasi tarihini nasıl etkilediğini değerlendirmektedir. 

Kırım’ın tarihi için de Kırım coğrafyasının intikam tarihi olduğunu ifade etmek yanlıs olmayacaktır. 

Kırım yarımadası, Karadeniz'in kuzeyinde, denize sokulan önemli bir üs konumunda olup sıcak denizlere açılan bir kapıdır. Osmanlı imparatorluğu, yarımadanın bu jeostratejik önemini kavramıs ve asırlar boyu, Kırım hanlığı vasıtasıyla Karadeniz'in kapısını kuzeye karsı kapamıstır. 1774 Küçük Kaynarca Anlasmasıyla Kırım bağımsız bir devlet haline gelmis ve 1783 yılında Rusya tarafından ilhak edilmistir. Kırım'ın kaybedilmesiyle de Karadeniz bir Türk Gölü olmaktan çıkmıstır. 

Kırım’ın kaybedilmesiyle Osmanlı’nın kuzeyindeki koruyucu kalkan ortadan kalkmıs ve giderek büyüyen ve yeni bir dünya gücü olma yolunda hızla ilerleyen Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi önündeki en büyük engel ortadan kalkmıs oluyordu. 

Küçük Kaynarca Anlasması’nın imza tarihi olan 1774, Osmanlı İmparatorluğu’ nun yıkılmasıyla sonlanacak olan “ Doğu Sorunu ”nun3 da baslangıç tarihi olarak kabul edilmektedir. 

İngiliz jeopolitikçi Sir Harfold Mackinder, Avrupa-Asya-Afrika’dan olusan coğrafi alana “Dünya Adası” adını vererek, 1904 yılında meshur “Kara Hakimiyeti Kuramı”nı su sekilde açıklamıstır: Doğu Avrupa’ya hakim olan Kalpgah’a (Heartland) hakim olur, Kalpgah’a hakim olan Dünya Adası’na hakim olur, Dünya Adası’na hakim olan dünyaya hakim olur. Kalpgah (Heartland) bölgesi, Rus İmparatorluğu’nun topraklarını kapsıyordu. Mackinder’e göre, “Hem denizde hem de karada kuvvetli Devlet hakimdir.” Bu ise ancak, homojen ve kafi derecede kuvvetli kara parçasına sahip bir devletin rahat rahat okyanuslara erismesiyle mümkün olabilir. Böyle bir kara parçasına sahip tek Devlet Rusya’dır ve dünya hegemonyasını elde etmesine mani olunmak isteniyorsa onun serbest denizlere çıkmasına müsaade edilmemelidir.4 Rusya’nın, coğrafi kosulların elverisliliği nedeniyle, sıcak denizlere çıkabileceği en uygun bölge Karadeniz ve Kırım idi. 

Rusya’yı çevreleyen diğer denizlerin aksine, Karadeniz kısın donmamakta ve gemiler tarafından seyir yapılabilmektedir. Karadeniz’e, bugünkü Ukrayna ve tarihteki Kırım Hanlığı topraklarından geçerek dökülen Dinyeper ve Dinyester nehirleri, ticari ulasıma elverisli olmaları nedeniyle tarih boyunca Rusya için stratejik önemi olan su yolları olmustur. İlk Rus devleti olan Kiev Rus Devleti’nin Dinyeper üzerindeki Kiev sehrinde kurulması tesadüf değildir. 

Kırım yarımadası adeta Karadeniz’in kilidi seklinde tam ortada uzanmaktadır. Karadeniz, Rusya üzerine yapılacak bir kuvvet nakli (Force Projection) harekatı açısından hayati önem tasımaktadır. Romanya’daki Karpat Dağları ve Kafkas Dağları, Rusya’ya güneyden yapılacak bir kara harekatını kısıtlamaktadır. Dolayısıyla, Karadeniz, Rusya’nın kalbine yönelecek bir kara harekatı için en uygun çıkıs rotasını olusturmaktadır. Karadeniz dısında, Polonya ve Kuzey Avrupa düzlükleri de Rusya’ya yapılacak bir kara harekatı için alternatif yolları olusturmaktadır. Ancak, bu alternatif yol, Napoleon ve Hitler orduları için felaket getirmistir. 

Kırım, Karadeniz’in ağzında yer alan dev bir kale durumundadır. Bu kaleyi kontrol eden Ukrayna’yı kontrol eder. Karadeniz ve Don nehri kanalıyla Rostov ve Volgograd (eski adı Stalingrad) üzerinden Moskova’ya yönelecek bir harekat, Rusya’nın Kafkasya ile irtibatını keserek kısa sürede çökmesine neden olabilir. Kırım Harbi esnasında (1853-1856) Birlesik İngiliz-Fransız-Osmanlı güçleri önce Kırım’ı ve Sivastopol’u ele geçirerek Rusya’nın yenilmesini sağlamıstır. Rusya teslim olmasaydı, Birlesik Güçlerin müteakip rotası Don nehri kanalıyla Rostov ve Volgograd üzerinden Moskova idi. 

Kırım Hanlığı tarafından ifa edilen çok önemli diğer askeri hizmet de Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey kanadının Moskof-Rusya ve Polonya-Litvanya’nın saldırı ve sızmalarına karsı korunması idi. Tatarlar bozkıra düzenledikleri sayısız seferlerle, bu büyük sahanın çok geç tarihlere kadar daimi iskanına mani olmuslardır. 

Rusların, Osmanlı gücünün ani ve ciddi sekilde zayıflamasına sebep olacak sekilde Karadeniz sahillerinde görünmesi olayının Kırım hanlığı’nın 18. y.y. sonlarında zayıflamasından sonra vuku bulması bir tesadüf değildir.5 

Karadeniz’in kuzey sahillerinin Kırım Hanlığı’nın kontrolünde olusu, Karadeniz’i tamamen Osmanlı denizi haline getiriyor ve Rusya’nın dahili ticaretinin dayandığı nehir nakliye yollarının hayati öneme sahip kısımlarını kullanmasını engelliyordu. Üç önemli Rus nehrinden ikisinin Don ve Dinyeper’in ağızları, Kırım Hanlığı sınırları içinde denize ulasıyordu. Rusya, yetistirdiği buğdayı, Kırım’ı ele geçirinceye kadar yabancı alıcıya ulastıramamıstır. Hanlığın 18. y.y. sonlarında gücünün kırılmasına kadar, Rusya tarafından çok karlı olan bu bölge iskan ve kontrol edilememistir. Rusya tarafından, toprakları çok bereketli ve tarım için mevsimleri yeterince uzun olan bu bölgenin kullanılamayısı bir faciaydı ve Rusya’nın merkezi yörelerindeki etkisi korkunçtu. Moskova, artan nüfusunu besleyecek gıda maddeleri için daha fakir ve elverissiz topraklarına bel bağlamak zorunda kalıyordu ki, bu da Rusya ziraatinin en önemli gelisme safhasında yoğun insan gücüne muhtaç olmasına sebep olmus ve Rusya’da serfliğin gelismesini kesinlikle etkilemistir.6 

Kırım’dan kuzeyde Baltık Denizi kıyılarına kadar olan uçsuz bucaksız düzlükler tarihte Kıpçak stepleri olarak adlandırılmıs ve yüzyıllarca Kırım Tatar süvarilerinin harekat alanı olmustur. Bugün bu genis düzlüklerin güney kesiminde yer alan Ukrayna, coğrafi konumu itibariyle Rusya ile Doğu Avrupa arasında bağlantıyı sağlamaktadır ve tampon bölge konumundadır. Coğrafi konumu ve Rus enerji nakil hatlarının Avrupa’ya aktarımında merkezi rol oynaması nedeniyle Ukrayna jeostratejik oyuncudur.7 

Ukrayna, Soğuk savas sonrası ortaya çıkan konjonktürde RF ile batı arasında dengeli bir politika izlemis, 2004 yılı sonunda gerçeklestirilen Turuncu Devrim sonrası dengenin ağırlık noktası Batı’ya doğru kaymıstır. 2006 yılında yapılan parlamento seçimlerinde Rus yanlısı oylar tekrar çoğunluğu almıstır. 

Ukrayna genis ve verimli topraklara, zengin maden ve kömür yataklarına, Sovyetler Birliği’nden kalan özellikle doğu bölgelerinde kurulu güçlü sanayi tesislerine sahiptir. Tarım alanında dünyanın en yüksek üretim potansiyeline sahip ülkelerinden biridir. Dünyanın 5. Büyük demir cevheri üreticisidir. 

Ülkenin batısında nüfusun çoğunluğu Roman Katolik, ülkenin doğusunda ise nüfusun çoğunluğu Ortodoks’tur. Batıda milliyetçi akımlar ve Avrupa yanlıları güçlüyken, doğuda Rusya yanlıları çoğunluktadır. 

STRATFOR’un Jeopolitik Analisti Robert Kaplan’a göre, Ukrayna Rusya’yı dönüstüren pivot ülkedir. Bağımsız bir Ukrayna, Rusya’yı Avrupa’dan uzakta tutacaktır. Ancak, Kaplan’a göre, coğrafyası nedeniyle Ukrayna’nın hiçbir zaman tamamen Avrupalı olması mümkün değildir. Çünkü Ukrayna, Rusya tarafından veya Rus yanlısı ülkeler tarafından çevrelenmis durumdadır.8 

Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesinde halen iç savas devam etmektedir ve bölge Rusya yanlısı ayrılıkçılar vasıtasıyla Rusya Federasyonu’nun kontrolu altındadır. Ukrayna’nın güneyindeki Kırım yarımadası RF tarafından ilhak edilmis durumdadır. 



Moldova ile Odessa Oblastı arasında kalan Transdinyester bölgesinde Rus azınlıktan kaynaklanan sorun donmus sorun olarak devam etmektedir. Ukrayna’nın batısında Macaristan ve Slovakya sınırında yer alan Zakarpatya bölgesinde çoğunluk Ukrain olmasına karsın Rusya yanlısı parti son seçimlerde oyların % 31’ini almıs ve bağımsızlık yanlısı bir politika izlemektedir. Zakarpatya bölgesinde de Robert Kaplan’ın coğrafya ile ilgili tezi doğrulanmaktadır. Karpat Dağları bu bölgeyi adeta bir duvar gibi, ülkenin diğer kısmından ayırmakta ve bölge halkında ayrısma duygusu yaratmaktadır. 

Zbigniew Brzezinsky’e göre; Ukrayna olmadan da Rusya bir imparatorluk olabilir ancak bir Asya İmparatorluğu olabilir.9 

1999 yılından bu yana Rus Parlamentosu Baskanlığının Stratejik ve Jeopolitik konularda Basdanısmanlığını yapan Avrasyacı Aleksandr Dugin’e göre Ukrayna’dan Abhazya’ya kadar tüm Karadeniz kıyısı boyunca Moskova’nın topyekün ve hiçbir surette sınırlanmayan denetimi, Karadeniz sahillerindeki Rus jeopolitiğinin mutlak gerekliliği sayılmaktadır. Dugin’e göre, Kırım tatarlarına, kozaklara, abhaz ve Gürcülere etnik ve dinsel özerklik verilerek bu alanın tamamı etno-kültürel olarak dilimlenebilir ancak Moskova’nın askeri ve siyasal durum üzerinde mutlak denetimi olmak sartıyla. Karadeniz’in kuzey kıyısı Moskova’ya merkezilesmis olarak tabi olmalıdır.10 

Ukrayna’nın tarihi anlamını “kenar bölge (okraina)” ya da hudut toprakları olarak adlandırılması betimlemektedir. Kiev Rusyası döneminde simdiki Ukrayna doğu Slav devletçiliğinin merkezi iken, imparatorluğun baskentinin Moskova’ya tasınmasıyla Ukrayna kenar bölge konumuna düsmüstür. 

Dugin’e göre, su anki sınırları ve “ Egemen Devlet ” statüsü ile Ukrayna’nın varlığı Rusya’nın jeopolitik güvenliğine vurulan, topraklarına müdahale ile esdeğer görülebilecek korkunç bir darbeyle özdestir ve üniter Ukrayna’nın daha fazla yasamını sürdürmesine izin verilemez. Bu ülke, jeopolitik ve etnik-kültürel gerçekliliğin çesitliliğine uygun olarak birkaç kusağa bölünmelidir! 

Rusya Federasyonu’nun Güvenlik Algılamaları 

Soğuk savas sonrası dönemde RF’nun güvenlik ve tehdit algılamasında baslıca belirleyici unsur, Sovyetler Birliği gibi dağılma endisesidir. Bölgede ve RF içinde cereyan eden etnik ve dinsel kökenli gerginlikler ve sınır çatısmaları RF’da dağılma korkusunu pekistiren bir unsur olmaktadır. RF için sınırların korunması ve ülkesel bütünlüğün muhafazası birinci öncelik olup, devletin varlığı ve geleceğiyle es anlamlı görülmektedir. 

Ülkenin içi ve dıs politikasını radikalize eden “dağılma sendromu” milliyetçi söylemi de beslemektedir.11 

Bu kapsamda, Rusya’da güvenlik algılaması açısından birbiri ile çatısan iki eğilim ön plana çıkmaktadır. Bunlar, batı ile isbirliğini öneren ve ulusal güvenlik sorunsalını küresel ölçekte yorumlayan reformist Batıcılar ile, ulusal güvenlik sorununu milliyetçi bir çizgide tanımlayan, dıs dünyaya süphe ile yaklasan Avrasyacılar’dır. 

Reformist ve Avrasyacıların uzlastığı bir metin olan ve Nisan 1993’de Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen “ Dıs Politika Kavramı ” çerçevesinde olusturulan “ Rus Askeri Doktrini ” de Kasım 1993’de Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıstı. Rus Askeri Doktrini, Rusya’nın ulusal güvenliği açısından yakın çevrede özel sorumluluk üstlenmesine vurgu yapmıs ve Rus azınlığın haklarını garanti altına almayı taahhüt ederek bölgede yapacağı olası müdahaleleri mesrulastırmaya ve böylece siyasi/askeri nüfuzunu pekistirmeye çalısmıstır. 

2000 yılında açıklanan ve Rusya’yı “ büyük güç ” ve modern dünyanın “ etkili bir merkezi ” olarak tanımlayan yeni “ Dıs Politika Kavramı ” ile Rusya, bölgede mevcut gerginlik ve çatısmaları durdurmada sorumluluk üstleneceğini ifade ederek bölgenin jandarması rolünü oynamaya devam edeceğini belirtmekte, dolayısıyla da yakın çevrenin Rus “nüfuz alanı” olduğunu ilan etmektedir.12 

2000 yılında benimsenen ikinci “Askeri Doktrin”de de, BDT ülkelerinden olusan bölge “ulusal güvenlik sahası” olarak nitelenmekte ve RF çıkarlarını tehdit altında hissettiği her durumda bölgeye askeri müdahalede bulunma hakkını da ilan etmektedir.13 

Sonuç 

Kırım yarımadası ve kuzeyinde yer alan genis düzlükler, tarih boyunca muhtelif kavimlerin ve tarihin son dönemlerinde Rus Dmparatorluğu’nun isgal ve istilasına uğramıstır. 

Kırım yarımadası adeta Karadeniz’in kilidi seklinde tam ortada uzanmaktadır ve 
Rusya’nın sıcak denizlere dolayısıyla dünya denizlerine açılan kapısıdır. 

Jeopolitik konumu ve önemi nedeniyle, Kırım Yarımadası tarih boyunca Rusya İmparatorluğu’nun hedefi olmus ve bugün de olmaya devam etmektedir. Jeopolitikçi Robert Kaplan’ın son kitabında tanımladığı gibi, coğrafya tarih boyunca Kırım’dan intikam almıs ve almaya devam etmektedir. 

Yazar Natan Dubovitsky’e göre; gelecekteki savaslar “non-linear” yani “doğrusal olmayan” savaslar olacak, buna göre müstakil bölgeler veya sehirler veya gruplar bir araya gelerek geçici koalisyonlar olusturacak, harbin seyrine bağlı olarak dağılıp baska gruplarla koalisyonlar olusturacak, her grup kendi hedeflerine göre savasacak ve bu hedefler de değisken olabilecektir. Harbin birçok bilesenleri olacak, çatısma (battle) sadece bir bilesen olacaktır.14 

Bugün Ukrayna’da devam eden savas bir non-lineer savas örneğidir. Rusya tarafından örtülü olarak ayrılıkçı gruplara silah desteği sağlanmakta, gönüllü savasçılar temin edilmekte, özel eğitilmis askeri birlikler örtülü operasyonlar için kullanılmakta, devlet kontrolundaki medya organları ile propaganda yürütülmek te, doğal gaz fiyatları ile oynanmaktadır. 

Yürütülmekte olan non-linear savas, RF’nuna inkar etme ve sorumluluktan kurtulma esnekliği sağlamaktadır. Devam eden savasın boyutu, Ukrayna Devlet Baskanı Poroshenko’yu taviz vermeye zorlayacak kadar büyük ancak RF’nunu direkt müdahaleye zorlamayacak kadar da küçüktür. RF Devlet Baskanı Putin’in savası bu ölçekte devam ettirecek sekilde ayrılıkçılara silah ve personel desteği sağlamaya devam edeceği değerlendirilmektedir. 

Kırım konusu ise neredeyse kapanmıs gibidir. Kırım’daki de-facto durum dünya tarafından kabul edilmis ve unutulmus gibidir. Dünya kamuoyunun dikkati doğu Ukrayna’ya yönelmistir. 

Yaklasan kıs ile birlikte, Doğu Ukrayna sorununun da, Karadeniz Bölgesindeki donmus sorunlar arasında yer alacağı değerlendirilmektedir. 

RF Devlet Baskanı Putin’in kırmızı çizgisi Ukrayna’nın NATO üyesi olmasıdır. Doğu Ukrayna sorununun donmus sorun haline gelmesi veya Putin tarafından istenen tavizlerle sağlanan ateskes Baskan Putin’in her halikarda kazanması demektir. 

DİPNOTLAR;

1 “The End of the Beginning?”, The Economist, 8-14 March 2014, p. 19 
2 Robert D. Kaplan, The Revenge Of Geography, Random House Trade Paperbacks, 2013, New York, US 
3 Doğu Sorunu (Sark Meselesi), Osmanlı Devleti'nin parçalanmasıyla 19. yüzyıldan sonra ortaya çıkan uluslararası diplomatik soruna verilen addır. 
Doğu Sorunu, siyasi bir terim olarak, ilk defa 1815 yılında, Viyana Kongresi’nde kullanılmıstır. 
4 Nejat Tarakçı, Devlet Adamlığı Bilimi: Jeopolitik ve Jeostrateji, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2003, Syf.61 
5 Alan Fisher, Kırım Tatarları, Selenge Yayınları, Dstanbul, 2009, Syf. 61 
6 A.g.e., Syf.62 
7 Akın Alkan, 21. Yüzyılın Dlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ağustos 2006, Ankara, Syf.75 
8 Martin W. Lewis, Russian Envelopment? Ukraine’s Geopolitical Complexities, Geocurrents.info, 24 March 2014, 
http://www.geocurrents.info/geopolitics/russian-envelopment-ukraines-geopolitical-complexities 
9 Robert D. Kaplan, a.g.e., Syf. 181 
10 Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği, Küre Yayınları, Temmuz 2003, İstanbul, Syf. 176 
11 Refet Yinanç-Hakan Tasdemir (Editörler), Uluslar arası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayıncılık, Nisan 2002, Ankara, Syf.174 
12 A.g.e., Syf. 188 
13 A.g.e., Syf. 191 
14 “War by any other name”, The Economist, 5-11 July 2014, p.25 


KAYNAKÇA 

Alan Fisher, Kırım Tatarları, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009 

Akın Alkan, 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Karadeniz Güvenliği, Nobel Yayın Dağıtım, Ağustos 2006, Ankara 

Nejat Tarakçı, Devlet Adamlığı Bilimi: Jeopolitik ve Jeostrateji, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2003 

Refet Yinanç-Hakan Tasdemir (Editörler), Uluslar arası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayıncılık, Nisan 2002, Ankara 

Robert D. Kaplan, The Revenge Of Geography, Random House Trade Paperbacks, 2013, New York, US 

Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği, Küre Yayınları, Temmuz 2003, İstanbul 


***