Güvenlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güvenlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2020 Pazartesi

YENİ GÜVENLİK KAVRAMI

YENİ GÜVENLİK KAVRAMI 




Zuhal Çalık*
* Ardahan Üniversitesi, Öğretim Görevlisi (zuhalcalik@ardahan.edu.tr) 
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi 
ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..


Özet:

1970’lerden itibaren kendini daha çok ekonomik anlamda hissettiren küreselleşme dalgası, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte kültürel, sosyal ve siyasal alanda da hız kazanmış, dünya sistemi yeni bir sürece girmeye başlamıştır. Bu yeni süreci, kapitalizm ve demokrasinin nihai zaferi olarak gören ve dünyanın barışçı bir döneme girdiğini iddia eden Francis Fukayama’nın tam aksine 11 Eylül saldırılarının ardından bu durumun tam tersi bir durumla uluslararası sistem karşı karşıya kalmıştır. 

Bu süreçte artık uluslararası barışın sağlanması değil, uluslararası güvenliği sağlanmanın yolları tartışmaya açılmış, bireyin güvenliğinden toplumun güvenliğine, devletin güvenliğinden sistemin güvenliğine kadar her alanda güvenlik kavramının tanımı yeniden kavramlaştırılmaya çalışılmıştır. Max Weber’in ifadesiyle belirli bir toprakta meşru fiziki güç kullanma tekelini elinde bulunduran insan topluluğu olan devletin de güvenlik sorununa yaklaşımı değişmiştir. Devletlerin sadece ekonomik alanda değil, kamusal alanın her alanından çekilmesini öngören neoliberal teoriye göre; en iyi devlet, en az karışan ve harcayan devlettir. Bu yüzden değişen güvenlik algısı ile devletlerin görünmez düşmana karşı başarı kaydedemeyeceğini ve askeri alandan çekilmesi gerekliliği tartışılmaktadır.

    Bu Çalışmada güvenlik kavramı ve Soğuk Savaş dönemi sonrasında değişen güvenlik algısı incelenecektir.

Güvenlik kelimesi en basit tanımıyla tehditler, kaygılar ve tehlikelerden uzak olma hissi anlamına gelmektedir. Güvenlik böylece bireyin diğerlerinin verebileceği zararlardan uzak olduğunu hissettiği bir ruh halidir.1 Başka bir ifadeyle başkalarına duyulan güven, sürekli ve yinelenen türde bir psikolojik gereksinimdir ve bu gereksinim sağlandığında güvenlik içinde olma duygusu söz konusudur.2 Güvenliği uluslararası ilişkiler disiplininde kavramsal açıdan ilk ele alan Arnold Wolfers’a güvenliğin tanımını iki farklı bileşene bölerek açıklamaya
çalışmıştır. Wolfers’a göre güvenlik; objektif anlamda eldeki değerlere yönelik bir tehdidin olmaması, sübjektif anlamda ise bu değerlere yönelik bir saldırı olacağı korkusu taşınmamasıdır.3 1990’larda güvenlik kavramına yeni bir açılım getiren Buzan ise, güvenliği, özgürlüğün, mevcut ve olası tehditlerden korunması, devletlerin ve toplumların, düşman olarak nitelendirdikleri değişen güçlere karşı, bağımsız kimliklerini ve işlevsel bütünlüklerini sürdürme yetenekleri olarak algılanması, olarak tanımlamaktadır. 4

    Uluslararası ilişkiler alanında güvenlik, bu kavramın günlük yaşamdaki kullanımından farklı bir anlam taşımaktadır. Toplum içerisinde güvenlik, sosyal güvenlik ve bireylerin fiziksel güvenliği anlamı taşırken, uluslararası alandaki güvenlik büyük ölçüde güç politikalarına dayalıdır.5

Ulusal güvenlik, “Devletin anayasal düzeninin, millî varlığının ve bütünlüğünün, uluslararası siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarlarının, ahdî hukukunun her türlü iç ve dış tehdide karsı korunması ve kollanmasıdır.”6 şeklinde tanımlanmaktadır. Diğer bir tarife göre ulusal güvenlik; ülkenin fiziki bütünlüğünün muhafaza ve korunmasıyla birlikte, yabancı ülkelerle olan ekonomik, siyasi ve diğer münasebetlerin makul ölçüler içinde devam ettirilmesi, yönetimin, kurumların iç ve dış olumsuz etkilere karşı korunması ve sınırların kontrol altında bulundurulmasıdır.

   Klasik anlamıyla ulusal güvenlik, devletin varlığını sürdürebilmesi için, ulusal ve uluslararası ortamdan kendisine yönelen tehditleri nasıl algıladığını ve yanıtladığını ifade etmektedir.7

Walter Lipmann, ulusal güvenlik kavramını; toplumun temel değerlerinin çatışma ve savaş halinde dahi savunulması olarak tanımlamaktadır.8 

   Realist yaklaşımın ilkelerinin oluşmasında önemli katkıları bulunan Machiavelli’ye göre ise, devletin varlığını koruması ve sürdürmesi ile “güç” 
olgusu arasında doğrudan ve simetrik bir ilişki söz konusudur.9

   Uluslararası sistemdeki dengelerin değişmesiyle birlikte, ağırlıklı görüş olan ulusal güvenlik anlayışı yerine, uluslararası güvenlik anlayışı daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. 

   Bu nedenle, güvenliğin tanımında ve kapsamında değişiklikler meydana gelmiştir. Uluslararası güvenlik, uluslararası sistemde rol alan tüm aktörlerin algılamaları çerçevesinde ortaya koydukları davranışlar ile küresel ve bölgesel boyutlu kuruluşlar aracılığıyla yaratılan ve yürütülen evrensel ilkeler çerçevesinde ele alınan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Morgenthau’ya göre uluslararası güvenlik sisteminde, güvenlik sorunu, artık ülkelerin sadece kendi sorunları olmayıp, ulusal gücün diğer unsurları tarafından da ele alınması gereken bir konudur. Güvenlik, bütün ülkelerin ilgilenmesi gereken bir konu haline gelmiştir. Bütün ülkelerin, kendi güvenlikleri tehlikedeymiş gibi birbirlerinin güvenliğini ortak bir biçimde korumaları gerekmektedir.10

Uluslararası güvenlik denilince akla gelen ve evrensel düzeyde güvenliği sağlama misyonu bulunan BM, görülebilir gelecekte endişe teşkil eden güvenlik tehditlerini altı grupta toplamaktadır.11 Bunlar; Ekonomik ve sosyal tehditler, (yoksulluk, bulaşıcı hastalıklar ve çevre sorunları da dahil); Devletler arası çatışmalar; İç çatışmalar (sivil savaşlar, soykırım ve diğer büyük ölçekli karışıklıklar dahil); Nükleer, radyolojik, kimyasal ve biyolojik silahların yayılması; Terörizm ve ulus aşan organize suçlardır.

Soğuk Savaş Döneminde ve Sonrasında Uluslararası Güvenlik Anlayışı

Soğuk Savaş dönemi, II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeninin tabii bir sonucudur. Bu dönemde, her iki kutupta yer alan ülkeler birbirlerini çevreleme politikası izlemiş, her iki blok da kendi oluşumlarını sağlam ve güçlü tutmak için sürekli bir çaba içerisinde bulunmuştur. Güvenlik ve savunmalarını yalnız baslarına sağlayamayan ülkeler ise bu iki bloktan birine dahil olmaktan başka çıkar yol bulamamışlardır.12 

   Bu sayede güvenlik endişeleri, bloklar arası caydırıcılık politikası ile dengelenmiştir. Avrupa’da yer alan ülkeler de var olan bu iki bloktan birine katılarak güvenliklerini temin etmek istemişlerdir. 
Bu dönemde bölgede güvenliğin iki temel unsuru olan NATO ve Varşova Paktı da bu süreçte sahip oldukları önemi artırmış ve güvenlik dengelerinin temel noktaları olma konumlarını güçlendirmişlerdir.

Soğuk Savaş döneminin iki süper gücü olan ABD ve SSCB arasındaki ilişkilerin süreç içerisinde zaman zaman yumuşama dönemleri yasansa dahi, genel olarak çatışmalı bir seyir izlediği kabul edilebilir. Taraflar arasındaki ilişkinin hakim özelliğinin; karşılıklı güç kazanma yarısı ve çatışma olduğu görülmektedir.13 Güç mücadelesinin kapsamının siyasi, askeri, ekonomik alanlar basta olmak üzere gündelik hayatın tüm yönlerini kapsayacak şekilde bir yoğunluğa eriştiği kabul edilebilir. Ancak tüm bu yoğunluğa rağmen taraflar birbirleriyle sıcak çatışmaya girmemişler ve bu da dönemin adının Soğuk Savaş Dönemi olarak adlandırılması na neden olmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği güçleri, Berlin Sorunu (1961) ve Küba Krizi (1962) sırasında karşı karşıya gelmişlerdir ancak yine de iki büyük güç arasında sıcak çatışma yaşanmamıştır. İki süper gücün ellerinde bulundurdukları askeri kapasitenin her iki taraf için de sıcak savaşa girmeme konusunda önemli rol oynadığı bilinmektedir. ABD ve SSCB bu dönem boyunca müttefiklerinin de desteği ile imha gücü çok yüksek muazzam askeri güce ulaşmışlardır. Ancak, askeri kapasite unsurları içinde, taraflar arasında doğrudan savaşmayı engelleyici en önemli faktörün, kitle imha silahları, özellikle de nükleer silahlar olduğu söylenebilir.

Soğuk Savaş döneminde güvenlik kavramı yüksek politika unsuru olarak ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki stratejik mücadele ekseninde belirlenmekteydi. Bu da Soğuk Savaş sürecinde bölgesel sorunların bir nevi üstünün örtülmesine neden olmuştur. Bu dönem boyunca kendi bünyesinde istikrarlı görünen birçok coğrafyanın aslında devam eden sorunlara sahip olduğu görülebilir. İşte bu dönem boyunca üstü örtülü kalan problemler Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte çözülmesi güç sorunlar olarak uluslararası arenaya çıkmışlardır. Bu
problemlerin temelini teşkil eden unsur etnik kökenli problemler olarak kendini göstermiştir.

Bu konunun en önemli örneği Eski Sovyetler Birliği ve Yugoslavya coğrafyaların da halendevam eden çatışmalardır.

Uluslararası güvenlik boyutundan bakıldığında Soğuk Savaş dönemindeki güvenlik sorunlarının, ulus devlet merkezli değerlendirildiği ileri sürülebilir.14 

   Güvenlik üzerine yapılan değerlendirmelerde iç kamuoyunun beklentilerinden ziyade söz konusu devletin dış politika stratejilerinin belirleyici rol  oynadığı öne sürülebilir. Bu çerçevede önemli olan nokta da güvenlik sorunlarının merkezine devletin egemenliğinin korunması ile devlet ve vatandaşların fiziksel güvenliğinin sağlanması oturmaktadır.

    Sonuç olarak Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu bir dünya düzeni kurulmuş ancak devam eden gerginliklere ve silahlanma yarışlarına rağmen  iki süper güç arasında herhangi bir sıcak temas yaşanmamıştır. Buna rağmen uluslararası sistemde güvenlik kavramı bu iki gücün arasında yaşanan  dehşet dengesi ekseninde şekillenmiş, iki blokta yer alan ülkelerin uluslararası arenadaki hareketlerini yönlendirmiştir.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte daha iyi bir dünyanın var olabileceği beklentisinin hakim olması nedeniyle uluslararası arenada  bir iyimserlik atmosferi oluştuğu söylenebilir. Bu yaklaşımın temelinde uluslararası sistemin yeni bir döneme girmesi ve uluslararası kurumların  tesis edilerek, küresel düzeyde barış ve güvenliğin sağlanabileceğinin kabulünün yer aldığı bilinmektedir.15 Yine de Soğuk Savaş sonrası  dönemde uluslararası sistemin ve güvenlik kavramının nasıl tesis edileceği konusunda sadece olumlu görüşler ileri sürülmemiştir. Uluslararası  sistemin geleceğine dair bir diğer yaklaşım aslında uluslararası sistemin kontrol dışı bir geçiş aşamasında olduğudur.16 

   Bu yaklaşıma göre  uluslararası sistemi tek başına bir devlet veya kurum kolaylıkla yönlendiremez. Bu konudaki en önemli görüşlerden biri  Rosenau’ya aittir. Rosenau uluslararası sistemin daha önce görülmemiş bir türbülans içinde bulunduğunu ve gelecekte alacağı görünümün tahmin  edilebilmesinin zor olduğunu öne sürmüştür. Yazara göre, uluslararası sistemin parametreleri daha önce hiç olmadığı kadar radikal değişimler  göstermektedir.17 Değişimler sistemin tüm düzeylerinde etkili olmakta ve daha iyiye bir gidiş olduğunu iddia etmeyi olanaksız kılmaktadır.

Soğuk Savaş sonrası dönemde çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları uluslararası sistemde daha rahat hareket etme sansı bulmuşlardır. 

Bu dönemde uluslararası sistemde yer alan devlet ve devlet dışı aktör sayısında bir artış gözlenmektedir. Aktör sayısındaki artışın, yeni dönemde  güvenlik sorunlarının karmaşıklaşmasının sebeplerinden biri olduğu bilinmektedir. 

Bu dönemde güvenlik anlayışları değişmeye başlamış, kavrama  bakış açıları da farklı şekiller almıştır. Yakın zamana kadar içeriğini koruyan güvenlik kavramının Soğuk Savaş sonrası dönemde içeriği değişmiş  ve hacmi genişlemiştir.18

  Uluslararası sistemde tehdit olarak algılanan bazı faktörler bu özelliklerini kaybetmişlerdir. Soğuk Savaş dönemi boyunca kitle imha silahları ve 
nükleer silahların yaratacağı büyük tahrip savaşları söz konusu iken Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik kriterleri ve tehdit unsurları farklı 
boyutları da beraberinde getirmiştir. Çevre sorunları, insan hakları, salgın hastalıklar, kitlesel göçler, mikro milliyetçilik ve etnik çatışmalar, 
köktendincilik, terörizm, ekonomik sorunlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, insan ticareti, uluslararası güvenlikte yeni sorunlar olarak ortaya 
çıkmıştır.19

Söz konusu değişen konjonktürde ABD, mevcut gücünü muhafaza etmek amacıyla tüm dünyada bölgesel ve küresel politikalar üretirken kendi 
egemenliğinde yeni bir güvenlik ve yeni bir dünya düzeni oluşturmaya çalışmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte iki kutuplu yapıdan 
sonra etkin coğrafi faktörlerin katılımıyla çok taraflı yeni bir süreç başlamıştır. Yeni bir piyasa ekonomisi, demokrasi, küresel değerler ve küresel  bir diplomasiyle birlikte yeni askeri konseptler, ittifaklar ön plana çıkmıştır.20

11 Eylül saldırılarının ardından ise, yepyeni bir kavram ortaya çıkmıştır: “Önleyici Savaş”. Savaşın tanımı değişmiş, düşman belirsizleşmiştir. 

Bu dönemle artık, güvenlik endüstrisi kavramı ortaya çıkmış ve devletin meşruiyetinin artık meşru şiddet tekelini elinde bulundurmasından değil, 
güvenliğin verimli bir biçimde koordinasyonunda aranmaya başlandığı, güvenlik alanının kamusal otoritenin boyunduruğundan çıkarak piyasaya  uyum sağladığı bir düzen oluşmuştur.21 

Neoliberal teori, devletlerin sadece ekonomik alanda değil,kamusal alanın her alanından çekilmesini öngörür. 

Bu yüzden bugün değişen güvenlik algısıile devletlerin görünmez düşmana karşı başarı kaydedemeyeceğini bu yüzden askeri alandan çekilmesi gerekliliği tartışılmaktadır. Özel orduların yaygın kullanımı, “egemen ulusdevletler” arasında yurttaş ordularla yapılan bir pratik  olarak savaşın ve devletin 16. Yüzyıldaalternatif şiddet sağlayıcılarını ortadan kaldırarak tesis ettiği, meşru şiddet tekeli devrinin, artık sonuna geldiğimizi göstermektedir.22

Sonuç

11 Eylül sonrası dönemde, demokratik rejimlere sahip olmayan ülkelerin elinde bulunan füzelerin yarattığı tehdit çok geniş bir alanda güvenlik  riskleri oluşturmuş, geleneksel olmayan tehditlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlar düşük yoğunluklu çatışmalar yaratmış; 

  Geleneksel savaş biçimlerinin ve savaş alanlarının yapısını değiştirmiştir. Kısa sürede sonuçlandırılmasının söz konusu olmadığı bu çatışmalarda geleneksel olmayan araç ve usullerle savaşılmaktadır. 23 Böyle bir ortamda güvenliğin anlamı genişlerken tehdit odaklarının belirginliği ve somutluğu  da giderek kaybolmuştur.

Yeni dönemde uluslararası sistemde bütünleşme ve ayrışma eğilimleri bir arada görülmektedir. Bütünleşme eğilimlerinin gözlemlendiği bir alan,  bölgesel entegrasyon hareketleridir. Ancak, bütünleşme eğiliminin asıl olarak küreselleşme süreciyle kendini gösterdiği ileri sürülebilir. 
Sınırların  ortadan kalktığı ve küresel sorunlara ortak çözümler üretildiği bir dünyaya yönelik vurgular yoğun olarak yapılmaktadır. 
   Ancak, aynı zamanda uluslararası sistemde ayrışma eğilimleri de gözlemlen mektedir. Etnik ve dini kimliklerin korunması, yeni dönemde önemli bir çatışma potansiyeli taşımaktadır.


Kaynakça

Bahgat Korany, Paul Noble and Rex Brynen , The Many Faces of National Security In Arap World,New York :St Martin’s Press, 1993.

Beril Dedeoglu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, İstanbul: Derin Yayınları, 2003.

Brauch Hans Günter, “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik,
Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18, (Yaz 2008)

Buzan Barry Ole Waever, Jaap de Wilde, “Security: A New Framework for Analysis”, Lynne Rienner Publishers, 1998.

Buzan, Barry, “ People, States and Fear”, Harvester Wheatsheaf, London, 1983.
Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı,
İstanbul, IQ Kültür ve Sanat Yayıncılık, 2004.

Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 1998.

Gürlesel, Can Fuat ve Demir, M. Faruk, Dünyada Çok Taraflı Denge ve Türkiye çin Yakın Gelecek, İstanbul, İstanbul Ticaret Odası, 2002.

Koçer, Gökhan, “Küreselleşme ve Uluslararası İlişkilerin Geleceği”, Uluslararası
İlişkiler, Cilt: 1, No: 3,Güz 2004.

Koçer, Gökhan, “Soğuk Savaş Sonrasında Uluslararası Güvenlik Ortamı ve
Türkiye’nin Ulusal Güvenliği”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Genelkurmay ATASE veGenelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, Yıl: 3, Sayı: 5, Ankara, Temmuz 2005.

Kofi Annan, “A more Secure World: Our Share Responsibility”, secureworld/report2.pdf>, 2004, (20 Ekim 2009).

Kuloğlu, Armağan, “Soğuk Savaş Sonrası Bozulan Dengeler, Irak Krizi ve Bölgesel istikrar Arayısı”, Stratejik Analiz; Azerbaycan’da Devlet Başkanlığı Seçimi, ASAM, Cilt: 4, No: 44, Aralık 2003.

Laçiner, Ömer, “Ordular: İlk hedefiniz piyasa mı oluyor?” Birikim, No:173, Eylül 2003.

Moran, Theodore, “International Economics and National Security”, Foreign Affairs, Cilt 69, No: 5, Winter 1990 – 1991.

Morgenthau, Hans, Uluslararası Politika, Cilt: I, Çev: Baskın Oran, Ünsal Oskay, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, Ankara, 1970.

Paker Balta, Evren, Küresel Güvenlik Kompleksi/Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012.

Rosenau, James N., Turbulance in World Politics: A Theory of Change and
Continuity, Princeton, Princeton University Press, 1990.

Rubinstein, Alvin Z., “New World Order or HollowVictory”, Foreign Affairs, Cilt: 74, No: 4, Fall 1991.

Slaughter, Anne-Marie, “The Real World Order”, Globalization and the Challenges of a New Century, Ed. Patrick Q’meara, Howard D. Mehlinger, Matthew Krain, Indiana, Indiana University Press, 2000.

Tanrısever, Oktay F., “Güvenlik”, içinde Devlet ve Ötesi, der. Atilla Eralp, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.

Ülman, Haluk, “Dünya Nereye Gidiyor”, Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, 3. bs., Ed. Sabahattin Şen, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, 1994.


DİPNOTLAR;

1 Brauch Hans Günter, “Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre
   Kavramsal Dörtlüsü”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 5, Sayı 18,(Yaz 2008)
2 Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998, s.97.
3 Tanrısever, Oktay F., “Güvenlik”, içinde Devlet ve Ötesi, der. Atilla Eralp, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s.108.
4 Buzan, Barry, “ People, States and Fear”, Harvester Wheatsheaf, London, 1983, s.491.
5 Buzan, Barry, Ole Waever, Jaap de Wilde, “ Security: A New Framework for Analysis”, Lynne Rienner Publishers, 1998, s.21.
6 09 Aralık 1983 tarih ve 2945 sayılı “Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel SekreterliğiKanunu” Md. 1.
7 Koçer, Gökhan, “Soğuk Savaş Sonrasında Uluslararası Güvenlik Ortamı ve Türkiye’nin Ulusal Güvenliği”,
   Stratejik Araştırmalar Dergisi, Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları, Yıl: 3,
   Sayı: 5, Ankara, Temmuz 2005, s.289.
8 Bahgat Korany, Paul Noble and Rex Brynen , The Many Faces of National Security In Arap World, New York:
   St Martin’s Press, 1993, s.2.
9 Dedeoglu, Beril, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları, İstanbul, 2003, s.28.
10 Morgenthau, Hans, Uluslararası Politika, Cilt: I, Çev: Baskın Oran, Ünsal Oskay, Türk Siyasi İlimler Derneği
    Yayınları, Ankara, 1970, s.527
11 Annan, Kofi, “A more Secure World: Our Share Responsibility”,
    secureworld/report2.pdf>, 2004, (20 Ekim 2009).
12 Erdoğdu, Hikmet, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı, İstanbul, IQ Kültür ve Sanat
    Yayıncılık, 2004, s. 69.
13 Ülman, Haluk, “Dünya Nereye Gidiyor”, Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, 3. bs., Ed. Sabahattin Şen, İstanbul,
     Bağlam Yayıncılık, 1994, s. 31.
14 Moran, Theodore, “International Economics and National Security”, Foreign Affairs, Cilt 69, No: 5, Winter
    1990 – 1991, s.90.
15 Slaughter, Anne-Marie, “The Real World Order”, Globalization and the Challenges of a New Century, Ed.
    Patrick Q’meara, Howard D. Mehlinger, Matthew Krain, Indiana, Indiana University Press, 2000, s. 112.
16 Rubinstein, Alvin Z., “New World Order or HollowVictory”, Foreign Affairs, Cilt: 74, No: 4, Fall 1991, s.54.
17 Rosenau, James N., Turbulance in World Politics: A Theory of Change and Continuity, Princeton, Princeton
    University Press, 1990, s. 9-10.
18 Koçer, Gökhan, “Küreselleşme ve Uluslararası İlişkilerin Geleceği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, No: 3,Güz
    2004, s. 110.
19 Koçer, Gökhan, a.g.e., s. 110.
20 Gürlesel, Can Fuat ve Demir, M. Faruk, Dünyada Çok Taraflı Denge ve Türkiye İçin Yakın Gelecek, İstanbul,
    İstanbul Ticaret Odası, 2002, s.12.
21 Paker Balta Evren, Küresel Güvenlik Kompleksi/Uluslararası Siyaset ve Güvenlik, İletişim Yayınları,
    İstanbul, 2012,s. 91.
22 Laçiner, Ömer, “Ordular: İlk hedefiniz piyasa mı oluyor?” Birikim, No:173, Eylül 2003, s.7-12.
23 Kuloğlu, Armağan, “Soğuk Savaş Sonrası Bozulan Dengeler, Irak Krizi ve Bölgesel istikrar Arayışı”, Stratejik
    Analiz; Azerbaycan’da Devlet Başkanlığı Seçimi, ASAM, Cilt: 4, No: 44, Aralık 2003, s. 44.


***

16 Mayıs 2020 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK - GÜVENLİK İKİLEMİ.

ÖZGÜRLÜK-GÜVENLİK İKİLEMİ


Sevtap Yokuş** 
* Bu metnin sunum olarak hazırlanmasında büyük ölçüde yazarın “Hak ve Özgürlüklerin Kötüye Kullanımı” adlı kitabından yararlanılmıştır. 
** Prof. Dr., Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. 


ÖZET

Özgürlük- güvenlik ikilemi tartışması, tebliğ içeriğinde geniş anlamıyla ele alınmakta; demokrasi-hak ve özgürlükler-hukuk ile güvenlik dengesi şeklinde genişlemektedir. Öncelikle günümüzde bu tartışmanın değeri ve yaşamsal önemi vurgulanmaktadır. Buna göre; güvenlik konusunun ulusal düzeyde olduğu gibi uluslararası düzeyde de hukuk ve insan hakları standartlarının geliştirilmesi sorunuyla birlikte ele alınması zorunludur.

Demokratik hukuk düzenlerinde, özgürlük kural, güvenlik önlemleri istisna olmalıdır.
Dünyada son gelişen olaylar karşısında, bu ilkenin hatırlatılmasında ve öne alınmasında yarar vardır. Bu anlamda ilkelerin ve istisnaların gözden uzak tutulmaması; özgürlükleri sınırlayacak önlemlerin istisnai olarak ve ulusal-ulusal üstü boyutlarda hukuksal denetim altında kullanılması zorunludur. Günümüzde demokratik düzenlerin özünü oluşturan özgürlükler, ancak ulusal ve uluslararası barış ortamının sağlanması şartıyla gelişebilecektir.

  Hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi noktasındaki asıl sorun ise, özgürlük ve güvenlik ikilemidir Demokrasi-Güvenlik ilişkisi bağlamında hak ve özgürlükler temelli demokratik devlet içeriğinin belirlenmesi önemlidir. Demokrasinin dayandığı temel değerlerden biri de, barışçı toplumsal birlikteliktir. Demokrasi kural olarak, insan haklarından çok insan haklarının kamusal alandaki uzantısı olan siyasal haklarla ilgilenmektedir. Demokratik düşünce ise, devlet gücünün, bireyin hak ve özgürlüklerine karşı kötüye kullanılmaması için güven yollarını aramıştır. Bu çerçevede, güvenlik yönünde önlemler, toplumsal düzeni ifade eden hukukun ve birey özgürlüklerinin korunması temel amacına yönelmelidir.
Hak ve özgürlüklere dayalı demokratik rejimin korunması, ülkelerin kendi içlerindeki demokratik kurumların güçlendirilmesine bağlıdır. Demokratik rejim; kendini yok etmeye yönelik tehlikeler karşısında güvenlik gerekçesiyle sadece, özgürlükleri sınırlama türünden önlemler alma yerine, demokratik süreci koruyacak, güçlendirecek, öz güveni geliştirecek olanakları da yaratmak durumundadır. Böylece kaba güvenlik önlemlerinin ötesinde kalıcı ve
sağlıklı toplumsal düzenin oluşturulması olanaklı olabilecektir. Bu temelde küresel düzeyde demokrasi yaklaşımı, uluslararası düzeyde de birey özgürlüklerinin korunduğu demokratik düzenleri ve hukuku egemen kılabilecektir.

GİRİŞ

2000’li yılların başları, özgürlük-güvenlik ikilemi bakımından bir tür dönüm noktası olmuştur. Özellikle bu tarihlerden itibaren giderek güvenlik uğruna feda edilen hak ve özgürlük alanlarıyla karşılaşıldı. 11 Eylül’den itibaren yaşanan süreç, güvenliğin esas alındığı döneme karşılık gelmektedir. Bu dönemde Batı Demokrasilerinin yaklaşım tarzı aynı zamanda, demokratik hukuk devleti anlamında hak ve özgürlükleri güvenceleyen hukuk alanının daralmasını ifade etmektedir. Özellikle 1990’lardan itibaren ulusal ve uluslararası düzeyde yükselişini hızlandıran İnsan Hakları Doktrini açısından tam bir geri gidiş
yaşanmaktadır.

Uluslararası alanda güvenlik konusunun yine uluslararası - ulusal üstü hukuk ve insan hakları standartlarının geliştirilmesi sorunuyla birlikte ele alınması zorunludur. Bu, aynı zamanda Uluslararası Hukukun gereği olmalıdır. Aksi halde uluslararası güvenlik, hukukun asıl kılınamadığı bir işleyişe ve devletlerin egemenlik yetkilerinin inisiyatifi ölçülerine indirgenmiş olmaktadır. Uluslararası alanda tüm boyutlarıyla hukukun ve birey özgürlüklerine saygının hakim kılınması, yaşanabilir bir evren için olmazsa olmazdır.

Günümüzde devletlerin egemenlik anlayışı dönüşmüş, klasik yaklaşım aşınmıştır. Devletin ulusal egemenliği hukuk devleti ilkesi ile bağımsızlık ve eşitlik temelinde beliren uluslararası egemenliği ise, uluslararası hukuk ve insan hakları standartları ile sınırlanmıştır. 

Bu dönüşümün güvenlik nedenleriyle gerilemesi düşünülemez. Olması gereken, bu dönüşümün pekiştirilmesiyle ve hukuk-insan hakları standartlarının esas alınmasıyla birlikte güvenliğin sağlanabilmesidir. Güvenlik yönünde önlemlerin temel amacı, toplumsal düzeni ifade eden hukukun ve birey özgürlüklerinin korunmasına hizmet etmek olmalıdır. Buradan hareketle, demokratik devletlerin ulusal düzeyde ulaşmayı ve geliştirmeyi hedefledikleri birey hak ve özgürlüklerini temel alan demokrasi ilkelerinin; küresel düzeyde de geliştirilmesi ve hukuk
yoluyla sağlanması yaşamsal kabul edilmelidir.

DEMOKRATİK DEVLET ANLAYIŞI

Demokrasinin günümüzdeki anlamı, iktidarın sınırlandırılmasıdır. Bu bakış açısı, devletin halktan aldığı iktidar yetkisini halka dönük olarak kullanmasının ötesinde olup, aynı zamanda demokrasinin geniş tanımına karşılık gelmektedir. Demokrasinin dar tanımı ise, siyasi iktidarın serbest seçimler yoluyla oluşması ve muhalefetin iktidara gelme olanaklarının korunmasıdır. Ancak, demokrasi düşüncesini tamamlayan liberal bakış, demokrasinin alt yapısı olarak özgürlükleri görür. Bugün artık özgürlüklerin olmadığı alanlar demokratik
sayılmamaktadır. İktidarın sınırlı oluşundan da, devletin özgürlükler lehine sınırlılığı anlaşılır.

Ulusal üstü düzeyde demokrasinin insan hakları belgeleri yoluyla gelişimi, içeride olduğu gibi devletlerin egemenlik anlayışındaki dönüşümle sağlanmıştır. Nasıl ki, iç egemenlik boyutu, hak ve özgürlükler düşüncesi ve hukuk devleti ilkesi ile sınırlı ise, dış egemenlik de uluslararası hukuk ve insan hakları standartları ile sınırlandırılmış, dönüşüme uğramıştır.

Erkler ayrılığı da siyasi iktidarı sınırlayan diğer bir unsurdur. Demokratik düşünce, ifadesini siyasal oluşumlarda bulmuştur. Bu düşünce aynı zamanda, devlet gücünün, bireyin hak ve özgürlüklerine karşı kötüye kullanılmaması için güven yollarını aramıştır. Bu çabalar, her şeyden önce güçler ayrılığı sistemi üzerinde toplanmaktadır 1. 

Güçlerin paylaşılması, iktidarın sınırlandırılması ana hedefine yönelir. Böylece güç, gücü durdurabilecektir. Demokraside güçler ayrılığı; aynı zamanda çeşitli siyasal mücadele yolları arasındaki uygun mesafenin varlığı ile birlikte düşünülmektedir. Yine demokraside hukuk ve yargının etkileme gücünün
arttığı göz ardı edilmeyecektir. İktidar kavramının geniş tanımında, çok sayıda iktidarın varlığı görülmektedir. Toplumdaki karmaşık ilişkilerin kavranmasında da bu gerçeğin göz önünde bulundurulması gerekmektedir 2. 
Dolayısıyla, toplumsal ve siyasal güç dengeleri ile hukuka etkileri, demokrasinin gelişimini olumlu ya da olumsuz etkileyebilir.
Sağlıklı bir demokrasi için siyasal katılım olanaklarını yaratan ve iktidarı sınırlayan diğer bir yol da dikey erkler ayrılığıdır. Bu yol aynı zamanda, demokrasinin farklılıkları barışçıl biçimde bir arada tutan özelliğiyle bağdaşır. Demokrasi farklılıklara dayalıdır. Bu yaklaşım, ağır ağır ve büyük zorluklarla olgunlaşabilmiş tir. Bu doğrultudaki kazanımların kavranması da yine kazanımların ortaya çıkışından sonra gerçekleşebilmiştir 3. 
Demokrasinin farklılıklar üzerine kurulu olması, kimseye belirli bir dünya görüşünü dayatmaması anlamına gelmektedir. Demokrasi, herkesin kendi yaşamına dair tercihleriyle birlikte yaşayabilmesinin olanaklarını sağlamakla yetinir. 
Demokrasinin dayandığı iki temel değerden ilki, farklı yaşam anlayışlarının meşru olduğunun kabulüdür. 
Bireyin kendi yaşamını kendisinin belirleyebilmesi insan haklarının tanınmasını gerektirir. ikincisi de, barış içinde toplumsal birlikteliktir. Bunun gerçekleşmesi de farklılıkların ön kabulü ile olanaklıdır. Ortak siyasal geleceğin belirlenmesi ise, ancak siyasal haklar yoluyla olabilmektedir 4. Demokrasi alanında yaklaşık son elli yılda yaşanan gelişmeler, bu gün de en fazla tartışılan, farklılıklar ve tanıma
politikaları konularında yaşanmıştır. Genel olarak, etnik, dinsel farklılıkların görmezden gelinmesinden, kimlik politikalarına ve farklılık ya da tanıma politikalarına doğru bir gelişme yaşanmıştır. Farklılıkların yok sayılmasından, farkı aşırı vurgulamaya, farklılık üzerine politika yapmaya varan bir döneme varılmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde ise, bu iki eğilimin de sakıncaları göz önünde tutularak; farklılıkları sabitlemeden ya da farlılıkları yok saymadan üçüncü bir seçenek arayışı doğmuştur. Bugün birçok ülke, bu konudaki sorunları
aşmanın yolu olarak çok kültürcü politikaları izlemektedir 5.

Demokrasi düşüncesinin evriminde, siyasal özgürlükler; asıl olarak bireylerin seçme haklarını korurken, zamanla diğer özgürlüklerle de tamamlanmıştır. Sonradan eklenen özgürlükler, siyasal özgürlüğün sürdürülebileceği koşulları da güçlendirmişlerdir. Bireysel özgürlük alanı, bireyin baskıya uğramadan kendi kendine seçme olanağıdır. Ancak seçme özgürlüğü tek başına yeterli olmamaktadır. Çünkü seçme özgürlüğü sadece bireyi alternatif etkinlik
yollarıyla baş başa bırakmaktadır. Bu özgürlük, ilişkilere dayanır ve bir arada olması gereken kişiler arasında varlık gösterir. Özgürlük düşüncesi ile ilgili olarak liberalizm, insanlar tarafından yönetimle, yasalar tarafından yönetim arasında dengenin kurulmasında ve bunun kurumsallaşmasında bir yol bulunmasını sağlamıştır. 
Liberaller; Yasa yapımı alanın daha üstün bir yasayla (temel hak alanının dokunulmazlığı) sınırlandığını savunarak, bireylerin özgürlüklerinin bütününe temel oluşturan temel haklara dokunmanın engellenmesini hedeflemişlerdir.    Bunun yanı sıra, liberal anayasal görüş çerçevesinde, hukukun üstünlüğü nü korumaya çabalamışlardır 6.

Demokrasi savunucularına göre; demokrasinin kurulabilmesi için; siyasal toplum, sivil toplum ve devletin birbirinden ayrılması gerekir. Devletle siyasal toplum birbirine karıştırıldığında, siyasal çıkarların çokluğu karşısında; bu çıkarların temsili olanaksızlaşır.

Siyasal toplum ile sivil toplumun karıştırılması; toplumun yönetilmesinde birliğin sağlanması sorumluluğunu sadece devlete bırakacağından, demokrasi dışlanmış olacaktır. Demokrasi aynı zamanda, siyasal toplumun özerkliği ve devletle sivil toplum arasındaki aracılık rolüyle tanımlanır. Siyasal toplumun önde gelen kurumu olan parlamentonun görevi, yasaları halkın çıkarlarına uyacak biçimde belirlemek ve geliştirmek olmalıdır. Bu tür özellikleriyle demokrasi, içerdiği özgürlük alanıyla ulusal egemenliğe dayanır ve ancak bu şekilde toplumla
devlet arasında kalıcı bir aracılık kurumu olabilir 7.

Aynı zamanda temsil olanağını sağlayan siyasal toplumun, temel haklarla ilgili yanlışlar yapma olasılığı vardır. Bu tür yanlışların göze alınamaması, demokraside, temsilcilerin üstün bilgi ve erdeme sahip, koruyucu nitelikte kişilerden oluşturulması eğilimini ortaya çıkarabilir.

Bununla birlikte, en iyi siyasal toplum, üyelerinin bireysel ve kolektif olarak ahlaki tercihlerle karşılaştığı ve bu sayede sorumluluk kazandığı toplumdur. Bunun için siyasal toplum üyelerinin bağımsız davranma olanaklarının olması gerekir. Bu olanakla, bireysel ve kolektif doğru seçimi yapabileceklerdir. Aynı durum sivil toplum için de geçerlidir. Sivil toplum, özgür ve bağımsız davranma olanağına sahip olduğu ölçüde sorumluluk duygusu gelişecek ve doğru davranma tercihini yapabilecektir 8. 

Belirtilen tercih alanı aynı zamanda, bireyin özgürlük alanı kapsamındadır. Bu yaklaşım büyük oranda demokratik liberal özgürlük anlayışını yansıtmaktadır.

Sonuç olarak, demokrasinin ne olduğu konusunda kesin tanımlar vermek oldukça güçtür.

Gelişmiş demokrasilerle, gelişmekte olan demokrasiler dikkate alındığında belirtilen güçlük açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde demokrasi standartları yüksek gözükmektedir. Demokrasinin istikrarlı ve etkin olmadığı sistemlerde yalnızca siyasal sürecin nasıl işlediğine bakılarak dar anlamda demokratik nitelik taşıdığı söylenmektedir. Burada temel alınan veriler; serbest seçim, çok partili sistem ve temsili hükümet biçimidir. 

Siyasal özgürlükleri, kişi güvenliğini ve adaleti sağlayan bir anayasal hükümetin varlığı, genel anlamda demokrasinin göstergesi olarak kabul edilmektedir 9.

ÖZGÜRLÜKLERİN ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK ALEYHİNE KULLANILMASI

Hukuksal güvenliğin ve özgürlüklerin tehdit edilmesi hatta ortadan kaldırılması, totaliter sistemlerin ortaya çıkışından itibaren, demokratik toplumların karşı karşıya kaldığı son derece ciddi bir problem olmuştur. Özgürlüklerin kullanımı yoluyla, liberal demokrasinin temel prensiplerinin kabulünü reddeden şartların ortaya çıkması halinde ne yapılabileceği sorusu yanıtlanamamaktadır. Birinci Dünya Savaşından sonra artan ve son yıllarda yoğunlukla tartışılan bu yönlü problemler yaşamsal bir ikileme neden olmaktadır. Liberal demokrasi, özgürlük ilkeleri üzerine kurulmuştur, demokratik özgürlükler toplumun bütün bireylerine
yayılacak tarzda genişletilmelidir. 
Ancak, totaliter ideolojiye bağlı olanlar, özgürlüklerini bütün özgürlüğü bozmak yönündeki nihai amaç için kullanabilecekler midir? 
Devleti, ezeli düşmanlarından, bazı temel özgürlüklerin kullanılmasını esirgediği için haklı bulma olanaklı olabilir mi? Özgürlük ilkelerinin, “özgürlüğü yok etme özgürlüğü” nü içermesi gerekir mi?

Bu sorular çeşitli görüşler doğrultusunda farklı farklı yanıtlanmaktadır 10.
Siyasal liberal geleneğin mensuplarına göre, neden ne olursa olsun özgürlüklerin kullanımının engellenmesi, özgürlükçü demokrasinin kendisinin de ortadan kalkması tehlikesini doğuracaktır. Bu görüşü savunanların ısrarla üzerinde durdukları özgürlük düşünce özgürlüğü olup; düşüncelerin zararlı ve tehlikeli olduğu gerekçelerine dayanılsa dahi sınırlanma maları gerekir. Bu yola sapıldığı anda, düşünce özgürlüğünü sınırlayan devlet; özgürlükçü düzenin temelini sarsmış, hatta bu durumun devamı halinde bütün düzenin çöküşü sonunu hazırlamış olacaktır. Zararlı ve tehlikeli sayılan düşüncelerle mücadelenin en kesin yolu, açık ve serbest tartışma rejiminde bulunmaktadır. Zararlı ve tehlikeli düşünceler, kamuoyu önünde tartışılarak çürütüldükleri ölçüde tehlike olmaktan çıkarlar. 
 İfade özgürlüğü, her şeyden önce demokratik rejimin sağlığı bakımından gereklidir 11. Bu görüş, şu gerekçelere dayandırmaktadır: İfade özgürlüğünün, tanınması gereken kesime dokunmadan, sadece özgürlükleri yok etmekten yana olanları kapsayıcı düzenlemelerin yapılması olanaksızdır.

Sonuçta, yasaklayıcı düzenlemeler herkese uygulanacaktır. Bununla birlikte, yasaklanmak istenen görüşlerin açıklanmasına izin verilmesi yararlı da olabilecektir. Aksi halde, söz konusu görüşlerin savunucuları illegal oluşumlar yoluyla toplum için çok daha büyük bir tehlikeye dönüşebileceğidir. 
Ayrıca, düzene yönelik eleştiriler ve suçlamalar öğrenildiği takdirde, bunların halktan destek görmesi yerine, yönetenlerce, eleştirilerin ve suçlamaların  haksızlığının açıklanması fırsatı doğacaktır 12. 

Bu görüşü savunanlara göre, demokrasi ikna rejimidir ve yöneltilen eleştirilerle suçlamalar ne derece yıkıcı olursa olsun demokrasiye ait yöntemlerle karşılanmalıdır 13. 

Dolayısıyla, güvenliği tehdit ettiği gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması bizatihi güvenlik açısından bir tehdit oluşturacağından,
demokrasilerde ifade özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır.

Özgürlükleri yok etmek isteyenlerin özgürlüklerden yararlanamayacağı görüşünü savunanlara göre ise; özgürlük düşmanlarına özgürlükleri tanımak, özgürlüklerin ortadan kaldırılması ihtimalini kabullenmek demektir. Çünkü özgürlükleri yok etmek amacını taşıyanlar, kendilerine tanınan özgürlükler yoluyla ilk fırsatta özgürlükçü düzeni yok edeceklerdir. Bu gerekçeyle, demokratik rejim, varlığına yönelik tehlikeler karşısında kendini korumak zorundadır. Dolaysıyla demokratik yönetimler, anti-demokratik örgütlere ve partilere karşı korunmak için gerekli önlemleri alabilirler. Totaliter bir anlayış bir kez iktidara geldi mi artık  demokratik  olanaklarla gönderilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu doğrultuda liberal demokrasinin, özgürlükçü anlayış adına kendi yıkılışına seyirci kalması söz konusu olabilecektir 14. 

Bu düşünce aynı zamanda, “militan demokrasi” olarak adlandırılmaktadır.
Bu tartışmalarla birlikte, demokratik rejimin korunmasının, aynı zamanda ülkelerin kendi içlerindeki demokratik kurumların güçlendirilmesine de bağlı olduğu fikri, farklı görüşlerin ortak kabulüdür. Demokratik kurumlar ve demokratik kontroller, otorite üzerinde de denetimi sağlayacağından sağlıklı bir demokratik yaşamı oluşturmaya yardımcı olacaklardır.

Demokratik rejim; kendini yok etmeye yönelik tehlikeler karşısında sadece, özgürlükleri sınırlama türünden önlemler alma yerine, demokratik süreci koruyacak, güçlendirecek, öz güveni geliştirecek olanakları da yaratmak durumundadır 15. Yani, demokratik rejimin ya da özgürlükçü düzenin kendisini koruması gereksinimi, özgürlükçü demokrasi taraftarlarının büyük çoğunluğunca savunulmakla birlikte, hiçbir şeyin, kendi düşüncesine aykırı olan her düşüncenin demokrasi için tehlike görülmesi kadar da sakıncalı olmadığı da yine demokratik rejim taraftarlarınca savunulan ortak düşünceler arasındadır. 

Demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturmadığı sürece, Anti-Demokratik düşünceye de yaşama şansı verilmelidir. 

Bu yaklaşım tarzı, demokrasiye olan güveni artıracaktır. Demokratik olmayan düşünceler, demokrasi potasında eritilebilecek tir 16.

Siyasal kontrol mekanizmalarının ötesinde, eğitimin yükselmesi, ekonomik güvenliğin artması, dolayısıyla yaşam standartlarının ve kültür düzeyinin gelişmesinin demokratik özgürlüğe güç kazandırdığı gözlenmektedir. Örneğin Amerika’da; eğitimin, kültürün ve refah düzeyinin yükselmesi oranında ırk azınlıklarına karşı gösterilen hoşgörünün de geliştiği değerlendirmesi yapılmaktadır. Yine araştırmalar genel olarak işsizlerin azınlıklara karşı, iş
sahibi olanlardan daha az hoşgörülü olduklarını göstermektedir 17. Siyasal gelişmelerin temel amacı, demokrasinin kurulmasıdır. Demokrasinin kurulması da ekonomik kalkınma ve kültürel değişime bağlıdır. Demokrasinin gelişimini sağlayacak toplumsal koşulların oluşturulmasıyla, demokrasi kültürünün yerleşmesinin sağlanması yöntemiyle, geleneksel toplumların da, zamanla modern toplumlarla aynı noktaya geleceği kabul edilmektedir.

Sanayileşme ve teknolojik ilerlemelerin, insanı daha özgür kıldığı düşüncesinin, artan ulusal gelirin adil dağılımı ile birlikte; bireysel özgürlük kuramı üzerine kurulu olan ve ifade - örgütlenme özgürlükleri ile tanımlanan çoğulcu egemenliğe dayanan liberal demokratik düzen, geleneksel toplumlarca da benimsenebilecek tir 18.

ULUSAL DÜZEYDE HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLAMA NEDENİ OLARAK MİLLİ GÜVENLİK.,


Milli güvenliği bozucu tehlikeler zamana göre değişen bir nitelik taşımaktadır. Örneğin belli bir dönemde milli güvenliği ilgilendiren olay ya da olaylar, başka bir dönemde sadece kamu düzenini ihlal eder nitelikte ortaya çıkabilir. Milli güvenliği bozan tehlikeler, devletin bağımsızlığına ve milli egemenliğe yönelik olabilir. Bu tehlikeler doğrudan devletin varlığına ilişkindir. Bu niteliği taşımayan ama milli güvenliği bozan diğer bir tehlike örneği de savaşı gerektiren nedenlerdir. Kısaca milli güvenlik, bir devletin iç ve dış güvenliğine yönelik bir
tehlikenin ortaya çıkışı ile ihlal edilmiş kabul edilebilir. Ancak ortaya çıkan her durumda milli güvenliğin ihlal edilebilmesi için, yönelen tehlikenin “ gerçek ve yakın bir tehlike” olması şartı aranır. Tehlike, bir ülke için doğrudan doğruya ve hemen giderilmesi olanaklı olmayan belli bir zarar doğuracak nitelikte olmalıdır. Bu koşul aynı zamanda; yönetimin keyfi olarak herhangi bir tehlikeyi, milli güvenliği ilgilendirdiği gerekçesiyle özgürlükler aleyhine kullanılmasını ve buna dayanarak olağanüstü önlemler almasını önlemektedir 19. 

Bununla birlikte, demokratik anlayış çerçevesinde, milli güvenlik kavramına herhangi bir ideolojik içerik yüklemek olanağı yoktur. Milli güvenlik herhangi bir ideolojinin korunması anlamında kullanılamaz. Milli güvenlik ülkenin iç ve dış saldırılara karşı, yıkıcı eylemlere karşı korunmasından ibaret bir anlam taşımaktadır 20.

Bir toplumda, hak ve özgürlüklere sadece devletten değil, bireylerden ve gruplardan da saldırılar gelebilir. Anayasanın tanıdığı özgürlüklerin arkasına gizlenerek özgürlükçü düzeni ortadan kaldırma amaçlı eylemlere yönelik önlemlerin, yani hak ve özgürlüklerin kötüye kullanıldığı durumlarda da alınan önlemlerin kaynağı milli güvenlik olabilir. Milli güvenlik amacıyla getirilen sınırlamalar her zaman özgürlükleri kısıtlamaktadır. Ancak öyle durumlar olabilir ki, bireyler var olan özgürlüklerini içinde bulunulan olağanüstü ortam nedeniyle kullanamayabilirler; bunun karşısında alınan önlemler, özgürlüklerin kullanılamaması sonucunu doğuran nedenleri ortadan kaldırma amacını taşıyabilir 21.

Milli güvenlik kriteri, teknik bir kavrama dönüşmüş olup, yerleşik bir sınırlama nedeni olarak hak ve özgürlüklerin güvenlik gerekçesiyle sınırlanmasında kullanılmaktadır. 

Milli güvenlik kamu düzeninin bir ögesi olan kamu güvenliğinden ve kamu düzeninden farklı bir kavramdır.

İç güvenliği ilgilendiren bir olumsuzluğun kamu düzenini de bozduğu belirtilebilir. Bununla birlikte, kamu düzenini bozan iç güvenliğe ilişkin her olayın milli güvenliği bozduğu söylenemez. Ayrıca milli güvenlikle ilgili faaliyetler, kolluk faaliyetleri olarak belirlenememektedir. Kamu düzeni, bir ülkede yaşayan halkın günlük yaşantısının güvenlik, sağlık, dirlik ve esenlik içinde sürdürülmesi için alınan önlemler ile bu doğrultuda gerekli koşulların sağlanması olarak tanımlanan bir kavram iken; milli güvenlik; siyasi, ekonomik ve hukuksal yönleri olan ülkenin yerleşmiş düzeninin sürekliliğini sağlayan üst düzeyde önlemleri içeren bir kavramdır. Kamu düzenini bozan faaliyetler genellikle süreklilik
göstermediği halde; milli güvenliği bozan faaliyetler uzun süreli, içten ve dıştan gelebilen sürekli eylemler olarak kendisini göstermektedir. Ülkenin belli bir bölgesinde kamu düzeninin bozulması durumunda milli güvenlik nedenine dayanılamaz. Milli güvenlik nedenine dayanılabilmesi için tehlikenin ülkenin geneline yayılması gerekmektedir. Kamu düzeninin devletin işleyişine hakim olan ilkelerle birlikte bireylere uygulanan ve uyulması zorunlu olan kurallar bütününü anlatmasına karşın; milli güvenlik, devletin varlığını, ulusun yaşamını ve anayasal düzeyde siyasal yapıyı ilgilendirir. Bu nedenle milli güvenliği ihlal eden faaliyetlerin önlenmesinin; kamu düzenini sağlamada yeterli olan olağan hukuk rejiminin öngördüğü kurallarla sağlanamadığı hallerde de olağanüstü hukuk rejimleri uygulanır 22.

Milli güvenliğe ilişkin tehdit ve tehlikeler ile milli güvenliğin sağlanması gereğinin ortaya çıkışı genellikle olağanüstü dönemlerde olmaktadır. Dolayısıyla milli güvenliğin korunması gerekçesi ile özgürlüklerin yeniden düzenlenmesi daha çok olağanüstü rejim çerçevesinde olanaklı olacaktır. Ancak olağan zamanlarda da milli güvenliğe zarar verici nedenlerin ortaya çıkması ve bunun karşılığında milli güvenliğin korunması zorunluluğunun doğması olasılığı vardır. Örneğin, olağan zamanlarda basın özgürlüğüne ve bilgilenme hakkına, milli güvenlik
gerekçesi ile konulan sınırlar en çok rastlanan örneği oluşturmaktadır 23.
Devletler zaman zaman olağanüstü yönetim uygulamak zorunda kalabilirler. Ancak bu yönetim usulünün de hukuk kapsamında kalması gereği vurgulanmalıdır. Olağanüstü yönetim uygulamasının hukuk kapsamında kalmasını sağlayan koşullar ise; uygulamanın kısmi, geçici, ölçülü ve her aşamada yargı denetimine bağlı olması şeklinde belirlenebilir. Kısmi oluş,
olağanüstü hal nedenlerinin ortaya çıktığı alanla sınırlı uygulamayı; geçicilik ise, olağanüstü hale neden olan zamanla sınırlılığa karşılık gelir. Ölçülük ilkesi; elverişlilik, zorunluluk ve orantılılık alt unsurlarını içerir 24. Olağanüstü hal uygulamasının her aşamada yargı denetimine tabi tutulması, uygulamaların aynı zamanda hukuk kalıbında tutulmasının yegane yollarındandır.

DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK-HUKUK VE GÜVENLİK İLİŞKİSİ

Demokratik düzende özgürlüklerin korunması ile sağlanan özgürlük ortamında ortaya çıkabilecek olan şiddete yönelik alınacak önlemler arasındaki hassas denge konuları son derece yaşamsal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle çağımızda bütün dünyayı etkiler düzeydeki terör olayları ve güvenlik kaygısı bu sorunu da yoğunlaşarak artan güncel tartışma konusu haline getirmiştir.

Demokratik düzende özgürlüğün kural, güvenlik önlemlerinin istisna olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Demokratik toplumlar tehditler altında kalabilirler ve kendilerini korumak zorunluluğu doğabilir. Ancak demokrasiyi savunurken alınacak güvenlik önlemleri gerekli olduğu gibi, demokrasiyi ortadan kaldırmaya da neden olabilir. Dünyada son gelişen olaylarla birlikte, bütün bunların tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda ilkelerin ve istisnaların gözden uzak tutulmaması; özgürlükleri sınırlayacak önlemlerin istisnai olarak ve yargısal kontrol altında kullanılması zorunludur. Demokratik düzende, terörizmle  mücadelenin kurumsallaşması vatandaşların uyanıklığına ve kişisel sorumluluğuna da bağlıdır. Özgürlükler ancak barış ortamının sağlanması şartıyla gelişebilecektir. İnsan haklarının merkezindeki sorun ise, özgürlük ve güvenlik dengesi noktasındadır 25.

Dünyadaki bütün rejimler, düzensizliği ve şiddeti önlemeyi amaçlarlar ve kendi varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Yaygın şiddet, genel olarak demokratik sürecin başarısızlığının bir belirtisi olarak görülmektedir. Demokratik düzenin çöküşü, siyaset yapımcılarının azınlıkların uzlaşmaz tutumlarının sonucu olarak algılanabilir. Ancak, yarışmacı ve özgür demokratik sistemler olarak kalabilen demokrasiler, özgürlükleri sınırlandıran veya şiddetin egemen olduğu demokrasilerden daha başarılıdırlar. Demokrasi, anlaşmazlıkları şiddete başvurmadan, katılma ve sorunlara yanıt verebilme olanakları sunarak çözüme kavuşturabileceği esasına dayanan bir strateji olarak da tanımlanabilir. Şiddet ve zor kullanımının ortaya çıktığı ortamlarda demokrasi tehdit altındadır. Şiddet ortamı, aynı zamanda düzeni sağlayacak olanların, güvenliği sağlamadaki başarısızlığına ve vatandaşların otoriter alternatiflere olumlu bakmalarına yol açar 26.

Liberal demokrasinin yirminci yüzyıldaki büyük düşmanlarına karşı her zaman direndiğini belirten görüşe göre, bu sorunlardan birçoğu liberal demokrasinin siyasi teorisinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü liberal demokrasi zayıf bir demokrasi teorisidir. İçerdiği demokratik değerler seçmeye ve şarta bağlıdır ve sadece bireysel ve özel amaçların aracıdır. Bu temel üzerinde katılımın veya yurttaşlık erdeminin gelişimi olanaklı değildir.

Liberal demokrasi, kamusal adaleti güvence altına almaktan çok bireysel çıkarları gözetmekte, bireyleri verimli bir şekilde bir araya getirmekten çok onları güvenli bir şekilde birbirinden ayrı tutmaktadır. Sonuçta bireyin özel alanına, mülkiyetine çıkarlarına ve haklarına karşı her saldırıya şiddetle direnmekle birlikte; topluluğa, adalete ya da katılıma yönelik saldırılara karşı koymakta fazlaca etkili olamamaktadır. Bu yöndeki zayıflık bireye ilişkin savunmayı da zayıflatmaktadır. Çünkü bireyin özgürlüğü, bireyi aşan siyasi eylemliliğin bir sonucudur 27.

Güvenlik, özgür bir toplum için temel önemdedir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin kullanabilmeleri için güvenlik içinde olmaya gereksinimleri vardır. Ancak güvenlik, kendi başına bir değer değil, özgürlük değeri için araçsal niteliktedir. Bu bakımdan, güvenlik özgürlüğün ancak türevi olarak açıklanabilir. Özgürlük ve güvenlik birbirinin rakibi olmayıp birbirini tamamlar. Burada can alıcı nüans, özgürlük ve güvenliğin dengelenmesini esas almanın, bunları rakip olduğu düşüncesine götüreceği tehlikesidir. Bu nedenle güvenliği sağlama yükümlülüğü devleti sürekli özgürlükleri sınırlama gibi bir yola itebilir. 

Güvenlik uğruna özgürlükleri feda etme mazeretine dönüşür. Dolayısıyla, özgürlüğü güvenlik açısından değil, güvenliği özgürlük açısından değerlendirme esas alınmalıdır. Bundan kasıt, güvenliği önemsizleştirilmesi değil, özgürlüğe hizmet etmeyen güvenliğin değersizliği dir 28.

Günümüzde güvenlik kavramının anlamı değişmiştir. Güvenlik kavramı ülke toprağının dış saldırılara karşı güvenliği veya ulusal çıkarların dış politikada korunması ya da nükleer tehdide karşı küresel çapta güvenlik olarak uzun zaman dar anlamda yorumlanmıştır. Bugün ise insan güvenliği; açlık, hastalık ve baskı gibi tehditlerden korunma ile toplum içinde günlük hayat düzeninin ani ve zararlı bir şekilde kesilmesinden korunma olarak iki ayrı yönde düşünülmektedir. 1994 yılında Birleşmiş Milletler’ in yıllık yayını olan İnsani Gelişim Raporu’nda güvenlikle ilgili şu elementlerden söz edilmektedir: ekonomik güvenlik, gıda
güvenliği, tıbbi güvenlik, çevre güvenliği, kişisel güvenlik, toplum güvenliği, politik güvenlik. Böylece günümüzde, devletleri dış tehditlerden korumaya odaklanmış geleneksel güvenlik yaklaşımı aşılmış; toplumları, grupların ve bireylerin güvenliğine, askeri olmayan tehditle ilgili olarak insan güvenliğine ulaşılmıştır. Soğuk savaşın sona ermesinden itibaren insan güvenliğinde özne genişlemiş ve derinlik kazanmıştır 29.

Ayaklanmacı terörizm, niteliği gereği küçük bir grubun gizlilikle yürütebileceği bir faaliyet olduğu için, büyük ölçüde demokratik devletlerin sorunu olarak gözlenmektedir. Totaliter rejimlerde, yaşam tümüyle kontrol altında tutulduğu için, terörizm suçlarının işlenmesi de güçtür. Özgürlüklerin aynı zamanda terörist faaliyetlerin gerçekleşmesine olanak yaratan bir ortam sağladığı söylenebilir. Ancak, terörizmle mücadelede de insan haklarına saygı, kalıcı bir başarı için şarttır. Totaliter rejimler, terörizmi daha kolay bastırabildikleri halde, daha  büyük siyasal patlamaların olması olasılığı yüksektir 30. 
Zaten totaliter rejimlerle terör iç içe geçmiştir. 

Totaliterizm tanımlarında mutlaka teröre yer verilmektedir. 

Totaliterizm de terörün özellikle iki yönü vurgulanmaktadır. Birincisi, totaliter hareketin iktidara gelmeden önce, eski düzeni yıkmak için şiddetin gerekliliği; ikincisi de, iktidara geldikten sonra, direnişlerin ezilmesidir 31.

Demokrasi zemininde totalitarizme karşı durmak, hak ve özgürlükleri koruyarak onları feda etmeden güvenliği sağlayabilmek, terör karşısında demokrasiyi ve özgürlükleri garanti altına alabilmek güncel tartışma konuları arasındadır. Şiddet içeren her olayla birlikte bu tartışma konuları gündeme gelebilmektedir. Görünen o ki, bu konu bilinmeyen bir zamana kadar gündemde kalmayı sürdürecektir.
Gerçekten, bu yüzyılın en çetrefil sorunu, demokrasi düşmanlarına karşı demokrasiyi, demokratik yöntemlerle savunmak güçlüğü ve çerçevede güvenlik kaygıları olacaktır.
Demokratik sistemlerde demokrasinin içerdiği en zayıf nokta, koruduğu özgürlük ve hak eşitliğini, özgürlük ortamını ortadan kaldıracak hareketlerle paylaşıp, demokrasiyi bunların da hizmetine sunmak zorunda kalmasıdır. Ancak bunun tersi örnekler de yaşanmaktadır.
Örneğin, Avrupa Birliği’ nin Avusturya’da Jörg Haider ve partisine karşı giriştiği
mücadelede, demokrasiyi savunmak söz konusu olunca, demokrasilerin kimi kez pek de demokratik sayılmayacak önlemler alabileceği de görüldü. Böylece sözün eyleme dönüşmesi, fikrin suç haline gelmesi beklenmedi 32. 

Bununla birlikte kesin olan şu ki; özgürlüğün esas, güvenliğin ise bunu sağlamada bir araç olduğu perspektifinden sapılması, her zaman özgürlükler açısında tehlikeli sonuçlara götürebilecektir.

SONUÇ

Özgürlük-güvenlik ilişkisi üzerine düşünmek, tartışmak ve bakış açılarını netleştirerek benimsenmesi doğrultusunda çaba harcamak son derece önemli hale gelmiştir. Çünkü bu konulardaki karmaşa ve sapmalar insanlığın geleceği açısında büyük olumsuzluklara neden olabilecektir.

Burada altı çizilmesi gereken ne özgürlükten ne de güvenlikten vazgeçilebileceği gerçeğidir.
Güvenlikli bir ortam tek başına özgürlükleri sağlamada yeterli olmayacaktır. Ancak güvenlikli olmayan bir toplum özgür de kılamayacaktır. 

Çözüm yöntemleri, güvenliğin özgürlüğün dengesini sağladığı düşüncesinden çok, özgürlükleri kullanabilmek için alan açtığı düşüncesinin ön kabulü ile geliştirilmelidir.
Demokrasi düşüncesinin gelişimi, hukukun ulusal ve ulusal üstü düzeyde hakim kılınması ve özgürlüklerin asıl olduğu fikrinin benimsenmesi, güvenlik konusunda da doğru bir perspektifin oluşturulmasını sağlayacaktır. Demokrasi ve hukuk kalıbına oturtulmuş bir güvenlik anlayışı, özgürlükleri dengeleme çabasının ötesinde, özgürlüklerin gerçekleşebilmesinin zeminine dönüşecektir.

Devletlerin egemenlikleri kapsamında, güvenliğin, demokrasi ve özgürlüklerin korunarak hukuk çerçevesinde sağlanması; uluslararası güvenlikten daha kolay gibi gözükmektedir.
Bunun temelinde iç hukukun daha güçlü oluşunun payı büyüktür. Uluslararası güvenliğin de, demokrasi ve özgürlüklerden ödün vermeden sağlanmasının en iyi yolu, hukukun etkinliğinin ve demokrasinin global düzeyde geliştirilmesidir.


KAYNAKÇA

Akgüner, Tayfun, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, İÜSBF Yayınları, İstanbul 1983.

Ateş, Toktamış, Demokrasi ( Kavram. Tarihi Süreç. İlkeler ), 3. Baskı, Ümit Yayınları, Ankara 1994.

Barber, Benjamin R., Güçlü Demokrasi, Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset, Çev:Mehmet Beşikçi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995.

Başeren, Sertaç, “Terörizm ve İnsan Hakları”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni.

Çağlar, Bakır, “Politika ve Hukuk’ da “Neo-Liberalizm” – Bir Deneme-”, Yeni Türkiye, Y:5, S:25, Ocak-Şubat 1999.

Dahl, Robert A., Demokrasi ve Eleştirileri, Çev: Levent Köker, Türk Siyasi İlimler Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara 1993.

Erdoğan, Mustafa, Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, 2. Baskı, Liberte Yayınları, Ankara 2000.

Erdoğan, Mustafa, Özgürlük Perspektifinden Hukuk ve Demokrasi, Kesit Yayınları, Ankara 2013.

Kapani, Münci, “Freedom To Destroy Freedom”, Ernst E. Hirsch’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara 1964.

Kapani, Münci Kamu Hürriyetleri, 7. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 1993.

Kırıkkanat, Mine G., “Totalirizme Karşı Demokrasi”, Radikal Gazetesi, 4 Şubat 2000.

Koçak, Mustafa, “Kent-Devleti Demokrasisinden Ulus-Devlet Demokrasisine”, Prof.Dr.Nuri Çelik Armağanı, C:1, İstanbul 2001, s.303-312.

Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1993.

Leibholz, Gerhard, “Demokrasinin Yirminci Yüzyıldaki Hüviyet Değişikliği”, Çev:Nermin Abadan-Vehbi Gül, AÜSBFD, C:XVII, No:3-4, Eylül-Aralık 1962, s. 225, 226.

Lipset, S.M, Siyasal İnsan, Çev:Mete Tunçay, Teori Yayınları, Ankara 1986.
Ortız, Laure, “Demokratik Bir Rejimde Terörizme Karşı Zorunlu Önlemler”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni. 

Paris, Roland, “Human Security”, International Security, Vol: 26, No:2 ( Fall 2001 ).

Powell, G.Bingham, Çağdaş Demokrasiler (Katılma, İstikrar ve Şiddet), Çev:Mehmet Turhan, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını, Ankara 1990.

Sartori,Giovanni, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev: Tuncer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, Yetkin Yayınları, Ankara 1996.
Tanör, Bülent, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi , İstanbul 1969.

Touraine, Alain, Demokrasi Nedir ?, Çev:Olcay Kunal, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ekim 2000.

Üstel, Füsun, “Çokkültürcülüğü Yeniden Düşünmek”, Yeni Bir Anayasada İnsan
Haklarına Yeni Bir Bakış, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, İstanbul 2007.

Yayla, Atilla, “Terörizm: Kavramsal Bir Çerçeve”, AÜSBFD, C:XLV, No:1-4, Ocak-Aralık 1990.

Yokuş, Sevtap, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal
Rejimine Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul 1996.

DİPNOTLAR;

1 Gerhard Leibholz, “Demokrasinin Yirminci Yüzyıldaki Hüviyet Değişikliği”, Çev:Nermin Abadan-Vehbi Gül, AÜSBFD, C:XVII, No:3-4, Eylül-Aralık 1962, s.225, 226.
2 Bakır Çağlar, ”Politika ve Hukuk’ da “ Neo-Liberalizm “ – Bir Deneme-“, Yeni Türkiye, Y:5, S:25, OcakŞubat 1999, s.27.
3 Giovanni Sartori,Demokrasi Teorisine Geri Dönüş,Çev: Tuncer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan, Yetkin Yayınları, Ankara 1996, s.313.
4 Mustafa Erdoğan,Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, 2. Baskı, Liberte Yayınları, Ankara 2000, s.5,6.
5 Füsun Üstel, “Çokkültürcülüğü Yeniden Düşünmek”, Yeni Bir Anayasada İnsan Haklarına Yeni Bir Bakış, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, İstanbul 2007, s. 104.
6 Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, …s.331-334.
7 Alain,Touraine, Demokrasi Nedir ?, Çev:Olcay Kunal, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul Ekim 2000. s.65,67.
8 Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, Çev: Levent Köker, Türk Siyasi    İlimler Derneği ve Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s.244,245.
9 Mustafa Koçak, “Kent-Devleti Demokrasisinden Ulus-Devlet Demokrasisine”, Prof.Dr. Nuri Çelik Armağanı, C:1, İstanbul 2001, s.303-312.
10 Münci Kapani, “Freedom To Destroy Freedom”, Ernst E. Hirsch’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Ankara 1964, s.261.
11 Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, 7. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 1993, s.218.
12 Zechariah Chafee, Goverment And Mass Communications, 2. Vol, Chicago, 1947, page .382; aktaran: Kapani, a.g.m. ... s.262.
13 Kapani, Kamu Hürriyetleri, …s.219.
14 Kapani, Kamu Hürriyetleri, … s.219,220.
15 Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, ... s.407.
16 Toktamış Ateş, Demokrasi ( Kavram. Tarihi Süreç. İlkeler ), 3. Baskı, Ümit Yayınları, Ankara 1994, s.138,139.
17 S.M Lipset, Siyasal İnsan, Çev:Mete Tunçay, Teori Yayınları, Ankara 1986, s.414,96.
18 Levent Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s.36,82.
19 Akgüner, …Milli Güvenlik…,s.74,75.
20 Bülent Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Türk Anayasası, Öncü Kitabevi , İstanbul 1969, s. 148.
21 Akgüner, …Milli Güvenlik…,s.112.
22 Tayfun Akgüner, 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu, İÜSBF Yayınları, İstanbul 1983, s.67-71.
23 Tanör, Siyasi Düşünce Hürriyeti..., s.147.
24 Sevtap Yokuş, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal Rejimine Etkisi, Beta Yayınları, İstanbul 1996, s.69.
25 Laure Ortız, “Demokratik Bir Rejimde Terörizme Karşı Zorunlu Önlemler”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni.
26 G.Bingham Powell, Çağdaş Demokrasiler (Katılma, İstikrar ve Şiddet), Çev:Mehmet Turhan, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği Ortak Yayını, Ankara 1990, s.13,213.
27 Benjamin R. Barber, Güçlü Demokrasi, Yeni Bir Çağ İçin Katılımcı Siyaset, Çev:Mehmet Beşikçi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995, s.32,33.
28 Mustafa Erdoğan, Özgürlük Perspektifinden Hukuk ve Demokrasi, Kesit Yayınları, Ankara 2013, s.17-23.
29 Roland Paris, “ Human Security “, International Security, Vol: 26, No:2 ( Fall 2001 ), p.89,90; 96,97.
30 Sertaç Başeren, “Terörizm ve İnsan Hakları”, “İnsan Hakları ve Güvenlik” Konulu Uluslararası Toplantı, Türkiye Barolar Birliği, Ankara 7-8 Aralık 2001, sunulan bildiri metni, s.10,11.
31 Atilla Yayla, “Terörizm: Kavramsal Bir Çerçeve”, AÜSBFD, C:XLV, No:1-4, Ocak-Aralık 1990, s.361.
32 Mine G. Kırıkkanat, “Totalirizme Karşı Demokrasi”, Radikal Gazetesi, 4 Şubat 2000, s.7.

***

15 Mayıs 2020 Cuma

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU BÖLÜM 2

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU  BÖLÜM 2



Bu rakamlar aracılığıyla yabancı işçi veya ikamet sahipleri ile nasıl başa çıkılacağı konusunda net bir vizyon olmadığını görülür. Körfez bölgesindeki vatandaş olmayanların ülke nüfusuna oranı %35 ile %90 arasında değişmektedir. Yabancılar ve vatandaş olmayanlar Körfez bölgesinde aşırı bir yabancılık durumunda yaşıyor olması, çok etnikli ve kimliksiz bir toplum oluşmasına neden olmuştur. Onları bir araya getiren tek şey, yerli üreticinin gelişmesi, belirsiz
tüketim ve İngiliz dilidir (Al-Ĥarif, 2012, 5-14).

Körfez ülkelerinde sürekli ikamet karşılığında gayrimenkul projesinin temel amacı, bölgedeki ekonomik kârları ve sermayeleri harekete geçirmek olmasına rağmen, gerçek toprak üzerindeki fiziksel gelişmeler bu gayrimenkul projelerinin bir yan ürünü olarak yeni bir toplum oluşturma yönünde hareket etmektedir. 

Bu durum; çalışma, eğitim ve yönetimde anadilin değiştirilmesine kadar ulaşmıştır. Daimi ikamet karşılığında mülkiyet politikasını izleyen dört Körfez ülkesinde İngilizce dili Arapçadan daha fazla kullanılmaktadır (yani Arapça ikinci dil durumuna düştü). Birleşik Arap Emirlikleri’nde Hintliler nüfusun %42,5’ini
oluştururken, Araplar (vatandaşlar ve vatandaş olmayan beraber) sadece %28’ini oluşturmaktadır (Al-Ĥarif, 2012, 3-11).

Yabancılar, Konsey Ülkelerinin nüfusu büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ancak medyada onlara pek değinilmez. Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinde son yıllarda Yabancıların sayısı büyük artış göstermiştir. Onların yıllık nüfus artı oranı, vatandaşların yıllık nüfus artış oranından en az iki kat daha fazladır. 2000 yılında vatandaş olmayan nüfus yaklaşık 10 milyon iken, 2010 yılında ise 22 milyona ulaşmıştır. Dört konsey ülkesinde (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Kuveyt) nüfusun çoğunluğunu vatandaş olmayanlar oluşturur oldu.

Öte yandan Yabancılar, işgücünün büyük bölümünü oluştururken iş gücündeki payları gittikçe artmaktadır. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri’nde işgücü toplamındaki oranları 2010 yılında %95’e ulaşmıştır. Bunlar özel sektördeki çalışanların %99,5’ini oluştururlar. Bunlar özel sektörde yoğunlaşmış olmakla birlikte kamu sektöründeki oranları %50’ye hatta daha fazlaya ulaşmaktadır (UAE, 2012, medya).

Yabancı işçiler, vasıfsız ve düşük ücretli olarak nitelenmektedir. Vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı üçte ikiye ulaşmaktadır. Çok vasıflı ve vasıflı olanların oranı ise üçte birdir. Özel sektörde ise vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı %70’ten fazladır.

Meslek açısından proje yürütücüleri, uzman ve profesyonel gibi yönetici pozisyonunda olanların oranı 2009 yılı için %15-16’yı geçmez idi. Oysa normal meslekte çalışanlar ve satış işleriyle uğraşanların oranı, çalışanların yarısından fazlasına ulaşmaktadır. Ekonomik faaliyet açısından iş gücü kullanımı, inşaat sektöründe yoğunlaşmıştır (%55). Bunu %13-14 oranla imalat, %10-11 oranla da perakendecilik takip etmektedir. İş gücü piyasasında karşılaşılan sorunlardan biri “Yetenekli gurbetçilerin iş bırakma oranlarının yüksek oluşu, bir diğer ifadeyle toplam işçi oranından vasıflı işçi oranlarının eksilmesi dir. Yukarıdakilere ek olarak, kefil yasası iş gücü piyasasının etkinliğini ve vasıflı iş gücünün Körfez bölgesinde kalmasını olumsuz olarak etkileyen başlıca engellerden
sayılmaktadır.
Kısacası emekçi vatandaşlar öncelikle kamu sektöründe yoğunlaşmaktadır ve bunlardan iş gücü piyasasında kadınların katılımı zayıftır. Erkekler ise erken yaşta işten ayrılmakta ve üretim genellikle düşük olmaktadır.

Körfez emekçileri için örnek olarak Katar’daki yerel emekçilere bakıldığında iş gücünün niteliği ve boyutunda meydana gelen değişiklikler dolayısıyla iki önemli noktaya değinmek gerekir:

Denizcilik mesleğinde çalışan ulusal iş gücünün büyük bir bölümü petrol şirketinde çalışmaya yöneldi.

Petrol şirketinde çalışmaya yönelen ulusal işgücü, nitelik ve nicelik bakımında iki özelliği ile ayrıldı. Sayı bakımından az olması yönünden petrol sektöründeki işgücü talebine denktir. Öte yandan ise bu sektörde çalışmak için yeterli bilgi ve tecrübeye sahip değildir. Bu yüzden teknik olmayan düşük ücretli işlere odaklandı.

Ulusal petrol sektöründeki işgücü paylaşım hacminde meydana gelen değişikliğin üzerinde bu iki özelliğin etkisi görülmektedir. İmtiyazlı aşamasında (yirminci yüzyılın otuzlu yıllarının ikinci yarısı) oranları %80’i aşmış olmasına rağmen, arama ve çıkarma aşamasında (kırklı yılların ikinci yarısı) düşüş kaydetti. 1947 yılında %66’ya, sonra 1950 yılında %60’a ve nihayet 1960 yılında %51’e düştü. Bu aslında, bir taraftan petrol şirketindeki genişleme sonucunda iş için gelenlerin artmasından, öte yandan ise ulusal çalışanların karşılamaya yeterli olmadığı teknik ihtiyaçtan kaynaklanan bir düşüştür (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 15).
Körfez Ülkeleri az nüfusa sahiptir, yüksek büyüme oranlarına rağmen, ancak, kalkınma planları ve refah politikaları çalışanlar için artan bir talep oluşturmuş tur. Bunun kısa ve orta vadede yerel olarak karşılanması mümkün değildi. Şüphesiz Körfez ülkelerinin her birsinin nüfus orunları ile ilgili politikaları ve yerel organları vardır. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarının ortalarından itibaren bu politika, vatandaş olmayanların nüfusun siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal risk oluşturması korkusuna rağmen, kalkınma planları ve sosyal refah tarafından
oluşturulan işgücü talebini karşılamak için yabancı işgücü getirerek esnek davrandı.

Körfez ekonomilerinin doğası, kalkınmanın hızlandırılması ve deneyimler diğer gelişimine göre kısa sürede yaşam ve refah standardı yükseltmek amaçlı kalkınma planlarının olmaları nedeniyle ve nüfusun az sayıda, ekonomilerinin geri kalanına kıyasla ve işgücü sıkıntısı sebebiyle Körfez İşgücü piyasaları bazı özellikler kazandı.

-Geçmiş yıllarda, yabancı iş gücü talebi artışı.
-Ulusal ekonomilerin hazmetme kapasitesinin genişlemesi, yabancı işgücünün sayısını azaltmak için tarihi direnci ve sürekli yüksek oranlarda "bağımlılığı" ekonominin birçok sektördeki varlığının artması.
-Vatandaşların çoğunluğunun genel refah düzeyinin yükselmesi ve bu nedenle kişisel ve ev hizmetlerindeki emek için başka türden bir isteğin ortaya çıkması.
-Büyük bir emeğin arz ve talep arasındaki uçurum ancak kısa ve orta vadede, yabancı iş gücü getirerek giderilebilir.
-Çoğunlukla kamu sektörü lehine kamu sektörü ve özel sektör arasında bir ücret uçurumun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaşların yararına vatandaşlar ve vatandaş olmayanlar arasında bir ücret boşluğunun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine, vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki becerilerde bir boşluğun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki iş etiği ve değerlerinde bir boşluğun varlığı.

Nüfus dengesizliği göstergelerinden bazıları:

Ortalama yaş ve nüfusun cinsiyeti de dâhil olmak üzere Yabancı vatandaşlardan kaynaklanan demografik dengesizlik, işgücü ve işsizlik oranlarıdır. Körfez ülkelerinde demografik dengesizliği vurgulayan göstergeler:

1. Milliyete göre nüfus dağılımındaki eşitsizlik (vatandaşlar/ vatandaş olmayanlar).
2. Diğer yaş gruplarına göre bazı yaş gruplarında nüfus piramidi şişkinliği.
3. Gelen işçilerin bir sonucu olarak, kadın nüfusuna oranla erkek nüfusunun kalitatif bileşim içinde büyük artış göstermesi.
4. İşgücünün büyük bir kısmı üzerinde olmayan vatandaşların, toplam nüfusun oranını aşması.
5. Vatandaş olmayanlara kıyasla vatandaşlar arasındaki yüksek işsizlik oranları (gençler).

1-Milliyet(vatandaşlık) esasına göre nüfus dağılımında eşitsizlik:
1994 yılında vatandaş ve yabancıların istatistiksel nüfusuna göre Bahreyn'de yabancıların nüfusu % 32 artarak yaklaşık 180 bine ulaşmıştır. Katar devleti,690 bin kişilik toplam nüfusunun yaklaşık 540 bin yabancı ile oranı % 78'e çıkmıştır. 2010 yılında ise bu oran % 87’ye yükseldi. BAE’de ise %76 oranla (1.750.000 kişilik nüfus) yaklaşık 2.310.000 kişiye yükselip 2010 yılında ise % 90’a ulaşmıştır (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 23). Kuveyt'te 2.273.000 kişilik toplam nüfusun %65’ten fazla oranla 1.475.000 kişiyi yabancılar oluşturmaktadır. Suudi Arabistan yaklaşık 4.600.000 kişi ile %31’e ulaştı; Umman Saltanatında 2010 yılında %30’u geçip İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında oranı en azı olan ülkedir. (Tablo 5’e bakınız)

Tablo 5: Konsey Ülkelerinde Yıllara Göre Vatandaş Olmayanların Oranı (%)

2- Yaş yapısındaki dengesizlik

Belirli yaş gruplarında yaş yapısındaki doğal olmayan dengesizlik kastedilmektedir. Özellikle çalışma çağındaki20-55 yaşlarında bulunan gruplar ve özel olarak 25-45 kategorisinde olanlar sayısal bir çoğunluk gösterir. Bu da nüfus piramidinde genişlemeye yol açmaktadır.

Konseyi ülkelerinde yabancıların genç erkek oranında bir artışa yol açmıştır. Yaş yapısında belirgin şekil bozukluğu meydana gelmiştir ve bu bozulma ülkeler arasında farklılık göstererek Katar ve BAE gibi bazı ülkelerde artmakta, Umman ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerde ise daha az belirgin olarak görülmektedir.(Grafik 1’e bakınız)


Grafik 1: Katar’ın Nüfus piramidi (2010).
Kaynak: Katar Nüfus Sayımı Sonuçları.

3. Cinsiyet yapısındaki dengesizlik:

Nüfusun cinsiyet bileşimindeki dengesizlik ile ilgili demografik dengesizlik, Körfez İşbirliği Konseyinde yabancı işçilerin varlığı nedeniyle yüksek oranda ortaya çıkmıştır. Ayrıca erkeklerin sayısının kadınların sayısının üç katı olduğu İşbirliği Konseyi ülkelerinin çoğunda orta yaş grubunda özel bir şekilde görülmektedir. Bu durum, cinsiyet yapısında dengesizlik oluşturmaktadır.

BAE ve Katar’da erkek sayısının ortalaması her 100 kadına karşı 200 erkekten daha fazladır. Hatta bu sayı bazen 312’ye bile ulaşmaktadır. Bu da bazı ülkelerde, en azından bu iki ülkede, erkekler kadınların iki katı olduğu anlamına gelmektedir. Kuveyt devleti bir alt düzeyde olsa da bu durumdan pek farklı değildir. Ama durum Bahreyn, Umman ve Suudi Arabistan Krallığı’nda daha az şiddettedir. S. Arabistan’da cinsiyet oranının düşük olması, belki de Arap
çalışan oranının yüksek olmasına dayalıdır. Bunların çoğu kendi aileleriyle birlikte
geldiklerinden, buradaki cinsiyet dengesizliğini azaltmaktadır. Oysa İşbirliği Konseyinin diğer ülkeleri, Asya’dan gelen ve çoğunluğunu bekâr erkeklerin oluşturduğu işçilere dayanmaktadır (Grafik 2’ye bakınız).


Grafik 2: Dünya ve Konsey Ülkelerinde Cinsiyet Oranı 2010.

4. İş gücünün Bileşimindeki Dengesizlik:

İş gücünün bileşimindeki dengesizlik, vatandaş olmayanların, iş gücünün çoğunun kontrolünü ellerinde bulundurmasından kaynaklanmaktadır. Bunların toplam nüfus içindeki oranı ağır basmaktadır; bu da toplam iş gücün vatandaşların oranında bir düşüşe yol açmıştır. Bu bağlamda bazı çalışmalar Körfezdeki iş gücünün oluşumunu göstermektedir.

Örneğin, Kuveyt Devletinde 1998 yılında 252 bin kişi işçi oranındaki toplam iş gücünün sadece % 17’sini Kuveytliler oluşturmaktadır. Bu da yabancıların genel olarak toplam iş gücünün % 82’den daha azını temsil etmediği anlamına gelmektedir. Son yıllarda Kuveyt’te yabancı işçilerin oranı artış gösterdi. 2007 sayımına göre Kuveyt Devleti iş gücünün hacminde Kuveytli olmayanların oranı %85’e ulaştı (Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd. 2012 s. 17, 18. 22).

Konseyi Ülkelerindeki en önemli demografik benzerlik, toplam işgücü oranında vatandaşlık istihdamının küçük bir bölümü oluşturmasıdır. Böylece, yabancı işçilerin, işgücünün büyük bir kısmını temsil etmektedir. Suudi Arabistan ve Umman gibi İşbirliği Konseyinin altı ülkesinde, ekonomik faaliyetlerin bütün sektörlerinde işgücünün %50den daha fazla bir oranına ulaşmaktadır. Katar, BAE ve Kuveyt12 ise bu oran %85’in üzerindir13.

Konsey ülkelerine olan göç, genel olarak yarım ada dışından genel olarak da Asya’dan gelmektedir. Örneğin Katar devletinde Hindistan’dan gelenlerin oranı yıllar boyunca yaklaşık % 40’ın altına düşmemiştir. Toplam iş gücünde egemen olan Asyalı iş gücü %70’i oluştururken, onun hemen akabinde Arap iş gücü de yaklaşık %22’sini oluşturmaktadır 14.

Ülkeler bazında ise Umman Sultanlığı toplam iş gücünde çalışanların %92-93’ünü Asya’dan karşılamaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri %87, Bahreyn Krallığı %80, Kuveyt %65, Suudi Arabistan %60 ve en son olarak da Katar devleti %45 oranla onu takip etmektedir.

Çalışmaların büyük çoğunluğu, geçen yüzyılın yetmişli yıllarından günümüze kadar Asya işgücü karşısında Arap işgücünün düşüşe geçtiğini işaret etmektedir. Konseyi ülkelerinde, Asya işgücü istihdamının Arap işgücüne tercih edilmesinin en önemli nedenleri:

Asyalı işçilerinin ücretlerinin düşük düzeyde olması; ayrıca Asyalı işçilerin itaatkâr olması, çalışma koşullarına daha fazla tahammül etmesi ve çeşitli iş hizmetlerinin performansında üstün olmasıdır.

Yurt dışından gelen işçilerin çalıştırılması Çalışma Bakanlığı tarafından denetlenen bir plan ile gerçekleşmektedir. Ancak burada ücret ve işçi akını içeren piyasa mekanizmasının hızlı olması açısından, özel sektöre bırakılmıştır.
Bunun yanı sıra Asya ülkelerinde faaliyet gösteren kurumların varlığı, binlerce Asyalı işçinin istihdamına yardımcı olmuştur. Konsey ülkelerindeki bazı büyük inşaat projelerinin uygulanmasına, on binlerce Asyalı işçinin getirilmesine ve kampların kurulmasına neden olmuştur.

On dokuzuncu yüzyıldan beri Hindistan ve diğer Asya ülkelerinden Konsey ülkelerine bir işçi göçü vardı. Bu yüzyılın başında İran'dan da göç oldu. Körfez devletleri, belirli bir milletin siyasi ağırlığını hafifletmek amacıyla gelen işçilerin çeşitli oluşunu arzuluyordu.

Konsey ülkelerinde endüstriyel işletmelerde, uluslararası otel işletmelerinde, bankacılık ve ekonomik faaliyetlerin diğer türlerinde istihdam yayılmaktadır.

5 -vatandaşlar arasında işsizlik oranları

Ucuz işgücünün artmasıyla birlikte, Körfez ülkelerinde işgücü piyasasında yabancı işçilerin payı da artmıştır. Hatta konu bu durumu da aşarak bazı ülkelerdeki vatandaşlar arasında işsizlik oranlarının yüksek oluşunun sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle gençler ve üniversite mezunları da işsizlik listesine katılarak işgücü piyasasına giren gençler arasında zirve yapmaktadır.
Konsey ülkelerinin çoğunda işgücü piyasasında işsizlik derinleşmekte ve sürekli büyüyerek artış göstermektedir. Konsey ülkelerindeki nüfus dengesizliğinin aslı, petrol çıkarma ve ihracat sonucunda, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel etkilerinin bir kombinasyonunun sonucu olarak işgücünün niteliği ve boyutundaki değişikliklere dayanmaktadır.

Konsey ülkelerinin nüfus stratejisinin genel çerçevesi:

-Nüfus ve kalkınma arasındaki ilişkinin önemi, gelişme hâlâ yabancı işgücüne dayanmakta, nüfus yapısındaki dengesizlik uzun vadede, kalkınma planları ve hedeflerini engelleyen tüm nüfus dengesizlikleri ortadan kaldırması, sosyal ve ekonomik hızlı değişimlerle birlikte nüfusun konusunu zorlaştırmaktadır ve gerçekliği anlatan nüfus politikalarının geliştirilmesini gerektirmektedir.
Bu çalışmada bazı hedefler saptandı. 
Bunlar :
- Bir yandan demografi ile işgücü arasında denge sağlamak; öte yandan nüfus ile mevcut kaynaklar arasında denge sağlamak; dengeli kalkınmayı gerçekleştirmek ve şehirlere göçü azaltmak.
- Beşeri sermaye ve eğitim sisteminin geliştirilmesi, en uygun kullanımın geliştirilmesi, ulusal iş gücünün ve iş gücü piyasasının tam istihdamı, vatandaşların ekonomik katılım oranlarında artış sağlamak ve kadınlar için yeni iş alanları açmaktır.
- Yabancıların yerine vatandaşların getirilmek, üretken istihdam olanakları ve ulusal iş gücü için cazip ve uygun ücretleri oluşturulmak; Konsey ülkeleri arasında Körfez iş gücü hareketini kolaylaştırmak.
-Nüfus istatistikleri ve iş gücü piyasası verilerin geliştirilmek, bu verileri sürekli olarak belgelenmek, geliştirmek ve güncellemek; ilgili müfredat ve terminolojiyi standart hale getirilmelidir.
- Nüfus ve demografi, kentsel büyüme ve iç göç, insan kaynakları gelişimi, annelik, çocukluk ve aile stratejisi hedeflerini belirlenmesi. 

Uygulama mekanizmalarını konsey ülkelere bırakıldı. Her devlet, kendi nüfus siyasetine uygun olanı alır, izlenebilir ve değerlendirilebilir hedefler için programlar geliştirir; her üç yılda bir defa Konsey ülkelerinin temsilcileri için toplantı düzenlenir; bu toplantıda nüfus politikaları ve sorunlar ile ilgili alanlarda değişim ve koordinasyon başarıları ve deneyimleri araştırılır.
Strateji, (Stratejik eksene ulaştıran diğer stratejik hedefler içinde) "nüfus ve iş gücünün meseleleri" temel konularının hedefini belirledi. "Nüfus ve insan kaynakları konularında kapsamlı bir tedaviye ulaşmak; konsey işgücünün nüfus yapısı ve kompozisyon dengesizliğini onarmak; nüfusun homojenliği ve konsey ülkelerinde verimliliğin artışı için, Aşağıdaki stratejileri belirlemiştir:

- İnsan gücünü geliştirmek ve verimliliği yükseltmesi gerekir.
- Yabancı iş gücü yerine ulusal iş gücü kullanılması.
- İş gücü piyasasında kadınların olanaklarının artırılma politikalar izlenmeli.
- Özel sektörde çalışmak için ulusal iş gücünün çalışma ve ücretine teşvik politikalarının uygulanması.
- Eğitim ve öğretim sistemlerinin geliştirilmesi.
- Üreten iş gücünde iş ve ahlak değerlerinin aşılanması gerekir.
- Ulusal insan gücü çalıştırmak için özel sektörün teşvik edilmesi ve ulusal iş gücüne kariyer fırsatları verilmesi.
- Yabancı iş gücü ve nüfus ortak komisyonunun kurulması gibi politikaların geliştirilmesi gerekir.

Nüfus ve Güvenlik sorunları:

Nüfus yapısı ve özellikleri, ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma farklılık gösterir. Sadece yaş ve cinsiyeti yapıları ya da vatandaş ve vatandaş olmayanlar değil. Ancak bir toplumun, faaliyetleri, sayıları, oranları, inançları ve değerler ile politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve güvenlik özellikleri ülkeden ülkeye göre değişir. Bu açıdan bakıldığında, toplam nüfus içinde vatandaş olmayanların sayısındaki artış, özellikle nüfus oranının ulusal güvenlik üzerindeki
etkilerinin araştırılması gerekir.

Demografik ve Ulusal Kimliklerdeki Dengesizlik:

Çağdaş ulusal kimliklerin tarihi, medeniyet, kültürel, etnik ve dini boyutları ve özellikleri vardır. Yine çağdaş siyasi, toplumsal ve ekonomik boyutları ve özellikleri de vardır. Ulusal kimlik, yapı kooperatifleri ve modern devletlerin önemli bir konusu, varoluş duygusu, kültürel ve ahlaki mükemmelliği sayılmaktadır. Birey, toplum, sosyal sınıflar ve gruplar, devlet ve toplum kurumları, ulusal kimliği koruyucusu sayılırlar.

"Körfez" kimliği, Arap ve İslam kimliğine dayanır. Arap Yarımadası’nda coğrafi, tarihsel ve kültürel olarak antik ve modern toplumlarla bağlantısı olan bir arka planı vardır. Karakteristik bazı kentsel ve kırsal tarım alanlarında ve kıyılarda istikrara dayalı geleneksel medeniyet ile göçebelik özelliği dengelidir. Akrabalık ve kabileye dayalı güçlü bir sosyal uyum ile karakterize edilmiştir.

Bu nedenle, Konsey ülkeleri, bu demografik dengesizliği gidermek için uzun vadeli bir planın geliştirilmesi ihtiyacını kavramıştır. Buna göre yabancıların yerine Körfez vatandaşları yavaş yavaş getirilecektir. Böylece başarının sağlanması için özel işlerde yabancıların çalışmaları sınırlanacaktır.
Bunun yanı sıra kadınların iş gücüne katılımının artmasının sağlanması; vatandaşların üretken sektörlere ve profesyonel iş yapmaya teşvik edilmesi; konsey ülkeleri arasında daha fazla ekonomik ve sanayi entegrasyonun oluşturulması; Körfez işgücü arasındaki hareketliliğe yönelik kısıtlamaların kaldırılması ve özellikle son yıllarda ailelerin ve hükümetlerin endişe
verici sorunlarından olan genç işsizliğe (erkek ve kadın) daha fazla çözümler üretmek amaçlanmalı.

Yüksek bir ekonomik büyüme oranını oluşturmak için fırsat sağlamak ve halkın yaşam standardını artırmak amacıyla Konsey ülkelerinin bu yıllarda demografik penceresinden yararlanması gerekir.
Bu fırsattan yararlanmak için iş gücünü geliştirme çalışmaları ve alansal yönlendirme planları olursa bu durum gerçekleşir. Konsey ülkelerdeki nüfus sorununa dikkat edilmezse, son yıllarda nüfus artışının çalışma çağındaki yaş gruplarının lehine yayılmaya başlayacağı görülecektir.
Bu devletlerin hesaba katması gereken örneklerden birisi de Haiti devleti örneğidir. On sekizinci yüzyılın sonunda, başta Haiti olmak üzere Karayip adaları, şekeri ihraç etmesi nedeniyle dünyanın en zengin bölgelerinden biri idi. O günlerde şeker, günümüzdeki petrol rolünü oynuyordu. Böylece Haiti, sömürgeciler ile yatırımcıların odak noktası oldu ve mal üretimi ile büyük kâr sağladığı için küresel bir merkez haline geldi.

Ama aşırı zenginlik ve yerli üretimin yüksek oranına rağmen, Haiti, ekonomik bileşiminde gelişmiş değildi. Küresel pazarın ihtiyaçlarını karşılayan ana maddelerden birine tamamen bağımlı idi. Küresel ekonominin gelişmesi, yeni ve çeşitli ürünlerin ortaya çıkması ve şekerin ekonomik temel olma rolünü kaybetmesiyle birlikte, Haiti ve Karayipler bölgesinde şartlar kötüleşti ve üretim ortadan kalktı. Haiti günümüzde dünyanın en fakir ve en sefil ülkelerinden
biridir.

Sonuç olarak;

Bütün bu nedenlerden dolayı, Körfez ülkelerinde, ekonomi kaynaklarını genişletilmesi, tarımı çeşitlendirerek, enerji ve su gibi kaynakların israfını azaltması, çeşitli sanayi kuruluşları kurup mevcut ucuz enerjiden yararlanarak, küresel ortaklıklara girip büyük kurumlardan hisse alarak, ucuz enerjiye dayalı imalat sanayisini geliştirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca turizm ve turizm kaynaklarını geliştirip insana dayalı bir kalkınma modelinin oluşturulmasıyla tek bir ürün olan petrol bağımlılığından kurtulmak için çalışmaların yapılması gerekir.

Buna ek olarak ekonomik yapılarda bir dengesizliğe yol açmadan ulusal istihdama güvenme ve şirketlerin ucuz işgücü sağlama girişimlerine zarar vermeden ve mümkün olduğunca yerli emekçi istihdam etmeye yönelik adımlar atılmalıdır.
Bunun karşılığında, teşvikler ve ayrıcalıklar sunularak vatandaşların çalışması özendirilmeli, bunun yanı sıra gerekli eğitim sağlanmalı ve kendi kendine hizmet eden bir toplum oluşturmak için serbest meslek kültürü tanıtılmalıdır. Kamu ve yüksek öğretim sisteminin iyileştirilmesi ve kayırmalardan uzak kalmak için iş adamları, eğitimciler ve medyanın çabalarından yararlanılması gerekir.

Nüfusun yaş yapısındaki bu değişim, ekonomik büyüme için bir fırsat yaratabilir. Yeni bir şekilde ele alınmazsa nüfus sorununun sonuçları olumsuz etki yapabilir. Bu durum işsizliğin artmasına, emek, göç ve dolayısıyla sosyal ve ekonomik sorunların artmasına yol açabilir.

Bu ülkelerde gelir kaynaklarını çeşitlendirmek için başka alanlarda yatırımların
yapılması, sorunlara pratik çözümler bulunması, gençler arasında işsizliğin önlenmesi, petrol gelirlerine alternatif gelir bulunması, ülke içinde petrol tüketiminin ve israfının azaltılması ve bunun gibi bir dizi zayıf noktalara çözüm yolu bulunması gerekmektedir.


KAYNAKÇA

Abbas BelKasem, Albetale fi Duvel AlĤalij, (Körfez Ülkelerinde İşsizlik) 2012.
Al-A’skeri, Suliman, İktila’ Al-Cuzur ve Tenmit Al-Daya, Ala’rabi Dergisi, Ekim ayı, sayı
647, Kuveyt, 2012.
Al-Ĥarif, Reşuud, Al-tagayurat Al-Demografiye ve Al-Ĥalel Fi Al-Terkibe Al-Sukkaniye
Fi Duvel Meclis Al-Teavin Al-Ĥalici, (Körfez Ekonomik İşbirliği Konsey Ülkelerinde Nüfus
Değişimi ve Nüfus Bozuklukları), Bildiri, Umman, 2012.
Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd, S. A. K. Hakaik ve Arkam, 1. Baskı, Cidde, 2012.
Al-şehabi, Ömer, Siyasat Al-Tevessua Al-Akari Min Menzur Alĥalel Al-Sukkani, (Nüfus
Dengesizliği Açısında Akari Politikasının Genişletilmesi), Katar, Devha, 2012.
Al-şehabi, Ömer ve Diğerleri, Al-Halic 2013: Al-Sabit ve Al-Mutehavil, (Körfez 2013:
Sabit ve Değişkanı), Kuveyt, Kuveyt Şehri, 2013.
Avad, Mohamad ve diğerleri, Al-Tenmiye Al-Şamile ve Alakatuha Bilamen, (Kalkınma ile
Güvenlik İlişkisi) ), S.A.K, Riyad, Naif Arap Üniversitesi yayınları, I. Baskı, 1988.
Bin-İsa, Muhsin, Alamen ve Altenmiye, (Güvenlik ve Kalkınma), S.A.K, Riyad, Naif Arap
Üniv yayınları, I. Baskı, 2011.
Demographic Yearbook 2011, New York, 2012.
Dito, Mohammed, Sukan Al-Bahreyn 2010 (2010’da Bahreyn Nüfusu), Kuveyt, 2013.
El-ektisadiye gazetesi,
Kanbolat, H. Doğan, S. Ortadoğu Ülkelerine Dair İstatistikler, ORSAM Raporu No: 72, 1.
Baskı, Ankara, 2011.
Najar, Ahmed, Suuk Al-A’mel ve Al-Tahavelat Al-Dimografiye, (İş Pazarı ve Nüfus
Değişimi), Umman, Maskat, 2012.
United ArabEmirates, Abu Dhabi 2010
World PopulationProspects: The 2012 Revision, New York 2012.
http://qatar.sfs.georgetown.edu/ 2012

DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi
2 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi ( Ülkeleri ise; Bahreyn, Birleşik Arap Emirliği, Katar, Kuveyt,
   Umman ve Suudi Arabistan Krallığı). bazında Körfez Ülkeleri, Konsey Ülkeleri veya Körfez Arap Ülkeleri de
   kullanılmaktadır. Ancak biz bu araştırmamızda daha çok (Konsey Ülkeleri) kullanacağız.
   toplumun ve üyelerinin refahını amaçlayan hızlı ve sürekli kalkınma, bu ülkeler için tek
   seçenek olmuştur.
3 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi (Körfez Ülkeleri veya Konseyi Ülkeleri).
4 Daha önceki zamanlarda; bölge nüfusu ise bu bölgeden (Bereketli Hilal) Mezopotamya ve özellikle Levant’a
   (Bilâdü'ş-Şâm) doğru hareket edilirdiler.
5 Gurbetçi, işçi, emek gücü, yabancı ve vatandaş olmayanlar için değişik sözcükler kullanılmaktadır.
6 Oysa 1975 yılında bölgede 10,2 milyon kişi yaşıyordu ve %74 yerli idi.
7 Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre.
8 Katar için resmi olmayan rakamlar 90’ının üstünde, BAE için daha da yüksektir.
9 Vatandaş olmayanlar için kullanılmaktadır.
10 Yıllık nüfus artış oranının vatandaşlar arasında %3,2’den %15’e yükselmesine neden olmuştur.
11 Suudi A. K.’lığı için 2010 yılında resmi rakam 27.14 milyon kişi, ancak 1 milyona yakın kaçak işçi bulunduğu tahmin edilmektedir.
12 BAE %95, Katar'da %93 ve Bahreyn ve Kuveyt’te %85’e ulaşmaktadır.
13 2006 yılında Konsey ülkeleri içinde yabancıların sayısı 14,5 milyon işçi teşkil ettiğini (bunlar işçilerin%70’in
    üstünde temsil etmektedir. Üç yıl sonra bu oran %5 artıp 2009 yılında bu oran % 75 ulaşmıştır).
14 1975 yılında Konsey ülkelerinde bulunan ve Arap ülkelerinden gelenlerin oranı %75 civarında idi.

***