Salem KHALAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Salem KHALAF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2020 Cuma

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU BÖLÜM 2

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU  BÖLÜM 2



Bu rakamlar aracılığıyla yabancı işçi veya ikamet sahipleri ile nasıl başa çıkılacağı konusunda net bir vizyon olmadığını görülür. Körfez bölgesindeki vatandaş olmayanların ülke nüfusuna oranı %35 ile %90 arasında değişmektedir. Yabancılar ve vatandaş olmayanlar Körfez bölgesinde aşırı bir yabancılık durumunda yaşıyor olması, çok etnikli ve kimliksiz bir toplum oluşmasına neden olmuştur. Onları bir araya getiren tek şey, yerli üreticinin gelişmesi, belirsiz
tüketim ve İngiliz dilidir (Al-Ĥarif, 2012, 5-14).

Körfez ülkelerinde sürekli ikamet karşılığında gayrimenkul projesinin temel amacı, bölgedeki ekonomik kârları ve sermayeleri harekete geçirmek olmasına rağmen, gerçek toprak üzerindeki fiziksel gelişmeler bu gayrimenkul projelerinin bir yan ürünü olarak yeni bir toplum oluşturma yönünde hareket etmektedir. 

Bu durum; çalışma, eğitim ve yönetimde anadilin değiştirilmesine kadar ulaşmıştır. Daimi ikamet karşılığında mülkiyet politikasını izleyen dört Körfez ülkesinde İngilizce dili Arapçadan daha fazla kullanılmaktadır (yani Arapça ikinci dil durumuna düştü). Birleşik Arap Emirlikleri’nde Hintliler nüfusun %42,5’ini
oluştururken, Araplar (vatandaşlar ve vatandaş olmayan beraber) sadece %28’ini oluşturmaktadır (Al-Ĥarif, 2012, 3-11).

Yabancılar, Konsey Ülkelerinin nüfusu büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Ancak medyada onlara pek değinilmez. Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinde son yıllarda Yabancıların sayısı büyük artış göstermiştir. Onların yıllık nüfus artı oranı, vatandaşların yıllık nüfus artış oranından en az iki kat daha fazladır. 2000 yılında vatandaş olmayan nüfus yaklaşık 10 milyon iken, 2010 yılında ise 22 milyona ulaşmıştır. Dört konsey ülkesinde (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Kuveyt) nüfusun çoğunluğunu vatandaş olmayanlar oluşturur oldu.

Öte yandan Yabancılar, işgücünün büyük bölümünü oluştururken iş gücündeki payları gittikçe artmaktadır. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri’nde işgücü toplamındaki oranları 2010 yılında %95’e ulaşmıştır. Bunlar özel sektördeki çalışanların %99,5’ini oluştururlar. Bunlar özel sektörde yoğunlaşmış olmakla birlikte kamu sektöründeki oranları %50’ye hatta daha fazlaya ulaşmaktadır (UAE, 2012, medya).

Yabancı işçiler, vasıfsız ve düşük ücretli olarak nitelenmektedir. Vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı üçte ikiye ulaşmaktadır. Çok vasıflı ve vasıflı olanların oranı ise üçte birdir. Özel sektörde ise vasıfları sınırlı olan veya vasıfsız olanların oranı %70’ten fazladır.

Meslek açısından proje yürütücüleri, uzman ve profesyonel gibi yönetici pozisyonunda olanların oranı 2009 yılı için %15-16’yı geçmez idi. Oysa normal meslekte çalışanlar ve satış işleriyle uğraşanların oranı, çalışanların yarısından fazlasına ulaşmaktadır. Ekonomik faaliyet açısından iş gücü kullanımı, inşaat sektöründe yoğunlaşmıştır (%55). Bunu %13-14 oranla imalat, %10-11 oranla da perakendecilik takip etmektedir. İş gücü piyasasında karşılaşılan sorunlardan biri “Yetenekli gurbetçilerin iş bırakma oranlarının yüksek oluşu, bir diğer ifadeyle toplam işçi oranından vasıflı işçi oranlarının eksilmesi dir. Yukarıdakilere ek olarak, kefil yasası iş gücü piyasasının etkinliğini ve vasıflı iş gücünün Körfez bölgesinde kalmasını olumsuz olarak etkileyen başlıca engellerden
sayılmaktadır.
Kısacası emekçi vatandaşlar öncelikle kamu sektöründe yoğunlaşmaktadır ve bunlardan iş gücü piyasasında kadınların katılımı zayıftır. Erkekler ise erken yaşta işten ayrılmakta ve üretim genellikle düşük olmaktadır.

Körfez emekçileri için örnek olarak Katar’daki yerel emekçilere bakıldığında iş gücünün niteliği ve boyutunda meydana gelen değişiklikler dolayısıyla iki önemli noktaya değinmek gerekir:

Denizcilik mesleğinde çalışan ulusal iş gücünün büyük bir bölümü petrol şirketinde çalışmaya yöneldi.

Petrol şirketinde çalışmaya yönelen ulusal işgücü, nitelik ve nicelik bakımında iki özelliği ile ayrıldı. Sayı bakımından az olması yönünden petrol sektöründeki işgücü talebine denktir. Öte yandan ise bu sektörde çalışmak için yeterli bilgi ve tecrübeye sahip değildir. Bu yüzden teknik olmayan düşük ücretli işlere odaklandı.

Ulusal petrol sektöründeki işgücü paylaşım hacminde meydana gelen değişikliğin üzerinde bu iki özelliğin etkisi görülmektedir. İmtiyazlı aşamasında (yirminci yüzyılın otuzlu yıllarının ikinci yarısı) oranları %80’i aşmış olmasına rağmen, arama ve çıkarma aşamasında (kırklı yılların ikinci yarısı) düşüş kaydetti. 1947 yılında %66’ya, sonra 1950 yılında %60’a ve nihayet 1960 yılında %51’e düştü. Bu aslında, bir taraftan petrol şirketindeki genişleme sonucunda iş için gelenlerin artmasından, öte yandan ise ulusal çalışanların karşılamaya yeterli olmadığı teknik ihtiyaçtan kaynaklanan bir düşüştür (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 15).
Körfez Ülkeleri az nüfusa sahiptir, yüksek büyüme oranlarına rağmen, ancak, kalkınma planları ve refah politikaları çalışanlar için artan bir talep oluşturmuş tur. Bunun kısa ve orta vadede yerel olarak karşılanması mümkün değildi. Şüphesiz Körfez ülkelerinin her birsinin nüfus orunları ile ilgili politikaları ve yerel organları vardır. Geçen yüzyılın yetmişli yıllarının ortalarından itibaren bu politika, vatandaş olmayanların nüfusun siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal risk oluşturması korkusuna rağmen, kalkınma planları ve sosyal refah tarafından
oluşturulan işgücü talebini karşılamak için yabancı işgücü getirerek esnek davrandı.

Körfez ekonomilerinin doğası, kalkınmanın hızlandırılması ve deneyimler diğer gelişimine göre kısa sürede yaşam ve refah standardı yükseltmek amaçlı kalkınma planlarının olmaları nedeniyle ve nüfusun az sayıda, ekonomilerinin geri kalanına kıyasla ve işgücü sıkıntısı sebebiyle Körfez İşgücü piyasaları bazı özellikler kazandı.

-Geçmiş yıllarda, yabancı iş gücü talebi artışı.
-Ulusal ekonomilerin hazmetme kapasitesinin genişlemesi, yabancı işgücünün sayısını azaltmak için tarihi direnci ve sürekli yüksek oranlarda "bağımlılığı" ekonominin birçok sektördeki varlığının artması.
-Vatandaşların çoğunluğunun genel refah düzeyinin yükselmesi ve bu nedenle kişisel ve ev hizmetlerindeki emek için başka türden bir isteğin ortaya çıkması.
-Büyük bir emeğin arz ve talep arasındaki uçurum ancak kısa ve orta vadede, yabancı iş gücü getirerek giderilebilir.
-Çoğunlukla kamu sektörü lehine kamu sektörü ve özel sektör arasında bir ücret uçurumun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaşların yararına vatandaşlar ve vatandaş olmayanlar arasında bir ücret boşluğunun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine, vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki becerilerde bir boşluğun varlığı.
- Çoğunlukla vatandaş olmayanların lehine vatandaşlar ile vatandaş olmayanlar arasındaki iş etiği ve değerlerinde bir boşluğun varlığı.

Nüfus dengesizliği göstergelerinden bazıları:

Ortalama yaş ve nüfusun cinsiyeti de dâhil olmak üzere Yabancı vatandaşlardan kaynaklanan demografik dengesizlik, işgücü ve işsizlik oranlarıdır. Körfez ülkelerinde demografik dengesizliği vurgulayan göstergeler:

1. Milliyete göre nüfus dağılımındaki eşitsizlik (vatandaşlar/ vatandaş olmayanlar).
2. Diğer yaş gruplarına göre bazı yaş gruplarında nüfus piramidi şişkinliği.
3. Gelen işçilerin bir sonucu olarak, kadın nüfusuna oranla erkek nüfusunun kalitatif bileşim içinde büyük artış göstermesi.
4. İşgücünün büyük bir kısmı üzerinde olmayan vatandaşların, toplam nüfusun oranını aşması.
5. Vatandaş olmayanlara kıyasla vatandaşlar arasındaki yüksek işsizlik oranları (gençler).

1-Milliyet(vatandaşlık) esasına göre nüfus dağılımında eşitsizlik:
1994 yılında vatandaş ve yabancıların istatistiksel nüfusuna göre Bahreyn'de yabancıların nüfusu % 32 artarak yaklaşık 180 bine ulaşmıştır. Katar devleti,690 bin kişilik toplam nüfusunun yaklaşık 540 bin yabancı ile oranı % 78'e çıkmıştır. 2010 yılında ise bu oran % 87’ye yükseldi. BAE’de ise %76 oranla (1.750.000 kişilik nüfus) yaklaşık 2.310.000 kişiye yükselip 2010 yılında ise % 90’a ulaşmıştır (Al-Raşid, Al-Anizan, 2012, 23). Kuveyt'te 2.273.000 kişilik toplam nüfusun %65’ten fazla oranla 1.475.000 kişiyi yabancılar oluşturmaktadır. Suudi Arabistan yaklaşık 4.600.000 kişi ile %31’e ulaştı; Umman Saltanatında 2010 yılında %30’u geçip İşbirliği Konseyi ülkeleri arasında oranı en azı olan ülkedir. (Tablo 5’e bakınız)

Tablo 5: Konsey Ülkelerinde Yıllara Göre Vatandaş Olmayanların Oranı (%)

2- Yaş yapısındaki dengesizlik

Belirli yaş gruplarında yaş yapısındaki doğal olmayan dengesizlik kastedilmektedir. Özellikle çalışma çağındaki20-55 yaşlarında bulunan gruplar ve özel olarak 25-45 kategorisinde olanlar sayısal bir çoğunluk gösterir. Bu da nüfus piramidinde genişlemeye yol açmaktadır.

Konseyi ülkelerinde yabancıların genç erkek oranında bir artışa yol açmıştır. Yaş yapısında belirgin şekil bozukluğu meydana gelmiştir ve bu bozulma ülkeler arasında farklılık göstererek Katar ve BAE gibi bazı ülkelerde artmakta, Umman ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerde ise daha az belirgin olarak görülmektedir.(Grafik 1’e bakınız)


Grafik 1: Katar’ın Nüfus piramidi (2010).
Kaynak: Katar Nüfus Sayımı Sonuçları.

3. Cinsiyet yapısındaki dengesizlik:

Nüfusun cinsiyet bileşimindeki dengesizlik ile ilgili demografik dengesizlik, Körfez İşbirliği Konseyinde yabancı işçilerin varlığı nedeniyle yüksek oranda ortaya çıkmıştır. Ayrıca erkeklerin sayısının kadınların sayısının üç katı olduğu İşbirliği Konseyi ülkelerinin çoğunda orta yaş grubunda özel bir şekilde görülmektedir. Bu durum, cinsiyet yapısında dengesizlik oluşturmaktadır.

BAE ve Katar’da erkek sayısının ortalaması her 100 kadına karşı 200 erkekten daha fazladır. Hatta bu sayı bazen 312’ye bile ulaşmaktadır. Bu da bazı ülkelerde, en azından bu iki ülkede, erkekler kadınların iki katı olduğu anlamına gelmektedir. Kuveyt devleti bir alt düzeyde olsa da bu durumdan pek farklı değildir. Ama durum Bahreyn, Umman ve Suudi Arabistan Krallığı’nda daha az şiddettedir. S. Arabistan’da cinsiyet oranının düşük olması, belki de Arap
çalışan oranının yüksek olmasına dayalıdır. Bunların çoğu kendi aileleriyle birlikte
geldiklerinden, buradaki cinsiyet dengesizliğini azaltmaktadır. Oysa İşbirliği Konseyinin diğer ülkeleri, Asya’dan gelen ve çoğunluğunu bekâr erkeklerin oluşturduğu işçilere dayanmaktadır (Grafik 2’ye bakınız).


Grafik 2: Dünya ve Konsey Ülkelerinde Cinsiyet Oranı 2010.

4. İş gücünün Bileşimindeki Dengesizlik:

İş gücünün bileşimindeki dengesizlik, vatandaş olmayanların, iş gücünün çoğunun kontrolünü ellerinde bulundurmasından kaynaklanmaktadır. Bunların toplam nüfus içindeki oranı ağır basmaktadır; bu da toplam iş gücün vatandaşların oranında bir düşüşe yol açmıştır. Bu bağlamda bazı çalışmalar Körfezdeki iş gücünün oluşumunu göstermektedir.

Örneğin, Kuveyt Devletinde 1998 yılında 252 bin kişi işçi oranındaki toplam iş gücünün sadece % 17’sini Kuveytliler oluşturmaktadır. Bu da yabancıların genel olarak toplam iş gücünün % 82’den daha azını temsil etmediği anlamına gelmektedir. Son yıllarda Kuveyt’te yabancı işçilerin oranı artış gösterdi. 2007 sayımına göre Kuveyt Devleti iş gücünün hacminde Kuveytli olmayanların oranı %85’e ulaştı (Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd. 2012 s. 17, 18. 22).

Konseyi Ülkelerindeki en önemli demografik benzerlik, toplam işgücü oranında vatandaşlık istihdamının küçük bir bölümü oluşturmasıdır. Böylece, yabancı işçilerin, işgücünün büyük bir kısmını temsil etmektedir. Suudi Arabistan ve Umman gibi İşbirliği Konseyinin altı ülkesinde, ekonomik faaliyetlerin bütün sektörlerinde işgücünün %50den daha fazla bir oranına ulaşmaktadır. Katar, BAE ve Kuveyt12 ise bu oran %85’in üzerindir13.

Konsey ülkelerine olan göç, genel olarak yarım ada dışından genel olarak da Asya’dan gelmektedir. Örneğin Katar devletinde Hindistan’dan gelenlerin oranı yıllar boyunca yaklaşık % 40’ın altına düşmemiştir. Toplam iş gücünde egemen olan Asyalı iş gücü %70’i oluştururken, onun hemen akabinde Arap iş gücü de yaklaşık %22’sini oluşturmaktadır 14.

Ülkeler bazında ise Umman Sultanlığı toplam iş gücünde çalışanların %92-93’ünü Asya’dan karşılamaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri %87, Bahreyn Krallığı %80, Kuveyt %65, Suudi Arabistan %60 ve en son olarak da Katar devleti %45 oranla onu takip etmektedir.

Çalışmaların büyük çoğunluğu, geçen yüzyılın yetmişli yıllarından günümüze kadar Asya işgücü karşısında Arap işgücünün düşüşe geçtiğini işaret etmektedir. Konseyi ülkelerinde, Asya işgücü istihdamının Arap işgücüne tercih edilmesinin en önemli nedenleri:

Asyalı işçilerinin ücretlerinin düşük düzeyde olması; ayrıca Asyalı işçilerin itaatkâr olması, çalışma koşullarına daha fazla tahammül etmesi ve çeşitli iş hizmetlerinin performansında üstün olmasıdır.

Yurt dışından gelen işçilerin çalıştırılması Çalışma Bakanlığı tarafından denetlenen bir plan ile gerçekleşmektedir. Ancak burada ücret ve işçi akını içeren piyasa mekanizmasının hızlı olması açısından, özel sektöre bırakılmıştır.
Bunun yanı sıra Asya ülkelerinde faaliyet gösteren kurumların varlığı, binlerce Asyalı işçinin istihdamına yardımcı olmuştur. Konsey ülkelerindeki bazı büyük inşaat projelerinin uygulanmasına, on binlerce Asyalı işçinin getirilmesine ve kampların kurulmasına neden olmuştur.

On dokuzuncu yüzyıldan beri Hindistan ve diğer Asya ülkelerinden Konsey ülkelerine bir işçi göçü vardı. Bu yüzyılın başında İran'dan da göç oldu. Körfez devletleri, belirli bir milletin siyasi ağırlığını hafifletmek amacıyla gelen işçilerin çeşitli oluşunu arzuluyordu.

Konsey ülkelerinde endüstriyel işletmelerde, uluslararası otel işletmelerinde, bankacılık ve ekonomik faaliyetlerin diğer türlerinde istihdam yayılmaktadır.

5 -vatandaşlar arasında işsizlik oranları

Ucuz işgücünün artmasıyla birlikte, Körfez ülkelerinde işgücü piyasasında yabancı işçilerin payı da artmıştır. Hatta konu bu durumu da aşarak bazı ülkelerdeki vatandaşlar arasında işsizlik oranlarının yüksek oluşunun sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle gençler ve üniversite mezunları da işsizlik listesine katılarak işgücü piyasasına giren gençler arasında zirve yapmaktadır.
Konsey ülkelerinin çoğunda işgücü piyasasında işsizlik derinleşmekte ve sürekli büyüyerek artış göstermektedir. Konsey ülkelerindeki nüfus dengesizliğinin aslı, petrol çıkarma ve ihracat sonucunda, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel etkilerinin bir kombinasyonunun sonucu olarak işgücünün niteliği ve boyutundaki değişikliklere dayanmaktadır.

Konsey ülkelerinin nüfus stratejisinin genel çerçevesi:

-Nüfus ve kalkınma arasındaki ilişkinin önemi, gelişme hâlâ yabancı işgücüne dayanmakta, nüfus yapısındaki dengesizlik uzun vadede, kalkınma planları ve hedeflerini engelleyen tüm nüfus dengesizlikleri ortadan kaldırması, sosyal ve ekonomik hızlı değişimlerle birlikte nüfusun konusunu zorlaştırmaktadır ve gerçekliği anlatan nüfus politikalarının geliştirilmesini gerektirmektedir.
Bu çalışmada bazı hedefler saptandı. 
Bunlar :
- Bir yandan demografi ile işgücü arasında denge sağlamak; öte yandan nüfus ile mevcut kaynaklar arasında denge sağlamak; dengeli kalkınmayı gerçekleştirmek ve şehirlere göçü azaltmak.
- Beşeri sermaye ve eğitim sisteminin geliştirilmesi, en uygun kullanımın geliştirilmesi, ulusal iş gücünün ve iş gücü piyasasının tam istihdamı, vatandaşların ekonomik katılım oranlarında artış sağlamak ve kadınlar için yeni iş alanları açmaktır.
- Yabancıların yerine vatandaşların getirilmek, üretken istihdam olanakları ve ulusal iş gücü için cazip ve uygun ücretleri oluşturulmak; Konsey ülkeleri arasında Körfez iş gücü hareketini kolaylaştırmak.
-Nüfus istatistikleri ve iş gücü piyasası verilerin geliştirilmek, bu verileri sürekli olarak belgelenmek, geliştirmek ve güncellemek; ilgili müfredat ve terminolojiyi standart hale getirilmelidir.
- Nüfus ve demografi, kentsel büyüme ve iç göç, insan kaynakları gelişimi, annelik, çocukluk ve aile stratejisi hedeflerini belirlenmesi. 

Uygulama mekanizmalarını konsey ülkelere bırakıldı. Her devlet, kendi nüfus siyasetine uygun olanı alır, izlenebilir ve değerlendirilebilir hedefler için programlar geliştirir; her üç yılda bir defa Konsey ülkelerinin temsilcileri için toplantı düzenlenir; bu toplantıda nüfus politikaları ve sorunlar ile ilgili alanlarda değişim ve koordinasyon başarıları ve deneyimleri araştırılır.
Strateji, (Stratejik eksene ulaştıran diğer stratejik hedefler içinde) "nüfus ve iş gücünün meseleleri" temel konularının hedefini belirledi. "Nüfus ve insan kaynakları konularında kapsamlı bir tedaviye ulaşmak; konsey işgücünün nüfus yapısı ve kompozisyon dengesizliğini onarmak; nüfusun homojenliği ve konsey ülkelerinde verimliliğin artışı için, Aşağıdaki stratejileri belirlemiştir:

- İnsan gücünü geliştirmek ve verimliliği yükseltmesi gerekir.
- Yabancı iş gücü yerine ulusal iş gücü kullanılması.
- İş gücü piyasasında kadınların olanaklarının artırılma politikalar izlenmeli.
- Özel sektörde çalışmak için ulusal iş gücünün çalışma ve ücretine teşvik politikalarının uygulanması.
- Eğitim ve öğretim sistemlerinin geliştirilmesi.
- Üreten iş gücünde iş ve ahlak değerlerinin aşılanması gerekir.
- Ulusal insan gücü çalıştırmak için özel sektörün teşvik edilmesi ve ulusal iş gücüne kariyer fırsatları verilmesi.
- Yabancı iş gücü ve nüfus ortak komisyonunun kurulması gibi politikaların geliştirilmesi gerekir.

Nüfus ve Güvenlik sorunları:

Nüfus yapısı ve özellikleri, ülkeden ülkeye ve toplumdan topluma farklılık gösterir. Sadece yaş ve cinsiyeti yapıları ya da vatandaş ve vatandaş olmayanlar değil. Ancak bir toplumun, faaliyetleri, sayıları, oranları, inançları ve değerler ile politik, sosyal, kültürel, ekonomik ve güvenlik özellikleri ülkeden ülkeye göre değişir. Bu açıdan bakıldığında, toplam nüfus içinde vatandaş olmayanların sayısındaki artış, özellikle nüfus oranının ulusal güvenlik üzerindeki
etkilerinin araştırılması gerekir.

Demografik ve Ulusal Kimliklerdeki Dengesizlik:

Çağdaş ulusal kimliklerin tarihi, medeniyet, kültürel, etnik ve dini boyutları ve özellikleri vardır. Yine çağdaş siyasi, toplumsal ve ekonomik boyutları ve özellikleri de vardır. Ulusal kimlik, yapı kooperatifleri ve modern devletlerin önemli bir konusu, varoluş duygusu, kültürel ve ahlaki mükemmelliği sayılmaktadır. Birey, toplum, sosyal sınıflar ve gruplar, devlet ve toplum kurumları, ulusal kimliği koruyucusu sayılırlar.

"Körfez" kimliği, Arap ve İslam kimliğine dayanır. Arap Yarımadası’nda coğrafi, tarihsel ve kültürel olarak antik ve modern toplumlarla bağlantısı olan bir arka planı vardır. Karakteristik bazı kentsel ve kırsal tarım alanlarında ve kıyılarda istikrara dayalı geleneksel medeniyet ile göçebelik özelliği dengelidir. Akrabalık ve kabileye dayalı güçlü bir sosyal uyum ile karakterize edilmiştir.

Bu nedenle, Konsey ülkeleri, bu demografik dengesizliği gidermek için uzun vadeli bir planın geliştirilmesi ihtiyacını kavramıştır. Buna göre yabancıların yerine Körfez vatandaşları yavaş yavaş getirilecektir. Böylece başarının sağlanması için özel işlerde yabancıların çalışmaları sınırlanacaktır.
Bunun yanı sıra kadınların iş gücüne katılımının artmasının sağlanması; vatandaşların üretken sektörlere ve profesyonel iş yapmaya teşvik edilmesi; konsey ülkeleri arasında daha fazla ekonomik ve sanayi entegrasyonun oluşturulması; Körfez işgücü arasındaki hareketliliğe yönelik kısıtlamaların kaldırılması ve özellikle son yıllarda ailelerin ve hükümetlerin endişe
verici sorunlarından olan genç işsizliğe (erkek ve kadın) daha fazla çözümler üretmek amaçlanmalı.

Yüksek bir ekonomik büyüme oranını oluşturmak için fırsat sağlamak ve halkın yaşam standardını artırmak amacıyla Konsey ülkelerinin bu yıllarda demografik penceresinden yararlanması gerekir.
Bu fırsattan yararlanmak için iş gücünü geliştirme çalışmaları ve alansal yönlendirme planları olursa bu durum gerçekleşir. Konsey ülkelerdeki nüfus sorununa dikkat edilmezse, son yıllarda nüfus artışının çalışma çağındaki yaş gruplarının lehine yayılmaya başlayacağı görülecektir.
Bu devletlerin hesaba katması gereken örneklerden birisi de Haiti devleti örneğidir. On sekizinci yüzyılın sonunda, başta Haiti olmak üzere Karayip adaları, şekeri ihraç etmesi nedeniyle dünyanın en zengin bölgelerinden biri idi. O günlerde şeker, günümüzdeki petrol rolünü oynuyordu. Böylece Haiti, sömürgeciler ile yatırımcıların odak noktası oldu ve mal üretimi ile büyük kâr sağladığı için küresel bir merkez haline geldi.

Ama aşırı zenginlik ve yerli üretimin yüksek oranına rağmen, Haiti, ekonomik bileşiminde gelişmiş değildi. Küresel pazarın ihtiyaçlarını karşılayan ana maddelerden birine tamamen bağımlı idi. Küresel ekonominin gelişmesi, yeni ve çeşitli ürünlerin ortaya çıkması ve şekerin ekonomik temel olma rolünü kaybetmesiyle birlikte, Haiti ve Karayipler bölgesinde şartlar kötüleşti ve üretim ortadan kalktı. Haiti günümüzde dünyanın en fakir ve en sefil ülkelerinden
biridir.

Sonuç olarak;

Bütün bu nedenlerden dolayı, Körfez ülkelerinde, ekonomi kaynaklarını genişletilmesi, tarımı çeşitlendirerek, enerji ve su gibi kaynakların israfını azaltması, çeşitli sanayi kuruluşları kurup mevcut ucuz enerjiden yararlanarak, küresel ortaklıklara girip büyük kurumlardan hisse alarak, ucuz enerjiye dayalı imalat sanayisini geliştirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca turizm ve turizm kaynaklarını geliştirip insana dayalı bir kalkınma modelinin oluşturulmasıyla tek bir ürün olan petrol bağımlılığından kurtulmak için çalışmaların yapılması gerekir.

Buna ek olarak ekonomik yapılarda bir dengesizliğe yol açmadan ulusal istihdama güvenme ve şirketlerin ucuz işgücü sağlama girişimlerine zarar vermeden ve mümkün olduğunca yerli emekçi istihdam etmeye yönelik adımlar atılmalıdır.
Bunun karşılığında, teşvikler ve ayrıcalıklar sunularak vatandaşların çalışması özendirilmeli, bunun yanı sıra gerekli eğitim sağlanmalı ve kendi kendine hizmet eden bir toplum oluşturmak için serbest meslek kültürü tanıtılmalıdır. Kamu ve yüksek öğretim sisteminin iyileştirilmesi ve kayırmalardan uzak kalmak için iş adamları, eğitimciler ve medyanın çabalarından yararlanılması gerekir.

Nüfusun yaş yapısındaki bu değişim, ekonomik büyüme için bir fırsat yaratabilir. Yeni bir şekilde ele alınmazsa nüfus sorununun sonuçları olumsuz etki yapabilir. Bu durum işsizliğin artmasına, emek, göç ve dolayısıyla sosyal ve ekonomik sorunların artmasına yol açabilir.

Bu ülkelerde gelir kaynaklarını çeşitlendirmek için başka alanlarda yatırımların
yapılması, sorunlara pratik çözümler bulunması, gençler arasında işsizliğin önlenmesi, petrol gelirlerine alternatif gelir bulunması, ülke içinde petrol tüketiminin ve israfının azaltılması ve bunun gibi bir dizi zayıf noktalara çözüm yolu bulunması gerekmektedir.


KAYNAKÇA

Abbas BelKasem, Albetale fi Duvel AlĤalij, (Körfez Ülkelerinde İşsizlik) 2012.
Al-A’skeri, Suliman, İktila’ Al-Cuzur ve Tenmit Al-Daya, Ala’rabi Dergisi, Ekim ayı, sayı
647, Kuveyt, 2012.
Al-Ĥarif, Reşuud, Al-tagayurat Al-Demografiye ve Al-Ĥalel Fi Al-Terkibe Al-Sukkaniye
Fi Duvel Meclis Al-Teavin Al-Ĥalici, (Körfez Ekonomik İşbirliği Konsey Ülkelerinde Nüfus
Değişimi ve Nüfus Bozuklukları), Bildiri, Umman, 2012.
Al-Raşid, M. Al-Anizan, Abd, S. A. K. Hakaik ve Arkam, 1. Baskı, Cidde, 2012.
Al-şehabi, Ömer, Siyasat Al-Tevessua Al-Akari Min Menzur Alĥalel Al-Sukkani, (Nüfus
Dengesizliği Açısında Akari Politikasının Genişletilmesi), Katar, Devha, 2012.
Al-şehabi, Ömer ve Diğerleri, Al-Halic 2013: Al-Sabit ve Al-Mutehavil, (Körfez 2013:
Sabit ve Değişkanı), Kuveyt, Kuveyt Şehri, 2013.
Avad, Mohamad ve diğerleri, Al-Tenmiye Al-Şamile ve Alakatuha Bilamen, (Kalkınma ile
Güvenlik İlişkisi) ), S.A.K, Riyad, Naif Arap Üniversitesi yayınları, I. Baskı, 1988.
Bin-İsa, Muhsin, Alamen ve Altenmiye, (Güvenlik ve Kalkınma), S.A.K, Riyad, Naif Arap
Üniv yayınları, I. Baskı, 2011.
Demographic Yearbook 2011, New York, 2012.
Dito, Mohammed, Sukan Al-Bahreyn 2010 (2010’da Bahreyn Nüfusu), Kuveyt, 2013.
El-ektisadiye gazetesi,
Kanbolat, H. Doğan, S. Ortadoğu Ülkelerine Dair İstatistikler, ORSAM Raporu No: 72, 1.
Baskı, Ankara, 2011.
Najar, Ahmed, Suuk Al-A’mel ve Al-Tahavelat Al-Dimografiye, (İş Pazarı ve Nüfus
Değişimi), Umman, Maskat, 2012.
United ArabEmirates, Abu Dhabi 2010
World PopulationProspects: The 2012 Revision, New York 2012.
http://qatar.sfs.georgetown.edu/ 2012

DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi
2 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi ( Ülkeleri ise; Bahreyn, Birleşik Arap Emirliği, Katar, Kuveyt,
   Umman ve Suudi Arabistan Krallığı). bazında Körfez Ülkeleri, Konsey Ülkeleri veya Körfez Arap Ülkeleri de
   kullanılmaktadır. Ancak biz bu araştırmamızda daha çok (Konsey Ülkeleri) kullanacağız.
   toplumun ve üyelerinin refahını amaçlayan hızlı ve sürekli kalkınma, bu ülkeler için tek
   seçenek olmuştur.
3 Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi (Körfez Ülkeleri veya Konseyi Ülkeleri).
4 Daha önceki zamanlarda; bölge nüfusu ise bu bölgeden (Bereketli Hilal) Mezopotamya ve özellikle Levant’a
   (Bilâdü'ş-Şâm) doğru hareket edilirdiler.
5 Gurbetçi, işçi, emek gücü, yabancı ve vatandaş olmayanlar için değişik sözcükler kullanılmaktadır.
6 Oysa 1975 yılında bölgede 10,2 milyon kişi yaşıyordu ve %74 yerli idi.
7 Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre.
8 Katar için resmi olmayan rakamlar 90’ının üstünde, BAE için daha da yüksektir.
9 Vatandaş olmayanlar için kullanılmaktadır.
10 Yıllık nüfus artış oranının vatandaşlar arasında %3,2’den %15’e yükselmesine neden olmuştur.
11 Suudi A. K.’lığı için 2010 yılında resmi rakam 27.14 milyon kişi, ancak 1 milyona yakın kaçak işçi bulunduğu tahmin edilmektedir.
12 BAE %95, Katar'da %93 ve Bahreyn ve Kuveyt’te %85’e ulaşmaktadır.
13 2006 yılında Konsey ülkeleri içinde yabancıların sayısı 14,5 milyon işçi teşkil ettiğini (bunlar işçilerin%70’in
    üstünde temsil etmektedir. Üç yıl sonra bu oran %5 artıp 2009 yılında bu oran % 75 ulaşmıştır).
14 1975 yılında Konsey ülkelerinde bulunan ve Arap ülkelerinden gelenlerin oranı %75 civarında idi.

***

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU BÖLÜM 1

KÖRFEZ ÜLKELERİNDE NÜFUS DENGESİZLİĞİ VE GÜVENLİK SORUNU  BÖLÜM 1





Salem Khalaf 1* 
* Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi


Özet: 


Dünyanın çeşitli bölgelerinde birçok ülkede olduğu gibi Körfez ülkelerinde de yıllar içinde nüfus dengesizliği sorunundan dolayı sıkıntılar çekilmiştir. Körfez konsey ülkeleri adıyla anılan bu ülkelerin nüfus dengesizliği, gerek devletin siyasi sınırları içinde, gerekse o ülkenin çevresindeki ülkelere göre farklılaşmıştır.

19. yüzyılda yaşanan nüfus azlığı yanında, cinsiyet, yaş, kültür, etnik köken ve hedef (siyasi, iktisadi, stratejik, sosyal ve kültürel) dengesizliğine kadar, zamana göre sürekli devam ede gelmektedir. Örneğin Bahreyn çoğunluk itibariyle Şii iken, günümüzde Şii-Sünni oranı %50 düzeylerindedir.

Körfez ülkelerinin nüfuslanması doğal nüfus artışıyla izah edilemeyecek düzeydedir. 20. yüzyıl başında 1,5 milyon nüfusa sahip iken, günümüzde 46 milyonu aşmıştır.

Bu ülkelere, sayıları ve uyruklarına göre çok farklı işçi niteliğinde nüfus akışı olmaktadır.

Örneğin 1950’li yıllarda körfez ülkelerindeki yabancı işçi sayısı 16 bin iken bu sayı 1975 yılında 1 milyona, 2013’te ise 22 milyona ulaşmıştır. Beraberinde bölgenin karşı karşıya kaldığı siyasi kriz ve sorunların ortaya çıkma ihtimali de artmıştır. Şöyle ki eski yıllarda gelen yabancıların büyük çoğunluğunu (%75) Arap kökenli işçiler oluştururken, günümüzde bu oran gittikçe Arap işçi aleyhinde azalarak (%22) sosyal bir değişime uğramıştır. Burada doğmuş yabancıların vatandaşlık hakkından yoksun bırakılması beraberinde bazı sorunları getirmektedir. Aynı zamanda bu tarz nüfuslanma stratejisi kendi ülke vatandaşlarını yabancılar karşısında azınlık durumuna düşürmüştür. 

   Örneğin Katar nüfusunun % 87’si, BAE’nin % 90’ını, Kuveyt’in %69’unu, Bahreyn’in ise %54’ ünü yabancılar oluşturmaktadır.

Körfez ülkelerinden emeğin karşılığı olan sermayenin yurtdışına legal ve illegal yollardan çıkışı bir risk faktörüdür. Aynı zamanda bu yabancı oranındaki artışlar yıllara göre suç oranlarında da bir artışa neden olmuştur. Ancak bu durum dezavantaj gibi gözükse de beraberinde bir takım avantajlar da getirmektedir. Ülkeye yabancı sermaye akışı sağlamayı teşvik amaçlı oturma izni verilmesi ülkelere ihracat dışındaki sermaye akışını hızlandırmıştır.

Şöyle ki ülkelerin GSMH’lerini artırarak kişi başına düşen milli gelir düzeyinin oldukça yükselmesine yol açmıştır.

Konsey ülkeleri geçmişte ve günümüzde yaşanan nüfus sorunları karşısında gelecek açısından bir çözüm arayışı içindedirler. Bu politikaların hedefi her ne kadar Körfez insanının hak ve refahını koruma eğilimi olsa da aslında yakın gelecek için kuşkusuz onlara zarar verecek şeklide bir sonucu da doğurabilir.

GİRİŞ

İnsanoğlu, dünya ülkelerinin ve özellikle de son yıllarda kalkınma ve ilerlemenin insan eksenli olduğunu, kalkınmayı ise bir araç olarak kullanıldığı ifade edilebilir. Arap Körfez ülkeleri, ekonomik yapısındaki değişiklikler nedeniyle “Körfez insanı” hayvancılık ve istikrarsızlığa dayalı ilkel tarım, balıkçılık, deniz ticareti, deniz korsanlığı ve göçebelik durumundan, geniş ekonomik seçeneklerin bulunduğu, yaşam standartlarının yüksek olduğu ve gelişmiş dünyaya ayak uyduran bir gelişim düzeyi oluşturmak için tarihi bir fırsat elde etti.

Bu fırsat petrol piyasasındaki fiyat, üretim ve gelir açısından iyileşmeyle elde edildi. Elde edilen bu gelir Konsey ülkelerinin rekor bir sürede kalkınmasını en üst düzeye çıkmasını sağladı.

Konsey ülkeleri 2, yavaş kalkınma modeli (başarılı olmayabilirdi) yerine hızlı kalkınmayı ve hız çağına katılmayı tercih ettiği için sorunun burada başladığını söyleyebiliriz. Bu araştırmanın konusu, hemen hemen bu ülkelerdeki gelişmenin ömrü olan yarım yüzyıl boyunca iş gücüne olan talebin önemli ölçüde artması ve gelişim hızına uygun olarak hızlanmasıdır.

Ulusal iş gücü, bu talebi karşılamak için ne hazır ne de yeterliydi. Göç kapıları açıldı ve yabancı işgücü istihdam edildi. Bu durum, körfez ülkelerindeki demografiyi ve özelliklerini büyük ölçüde etkiledi. Nüfus içinde, vatandaş olmayanların oranında artış görülmesinin olumsuz etkisi ve sonuçları olacağı hakkında başından beri bir bilinçlenme vardı. Ancak, Son yıllarda birçok ülkenin farklı nedenlerden dolayı bu gelişme seçeneğine başvurduğu görünüyor. Bunlardan bazılarının, birden fazla olumsuz etkileri nedeniyle (toplam ülke nüfus
içinde vatandaş olmayanların sayısının yüksek oluşu) bu ülkelerin siyasi, jeopolitik, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri güvenlik ile ilgili kaygıları vardı. Bunun yanı sıra, vatandaşların doğal iş gücünün yoğun yükselişi, iş piyasasına giren gençlerin sayısındaki artış, kadının iş gücünde aktif olarak rol alma beklentisi ve bu ülkelerin yaşadığı iç sorunlardan dolayıdır.

Bu çalışmanın amacı, Körfez Arap ülkelerinde demografik yapıyı ve özelliklerini tanıtmak, ulusal güvenlik ve bileşenleri üzerindeki etkilerini belirlemek, mevcut politikaların faaliyet boyutunu öğrenmek ve durumun daha vahim sonuçlara yol açmadan önce bu sorun için demografik dengesizlikle ilgili çözüm yolları aranmaktadır.

Basra Körfezi ülkelerinde nüfus

Basra Körfezi 3 bölgesindeki doğal koşullar, genel olarak nüfus için çekici olmaktan çok itici olmuştur (nüfus hizmet sektöründe iş ve denizcilik sanayisine dayalı kutuplaşma regülatör evriminde eski bir etken olarak yarım adanın bazı bölgelerindeki köle ticaretini bir yana bırakırsak). Bu sebeple bu alanlardan göçler yaşanmış ve bu göçler petrol keşfedilinceye kadar (Bereketli Hilal’e) Mezopotamya (Irak) ve Levant’a (Bilâdü'ş-Şâm’a) doğru özel bir şekilde gerçekleşmiştir.

On dokuzuncu yüzyılda bölgedeki İngiliz varlığı döneminde düzenli bir şekilde yabancı işgücü çekmeye başlamıştır. Kapsam ve amaçları sınırlı olan bu olgu, idari sınıfın kadrolarına ek olarak güvenlik güçlerinin tanıtımında yoğunlaştırılmış tır4.

1931 yılında bölgede petrolün keşfedilmesi ile birlikte işlerin ekseni tamamen değişti.
Bölgedeki petrolün keşfedilmesiyle ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyayı saran sanayi devriminde petrol en önemli meta haline gelince, Arap Yarımadası da küresel ekonomide önemli bir halkaya dönüşmüştür.

Bu dönemde ağırlıklı olarak petrol sektörüne giren vatandaş olmayanların sayısı 1940 yılında 2000’i geçmez iken, petrol sektörüne giren ve çoğunluğu Hindistan ve Batı ülkelerinden gelen vatandaş olmayanların sayısı 1950 yılında 16 bine yükseldi. Bölgedeki nüfus akışının ikinci aşamasının başladığı 1950 ila 1975 yılları arasındaki dönemde ise bu sayıda artış görüldü (Alşehabi, 2012, 16).

Petrolün ticari miktarlarda çıkarılmaya başlanması ile birlikte bu ülkelere tahsis edilen petrol gelirleri oranı da arttı. Bunun karşılığında birikmiş sermaye yatırımı için kamu ve özel sektörde cazip fırsatlar oluşmuştur. 1950 yılında sayısı on binleri aşmayan gurbetçiler5, 1975 yılında yaklaşık bir milyona ulaştı. Gelenlerin yaklaşık %75-80’i kültürel ve coğrafi yakınlıklarından dolayı Araplardan oluşuyordu (Dito, 2013, 42). Konsey Ülkelerinde çağdaş ve siyasi uyanışın başlaması ve petrol sanayiinde ulusal işçi tabanı ile bölgede yayılan milliyetçi ve solcu uzantısına dayalı Arap gurbetçilerin gelmesi aynı döneme denk gelir. 1971 yılı sonunda Konsey Ülkeleri resmen bağımsızlığa kavuşmuştu ve petrol gelirinin büyük bir bölümü iktidardaki rejimlerin kontrolündeydi.

Bağımsızlığın hemen akabinde, Araplar ile İsrail arasındaki Ekim 1973 savaşı sırasında petrolde fiyat patlaması yaşanmıştır. Bu patlama, küresel petrol fiyatlarındaki sürekli artışın olmasına ve bölgeye daha önce görülmemiş miktarda petrol gelirlerinin pompalanmasına yol açtı. Bölgedeki nüfus evriminin bu üçüncü aşamasında, bir önceki dönemde doğan ve toplumun temel özelliklerinden biri haline gelen nüfus dengesizliği ve rantiyeci (getirimci)
devletin temeli atıldı.

Geçen yüzyılın seksenli ve doksanlı yıllarında bölge, petrol fiyatlarının düşmesi, İran-Irak savaşı, 1990 yılında Kuveyt’in işgal edilmesi ve 1991 yılında 2. Körfez savaşı gibi bazı değişikliklere tanık oldu. Bu değişiklikler, gelişmenin dizginlenmesine neden olurken Basra Körfezi bölgesine olan göçü de olumsuz yönde etkiledi (El-iktisadiye gazetesi, 2005, 4).

Krizin üzerinden birkaç yıl geçmiş olmasına ve 1990-1991 krizi sırasında ve sonrasında nüfusun önemli bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, Kuveyt’te 1975 yılında yaklaşık %8 olan nüfus artış hızı 1995 yılında %1'e düştü. Aynı şekilde bu kriz bütün bölge ülkelerinin, özellikle de Birleşik Arap Emirlikleri’nin ekonomisini etkiledi. Böylece Körfez ülkeleri doksanlı yılların ikinci yarısında ekonomik koşullar bakımından iyileşme gördü ve bu iyileşme göç artışına neden oldu.

2001 yılında Körfez bölgesinin nüfusu 35 milyona ulaşmış ve bunların içindeki yerli nüfus oranı % 65 olmuştur 6. Körfez ülkelerindeki nüfus miktarı 2010 yılında (resmi nüfus sayımlarına göre), yaklaşık 43-44 milyona ulaşmıştır. Bugün ise nüfusun 46 milyonu geçtiğini tahmin edilirken, bazı resmi olmayan rakamlara göre bunlardan ancak %45’inin vatandaşlardan oluşmaktadır (World Population Prospects, 2012). (Tablo 1’e bakınız)




Tablo 1: Konsey Ülkeleri Nüfus ( Bin - 1000)7

Böylece; 1950 yılında 4 milyonluk nüfusun, günümüz ile karşılaştırıldığında gecen 60 yıllık sürede nüfusun 11 kat artığı görülür. (Örneğin Türkiye’de 3,5 kat, Suriye’de 6 kat, Mısır’da ise 4 kat). Bu da nüfus oranının anormal artışına işaret etmektedir (DYB, 1950-2011).

Suudi Arabistan Krallığı 2010 yılında 27-28 milyon kişi ile nüfus bakımından ilk sırada yer aldı. 7,5 milyondan fazla kişi ile Birleşik Arap emirlikleri onu izledi. 1,235 milyon kişi ile (resmi olarak) Bahreyn son sırada yer aldı (2010 sayımlar).
Körfez ülkelerinde vatandaş olmayan nüfusun (resmi) oranı Katar’da maksimum düzeye yani %87’ye ulaşmıştır8. Onu %84 oranla (yarı resmi %90-91) Birleşik Arap Emirlikleri, daha sonra sırasıyla %69 ve %54 oranlarla Kuveyt ve Bahreyn izlemektedir (Abbas BelKasem, 2012, 8). 

  Bu oranlar, Konsey ülkelerinden gelen işçiler, göçmenler ve onların ailelerini
kapsamaktadır ki bu oranlar gelecekte Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerindeki demografi için büyük bir tehlike oluşturabilmektedir (Tablo 2).

Bu durum, Konsey ülkelerinin sahip olduğu erkek ve kadın işgücünden yararlanmak için yetersiz olduğunun önemli bir göstergesidir. Yüksek büyüme oranları ile şu anda var olan nüfusun iş gücüne tam katılımıyla büyüme daha da artacaktır. Özellikle de nüfus artış oranı yüksek olan ve gelecekte ondan faydalanılması gereken bu nüfus penceresinin kapsamı, 30-40 yıllık bir süre için uzayacaktır.
Tablo 2: Konsey Ülkeleri Nüfus Projeksiyonu (bin- 1000)


Veriler, Konsey ülkelerinde nüfusun büyüme oranlarının yükseldiğini göstermektedir. En yüksek nüfus büyüme oranı Birleşik Arap Emirlikleri’nde % 8-15ile gerçekleşmiş (yıla göre değişiklik arz etmektedir); en düşük büyüme ise ise Umman’da sürekli değişiklik arz eden %3-6 düzeyinde olmuştur. Gelişmiş ya da gelişmekte olan diğer birçok ülkeye kıyasla bu oranlar yüksek sayılmaktadır. Bu durumun yıllar boyunca sürmesi nedeniyle, bunlardan en iyi şekilde yararlanmak için Konsey ülkelerinin kültürel, eğitim, ekonomik ve sosyal politikalar geliştirmeleri gerekti. (bakınız Tablo 3)




Tablo 3: Körfez Ülkelerinde İş Gücü Gelişimi 1980-2007 ve 2000-2007.


   2001 yılında, vatandaş olmayanların 9 oranı Körfez ülkelerindeki toplam iş gücünün %65’ine ulaşmıştır. Ayrıca 2008 yılındaki durum, Körfez ülkelerinde nüfus dengesizliği gurbetçi istihdamı ile karşılaştırıldığında yeni bir gerçekliği ortaya çıkardı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde 2001 yılındaki 3,5 milyon olan nüfus miktarı 2010’da 8 milyon kişiye ulaştı.

Vatandaşların nüfus içindeki oranı 2001 yılında %20 iken 2010 yılında %10’a düştü. B.A.E. vatandaşlarının iş gücündeki oranı ise %5’e düştü (Abbas BelKasem, 2012, 12).

Katar’da nüfus sayısı 2004 yılında 700 bin iken, 2010’da 1,75 milyon ve 2012 yılında 1,9 milyon kişiye ulaştı. Bu süre içinde vatandaşların nüfus içindeki oranı %29’dan %13’e geriledi. Aynı şekilde Bahreyn’de nüfus miktarı 2006 yılında 742 bin kişi iken, 2007 yılında 1.05 milyona yükseldi. Ancak, bir yıl içinde vatandaşların nüfus içindeki oranı, üçte ikiden %50’nin altına düşmüştür. Üstelik vatandaşların sayısı 2006 yılında 459 bin iken 2007 yılında % 15 artışla 529 bine yükselmiştir (Al-Raşid ve Al-Anizan, 2012. 28). 

Bu da genellikle Bahreyn hükümetinin izlediği politikalardan kaynaklanmaktadır (siyasi ve ideolojik nedenlerden dolayı demografik yapıyı değiştirmeği izlemektedir)10 ( bakınız Tablo 4).




Tablo 4: Konsey Ülkelerinde Nüfus Artış Hızı 1960-2007 ve 2000-2007.

Körfez ülkelerindeki demografik dengesizlik bütün Konsey ülkeleri için söz konusudur.
Nüfus artısı vatandaşların arasında yıllık %2-3 arasında artış gerçekleşirken vatandaş olmayan nüfusta yıllık %6-8 arasında değişen oranından kaynaklamaktadır. Dünyada bu ortalama %1,1 civarındayken, bu oran konsey ülkelerinde dünya ortalamalarından altı kat fazla idi. Bu yöneliş, vatandaşların oranının kendi ülkelerinde sürekli olarak küçük bir azınlığa dönüşmeleri tehdidini getirmektedir (DYB, 1950-2011).

Öngörülebilir yakın gelecekte bu ülkelerin yabancı işçi bağımlılığından kurtulma umudu yoktur. Ancak bir dizi önemli politik tedbirler alınarak bu durum hafifletilebilir. 

Örneğin; iş gücü rehabilitasyonu, yoğun iş gücü istihdamı için çok sayıda yatırım yapmak, yurt içi tasarrufların harekete geçirilmesi, bu ülkelerde uygun konumlara ulaşabilmeleri için kadınların önünü açmak gibi politikalar izlenebilir. Günümüzde ise bu durum, Körfez halkı arasında işsizlik oranını artırmıştır (özellikle de kadınlar arasında).

Bu nüfus dengesizliğinin devam etmesi, işçilerin hakları ile ilgili emek örgütleri ya da uluslararası kuruluşlar tarafından Konsey ülkeleri üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaktadır. İşçi haklarının ihlali ve ayrımcılıkla ilgili suçlamalar, durumlarının iyileştirilmesinin zorunluluğu, vatandaş olmalarına olanak tanınması gibi vb. baskıların olmasına neden olmaktadır. Bunlarla başa çıkmak ve vatandaşlar arasındaki ekonomik, işsizlik, siyasi ve sosyal sonuçlara cevap vermek için Konsey ülkeleri tarafından zor seçeneklere imza atılmasına neden olacaktır.

Körfez nüfusunun en önemli bölümünü Suudi Arabistan nüfusu oluşturmakta olup sayıları 27- 28 milyon kişiye ulaşmaktadır11. Bunların da yaklaşık 19-20 milyonu vatandaştır ve oranları %66’dır. Birleşik Arap Emirlikleri’nin nüfusu 2010 yılında yaklaşık 8 milyonu geçmiştir.

Bunların sadece %10 kadarını vatandaştırlar. Umman’da 2010 yılında nüfus miktarı 2,8 milyona ulaştı. Bunlardan yaklaşık bir milyonu, yani toplam nüfusun %67’sini Ummanlılar oluşturmaktadır. Bahreyn’de ise nüfusu 1,25 milyon olup bunlardan yaklaşık %45’ini Bahreynliler oluşturmaktadır. Katar nüfusu 2,3 milyona ulaşmakta olup bunlardan 250 bin kişiyi yani nüfusun %13’ünü Katarlılar oluşturmaktadır. Kuveyt’te ise 3,8 milyonluk bir nüfus vardır ve bunların 1,2 milyonunu yani %31,5’ini Kuveytliler oluşturmaktadır (2010 nüfus
sayımına göre).

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığına göre Körfez İşbirliği Konseyi vatandaşları nın kendi ülkelerinde toplam nüfusa göre oranları yaklaşık %53’e civarındadır. Bu da Suudilerin ve Ummanlıların kendi ülkelerinde oranları yüksek olmasından kaynaklanır. Bu nüfus dengesizliği, petrol geliri temel kaynak olduğundan beri göçmen işçilere duyulan güvenden dolayıdır. Bu ülkelerin hükümetleri, vatandaşların bakım sigortası ve refahına dayalı bir ekonomi felsefesi kabul ettiler. Bu felsefe, iş gücü piyasasında yerli işçilerin katkısının azalmasına, kamu harcamaları mekanizmaları ve araçlarına güvenin artmasını sağlayan bir
verim ekonomisinin kurulmasına yol açtı.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

20 Şubat 2017 Pazartesi

İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ IRAK PETROLÜNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ, BÖLÜM 2


 İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ  IRAK PETROLÜNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ, BÖLÜM 2


Türkiye’de Petrolün Önemi 

Dünya petrol arzını ve dolayısıyla fiyat olusumunu etkileyen faktörler; ülkelerin stratejik petrol rezervleri, üretici ülkelerin ellerindeki stok durumu, üretim ve tasıma maliyetleri ile mevsim kosulları yer almaktadır. Ayrıca IEA, ABD, Büyük Petrol Sirketlerinin strateji ve yatırım politikaları da arz üzerine etki yapmakta dır. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma için, kesintisiz bir enerji kaynağı gereklidir. Dünya ekonomisinde birçok ülkenin kesintisiz enerji türlerinden birisi olan petrole sahip olma ve/veya kontrol etmek istemeleri, petrolün siyasi açıdan vazgeçilemez bir kaynak olduğunu göstermektedir. 

Türkiye’nin enerji kullanım yapısı incelendiğinde petrol kullanımının dünya ortalamasına yakın olduğu görülmektedir. Türkiye petrol kaynakları yönünden zengin bir ülke değildir. Daha önceki yıllara kesfedilmis petrol sahalarındaki üretimi arttırmak için yeni üretim kuyularının açılması ve bunların üretim performanslarının arttırılması için çalısmalar yapılmalıdır. Türkiye’de halen üretim yapılan petrol sahalarının % 80’i ağır petrol içermekte ve rezervleri de sınırlıdır. Yıllara göre bakıldığında, Türkiye’de ortalama yıllık 2-3 milyon ton petrol üretilmektedir. (Tablo 3’e bakınız.) 



Tablo 3: 1999-2012 Yıllar Arasında Türkiye’de Ham Petrolü Üretimi (Ton)9. 

Türkiye bir yandan siyasi ve ekonomik açıdan büyük önem tasıyan uluslararası enerji projelerini gerçeklestirirken, diğer yandan Ortadoğu ve Hazar Havzası ile Batı arasında doğal bir enerji köprüsü olma rolü gereğini yerine getirmektedir. 

Türkiye Coğrafi konumu nedeniyle petrol rezervleri zengin üretici ülkelerle, enerji tüketimi yoğun sanayilesmis batı ülkeleri arasında ve Asya-Avrupa yolu üzerinde yer almaktadır. Türkiye’nin öncelikli hedefleri arasında bu potansiyelin değerlendirilerek “21. yüzyılın Avrasya Enerji Koridoru” konumuna getirilmesi yer almalıdır. Boru hatları kurulurken Irak-Türkiye petrol boru hattından ders almak gerekmektedir. Boru hattan ikili iliskilerden etkilenmemelidir. 

Boru hattının amacı petrolün bölge ülkeleri dısındaki Dünya Ülkelerine ulasmasını sağlamaktır. 

Doğrudan dağıtım merkezindeki terminale islenmek üzere aktarılmalıdır. Bunun dısında yapılacak bir çalısma ideolojik bir politikanın ürünü olacaktır. Bu durumda her zaman aksaması ve mesele çıkarması hatta islememesi söz konusu olabilir. Petrol boru hatlarının en büyük engeli istikrarsızlıktır. 

Türkiye’nin Enerji Politikasına Genel Bakış 

21. yüzyılda Türkiye’nin enerji güvenliği konusu, Türkiye dıs politikası için temel konulardan birisini olusturmaktadır. Türkiye 2050 yılına gelindiğinde BP ve HSCB Bank’ın öngörüleri çerçevesince dünyanın 12ci büyük ekonomik gücü olacaktır. (Tablo 4’e bakınız) 



Tablo 4: 2050 Yılında Dünya En Büyük Ekonomiler ve Türkiye’nin Yeri. 

Dolayısıyla 2005-2010 yıllarında, Türkiye, yaklasık 85-100 milyon ton petrole esit enerji (mtpe) tüketmesi, bu rakamın, 2020 yılında da, (200 mtpe) üstüne çıkması, 2050 yılında daha da artması beklenmektedir. 

Yerel kaynakların en ideal durumunda da ancak bu oranını üçte biri karsılayabilmektedir. Bu durumda, Türkiye, enerji ihtiyacının önemli bir kısmı dısarıdan ithal etmek zorundadır. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin enerji güvenliği tehdit altındadır. Bu nedenle, Türkiye, acilen ve vakit kaybetmeden, enerji kaynaklarını tür ve ülke temelinde çesitlendirmesi ve Türkiye’ye kesintisiz 
bir sekilde enerji akısını güvence altına alması gerekmektedir. Türkiye için Irak petrolüne bakıldığında diğer ülkelerden daha avantajlıdır. Bu avantajlar, coğrafi konum (yakınlığı), fiyat, kalite ve petrole karsı en az önemli bir kısmı döviz yerine mal verilebilir. 

-Irak’ın coğrafi konumu itibariyle Türkiye için bir fırsat doğurmaktadır. Bunun yanı sıra 2011 yılından suan dek Arap Dünyasında yasanan olaylardan dolayı ve Suriye üzerine petrol satısı gerçeklesememesinden dolayı ve Irak Kürdistan Bölgesi’nden tek kapı diyebileceğimiz Türkiye’dir. Ayrıca bazı kaynaklara göre daha ucuz bir fiyat satıldığını haberler yayılmaktadır. 

-Irak’ta petrol çıkartma maliyeti ise (1-3) dolar10 arasında, böylece Türkiye’den Irak’ta daha fazla yatırım yapılması beklenir. 

-Ayrıca bu petrol kuyuların Türkiye sınırına 100-250 km uzaklıktadır. 

-Ayrıca bu bölgede (Irak Kürdistan Bölgesi’nde), bulunan petrolün Türkiye ihtiyaçlarını 150 yıla kadar karsılayabilmektedir. Bunun da Türkiye’yi daha avantajlı hale getirmektedir. 

-Ayrıca Irak’ta, yapılan ve yapılacak yatırımların Ortadoğu ve dünyada Türkiye’yi daha önemli hale getirecektir. 

Böylece, Türkiye oldukça avantajlı bir konuma sahiptir. Çünkü Türkiye’nin komsuları olan Orta Doğu, Avrupa, Rusya ve Orta Asya devletleri, dünya genelinde ispatlanmıs doğal gaz ve petrol rezervlerinin yüzde 75’ine yakın bir orana sahiptir. Bu nedenle, enerji üreten ile enerji tüketen ülkeler arasında doğal bir enerji merkezi ve enerji köprüsü olarak nitelendirmektedir. 
Hatta enerji kaynaklarının ve enerji güzergâhlarının çesitlendirilmesi konusunda, Türkiye’nin anahtar ülke olduğu düsünülmektedir. 

Enerji ihtiyacının ve jeostratejik konumunun nedeniyle, Türkiye’nin enerji politikasının temel önceliği: enerji güzergâhlarının güvenliğinin sağlanması, istikrarlı hale getirilmesi ve çeşitlendirilmesi. Bu anlayısa uygun olarak, Türkiye, uluslararası petrol ve doğal gaz boru hatlarının insası konusuna ağırlık vermekte ve bu sayede enerji tüketen ülkeler ile kendisi için enerji güvenliğini güvence altına almayı arzu etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin enerji stratejisi, Doğu–Batı enerji koridorunun insasını tamamlamak ve Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar 
enerji kaynaklarının, Batı piyasalarına kesintisiz akısını sağlamaktır. 

Böylece, jeostratejik konumundan, Ortadoğu ve Orta Asya devletleri ile tarihsel, kültürel ve siyasi bağlarının sonucu kurduğu yakın iliskilerden ve Avrupa Birliği ile sürdürdüğü tam üyelik müzakerelerine dayanarak, Türkiye, kendisini, bölgenin enerji koridoru ve Doğu Akdeniz bölgesinin enerji terminali olarak görmektedir. 

Sonuçta, Türkiye, dünya enerji sektörünün, yeni, önemli ve etkili aktörü olmayı planlamaktadır. Türkiye, uluslararası petrol boru hatlarının insasını hararetle desteklemektedir. 
Çünkü bu boru hatları, Türkiye’nin dünya enerji sektöründeki ve dünya politikasındaki konumunu güçlendirecektir. 



Sekil 6: Türkiye’nin Petrol Boru Hatları. 

Bu düsünceler ısığında, Ortadoğu’da (özellikle Irak ve iran) ve Güney Kafkasya, Türkiye’nin enerji politikalarında çok özel bir yer isgal etmektedir. Çünkü bölge, doğu-batı ve kuzey-güney enerji koridorlarının kavsağında yer almakta ve böylece Soğuk Savas sonrası dönemde insa edilmesi düsünülen enerji ve tasımacılık güzergâhlarının merkezindedir. Çünkü bu projeler, bölgesel istikrarı ve ekonomik kalkınmayı sağlarken; bölge devletleri arasında olusacak karsılıklı bağımlılık, bölge devletlerini, sorunlarına barısçıl yöntemlerle çözüm bulma konusunda tesvik edecektir. Ayrıca Orta Asya bölgesi de, enerji politikasında öncelikli konuma sahiptir. 

Türk siyasetçilere göre, bölge kaynakları, dünya enerji açığının karsılanması için alternatif enerji kaynağını olusturmaktadır. Ancak Türkiye’nin enerji politikasının önünde bazı engeller bulunmaktadır. Bunları söyle özetlenebilir; 

Büyük devletlerarasında yasanan jeostratejik rekabet, bu projelerin zaman geçirmeden insası konusunu engellemektedir. Örneğin, ABD, iran’ın enerji kaynaklarını dünya pazarına aktaracak boru hatları projelerine karsı çıkmakta ve/veya iranlı firmaların ortak olduğu projelere mali destek verilmesini engellemektedir. Aynı sekilde, Rusya’da doğu-batı enerji koridorunun 
gerçeklesmemesi için elinden gelen tüm çabayı göstermektedir. 

Sonuç olarak, bölge kaynakları, dünya enerji sektörü açısından, hayati stratejik öneme sahiptir. Çünkü her geçen yıl dünya enerji talebi, yıllık yüzde 8 oranında artıs göstermektedir. 
Ancak küresel üretim, aynı oranda artmamaktadır. Diğer taraftan ise, bu bölgelerde hâkimiyet meselesi, ayrıca, Batılı petrol sirketlerinin, bölge enerji sektöründe ağırlıklı olarak etkin oldukları görülmektedir. Yine de bu sirketler, doğulu meslektasları ile isbirliği yapmak zorunda oldukları gibi, isbirliği içerisinde hareket etmek zorundadır. Aksi takdirde, jeostratejik rekabet uluslararası 
enerji nakil projelerinin hayata geçirilmesini geciktirecektir ki dünya genelindeki enerji açığını kapatmak için bu projelerin en kısa sürede tamamlanması gerekmektedir. 

Türkiye’de Petrol Tasıma Hatları; 

Bölge ülkelerinin sahip oldukları enerjinin dünya pazarlarına ulastırılabilmesi için, Türkiye’de çesitli boru hatları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları sunlardır; 

1. Irak-Ceyhan Petrol Boru Hattı 
2. Batman-Dörtyol Petrol Boru Hattı 
3. Ceyhan-Kırıkkale Petrol Boru Hattı 
4. Selmo -Batman Ham Petrol Boru Hattı 
5. Bakü -Tiflis -Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı 

Ancak konumuzun Irak Petrolünü bakıldığında, Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattıdır. Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı Sistemi, Irak’ın Kerkük ve diğer üretim sahalarından, elde edilen ham petrolü Ceyhan (Yumurtalık) Akdeniz Deniz Terminali’ne ulastırmaktadır. Yıllık 35 Milyon ton tasıma kapasiteli boru hattı, 1976 yılında isletmeye alınmıs ve ilk tanker yüklemesi 25 Mayıs 
1977’de gerçeklestirilmistir. 1983 yılında baslayıp,1984 yılında tamamlanan I. Tevsi Projesi ile hattın kapasitesi 46,5 Milyon ton/yıla yükseltilmistir. I. Boru Hattı’na paralel olan ve 1987 yılında isletmeye alınan II. Boru Hattı ile de yıllık tasıma kapasitesi 70,9 Milyon tona (500 Milyon Varil) ulasmıstır. BOTAS, hattın Türk topraklarında kalan kısmının mülkiyetine sahip olup, bu kısmın isletilmesi, kontrolü, bakım ve onarımını da üstlenmistir. Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı’nın, Irak ve Türkiye bölümlerinin uzunlukları ayrı, ayrı Tablo 5’te verilmistir. 



Tablo 5: Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı Uzunluğu. 

BORU HATI IRAK TÜRKİYE TOPLAM; 

I. HAT 345 641 986 km. 
II. HAT 234 656 890 km. 
TOPLAM 579 1.297 1.876 km. 

Kaynak: http://petrol-petroleum.blogspot.com.tr/p/mevcut-boru-hatlarimiz.html 

Birlesmis Milletlerin Irak’a uyguladığı ambargo ile Ağustos 1990’da isletmeye kapatılan Irak-Türkiye ham petrol boru hattı, BM ile Irak arasında varılan anlasma doğrultusunda, sınırlı 
petrol sevkiyatı için 16 Aralık 1996 tarihinde, tekrar isletmeye alınmıs olup, Birlesmis Milletler tarafından Irak’a verilen izinler doğrultusunda altısar aylık dönemler itibariyle, petrol sevkiyatı 
yapılmıstır (Tablo 5’e bakınız). 



Tablo 6 : Yıllar itibarıyla Irak – Türkiye Ham Petrol Boru Hattı Tasımaları. 


Petrol Taşımasında Riskler; 

Türkiye’nin jeostratejik konumuna bakıldığında, ülkelerin sahip olduğu değerlerden bir kısmı, diğer ülkelerin de sahip olmak istediği veya en azından diğer ülkeler tarafından sahip olunmasından rahatsızlık duyulan değerler ise, bunlar çesitli yönlerden gelen tehditlerle karsı karsıyadırlar. Bu nedenle korunması gerekmektedir. Değerlerin korunması, ona yönelik tehditlerin sağlıklı bir sekilde tespit edilmesini ve bu tehditlere karsı tedbir alınmasını gerektirmektedir. 

Güvenlik politikaları da, jeopolitik ile tehdidin bir arada düsünülmesi sonucunda sekillenmektedir. Ancak bir konunun tehdit olarak algılanabilmesi için, sahip olunan değerlere hasmın zarar verme niyetinin olması ve elinde, bu niyetini gerçeklestirebilecek yeterli imkân ve vasıtalarının bulunması gerekmektedir. Bu durumu özellikle Kerkük-Ceyhan boru hattına baktığımızda ve özellikle Irak’ta kalan kesiminde sürekli sabotajlara maruz kaldığı görülmektedir. Boru hatlarının güvenliği konusu da, hala bir sorun olarak ortada bulunmaktadır. 
Yeni projelerse, ciddi ve ağır mali yükümlülükler içermektedir. 

2003 yılından sonra, Irak, ABD kontrolünde, yeni anayasasına göre federal bir yapıda, istikrarsız bir ülke konumuna gelmistir. Türkiye açısından önemli olan Irak’ın, siyasi bütünlüğü, uluslararası sisteme uyum sağlamaktı, düsmanca davranıslar içinde olmaması, muhatap olarak kabul edilebilecek konumda, iyi iliskiler kurulabilecek bir ülke durumunda olmasından dolayı ticari iliskileri çok iyi yerlere gelmistir. 

“Türkiye'nin sahip olduğu en eski boru hattı Kuzey Irak'ta yer alan Kerkük petrollerini batıya ulastıran, Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı'dır. Hattın tasıdığı ham petrol miktarı 1999 yılında 305 milyon varile ulasmıs, yapılan sabotajlar ve Kerkük'te yasanan sorunlar nedeniyle hattın tasıdığı ham petrol miktarı 2006 yılında 10,9 milyon varile düsmüstür. 2009 yılında bu 
hattan 23,3 milyon ton (165 milyon varil) ham petrol tasınmıstır 11.” 

Orta Doğu’da yıllardır süren soğuk ve sıcak savasların temelinde, enerji kaynaklarına ve enerji nakil hatlarına hâkim olma mücadelesinin olduğu herkesçe bilinmektedir. 

Sonuç 

21. Yüzyılda enerji insanın varolusu ve ilerlemesi için merkezi önemdedir, gelecekte de öyle olacaktır. Global iliskilerdeki rolü; insan dehasının, rekabetin ve doğal kısıtların karmasık etkilesimiyle biçimlenmeye devam edecektir. Tabiatı gereği enerjinin beraberinde getirdiği bu değiskenliği güvenli bir biçimde ve net bir amaçla yönetecek politikaları tasarlamak ve uygulamak hiç süphesiz zorlu bir süreçtir. 

Ayrıca, günümüz dünyasında sanayilesmenin hızla ilerlemesi ve nüfusun artması sonucunda, petrol ve doğal gaz tüketiminde ciddi artıslar meydana gelmistir. Ayrıca alternatif enerji kaynaklarının henüz bulunamamıs olması, bu enerji kaynaklarının önemini daha da artırmıstır. Bir enerji kaynağı olarak petrolün uluslararası iliskilerde bir siyasi güç olarak kullanımı, geçmiste olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. 

Her geçen gün önemi artan Avrasya enerji kaynakları üzerinde, birçok ülkenin doğal olarak çıkarları çatısmaktadır. Bölgedeki enerji pastası önemini koruduğu sürece de buralarda gerginlik ve çatısmalar bitmeyecektir. Yani 20. yüzyılın sonunda tekrar baslatılan ve 21. yüzyılda da siddetle sürdürülen enerji rekabeti, son yıllarda bölgeyi iyice germistir ve bu durumun da uzun yıllar devam edeceği öngörülmektedir. 

Buna bağlı olarak Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada ne kadar hassas ve kırılgan olduğu, enerji koridoru güvenliği sağlayabilmesi halinde çok avantajlı bir yere gelebileceği, ayrıca bu durumu iyi bir sekilde kuruması ve ekonomik açısından gelistirilmesi gerektiğini altına çizmek gerekir. 


DİPNOTLAR,

1 Yrd. Doç. Dr. Salem KHALAF, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, FEF, Coğrafya Bölümü. 
2 Petrol, baslıca hidrojen ve karbondan olusan ve içerisinde az miktarda nitrojen, oksijen ve kükürt bulunan çok karmasık bir bilesimdir. Normal sartlarda gaz, sıvı ve katı halde bulunabilir. Gaz halindeki petrol, imal edilmis gazdan ayırt etmek için genelde doğal gaz olarak adlandırılır. 
Ham petrol ve doğal gazın ana bilesenleri hidrojen ve karbon olduğu için bunlar "Hidrokarbon" olarak da isimlendirilirler. 
3 Ilgar R. and Özturk b. (2005) “The Situation Of The Potential Wind Energy That Has Activity In The 
Environmental Protection Programs In Dardanelles”, IEEES2, Proceedings of the Second International Exergy, 
Energy and Environment Symposium 3-7 July 2005, Kos, Greece, (Published by Abstract Book and Proceeding CD) 
4 Necdet Pamir, “Hazar Bölgesi’nde Enerji Politikaları: Avrupa’nın ve A.B.D.’nin Konseptleri”, Avrupa’nın ve 
Türkiye’nin Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da Ortak Dlgi Alanları, Uluslararası Sempozyumu (13-14 Kasım 2000), Ankara, Türkiye. 
5 http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b=petrol&bn=222&hn=&nm=384&id=40693. 
6 Ilgar R. 2010 Investigation of Transit Maritime Traffic in the Strait of Çanakkale (Dardanelles), World Journal of Fish and Marine Sciences, Volume 2 Number (5),p.427-435 
7 ENGÜR, Emre,2003, BOTAS, Avrasya dosyası (Batı Enerji Koridoru Doğal Gazla Tamamlanıyor), Enerji Özel bahar 2003, Cilt 9, Sayı: 1, s. 40. 
8 Türkiye Petrolleri, 2013, 2012 Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, s. 3. 
9 TÜRKİYE'DE PETROL SEKTÖRÜ VE TPAO, 2013. 
10 Dünya genelinde petrol çıkartma maliyeti 5-40 dolar arasında değişmektedir. 
11 http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b=petrol&bn=222&hn=&nm=384&id=40693 


KAYNAKÇA 

ARAS, Bülent-OKUMUS, Ahmet, , Basra Körfezi Güvenliği ve Hazar Zenginlikleri, 
AYHAN, Veysel, 2005, Petrol ve Güvenlik: Orta Doğu’daki Krizlerin Ekonomi Politiği, Bursa. 
Energy and Environment Symposium 3-7 July 2005, Kos, Greece, (Published by Abstract Book and Proceeding CD) 
http://www.enerji.gov.tr/index.php?dil=tr&sf=webpages&b=petrol&bn=222&hn=&nm=384&id=40693. 
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. http://petrol-petroleum.blogspot.com.tr/p/mevcut-boru-hatlarimiz.html 
ENGÜR, Emre,2003, BOTAS, Avrasya dosyası (Batı Enerji Koridoru Doğal Gazla Tamamlanıyor), Enerji Özel bahar 2003, Cilt 9, Sayı: 1. 
Global Dliskiler Formu, 2013, 21. Yüzyılda Türkiye’nin Enerji Stratejisi, Çalısma Gurup Raporu 2013, Dstanbul, Türkiye. 
ILGAR R. 2010 Investigation of Transit Maritime Traffic in the Strait of Çanakkale (Dardanelles), World Journal of Fish and Marine Sciences, Volume 2 Number (5). 
ILGAR R. and ÖZTÜRK B. (2005) “The Situation Of The Potential Wind Energy That Has Activity In The Environmental Protection Programs In Dardanelles”, IEEES2, Proceedings 
of the Second International Exergy. 
KUZU, Serdar, 2012, Dünya Enerji Piyasasında Orta Asya Cumhuriyetlerinin Konumu, 
PALA, Cenk, 2003, Dünya Enerji Dengesinde Petrol ve Doğal gazın Önemi ve Yeri, Enerji Özel Sayısı, Sayı 1, Cilt 9. 
PAMIR, Necdet, 2000, “Hazar Bölgesi’nde Enerji Politikaları: Avrupa’nın ve A.B.D.’nin Konseptleri”, Ankara, Türkiye. 
Türkiye Petrolleri, 2013, 2012 Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu. 
Türkiye Petrolleri, 2014, 2013 Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu. 
ULUTAS, Alptan, 2006, I. ve II. Körfez Savası’nın Türkiye’ye Etkileri, Dzmir. 
Yazar, Yusuf, 2011, “Enerji Dliskileri Bağlamında Türkiye ve Orta Asya Ülkeleri Raporu”, Ankara. 
YORKAN, Arzu, 2009, Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Etkileri, Bilge Strateji, Cilt 1, Sayı 1. 
YÜCE, Çağrı Kürsat, 2012, Enerji Güvenliği Açısından Türk Cumhuriyetleri’nin Dünyadaki Yeri ve Önemli, Turan-Sam, Cilt: 4, Sayı: 15. 
ZUBDDD, Hasen ve diğerleri, 2007, El-Naft El-Eraki ve El-Siyasiye El-Eraki Fi El-Erak ve El-Mintaka, Irak Arastırma Merkezi, El-Kufa. 



***

İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ IRAK PETROLÜNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ BÖLÜM 1




İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN ENERJİ DİPLOMASİSİ  IRAK PETROLÜNDE TÜRKİYE’NİN ÖNEMİ, BÖLÜM 1 

Zhaleh ABDI
* Ph.D student of International Relations at Institute of Social Science, Kocaeli University, 
zhaleh.abdi@ymail.com 

Reza SOLAT** 
**Ph.D Candidate of International Relations at the Islamic Azad University, Science and Research Branch in Tehran, IRAN. 

Salem KHALAF***
***Yrd. Doç. Dr. Salem KHALAF, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, FEF, Coğrafya Bölümü.
   DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ DENKLEMİ VE OLASI YAN ETKİLERİ 
Özet; 

Günümüzde insan yasamının vazgeçilmez unsurlarından ve sürdürebilir kalkınmanın en önemli araçlarından biri enerjidir. Enerji devletlerin dıs politikalarında belirliyiyci faktörlerden biridir ve uluslararası iliskiler sistemde enerji güç kaynağı olarak algılanmaktadır.ayrıca güvenlik annamı tasıyan bir kavramdır. Enerji kaynakları, üretimi ve tasınması, dıs politika davranıslarında 
rekabete yol açmaktadır ancak aynı zamanda yeni isbirliği perspektifleri de sunmaktadır. 

Diplomside ekonomik olgular büyük önem kazanmıstır. 

İran İslam Cumhuriyeti uluslararası enerji güvenliği ve dünya ekonomisinde genis petrol ve doğal gaz kaynakları sonucu önemli bir konuma sahiptir. Devletin gelirinin %42 fazlası petrol ve doğalgazdan sağlandığı için rantier bir devlettir. İran İslam Cumhuriyeti’de kendi durumuna vakıf olarak iç siyasette yıllardır 5 yıllık ulusal kalkınma programlarında devletin bu bağımlılığını azaltmağı planlıyor . Dıs siyasette ise etkin bir enerji diplomasisi yürütmek istiyor. 

Dolyısıyla İran enerji kozunu kullanarak etkilesim, nüfuz havzası olusturmak, karmasık karsılıklı bağımlılık yaratmak ve etkin bir enerji diplomasisi yürütmek istiyor. 

Özellikle son yıllarda uluslararası yaptırımların ve ambargoların artması İran’ın üretim, ihracat ve ekonomisini olumsuz bir sekilde etkileyip ve İran’a her zamandan fazla enerji diplomasisinin önemini ve karsılıklı bağımlılığın yaptırımlarının olumsuz sonuçlarını etkisizlestirmek avantajlarını, tehditleri azaltamak, İran’ın rolu ve etkisisni artmak ve ülkenin ulusal güvenlik ve dolayısıyla ulusal çıkarlarını sağlanmasını hatırlatıp .
Bu makalede İran İslam Cumhuriyeti’ni rantier bir devlet olarak ele alıp ve bu ülkenin enerji diplomasisini özellikle Opec ve Türkiye’ye karsı annatacağız. 
Ayrıca son yıllarda uluslararası ek yaptırımların İran’ın iç ve dıs siyasetinde etkisini inceliyeceğiz. 

Anahtar Kelimeler:Enerji Diplomasisi, İran İslam Cumhuriyeti, Rantier Devlet, karmaşık, Karsılıklı Bağımlılık, Petrol Rezervleri, Doğalgaz Rezervleri, Opec, 


Özet;

Petrol, son 100 yılda içinde bulunduğumuz dünya siyasetini belirleyen en önemli etmenlerden biridir. Sanayilesmis ülkeler açısından, enerji kaynaklarının elde edilmesi ve güvenliğinin sağlanması, vazgeçilmez hedefler arasında yer almaya baslamıstır. Enerji kaynaklarıyla tüketim merkezlerini bulusturan tasıma hatları, geçtiği güzergâhları da önemli hale getirmektedir (Türkiye örneği). Bu güzergâhı elinde bulunduran ülkeler, çok büyük bir askeri, siyasi ve iktisadi gücü de elinde tutmaktadır. 

Ortadoğu coğrafyası, günümüzde sahip olduğu enerji kaynakları dolayısıyla krizlerin, savasların ve çatısmaların odağı olmaya devam etmektedir. Enerji kaynaklarının egemenliğine dayalı bir siyasi anlayısın dünya siyasetine yerlesmesi ve Ortadoğu'da zengin petrol rezervlerinin olduğunun anlasılması, Ortadoğu’nun konumunu, ekonomik ve siyasal önemini daha da artırmıstır. 

Irak’ın siyasi ve jeopolitik konumuna bakıldığında, stratejik ve kırılgan bir coğrafyada yer aldığı görülebilmektedir. Irak, Ortadoğu ülkeleri arasında, rezervleri en zengin ülkeler arasında yer alır. Bu ülke, yaklasık 160 milyar varili bulan ve belki de 200 milyar varili geçebileceği tahmin edilen petrol rezerviyle, dünya rezervlerinde %10'un üstünde bir paya sahip olurken, Ortadoğu rezervlerinin %15-18'ini elinde bulundurmakta ve petrol rezervleri açısından Ortadoğu'da II. sırada yer almaktadır. 

Irak petrolünden yararlanarak Türkiye’nin siyasi ve iktisadi gücünü yükseltmek için, Türkiye ile Irak arasında özel politikaların gelistirilmesi, Irak’ın istikrarlı ülke haline getirilmesi ve tarım, sanayi, hizmet, ulasım ve turizm sektöründe Irak ile özel projelerin üretilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, Türkiye-Irak ulasım sektörünün birbirine bağlanması, serbest bölgelerin olusturulması ve özel ticari anlasmaların yapılması gibi projeler gelistirilebilir. 

Giriş; 

Ekonomik kalkınmanın en temel unsuru olan petrolün Dünya’da ve Türkiye’deki gereksinimi her geçen gün artmaktadır. Gerek teknolojinin her geçen gün daha yaygınlasıp daha genis kitlelere yayılması gerekse dünya nüfusunun artması, kisi basına tüketilen enerji miktarını arttırmaktadır. Enerji tüketimindeki artıs, petrol sektöründe yasanan akıl almaz plan ve uygulamaları zorunlu hale getirmistir. Petrol2 dünya ekonomi ve siyasetinde tartısılmaz bir öneme ulasmıstır. Kullanım alanının yaygınlığı arz-talep dengesi içinde bu ürüne bağımlılığı arttırmıs ve sonuçta petrol, dünyadaki diğer enerji kaynaklarından ayrılarak stratejik bir konuma gelmistir3 (ılgar ve Öztürk 2005). Dünyada ekonomik kalkınma ve büyüme petrole dayalı hale gelmesi nedeniyle üretici ve tüketici ülkeler açısından petrolün stratejik önemi kısa sürede daha da artmıstır. Gelismekte olan ülkelerin gelirlerindeki artıs sonucu milyarlarca aracın daha yollara 
çıkacağı ve bu durumun, 2050'de küresel petrol talebinin % 110 oranında artmasına ve günlük ortalama 190 milyon varile yükselmesine neden olacağı tahmin edilmektedir. Bu artan talebe rağmen dünyada petrol rezervleri, 46 ile 50 yıl arasında tükenme riskiyle karsı karsıya bulunmaktadır (BP ve HSBC Bank evworld.com/library/hsbc_powering2050.pdf) 

Petrol bağlamında, yirminci yüzyıla damgasını vuran enerji kaynaklarına egemen olma mücadelesi, Ortadoğu’da büyük çekismelere neden olmus, bu gücün belli çevrelerde toplanmasını önlemek için aynı dil, aynı dine ait olan farklı farklı ülkelerin tesisine neden olmustur. Bu olusum hala devam ettirilerek yeni ülkelerin yaratılması eğilimi her zaman açık opsiyonlu olarak kullanılmaktadır. Ağırlıklı olarak Osmanlı coğrafyasında yürütülen bu eğilim, büyük imparatorluklar çağını bitiren ve yeni ulus-devletler dönemini baslatan bir süreçti. 

Soğuk savasla kamplara ayrılan güçler, enerji kaynaklarının paylasımında ortak hareket edebilmektedirler. Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan ‘yenidünya düzeni’ adlı belirsiz ortamda Afganistan ve Irak’ta yasananlar, 2011 ve sonrası Arap Bahar’ından sonra özellikle Irak’ta ortaya çıkanlar (özellikle ekonomik açısından) petrolün önemini arttırmıstır. 

2014 yılı itibariyle bölge ülkelerinin saptanmıs petrol rezervlerine bakıldığında, ham petrol rezervleri bakımından (285 m.v.) Suudi Arabistan’dan sonra yaklasık 160 milyar varille ikinci sırada Irak Devleti yer almaktadır. Böylece Ortadoğu’da petrol rezervleri 800 milyar varili geçmektedir. 

Irak, dünyanın en düsük petrol ve gaz üretimi maliyetine sahip ülkelerinden birisidir. Ülkedeki petrol, göreceli olarak sığ kuyulardan çekilebilen çok büyük sahalarda bulunmaktadır Petrol, Irak ekonomisinin dayandığı temel sektördür. Ham petrol ihracatı milli gelirin % 60’ını, kamu gelirlerinin ise yaklasık % 90’ını ve ihracatın %95’in üstünde olusturmaktadır. Ayrıca Irak’ın rezervlerinin üçte birinden daha fazlası yeryüzünün sadece 600 metre altındadır. Su ve birlesik doğal gaz birikintilerinin petrol rezervleri üzerinde yüksek basınç olusturmasın dan dolayı çok çabuk yüzeye çıkmaktadır. Bu nedenle, Irak petrolünün üretim maliyeti varil basına 1,50 dolarından daha az olabilmektedir. Bu üretim maliyeti, Suudi Arabistan’daki maliyetle esit, diğer ülkelerden daha düsüktür. Mevcut üretim seviyesinde kaç yıllık rezerv kaldığını göstermesi bakımından önem tasıyan rezerv-üretim oranı bazı tahminlere göre Irak’ta 100 yıl devam 
edebileceği ve bu rakam Orta Doğu ve Afrika bölgesindeki en yüksek orandır. Ancak günlük üretim 7, 10 veya 12 milyon varile yükselirse ortalama ömrü de azalacaktır. Ülkedeki ana petrol üretim bölgeleri, güney ve kuzeyde bulunmaktadır. Ham petrol Kuzey Irak'ta Beji, Bağdat'ta Dora ve Basra'daki rafineri tesislerinde islenmektedir. Kısa ve orta vadede üretimin 
artırılabilmesi, daha küçük ve yerel bazda birlesmis rafinerilerin kurulmasına bağlıdır. 

Irak’ın en önemli ihracat kalemi petroldür. Yıllık ortalama petrol üretimi hâlihazırda 2,5-3 milyon varil olup bunu günlük üretim yakın gelecekte 5-6 milyon varile ve hata 12 milyon ulasmasına planlamaktadır. Ortadoğu ve Afrika’daki 2007 yılı toplam bölgesel üretiminin yaklasık % 6’sını Irak karsılamıs olup 2012 yılında ise toplam bölgesel üretimin tahminen yaklasık % 8’ini Irak’ın karsılaması beklenmektedir. OPEC’in 2010 yılı verilerine göre; Irak petrolünün baslıca alıcıları Asya-Pasifik bölgesi (%50) ile Kuzey Amerika (%25) ve Avrupa 
bölgesidir (%25). Mesela 2011 yılı Kasım ayında toplam 64 milyon varil petrol, ortalama 106 dolar/varil fiyatla, ihraç edilmis olup, aylık getirisi yaklasık 6,8 milyar dolar olarak gerçeklesmistir. Petrolün %80’i Basra, bakiyesi Kerkük-Ceyhan boru hattı üzerinden ihraç edilmistir. 



Sekil 1: Ortadoğu’da Petrol ve Doğalgaz Yatakları ve Boru Hatları. 

Irak enerji kaynaklarını (Petrol) gerçek değerini bilmek için Hazar Denizi ve civarındaki petrol ve doğal gaz rezervlerinin miktarı ve bunun dünya rezervleri içindeki payına bakılırsa daha iyi bir sekilde anlasılabilir. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre, Orta Asya ve Transkafkasya’nın kanıtlanmıs (ve üretilebilir) petrol rezervleri 15-40 milyar varil dolayındadır. Aynı kaynağa göre olası rezervler ise, 70–150 milyar varildir. Bu rakamlar, ABD Ulusal Güvenlik (eski) danısmanlarından Rosemarie Forsythe’ın çalısmasında, olası ve kanıtlanmıs petrol rezervleri toplamı olarak belirttiği 200 milyar varil rakamı ile (iyimser tahmin aralığında) paralellik göstermektedir. Ayrıca, Azerbaycan ve Kazakistan’ın (Hazar civarındaki) kanıtlanmıs rezervler toplamını 27,5 milyar varil, olası rezervler toplamını ise 40-60 milyar varil olarak vermekteydi4. 



Sekil 2: Ortadoğu Ülkelerinde Petrol ve Doğalgaz Üretimi ve İhracatı. 


Türkiye coğrafyasına yakın en önemli bölgelerden ve zengin kaynaklarıyla bilinen Hazar havzası, petrol rezerv açısında ancak Irak’ın petrol rezervinin yarısına denk düsmektedir. Buna göre; Hazar’ın enerji bakımından önemi, Ortadoğu’ya rekabet olusturacak kapasiteye sahip olmasa bile, gelecekte rezerv kaynak olarak görülmesidir. Ayrıca, Türkmenistan’ın gerçek rezervlerini açıklamaması da enerjiye ihtiyaç duyan ülkelerin istahını kabartmaktadır. 

Irak Petrol havzalarının coğrafî dağılısı, Üç grupta incelenebilirler: 

1) Kuzey Irak Petrol Yatakları 
a) Musul Petrol Yatakları 
b) Kerkük Petrol Yatakları 

2) Orta Irak Petrol Yatakları 

3) Güney Irak Petrol Yatakları 

Kuzey Irak ve Irak Kürdistan Bölgesi petrolü Türkiye sınıra yaklasık (100-250 km) uzaklıktadır. Bu yakınlık daha da önemli hale getirmektedir. 



Sekil 3: Irak’ta Petrol Yatakları Dağılısı. 

Türkiye Coğrafyasında Enerji Kaynakları 

Ortadoğu, Kuzey Afrika, Hazar, Türki Cumhuriyetleri ve Rusya’nın enerji imkânlarına bakıldığında nerede ise dünyanın petrol rezervlerinin en az % 70-75 barındırmaktadır. Ayrıca Rusya gibi bir ülke, ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük enerji üreticisidir. Dünya enerji üretiminin yaklasık % 12’sini Rusya gerçeklestirmektedir. Bugün için Rusya, dünyanın sahip olduğu saptanmıs petrol rezervlerinin yaklasık % 6’sına sahiptir. Dünyanın saptanmıs en büyük 
doğalgaz rezervleri ise Rusya’nın elindedir. 2.300 trilyon metreküp civarındaki bu rezervler dünya toplamının üçte biridir. Dünya toplam doğalgaz üretiminin % 22’si Rusya tarafından yapılmaktadır. 

2012 yılı dünya ispatlanmıs petrol rezervi % 7,7 artısla 1.520 milyar varilden 1.637 milyar varile yükselmistir5. Dünya petrol rezerv miktarında 2011 yılına oranla %7,7'lik bir artıs gerçeklesmis, aynı oranda artmayan petrol üretiminin de etkisi ile 2011 yılında 44,8 yıl olan dünya petrol rezerv ömrü 2012 yılında 48,8 yıla yükselmistir. Birincil enerji kaynakları arasında stratejik konuma sahip olan ham petrol 2012 yılı bası itibarıyla dünya enerji talebinin %33,1'ini karsılamıstır. 

Doğal kaynaklardan yoksun olan Avrupa, bugün yerinde sayarken; doğal kaynaklar açısından daha zengin olan ABD ise zenginliğini borçlu olduğu sömürüyü 21 inci yüzyılda da sürdürebilmek, dünyaya tek basına egemen olabilmek amacıyla ‘yeni sömürgecilik’ yöntemiyle enerji kaynakları adına yerel savasları körüklüyor veya ülkeleri isgal etmektedir. 

Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları ve petrol tasımacılığındaki rolü ile önemlidir.6 Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu’daki doğal enerji kaynaklarının kesistiği noktadaki jeopolitik konumuyla bütün dünyanın dikkatini çekmektedir7. Geçmiste Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çesitli entrikaların çevrildiği bir alan olmustur. 



Sekil 4: 2006 Dünyanın En Önemli Rezervlere Sahip Ülkeler. 

Doğal kaynaklara sahip olmak veya yollarını kontrol etmek için ülkeler bazında rekabet daha da çetinlesmistir. Dünya siyasetinde Rusya, Hazar kıyısı doğalgaz boru hattı projesinin yasama geçirilmesi ve Orta Asya Cumhuriyetlerindeki petrol ve doğal gazın çıkısını kontrol altında tutmaya çabalarken, ABD ve boru hatlarının Hazar geçisli ve Rusya’nın denetimi altında olmayan topraklardan geçmesi için çareler aramaktadır. Bu nedenle, bir yandan Rusya’nın itirazlarına karsın Bakû-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı Projesi gerçeklestirilirken, diğer yandan Avrupa Birliği destekli TRANS-HAZAR projesiyle, Türkiye üzerinden geçip Avrupa’ya uzanacak boru hattı (NABUCCO) gündemde tutulmaktadır. 

Dünya genelinde genel enerji görünümüne bakıldığında sekil 5’te gibi bir tablo ortaya çıkmaktadır. Sekil 5’e bakınız. 



Sekil 5: 1990-2030 Yıllar Arasında Dünya Enerji Tüketimi8. 

Ayrıca Türkiye ile Irak arasında yapılan ihracat ve ithalat bakıldığında çok önemli yere geldiğini görebiliriz. (Tablo 1’e bakınız) Ayrıca 2008 ile 2009 yıllar arasında dünyada yasanan ekonomik krize rağmen ve Türkiye’nin bu iki yıl arasında 132 milyardan 102 milyara düsmesine rağmen, Irak yapılan ihracat hacmi 3,9 milyardan 5,1 milyara ulasmıstır. Ayrıca 2014 yılında Irak’ta yasanan duruma rağmen bu yıl için ihracat hacmi 15 milyar dolara yaklasabilir. 



Tablo 1: 2003-2012 Türkiye – Irak Dıs Ticaret Verileri. 



Tablo 2: 2003-2012 Dünya ve Türkiye’de Dıs Ticaret Hacmi. 

Kaynak: tüik ve değir kaynaklar. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***