Rusya Federasyonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rusya Federasyonu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2020 Pazar

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUSYA FEDERASYONU GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞI

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUSYA FEDERASYONU GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞI




Sait Yılmaz*
* Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ, Beykent Üniversitesi BÜSAM Müdürü, saityilmaz@beykent@edu.tr


ÖZET

2008 yılında Gürcistan’a yaptığı harekat Rusya Federasyonu’nun Batılı siyasi
merkezlerde ihtiyatlı bir şekilde bir tehdit kaynağı olarak tekrar hatırlanmasına yol açtı.

Bu aynı zamanda devlet kaynaklı konvansiyonel savaş olasılıklarının ortadan
kalkmadığının da bir göstergesi oldu. 1990’lı yıllar boyunca Rus Silahlı Kuvvetleri
parasızlıktan çürümeye bırakılmıştı. Putin ile birlikte toparlanmaya başlayan Rus
güvenlik sistemi birbiri ardına sessiz sedasız yeni güvenlik yaklaşımları ortaya
koymakta ve buna uygun savunma reformları gerçekleştirmektedir. Rusya, bir yandan Eski Sovyetler Birliği’nin yer aldığı bölgede etkisini sürdürmeye, Doğu ile Batı arasında kendine bir yer bulmaya ve Avrupa ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışırken, diğer yandan NATO’nun genişlemesini frenlemeye çalışmaktadır. Rusya geçmişte olduğu gibi Batı ve Doğu arasındaki çelişkisini Putin-Medvedev ikilisinin ‘bağımsız büyük güç’ olma hevesi ile aşmak istemektedir.

GİRİŞ.,

Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir devlet olarak ortaya
çıkışı sonrası 1990’lı yıllardaki Yeltsin döneminde siyasi, ekonomik ve
konvansiyonel askeri gücünü önemli ölçüde kaybetmişti. Bu dönemde
uluslararası sistemin belirleyici unsuru olmaktan da uzaklaşan Rusya, 2000
yılında iktidara gelen Vladimir Putin ile trendi tersine çevirdi. Putin, bölgesel
yönetimlere, medyaya ve iş dünyasına uyguladığı baskı ile gücü tekrar merkezi
yönetim üzerinde topladı. Putin’in önceliği ekonomi oldu. 2003 yılında Rus
GSMH’sı % 7.2 artış gösterirken, bütçe 30 milyar dolar fazla verdi (IISS,
2004: 121). 1990’lı yıllar boyunca yeni stratejik doktrinini tartışan Rusya,
2003 yılında son halini onayladı.

Stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için oldukça sınırlı güce sahip olan
Rusya, öncelikle çok kutuplu bir dünya düzeni istemekte ve uluslararası
ilişkilerde tek bir ülkenin üstünlüğüne karşı çıkmaktadır. Rusya, BM’nin onayı
olmadan önleyici müdahale hakkını kullanabilmek için komşu ülkeler ile
bölgesel serbest dolaşım fikrini savunmaktadır. Rusya, uluslararası güvenlik
alanında önemli diplomatik roller oynamaya devam etmektedir. Bir yandan
Eski Sovyetler Birliği bölgesinde etkisini sürdürmeye gayret ederken diğer
yandan Doğu ile Batı arasında kendine bir yer bulmaya, Avrupa ile iyi ilişkiler
geliştirmeye, NATO’nun genişlemesini frenlemeye çalışmaktadır. Uluslararası
platformlarda kendine güçlü bir konum edinmeye çalışan Rusya, NATO-Rusya
Daimi Konseyi ile edindiği NATO faaliyetlerinde söz sahibi olma
pozisyonundan memnun değildir. G-7 veya sonraki adı ile G-8’de ki siyasi
gücü ise oldukça sınırlıdır.

RUS GÜVENLİK ANLAYIŞINDA YAŞANAN DEĞİŞİMLER

Rus Güvenlik Sistemi,

Rus güvenliğinin temelinde öncelikle geniş coğrafyası, stratejik konumu ve
doğal kaynakları yer almaktadır. Rus milliyetçiliği ile beslenen ve elit bir
tabakanın tespit ettiği içeride tavizsiz dışarıda acımasız Rus konseptinin
vasıtası olan büyük ve güçlü bir askeri güç ise diğer bir güvenlik parametresi
olagelmiştir (Kolt, 2001: 2). 1990’lı yıllara kadar Rusya’nın şifreleri ülke
içindeki ve çevresindeki etnik gruplar, bunları kontrol etmek isteyen askeri güç
ve doğal kaynaklardan pay almak isteyen köylüler arasında bir dengeye oturdu.
Bu üçlü Rusya’nın etrafındaki ülkeleri ve doğal kaynakları ele geçirme
mantığının belirleyicileri oldu. 1990’lı yıllardan sonra güvenlik stratejisinin
merkezine Rusya’nın ekonomik gelişmesini sağlamak ve büyük güç
konumunu sürdürmek düşüncesi yerleşti. Bu düşünce bir yandan yakın çevreyi
kontrol, diğer yandan NATO’nun genişlemesini frenleme politikası ile
bütünleşti.

Rus güvenlik sistemin yedi önemli aktöründen en önemlisi hiç şüphesiz Rusya
Federasyonu Devlet Başkanı’dır (Kortunov, 2001: 8-11). Başkan’ın kişiliği ve
yeterliliği güvenlik ve savunma konularına katılım oranında belirleyici
olmaktadır. İkinci önemli aktör yetkileri son yıllarda artırılan ve baş
koordinasyon mekanizması rolündeki Ulusal Güvenlik Konseyi’dir. Üçüncü
önemli aktör Savunma Bakanlığı ile rekabet halinde olmaya devam eden Rus
Genelkurmay Karargahı’dır. Dördüncü önemli aktör Maliye Bakanı, beşincisi
ise Rus Parlamentosu’dur. Altıncı grupta akademi ve düşünce kuruluşlarının
ya da baskı gruplarının yer aldığı resmi ve resmi olmayan kuruluşlar
gelmektedir. Son aktör ise medya’dır.

Anayasaya göre, Rus Parlamentosu, ulusal güvenliğin sağlanması, dış
politikanın desteklenmesi, ülkenin uluslararası yükümlülüklerinin yerine
getirilmesi gibi konularda Devlet Başkanı’nın ve Hükümetin önerilerini
dikkate alarak yasalar çıkarır. Ulusal güvenliğin sağlanması, Hükümete ait bir
sorumluluktur. Güvenlik Konseyi, ulusal güvenliğe yönelik tehditleri önceden
tespit eder, değerlendirir ve bu tehditlerin önlenmesi konusunda Devlet
Başkanına karar tasarıları sunar; ulusal güvenlik ve dış politika konularında
önerilerde bulunur, ulusal güvenliği sağlayan kuvvetlerin ve unsurların
faaliyetlerini koordine eder, alınan kararların uygulanmasını kontrol eder.
Güvenlik Konseyinin iki tür üyesi vardır. Konsey’in sürekli üyeleri; Devlet
Başkanı, Başbakan, Konsey Sekreteri, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, FSB
(Federal Güvenlik Servisi) Başkanı’dır. Federasyon Konseyi Başkanı, Duma
Başkanı, Devlet Başkanlığı Ofisi Başkanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, sivil
savunmadan ve olağanüstü durumlardan sorumlu Bakan, Genelkurmay
Başkanı, Başsavcı, Sınır Koruma Hizmeti Başkanı, SVR (Dış İstihbarat Servisi
Başkanı), Bilimler Akademisi Başkanı ile Devlet Başkanı’nın 7 idare bölge
temsilcileri ve diğer üyeler gerektiğinde Konsey toplantılarına katılırlar.
1990’lı yıllardan beri geliştirilen ve 2000 yılında kabul edilen Rus Ulusal
Güvenlik Konsepti; “Gerçekçi Caydırma” stratejisi ile kriz ve çatışmayı
önleme operasyonlarında diplomatik, ekonomik ve kuvvet kullanma dışı
yöntemlere öncelik vermektedir. Ancak kabul edilemeyen tehlikeler karşısında
Rus hükümeti asimetrik karşılık esasına bağlı olarak tek taraflı kuvvet
kullanma hakkını saklı tutmaktadır (Putin, president.ru). Rus Ordusuna
Çeçenya gibi bölgeler başta olmak üzere ülke bütünlüğü koruma görevi
verilmiştir. Rusya için ana tehdit grupları şu şekilde sıralanmıştır (Bluth, 1998:
69); (1) Eski Sovyet ülkelerinden yapılacak toprak istekleri. (2) Rusya sınırları
yakınındaki yerel savaşlar ve silahlı çatışmalar. (3) Kitle imha silahlarının ve
onların kullanılma vasıtalarının yayılması. (4) Eski Sovyet ülkelerinde yaşayan
Rus vatandaşlarının hakları. (5) NATO gibi dış askeri blokların genişlemesi.
Rus Genelkurmayı tarafından hazırlanan “2025 Yılına Kadar Savunma
Maksatlı Rusya Federasyonu Harekât Hazırlığı” dokümanı maliyet-etkinkullanılabilir
bir model anlayışı içinde yeni stratejik kuvvetler kurulmasını,
operasyonel görev kuvvetleri teşkil edilmesini ve müşterek lojistik sistemi
geliştirilmesini öngörmektedir. Bu model iki tür çatışmaya hazırlığı
öngörmektedir;

Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik Ve Savunma Anlayışı
Journal of Strategic Studies 83 1 (3), 2009, 79-9 9

- Düzenli ordular ile yerel, bölgesel ve küresel çatışmalar (uluslararası devlet çatışmaları),
- Düzensiz askeri formasyonlar (ayrılıkçı hareketler, suç grupları, terörist örgütler vb.) ile yerel, bölgesel ve küresel çatışmalar (devlet içi çatışmalar).

Rus İstihbaratı ve Enerji Güvenliği,

142 milyon nüfuslu Rusya Federasyonu’nda her 100 bin kişinin 800’ünün
hapiste olması (dünyada en yüksek hapisteki insan oranı) ve yıllık 30.000
intihar eden kişi miktarı; ülkedeki sosyal çöküntünün en çarpıcı
göstergeleridir. Rusya Federasyonu, Çeçenistan başta olmak üzere ülkedeki
muhalif gruplarla mücadeleyi kontrol almayı müteakip iç (FSB) ve dış (SVR)
istihbaratı ile ilgisini tamamen ekonomiye çevirdi. FSB ile birlikte Rusya;
politikacılar, iş adamları ve suç örgütleri için tehlikeli bir yer oldu ve tanınmış
kişilere düzenlenen suikastlar arttı. Putin, Yeltsin döneminden miras kalan
kokuşmuş iş dünyası, politikacılar, gazeteciler, bankerler ve suç örgütleri ile
mücadele için FSB’yi kuvvetlendirdi ve acımasız silahlarla desteklenen yeni
taktikler kullandı. Bu aynı zamanda ülkeyi yabancı kökleri olan zararlı
kuruluşlardan da temizlemenin diğer bir yolu oldu.

Öte yandan Rusya, özellikle yakın çevresindeki petrol ve doğal gaz
kaynaklarını ve güzergâhlarını kontrolüne almak, satış ve kullanım haklarını
eline geçirmek için istihbarat teşkillerinin örtülü faaliyetlerinden (rüşvet, şantaj
vb.) etkili şekilde yararlanmaktadır. FSB, Rus ekonomisinin güçlendirilmesi
için aktif bir rol edindi. Parlamento’da yeni oluşturulan ve yabancı yatırımlara
onay veren komitenin elemanlarının tamamen FSB’den teşkil edildiği
bilinmektedir. Dış politikada ise Ukrayna’nın NATO yolundan döndürülmesi
ve Gürcistan, Azerbaycan gibi Batıya meyilli ülkelerin frenlenmesi istihbaratın
örtülü taktikleri ile sağlanmaktadır. Rusya’nın örtülü savaşları yakın gelecekte
Batının genişleme politikalarına tepki olarak Bosna-Hersek, Kırım, Abhazya,
Güney Osetya ve Azerbaycan’da önemli çatışmaları tetikleyebilir ve harita
değişikliklerine yol açabilir.

Rusya’nın yayılmacı emelleri enerji koridorları boyunca ilerlemeye devam
etmektedir. 2008 yılı başında bu koridor Sırbistan’da enerji tekelini eline
geçirdikten sonra doğrudan yabancı yatırım yolu ile Karadağ’a da ulaştı. Ocak
2008’de Bulgaristan’ı ziyaret eden Putin Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya
doğal gaz göndermek için anlaşma imzaladı. Ayrıca Tuna yakınında Belene
şehrinde bir nükleer reaktör kurulması için sözleşme yapıldı. Böylece
Bulgaristan’ın doğal gaz, petrol ve nükleer enerji ihtiyacı da tamamen Rusların
kontrolüne geçti (Youroukov, 2008: 37). Halen Rus Lukoil, Bulgaristan’daki
en büyük petrol rafinerisini işletmektedir. Rusya diğer taraftan enerji fiyatları
ile oynayarak, diplomatik manipulasyonlar ve diğer örtülü yollar ile
Bulgaristan siyasetine müdahil olmaktadır. Aynı tür oyunlar Kosova ve
Kafkaslar da devam etmektedir.

ABD’nin % 10 doğal gaz ihtiyacını Rusya’dan karşılayacak olması ve artan
enerji güzergâhları Rusya için enerji güzergahlarının güvenliği ve kontrolünü
önemli bir güvenlik parametresi haline getirmiştir. Bu nedenle Rus Silahlı
Kuvvetleri ve özellikle Deniz Kuvvetleri kıyı tesisleri, platform alt yapısı ve
deniz ulaştırma rotalarına ilişkin görevler edinmiştir. Bu rotalarda ABD ile
karşılaşma ihtimaline ilişkin olarak yeni prosedürler ve angajman kuralları
geliştirilmektedir (Blank, 2006). ABD nükleer politikasının caydırıcılıktan
önleyici vuruş sistemlerine doğru kayması Rusya’yı da karşı koyacak ve cevap
verecek sistemlere ilişkin bir arayışa itmektedir. Modernizasyon ve yeni silah
edinimi de Rus Ordusu’nun en öncelikli programları arasındadır.
Modernizasyon çalışmaları ABD Ordusu ile müşterek harekât yapacak
standartları da hedeflemektedir.

Rus Stratejisi.,

Rusya’nın genel devlet politikası uluslararası destek ve yatırımları çekerek
ülke ekonomisinin yeniden inşası ve modernizasyonu için küresel istikrarın
devamını öngörmektedir. Rusya’nın güvenlik politikası ise ‘yakın çevre’
olarak adlandırdığı Eski Sovyet ülkelerinin bulunduğu bölgelerde etkisini
sürdürürken uluslararası güç dengesinin büyük güçleri ile istikrarlı ilişkiler
geliştirmektir. Rusya, ekonomisini geliştirmek için Batıdan yoğun yatırım
beklerken Batı ise nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve Çin’in
yükselişinin frenlenmesinde Rusya’nın yardımını ummaktadır. ABD-Rusya
ilişkileri için uluslararası terörizmle mücadelede sağlanacak destek Rusya için
önemli bir pazarlık avantajı sağladı. Böylece Amerikan uçaklarının Rus hava
sahasını kullanmasına ve Eski Sovyet Ülkelerinden bazılarına üsler açmasına
göz yumdu. Ancak Rusya’nın uzun vadeli olarak asıl güç kapasitesini
geliştiren unsur sahip olduğu veya yönettiği büyük petrol ve doğal gaz
rezervlerinin 2000’li yıllardan itibaren Rus dış politikasının merkezine
yerleşmesi oldu.

Rusya henüz büyük güçler arasındaki yerini garantilememiştir. Baskı gördüğü
zaman Batı ile uyum göstermekte ancak diplomatik kazançlar için işbirliğinden
vazgeçme tehdidinde bulunmaktadır. 2008 Ağustos’unda Gürcistan üzerinde
güç kullanımı ise Rusya tehdidinin hafızalara tekrar yerleşmesine neden oldu.
Batı ve Rusya arasındaki ortak çıkar alanlarının başında terör ile mücadele,
nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve emniyeti gelmektedir. Rusya,
Çin-ABD-Avrupa arasında denge rolünü başarmak zorundadır. ABD ve AB
güç dengesinde statükonun devamı için çalışırken, Çin ve Rusya yanı
başlarındaki Hindistan’ı ABD’ye kaptırmadan Avrasya coğrafyasında sessiz ve
sakin bir değişimi gerçekleştirmektedir. Çin ve Rusya, Irak’ın güneyinden
Suudi Arabistan’a ulaşmak için İran'ı da yanlarına çekmekte; bu amaçla,
Rusya İran’ın nükleer heveslerini desteklerken, Çin üs edinerek İran kartını
güçlendirmektedir.

Bağımsız büyük güç olmayı hedefleyen Rusya, saldırgan bir şekilde liberal
imparatorluk stratejisi uygulamaktadır (Özdağ, 2007). Rusya’nın sahip olduğu
doğal gaz rezervleri ve kontrolünü ele geçirdiği enerji güzergâhları bu
stratejinin önemli bir parçasıdır. Rusya geçmişte olduğu gibi Batı ve Doğu
arasındaki çelişkisini hâlihazırdaki yönetimin hevesleri ile ‘bağımsız büyük
güç’ olma rolü ile aşmaktadır. Bu rol onun stratejik bağımlılık ve daha büyük
bir politik kimliğin altında kalmadan kendi yolunda yürümesini sağlayacaktır.
Rusya, giderek daha fazla oranda ülke dışındaki ve özellikle eski Sovyet
alanındaki imajına ve kendi ‘yumuşak gücü’nün, yani ekonomik, siyasi ve
kültürel cazibesinin geliştirilmesine önem vermektedir. Bu gücün sistematik
olarak geliştirilmesinde ABD’nin renkli devrimleri katalizör oldu.
Rusya’nın yumuşak güç geliştirmeye ilgisi Ukrayna’daki Turuncu devrimle
başladı ve önce kendi evini düzenlemeye karar verdi. Rus yumuşak gücü ülke
içinde önemli silahlar edinerek gelişti. Bu silahların içinde medya, gençlik
hareketleri, internet siteleri, uzman ağları (www.kremlin.org), düzenli
konferanslar ve yayın evleri bulunmaktadır. Renkli devrimler Eski Sovyet
Ülkeleri ve Rusya arasında daha farklı ilişkilerin kurulması gerektiğini
gösterdi. Daha önceleri çoğunlukla askeri ve ekonomik işbirliği cazibesine
dayanmaya çalışan Rusya, alternatif etki araçlarını geliştirmeye başladı.
Yumuşak gücünü kurumsallaştırmak için Devlet Başkanlık Ofisi nezdinde
BDT bölgesinde Rus etkisinin yayılmasından sorumlu bir birim kuruldu. Buna
ek olarak Rusya, ‘yakın çevre’de Rus etkisinin güçlendirilmesi amacıyla sivil
toplum kuruluşlarını da kullanmaya başladı.

Medvedev Doktrini.,

Ağustos 2008’deki Gürcistan harekâtından sonra Rusya Federasyonu, Avrupa
kanadı daha ölçülü bir şekilde de olsa Batı dünyasından yoğun tepkiler aldı.
Rusya’nın saldırgan yüzünün tekrar ortaya çıkması üzerine doğan şüpheleri
gidermek için Devlet Başkanı Medvedev Rus dış politikasının beş temel
prensibini ortaya koyan bir açıklama yaparak Rusya’nın niyetini daha açık hale
getirmeye çalıştı. Medvedev’e göre Rusya dış politikasını bu prensiplere göre
yürütecekti ve politikaların geleceği sadece Rusya’ya değil uluslararası
toplumdaki dostlarına ve ortaklarına da bağlı idi. “Medvedev doktrini” adı
verilen bu prensipler sırası ile şunları içermekteydi (Friedman, 2008: 2);

“- Rusya, uluslararası hukukun üstünlüğünü tanımakta ve diğer
ülkeler ile ilişkileri bu çerçevede geliştirmektedir.
- Dünya çok kutuplu olmalıdır, tek kutuplu dünya kabul
edilemez. Tek bir ülkenin bütün kararları aldığı bir dünyaya müsaade
edemeyiz.
- Rusya, ne başka bir ülke ile karşı karşıya gelmek ne de
kendini izole etmek istemektedir. Avrupa, ABD ve diğer ülkeler ile mümkün
olduğu kadar dostça ilişkiler geliştireceğiz.
- Nerede olurlarsa olsunlar kendi vatandaşlarımızın
hayatlarını ve onurlarını korumak ülkemizin tartışılmaz önceliğidir. Dış
politika kararlarımız bu ihtiyaca dayalı olarak alınmaktadır. Dışarıda iş
dünyamızın çıkarlarını da koruyacağız. Bize karşı yapılan her saldırıya
karşılık vereceğiz.
- Diğer ülkeler ile ilgili olarak bazı bölgelerde Rusya’nın özel
çıkarları bulunmaktadır. Tarihi bağlar, dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri içinde
olduğumuz bu bölgelere özel önem atfediyoruz.”
Yukarıda sayılan prensiplerden anlaşılacağı gibi Rusya
Federasyonu’nun uluslararası sistemde ABD’nin üstünlüğünü kabullenmeye
niyeti yoktur. ABD ve Avrupa ile ilişkilerinin gelişmesi sadece Rusya’nın
değil onların da Rusya’ya olan tutumlarına bağlıdır. Öte yandan Rusya, Baltık
ülkelerinden Gürcistan’a ve Orta Asya ülkelerine kadar Rus kökenlilerin
yaşadığı her yeri potansiyel bir müdahale sahası haline getirmekte ve kuvvet
kullanmaktan çekinmeyeceğini ifade etmektedir. Rusya’nın özel çıkarlarının
bulunduğu ve iyi komşuluk içinde olduğu ülkelerin ise Rusya’daki rejim ile
barışık olan ve Rus çıkarlarını gözeten ülkelerin aynı safta tutulması için
gayret edileceği anlamına gelmektedir. Bir bütün olarak Rusya’nın yeni bir
imparatorluk ya da birlik kurmaktan ziyade bulunduğu coğrafyada kendisinin
merkezde olduğu yeni bir uluslararası yapılanma peşinde olduğu söylenebilir.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI RUS SAVUNMASI

1990’lı yıllar boyunca Rus Silahlı Kuvvetleri parasızlıktan çürümeye
bırakılmıştı. Rusya, savunma bütçesini ve silahlı kuvvetlerinin boyutunu
küçültme yolunu seçmişti. Geçen dönem içinde Rusya’nın savunma
harcamaları hemen hemen yarı yarıya azaldı. 2000 yılında Kuzey Atlantik’te
bir Rus nükleer denizaltısının batarak 118 denizcinin ölmesi, 2005 yılında
Japon balıkçı teknelerinin ağına takılan Rus denizaltısının ancak İngiliz ve
Amerikalı ekip tarafından kurtarılabilmesi, Rus ordusundaki tüm ölümlerin %
25’inin intihar vakası olması; ordudaki çöküşün belirtileri olarak görülebilir
(BBC News, 2004). Ancak gene de Rus Ordusu her fırsatta gövde gösterisinde
bulunmaktan vazgeçmedi. 1995 yılında Bosna-Hersek’e NATO müdahaleye
etmeye niyetlenince Yeltsin nükleer kartı bile kullanmaya çalıştı. Çin ile
ilişkilerini geliştirmekten, Çeçenya’da ağır bir iç savaşa devam etmekten geri
durmadı.

Soğuk Savaş sonrası Rusya’da ordunun rolü azalırken organize suçlar ve buna
bağlı yasal olmayan silah trafiği yükselişe geçti. Örneğin 2001 yılında
Rusya’da 53.900 yasal olmayan silah ticareti vakası tespit edildi ve bir
seferinde bir askeri birlikten 27.000 silah çalındı (Webster, 2002: 12-23).
Rusya içinde 200 kadar çete küresel bir ağ kurmuş, silah ticareti dışında siyasi,
ekonomi ve uluslararası yatırım gibi pek çok alana yayılıp etkili olmaya
başlamışlardı. Yasal olmayan silah ticaretine kısa ve orta menzil
konvansiyonel füzeler dışında ‘çanta’ adı verilen taktik nükleer silahların da
dahil olduğu tespit edildi. 1993-2002 yılları arasında 18 ayrı nükleer silah
maddesi (uranyum, plütonyum vb.) kaçakçılığı vakası tespit edildi. Rusya’nın
elinde nükleer silahlar haricinde 600 ton kadar zenginleştirilmiş uranyum
olduğu tahmin edilmektedir.

Ekonomi yoluna girince Putin yönünü Rus Silahlı Kuvvetlerinin prestij ve
kabiliyetlerini geliştirmeye ağırlık verdi. Bu kapsamda Kırgızistan’da ki
Amerikan üssüne yakın bir üs inşa etti, Gürcistan’daki kuvvetlerini çekmeyi
reddetti ve nükleer tatbikatlar düzenledi. Putin döneminde enerji fiyatlarının
yükselmesi ile Silahlı Kuvvetlere ayrılan para arttı. 2001’de 8 milyar dolar
olan savunma bütçesi 2007’de 32 milyar dolara çıktı. 2009 yılı Rus savunma
bütçesi bizzat Başbakan Putin tarafından 50 milyar dolar olarak açıklandı.
Gelinen aşamada siyasi ve ekonomik yönleri göz önüne alan esaslı bir askeri
reform yapılmadığı takdirde Rusya’nın uluslararası güvenlik alanındaki rolü;
iç güvenlik operasyonları, yakın ülkelere bazı angajmanlar ve nükleer
caydırıcılık ile sınırlı kalmaya devam edecektir.

Rus savunma gayretleri; Savunma Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Acil
Durumlar ve Sivil Savunma Bakanlığı, Federal Sınır Hizmeti Birliği, Rus
Elektronik ve Haberleşme İstihbaratı (FAPSI) ile Rus Güvenlik Servisi (FSB)
arasında koordine edilmektedir. 1998 yılında Savunma Bakanlığı’na bağlı;
sekiz askeri bölge ve dört filo, İç İşleri Bakanlığı’na bağlı yedi bölge ve Acil
Durumlar ve Sivil Savunma Bakanlığı’na bağlı dokuz bölgesel merkez ve
Federal Sınır Birliklerine Bağlı altı bölge bulunmaktaydı. Askeri reform ile
birlikte Rusya’da tek bir askeri-idari sistem kuruldu ancak askeri bölgeler iptal
edilmedi. Böylece her bölgede teşkil edilen Operasyonel Stratejik Komutanlık;
müşterek kuvvet anlayışı içinde sınırları dâhilindeki (stratejik nükleer
komutanlık unsurları hariç) tüm askeri teşkilleri bünyesine alırken, diğer
güvenlik kuruluşlarının koordine sorumluluğunu da üzerine aldı.

Rus Silahlı Kuvvetleri.,

Rus Silahlı Kuvvetleri; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinden meydana
gelmektedir. Bu kuvvetlerden bağımsız askeri teşkiller ise; Stratejik Füze
Birlikleri, Askeri Uzay Kuvvetleri ve Hava İndirme Birlikleridir. Hava
savunma birlikleri 1998 yılında Hava Kuvvetlerine bağlanmıştır. Kara
Kuvvetleri altı askeri bölgede konuşlanmıştır; Moskova, Leningrad, Kuzey

Kafkasya, Privolzhsk Ural, Sibirya ve Uzak Doğu. Ermenistan’da ki 102.
Askeri Üs tek ülke dışı askeri üs olarak kalmıştır. Deniz Kuvvetleri; Baltık,
Pasifik, Kuzey ve Karadeniz donanmalarından oluşmaktadır. Ukrayna, 2005
yılında Rus Deniz Kuvvetlerine Sivastopol’de 2017 yılına kadar birkaç üs
kurma izni verdi. Kaliningrad özel bölgesi Baltık Filosu’na bağlı olup burada
11. Muhafız Ordusu ve bir Havacılık Alayı bulunmaktadır.
2006 yılı itibarı ile Rus Silahlı kuvvetleri aktif mevcudu 1.037.000 kişidir. Rus
Ordusu 2008-2010 yılları arasında sözleşmeli asker sayısını artırmayı, geçici
asker sayısının üçte birini zorunlu askerlerin üçte ikisini gönüllü asker kadrosu
ile tamamlamayı hedeflemektedir (İsakova, 2007: 75-82). Kara Kuvvetlerinin
mevcudu 190.000’i mecburi olmak üzere 359.000 kişidir. Deniz Kuvvetleri
142.000, Hava Kuvvetleri 170.000 kişi olup, ayrıca 415.000 aktif paramiliter
(160.000’i sınır muhafızı) kuvveti bulunmaktadır (IISS, 158-168). Soğuk
Savaş sonrası yurt dışındaki askeri unsurları 2006 yılına kadar önemli düşüşler
gösterdi. Bu unsurlar; Ermenistan (3.500), Gürcistan (3.000), Kırgızistan
(500), Moldova (1.400), Tacikistan (7.800), Ukrayna (1.100 Deniz Piyade),
Afrika (100), ve Suriye (150) olarak sıralanabilir. Rusya, BM operasyonlarını
desteklemek üzere Burundi, Kongo, Fildişi Sahili, Doğu Timor, Etiyopya,
Gürcistan, Ortadoğu, Sierra Leone ve Batı Sahara’ya asker gönderdi.
Konvansiyonel olarak Rusya çok büyük bir silahlı kuvvetlere sahip ama
kabiliyet bakımından zayıftır. Konvansiyonel alanda ABD ile yarışabilir ama
denizaltı alanında yarışamaz. Küresel güç projeksiyonu da oldukça zayıftır.
Yapısal bir krizde olan Rus Ordusu 2003 yılından beri sistemli bir gelişme
dönemine girmiş bulunmaktadır. Ancak, Rusya’nın SSCB döneminden gelen
askeri gücünü koruduğunu söylemek güçtür. Özellikle deniz gücünde ciddi bir
zayıflık söz konusudur. Rus Silahlı Kuvvetleri, büyük ölçüde Kara Kuvvetleri
ve o da 1990’lı yılların başından beri pek yenilenmeyen yaklaşık 28.000 ana
muharebe tankına dayanmaktadır. Topçu mühimmatı da Soğuk Savaş
döneminin senaryolarına uygundur.

Deniz Kuvvetleri 1 uçak gemisi ve 15 destroyer dâhil olmak üzere 66 yüzey
muharip gemisine sahiptir. 15 stratejik, 46 taktik denizaltısı bulunmaktadır.
Rusya, önemli miktarda uzun menzil ve taktik havacılık unsuru bulundurmakla
birlikte teçhizatı eski ve pilot uçuş saatleri oldukça sınırlıdır. Ulaştırma
Komutanlığı 293 uçağa sahip olup, bu sayı sivil hava unsurları ile takviye
edilebilir. Rus hava gücü daha çok orta menzil bombardıman uçakları ile taktik
füzelere dayanmaktadır (IISS; 158-164). Rus Hava Kuvvetlerinin
modernizasyonu en öncelikli konudur. SU-27 ve MİG-29’lar en az 10 yıl daha
hizmette kalacaktır ama yeni nesil uçaklar ile ilgili kararlar önemli riskler
taşımaktadır. Bunların başında da gerçek ihtiyaca bir türlü karar verilememesi
gelmektedir.

Savunma Reformları ve Modernizasyon

Rusya’da savunma reformu oldukça yavaş işlemekte ve 2011-2015 dönemi
için öngörülen savunma yapısına ilişkin değişiklikleri hedeflemektedir.
Reformların amacı Rusya’nın karşılaşacağı küresel, bölgesel ve yerel güvenlik
sorunlarına karşı kullanılacak öncelikli ve gerekli vasıtaları sağlamaktır. Söz
konusu savunma reformunun ana parametreleri şunlardır (İsakova, 2006: viii);
- Komuta-kontrol sistemi değiştirilerek askeri bölgeler yerine kontrol
yetkisinin stratejik direktiflere göre çalışan operasyonel komutanlıklara
devredilmesi.
- Özel maksat (karşı-terör) kuvvetleri için müşterek karargahlar kurulması.
- Askeri istihbaratta reform.
- Nükleer stratejik kuvvet yapısının yeni duruma adaptasyonu.
- Savunma sanayiinde reform ve özel yatırımları kolaylaştırmak.
- Başkanlık yetkilerini artıracak şekilde silahlı kuvvetler üzerindeki
sivil kontrol için yeni düzenlemeler yapmak.

Yeni askeri-idari sistem; Batı, Güney ve Doğu’da üç bölgesel komutanlık (Batı
Avrupa, Orta Asya ve Uzak Doğu) öngörmektedir. Rus Federasyonu’nun yeni
komutanlıkları şu şekilde sıralanabilir (Giles, 2006: 3);

- Stratejik Nükleer Kuvvetler Komutanlığı (2010 yılında Vlasikha/ Moskova’da kurulacak).
- Hava ve Uzay Savunma komutanlığı (Hâlihazırdaki Hava Kuvvet
Komutanlığı yerine 2008’de Balashikha’da kuruldu).
- Ulaştırma Komutanlığı (2010 yılında mevcut 62’nci Ordu Askeri
Ulaştırma Havacılık birliği yerine kurulacak)
- Batı Komutanlığı (Leningrad ve Moskova askeri bölgelerinde
konuşlandı, Avrupa ve İskandinavya’ya yönelecek)
- Güney Komutanlığı (Kuzey Kafkasya ve Volga-Ural askeri
bölgelerinde konuşlandı, Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelecek)
- Doğu Komutanlığı (Uzak Doğu ve Sibirya askeri bölgelerinde
konuşlandı, Doğu’ya yönelecek).

Rus Kuzey Donanması hariç diğer deniz unsurları filotilla yapısına
dönüştürülerek ilgili bölgesel komutanlıklara bağlandı. Arktik bölgelerdeki
doğal kaynaklara ilişkin çıkarların korunması için ayrı bir düzenleme üzerinde
çalışılmaktadır. 2006 yılından beri Rus Genelkurmayı Leningrad Askeri
Bölgesi’nden başlayarak Tugay-Kolordu seviyesinde görev kuvvetlerini test
etmeye başladı (Kasyanov, 2006). 2006-2007 döneminde Pskov’daki 76. Hava
İndirme Tümeni, 31. Hava İndirme Tugayı, İvanovo’daki 98. Hava İndirme
Tümeni ve Çeçenistan’daki 42. Motorize Tümeni tamamen profesyonel hale
getirilirken, 106. Hava İndirme Tümeni ise kısmen profesyonel hale getirildi.
Savunma Bakanlığı Rusya’nın 58 bölgesine 24 saat yayın yapan bir radyo ve
televizyon yayını başlattı. Böylece ülke genelinde bir propaganda vasıtası
edinildi.

Rus Silahlı Kuvvetleri modernizasyon ve yeni silah tedarik programlarının ana
hedefi nükleer caydırıcılığın idamesi ile içeride ve dışarıda yapılacak karşı
terör ve özel operasyon yeteneklerinin edinilmesidir. Satınalma programlarının
üç ana unsuru (İsakova, 2006: 30); 

(1) Stratejik nükleer kuvvetler. 
(2) Kalıcı/hazır birliklerin teçhizatı. 
(3) Karşı terör faaliyetlerine angaje olan birliklerin teçhizatıdır. 

  Rus Savunma Bakanlığı, konvansiyonel kuvvetlerinireforma tabi tutarken yoğun   bir şekilde stratejik nükleer kuvvetler ve özel operasyon birliklerine yatırım yapmaktadır.

Uzayda 12 Operasyonel uydusu olan ve 24’e çıkarmayı hedefleyen Rusya, ABD’nin GPS’inden daha iyi bir küresel yönlendirme sistemi için
GLONASS’a özel önem vermektedir. Rus uzaya dayalı gözetleme sistemleri
dünya üzerinde uçan her füzeyi tespit edebilir. Rusya, uzay kuvvetleri ile erken
ikaz kabiliyetini radara dayalı sistemden kurtarmayı hedeflemektedir. 
Rus Silahlı Kuvvetlerine alınacak yeni araç ve teçhizat arasında şunlar
bulunmaktadır (Kohan, 2006);
- Kara Kuvvetleri için 170 modern zırhlı araç; 30 adet T-90 ana
muharebe tankı, 40 adet hafif piyade muharebe aracı, 125 zırhlı muharebe
aracı (BTR 80 ve BTR 90).
- Hava Kuvvetlerine 10 adet yeni Mi-28 ve K-50 helikopteri.
- Modernizasyona tabi tutulanlar; 180 adet T-72 ve T-80 ana muharebe
tankı, 170 adet zırhlı muharebe aracı, 90 adet hafif muharebe aracı, 152 adet
uçak ve helikopter.
- Tedariki planlananlar; gece görüş cihazları, BND-4 yeni zırhlı
personel taşıyıcı, 125 mm. topçu (Kord), makineli tüfekler (Pecheneg).

Rus Nükleer Stratejisi.,

Rusya, ulusal gelirinin yeterli olmaması ve azalan nüfusu nedeni ile daha çok
nükleer caydırıcılığına ağırlık verme eğilimindedir (Krepinevich, 2006: 12).
Bugün Rusya’nın büyük bir güç olarak algılanmasının temelinde –2008 yılında
Gürcistan’a yönelik süratli konvansiyonel başarısına rağmen, kullanılabilirliği
pratikte çok az olmakla birlikte hala elinde tuttuğu nükleer kabiliyetleridir.
Rusya artan bir şekilde caydırıcılık için nükleer silahlara dayanmakta, bir
yandan bu alandaki teknolojisini yenilemeye çalışmaktadır. Rus nükleer
üçlüsünü; stratejik hava, deniz ve yer kuvvetleri oluşturmakta olup,
modernizasyon 2015-2020 yıllarını hedeflemektedir. Rus stratejik caydırma
kuvvetleri 129.000 kişilik personeli ile 15 nükleer denizaltıda yer alan 216
füze ve 30.000 kişilik stratejik füze kuvvetinin kullandığı 570 ICBM’den
oluşmaktadır. Rusya’nın elinde 7.800 kullanıma hazır nükleer başlık (4.400
stratejik, 3.400 taktik) ve 9.000 adet ise depoda veya monte edilebilir nükleer
başlık bulunmaktadır (Halley, 2004).

2003 yılında yayınlanan Rus Savunma Bakanlığı Politika Kağıdı; nükleer
savaşa dikkat çekerek daha önce azaltılan Stratejik Roket Kuvvetleri’nin
gözden geçirilmesine ve SS-27’lerin çoklu savaş başlığına taşımasına vurgu
yapmaktaydı. 2004 yılında Rusya, 6.000 mil menzile sahip ve her biri 10
başlık taşıyan kıtalararası balistik füzelerinin (ICBM) hızını artırmayı öngören
çalışmalarını beyan etti. Gerekçe ise ABD’ye bir mesaj vermek yani füze
savunma sistemlerinden vazgeçirmekti. ABD ve Rusya, her ne kadar en düşük
rakamlarda nükleer silah sahip olma konusunda anlaşmış olsa bile ellerindeki
silahların birbirini tamamen yok etmeye yeteceği ve bunun sarhoş birinin
neden olabileceği bir kaza sonucu da meydana gelebileceği hatırdan
çıkarılmamalıdır.

Örneğin Rus ana denizaltı filosunun Delata IV balistik füze denizaltılarının her
biri 16 MIRV1 çok başlıklı füze taşımaktadır. Bu füzelerin haberleşme sorunu
ya da başka bir nedenle ateşlenmesi halinde; bunların en azının 12’sinin
hedefini bulacağı, 40X3 mil kare genişliğinde bir alanda ölümcül radyasyon
yayarak örneğin New York’da aynı anda üç milyon kişinin ölümüne neden
olacağı hesaplanmaktadır (Forrow, 1998: 1328-9). Rusya’nın stratejik nükleer
kuvvetler kullanımı ile ilgili komuta-kontrol ve erken ikaz problemleri de
bulunmaktadır. 1990’lı yıllarda Rusya, Çin ve ABD arasında birbirilerini
füzelerini hedef almamak konusunda yapılan anlaşmaya rağmen, füzeler birkaç
dakika da birbirini hedef alabilir. (Kay, 2006: 103)

1 MIRV: Multiple Independent Reentry Vehicles)


Yapılan hesaplamalara göre Rusya liderliğinin nükleer silaha başvurması için
sekiz dakikalık bir zamanı olduğu; bunun dört dakikasının yapılan saldırının
nükleer olup olmadığına karar verilmesi, dört dakikasının ise bir misilleme
yapılması ile ilgili karara ayrıldığı ifade edilmektedir. Nükleer ve askeri
modernizasyon harekât konseptlerini ve güvenlik stratejilerini değiştirirken
Rusya ve Çin’i de füzelere ortak karşı tedbir geliştirme de bir araya getirdi.
2004’ün sonuna doğru Rusya stratejik nükleer kuvvetlerinin belkemiği olan üç
uzun menzilli füze sistemi geliştirdi; (1) Topol M’lerin mobil versiyonu. (2)
Denizden atılan Bulava. (3) Yeni yüksek hızlı, manevra kabiliyeti yüksek araç.
Rusya, ABD ile yaptığı (31 Aralık 2012’ye kadar nükleer başlıklarını 1.700-
2.200 seviyesine indirilmesi) anlaşmaya sadık kalarak minimum caydırıcı
nükleer potansiyelini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Rus nükleer stratejisinin
esasları; minimum caydırıcılık, eşitlik yerine denge, asimetrik karşılık,
MITV’lere dönüş ve ABD’nin benzer bir hareketine karşılık Orta Menzilli
Nükleer Kuvvet Anlaşması’ndan tek taraflı olarak çekilmek olarak
değerlendirilmektedir. Rusya, karadan atılan ICBM’ler, denizaltıdan atılan
SLBM’ler ve stratejik füzeleri muhafaza ederken bunarı 2015 yılına kadar
2000 savaş başlığı ile yeniden donatacaktır. Böylece 2045 yılına kadar yeniden
modernizasyon ihtiyacı kalmayacağı değerlendirilmektedir. Nükleer envantere
her biri üç ile altı başlık taşıyan iki yeni füze; karadan atılan Topol-M (SS 27)
ve denizaltıdan atılan Bulava 30 (SS-NX-30) katılacaktır (Babakin, 2006).

Gürcistan Harekâtı Sonrası Rus Ordusu

Gürcistan’a yapılan harekât Rus Ordusundaki eksikliklerini tespit etmek için
bir fırsat oldu. 10 Eylül 2008 tarihinde Duma’da konuşan Savunma Bakanı
Anatoly Serdyukov, Gürcistan harekatı esnasında harekata katılan Kuzey
Kafkasya Bölgesinden 58. Ordunun modern silah ihtiyacının ortaya çıktığını
beyan etti. Savunma Bakanlığı silahlanma programında değişikliğe giderek
yeni silah yerine muharebe destek sistemlerine öncelik verdi. Gürcistan’ın
saldırısının başladığı ilk saatlerde verilen zayiatlar ve 58. Ordu’nun harekete
geçmekte zorlanması ve Gürcü birliklerin yerini tespit etmekte yaşanan
güçlükler bu değişimin nedenleri oldu. Özellikle keşif sistemleri ve insansız
hava araçları yönünden eksiklikler dikkati çekti. Ruslar keşif için Tupolev Tu-
22M3 stratejik bombardıman uçağı göndermek zorunda kaldı. Gürcü Çok
Namlulu Roket (MLRS) silahlarını susturmak için Su-25 jetleri kullanıldı ve
bunların dördü düşürüldü. Böylece Afganistan’dan sonra bir kez daha Su-25
jetlerinin radara yakalanma ve yer hedeflerini tespit zafiyeti ortaya çıktı.
Pek çok savunma sanayi sergisinde gösterisi yapılmış olmasına rağmen Ruslar,
Gürcü topçusu ve karadan havaya füzelerine karşı uygun silahlar bulamadı.
Rus elektronik karşı tedbirlerinin de Gürcü SAM füzeleri, keşif sistemleri,
radarları ve UHV haberleşmesi ile birlik muhaberesini karıştırma ve baskı
altına almada yetersiz olduğu görüldü (Petrov, 2008). Bu sonuçlar Gürcü
ordusunun modern teçhizattan yoksun olduğu bilindiğinden daha da rahatsız
edici oldu. 58. Ordu gereğinden çok fazla zayiat verdi ve teçhizat kaybetti. Rus
Ordusu uzun zamandır önemli problemler yaşamaktadır. Kuzey Kafkasya
Askeri Bölgesi’ndeki ana muharebe tankı olan T-72’lerin gece görüş kabiliyeti
yoktur. Aslında daha sophistike olan T-80-U ve T-90’ların da aynı sorunu
bulunmaktadır. Üstelik tankların üstündeki reaktif zırhların içinde patlayıcı
olmadığından tanksavar silahlarına karşı tepki vermeyeceği bilinmektedir.
Modern orduların aksine Rus tankları taarruz helikopterleri ile
desteklenmemektedir. Rusların tank ve motorlu birlikleri ile helikopter, taarruz
uçakları ve taktik bombardıman birlikleri arasında düzenli bir telsiz
haberleşmesi de bulunmamaktadır. Sonuç olarak Ruslar yıllardır birliklerini ve
ateş sistemlerini entegre edecek bir muharebe destek sistemi eksikliği
çekmektedir. Modern silah sistemleri için de geç kalınmıştır. Bununla beraber
Gürcistan harekatı zafer ile sonuçlandığından Rus Ordusunun bu eksikleri kısa
sürede tamamlaması da beklenmemektedir. Son olarak, Rusya yeni ABD
yönetimi ile Avrupa coğrafyası üzerinde üç konuda pazarlığa hazırlanmaktadır
(Yevseyev, 2008); ABD’nin Avrupa’ya kurduğu füze kalkanı tesisleri, START-2 görüşmeleri ve Avrupa’daki Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması.

SONUÇ

Bağımsız büyük güç olmayı hedefleyen Rusya, geçmişte olduğu gibi Batı ve
Doğu arasındaki çelişkisini halihazırdaki yönetimin hevesleri ile ‘bağımsız
büyük güç’ olma rolü ile aşmaktadır. Bu rol onun stratejik bağımlılık ve daha
büyük bir politik kimliğin altında kalmadan kendi yolunda yürümesini
sağlayacaktır. Öte yandan Rusya, giderek daha fazla oranda ülke dışındaki ve
özellikle eski Sovyet alanındaki imajına ve kendi ‘yumuşak gücü’nün, yani
ekonomik, siyasi ve kültürel cazibesinin geliştirilmesine önem vermektedir.
Yapısal bir krizde olan Rus Ordusu 2003 yılından beri sistemli bir gelişme
dönemine girmiş bulunmaktadır. Ancak, Rusya’nın SSCB döneminden gelen
askeri gücünü koruduğunu söylemek güçtür. Özellikle deniz gücünde ciddi bir
zayıflık söz konusudur. Savunma reformların amacı Rusya’nın karşılaşacağı
küresel, bölgesel ve yerel güvenlik sorunlarına karşı kullanılacak öncelikli ve
gerekli vasıtaları sağlamaktır.

Rusya Federasyonu ve Türkiye, 21. yüzyılın ilk on yılını benzer stratejik
koşullar ile aşmaya çalışmaktadır. Farklı kültür ve coğrafi kapsamlarda da olsa
bir yandan büyük güçler tarafından izole edilme tehlikesi, diğer yandan Doğu
ve Batı kültürü arasında yaşanan çelişkiler iki ülkeyi de daha bağımsız
politikalar ile güçlerini geliştirmeye ve korumaya itmektedir. Şüphesiz Rusya
Federasyonu’nun 20. yüzyıl boyunca edindiği tecrübe, ulaştığı güçlü konum ve
imkânları Türkiye ile kıyaslanamaz ölçüde kendisine avantajlar sağlamaktadır.
Bununla beraber Türkiye’nin bu sıkışık coğrafyada Rusya’dan öğrenebileceği
ve işbirliği yapabileceği pek çok fırsat ta bulunmaktadır. 

    Özellikle enerji denklemleri ve Batı’nın Rusya ile iyi geçinme mecburiyetinde olması Türkiye’yi Rusya ile ilişkilerinde özel bir konuma sokabilir. Rusya’nın
güvenlik ihtiyaçları ve yaklaşımları yanında izleyeceği savunma stratejileri de
bu özel konumu daha anlamlı hale getirecek projeler sunabilir.

KAYNAKÇA

BABAKİN Alexander, The Retaliation Strike Is Unavoidable, Nezavisimoye
Voyennoye Obozreniye, (May 19, 2006).
BBC News, Russian Army Off-Duty Deaths Rise, (November 17, 2004).
BLANK Stephen, Reading Putin’s Military Tea Leaves, The Jamestown
Foundation Eurasian Monitor, (May 19, 2006).
BLUTH Christopher, Russian Military Forces: Ambitions, Capabilities, and
Constraints, in Security Dilemmas in Russia and Euroasia, ed. Roy Allison
and Christopher Bluth, Royal Institute of International Affairs, London 1998.
FORROW Lachlan, Accidential Nuclear War, New England Journal of
Medicine, No.338, 1998.
FRİEDMAN George, The Medvedev Doctrine and American Strategy,
Strategic Forecast Report, (02 Sep 2008).
GILES Keir, Russian Regional Commands, Conflict Studies Research Centre,
London, 2006)
HALLEY David, Russia Seeks Safety in Nuclear Arms, Los Angeles Times,
(December 4, 2004).
International Institute of Strategic Studies: Strategic Survey 2003-2004: An
Evaluation and Forecast of World Affairs, Oxford University Press, Oxford,2004.
ISAKOVA Irina, Russian Defense Reforms: Current Trends, Strategic Studies
Institute, US Army War College, Carlisle PA, 2006.
Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik Ve Savunma Anlayışı
Journal of Strategic Studies 99 1 (3), 2009, 79-9 9
ISAKOVA Irina, The Russian Defense Reform, Central Asia-Caucasus
Institute & Silk Road Studies Program, China and Eurasia Forum Quarterly,
Volume 5, No. 1, 2007.
KASYANOV Georgyi, Discharged Generals Lead Military Reform,
Nezavisimoye Voyennoye Obozreniye, (March 17, 2006).
KAY Sean, Global Security in the Twenty-First Century, Rowman&Littlefield
Publishers Inc., Maryland, 2006.
KOHAN Nikita, For Providing A Secure Parity, www.oborona.ru (26 Şubat 2006).
KOLT George, Rooots of Russian National Security, Edt. Michael H.
Crutcher: “Russain National Secuity Perceptions, Policies, and Prospects”, US
Army War College, Carlisle, 2001.
KORTUNOV Andrei, What is the Russian National Security Community?,
Edt. Michael H. Crutcher: “Russain National Secuity Perceptions, Policies, and
Prospects”, US Army War College, Carlisle, 2001.
KREPINEVICH Andrew, Strategic Shocks, Center For Strategic and
Budgetary Assessments, Washington D.C., 2006.
ÖZDAĞ Ümit, Rusya’nın Yeni Stratejisi ve Türkiye, Yeniçağ Gazetesi, (11-12 Ocak 2007).
PETROV Nikita, Special for RIA Novosti, Moscow News, (December 4, 2008).
PUTİN’in Federal Meclise 10 Mayıs 2006 tarihinde yaptığı konuşma.
www.president.ru
WEBSTER William, Russian Organized Crime, Center for International
Strategic Studies, (Washington D.C., 2002).
YEVSEYEV Vladimir, End-Of-Year Non-Summit Of The CIS, Institute of
World Economy and International Relations, Moscow, 2008.
YOUROUKOV Plamen, New Russian Imperialists Wield Energy Weapon, Defense News, (April 12, 2008).


***

9 Şubat 2020 Pazar

Büyük Sorun., Aral Gölü

 Büyük Sorun “Aral Gölü” 



Ufuk AYGÜN 

Özet 

Bu çalışma, dünyadaki enerji rezervinin nerdeyse yarısını ihtiva eden, Orta Asya bölgesinde meydana gelen dünyanın en büyük çevre felaketlerinden biri üzerinde durmaktadır. Özellikle 1991 sonrası dönemde SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Devletleri’nin istikrarlı bir gelecek kurması önündeki en büyük engellerden biri olan Aral Gölü’nün kuruması sorunu, yalnızca gölün bulunduğu iki ülkeyi (Kazakistan ve Özbekistan) 
değil, gölü besleyen nehirlerin geçtiği tüm Orta Asya ülkelerini ilgilendirmekte dir. SSCB öncesi dünyanın en büyük dördüncü gölü olan Aral Gölü, SSCB döneminde yürütülen tarım politikalarından dolayı bu gün yerini dünyanın en genç çölü olan Aral Kum Çölü’ne bırakmıştır. Buna ek olarak bölge ikliminde karasallaşmaya ve yerel halk üzerinde yeni salgın hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Halkın en önemli geçim kaynaklarından biri olan balıkçılık bırakılmıştır. Bu yüzden ekonomik olarak çok aktif olan Moynak Limanı artık 
atıl bir haldedir. Aral Gölü sorunun bu kadar karmaşık bir hale gelmesi bölge ülkelerinin birbirleri ile olan ekonomik ve siyasi ilişkilerine de yansımamaktadır. Arlarında oluşturmak istedikleri ekonomik birlik düşüncesinin önündeki en büyük engellerden biri olan bu sorun, uzlaşmalarını çok güç kılmaktadır. Aral Gölü uluslararası çevre sorunu çerçevesinde, Orta Asya’da bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışması kendini göstermiş, soruna çözüm bugüne kadar üretilememiştir. Rusya’nın inisiyatif almaması durumunda bu sorunun çözülmesi 
düşünülemez. 

ARAL- GÖLÜ- KURUMASI

ARAL’A AĞIT 

… 

Ural’dan inen marallar 
Aral’da saçın tararlar 
Yıkanacak göl mü kalmış 
Bilmem ki neyi ararlar … 
ALİ AKBAŞ 


1.Bulunduğu Coğrafya Ve Gölün Genel Özellikleri 

1960 yılında 68 bin 900 kilometrekare yüz ölçümü ve 1083 kilometre küp su hacmine sahip Aral Gölü'nün uzunluğu 426 kilometre, eni 284 kilometre, en derin noktası 68 metreydi. 

Ve de Marmara denizinin 6 katı büyüklüğü bir alanı kaplıyordu. 2010'da gölün yüzölçümü 12 bin 100 kilometrekareye, su hacmi 110 kilometre küpe, en derin noktası ise 24 metreye düştü. 

Batı Türkistan’da Özbekistan ile Kazakistan arasındaki gölün büyük kısmı 
Özbekistan’a dâhildir. Aral havzası, Özbekistan, Tacikistan ve Kazakistan’ın güney-batı kısmını, Kırgızistan’ın Oş ve Narin bölgelerini, Türkmenistan’ın Daşhovuz bölgesini içermektedir. Asya’nın ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölüdür. Hazar, Superior (Kuzey Amerika), Viktorya (Afrika) göllerinden sonra gelir. 

Gölün bulunduğu bölgede yazları çok sıcak geçen kurak bir iklim hüküm sürer. 
Akarsuların göle su taşımalarına rağmen buharlaşma, gelen sudan daha fazladır. Bu bakımdan göl gittikçe küçülmektedir. 

Gölün batı kıyıları dik, doğu ve güney kıyıları düz ve yassı, kuzey kıyıları girintili 
çıkıntılıdır. Aral Gölüne Amuderya ve Siriderya nehirleri dökülür. Ayrıca etrafındaki yüksek dağların su kaynakları ile beslenir. Amuderya ve Siriderya nehirleri aşırı derecede alüvyon taşıdıklarından göl dolmakta ve küçülmektedir. 254 

2. Amu Derya Ve Siri Derya Nehirleri Ve Bu İki Nehirde SSCB Döneminde Yapılan Çalışmalar 

Aral gölü, Amu Derya (Ceyhun) ve Sri Derya (Seyhun) sularının birikmesiyle oluşmuştur. 

1960’lı yıllardan beri pamuk ekimi ve hidroelektrik santralleri için su rezervuarı inşaatları nedeniyle, büyük içme suyu gölü ve önemli bir su kaynağı olan Aral Gölü kaynağı azalmıştır. 

İki nehir sulama, sanayi, enerji ve kentleşmede ihtiyaçların karşılanması amacıyla yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bunun sonucunda Aral Gölü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Esasen bu Sovyet yetkilileri tarafından dile getirilmekteydi. Günümüzde su kullanımının yıllık 120 km3 olacağı ve bunun Aral Gölü havzasının yıllık ortalama su kapasitesinin %94’e tekabül ettiği yetkililerce söylenmiştir. Bu anlamda, Orta Asya’ya kuzeyden su getirme projeleri çizilmiştir.255 

Sovyet siyasetçileri, ve komünist parti yetkilileri hassas bir su dengesi kurmak amacıyla bir strateji oluşturmaya çalışmışlar ancak, ilgili mahalli halkların sağlık ve refahına getirdikleri olumsuzlukları önlemede başarılı olamamışlardır. Toprak verimliliğine imkan veren objektif tarım prensiplerinin oluşturulması için ve diğer tarım ürünlerinden vazgeçmek pahasına, 1930’lardan bugüne Özbekistan ve Türkmenistan’a bir pamuk mono kültürü yerleştirilmiştir. 

Gene ilk defa 30’lu yıllarda Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan’da bozkırı sulamak ve özellikle pamuk yetiştirmek üzere büyük sulama projelerine başlanmıştır. İlk büyük sulama projesine, “Fergana Vadisini Çevirme Kanalı İnşaatı”yla başlanmıştır. Narin Nehri suları, tarım alanlarına getirilmiştir. 1940’lı yılların sonuna doğru Seyhun Nehri’nin suları Kızılorda’da toplanarak çok miktarda su, yeni tarıma açılan alanlarda, pirinç tarımında kullanılmıştır. 

Daha sonraları, Taşkent’in su gereksinimi de, buradan karşılanmıştır. 1960’lı 
yıllara gelindiğinde, Kerki’den aşağıdaki kesimlerin sulanması ve 100 km çapındaki Karakum Kanalı’nın açılması ve Türkmenistan Bozkırı’nın büyük çapta sulanmasıyla, Ceyhun Nehri sularının çoğu tarımda kullanılmaya başlanmıştır. Böylece Aral Gölü’nün su ile beslenmesi engellenmiştir. Sovyet liderlerinin bu ekonomik kararlılığı, toprağın ve Aral Gölü’nün göl vasfını yitirmesine neden olmuştur. 

Günümüzde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri arasında, kıt su kaynakları üzerinde rekabet ortamı yaratılmıştır. Tacikistan ve Kırgızistan, Seyhun ve Ceyhun Irmak şebekelerinin % 80’ine sahip olarak su fazlasını, suyun yeterli olmadığı Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan ’a karşı kullanmaya dayalı bir stratejiyi benimsemişlerdir. 

Sovyet dönemindeki merkezi hükümet yapısı, hayati önemi bulunan konularda açık müzakere ve münazaralarda bulunulmasını engellemiştir. Sonuçta, Moskova’da alınıp yerel yetkililerce uygulanan kararlarda, çevre toplulukların menfaatleri göz ardı edilmiştir. Moskova’nın izlediği bürokratik yaklaşımın önemli bir zararı, Aral Gölü’nün süratle yitip gitmesine neden olmuştur.256 

Artan pamuk üretim alanlarıyla birlikte, geliştirilen sulama sistemleri neticesinde; yaygınlaşan gübreleme, ilaçlama ve herbisit kullanımları anti-ekolojik kimyasallaşmalar sonucunda, hem nehirlerin, hem de Aral Gölü’nün diplerini kirletmiş ve içme sularını da tehdit etmiştir. Kirli içme suyu nedeniyle, tifo, tüberküloz ve çoğunluğu çocuklarda olmak üzere hepatit gibi ciddi 
hastalıklara neden olmuştur. Pamuk mono-kültüründeki bu ısrarlar, hem diğer tarımsal faaliyetleri, hem de balıkçılığı öldürdüğünden, bölgesel refahı da azaltmıştır.257 

Nehirler çoğunlukla, Kırgızistan ve Tacikistan dağlarından çıkmaktadır. Su rezervlerinin büyük bir kısmından Orta Asya’daki tüm Türk Cumhuriyetleri topraklarını sulamak için yararlanılmaktadır. Bu yüzden, bölgedeki tüm bu devletlerin ortak menfaatleri ve ekolojik talepler dikkate alınarak nehirlerin deltalarında ve Aral Gölü’nde normal hayati şartları yaratmak amacıyla suyun gelmesini temin etmek gerekmektedir. 

1960’lardan itibaren, Orta Asya’da, büyük ölçüde, yeni kaynaklar kullanılmaya başlanmıştır. 

Sanayi ve hayvancılık kompleksleri geliştirilmiştir. Kentleşme artmıştır. Su kolektörleri inşa edilmiştir. Yakın zamana kadar ıslah edilen yeni tarım alanları politikacı ve bürokratlar için övünç kaynağı olmuştur. 

Rüzgar, Aral Gölü’nün kurumuş dibinden tuz ve tozu yüzlerce kilometreye uçurmaktadır. 1980’li yılların başından beri böyle fırtınalar 90 gün boyunca kaydedilmektedir. Toz fırtınasının boyu 400 km, eni 40 km’yi bulmaktadır.258 

3. SSCB Dönemi Ve 1991 Sonrası Gölde Meydana Gelen Değişiklilkler 

Sovyetler Birliği'nin devasa pamuk tarlaları oluşturma planı çerçevesinde, 1940'larda sulama kanalları inşa edilmeye başlandı ve Amuderya ve Siriderya ırmaklarının sularının pamuk tarlalarına akıtılması sonucu 1960'lara gelindiğinde yılda gölden 60 km3 su çekiliyordu.259 

Moskova bu proje çerçevesinde Karakum kanalını inşa etti. 1200 km uzunluğundaki kanalla Amuderyanın suyu çöle taşınacak ve çölde pamuk yetiştirilecekti bu proje 1960’da tamamlandı ve kanal devreye girdiğinde bölgedeki pamuk üretimi katlanarak arttı. Böyle oluncada Amuderya ile Sirideryanın suyu Aral’a ulaşamaz hale gelmişti. Nehirlerin Aral’a taşıdığı yıllık su miktarı 110 km3’ten 5 km3e düştü. Aral Gölü’de 1960’dan 1970 e kadar 
alanının yarısını, hacminin %70’ni kaybetti 90’larda iki parçaya bölünen göl küçük Aral ve büyük Aral olarak adlandırıldı. 

Sovyet planlamacılarına göre Aral’ın kolları kesilebilirdi. Çünkü Orta Asya’da pamuk yetiştirmek balıkçılığın 100 misli bir ekonomik değer yaratacaktı planlamada atlanan çevre faktörü ile çarpıklık zinciri örülmeye başlamıştı. Çünkü pamuk çok fazla su isteyen bir bitkiydi aşırı sulama yer altındaki suları yüzeye çıkarmış ve de tarlaları tahrip etmeye başlamıştı. 

Pamuk üretimi düşmeye başlayınca Moskova hemen devreye girdi üretimi hızlandırmak için kimyasal gübre ve zirai ilaç seferberliği başlatmıştı bu da kısa sürede trajedi yarattı. 

Tarlalarda biriken tuz ve tarım ilaçları Aral Gölü’ne kadar drenaj kanalları aracılığıyla gidiyordu. Aral da çekilirken gerisinde zehirli bir çöl bırakıyordu. 

Rüzgârla birlikte etrafa saçılan zehirle birlikte Su kuşları kara hayvanları kayboldular. 1960-1990 arasında 100 den fazla bitki türü Aral havzasında yok oldu. 1980’e gelindiğinde denizdeki tuz oranı 3 kat artmıştı. Bu tüm balıkları ve balıkçılığı yok etti.260 

1960'lı yıllarda Aral Gölü’nde 20'den fazla balık çeşidi bulunurken, gölün kuruması ve sularının tuzlanmasından dolayı günümüzde gölde sadece “Aral Kolyuçkası” adıyla bir balık çeşidi yaşıyor. Diğer balık türlerinin nesli tükendiğin den, Aral gölüne tuzlu su balık türleri yerleştirilmeye çalışılıyor. 261 Hollandalı bir bilimcinin ilginç fikri ile şu an Aral balıkçılarının bazıları Kalkan balığı avıyla geçinmektedir.262 

Muynak'taki balık konservesi fabrikası ise terk edildi ve harabeye döndü. Geçmişte Aral'dan, güneydeki Muynak ve Kuzeydeki Aralski limanları arasında taşımacılıkta kullanılan gemiler ve limanlar bugün kum ve tuz yığınları ortasına saplanarak gemi mezarlığına dönüşmüştür. 

Hatta 20. yy.da Orta Asya’da ipek yolunun yerini pamuk yolu aldı denilmekteydi. Bölgede üretilen pamuk Muynak limanına yükleniyor buradan Aral limanına gönderiliyor ve batıya taşınıyordu. Orta Asya ‘da bulunmayan mallarda aynı yol izlenerek getiriliyordu. 

Orta Asya’da kayıtlara geçmeyen olaylarda yaşanmış. Vozdrojdenia adası yani Rönesans adası tanıklardan biridir.263 Sovyetler birliği döneminde bu adada kimyasal ve biyolojik silah labarotuvarı olarak kullanılırdı ve bu ada tam da Aralın ortasında bulunuyordu ve burada biyolojik silahlar için dünyanın en vahşi bakterisi antraks (Şarbon) üretilmişti. Ve bu bakterinin denenmesi için sayısız hayvan adaya getirilmiş ve deneye kurban gitmişlerdi. 

Söylentilere göre bu ada 90’larda meydana gelen labarotuvar kazası yüzünden boşaltılmış sonrası ise Aral’a kalan zehirli atıklardır. 

3.1.Bazı Tespitler 

Bir zamanlar göl yatağı olan alanlar bugün Aral Kum Çölü olarak adlandırılıyor. 54,000km2’lik göl yatağı çöle dönüştü. 

Gölde balıkçılık yapan binlerce kişi bugün umutsuz bir bekleyiş içindeler. İnsanlar ya işsizlikle mücadele ediyor ya da göç etmek zorunda kalıyor. 

Sulak araziler olan yerlerde bugün kum ve tuz fırtınaları esiyor. Yıllarca göl tabanında birikmiş olan toksik maddeler (tarımda kullanılan kimyasallar ve tarım ilaçları) ve aşırı miktardaki tuz, kumla karışarak havayı kirletiyor. 

Bir zamanlar yasayan canlıların yarısından fazlası bugün o coğrafyada 
yaşamıyor. Ekosistemin ciddi oranda bozulduğu, bu kadar tuzlu ve kurak bir coğrafyada sadece halophyte (kurak çödeki tuz bitkisi) bitkileri yaşayabiliyor. 

Bir zamanlar gölün ılıman etkilerinin görüldüğü topraklarda bugün yazlar daha sıcak, kışlar daha soğuk, yağış ve nem daha düşük. Bunların sonucu olarak tohumların üreme mevsimi daha kısa ve kuraklık daha da yaygın. 

Verimli araziler olan çevre arazilerde bugün aşırı tuzlanma nedeniyle tarım 
yapılamıyor. Kuzeyden esen güçlü rüzgarlar tuz ve tozu 500 km mesafeye kadar savurabiliyor. Aral Gölü’nün güneyinde bulunan Amu Delta’sı da bu rüzgarların etkilediği verimli arazilerden biri. Deltada tuzlanmaya bağlı olarak sebze ve tohum yetiştiriciliğinde ciddi sorunlar yaşanıyor. Aral Gölü’nün kuruma sebebinin bu ve benzeri arazileri sulamak için kullanılan sular olduğu düşünüldüğünde oldukça ironik bir tablo ortaya çıkıyor. 

Bir zamanlar balıkçılık yapan sağlıklı insanlar bugün kanserle karşı karşıyalar. Yerel halk solunum yolları hastalıkları, gırtlak ve yutak kanseri, tuzlu hava solumaya bağlı solunum problemleri, tuzlu suya bağlı sindirim sistemi hastalıkları, karaciğer ve böbrek yetmezliği ve görme bozuklukları gibi değişen çevre koşulları sonucunda oluşan birçok hastalıkla boğuşuyor. Ayrıca balık ürünlerinin yok olması ve gelir düzeyinin düşmesi sonucu beslenme  bozuklukları na ve özellikle hamile kadınlarda anemiye oldukça sık rastlanıyor. 
Halk tatlı su kaynaklarına ulaşmakta zorluk yaşıyor. 

4.Sonuç ve Çözüm Önerisi 

Aral Gölü insan eliyle yaratılmış en büyük çevre felaketi olarak literatürde yerini almıştır. Bir çok defa Orta Asya devletleri bir araya gelmiş ancak kalıcı çözüm üretme adına somut adım atma konusunda sıkıntı yaşamışlardır. Çünkü mevcut durum bu devletlerin ekonomik olarak yararına olduğu için yaşanan insanlık dramı karşısında çözüm arayışı içinde gözükmek politika üretmek için yeterli görülmüştür.1991 sonrası bağımsızlığını kazanan bu devletler dış politikalarını oluşturmada ekonomik kalkınma planı geliştirmede Rusya’nın etkisi altında 
kalmaktadırlar. Rusya ise bölgenin sorunsuz, kalkınmış, ekonomik olarak güçlenmiş olmasını değil kendisine bağımlı kendi iç sorunlarından dış politika üretmede sorun yaşayan bir durumda kalmasını yeğlemiştir. 

Rusya kendi arka bahçesi olarak gördüğü bu bölgeyi insiyatif alarak kargaşadan 
uzaklaştırmak isterse ancak o zaman bölgede bir istikrar söz konusu olabilir. Bu istikrar da Rusya lehine bir istikrar olarak kendini gösterecektir. ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının Rusya ziyadesiyle farkındadır. Rusya kendisinin dahil edilmediği bir Orta Asya diplomasisine izin vermez ve vermemiştir. Aral Gölü çevre felaketi her ne kadar Özbekistan ve Kazakistan arasında görünse de çözüm Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin dolaştığı tüm ülkelerin ortak varacağı bir konsensus ile sağlanabilir. Bu konsensusu sağlayabilecek tek ülke ise Rusya’dır. Yapılan mevcut gelişmelere baktığımızda: 


. Dünya Bankası'nın da destek 86 milyon dolarlık destek verdiği bir su set projesiyle, gölün kuzey kıyılarında balık avı yeniden başladı. Bitkiler su kuşları geri gelmiş iklim bile değişmeye başlamış.Kazakistan, 40 yılda suyunun yüzde 70'ini kaybeden Aral'da, Gökaral adı verilen bir su seti projesiyle yavaş yavaş eski günlerine geri dönüyor. 
. Gölün güneyinde tekrar su birikmesinin önündeki en büyük engel ise Özbekistan'ın pamuk tarlalarını sulamak için nehirlerin yönünü değiştirmesi. 
. Özbekistan, Amu Derya’nın kullanımını kısıtlamayı hiç düşünmediği gibi bu durumu bir fırsata dönüştürerek kuruyan göl yatağında petrol arama projeleri geliştiriyor. Devlet yetkilileri, bugüne kadar hiç araştırılmamış bir bölge olan Aral Gölü Yatağı’nda petrol ve gaz bulmaktan çok umutlu olduklarını belirtiyorlar.264 
. Bir diğer proje ise, “Hazar`ı Aral’a Birleştirme Projesi” üzerinde çalışılmakta. Bu projeye göre, Ob ırmağının suları Aral`a akıtılarak, Aral Gölü ile Hazar Gölü bir kanalla birleştirilmek istenmektedir. 
. Uluslararası Aral’ı Kurtarma Fonu (UAKF) İcra Komitesi`den yapılan açıklamada, Aral Gölü sorununun giderilmesi, bölgenin ekonomik ve sosyal yapısının geliştirilmesi, ekolojik ve çevre sorunlarının çözülmesi amacıyla hazırlanan 2011-2015 Programı kapsamında 10 milyar dolar kaynak kullanılacağı da öngörülmektedir.265 
. Türkmenistan ise Karakum Çölü’nde Yapay Gölünü oluşturulmaya çalışılmaktadır. 

Fakat bu gölü dolduracak su ancak Tacikistan’dan doğan ve son iki yıldır kuraklık yaşanmakta olan Afganistan üzerinden geçen Amu Derya nehrinden sağlanabileceği için, bu mesele de ciddi sonuçlara gebe gözükmektedir.266 

Kaynakça 

A.ZISCHKA, Pamuk için Gizli Harp, Muallim Ahmet Halim Kitapevi,1997. 

F. BUDAK, Kırgızistan, Dünü, Bugünü, Yarını, Ocak Yay. İstanbul.1997. 

N. İYİKAN,”Aral Gölü Sorunu ve Bölgedeki Siyasi Gelişmelere Etkisi”, Elektronik Siyaset Bilimi Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, Haziran 2013. 

M. FERRO, Sömürgecilik Tarihi, Çev. Muna Cedden, İmge Yay, Ankara, 2002. 

D. BILIOURI, , “Orta Asya’da Çevre Sorunları: Retorik ve Eylem Arasındaki Farklılıkları Gidermek” Avrasya Etütleri, TİKA, Vol.19, İlkbahar-Yaz, 2001. 

T. ALTAN,“Tükenmiş Bir Çevresel Miras- Orta Asya’da Sınırötesi Çevre Sorunları ve Doğal Kaynakların Tahribi” Avrasya Etütleri, TİKA, Vol.1, İlkbahar; 1995. 

H. BAYMİRZA, “Tarihte ve Zamanımızda Aral Gölü ve Çevresindeki Kültür”, Avrasya Etütleri, TİKA, Sayı 3, 1994. 

M. YILMAZ, “Aral Gölü Kuruyor (Mu)?”, Orta Asya Araştıma Merkezi, 8 Şubat 2010, 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-asya-arastirmalari-merkezi/2010/02/08/3340/aral-golu-kuruyor-mu, (Erişim Tarihi 17.09.2014). 

D. BILIOURI, , “Orta Asya’da Çevre Sorunları: Retorik ve Eylem Arasındaki Farklılıkları Gidermek” Avrasya Etütleri, TİKA, Vol.19, İlkbahar-Yaz, 2001, s.19-32. 

O. KAVUNCU ve Y. DELİÖMEROĞLU, “Türk Dünyasında Çevre Hareketleri” Türkiye Modeli Türk Kökenli Cumhuriyetlerle Eski Sovyet Halkları, Yeni Forum, Ankara, 1992. 

H. ALKAN, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Siyasal Hayat ve Kurumlar, USAK Yay., Ankara, 2011. 

M. AHMER, “Orta Asya'da Su Kaynaklarının Kullanımı Güney Asya Ülkeleri İçin Dersler” Avrasya Etütleri, TİKA, Vol. 15, 1999, s.97-120. 

N. ALGAN, “Aral ve Hazar’da Çevre Sorunlarının Uluslararası Boyutu”, Küresel Politikada Orta Asya, Der.: Mustafa Aydın, Nobel Yay., Ankara, 2001, s. 357-378. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

254 Mehmet Seyfettin Erol, Orta Asya’da Güvenlik Sorunları, Ankara, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 1, 2003, s.1. 
255 M. AHMER, .“Orta Asya'da Su Kaynaklarının Kullanımı Güney Asya Ülkeleri İçin Dersler” Avrasya Etüdleri, TİKA, Vol. 15, 1997,s. 97-120. 
256 N. ALGAN, “Aral ve Hazar’da Çevre Sorunlarının Uluslararası Boyutu”, Küresel Politikada Orta Asya, Der.: Mustafa Aydın, Ankara, Nobel Yay. 2001, s. 357-378. 
257 M. HASANOĞLU, “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde Çevre Sorunları”, Avrasya Etütleri, TİKA, Vol.22, Bahar, 2002, s.149-163. 
258 M.HASANOĞLU, “Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde Çevre Sorunları”, Avrasya Etütleri, TİKA, Vol.22, Bahar;2002, s. 149-163. 
259 Engin Şallı,”Aral Gölü”, 2008, http://enginsalli.blogcu.com/aral-golu/3181437, (Erişim Tarihi 14 Eylül 2014), s.1. 
260 Engin Şallı,”Aral Gölü”, 2008, http://enginsalli.blogcu.com/aral-golu/3181437, (Erişim Tarihi 14 Eylül 2014), s.2. 
261 Süleyman Merdanoğlu, “Aral Gölü Çöl Mü Oluyor?”,Yalquzaq, 17 Ocak 2011, s.1. 
262 Engin Şallı,”Aral Gölü”, 2008, http://enginsalli.blogcu.com/aral-golu/3181437, (Erişim Tarihi 14 Eylül 2014), s.3. 
263 Mehmet Seyfettin Erol, Orta Asya’da Güvenlik Sorunları, Ankara, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 1, 2003, s.1. 
264 Elçin İçten,”Kuzey Aral Gölü Projesi”, 22 Ağustos 2011, 
      http://www.gakguk.net/yesil/kuzey-aral-golu-projesi/, (Erişim Tarihi 14 Eylül 2014), s.1. 
265 Elçin İçten,”Kuzey Aral Gölü Projesi”, 22 Ağustos 2011, 
      http://www.gakguk.net/yesil/kuzey-aral-golu-projesi/, (Erişim Tarihi 14 Eylül 2014), s.2. 
266 Mehmet Seyfettin Erol, Orta Asya’da Güvenlik Sorunları, Ankara, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sayı 1, 2003, s.1. 


****

25 Şubat 2017 Cumartesi

KAFKASYA BÖLGESİNİN İSTİKRARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER



KAFKASYA BÖLGESİNİN İSTİKRARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER 


Abbas Karaağaçlı*1 
Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 

Özet 

Dünya enerji kaynaklarının küçümsenmeyecek bir kısmı Kafkasya Bölgesinde yer almaktadır. Bölgedeki siyasi, toplumsal veaskeri gelismeler Rusya Federasyonu, Türkiye ve İran basta olmak üzere coğrafyada yer alan ülkelerle birlikte Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya’yı derinden etkilemektedir. 

Kafkasya’nın istikrarve güvenliği doğrudan doğruya enerji kaynaklarının ve enerji nakil hatlarının ve güzergâhını istikrarı ile ilintilidir. Bölge güvenliğini etkileyen faktörleri yerel sorunlar olarak: bölgedeki ülkelerin siyasi ve sosyal istikrarsızlığı, ekonomik problemleri, Hazar Denizinin sorunları, Rusya Federasyonunun rolü ve etkisi gibi sıralarsak dıssal etkenleri ise: Basta ABD, Türkiye, İran, İsrail, Avrupa, gibi devletlerin, NATO ve Avrupa Güvenlik ve İsbirliği Örgütlerin etkileri olarak sıralayabiliriz. 

Bu arada Karabağ sorunu, Çeçenistan ve Dağıstan’daki gelismelerle birlikte basta Gürcistan olmak üzere bölge ülkeler de meydana gelen siyasal gelismeler, ayrılıkçı hareketlerin faaliyetleri, etnik ve dinsel azınlıkların sorunları ve etnik çatısmalar bölge istikrarını etkileyen önemli faktörler arasındadır. 

Önceleri Afganistan ve Pakistan günümüzde ise Libya, Yemen, Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki istikrarsızlık ve otorite bosluğunu fırsat bilerek faaliyet alanı bulan köktenci Vahabi, Selefi Terör Örgütlerinin güçlenmesi Kafkasya bölgesinin istikrarını tehdit eden kayda değer gelismelerdir, zirabölgenin inanç yapısı bu tip örgütlenmelere müsait ortam yaratmaktadır. 

Giriş 

Kafkasya Bölgesidağlık bir coğrafya olarak kuzeyden Rusya Federasyonu, güneyden İran İslam Cumhuriyeti ve Türkiye, Doğudan Hazar, batıdan ise Karadeniz ve Azof Denizi ile çevrilidir. Bölge 440 bin kilometre kare alanı kaplamakta ve Kafkasya sıradağları (Abpehsan Dağları) ile ikiye bölünmektedir; Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya. Bölgede 40 milyona yakın insan bulunmaktadır. Dünyanın en büyük gölü niteliğindeki Hazar Gölü 2, İran’ın kuzeyinde Orta Asya ile Kafkasya Bölgesi’nin ortasında yer almaktadır. 

Hazar’ın açık denizlere bağlantısı bulunmamasına rağmen nehirler ve kanallarla Azof Denizi, Karadeniz, Baltık Denizi ve Akdeniz’le bağlantısı vardır. Karadeniz ise Asya ve Avrupa’nın ortasında; Kafkasya’nın batısında; Rusya Federasyonu, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna, Gürcistan ve Türkiye’yi çevresine alan bir deniz konumundadır. İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla Akdeniz’e açılan Karadeniz’in Cebelitarık Boğazıyla Atlas Okyanusu’na deniz yolu ulasımı mevcuttur. 

Kafkasya Bölgesi coğrafi olarak Asya’da yer almakta ve bölge ülkeleri coğrafi ve doğal bağlantılarıyla Asya’nın devamı sayılmalarına rağmen Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan kendi talepleri doğrultusunda Avrupa konseyine üye olmus, böylece Avrupa kıtası içerisinde mahsup edilmislerdir. Sovyetler Birliği’nin 1990’ın baslarına çözülmesiyle birlikte Güney Kafkasya’da bağımsız 3 ülke (Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) dünya siyasal hayatında yerini alırken Kuzey Kafkasya’da ise Rusya Federasyonu içinde yer alan özerk 
cumhuriyetler ve muhtar bölgeler statülerini korumuslardır. Güney ve Kuzey Kafkasya Bağımsızlık sonrası çok istikrarsız ve sancılı bir tarihi sürece girmistir. Azerbaycan Ermenistan çatısması, (Dağlık Karabağ sorunu ve isgal altındaki Azeri toprakları) Gürcistan’ın toprak bütünlüğü (Osetya, Acaristan ve Abhazya sorunları); Kuzey Kafkasya’da ise basta Çeçenistan sorunu olmak üzere, Dağıstan ve diğer etnik ve mezhepsel çatısmalar bölgenin istikrarını doğrudan tehtid eden unsurlar olarak ortaya çıkmıslardır. Kuskusuz yerel nedenlerin yanı sıra bölge haklarının birbirinde farklı etnik ve dini mensubiyetlerinin bulunması ve batı devletlerinin tahrik ve müdahaleleri bu istikrarsızlığın meydana gelmesinde önemli bir faktördür. 

Bölgenin Ekonomik, Tarihi, Coğrafi ve Kültürel Özellikleri; 

Kafkas isminin etimolojik kökeni hakkında farklı düsünceler bulunmaktadır. Kimileri bu ismin Karadeniz’in güney sahillerinde yasayan Gazgaz kavimlerinden geldiğini ileri sürerken kimileri ise bu ismin İran’daki Gaf Dağı’ndan geldiği tezini ileri sürmektedirler.3 Dünya’da Kafkasya gibi etnik, dilsel ve dinsel çesitliliğe sahip bölgeye rastlamak zordur. Bu duruma, bölgenin dağlık olması ve ulasılması zor coğrafi mekânları bünyesinde barındırması hasebiyle tarihte göçe zorlanmıs pek çok kavme güvenli yasam alanı sağlamıs olmasından 
kaynaklanmaktadır. Orta Asya’dan Avrupa’ya, güneyden kuzeye, Karadeniz kıyılarından Hazar kıyılarına ulasmak isteyen bütün kavimlerin yolu bu coğrafyadan geçmistir. 

Günümüzde kimi uzmanlara göre bölgede 3 farklı ırk yani İber-Kafkas, Ural-Altay ve Hint-Avrupa kökenli seksenden fazla etnik yapıya mensup insanların bölgede yasamaktadır. 
Bölgede İslam basta olmak üzere Hıristiyanlık, Yahudilik ve az da olsa İzedilik gibi inançlara rastlamak mümkündür. Kafkasya halkı genel olarak Müslüman ve Gayri Müslüman olarak ikiye ayrılmaktadır. Müslümanlar ise kendi aralarında Türk dilli ve diğerleri olarak ikiye ayrılmaktadır. Kafkas Hıristiyanlarının büyük çoğunluğu Doğu Ortodoks Kilisesi’nin yerel renkleriyle bilinmektedir. 

Esasen Hıristiyanlık bölgenin en önemli kavimleri sayılan Ermenilerin ve Gürcülerin temek inancını olusturmaktadır. Bu iki kavimlerin tarihleri M.S 2. Yüzyıla dayanmaktadır. 
Aran bölgesinde ise önceleri Hıristiyanlık yaygınken daha sonra Müslümanlık kabul görmüstür. Gürcülerin Hıristiyanlığa geçisleri ise Bizanslı misyonerler vasıtasıyla gerçeklesmis ardından Gürcüler bu görevi üstlenmislerdir. (3) Günümüzde Ermeni ve Gürcülerle birlikte Rusya Ukrayna ve Balarus’tan göç eden Slavarın yanı sıra Osetler Ortodoks inancına mensupturlar. Kafkasya Bölgesi tarihsel olarak Sasanilere kadar İran hâkimiyeti altındaydılar. Merkezi hükümetçe atanan yerel hükümdarlarca idare edilmekteydiler. Bu durum Safevi Devleti dönemine kadar sürmüs hatta bölge daha sıkı bağlarla İran’a bağlanmıstır. Afsariler ve Zend hükümdarları döneminde İran devletinin 
bölgedeki hâkimiyeti zayıflamaya baslamıs, Kacar hanedanlığı döneminde ise İran hâkimiyeti bitme noktasına gelmistir. Nihayetinde 19.yy’da İran hükümdarı Fethalı Şah döneminde İran ordularını Çarlık Rusya orduları karsısında pes pese aldığı mağlubiyet sonucunda 1813 Türkmençay Anlasması ve 1928 Gulistan Anlasmasıyla Kafkasya Bölgesi İran’dan koparak Çarlık rejimine bağlanmıstır. 1917’den itibaren ise SSCB’nin bir parçası konumuna gelmistir. 1991 yılında Sovyet rejiminin çökmesiyle Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan 
bağımsızlığına kavusmus ve Birlesmis Milletler üyesi olmuslardır. Kuzey Kafkasya’da ise Rusya Federasyonu 1993 anayasasında Dağıstan, Çeçenistan, İngosetya, Kuzey Osetya, Gabardin-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey bölgelerinin muhtar cumhuriyet statülerini onaylamıstır. Bölgenin en önemli coğrafi dezavantajlarından birisi karada mahsur kalmıs olmasıdır. Karadeniz’e kıyısı bulunan Gürcistan hariç diğer ülkelerin açık denizlere kıyısının bulunma ması söz konusu ülkeleri bölgedeki diğer devletlerin ulastırma ve transit hatlarına mahkûm etmistir. Bu ise kendi basına önemli bir sorundur.4 Bölgenin ulasım yolları coğrafi sartların zorluğu, Sovyetler Birliği’nin merkeziyetçi yönetim anlayısı ve bölgede vuku bulan etnik ve dinsel anlasmazlıklar yolcu ve yük tasımacılığı ile enerji nakil hatlarının güvenliğini olumsuz etkilemektedir. 

Bölge yer altı kaynakları bakımından çok zengin sayılmaktadır. 1870’lerden itibaren petrolün önemli bir enerji kaynağı olarak kullanımına baslamasıyla birlikte Kafkasya’nın en büyük kenti Bakü’deki petrol yatakları Rus sanayisinin gelismesini tetiklemistir. Günümüzde ise bölgenin en önemli fosil yakıt kaynağı durumundadır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ekonomisinin bel kemiğini petrol gelirleri olusturmaktadır. Gürcistan’ın Çiyatoray Bölgesi’nde bulunan manganez madenleri, yine Kuzey Osetya’da bulunan kursun ve çinko madenleri, Ermenistan’da bulunan alüminyum ve demir madenleri, Azerbaycan’a bağlı Nahcivan’da ise önemli miktarda bulunan tuz yatakları bölgenin baslıca yeraltı kaynakları arasındadır. 

Sovyetler Birliği döneminde Kafkasya Bölgesi ülkenin petrol ihtiyacının % 16’sını doğalgaz ihtiyacının % 31’ini, taskömürü ihtiyacının % 6’sını ve toplam enerji ihtiyacının % 8’ini karsılamaktaydı. Bölgeden geçen doğalgaz ve petrol boruları Sovyetler Birliği için büyük önem arz etmekteydi.5 

Kafkasya Bölgesi’nin Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi 

Kafkasya’nın büyük bir stratejik konuma sahip olduğunu tarih bize göstermistir. Rusya Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu, İran, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu’nun ortasında kesisme noktasında bulunan bu bölge her zaman önemli siyasal gelismelere, çatısmalara ve kanlı savaslara sahne olmustur. Bölge bu tarihsel mirasın olumsuz yönlerini sırtında tasıdığından dolayı Sovyetler birliği döneminde nispi bir sükûnet dönemi geçirmesinin ardından Sovyetlerin dağılmasıyla 1992 yılından itibaren tekrar önemli siyasi çalkantıların 
yasandığı bir coğrafya haline dönüsmüstür. Yeni devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Rusya Federasyonu, Türkiye ve İran’ın yanı sıra ABD ve AB ülkeleri olmak üzere dünya devletlerinin gözü bu bölgeye ve bölgenin doğal kaynaklarına dikilmistir. Esasen Rusya, Türkiye ve İran’ın bölgeyle bulunan tarihi ve kültürel bağları nedeniyle ortak jeopolitik havza meydana gelmistir. Hazar’ın jeopolitik konumu ve Sovyetler Birliği döneminde var olan iki kıyıdas ülkeye üç yeni ortağın eklenmesi Hazar kıyılarında bulunan zengin enerji kaynaklarının transit geçisinin bulunması batılı enerji sirketlerinin istahını kabartmıstır. 

Bölgenin jeopolitik önemini ve var olan sorunlarını özetle söyle sıralayabiliriz; 

• Kafkasya Bölgesi tarihsel olarak İslam ve Hıristiyanlığın çatısma alanlarından birisi konumundadır. Huntinton’un medeniyetler çatısması teorisine göre bölge medeniyetler çatısmasının ortasında bulunmaktadır. 
• Enerji alanında faaliyet gösteren çok uluslu sirketlerin bölgeyi siyasal olarak dizayn edip yönetim mühendisliğine girismis olması 
• Bölgenin stratejik önemine binaen NATO’nun müdahaleleri ve bölge devletleri üzerinde hâkimiyet kurma girisimleri 
• Avrupa Birliği’nin doğuya yayılma politikası çerçevesinde bölgede kendine yandas hükümetleri isbasına getirme girisimleri 
• NATO’nun bölgeye yerlesmek için etnik ve dinsel çatısması körüklemesi; politik, mali ve lojistik destek sağlaması 
• Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Bölgesi’ni tarihsel olarak kendisinin nüfuz alanı ve arka bahçesi olarak değerlendirerek bütün siyasal gelismelerde etkin rol alınması 
• Yeni kurulan devletlerin demokrasi kültürünün zayıf olmasından dolayı demokratik rejim ve kurumlarını olusturmakta karsılastıkları güçlükler 
• Yeni kurulan devletlerin Sovyetler Birliği döneminden devraldığı yapısal sorunlara serbest Pazar ekonomisine geçis sürecinde karsılastıkları önemli handikaplar 
• Serbest piyasa ekonomisine geçis sürecinde Sovyetler Birliği döneminden miras kalan sosyal güvenlik sisteminin çökmesiyle acımasız kapitalizmin uygulamaları sonucunda 
   yoksullar issizler ve dar gelirli kitlelerin toplumsal hareketlilikleri sonucu meydana gelen siyasal çalkantılar 
• Orta Asya ve Kafkasya Bölgesi enerji kaynaklarının batı pazarlarına ulastırılmasında kullanılan güzergâhların istikrarı ve boru hatlarının güvenliği6 
• Hazar Denizi’nin hukuki statüsünün tespitinde karsılasılan problemler, Karadeniz’in durumu, NATO’nun Karadeniz’e açılma politikaları ve Rusya’nın bu girisimler  karsısındaki tutumu 
• Rusya’nın NATO’nun Kafkasya Bölgesi’ne hâkim olmasına muhalefeti ve İran ile Rusya’nın bu doğrultuda isbirlikleri 
• Rusya Federasyonu içinde bulunan muhtar ve özerk bölgelere yönelik ABD, Avrupa Birliği ve NATO’nun müdahale girisimleri 
• Batılı devletlerin basta facebook ve twitter olmak üzere sosyal medyayı kullanarak bölge halklarının demokrasi taleplerini yönlendirmesi ve halk ayaklanmaları vasıtasıyla kaos ve iç karısıklık yaratma çabaları 
• Bölgedeki yönetimlerin antidemokratik tutum ve davranısları otoriter bir yönetim anlayısı benimsemeleri her türlü demokratik talebi güvenlik tedbirleri alarak siddetle  bastırma çabaları 
• Kuzey Afrika’da baslayıp Ortadoğu’ya da sıçrayan halk ayaklanmaları sonucunda meydana gelen gelismeler neticesinde kimi ülkelerde meydana gelen yönetim bosluğu ve kaos ortamında faaliyet alanı bulan radikal Selefi-Vahhabi grupların militan devsirmesinde Kafkasya Bölgesini kullanmaları, basta Çeçenistan ve Dağıstan olmak üzere  Azerbaycan ve diğer Kafkas bölgelerinden EL –Kaide, El-Nusra ve IŞİD gibi terörist örgütlere katılan militanların durumu Yukarıdaki listeyi daha da uzatmamız mümkündür. 

Bölgenin istikrarını ve güvenliğini etkileyen faktörler birkaç ana baslık altında toparlanabilir. Yukarıda özetle isaret ettiğimiz faktörlerden bazılarının dönem dönem önemi azalmakta kimilerinin ise gelismelerden etkilenerek önemi artmaktadır. 

Bölgeye Müdahil Olan Dış Faktörler; 

Bölgede bağımsız ve egemen 3 ülke üzerinde 3 bölgesel güç yani Rusya Federasyonu, Türkiye Cumhuriyeti ve İran’ın yanı sıra bölge dısı aktörler olan ABD ve AB’nin etki ve müdahalelerine rastlamaktayız. Son zamanlarda Irak ve Suriye’de meydana gelen siyasal istikrarsızlık ve Ortadoğu’nun bu bölgesinin Pakistan-Afganistan gibi çatısma sahasına dönüsmesinden sonra, selefi-vahhabi asırı terör örgütleri de buralarda nüfuz alanı edinmistir. Kafkasya Bölgesi coğrafi konum itibari ile bu tip terör faaliyetlerine müsaittir. 

Müslüman halklardan kimi gençlerin bu gibi düsüncelere yakınlık duymalarının söz konusu asırı grupları da bölgede bir aktör haline dönüstüreceği tahmin edilmektedir. 
Kaldı ki uzun zamandan beri Çeçen ve Dağıstanlı gençlerle birlikte Azerbaycan dan da bu tür cihatçı örgütlere önemli bir katılım olduğu basına yansımıstır. 

Söz konusu aktörlerin yanı sıra Karabağ sorunundan dolayı BM, Gürcistan İç Savasından dolayı NATO, Minsk Grubu’nun Karabağ sorununa müdahil olmasından sonra AB Güney Kafkasya siyasal gelismelerinde doğrudan rol almıslardır. Tabiatı ile bölgenin zengin enerji kaynaklarına yönelik çok uluslu sirketler ve uluslararası dev petrol sirketlerinin bölge gelismelerindeki rolünü unutmamalıyız. Yukarıda saydığımız aktörlerin her biri farklı bakıs ve yaklasımları ile kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki siyasi gelismelere müdahil olmus, siyasal mühendislik eylemlerine girismis ve bölgede etkin olmaya çalısmıslardır. 

Halen de bu doğrultuda politikalarını devam ettirmektedirler. Rusya bölgenin en önemli aktörü olarak Kafkasya’yı kendi siyasi ve güvenlik havzası içerisinde görmüs ve son iki yüzyıldan beri artarak bölgeye müdahale etmistir. 

ABD, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte bölgede olusan otorite bosluğunu fırsat bilerek Avrasya bölgesinde hâkimiyet kurma siyasetine hız vermistir. Türkiye, önceleri Pantürkizm politikalarıyla bölgeye yaklasmıs bu politika fazla kabul görmeyince tarihsel yakınlık ve coğrafi avantajını kullanarak bölgeyle yakın münasebetler kurmayı basarmıstır. İran ise önceleri İslami referanslarla bölgede etkin olmaya çalısmıs bu siyaset rağbet görmeyince rasyonel davranmaya baslamıs ama uluslararası yaptırımlar ve ambargolar İran’ın 
önünü bu bölgede kesmistir. 

AB, 1991 yılından itibaren Bağımsız Devletler Topluluğu’na teknik yardımlar7, Kafkasya-Orta Asya ulasım koridoru8, Petrol ve doğalgaz tasımacılığı9, Dağlık Karabağ (Minsk Grubu) ve AGİT’in Abhazya10 programlarıyla bölgeye yönelik girisimlerde bulunmustur.AB, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte kısa sürede Doğu Avrupa ülkeleriyle münasebetlerini hızlı bir sekilde gelistirerek söz konusu ülkeleri bünyesine katmıstır.. Buna paralel olarak da eskiden Varsova Paktı’nın üyeleri konumunda olan doğu Avrupa ülkeleri NATO’ya katılmıstır. 

Böylece ekonomik, siyasi ve askeriolarak batı grubunun parçası haline dönüsmüslerdir. Bu genislemeler ardından Avrupa’da ideolojik sınırların kalmasıyla birlikte Avrupa’nın geleceği açısından Kafkasya Bölgesi’nin önemi ortaya çıkmıs ve AB güvenlik belgelerinde AB’nin Kafkasya’ya yakın ilgi ve alakası açıkça beyan edilmistir.11 

Sonuç 

Kafkasya Bölgesi coğrafi konum itibariyle yüksek dağlarla kaplı olması, iki önemli deniz yani Hazar Denizi ve Karadeniz’in tam ortasında yer alması, Orta Asya ve Hazar petrollerinin yakınında bulunması, Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu’ya açılan kapısı niteliğini tasıması ve diğer pek çok nedenden ötürü çok önemli jeopolitik ve jeostratejik önem arz etmektedir. Bölgenin çok karmasık etnik, dinsel, kültürel ve mezhepsel farklılıkları da bünyesinde barındırması bölge istikrarını olumsuz yönde etkileyen faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. 

Bu sartlarda Güney Kafkasya’da basta tarihsel Azerbaycan-Ermenistan anlasmazlığı ve bu eksende Dağlık Karabağ Sorunu, Abhazya, Acaristan, Güney Osetya ve benzer çatısma bölgeleri dikkat çekmektedir. Kuzey Kafkasya’da ise aynı girift karmasık farklı etnisite, farklı dil ve farklı kültürlere mensup milyonlarca insan dar bir alanda birbirlerine rağmen yasamlarını sürdürmeye çalısmaktadırlar. Dç içe geçmis bu sorunların sonucu olarak Çeçenistan ve Dağıstan ve benzer bölgeler son yıllarda kanlı etnik çatısmalara saha olmustur. 

Meydana gelen bu çatısmalar batılı güçler tarafından Rusya’nın yumusak karnı olarak değerlendirmis basta NATO ve AB olmak üzere batılı devletler açıktan veya gizli olarak istihbarat örgütleri vasıtasıyla bölgedeki ayrılıkçı gruplara silah ve lojistik destek sağlamıslardır. Bunun en bariz örneklerini Çeçenistan ve Gürcistan sorunlarında görmüstük. 

Öte yandan otorite bosluğunu ve istikrarsızlığı fırsat bilen selefi-vahhabi örgütler bölgeyi bir militan devsirme sahası olarak algılamıslardır. Esasen 1979’dan itibaren batılı istihbarat ve casusluk sebekeleri basta Çeçenler olmak üzere pek çok Kafkasyalıyı Pakistan’daki üslerinde eğitip terörist faaliyetler için Afganistan’da Sovyet ordularının üzerine sevk etmislerdir. 

geleneğin devamı olan günümüzdeki Çeçenistan ve Kafkasya kaynaklı asırı selefi militanları günümüzde kâh Libya’da, kâh Tunus’ta, kâh Suriye’de veya Irak’ta komutan ve yönetici olarak görmekteyiz. Kanımca Kafkasya’nın istikrarını ve güvenliğini bozan en önemli faktörler sunlardır: 

• NATO ve AB girisimleri 
• Basta enerji alanında faaliyet gösteren uluslararası dev sirketler 
• Bölge devletlerinde demokrasi geleneği ve kültürünün yerlesmemesi, otoriter rejimlerin demokrasinin kurumsallasmaları önünde engel teskil etmeleri 
• Asırı Selefi-Vahhabi terör gruplarının bölgeyi mesken tutmaları Ulusal çıkarları göz önünde bulunduran yönetimlerin olusturulup güçlendiril mesi ve zaman kaybetmeden eğitim ve güvenlik tedbirleriyle asırı selefi-vahhabi gruplarının önlerinin kesilmesi gerekmektedir. 


DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İliskiler Bölümü Öğretim Üyesi 
2 http://www.bilgesam.org/incele/1291/-hazar-denizi/#.VBwcApR_vuF 
3 Mir Haydar Derre ‘ Coğrafi Bakımdan Kuzey Kafkasya, Süpehr Dergisi, Tahran 4 yıl, sayı 13 (1995) 
4 Berciyan, Habib ‘Kafkasya’nın Kavimsel Yapısı’ İran Dergisi sayı 10 1998 tahran 
5 http://www.eecon.info/papers/610.pdf 
6 Shirin t. Huner, ‘ The Muslim Republies of the Former Soviet Unioon: Policy Challengestothe United States’ The Washington Quarterly (Summer 1992). 
7 Technical Asistance to Commonwealth of Independent States (TACDS) 
8 Transport Corridoe Europe-Caucasus-Central Asia (TRACELA) 
9 Interstate Oil and Gas Transport (INOGATE) 
10 Organization for Security and Cooperartion in Europe (OSCE) 
11 Javier Solana: A Secure Europe in a beter world: European Security Strategy, Brussels, December 2003, http://europa.eu.int/eudocs/smuUpload/78367.pdf 


KAYNAKÇA 

Amir Ahmediyan Behram, Kafkasya Coğrafası, İran Dısisleri Bakanlığı Yayınları. 1997, Tahran. 
Artam, Atilla, Türk Cumhuriyetlerinin Sosyoekonomik Analizleri ve Türkiye İliskileri, Sabri Artam Vakfı Yayınları, 1993 Dstanbul. 
Berciyan, Habib ‘ Kafkasya’nın Kavimsel Yapıs ı’ İran Dergisi, Sayı 10, 1998 Tahran.   http://www.eecon.info/papers/610.pdf 
http://www.bilgesam.org/incele/1291/-hazar-denizi/#.VBwcApR_vuF 
Javier Solana, A Secure Europe in a beter world: European Security Strategy,Brussels, 12 December 2003.
http://europa.eu.int/eudocs/smuUpload/78367.pdf 
Mir Haydar Derre, Coğrafi Bakımdan Kuzey Kafkasya, Süpehr Dergisi, Tahran yıl 4, Sayı 13 (1995). 
Shirin T. Huner, ‘TheMuslimRepublies of theFormerSovietUnioon: PolicyChallengestothe United States’ The Washington Quarterly (Summer 1992). 
Vaeizi Mahmood, Mediation in Central Asiaandthe Caucasus, TheExperience of the İslamic Republic of İran, İstitütefor Politicaland İnternational Studies, Tahran 200. 


***